Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Selam Dostlar
Bizlerin www.iskenderalimihr.com sitesine karsi acilmis www.iskenderalimihr-hakiki.com Hanif Dostlar ve Kiyamet alemetleri iel ilgili ilginc bir yazi asmislar sizlerle paylsayim. . Kiyametle ne isimiz var okudukdan sonrada anlayamdim. Bizi bulastirmayin kiyamete falan ya
KENDİLERİNİ ALDATAN HANİF DOSTLAR VE KIYÂMET ALÂMETLERİ
Bismillâhirrahmânirrahîm
Sevgili kardeşlerim, hanif dostlardaki kardeşlerim! Görüyoruz ve ibretle müşahede ediyoruz ki, siz sürekli olarak, olur olmaz her noktada Efendimiz’i eleştiriyorsunuz. Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz, bir ara sahâbelerin toplandığı bir yere ulaşıyor ve: “Ne yapıyorsunuz?” diye onlara soruyor. “Biz bu konuyu tartışıyoruz” diye cevap veriyorlar. Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz de: “Hayrı az olan tartışmayı terk ediniz” diye onları uyarıyor. Aslında gerçekten bu konuları tartışmak hiç de güzel bir şey değil.
Sevgili kardeşlerim, biz burada hiristiyanlarla çok görüştük ve görüşüyoruz. Yahudilerle de görüşüyoruz. Onların içinde de çok çeşitli gruplar var, ama onların içerisinde bizim aramızdaki gibi kavga, husumet yok. Onlar da yüzlerce çeşit inancın sahipleri ama yan yana geldiklerinde şakalaşabiliyorlar, dost oluyorlar. Aralarında hiçbir kavga bugüne kadar müşahede etmedik. Aşağı yukarı 4-5 senedir buradayız ve neredeyse her mahalle başında farklı bir kilise var. Kiliseye devam edenler farklı insanlar ama aynı iş yerinde çalışıyorlar, aynı yerde dinlenebiliyorlar, konuşuyorlar fakat aralarında sizin bizimle yaptığınız gibi kavgaya varan tartışma yok.
Hanif dostlardaki kardeşlerim! Bunlar size bir şey ifade etmiyor mu? Kuvvetin, Allah yolunda merhale kat etmenin, bir menzile ulaşabilmenin ancak insanlara dost olmakla gerçekleşebileceğini ne zaman anlayacaksınız? Bizler dost olmak için yaratıldık. Düşman olmak için değil. Bizler birbirimizi sevmek için yaratıldık. Birbirimizden nefret etmek, kin duymak için değil. Kin, nefret ve düşmanlık nefsin afetleridir.
Ve özellikle İslâm dîni, Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz’in tabiri ile ihlâsa ulaşmak için Allah tarafından insanlara farz kılınmıştır. İhlâs ise nefsteki afetlerin tamamen temizlendiği, nefsin manevî kalbinin 14 mertebe de müzeyyen kılındığı bir menzili, altıncı safhayı ifade ediyor.
Öyleyse dîni yaşamak çevremizdeki insanlarla bizim kavgaya tutuşmamıza sebep olan afetleri temizlemektir. Dîni yaşamak iç dünyamızda nefsle ruhun kavgasını bitirip, iç dünyamızda iç huzuru yaşayabilmektir. Dîni yaşamak ezelde Allahû Tealâ’nın bizlerden almış olduğu misak, ahd ve yemini yerine getirebilmektir.
Hanif dostlardaki kardeşlerim, siz bunların hangisini yapıyorsunuz? Allah aşkına lütfen söyleyin. Siz sadece insanların açığını arayıp bulmak, onları eleştirmek, onları küçümseme gayreti içindesiniz. Eğer başkalarını yüceltirseniz yücelirsiniz. Şeytanın korkunç bir tuzağı içerisinde olduğunuzu ne zaman fark edeceksiniz? Dikkat ediyorum, yazılarınızda gayeniz bir neticeye ulaşmak, beraberce bir güzelliği paylaşmak değil, sadece ve sadece küçültmek. Hâlâ Allah’ın kanunlarını anlamayacak mısınız? Siz başkasını küçülttüğünüz zaman, kendinizin de küçüldüğünü ne zaman anlayacaksınız? Siz başkasını yücelttiğiniz zaman, kendinizin de onlarla birlikte yüceldiğini ne zaman anlayacaksınız?
Mevlana’nın ifade ettiği o sözleri ne zaman kalbinize nakşedeceksiniz?
Aydınlatmakta güneş gibi ol.
Kusurları bağışlamakta gece gibi ol.
Tevazuda toprak gibi ol.
Asabiyette ölü gibi ol.
Sahavette akarsu gibi ol.
Ya olduğun gibi görün ya göründüğün gibi ol.
Ne zaman bu güzellikleri kalbinize nakşedeceksiniz, yaşayacaksınız? Yoksa hayatınızı hep başkalarına düşmanlıkla mı bitireceksiniz? Kendinize yazık etmiyor musunuz? Gerçekten samimiyetimle söylüyorum biz sizide seviyoruz. Biz, Efendimiz’in bize buyurduğu üzere, hedef olan Osmanlı’nın hoş görüsüyle, iç dünyamızda huzuru yaşayabilmek, çevremizdeki bütün insanlarla sulh ve sukûn içersinde kardeşçe, dostça bir hayatı paylaşabilmek ve Allah’la olan ilişkilerimizde Allah’ın vasiyetinin muhtevasını, misak, ahd ve yemini bir bütün olarak yerine getirmek amacı ve gayreti içerisindeyiz.
Bugüne kadar hiç kimseye zorla “gelin bize tâbî olun, Efendimizin söylediklerine îmân edin” diye bir şey söylemedik. Sadece Efendimiz tebliğ yapıyor, nasihat ediyor. Dilerseniz inanırsınız, dilerseniz inanmazsınız. Ama inanmıyorsunuz diye Allahû Tealâ size efendimize hakaret etme yetkisini vermiyor. Gerçekten sizin adınıza acıyorum. Kendinize çok ama çok yazık ediyorsunuz. Sizleri çok seviyoruz ve Rabbimizden sizin için af diliyoruz. Umarız ki Allah’ın hidayetine adım atarsınız da bu yaşadığımız güzellikleri sizde yaşarsınız.
Şimdi gelelim sizin tartışma konusu yaptığınız kavramlara, birer birer Kur’ân ışığında bakalım:
Deccal’den söz etmişsiniz. Dabbetü’l Arz’dan söz etmişsiniz. Güneşin batıdan doğmasından söz etmişsiniz. Hz. İsa’nın dünyaya inmesi...
Sevgili kardeşlerim, Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz’in kıyâmetin 10 tane büyük alâmeti olarak vaaz ettiği meşhur bir hadîs var. Bu hadîste sayılan 10 büyük alâmetten 5 tanesi (ki bu sizin saydıklarınızı ihtiva ediyor.) :
1. Deccal,
2. Duhan fitnesi,
3. Dabbet’ül arz,
4. Güneşin batıdan doğması,
5. Hz. İsa(A.S)’ın inmesi.
Diğerleri de var ama şu anda sizin bize yönelttiğiniz konuların içinde yer almadığı için onlara değinmek istemiyorum.
Hep dîni bir kavram söz konusu olduğu zaman mutlaka ilmin yegâne kaynağı olan Kur'ân-ı Kerim’deki yerine bakmamız, Kur’ân-ı Kerim’den araştırmamız lâzım. Duhan fitnesi, Dabbet’ül arz ve Hz. İsa (A.S)’ın inmesi açıkça Kur’ân-ı Kerim’de yer almıştır. Ama Deccal ve güneşin batından doğması bugüne kadar ki olan öğretimde, Kur’ân-ı Kerim’de açık bir âyet-i kerimeyle ifade edilmemiş. Fakat dolaylı olarak bunlar da var. Çünkü, Duhan fitnesi, Dabbet’ül arz, Güneşin batıdan doğması ahir zamanda Resûlullah’ın bize geleceğini müjdelediği ve Ümmetimin en hayırlısı diye buyurduğu Mehdi (A.S) ile alâkalı işaretlerdir. Deccal ise Hz. İsa (A.S)’la ilgili bir konudur. Çünkü o yer yüzüne inecek ve deccali öldürecek. Öyleyse bu sözünü ettiğiniz konular Kur’ân-ı Kerim’de doğrudan ve dolaylı olarak vardır. Öyleyse beraberce bir bir konulara girelim inşaallah. Bakalım yüce Rabbimiz ne buyuruyor.
1. Deccalin ortaya çıkışı: Deccal, ahir zamanda zuhur edecek yalancı bir kişidir. İslâm dînini ve müslümanları ifsad edip, kötülüğe, bozgunculuğa sevketmek isteyecektir. Peygamber Efendimizin işaretleriyle deccalin sağ gözünün kör olduğu, iki gözünün arasında kafir yazdığı, ortaya çıktıktan sonraki devrede istidraç türünden bazı olağanüstü olaylar göstereceği daha sonra da yine kıyâmetin alâmetlerinden olan Hz. İsa’nın yeryüzüne inmesi ve onun tarafından öldürüleceği hadîslerde belirtilmiştir.
2. Duhan fitnesi: Duman anlamına gelen duhan da kıyâmetin büyük alâmetlerinden biridir. Ahir zamanda her tarafı saran bir fitnedir. Gerçekten size söyledik ki, 1996 yılında bu olay gerçekleşti. Cevizoğlu rezaleti programında, duhan fitnesinin işaretleri bir bir tahakkuk etti. Ne demek istiyoruz? Yaşar Nuri Öztürk, Hüseyin Hatemi, Hüseyin Hatay, Ayhan Songar Cevizoğlu’nun programında Efendi Hazretleri’ne karşı geldiler. Efendi Hazretleri “Biz, Allahû Tealâ’nın velî resûlüyüz, ahir zamanda Allahû Tealâ’nın hidayetle vazifeli kıldığı, Mehdiyiz.” diye kimliğiyle ortaya çıktı.
Nitekim 14 asır evvelinde de Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz’e Allahû Tealâ hitap ederek:
44/DUHAN-10: Fertekib yevme te’tîs semâu bi duhânin mubîn(mubînin).
Artık göğün, apaçık duman (fitne) getireceği günü gözle.
44/DUHAN-11: Yagşân nâs(nâse), hâzâ azâbun elîm(elîmun).
(O fitne ki) insanları (insanların büyük kısmını) sarmıştır. İşte bu, elîm bir azaptır.
44/DUHAN-12: Rabbenekşif annel azâbe innâ mû’minûn(mû’minûne).
Rabbimiz, azabı bizden kaldır. Muhakkak ki biz mü’minleriz.
44/DUHAN-13: Ennâ lehumuz zikrâ ve kad câehum resûlun mubîn(mubînun).
Muhakkak ki onlar öğüt almazlar. Onlara, andolsun ki apaçık bir resûl geldi.
44/DUHAN-14: Summe tevellev anhu ve kâlû muallemun mecnûn(mecnûnun).
Ve (O’NA) (şeytan tarafından vahyedilerek) “öğretilmiş” ve “deli” dediler ve sonra O’NDAN yüz çevirdiler.
Yani Duhan fitnesinin bütün dünyayı sardığı o günleri gözetle. Kalp gözüyle Allahû Tealâ Peygamber Efendimize gösteriyor. O güne gittiğimiz zaman Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz’in göğe baktığını, ondan sonra başını yere eğdiği zaman ilmin kaldırıldığı zamanlardır. Ziya bin Nebid diyor ki: “Ey Allah’ın Resülü! Biz Kur’ân-ı Kerim’i, ilmi kendimiz okurken, evladı iyalimize(ailemize) öğretirken ilim nasıl bizim elimizden alınır?”
O zaman Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz buyuruyor ki: “Ya Ziya! Seni bilen sanıyordum. Şu an Tevrat da, İncil de yahudi ve hristiyanların elinde var ama onlara ne fayda sağlıyor.”
Peygamber Efendimiz bu açıklamasıyla Kur’ân’ın yine olacağını ama Kur’ân’ın artık yaşanmayacağı, insanlar tarafından unutturulacağı bugünlere işaret ediyordu. Kur’ân unutulmuş mudur? Evet şu anda Kur’ân unutulmuştur. Ve Kur’ân’ın unutulduğunu, tatbikattan çıkarıldığını söyleyen de Efendi Hazretleri, Mehdi Resûldür. Nereden biliyoruz? Allahû Tealâ bakın nasıl işaretlerini bir bir veriyor.
İnsan ve cin şeytanların Kur’ân-ı unutturup, insanları Mehdi Resûl’den uzaklaştırması. Furkan Suresinin 27, 28, 29 ve 30. âyet-i kerimelerinde:
25/FURKAN-27: Ve yevme yeadduz zâlimu alâ yedeyhi yekûlu yâ leytenîttehaztu mear resûli sebîlâ(sebîlen).
Ve o gün, zalim ellerini ısırır: “Keşke resûlle beraber (Allah’a giden) bir yol ittihaz etseydim.” der.
25/FURKAN-28: Yâ veyletâ leytenî lem ettehız fulânen halîlâ(halîlen).
Yazıklar olsun, keşke ben filânı (o kişiyi) dost edinmeseydim.
25/FURKAN-29: Lekad edallenî aniz zikri ba’de iz câenî, ve kâneş şeytânu lil insâni hazûlâ(hazûlen).
Andolsun ki, bana zikir (Kur’ân’daki ilim) geldikten sonra beni zikirden saptırdı. Ve şeytan, insana yardımı engelleyendir.
25/FURKAN-30: Ve kâler resûlu yâ rabbi inne kavmîttehazû hâzel kur’âne mehcûrâ(mehcûran).
Ve resûl: “Ey Rabbim! Muhakkak ki benim kavmim, bu Kur’ân’dan ayrıldı (Kur’ân’ı terketti).” dedi.
Hangi resûl? Tabiî ki Efendi Hazretleri. Peygamber Efendimiz (S.A.V) olamaz. Çünkü o zaman sahâbe Kur’ân’ın bütününe îmân etmişti. Ali İmran Suresinin 119. âyet-i kerimesi bunu kesinleştiriyor:
3/AL-İ İMRAN-119: Hâ entum ulâi tuhıbbûnehum ve lâ yuhıbbûnekum ve tû’minûne bil kitâbi kullih(kullihi), ve izâ lekûkum kâlû âmennâ, ve izâ halev addû aleykumul enâmile minel gayz(gayzi), kul mûtû bi gayzikum, innallâhe alîmun bi zâtis sudûr(sudûri).
(Ey mü’minler)! Siz öyle kimselersiniz ki; onlar, sizi sevmedikleri halde siz, onları seversiniz ve siz Kitab’ın bütününe îmân edersiniz. Onlar, sizinle karşılaştıkları zaman: “Îmân ettik.” derler. Ama tenhada, kendi başlarına kaldıkları zaman size olan öfkelerinden (dolayı), parmak uçlarını ısırırlar. De ki: “Öfkenizle ölün.” Hiç şüphesiz Allah, sinelerde olanı bilir.
Öyleyse Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in şöyle buyurduğunu biz biliyoruz: “Bir zaman gelecektir ki, insanlara Kur’ân-ı Kerim’in yalnız resmi, İslâm’ın yalnız ismi kalacaktır. Onlar İslâm’dan en uzak insanlar oldukları halde İslâmî isimlerle isimlenecekler, mescidleri görünüşte mamur olduğu halde hidayet yönünden harap olacaktır. İşte o devrin âlimleri gök kubbenin altında âlimlerin en şerlileri(kötüleridir). Fitne kargaşa onlardan çıkmış, yine kendilerine dönecektir.”
Bir başka hadîs-i şerifte: “İnsanlar bir zaman gelir ki, camilerde toplanıp namaz kılarlar, fakat aralarında mü’min bulunmaz.”
Çünkü Allah’a ulaşmayı dilemeyi unutmuşlar.
Bir başka hadîs-i şerifte: “Ümmetimin son zamanlarında mescidlerini süsleyip kalplerini harap bırakan, elbisesini sakınıp koruduğu kadar dînini sakınıp korumayan, dünya işlerinin yolunda gitmesi uğrunda dînini vasıta yapmaya aldırış etmeyen bir takım insanlar türeyecektir.” Bugünlere işaret ediyor.
Bir başka hadîs-i şerifte: “İnsanlar üzerine bir zaman gelir ki, camilerde halka halinde toplanırlar, gayeleri dünyevî olup, Allah’ın onlara ihtiyacı yoktur. Bunların arasına girmeyin.”
Bir başka hadîs-i şerifte: “Siz bugün öyle bir zamandasınız ki, âlimler çok hatipleri azdır. Bugün bir kimse bildiğinin 10’da birini terk etse düşer, bir zaman gelecektir ki, bileni az, ama anlatmaya çalışanı (hatipleri) çok olacak. O zamanda bildiğinin 10’da birini yapan kurtulacaktır.”
Bir başka hadîs-i şerif’te: “İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelir ki, onların yüzleri insan yüzü, kalpleri şeytan kalbidir. Kan dökücüdürler, çirkin hareketlerden kaçmazlar. Eğer sen onlara tâbî olursan seni gözetirler, eğer onlara güvenirsen sana ihanet ederler. Onların çocukları ahlâksız, gençleri arsız olur. Yaşlıları ise marufla emretmez ve münkerden nehyetmez olur. Sünnet aralarında bid’at, bid’at ise aralarında sünnet gibidir. İdarecileri sapık. İşte bu zaman da Allah onlara şerlilerini musallat kılar. Hayırlara dua ederler, fakat duaları kabul olunmaz.
Ve insanlar üzerine bir zaman gelecek ki, hepsi Kur’ân okur, ibadete çalışırlar, ehl-i bid’atla meşgul olurlar lâkin bilmedikleri cihetten müşrik olurlar. Okumalarına ve ilimlerine bedel rızık alırlar ve dünyayı dîn karşılığında yerler. İşte bunlar kör deccalın avanesi olacaklardır.”
Demek ki, Hz. Muhammed (S.A.V) Efendimiz bugünlere işaret ediyor. Ve bakın bütün bu okuduğum hadîs-i şerifler, bizim dışımızda ki Kur’ân’daki İslâm’ı yaşamayan insanların halini ifade ediyor. Ama her zaman olduğu gibi her dönemde Ümmet-i Muhammed’in içerisinde az bir grup mutlaka Allah’ın dînini yaşayacaktır.
İşte Peygamber Efendimiz (S.A.V): “İnsanların üzerine öyle bir zaman gelecek ki, ümmetimin ihtilafı sırasında benim sünnetime tutunan eliyle ateş tutan bir kimse gibi olacaktır.” buyuruyor.
30 yıldan beri Efendi Hazretleri insanlara tebliğ yapıyor. Kur’ân’daki İslâm’ın 7 safha ve 4 teslimden oluştuğunu, yani sahâbenin yaşadığı 7 safha ve 4 teslimi anlatıyor. Ama insanlar: “Yeni bir dîn mi getiriyorsunuz?” diyorlar. Halbuki Furkan Suresinin 30. âyet-i kerimesinde resûl, her vesile ile, yüzlerce defa kavmindeki dîn öğreticilerinin yanlış öğretilerinin Kur’ân’ı terk etmeleri sebebiyle oluştuğunu söylüyor.
25/FURKAN-30: Ve kâler resûlu yâ rabbi inne kavmîttehazû hâzel kur’âne mehcûrâ(mehcûran).
Ve resûl: “Ey Rabbim! Muhakkak ki benim kavmim, bu Kur’ân’dan ayrıldı (Kur’ân’ı terketti).” dedi.
Çünkü, üniversitelerimizdeki müfredat programı Kur’ân’a değil, asırlar boyunca yazılan kitaplara dayalıdır. Kur’ân’ın insanları cennet ve dünya saadetine ulaştıracak olan temel hükümlerinin (İslâm’ın yedi safhası ve 28 basamağı ihtiva eden 4 teslim) sahâbe tarafından tamamen yaşandığı Kur’ân âyetleri ile tamamen ispat edilmesine rağmen artık öğretilmiyor.
İşte bugün Mehdi Resûl, Nebîler Sultanı Peygamber Efendimizi temsilen bütün insanlığa gönderilen kişidir. O gönderilen bir hidayetçidir. Hidayeti dileyen herkes, onun eliyle inşaallah hidayete erecektir. Sadece bu hadîs-i şerifle o günlerin işaretlerini vermek istedim.
3. Dabbet’ül arz: Dabbet’ül arz, kıyâmetten önce çıkacağı bildirilen bir canlıdır. Kendilerine söylenmiş olan başlarına geldiği zaman, yerden bir çeşit canlı dabbe çıkaracağız ki, onlara “insanların âyetlerimize yakîn sahibi olmadığını” söyler. Neml suresinin 82. âyet-i kerimesinde böyle buyuruluyor:
27/NEML-82: Ve izâ vakaal kavlu aleyhim ahracnâ lehum dabbeten minel ardı tukellimuhum ennen nâse kânû bi âyâtinâ lâ yûkınûn(yûkınûne).
Onların üzerine (Allah’ın Kitap’ta söylediği) söz vuku bulunca, onlara arzdan dabbe çıkardık (çıkarırız). İnsanların (Kitap’taki) âyetlerimize yakîn hasıl etmediklerini söyleyecek.
Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz dabbet’ül arz hakkında: “Çıkacak olan kıyâmet alâmetlerinden dabbet’ül arz, güneşin batı tarafından doğmasıyla tezahür edecektir. Bu iki alâmetten biri arkadaşından evvel olur. Akabinde diğeri de onun izi üzerinde yakın olarak meydana gelir.”
Hadîs-i şerif, güneşin batıdan doğmasıyla dabbet’ül arzın birbiriyle ilişki içinde olduğunu ifade ediyor. Bunların ne olduğunu Kur’ân âyetleri ışığında beraberce görelim. Kur’ân’da dabbeden bahsedilen Neml Suresinin 82. âyet-i kerimesinde onların üzerine Allah’ın kitaplardaki söylediği söz vuku buluyor. Bu bir döneme, bir çağa, hidayet çağına işaret ediyor.
“İza vakaul kavlu” ifadesinde bir dönem, bir zaman parçası kastedilmektedir. İfadenin tamamı “Söz vuku bulunca, olduğu zaman” anlamını içeriyor. Bu âyette dabbe kelimesiyle neyin kastedildiğini tam olarak anlayabilmek için söz kelimesinin, yani kavl kelimesinin Kur’ân’daki âyetlerde nasıl kullanıldığına bakmak gerekir.
Söz kelimesinin Arapça’daki karşılığı kavldır. Ve Kur’ân’da anlaşma, söz anlamında kullanılmıştır. Kavl, güzel maruf sözler, Kur’ân âyetleriyle insanlara yapılan tebliğ anlamında da kullanılmaktadır. Kavl, Bakara Suresinin 263. âyet-i kerimesinde, “kavlun ma’rufun ve magfiretun”, “maruf (iyi ve güzel) bir söz ve bir bağışlama” diye geçmektedir:
2/BAKARA-263: Kavlun ma’rufun ve magfiretun hayrun min sadakatin yetbeuhâ ezâ(ezen), vallâhu ganiyyun halîm(halîmun).
Maruf (iyi ve güzel) bir söz ve bir bağışlama, başa kakılarak eziyet veren sadakadan hayırlıdır. Allah GANİYY’ün HALÎM’dir.
Demek ki kavl:
1. Maruf söz
2. Kur’ân yani kitap anlamında kullanılmaktadır.
81/TEKVİR-19: İnnehu le kavlu resûlin kerîm(kerîmin).
Şüphesiz Kur'ân-ı Kerim, bir resûl olan (Cebrail'in Allah'tan getirdiği) sözüdür.
81/TEKVİR-20: Zî kuvvetin inde zîl arşi mekîn(mekînin).
O, arşın sahibinin katında çok güçlüdür.
81/TEKVİR-21: Mutâın semme emîn(emînin).
O'na itaat edilir, sonra güvenilir.
81/TEKVİR-22: Ve mâ sâhibukum bi mecnûn(mecnûnin).
Sizin sahibiniz bir deli değildir.
81/TEKVİR-23: Ve lekad reâhu bil ufukıl mubîn(mubîni).
Andolsun o (resûl), onu (Cebrail'i) apaçık bir ufukta görmüştür.
81/TEKVİR-25: Ve mâ huve bi kavli şeytânin recîm(recîmin).
Ve O, taşlanmış şeytanın sözü değildir.
69/HAKKA-40: İnnehu le kavlu resûlun kerîmin.
Muhakkak ki o, mutlaka Kerim Resûl’ün sözüdür.
69/HAKKA-41: Ve mâ huve bi kavli şâirin, kalîlin mâ tu’minûn(tu’minûne).
O, bir şairin sözü değildir. (Hakikatlerin pek azına inanıyorsunuz.)
69/HAKKA-42: Ve lâ bikavli kâhin(kâhinin), kalîlen mâ tezekkerûn(tezekkerûne).
Bir kâhinin de sözü değildir. Ne kadar az tezekkür ediyorsunuz.
Kerim olan Cebrail (A.S)’ın sözüdür. Ama bir şairin sözü değildir. Bir kahinin sözü değildir. Ve sahâbe için:
73/MUZEMMİL-5: İnnâ se nulkî aleyke kavlen sekîlâ(sekîlen).
Muhakkak ki Biz, sana ağır bir söz ilka edeceğiz (ulaştıracağız).
Dolayısıyla bu âyetlerde “kavl” kelimesinin “kitap” anlamında kullanıldığı anlaşılıyor. Bu anlamıyla da Neml Suresinde geçen “kavl”in Mehdi Resûl’e Allah’ın yazdırdığı Risalet Nurları olduğu kesinleşiyor. Efendimiz Mehdi Resûl, 15 Ağustos 2004 yılında dabbet’ül arz olan Nur Tv’den “Yeter söz Allah’ındır!” sohbetini yaparak bunu açıklamıştır, ilan etmiştir.
3. Kavl, azabın hak olması olarak da kullanılmaktadır.
32/SECDE-13: Ve lev şi’nâ le âteynâ kulle nefsin hudâhâ ve lâkin hakkal kavlu minnî le emleenne cehenneme minel cinneti ven nâsi ecmaîn(ecmaîne).
Eğer dileseydik, bütün nefslere kendi hidayetlerini elbette verirdik (herkesi hidayete erdirirdik). Fakat Benim, “mutlaka cehennemi, tamamen cinlerden ve insanlardan dolduracağım” sözü(m) hak oldu.
Burada da azap sözü olarak geçiyor.
37/SAFFAT-31: Fe hakka aleynâ kavlu rabbinâ innâ le zâıkûn(zâıkûne).
Artık Rabbimizin (azap) sözü üzerimize hak oldu. Muhakkak ki biz, onu (azabı) mutlaka tadacak olanlarız.
Buradan şu neticeye ulaşıyoruz ki, dabbet’ül arz Nur Tv’dir. Âyetlerde görüldüğü gibi Allah’ın sözü bütün inkâr edenler, dünya hayatında Allah’a ulaşmayı dilemeyenler için büyük bir azap olarak ifade ediliyor. Üzerlerine söz hak olmuş olan kimseler için, bir kurtuluş, çıkış yada kaçış yolu yoktur. Ancak Allah’a ulaşmayı dilemeleri halinde kurtuluş mümkündür. Onlar hem dünyada hem de ahirette büyük bir azaba uğrayacaklar. O azaptan hiçbir şekilde uzaklaşamayacaklardır. Ancak Allah’a ulaşmayı dilemek hariç.
Resûllullah (S.A.V) Efendimiz tebliğ yaptığı zaman, tebliğe muhattap olan insanların birinci grubu: Tebliğe ilgisiz kalanlar, Allah’a ulaşmayı dilemeyip dünya hayatını dileyenlerdir.
2/BAKARA-6: İnnellezîne keferû sevâun aleyhim e enzertehum em lem tunzirhum lâ yu’minûn(yu’minûne).
Onlar muhakkak ki kâfirdirler. Onları ikaz etsen de etmesen de onlar için eşittir (birdir), Mü’min olmazlar.
2/BAKARA-7: Hatemallâhu alâ kulûbihim ve alâ sem’ıhim, ve alâ ebsârihim gışâveh(gışâvetun), ve le hum azâbun azîm(azîmun).
Allah onların kalpleri üzerine ve işitme (sem’î) hassasının üzerine mühür vurdu. Ve görme (basar) hassasının üzerine GIŞAVET (perde) çekti. Onlar için azîm (büyük) bir azap (var).
Tebliği yalanlayanlar, ruh sadece ölümle Allah’a ulaşır diyenler İsra Suresinin 45 ve 46. âyet-i kerimelerinde ifade ediliyor:
17/İSRA-45: Ve izâ kara’tel kur’âne cealnâ beyneke ve beynellezîne lâ yu’minûne bil âhıreti hicâben mestûrâ(mestûren).
Sen Kur’ân’ı kıraat ettiğin (okuduğun) zaman, seninle ahirete (ölmeden evvel Allah’a ulaşmaya ve kıyâmet gününe) inanmayanlar arasına hicab-ı mesture kıldık (gözlerinin üzerine, görmelerini engelleyen bir perde koyduk).
17/İSRA-46: Ve cealnâ alâ kulûbihim ekinneten en yefkahûhu ve fî âzânihim vakrâ(vakran), ve izâ zekerte rabbeke fîl kur’âni vahdehu vellev alâ edbârihim nufûrâ(nufûren).
O’nu (Kur’ân’ı), fıkıh (idrak) etmelerine karşı, (fıkıh edemesinler diye) kalplerinin üzerine (idrak etmeyi engellemek için) ekinnet ve onların kulaklarına vakra (işitme engeli) kıldık. Ve sen Kur’ân’da Rabbinin tekliğini zikrettiğin zaman, nefretle arkalarına döndüler.
Tebliğe karşı çıkanlar, kendileri Allah’a ulaşmayı dilemedikleri gibi başkalarını da Allah’ın yolundan men ederler.
7/A’RAF-179: Ve lekad zere’nâ li cehenneme kesîren minel cinni vel insi lehum kulûbun lâ yefkahûne bihâ ve lehum a’yunun lâ yubsırûne bihâ ve lehum âzânun lâ yesmeûne bihâ, ulâike kel en’âmi bel hum edallu, ulâike humul gâfilûn(gâfilûne).
Ve andolsun ki; cehennemi insanların ve cinlerin çoğuna hazırladık (yarattık). Onların kalpleri (idrak hassaları) vardır, onunla fıkıh (idrak) etmezler. Onların gözleri vardır, onunla görmezler. Onların kulakları vardır, onunla işitmezler. Onlar hayvanlar gibidir. Hatta daha çok dalâlettedirler. İşte onlar, onlar gâfillerdir.
İkinci grup: Tebliğe pozitif cevap veren Allah’a ulaşmayı dileyenlerdir.
22/HAC-54: Ve li ya’lemellezîne ûtul ılme ennehul hakku min rabbike fe yu’minû bihî fe tuhbite lehu kulûbuhum, ve innallâhe le hâdillezîne âmenû ilâ sırâtın mustakîm(mustakîmin).
Ve kendilerine ilim verilenlerin, onun (irşad makamının, resûlün, nebînin) söylediklerinin Rabbinden bir hak olduğunu bilmeleri, ona îmân etmeleri, onların kalplerinin onu, (Allah’ı) idrak etmesi (kalplerinden ekinnetin alınıp yerine ihbat sistemi konarak kalplerin mutmain olması) içindir. Muhakkak ki Allah, âmenû olanları (Allah’a ulaşmayı dileyenleri) mutlaka Sıratı Mustakîm’e hidayet edendir.
Bu muhtevada olaya baktığımız zaman Efendi Hazretleri o tarihte teknik bir cihaz olan ve yerden bir yayını yükselten Nur Tv vasıtasıyla bütün insanlara: “Siz Allah’ın âyetlerine yakîn sahibi değilsiniz, siz Allah’a ulaşmayı dilemediğiniz için Allah’ın âyetlerinden gafîlsiniz.” dedi.
Belirtilen dabbe’nin televizyon olduğu yönünde, bu görüşü teyid eden bir başka nokta da dabbenin “en nas” yani insanlığa seslendiği şeklinde ifade edilmesidir. Televizyon yapısı itibariyle aynı anda tüm insanlığa mesaj veren bir cihazdır. Dabbenin uyarıcı özelliği, hidayet çağının önderi Mehdi Resûl’ün bu uyarıyı yapmasından kaynaklanıyor. Nur Tv’de uyarıyı yapan Mehdi Resûl’dür.
Hz. Ali’den nakil olunan bir mesaj: Kuyruğu olan bir dabbedir, sakalı olan bir dabbedir. Böylece dabbenin erkek olduğuna işaret etmiştir.
Ebu Hureyre (R.A)’dan nakledilen bir hadîs-i şerifte: “Dabbet’ül arz, Musa’nın asası, Süleyman’ın mührü yanında olarak çıkacaktır. Mühür ile mü’minin yüzünü parlatacak ve asa ile kâfirin kolunu kıracaktır.
O halde görüyoruz ki, duhan fitnesi, dabbet’ül arz ve güneşin batıdan doğması Mehdi (A.S)’la alâkalı işaretlerdir. Gerçekten Nur Tv’den Avrupa’ya, Asya’ya, Güney Afrika’ya, Orta Doğu’ya yayın yapan, tebliğ yapan Kur’ân mesajlarını Allah’ın öğretisiyle açıklayan Mehdi (A.S)’dır.
Güneşin batıdan doğması Amerika kıtasında ikinci uydunun devreye girmesiyle gerçekleşmiştir. Bu yayın, Kanada, Amerika ve Meksika’ya İngilizce ve Türkçe olarak yapılmaktadır. Ve güneş batıdan doğmuştur. Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz’in: “Dabbet’ül arzla güneşin batıdan doğması birbirinin arkadaşıdır. Biri olunca diğeri onun arkasını takip eder.” Sözü vuku bulmuştur. Gerçekten Nur Tv (dabbet’ül arz), birinci uydudur. Güneşin batıdan doğması ise ikinci uyduyu ifade etmektedir.
Duhan olayının da doğrudan doğruya Mehdi (A.S)’ı içerdiği açıktır. Çünkü insanlar “o elim bir azaptır, bizden bu azabı kaldır” dediklerinde Allahû Tealâ: “Biz resûlümüzü göndermiştik ama onlar öğüt almadılar” buyuruyor. Çünkü Resûl programda 3 kere “Allah’a ulaşmayı dileyin!” diye tebliğ yapmasına rağmen, ilgi gösteren olmadı. Ve “bizden bu azabı kaldır, biz mü’minleriz” diyorlar. Allahû Tealâ, “Hayır, siz ibret almadınız. Göndermiş olduğumuz Resûl’e ‘deli’ dediniz, ‘şeytandan vahiy alıyor’ dediniz” diye âyet-i kerimelerde net olarak açıklıyor. Bu Resûlün Efendi Hazretleri olduğu zaten programdan ve âyetlerden kesin bir biçimde anlaşılıyor.
Deccal ile Hz. İsa (A.S)’ın birbiriyle ilişkili olduğunu görüyoruz. Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz: “Hz. İsa (A.S) inecek ve deccali öldürecektir.” buyuruyor. Öyleyse Hz. İsa (A.S) mutlaka inecektir. Hiç kimsenin bundan şüphesi olmasın. Allah’ın vaadi mutlaka gerçekleşecektir.
Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz buyuruyor ki: “Mehdi (A.S)’ın vazifeli olduğu zaman İsa (A.S) inecek ve ona tâbî olacaktır.”
Kur’ân-ı Kerim âyetlerine göre İsa (A.S)’ın şahsî olarak inmesi kesindir. Allahû Tealâ Nisa Suresinin 157, 158,159. âyet-i kerimelerinde, Zuhruf Suresinin 61, 62, 63, 64, 65, 66, 67, 68, 69, 70. âyeti kerimelerinde bu konuyu zaten ispat ediyor.
4/NİSA-157: Ve kavlihim innâ katelnal mesîha îsabne meryeme resûlallâh(resûlallâhi), ve mâ katelûhu ve mâ salebûhu ve lâkin şubbihe lehum, ve innellezinahtelefû fîhi le fî şekkin minh(minhu), mâ lehum bihî min ilmin illettibâaz zann(zanni), ve mâ katelûhu yakînâ(yakînen).
Ve şüphesiz Allah’ın resûlü: "Meryem oğlu İsa Mesih’i biz öldürdük.” demelerinden (bu sebeple onlara ceza verdik). Oysa onu öldürmediler ve asmadılar. Ama onlar için benzeri vardı (onlara benzeri gösterildi). Şüphesiz onun hakkında anlaşmazlığa düşenler, ondan dolayı kesin bir şüphe içindedirler. Onların o hususta bilgileri yoktur. Sadece onlar, zanna uyarlar. Kesinlikle onu öldürmediler.
4/NİSA-158: Bel refeahullâhu ileyh(ileyhi) ve kânallâhu azîzen hakîmâ(hakîmen).
Hayır, Allah onu, O’na (Kendisine) yükseltti. Ve Allah, Azîz’dir, üstündür, güçlüdür ve hikmet sahibidir.
4/NİSA-159: Ve in min ehlil kitâbi illâ le yu’minenne bihî kable mevtih(mevtihî), ve yevmel kıyâmeti yekûnu aleyhim şehîdâ(şehîden).
Ve kitap ehlinden ölmeden önce O'na inanmayacak kimse yoktur. Ölüm günü, O da onlar üzerine şahit olacaktır.
Bazıları Hz. İsa (A.S)’ın şahs-ı manevî olarak geleceğini söylüyor. Bu kesinlikle doğru değildir. Hz. İsa (A.S)’ın öldürülmediği, bizzat fizik vücut olarak tekrar yeryüzüne ineceği kesindir ve Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz’in de ifade buyurduğu gibi haccı kıracak, domuzu öldürecek ve cizyeyi ortadan kaldıracaktır.
Kur’ân’a göre Hz. Ýsa ölmedi, Allah katýna ref edildi, kýyâmete yakýn bir dönemde yeryüzüne tekrar gelecektir.
3/AL-İ İMRAN-55: İz kâlellâhu yâ îsâ innî muteveffîke ve râfiuke ileyye ve mutahhiruke minellezîne keferû ve câilullezînettebeûke fevkallezîne keferû ilâ yevmil kıyâmeh(kıyâmeti), summe ileyye merciukum fe ahkumu beynekum fîmâ kuntum fîhi tahtelifûn(tahtelifûne).
-Hani o zaman ki; Allah buyurmuştu: “Ey İsa! Hiç şüphesiz Ben seni, vefat ettireceğim (uyutacağım,bayıltacağım) ve seni Bana (Kendime, katıma) yükselteceğim. Ve seni o (inkârcı) kâfirlerden arınmış kılacağım. Sonra sana tâbî olanları, kıyâmet gününe kadar kâfirlerin üzerine kılacağım (tutacağım). Sonra dönüşünüz Banadır. O zaman ihtilâfa düştüğünüz şeyler hakkında aranızda hüküm vereceğim."
39/ZUMER-42: Allâhu yeteveffel enfuse hîne mevtihâ velletî lem temut fî menâmihâ, fe yumsikulletî kadâ aleyhel mevte ve yursilul uhrâ ilâ ecelin musemmâ(musemmen), inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yetefekkerûn(yetefekkerûne).
-Allah, fizik vücutları ölüm anında öldürür ve onlar ki, uykularındadır ve ölmemişlerdir.O zaman, üzerine ölüm hükmedilmiş olanı (kişinin ruhunu) tutar ve diğerini (nefsi) belirlenmiş ecele (zamana) kadar (geri) gönderir. Muhakkak ki bunda, tefekkür eden kavim için elbette âyetler (ibretler) vardır.
Zümer suresinin 42. ayeti kerimesinde nefislerin uykuda mutevaffa kılınacağı ifade edilmektedir.Öyleyse mutevafa kılmak sadece ölmek anlamına gelmiyor. Hz İsa’nın mutevaffa kılındıktan sonra Allah’ın katına refedilmesi ruhun vucuttan çıktıktan sonra iki kat elektron devir sayısiyle fizik vucuda örtü olduktan sonra tıpkı peygamber efendimizin miracta Allah’ın katına çıktığı gibi Allah’ın katına yükseltildiğini ispat ediyor. Bu sebeple kýyâmetin bir ilmi olan Hz. Ýsa’nýn Allah katýnda olduðu Mulk suresinin 25, 26. âyetlerinde belirtiliyor. Gerçekten ruhu ile Allah katýnda olan Hz. Ýsa, her namaz vaktinde devrin Ýmamý Mehdi (A.S) arkasýnda huzur namazýna iþtirak etmektedir.
Hz. Ýsa’nýn ikinci kere yeryüzüne ineceði vakit, kýyâmetin zamaný için bir ilim olduðu Zuhruf suresinin 61. âyetinde açýklanýyor. Sakýn ondan þüphe etmeyin. Hz. Ýsa ikinci kere geldiðinde neyi söyleyeceði ve ne yapacaðýný Yüce Rabbimiz Zuhruf suresinin 63, 64, 65, 66, 67, 68 ve 69. âyetlerinde ifade etmiþtir:
Mülk Suresinin 25 ve 26. âyet-i kerimelerinde Allahû Tealâ şöyle ifade ediyor.
67/MULK-25: Ve yekûlûne metâ hâzel va’du in kuntum sâdikîn(sâdikîne).
Ve: “Eğer doğru söyleyenlerseniz, bu vaad ne zaman?” derler.
67/MULK-26: Kul innemel ilmu indallâhi ve innemâ ene nezîrun mubîn(mubînun).
De ki: “O ilim, ancak Allah’ın katındadır. Ve ben, sadece apaçık bir nezirim.”
Hz. İsa (A.S)’ın ikinci kere yeryüzüne ineceği vaktin, kıyâmetin zamanı için bir ilim olduğu Zuhruf Suresinin 61. âyet-i kerimesinde açıklanıyor:
43/ZUHRUF-61: Ve innehu le ilmun lis sâati, fe lâ temterunne bihâ vettebiûni, hâzâ sırâtun mustekîm(mustekîmun).
Ve muhakkak ki o, gerçekten o saat (kıyâmetin zamanı) için bir ilimdir (bilgidir). Öyleyse ondan sakın şüphe etmeyin! Ve Bana (Allah'a) tâbî olun! İşte bu, Sıratı Mustakîm’dir.
Hz. İsa (A.S)’ın ikinci kere geldiğinde neyi söyleyeceğini ve neyi yapacağını yüce Rabbimiz bir bir açıklıyor.
43/ZUHRUF-64: İnnellâhe huve rabbî ve rabbukum fa’budûh(fa’budûhu), hâzâ sırâtun mustekîm(mustekîmun).
Muhakkak ki Allah, O benim de sizin de Rabbinizdir. Öyleyse O’na kul olun! İşte bu, Sıratı Mustakîm’dir.
43/ZUHRUF-65: Fahtelefel ahzâbu min beynihim, fe veylun lillezîne zalemû min azâbi yevmin elîm(elîmin).
Sonra gruplar kendi aralarında ihtilâf etti. Artık elîm günün azabından, zulmedenlerin vay haline!
43/ZUHRUF-66: Hel yenzurûne illes sâate en te’tiyehum bagteten ve hum lâ yeş’urûn(yeş’urûne).
O saatin (kıyâmetin) onlar farkında değilken, ansızın onlara gelmesinden başka bir şey mi bekliyorlar?
43/ZUHRUF-67: El ehillâu yevme izin ba’duhum li ba’dîn aduvvun illel muttekîn(muttekîne).
İzin günü, takva sahipleri hariç, samimi dostlar birbirine düşmandır.
43/ZUHRUF-68: Yâ ibâdi lâ havfun aleykumul yevme ve lâ entum tahzenûn(tahzenûne).
Ey kullarım! O gün size korku yoktur ve siz mahzun (da) olmayacaksınız.
43/ZUHRUF-69: Ellezîne âmenû bi âyâtinâ ve kânû muslimîn(muslimîne).
Onlar ki âyetlerimizle âmenû olmuşlardır ve (Allah’a) teslim olmuşlardır.
43/ZUHRUF-70: Udhulûl cennete entum ve ezvâcukum tuhberûn (tuhberûne).
Siz ve zevceleriniz (eşleriniz) cennete girin! (Orada) ferahlatılacaksınız.
Hz. İsa (A.S)’dan önce Allah’ın dînini yaşar gibi görünen yahudiler (o dönemin hahamları), Allahû Tealâ Hz. İsa’yı kurtarıcı olarak göndermesine rağmen, onun tebliğine kulak asmıyor ve onu öldürmeye kalkıyorlar. Allahû Tealâ’da onu katına ref ediyor. Ama kıyâmete yakın bir dönemde inecek ve gerçekten kavimden uzakta olduğu 2000 yıllık bir zamandan sonra geldiği zaman, onları bi’datlerle yaşayan bir ilim tatbikatı içinde görecek (ki, Hz. İsa (A.S)’ın tebliğ ettiği hanif dînidir) tekrar o dîni bidatlerden temizleyecektir. Daha evvel de tebliğ ettiği İslâm’dı. Geldiği zaman da hristiyanlığı bi’datlerden temizleyecek ve geriye sadece saf İslâm kalacaktır. Ve Mehdi (A.S)’la bu açıdan birleşecektir. Hristiyanlığın da İslâm’ın ta kendisi olduğu herkes tarafından hem anlaşılacak, hem de yaşanacaktır.
Saf suresinin 6, 7, 8, 9, 10, 11, 12, 13. âyetleri hep Hz. İsa ile alâkalı ve Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz bunları hadîslerinde bir bir ifade ediyor, bildiriyor.
61/SAF-6: Ve iz kâle îsebnu meryeme yâ benî isrâîle innî resûlullâhi ileykum musaddikan li mâ beyne yedeyye minet tevrâti ve mubeşşiren bi resûlin ye’tî min bagdîsmuhû ahmed(ahmedu), fe lemmâ câehum bil beyyinâti kâlû hâzâ sihrun mubîn(mubînun).
Meryemoğlu İsa şöyle demişti: “Muhakkak ki ben, elinizdeki Tevrat’ı tasdik edici ve benden sonra ‘Ahmed’ isminde gelecek olan bir Resûl müjdeleyicisi olarak size (gönderilmiş) Allah’ın Resûl’üyüm. Fakat onlara beyyineler (mucizeler, deliller) getirdiği zaman onlar: “Bu apaçık sihirdir.” dediler.
61/SAF-8: Yurîdûne li yutfiû nûrallâhi bi efvâhihim vallâhu mutimmu nûrihî ve lev kerihel kâfirûn(kâfirûne).
Onlar, ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmeyi istiyorlar. Kâfirler istemese de Allah, nurunu tamamlayacaktır.
61/SAF-9: Huvellezî ersele resûlehu bil hudâ ve dînil hakkı li yuzhirehu aled dîni kullihî ve lev kerihel muşrikûn(muşrikûne).
O Allah ki; diğer bütün dînlere gâlip kılmak üzere resûlünü, hidayet ve hak dînle (İslâm) gönderir. Müşrikler istemeseler bile...
61/SAF-11: Tu'minûne billâhi ve resûlihî ve tucâhidûne fî sebîlillâhi bi emvâlikum ve enfusikum, zâlikum hayrun lekum in kuntum ta'lemûn(ta'lemûne).
Allah ve resûlüne îmân sahibi iseniz, mallarınızla ve nefsinizle Allah yolunda cihad edersiniz. Sizin için bu hayırlıdır, eğer bilseniz...
Öyleyse Mehdi (A.S)’la Hz. İsa (A.S) zamanında dînlerin birleştirilmesi söz konusu. Bediuzzaman Said Nursi hazretlerinin sözlerinden de bunu anlıyoruz: “Hristiyanlık dîni, Hz. İsa (A.S)’ın ikinci defa yeryüzüne gelişiyle birlikte batıl inançlardan, hurafelerden ve tahrif olmuş özelliklerinden arınmış olacak, temizlenecektir. İsevîlik gerçek dîn olan İslâmiyet ile birleşecek, manevî olarak hristiyanlık İslâmiyet’e dönecektir.”
Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz şöyle buyuruyor: “Beni hak peygamber olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki, elbette Meryem oğlu İsa kıyâmete yakın indirildiği zaman benim ümmetimde kendi peygamberliği döneminde sahâbeleri olan havarilerine halef, onların yerini tutan kimseler bulacaktır.” Biliyorsunuz birinci göğe kaldırılışında havarileri geride bırakmıştı.
Allahû Tealâ havarilerin Allah’tan vahiy aldığını Maide Suresinin 111. âyet-i kerimesinde açıklıyor:
5/MAİDE-111: Ve iz evhaytu ilel havâriyyîne en âminû bî ve bi resûlî, kâlû âmennâ veşhed bi ennenâ muslimûn(muslimûne).
Havarilere: “Bana ve resûlüme îmân edin.” diye vahyettiğim zaman, onlar da “Îmân ettik, bizim (Allah’a) teslim olduğumuza şahit ol.” demişlerdi.
Yani Hz. İsa (A.S), Efendi Hazretleriyle beraber olacak, beraber olduğu zaman Efendi Hazretlerine tâbî olan bir çok kardeşimiz de -bu hadîs-i şerifte belirtilen havariler gibi- Allah’tan vahiy alanlardan olacak. İşaretler bir bir bunları ifade ediyor.
Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz: “Hz. İsa’nın nüzulünden sonra kıyâmetin kopması yaklaşır. Bütün milletler tek bir millet haline gelir ve hakiki bir İslâm milleti olur.”
Yani dînlerin birleştirilmesi tahakkuk edecektir. Hz. Mehdi (A.S) Kur’ân ahlâkının gereği olarak insanları huzurlu, mutlu olmaya çağıracak, insanları birbiriyle uzlaştırıp, barıştıracaktır. Hadîslerde bildirildiği gibi Hazreti Mehdi’nin döneminde yeryüzünde düşmanlık, kin kalmayacak. Şiddet ve terör bitecektir.
Konuyla ilgili şu hadîsi vermekte fayda görüyorum: “Hz. Mehdi, döneminde düşmanlık ve kini kaldıracak. Zehirli olan her hayvanın zehri sökülüp sıvarılacaktır. hatta küçük oğlan çocuğu elini yılanın ağzına sokacakta yılan ona zarar vermeyecektir. Kurt, koyun keçi sürüsü içinde sürünün köpeği gibi olacaktır. Kap suyla dolu olduğu gibi yeryüzü barış ve adaletle dolacaktır.” Burada Peygamber Efendimiz Hz. Mehdi A.S.’ın vazifelerini bir bir ifade ediyor.
Öyleyse sevgili Hanif dostlardaki kardeşlerim, görüyorsunuz ki, işaretler bir bir Efendi Hazretlerinin ahir zamanda geleceğini bize müjdeliyor. Mehdi (A.S) olduğunu kesinleştiriyor. Hem âyetler hem hadîsler hem işaretler birbiriyle %100 bir illiyet rabıtası içersinde. Evet biz sizin karşınızda değiliz. Biz sizi çok seviyoruz. Ola ki Efendi Hazretlerinin söylediği bazı noktaları algılamayabilirsiniz. O konuları beraberce konuşuruz, tekrar ederiz. Ama burada bir konuyu müzakere etmek olumlu bir neticeye ulaşmak içindir. Birbirimizi karalamak için değil. Bu yazılarınızla Efendi Hazretlerini küçülttüğünüz zaman kendinizin ne kadar küçüldüğünün farkında olsanız kesinlikle zaten bunu yapmazsınız. Hepinizin hem ahiret saadetine, hem dünya saadetine, Allah’ın hidayetine ulaşmanızı Efendimizin himmetiyle Rabbimizden diliyor ve sözlerimi burada noktalıyorum. Allah razı olsun.
|