Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Ortaçağın
günahkeçileri: Cadılar!..
Çoktanrılı
dönemin bilge kişisi kabul edilen büyücüler, ortaçağda kilisenin
yorumuyla "şeytanın uşağı" cadılara dönüştüler.
Önce, bütün aksiliklerin sorumlusu olarak yaratıldılar(!)
sonra da engizisyon mahkemelerinde öldürüldüler.
Her ne kadar
bugün dünya onları televizyon dizilerinden burunlarını oynatarak
istedikleri her şeyi yapabilen tatlı yaratıklar olarak tanısa
da cadılar, özellikle ortaçağda birçok kimsenin korkulu rüyasıydı.
Geceleri dolaşarak kötülük yaptıklarına inanılan 50 yaşlarında,
dul, tırnakları uzun, pis ve şehvet düşkünü kadınlar için
kullanılan cadı tanımlaması aslında bir dinin nasıl yozlaştırılabileceğinin
en iyi örneklerinden birini de oluşturuyor. Peki neden kadınlar?
Çünkü Kitab-ı Mukaddes'te, "Efsuncu kadını yaşatmayacaksın"
(Çıkış 22:18) hükmü yer alıyor. Aziz Augustine göre, 'havai
güçler' olan iblisler göklerden aşağı süzülerek kadınlarla
cinsel ilişkiye giriyorlardı. İşte cadılar, bu yasak ilişkinin
ürünüydü.
Cadılık inancının
tarihi, ilk insan topluluklarına dayansa da, Roma İmparatorluğu'nun
Hıristiyanlığı kabul etmesinden sonra kabusa dönüşmeye başlıyor.
Şehirler, bu tek tanrılı dinin yayılmasına karşı çıkmazken,
köylerde çoktanrıcılık devam ediyor. Ancak bu, kilisenin,
Pagan adı verilen köylüleri şeytanla işbirliği yapan cadılar
olarak tanımlamasına neden oluyor. Kilise, 1233'te, mezhep
sapkınlıklarını önlemek ve Hıristiyanlıktan uzaklaşan tarikatlarla
uğraşmak için engizisyonu kuruyor. Tabii cadılar da bu mahkemelerden
nasibini alıyor. Araştırmacı yazar ve tarihçi Giovanni Scognamillo
"Medeniyetler Çatışmasında Batı'nın İnanç Temelleri"
adlı kitabında engizisyon mahkemeleri ile ilgili şunları anlatıyor:
Engizisyon mahkemeleri
"1834'e kadar
süren bu mahkemelerde, papaların kararları ve desteği ile
kilise, tarihin en kanlı ve korkunç sahifelerini katliamlar
ve işkenceler ile dolduruyor. Dini bir kuruluş olan engizisyon,
bağlı olduğu kurumu, hiçbir şeyden kaçınmadan ve hiç kimseden
korkmadan vargücüyle savunuyor. Cadılık adı altında siyasi
çıkarları destekleyerek, kilisenin en korkutucu silahı oluyor.
Jeanne d'Arc, cadı olarak yakılıyor." (Jeanne d'Arc:
Fransız halk kahramanı. Erkek kılığına girerek İngiliz işgaline
karşı savaşmış; esir düştükten sonra diri diri yakılmış. Engizisyon
tarafından dine karşı gelmek ve büyücülük yapmakla suçlanan
Jeanne d'Arc, 1920'de Vatikan tarafından azize olarak kutsanmış.)
Amerikalı Fizikçi
Carl Sagan da, "Karanlık Bir Dünyada Bilimin Mum Işığı"
adlı kitabında, "Cinselliği bastırılmış, erkek egemen
bir toplumda, yargıçları bekar kalmaya mahkum edilmiş rahipler
tarafından gelen bir ortamdan bekleneceği gibi, engizisyonda
güçlü cinsel ve kadın düşmanı öğelerin de söz konusu olduğu
biliniyor" yorumunu yapıyor.
Aslında, M.S.
1000 yıllarında, havada uçan cadı gibi yaratıkların olmadığını,
cadıların süpürgeye binmelerini şeytanın yarattığı bir hayal
olarak kabul eden kilise, 500 yıl sonra bu kez böyle düşünenlerin
şeytanla işbirliği yaptığını kabul ediyor. Papa 8. Innocentius'un
1484 tarihli fermanıyla birlikte tüm Avrupa'da cadıların sistematik
olarak suçlanması, işkence görmesi ve idam edilmesi süreci
başlıyor. Üstelik işkence aletleri rahiplerce kutsanıyor.
1487'de iki papaz tarafından yazılan "Cadıların Tokmağı"
adlı kitapta, cadıların nasıl meydana çıkarılacağı ve cinlerle
ilişki kurduklarını itiraf etmeleri için hangi işkencelerin
yapılacağı ayrıntılı bir şekilde anlatılıyor. Kitapta, "Acaba
cinler tek başlarına kötülük yapabilirler mi, yoksa bir cadının
yardımı gerekir mi?" sorusuna "Onlar mutlaka kendilerine
yardım etsin diye birisini bulup kandırır ve onun vasıtasıyla
kötülüklerini daha etkili biçimde yayarlar" cevabı verilerek
halktan kimin cadı olduğunu tahmin edip hemen bildirmeleri
isteniyor.
Mahkeme giderleri
de cadılara ait!
Carl Sagan, "Cadıların
Tokmağı"nı, "işkencecinin teknik el kitabı"
olarak niteliyor ve cadı yargıçlarının bir ellerinde bu kitap,
diğer ellerinde de Papa'nın fermanı ile Avrupa'nın her yerinde
mantar gibi türediklerini yazıyor. Cadı avının kısa sürede
bir gider hesabı yutturmacasına döndüğünü belirten Sagan,
şu bilgileri veriyor:
"Tüm soruşturma,
dava ve infazların giderleri, davalının kendisinden ya da
akrabalarından alınıyordu. Cadıyı avlamak üzere görevlendirilmiş
casusların ödülü, gardiyanların şarabı, yargıçların şöleni,
daha deneyimli işkenceci getirmek için görevlendirilenin yol
giderleri, odun, katran ve celladın ipi, giderler arasındaydı.
Mahkeme heyetinin üyelerine, yaktırdıkları her cadı için ikramiye
de ödeniyordu. İdam edilen cadının mal varlığı, eğer geriye
bir şeyi kalmışsa, kilise ve devlet arasında bölüşülüyordu.
Bu yasa ile toplumsal ahlak onaylı kitle cinayeti ve hırsızlık
kurumsallaştıkça, çevresinde büyük çaplı bürokrasi oluşarak,
ilgi alanı yoksul acuzeler olmaktan çıkıp orta sınıftan dişe
gelir kadın ve erkekler olmaya başladı."
16'ncı yüzyılda
cadı avı çılgınlığı en üst seviyelere ulaşıyor. O yıllardaki
büyük buhran ve ekonomik krizin yarattığı infiali de önlemek
için korku ve baskı yaratılmaya karar veriliyor. Bunun için
de cadılar (büyücüler) seçiliyor ve sanki her şeyin nedeni
cadılarmış gibi gösteriliyor. Giovanni Scognamillo bu dönemi
şöyle anlatıyor:
"Savaşları,
veba salgınları, açlığı, sefaleti, vahşiliği ile ortaçağ;
çileli, sert, acımasız bir çağdır. Kilisenin yaymak istediği
bilgileri adeta unutarak yeni bir düzen kurmak amacıyla hakimiyetini
sağlamlaştırmak istemesi, eski medeniyetlerin, ilkel toplumların
bilgini sayılan büyücüleri 'cadı'ya dönüştürür. Artık o, şeytanın
bir aracısı, bir uşağıdır."
Scognamillo ayrıca,
Fransız tarihçi Michelet'in "Cadılar" adlı
eserinde, "Büyücü (cadı) hangi dönemde doğuyor, sorusuna
ben, umutsuzluk döneminde bu normal, diye cevap veriyorum.
Tereddüt etmeden, kilise dünyasının yarattığı derin umutsuzluktan,
diyorum. Cadı, kilisenin suçudur" şeklinde yazdığını
da belirtiyor.
Cadı oldukları
nasıl anlaşılıyor?
Aslında cadılıkla
suçlanmak için öyle olağanüstü bir nedene de gerek yoktu.
Birinin vücudunun herhangi bir yerinde beni ya da doğum lekesi
varsa, bu, o kişinin şeytanla işbirliği yaptığının kesin kanıtı
sayılıyordu. Ya da ormanda yabani otlar toplayıp sebze çorbası
yapan kadınlar, emri altındaki cinlere ziyafet vermekle suçlanıp
cezalandırılıyordu. Eğer bir kadın, kilisedeki ayin sırasında
esnerse, kadının içindeki cinin kutsal sözleri duyup kaçmaya
çalıştığı düşünülüyordu. Birisinin cadı olup olmadığını anlamak
için hıristiyan dünyasında yapılan işlemler de ilginçlik gösteriyor.
Örneğin, vaftiz suyuna atılıp da batmayanlar, vaftiz suyunun
onları istemediği gerekçesiyle cadı sayılıyotlar. Cadılığın
olmadığını söylemek ise, İncil'i inkar etmek anlamına bile
gelebiliyor.
Ünlü hukukçu William
Blackstone, 1765 tarihli "İngiltere Yasaları Üzerine
Yorumlar" adlı eserinde şöyle yazdığı belirtiliyor:
"Cadılık
ve büyücülüğün, bırakınız gerçekten varolduğunu reddetmeyi,
olabilirliğini tartışmak kalkışmak; Tanrı'ının, hem eski,
hem de Yeni Ahit'in çeşitli bölümlerinde tekrarlanan sözüyle
düpedüz çelişmek anlamına gelir."
"Bir cadının
yaşamı için uğraş vermemelisiniz" diyen İncil'e uygun
olarak yapılan bir işlem de cadıların yakılarak öldürülmeleriydi.
Bu infaz şekli, "Kilise kan dökmekten nefret eder"
diyen kilise yasaları ile uyum sağlamak amacıyla kutsal engizisyonca
benimsenmitti.
Sadece Avrupa'da
görülmüyor!
Ortaçağı izleyen
Rönesans'da da durum değişmiyor. Şeytan ve uşakları 17. yüzyılda
Eski Dünya'dan Yeni Dünya'ya sıçrıyorlar. 1645 ve 1692'de
Amerika'da Salem kasabasında 19 cadı ölüme mahkum ediliyor.
Fransız devrimi ile cadılar ve büyücüler, şeytanlık özelliklerinden
çok şey kaybediyorlar; ceza kanununda sadece birer dolandırıcı
sayılıyorlar.
Ortaçağ Avrupası'nda
yaşanan "cadı avı"yla ilgili son araştırmalardan
biri de araştırmacı Haydar Akın'a ait. Akın, Almanya'da yazılı
kaynaklar, mahkeme tutanakları ve diğer belgelere dayanarak
yazdığı, "Ortaçağ Avrupasında Cadılar ve Cadı Avı"
adlı kitapta 1430-1780 yılları arasında, yaşlı ve kimsesiz
kadınlarla başlayan ancak erkekler, çocuklar hatta din adamları
olmak üzere geniş bir kesime yayılan bu av sonucunda 50 bin
kişinin öldürüldüğünü ortaya koyuyor.
Cadılık inancına eski Türklerde
de rastlanıyor. İnanışa göre, cadı hortlamış bir insandır.
Hortlamasına sebep olarak ise, ya gömülmeden ışıksız bir odada
bırakılması ya da ölünün üzerinden kedi atlaması gösterilmiş.
Günümüzde de hala Afrika'daki Barotse kabilesinde, Yeni Zelanda'daki
Maori kabilesinde, Guetemala'daki Kişe Kızılderililerinde
genel olarak cadılık inancı bulunuyor. Bunun yanı sıra Amerika'da
31 Ekim gecesi günümüzde bir geleneksel şenlik olarak Cadılar
Bayramı olarak kutlanıyor. Amerikalıların Halloween dedikleri
cadılar bayramının kökeni ise, M.Ö. 5'inci yüzyıl İrlanda'sına
dayanıyor. İrlanda'nın Celtic bölgesinde yaz mevsiminin sonu
olarak 31 Ekim kabul edilirdi. İnanışa göre, o sene içinde
ölenlerin vücutsuz kalan ruhları 31 Ekim gecesi kendilerine
yeni bir vücut aramak için gelirlerdi. Herkes, bedenini bu
ruhlara kaptırmamak için, evini ruhları korkutup kaçırtacak
şekilde düzenler; mumlar yakıp hayalet kostümleri giyerdi.
Kaynak: İlkayet
Cadı Diye Katledildiler
__________________ Yunus 105. Şu da emredildi: "Yüzünü dine bir hanîf olarak çevir. Sakın müşriklerden olma!"
|