Nisa-103 Uzman Uye
Katılma Tarihi: 08 haziran 2005 Gönderilenler: 31
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
HAYATTA İKEN ALLAH'A ULAŞMAYI DİLEMEK
7-1- SERBEST İRADENİN DİLEMESİ Allah'a kavuşma nedir, acaba? Rabbimiz, Allâh'a kavuşma üzerinde neden bu kadar önemle duruyor? Çünkü bu kavuşma bizim irademizle oluşan bir kavuşmadır. Rabbimiz Kehf Sûresi'nin 110. âyet-i kerîmesinde buyuruyor ki; KEHF-110 :Femen kâne yercû likâe Rabbihî felya'mel amelen sâlihan. Kim Allah'a kavuşmak isterse salih amel işlesin (nefsini tezkiye etsin) Diğer taraftan Ankebut Sûresi'nin 5-6. âyet-i kerîmelerinde; 29/ ANKEBUT-5 : Men kâne yercû likâallahi feinne ecelallahi leât ve hüvessemiy'ul'aliym. Kim Allah'a mülâki olmayı, (ruhunu ölmeden evvel Allah'a ulaştırmayı) dilerse Allah'ın tayin ettiği o gün mutlaka gelecektir. Allah işitir ve bilir. 29/ ANKEBUT-6 : Ve men câhede feinnemâ yücâhidü linefsih innallahe leganiyyün anil'âlemiyn. Kim cihad ederse mutlaka nefsiyle (nefsi için) cihad etsin. Muhakkak ki Allah âlemler üzerine ganidir (âlemlerden müstağnidir, münezzehtir). Allah'a kavuşmak isteyen kişinin nefsi ile cihad etmesini Rabbimiz emrediyor. Bu kavuşma ölümden sonraki kavuşma değildir. Bu kavuşma ölüm gelmeden önce bu dünya üzerindeki serbest iradeyle vaki olan bir kavuşmadır. Allahû Tealâ Ankebut Sûresi'nin 5. âyet-i kerîmesinde de "kim kavuşmak isterse", Kehf Sûresi'nin 110. âyet-i kerîmesinde de "kim kavuşmak isterse" diyor. Serbest iradenin dilemesi esas alınıyor. 29/ ANKEBUT-5: Men kâne yercû likâallahi feinne ecelallahi leât ve hüvessemiy'ul'aliym. Kim Allah'a mülâki olmayı, (ruhunu ölmeden evvel Allah'a ulaştırmayı) dilerse Allah'ın tayin ettiği o gün mutlaka gelecektir. Allah işitir ve bilir. KEHF-110 : ...Fe men kâne yercû likâe Rabbihî fel ya'mel amelen sâlihan, ...Kim Rabbine ulaşmayı arzu ederse o zaman salih amel işlesin. Bu kavuşmayı gercekleştirebilenlerin var olduğuna dair de Bakara sûresinin 156. âyetinde yüce Rabbimiz buyuruyor ki ; 2/ BAKARA-156 : Ellezine izâ esâbethüm müsibetün, kâlû innâ lillâhi ve innâ ileyhi râci'un. Onlar ki; kendilerine bir musibet isabet ettiği zaman; "Biz muhakkak ki Allah içiniz (Allah için yaratıldık) ve muhakkak O'na döneceğiz (ulaşacağız)" dediler. 2/ BAKARA-46: Ellezine yezunnune ennehüm mülâku rabbihim ve ennehüm ileyhi raci'un. O (huşû sahipleri) ki; onlar, Rab'lerine (dünya hayatında) muhakkak mülâki olacaklarını ve (sonunda ölümle) mutlaka O'na döneceklerini bilirler (yakîn derecesinde inanırlar). Burada Rabbimiz iki dönüşten bahsediyor ve bu dönüşten biri bu dünyada iken dönüş, diğeri ise öldükten sonraki dönüştür. Öldükten sonraki dönüş bizim elimizle olan bir dönüş değildir. Şu dünyada kim bir an önce ölümle Allah'a dönmeyi ister? 89/ FECR-28: İrci'ıy ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeh. Allah'tan razı ol ve Allah'ın rızasını kazan. (Ey ruh) Allah'a (Rabbine) geri dönerek ulaş. Bakara 46. ayet-i kerimede açık bir Allah'a dönüş emri var. Eğer bu ölümle Allah'a dönüş emri ise, Allah herkese intihar etmesi emrini veriyor demektir. İntihar ise İslâmda yasaktır, intihar eden cehennemliktir. Allah'ın herkese intihar emrini vermesi söz konusu olamayacağına göre, dönüş emri dünya hayatındaki dönüşe aittir, vuslat emredilmektedir.
7-2- ÖLÜMLE ALLAH'A DÖNÜŞ Al-i İmran Sûresi'nin 102. âyet-i kerîmesinde; 3/ ÂL-İ İMRAN- 102: Yâ eyyühellezine âmenüttekullahe hakka tükâtihi ve lâ temütünne illâ ve entüm müslimûn. Ey îmân edenler! Hakkıyla takva sahibi olanlar (nasıl bir takvanın sahibi ise aynı onlar) gibi Allah'a karşı takva sahibi olun ve ölmeden (önce) Allah'a teslim olun. 2/ BAKARA-132 : Ve vassa biha ibrahimü benihi ve ya'kub. Ya beniyye innallahestafa lekümüddine fe lâ' temütünne illâ ve entüm müslimün. İbrâhîm de bunu kendi oğullarına vasiyet etti. Yâkub da (o sıra oğullarına;) "Ey oğullarım! Muhakkak ki Allah bu dîni sizin için seçti. Artık siz ölmeyin; ancak Allah'a teslim olarak (ölün)" dedi. Ve Al-i İmran Sûresi'nin 145. âyet-i kerîmesinde buyruluyor ki;
AL-İ İMRAN-145: Ve mâ kâne linefsin en temute illâ biiznillâhi kitâben müeccelen. İnsanlar için ölmek yoktur illa Allah'ın izni ile ölüm bizim Katımız'da kararlaştırılmış bir gündür ve ne önce ölürsünüz, ne de sonraya kalabilirsiniz. Demek ki, ölümle oluşan olay bizim irademizin dışında oluşuyor. Rabbimiz bizim irademize sesleniyor. Dehr Sûresi'nin 3. âyet-i kerîmesinde buyuruyor ki; 76/ İNSAN (DEHR)-3: İnnâ hedeynâhüssebiyle immâ sâkiren ve immâ kefûrâ. Muhakkak ki biz onu (insanı)sebîl'e (Allah'a kavuşturan yola) ulaştırırız. Kimi (hidayet yolundan Allah'a ulaşarak) şükredenlerden olur. Kimi (asla Allah'ın hidayet yoluna girmediği ve kalbine imân yazılmadığı için mümin olamaz) kafir olarak kalır, (kalbinde küfür yazdığı için) küfredenlerden olur. Yani herşey kulun serbest iradesine terkedilmiş ve Allahû Tealâ İsra Sûresi'nin 18. âyet-i kerîmesinde buyuruyor ki; İSRA-18: Men kâne yüridülâcilete accelnâ lehû fîhâ mâ neşâu limen nürîdu, sümme cealnâ lehû cehenneme. Kim, bizden bu çabuk geçen dünya nimetlerini isterse, dilediğimiz kimseye dünya nimetlerini peşin veririz. Sonra onu cehennem'e koyarız.
7-3- VUSLAT EMRİ Demek ki, Allahû Tealâ kulun talebi doğrultusunda hareket edeceğini buyuruyor. Demek ki, Rabbimize mülâki olma durumu var ve bu mülâki olmayı bir gün gerçekleştirmek mecburiyetindeyiz. Mülâki olma emrini ise Rabbimiz 11 ayrı yerde "Rabbine dön!" şeklinde vermiştir. (Bakınız 11-6-3) Bu 11 âyet-i kerîmede Rabbimize mülâki olmamız için Rabbimiz kendine çağırıyor. Bu emirler dünya hayatında serbest iradeye verilmiş 11 tane emirdir. İşte insanlar bu istikamette hareket etmedikleri müddetçe demek ki, hüsrana uğramaları söz konusudur. Peki nasıl dönüp teslim olacağız, nasıl mülâki olacağız? Bu konuda Rum Sûresi'nin 7. âyet-i kerîmesinde beyan olunanlar gibi olmamamızı istiyor, Allahu Tealâ. RUM-7: Ya'lemûne zâhiran minel hayatıd dünya ve hüm anil'ahireti hüm gâfilûn. Onlar ki, bu dünyanın zahiri hayatını bilirler ahirinden gâfil dirler. 30/ RUM-8: Evelem yetefekkerû fiy enfüsihim, mâ halakallahüssemâvâti vel'arda ve mâ beynehümâ illâ bilhakkı ve ecelin müsemmen ve inne kesiyren minennâsi bilikaâi rabbihim lekâfirûn. Nefslerinde tefekkür etmiyorlar mı ki, Allah, gökleri ve yeri ve ikisinin arasındakileri neden yarattı? Ancak hak ile belli (belirlenmiş) bir vade ile ve muhakkak ki, insanlardan çoğu Allah'a mülâki olmayı (dünya hayatında Allah'a ulaşmayı) inkâr ederler.
7-4- EMANETLERİN ALLAH'A TESLİMİ Ahzab Sûresinin 72. âyet-i kerîmesinde Rabbimiz buyuruyor ki; 33/ AHZAB-72: İnnâ aradnel'emânete alessemâvâti vel'ardı velcibâli fe'ebeyne en yahmilnehâ ve eşfakne minhâ ve hamelehal'insân, innehü kâne zalûmen cehûlâ. Muhakkak ki Biz, emaneti göklere, arza ve dağlara teklif ettik de bunu yüklenmekten çekindiler ve ondan korktular. Onu insan yüklendi. Çünkü o zalim ve cahildir. Âyet-i kerîmesinde buyuruyor ki; 4/ NİSA - 58: İnnallahe ye'mürüküm en tüeddûl'emânâti ilâ ehlihâ ve izâ hakemtüm beynennâsi en tahkümû bil'adl, innallahe ni'immâ ye'izuküm bih, innallahe kâne semiy'an basıyrâ. Allah, emanetleri mutlaka sahibine teslim etmenizi emreder. İnsanlar arasında hakemlik ettiğiniz zaman adâletle hükmetmenizi emreder. Muhakkak ki Allah bununla size bir nimet veriyor. Ve Allah işiten ve bilendir. Bu emanetlerin birincisi ruhrtur. Zaten ruh Rabbimizin emrindendir ve Rabbimize kavuşarak mülâki olacaktır. Onun huzurunda toplanacak değildir. Mülâki olmak kavuşmaktır, ilka olmaktır. İşte ilk teslimiyeti gerçekleştirecek olan ruhtur. Ruhun Rabbimize nasıl varacağını Rabbimiz Fatır Sûresi'nin 18. âyet-i kerîmesinde ifade buyuruyor. 35/ FATIR-18 : Ve lâ tezirû vâziretün vizre uhrâ, ve in tet'u müskaletün ilâ hımlihâ lâ yuhmel minhü şey'ün velev kâne zâ kurbâ, innemâ tünzirülleziyne yahşevne rabbehüm bilgaybi ve ekaâmûssalât, ve men tezekkâ feinnemâ yetezekkâ linefsih, ve ilallâhilmasıyr. Hiç kimse başkasının günahını yüklenmez. Eğer (başkasını) çağırırsa yüklensinler diye, hiçbiri yüklenilmez. Akrabası olsa bile. Muhakkak ki sen ancak Rablerine gaybta huşû duyanlar ve namaz kılanları uyarırsın. Kim nefsini tezkiye ederse bunu kendi nefsi için yapmış olur ve (ruhu) Allah'a doğru yola çıkar (Allah'a ulaşır). Diger taraftan Fecr Sûresi'nin 27, 28. âyet-i kerîmelerinde; 89/ FECR-27: Yâ eyyetühennefsülmutmainne. Ey mutmain olan nefs! 89/ FECR-28: İrci'ıy ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeh. Allah'tan razı ol ve Allah'ın rızasını kazan. (Ey ruh) Allah'a (Rabbine) geri dönerek ulaş. Kulun ruhunu Allah'a ulaştırabilmesi için nefsin de bir görevinin ortaya çıktığını görüyoruz. Nefs tezkiyesi ve 3. cesedimiz olan nefsimizin tezkiyesi ile ruhun Allah'a ulaştırılması arasında bir paralellik görmekteyiz. Ve işte Rabbimiz Maide Sûresi'nin 105. âyet-i kerîmesinde nefsimiz için şöyle buyuruyor; 5/ MAİDE-105: Yâ eyyühelleziyne âmenû aleyküm enfüseküm, lâ yadurruküm men dalle izehtedeytüm, ilallâhi merci'uküm cemi'an feyünebbiüküm bimâ küntüm ta'melûn. Ey âmenû olanlar! (ilk 7 basamağı aşanlar, Allah'a ulaşmayı dileyenler) nefslerinizin sorumluluğu, (nefslerinizi tezkiye etmek) üzerinizedir (üzerinize borçtur) siz (nefsinizi tezkiye ederek) hidayete erdiğiniz zaman dalâlette olanlar size bir zarar veremezler. Hepiniz Allah'a döndürüleceksiniz. Böylece size yaptıklarınız bildirilecektir. Demek ki, biz nefsimizi tezkiye edip Allah'a hidâyet olmazsak yani dönemezsek, sonunda bizim irademiz dışında mutlaka O'na döndürüleceğiz. İşte bu dönüş ikinci dönüş, mecburi dönüştür. Halbuki bize emredilen birinci dönüştür, onun da nefsin tezkiyesi ile mümkün olduğu ortaya çıkıyor. Demek ki, ruhun Allah'a ulaştırılması nefsin tezkiyesi ile mümkündür. Nefsin temizlenmesinin ne şekilde yapılacağı hakkında daha önce bilgiler verilmiştir. Nefs tezkiyesi mürşidsiz olamayacağına göre, yapılması gereken şey açıktır. İkinci teslim ise fizik vücudun teslimidir. Kişi amilüssalihat işlemeye devam eder. Zikrini arttırır. Ve bir gün artan zikri sebebiyle kalp % 91 aydınlığa ulaşır. İşte o zaman o kişi vechini (fizik vücudunu) Allah'a teslim edecektir. 4/ NİSA-125 : Ve men ahsenü diynen mimmen esleme vechehü lillâhi ve hüve muhsinün vettebe'a millete ibrâhiyme haniyfâ, vettehazallahü ibrâhime haliylâ. O kişiden vechi, (fizik vücudu) dinde daha ahsen kim vardır? O kişi ki vechini (fizik vücudunu) Allah'a teslim etmiş ve muhsinlerden olmuştur. Ve hanif olarak Hz. İbrâhîm'in dînine tâbî olmuştur. Ve Allah Hz. İbrâhîm'i dost ittihaz etmiştir .Kalpteki % 9 karanlık, daimi zikre ulaşarak tamamen aydınlanınca o kişi nefsini de Alah'a teslim etmiş olacaktır. 98/ BEYYİNE-5: Ve mâ ümirû illâ liya'büdullahe muhlisıyne lehüddiyne hünefâe ve yükıymussalâte ve yü'tüzzekâte ve zâlike diynülkayyime. Onlar emrolunmadılar. Sadece hanifler olarak Allah için dinde halis (nefslerini halis kılmış) kullar olmakla emrolundular. Ve namaz kılmakla ve zekât vermekle emrolundular. İşte kayyum olan din budur. Böylece Nisa 58'deki emanetler Ruh - Fizik Vücut - Nefs kademe kademe Allah'a teslim olacaklardır. Ruh Allah'a teslim olduğu zaman nefs rehinedir. Henüz emanet değildir. Ama fizik vücut emanettir. Ne zaman fizik vücudu Allah'â teslim ederiz, o zaman nefsimiz emanet durumuna geçecektir. Ve bundan sonraki son emanet olan nefste Allah'a teslim olarak 3 emaneti Allah'a teslim etmiş oluruz, İslâm oluruz.
8- HEVA ve HEVESE TÂBÎ OLMAMAK VEYA HİDAYETÇİYE TÂBİ OLMAK
8-1- HEVA VE HEVESE TÂBÎ OLMAMAK Rabbimiz, Naziat Sûresi'nin 37, 38 ve 39.âyet-i kerîmelerinde, NAZİAT-37, 38, 39: Fe emmâ men taga ve aseral hayated dünyâ fe innel cahîme, Azan (Taguta tâbi olan) ve dünya hayatını tercih edenin varacağı yer şüphesiz ki, cehennemdir. Aynı Sûrenin 40. ve 41. âyet-i kerîmelerinde de; NAZİAT-40, 41: Ve emmâ men hâfe makâme Rabbihî ve nehennefse anilhevâ fe innel cennete hiyel me'vâ. Kim Rabbinin huzuruna makamına gitmekten korkar ve nefsini kötülüklerden, yani hevâ ve hevesinden alıkoyarsa muhakkak ki, onun varacağı yer cennettir Demek ki, nefsin çok önemli bir yeri var. Önce nefsi bu kötülüklerden nasıl alıkoyabiliriz? Zaten Rabbimiz nefsi yedi katlı bir apartman gibi inşâ etmiş. En'am Sûresi'nin 98. âyet-i kerîmesinde buyruluyor ki; EN'ÂM-98 : Ve hüvellezî enşaeküm min nefsin vahidetin femüstekarrun ve müstevdaün kad fessalnal âyâti li kavmin yefkahûn. Sizi tek bir nefsten inşâ ettik, onun bir karar yani (dünya) bir de emânet yeri (Berzâh) vardır. And olsun ki ayetleri idrak eden kavim için açıkladık.
8-2- ALLAH'IN RAHİM ESMASININ TECELLİSİ 12/ YUSUF-53: Ve mâ überriü nefsiy, innennefse le'emmâretün bissûı illâ mâ rahime rabbiy, inne rabbiy gafûrün rahiym. (Yarabbi) ben nefsimi ibrâ edemem (temize çıkaramam) çünkü nefs sui olanı (şerri, kötülüğü) emreder. Ama Rabbimin rahim (esmasıyla tecelli ettiği nefsler) hariç. Muhakkak ki Rabbim mağfiret eder (günahları sevaba çevirir) ve rahiymdir (rahmet gönderici, rahmetiyle nefsleri tezkiye ve tasfiye edicidir). Demek ki, nefsini kötülüklerden alıkoymak isteyen kişi Rabbinin koruduğu bir hale gelmek durumundadır. Rabbimizin koruduğu nefs haline nasıl gelinir? O hale gelmek nasıl mümkün olur? Bu konuda Allahû Tealâ Hud Sûresi'nin 118, 119. âyet-i kerîmelerinde buyuruyor ki; HUD-118, 119: Ve lev Şâe Rabbüke leceâlennâse ümmeten vâhideten velâ yezelûne muhtelifîn İllâ men rahime Rabbüke ve li zâlike halakaküm ve temmet kelimetü Rabbike le emle enne cehenneme minelcinneti vennâsi ecmâin. Ve senin Rabbin dileseydi insanları tek bir ümmet kılardı ve ihtilâf içinde yüzüp durmazlardı. Yalnız Rabbinin muhafaza ettikleri, korudukları bundan müstesnâdır. Allah insanları bunun için yarattı. (Allah'ın koruması altına girsinler ve tek bir fırka oluştursunlar diye) Ve Allah'ın cehennemi tamamen insanlarla ve cinlerle dolduracağım sözü yerine geldi (tamamlandı). Nefslerini hüsrana düşürenler ise Mü'minun Sûresi'nin 103. âyetine göre ebediyen cehennemde kalacaktır. Allah'ın dünya hayatında Allah'a mülâki olmak konusunda inzal ettiği âyet-i kerîmeleri bilip de nakzedenler, yalanlayanlar için, demek ki sonsuz bir cehennem azabı geçerlidir. "Allah'a dünya hayatında ulaşmayı arzu etmeyenler, tamamen kendilerini dünya hayatına verenler ise Allah'ın âyetlerinde gâfildirler." buyuruluyor. 10/ YUNUS -7: İnnelleziyne lâ yercûne likaâenâ ve radû bilhayâtiddünyâ vatme'ennû bihâ velleziyne hüm an âyâtinâ gaâfilûn. Onlar ki bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah'a ulaştırmayı) dilemezler, dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır, onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır. YUNUS-11: ... Fenezerullezîne lâ yercûne likaenâ fî tuğyânihim ya'mehûn. Bize mülâki olmayı istemeyenleri azgınlıkları içinde şaşkın bir halde bırakırız. Zaten sadece dünya nimetlerini isteyenlerin cehennemlik olduğu İsrâ Sûresi'nin 18. âyet-i kerîmesinde açıklanmaktadır. İSRA-18 : Men kâne yüriydül'acilete accelnâ lehü fiyhâ mâ neşâü limen nüriydü sümme ce'alnâ lehü cehennem, yaslâhâ mezmûmen medhûrâ. Kim bu çarçabuk geçen dünyayı isterse, biz de dilediğimize, dilediğimiz şeyi çarçabuk veririz. Sonra da onu cehenneme koyarız. Oraya kınanmış ve rahmetten kovulmuş olarak girer. Diğer taraftan Şems Sûresi'nin 7,8,9 ve 10. âyet-i kerîmelerinde şöyle buyrulmaktadır. 91/ ŞEMS-7: Ve nefsin ve mâ sevvâhâ. Yemin ederim ki o nefs sevva edildi (7 kademede). 91/ ŞEMS-8: Fe'elhemehâ fücûrehâ ve takvâhâ. O'na (o nefse) (Allah'ın) takvası ve (şeytanın) fücuru ilham edilir. 91/ ŞEMS-9: Kad efleha men zekkâhâ. Andolsun ki nefsini tezkiye eden felâha erer (cennete girer). Demek ki, nefsimizi mutlaka tezkiye ve terbiye etmek mecburiyetindeyiz. Zaten Mâide Sûresi'nin 105. âyet-i kerîmesinde Rabbimiz bize bir görev vermiş, nefsimizi tezkiye etmemiz istikametinde. 5/ MAİDE-105: Yâ eyyühelleziyne âmenû aleyküm enfüseküm, lâ yadurruküm men dalle izehtedeytüm, ilallâhi merci'uküm cemi'an feyünebbiüküm bimâ küntüm ta'melûn. Ey âmenû olanlar! (ilk 7 basamağı aşanlar, Allah'a ulaşmayı dileyenler) nefslerinizin sorumluluğu, (nefslerinizi tezkiye etmek) üzerinizedir (üzerinize borçtur) siz (nefsinizi tezkiye ederek) hidayete erdiğiniz zaman dalâlette olanlar size bir zarar veremezler. Hepiniz Allah'a döndürüleceksiniz. Böylece size yaptıklarınız bildirilecektir. Demek ki, burada da nefsimizin tezkiyesinin üzerimize borç olduğu ve nefsimizi kötülüklerden arındırabilmenin ancak onu tezkiye, terbiye etmekle mümkün olduğu buyuruluyor.
8-3- HEVA VE HEVESE TâBî OLMANIN SONUCU
Diğer taraftan hevasına tâbî olanlar için yani Kasas Sûresi'nin 50. âyet-ı kerîmesinde Rabbimiz şöyle buyuruyor. 28/ KASAS-50 : Fein lem yesteciybû leke fa'lem ennemâ yettebi'ûne ehvâehüm, ve men edallü mimmenittebe'a hevâhü bigayri hüden minallah, innallahe lâ yehdiylkavmezzâlimiyn Eğer sana (senin hidayete erdirme davetine) icabet etmezlerse (uymazlarsa), o zaman bil ki onlar hevalarına (nefslerine) tâbî olmuşlardır. Allah'tan (Allah'ın tayin ettiği) hidayetçiye değil de hevasına (nefsine) tâbî olan kişiden daha çok dalâlette olan kim vardır? Muhakkak ki Allah zalim kavimleri hidayete erdirmez. "Allah'dan bir hidâyetçiye tâbî olmadan hevesine uyandan daha açık delâlette olan kim vardır?" Burada hevesine uyanın mutlaka Allah'dan bir davetçiye uymadığını ve bundan dolayı dalâlete düştüğünü görüyoruz. Zaten bu istikamette Beyazitî Bestamî hazretlerinin bir sözü var; "Şeyhi olmayanın, şeyhi şeytandır.". 45/ CASİYE-23: Efere'eyte menittehaze ilâhehü hevâhü ve edallehullahü alâ ilmin ve hateme alâ sem'ıhî ve kalbihî ve ce'ale alâ basarihî gışâveh, femen yehdiyhi min ba'dillâh, efelâ tezekkerûn. Hevalarını (nefslerini) kendilerine ilâh edinenleri görmedin mi (habibim), Allah onları bir ilim üzere dalâlette bırakır, onların kalplerindeki sem'i (işitme) hassasını ve kalplerini (kalpteki idrak hassasını) mühürler ve onların kalplerindeki basar (görme) hassasının üzerine gışavet (isimli bir perde) çeker. Öyleyse (artık) Allah'tan sonra kim bu kişiyi hidayete erdirebilir? Hâlâ düşünmez misiniz? Allahû Tealâ da bu sözü teyid eder. Kehf Sûresi'nin 17. âyet-i kerîmesinde şöyle buyuruluyor; 18/ KEHF-17 : Men yehdillâhü fehüvelmühted, ve men yudlil felen tecide lehü veliyyen mürşidâ. Allah kimi kendisine hidayet etmişse (kimin ruhunu kendisine ulaştırmışsa) o muhakkak ki hidayete ermiştir. Kim de dalâlete düşmüşse onun için bir velî mürşid bulunmaz. Demek ki, bize bir yol gösterici (bir hidâyetçi) olması halinde biz nefsimize, hevesimize uymuyoruz. İşte bu istikamette Rad Sûresi'nin 7. âyet-i kerîmesinde; 13/ RAD-7: Ve yekuûlülleziyne keferû lev lâ ünzile aleyhi âyetün min rabbih, innemâ ente münzirün ve likülli kavmin hâd. Ve kâfirler derler ki "Onun üzerine Rabbin'den bir mucize indirilmeli değil miydi?" Sen sadece bir uyarıcısın ve bütün kavimler için hidayetçi vardır (zamanın her parçasında ve bütün kavimlerde). Biz her kavim için mutlaka Allâh'a hidâyet eden bir görevli kılarız, buyuruluyor. Demek ki, nefsin hevesinden kurtulabilmek için nefse tâbî olmamak için, kötülüklerden arınabilmek için, bir taraftan nefs tezkiyesi için gayret, diğer taraftan da Allah'dan bir hidâyetçinin bulunması ve ona tâbî olunması gerekiyor. 20/ TAHA-123: Kaâlehbitâ minhâ cemiy'an ba'duküm liba'dın adüvv, feimmâ ye'tiyenneküm minniy hüden femennittebe'a hüdâye felâ yadıllu ve lâ yeşkaâ Birbirinize düşman olarak oradan hepiniz aşağı inin. Bizden size yaşadığınız devrede hidayetimiz geldiği zaman, kim hidayetçimize tâbî olursa o dalâlette kalmaz ve şâkî de olmaz. Peygamber Efendimiz (S.A.V) ve O'na tabi olmuş bütün sahabe de davet etmişlerdir. 12/ YUSUF-108: Kul hâzihî sebiyliy ed'û ilallahi alâ basıyretin ene ve menittebe'aniy, ve sübhânallahi ve mâ ene minelmüşrikiyn. De ki; "Benim ve bana tâbî olanların basiret üzere (kalp gözüyle basar ederek, Allah'ı görerek) Allah'a davet ettiğimiz yol işte bu yoldur. Ve Allah'ı tenzih ederim. Ve ben müşriklerden değilim."
DR.İSKENDER ALİ MİHR
|