Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.
Yunus Suresi 105
Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.
Enam Suresi 79
İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.
Ali İmran Suresi 67
Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.
Nahl Suresi 123
De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.
Ali İmran Suresi 95
Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.
TEPKİLERİ DİN EDİNMEK VEYA TEPKİLERİ DİN DİYE YAŞAMAK
Günümüz dünyasında insanca yaşamanın zorluğunu, egemenler dışındaki tüm insanlar farklı boyutlarda da olsa bilirler. Sadece egemenlerin zevklerine ve dünya algılamalarına göre düzenlenen günlük hayat egemen olmayanlar için çok zaman katlanılması zor bir işkenceye dönüşür. İnsanoğlu doğal fıtratına uygun hareket etse, yani hayat doğal seyrinde sürse, bu zorluklar olmayacak, insanlar mutlu ve barış içerisinde yaşayabilecektir. Ancak yeryüzündeki mevcut yapılanma buna imkan vermemekte, insanlar, zulüm ve haksızlığın egemen olduğu bir hayatı yaşamak zorunda kalmaktadır.
Hayat doğal seyrinde sürmeyince, toplumlar, sınıflara ve kamplara bölünür. Sınıfların ortaya çıkması sınıflar arası rekabetin oluşmasını sağlar. Sınıfların varlığı ve aralarındaki rekabet, bu farkı uçuruma dönüştürür. Bu uçurum hergün biraz daha derinleşir. Ve hayat sadece en üsttekinin yaşayacağı şekle dönüşür Eğer toplumların üzerinde kendi özgür iradeleriyle uzlaştıkları ve sorunlar ortaya çıktığında hakem olarak kabul ettikleri sosyal, siyasal ve adli bir organizasyonları yoksa güce dayalı bir hayat algılaması ortaya çıkar. Güçlü olan, güçsüzü veya daha az güçsüzü kendi hegemonyasına alır. Güçsüzler ve daha az güçsüzlerse bunu doğal bir olgu imiş gibi kabullenerek sıranın kendisine gelmesine beklerler. Bazı dönemlerde bu hastalıklı durum biraz değişse, adalet, yerel bazda gerçekleşse de bu durum genelde hep böyle devam eder gider.
Bugün için de genel durum sadece en üsttekinin yaşayacağı şekilde kurgulanmış ve onların arzularının gerçekleştirmek için sürmeye devam ediyor. Diğer sınıfların mensupları ise bu hayatı devam ettirmede, dişli olma ötesinde başka bir görev görmüyorlar. Artık bu sınıfların mensuplarına da üst sınıf tarafından, bir dişli olarak-bir insan olarak değil-bakılıyor. Hakları da dişlinin hakları çerçevesi içinde ele alınıyor. Bu baskı ortamı, insanların gerçek konumlarını unutarak oluşturulan bu gayri meşru durumun meşrulaştırılmasını ve kendilerine dayatılan kimliği kabullenmeleri sonucunu doğuruyor. Ancak bu, yaşanılan hayatın baskı ve yıldırma üzere kurulduğu gerçeğini ortadan kaldırmıyor.
Baskı ve yıldırmayı esas alan tek yanlı yönetim algılamalarının egemen olduğu toplumlarda, zaman içerisinde güçlüler güçsüz hale dönüşüp, daha az güçlüler egemen hale gelirler. Tarih muhalif yapılanmaların ve başkaldırıların örnekleriyle doludur. Ancak bu muhalif yapılanmalar tüm toplumu veya sınıfları içine alacak kadar toplumun tüm kesimlerini kapsamaz, sadece güç merkezlerinin değişmesini sağlar, üstelik toplumun kaderinde ve çektiği sıkıntılarda fazla bir değişiklik olmaz. Dönüşümlü olarak da olsa egemenliği ellerinde tutan sınıflar başkaldırının toplumsal bir muhalefete dönüşmemesi için ellerinden geleni yaparlar ve kendilerince gerekli gördükleri önlemleri de alırlar. Bu önlemlerin en başında da, tarihin ilk çağlarından beri uygulaya geldikleri bir metot var ki birkaç istisna dışında hep başarılı olagelmiştir. Bu metodun adı "tepkisellik"tır. Muhalifleri tepkiselliğe düşürmektir.
Biraz açarsak: Hakim sınıf, kendilerine zarar vereceğini tahmin ettiği kitlelerin, düşüncelerinin ve birlikteliklerinin olgunlaşmasına fırsat vermeden onları zulme, baskı ve yıldırmaya karşı aktif tavır almaya teşvik ederler. Sadece teşvik etmezler uygun organizasyonlar kurarak sahte öncüler, hatta sahte ayaklanmalar da icat ederler. Böylece potansiyel muhalif algılamaları, muhalif oluşumlara dönüşmeden, egemenler için tehlike çanları çalmadan çok önceden kolayca etkisiz hale getirir ve istedikleri hayat seyrinin devamını sağlamış olurlar...
İnsanoğlu gerek bireysel gereksel toplumsal bazda bir kez tepkiselliğe düştü mü, bu tepkisellik kısa bir zaman içerisinde düşüncesinin ve hayatının her yönünü kaplar. Artık her şeyine bu tepkisellik yön verir. Bu noktadan sonra zulüm sahiplerine fazlaca bir şey yapacak bir şey kalmaz. Olayları dikkatlice izlemeleri yeterlidir. Tepkiselliğin görünen iki temel soncu vardır: Birincisi kitleler, düşünerek, planlayarak, organize olarak herhangi bir iş yapamaz hale gelirler. İkincisi mevcudu, var olanı, yaşaya geldiklerini, geleneklerini kutsamaya başlarlar.
Şimdi bu girişten sonra dünyamıza, içinde yaşadığımız coğrafyaya şöyle bir göz atalım: Yüz yıllardır Kur'an'ın İslam’ından uzaklaştırılan veya başka bir deyişle İslamla tanışmalarına imkan verilmeyen kitlelere, bazı bölgesel ve milli masallar İslam veya din diye yutturulmuş. Kitleler de bu "kumdan şatolara" çekilerek efsane ve zandan oluşan dinlerini içselleştirmeye çalışarak hayatlarını sürdüre gelirler. Bu kitleler alabildiğine taklitçi olmalarına karşın, en katı bir şekilde yenilik karşıtıdırlar da. Ancak bu durum, onların bilinçsizce de olsa üst kattakilere karşı gizli bir hayranlık duymalarına engel olmaz. Sorulduğunda egemenlerden rahatsız olduklarını söyleseler bile bu durum pek değişmez. Egemenlerin sahip olduğu güç onları büyüler. Genel olarak güce tapınıldığı için; ya güç karşısında boyun eğilir, bu tavrın fazileti sayılıp dökülür, hatta dini gerekçeleri sıralanır, ya da ani patlamalarla egemenler daha güçlü ve daha haklı (!) hale getirilmiş olunur. Egemenler kendi aralarında yer değiştirse de yaşananlarda, özellikle de sıkıntı çeken kitleler açısından çok fazla bir değişiklik olmaz. Zulüm, baskı ve haksızlıklar devam eder. Çünkü din diye sarıldıkları efsaneler onlarla birlikte sınıf değiştirmezler; nadiren böyle bir şey olsa bile zulümlerini bu efsaneler adına sürdürürler.
Kur'an'ın İslam’ından uzaklaştırılan bu kitleler okumayı sevmezler ve okuyanı da hoş-görmezler. Çünkü okumanın kafayı karıştıracağına İnanırlar. Özellikle de anlayarak Kur'an okunmasına karşıdırlar. Bu nedenle bir sürece yayılan, planlı, programlı bir mücadeleyi, kimlik ve kişilik oluşturan, bireyleri ve özgürlüklerini önemseyen bin anlayışın oluşup gelişmesini akılarına bile getirmezler. Egemenlerden gelen saldırıya ses çıkarmayıp susmayı tercih ederken, kendi içlerindeki farklı seslere asla tahammül edemezler. Bunun bir yansıması olarak, sürekli kendilerine zulmeden, hertürlü haklarını-başta dinlerini-ellerinden alan egemenlerle mücadele etmeyi akıllarına getirmezken, güçleri oranında Kur’anı anlayıp, hayatlarını anladıkları kadar Kur’an’a göre düzenlemeye çalışanlara sataşmaktan geri durmazlar. Onlara göre Kur'an'daki İslamı anlayıp yaşamaya çalışan insanlar, bu egemenlerden daha zararlıdırlar. Çünkü Kur’an diyen bu insanlar, kendilerine dinlerinin Kur'an'a uymadığını söyleme cesareti göstermektedirler.
Böylece tartışma ezenlerle ezilenler arasında, yani egemenlerle halk kitleleri arasında olması gerekirken, egemenlerin yönlendirmesiyle, elbette kitlelerin din algılamalarının bir sonucu olarak mücadelenin tarafları değişir. Mücadele ve kavga kitlenin içine kayar... Kitle kendi içinde yüzlerce parçaya bölünür. Kitle içindeki farklı her söz ve davranış kavga nedeni olur.
Bugün dünyada özellikle de içinde bulunduğumuz coğrafya da acı gerçek budur.. Tepkiler din haline gelmiştir. Kur'ani bir dayanağı olmayan bir çok anlayış gelenek ve uygulama şu veya bu gerekçe ve etki nedeniyle din haline-dolayısıyla İslam haline- dönüşmüştür. Tüm bunlar hayat doğal seyrinde yürümediği için böyle olmuştur. Bunda da sadece belli bir kesimin değil herkesin ortak sorumluluğu vardır.
Bu arada hayat doğal seyrinde yürürken gösterilen doğal tepkilerin, tepkisellik değil olması gereken davranışlar olduğunu da belirtelim. Çünkü haksızlığa karşı çıkmak veya ani bir refleksle haksızlığa karşı tepkisini ortaya kaymak insanoğlunun en doğal hakkı olduğu gibi en insani yanıdır da. Doğal ve insani olmayan haksızlığı sineye çekmektir ve bu tavır en az tepkisellik kadar tehlikeli bir hastalıktır. Duygu ve heyecanı ölmüş bir insanın veya toplumun bir cesetten ne farkı olabilir ki. Haksızlığa tepki göstermek kişinin ve toplumun sağlıklı olduğunu gösterir. Ancak bu tepkiler, tepkiler din edinilmeden yapılmalıdır.
Tepkilerimiz egemenleri daha güçlü değil daha güçsüz kılmalıdır. Tepkilerimiz, akletme, sağduyulu olma, adaleti gözetme, planlı hareket edebilme kapılarını kilitlememelidir. Tepkiler, tepki olsun diye, birileri bir şeyler yapıyor, öyleyse bizimde birşeyler yapmamız gerekir, mantığıyla yapılmaması gerekir. Böyle bir tepki bizi tepkiselliğe mahkum eder ve egemenleri daha egemen kılar. Zaten çok zor şartlarda sürdürülen günlük daha bir çekilmez olur ve yaşanılan durumlar yeni tepkiselliği körüklerler. Böylece oluşan/oluşturulan bu kısır döngü devam eder gider. Yüzyıllardır, belki de binyıllardır devam ede gelen şey de böyle bir şeydir.
O halde içinde bulunduğumuz şartları iyi kavrayalım, çevremizi iyi okuyalım. İlk önce de kendimizi iyi tanıyalım, inandığımız şeylerin gerçekten din olup olmadığını, başka bir deyişle inançlarımızın Kur'an'î bir dayanağının bulunup bulunmadığını sorgulayalım. Bu konuda atılacak ilk adım bir Kur’an meali alıp okumaktır. Çünkü Kur’an’ı anlamanın yolu Kemal Kelleci’nin deyimi ile “onu durmadan dinlenmeden, durmadan dinlenmeden, durmadan dinlenmeden…” okumaktır.
Allah kendi yolunda mücadele edenleri elbette yoluna iletir (29/69).
Mehmet Yaşar SOYALAN
__________________ En uzak mesafe iki kafa arasındaki mesafedir.
Birbirini anlamayan...
Can Yücel
..Yüz yıllardır Kur'an'ın İslam’ından uzaklaştırılan veya başka bir
deyişle İslamla tanışmalarına imkan verilmeyen kitlelere, bazı bölgesel
ve milli masallar İslam veya din diye yutturulmuş. Kitleler de bu
"kumdan şatolara" çekilerek efsane ve zandan oluşan dinlerini
içselleştirmeye çalışarak hayatlarını sürdüre gelirler. Bu kitleler
alabildiğine taklitçi olmalarına karşın, en katı bir şekilde yenilik
karşıtıdırlar da. Ancak bu durum, onların bilinçsizce de olsa üst
kattakilere karşı gizli bir hayranlık duymalarına engel olmaz.
Sorulduğunda egemenlerden rahatsız olduklarını söyleseler bile bu durum
pek değişmez. Egemenlerin sahip olduğu güç onları büyüler. Genel olarak
güce tapınıldığı için; ya güç karşısında boyun eğilir, bu tavrın
fazileti sayılıp dökülür, hatta dini gerekçeleri sıralanır, ya da ani
patlamalarla egemenler daha güçlü ve daha haklı (!) hale getirilmiş
olunur. Egemenler kendi aralarında yer değiştirse de yaşananlarda,
özellikle de sıkıntı çeken kitleler açısından çok fazla bir değişiklik
olmaz. Zulüm, baskı ve haksızlıklar devam eder. Çünkü din diye
sarıldıkları efsaneler onlarla birlikte sınıf değiştirmezler; nadiren
böyle bir şey olsa bile zulümlerini bu efsaneler adına sürdürürler. Kur'an'ın İslam’ından uzaklaştırılan bu kitleler okumayı
sevmezler ve okuyanı da hoş-görmezler. Çünkü okumanın kafayı
karıştıracağına İnanırlar. Özellikle de anlayarak Kur'an okunmasına
karşıdırlar. Bu nedenle bir sürece yayılan, planlı, programlı bir
mücadeleyi, kimlik ve kişilik oluşturan, bireyleri ve özgürlüklerini
önemseyen bin anlayışın oluşup gelişmesini akılarına bile getirmezler.
Egemenlerden gelen saldırıya ses çıkarmayıp susmayı tercih ederken,
kendi içlerindeki farklı seslere asla tahammül edemezler. Bunun bir
yansıması olarak, sürekli kendilerine zulmeden, hertürlü
haklarını-başta dinlerini-ellerinden alan egemenlerle mücadele etmeyi
akıllarına getirmezken, güçleri oranında Kur’anı anlayıp, hayatlarını
anladıkları kadar Kur’an’a göre düzenlemeye çalışanlara sataşmaktan
geri durmazlar. Onlara göre Kur'an'daki İslamı anlayıp yaşamaya çalışan
insanlar, bu egemenlerden daha zararlıdırlar. Çünkü Kur’an diyen bu
insanlar, kendilerine dinlerinin Kur'an'a uymadığını söyleme cesareti
göstermektedirler... ..O halde içinde bulunduğumuz şartları iyi kavrayalım, çevremizi iyi
okuyalım. İlk önce de kendimizi iyi tanıyalım, inandığımız şeylerin
gerçekten din olup olmadığını, başka bir deyişle inançlarımızın
Kur'an'î bir dayanağının bulunup bulunmadığını sorgulayalım. Bu konuda
atılacak ilk adım bir Kur’an meali alıp okumaktır. Çünkü Kur’an’ı
anlamanın yolu Kemal Kelleci’nin deyimi ile “onu durmadan dinlenmeden,
durmadan dinlenmeden, durmadan dinlenmeden…” okumaktır.
Allah kendi yolunda mücadele edenleri elbette yoluna iletir (29/69).
Yalnız Kuran diyenlere saldıranların ruh halini güzel ifade eden bir yazı.gerçekten çok faydalı olduğuna inandığım kısımları yeniden alıntıladım.Yazana da nakledene de teşekkürler.
__________________ "Bir kavme olan kininiz sizi adaletten ayırmasın.."
Dün akşam bu genç yaşım ve gerçeklerin daha henüz farkına varmam nedeniyle yaşadığım bir münakaşa "Genel Tartışmalar - Debdebeli Münakaşa" nın nasıl olduğunu gördüm. Peygamber gerçekten çok sabırlıymış.
__________________ Zümer(27) Yemin olsun, biz bu Kur'an'da insanlara her türden örnekler verdik ki düşünüp öğüt alabilsinler.
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme Sizin yetkiniz yok forumda konu silme Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme Sizin yetkiniz yok forumda anket açma Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma