Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Ramazan' da Zincire Vurulan Şeytanlar
Dini metinleri okumada İbni Rüşd "hatabi" ve "bürhani" dil diye bir ayrım yapmıştı. Batıda bu çifte hakikat olarak anlaşıldı ve bu ikisinin asla birbirine karıştırılmaması gerektiği ileri sürüldü. Bu çifte dil anlayışının İslam dünyasında henüz yorumu yapılamadı. Buradan kalkarak bir söylem veya üst anlatı kurmaya girişilemedi. Fakat bunun denenmesi ve ilerletilmesi gerektiği düşüncesindeyim.
Çoğumuzun zihninde Ramazan denilence zihnimize üşüşen kelimeler ve olaylar malumdur; iftar sofrası, sahur, oruç, fakir, fukara, rahmet, bereket, mübarek ay, cennetin kapılarının açılması, cehennemin kapılarının kapatılması, şeytanların zincire vurulması...
Savm, kendini tutmak anlamına geldiği için oruç ayı olan Ramazan'da insanımızda biraz olsun kendini tutma olayı görülür. Bununla birlikte istatistiklere yansıdığı gibi suç işleme oranlarında da düşüş kaydedilir. Gerçekten de Ramazan ayı suç ve günah işleme oranlarının nispeten düştüğü, gerilediği bir aydır. Bu da gösteriyor ki Ramazan ayında hadiste geçtiği gibi gerçekten "şeytanlar zinciri vurulmaktadır..."
Yukarıda geçen "insanın kendini tutması" tabiri ile "şeytanın zincire vurulması" tabirleri aslında iki farklı okuyuşun perspektifini yansıtır. İlkinde asıl işi yapan insandır, zira nefsine hakim olmakta, bir irade ortaya koymakta ve kendini tutmaktadır. İkincisinde ise asıl işi yapan Allah'tır, zira şeytanı zincire vurmakta, kullarını yoldan çıkarmasına bu ayın hürmetine binaen izin vermemekte, şeytanın elini kolunu bağlamaktadır.
Bu iki tür okuma sadece Ramazan ayında değil, diğer tüm alanlarda karşı karşıya gelirler, daha doğrusu getirilirler. İki ayrı dil iki ayrı hakikat olarak algılanır. İki ayrı okuma sanki iki ayrı hakikatmiş ve bunlar asla bir arada olamazmış gibi yadsınır. Oysa asıl marifet tek bir oluşun iki farklı yerden bakılarak okunabileceğini anlamaktır...
Dini metinleri okumada bu tür gerilimleri giderebilmek, en azından asgari düzeye indirebilmek için İbni Rüşd "hatabi" ve "bürhani" dil diye bir ayrım yapmıştı. Batıda bu çifte hakikat olarak anlaşıldı ve bu ikisinin asla birbirine karıştırılmaması gerektiği ileri sürüldü. Sürekli olarak iki ayrı hakikat görüşünün veya iki ayrı dinin dili olarak algılandı. Bu çifte dil anlayışının İslam dünyasında henüz yorumu yapılamadı. Buradan kalkarak bir söylem veya üst anlatı kurmaya girişilemedi. Fakat bunun denenmesi ve ilerletilmesi gerektiği düşüncesindeyim. Bunun nasıl olabileceğini "şeytan" ve "gök gürültüsü"ne dair iki açıklama üzerinde bazı denemelerde bulunacağım. Önce "şeytanlar" ile ilgili olandan başlayalım.
DAMARLARDA DOLANAN ŞEYTAN
BİRİNCİ AÇIKLAMA; "Ramazan girdiğinde Cennet kapıları açılır, Cehennem kapıları da kapanır, bütün Şeytanlar da zincire vurulurlar." (Buhari, H. 900)
"Namaza nidâ edildiği vakit şeytan ezânı işitmemek için (yâhud ezan sesini duymayacak yere kadar, yâhud duymayayım diye) yüz-geri edip (kemâl-i telâş ile) yellene yellene kaçar. Nidâ bitince yine (vesvese etmek üzere döner) gelir. Namaz için tesvîb (yâni ikâmet) edilince yine (evvelki gibi) yüz-geri edip kaçar. Tesvîb de bitince yine (vesvese için) gelip insan ile nefsi arasına sokulur. Falan şeyi hatırla, falan şeyi hatırla diyerek (namazdan evvel insanın) hiç de aklında olmayan şeyleri yâd ettirir (durur). Tâ (insan) kaç rek'at kıldığını bilmez oluncaya kadar (kendisiyle uğraşır)..." (Buhari, H. 360)
İKİNCİ AÇIKLAMA; "Şeytanlık, insanın içindeki son derece kötü eğilimleri, özellikle de hakikate ve maneviyata düşman olan bütün dürtüleri tanımlamak için kullanılmıştır (Zemahşeri, Rağıb)...
İnsan görünür fakat kötülük dürtüsü görünmez. Bunun için insanda şeytanlık bir gizli dürtü (emr-i hafi), görünmeyen habis bir güç olarak tebarüz eder (Elmalılı)... "Melek kelimesi Allah'ın sınırsız gücünü ve eşyanın potansiyelliğini ifade eder. Dağların sabitliği, suyun akıcılığı, bitkinin neşvü nema bulma gücü, elektriğin itme ve çekme özelliği, kısaca alemin tüm tabiat kuvvetleri "melek" kelimesiyle ifade edilmiştir. Keza şeytan da bizim dışımızda olan bir varlık değildir. O da alemdeki kötülük kuvvetlerini temsil eder..." (Seyyid Ahmed, Tefsir'ul-Kur'an) Bu iki örnekte şeytan konusunda iki ayrı açıklama görülüyor. Her iki açıklama da iki ayrı hakikat mıdır yoksa iki ayrı natakat (nutuk, söyleyiş tarzı, üslup) mudur? İki ayrı din midir yoksa iki ayrı dil midir? İki ayrı bilgi midir, yoksa iki ayrı bilinç midir? Aşağıda konuyla ilgili bir örnek daha var. Ondan sonra konuya geçeceğiz.
GÖKGÜRÜLTÜSÜ (RA'D) İSİMLİ MELEK
İkinci örnek de melek tasavvuru ile ilgili. Burada da iki ayrı açıklamanın kullanıldığını görüyoruz. Sözlükte bir şeyin hareket etmesi, hareketlenme, gök gürültüsü anlamına gelen "ra'd" kelimesi peygamber lisanında "melek" olarak tavsif ediliyor. Öte yandan felsefe literatüründe de tabiat kuvvetleri olarak tanımlanıyor. Önce açıklamaları görelim;
BİRİNCİ AÇIKLAMA; Rivayete göre Yahudiler Hz. Peygambere gök gürültüsü (er-Ra'd) hakkında soru sordular. Şöyle buyurdu; "Meleklerden bir melek olup bulutlarla görevlidir. Onunla birlikte meleklerin Allah'ın dilediği yere kendilerini sürdüğü kamçıları vardır." Bu sefer "Peki bu işittiğimiz ses ne oluyor?" diye sorunca Hz. Peygamber şöyle buyurdu; "Bu da meleklerin bulutlara bağırdığı zamanki sesidir. Ve bu Allah'ın dilediği yere kadar ulaşır..." (Tırmizi, Müsned)
İKİNCİ AÇIKLAMA; "Filozoflardan bazıları şöyle demişlerdir; "Gök gürültüsü bulutların sürtünmesinden çıkan sestir. Şimşek ise bu sürtünmeden dolayı parlayan, çakan ateştir.." (Razi, İbni Sina)
Şimdi, her iki örnekte de iki ayrı açıklama var. Bu tür açıklamalar hep karşı karşıya getirilerek çarpıştırılıyor. Tefsir kitapları bunun örnekleriyle dolu. Artık bunlara bir son vermek gerekmektedir. Zira din ile felsefe yahut kadim ile moderni birbirine çevirme dediğimiz şey asıl burada lazım olmaktadır. Bu hususta kadim dinlerden olan İslam'ın Yahudilik ve Hıristiyanlıktan çok daha şanslı ve esaslı imkanlara sahip olduğunu görüyoruz...
Yakından bakacak olursak her iki örnekte de birinci tür açıklamalar din dili olup "hatabi" özelliği ile öne çıkıyor. Burada esas amaç müşahhaslaştırmak, muhataba olayın gerisindeki ilahi gücü kavratmak, onda bilinç uyandırmaktır. Olayın rasyonel açıklamasını yapmak değildir. Bunun için bir takım iyi ve kötü olaylar , insana dair kimi durumlar zor anlaşılır soyut bir dil kullanarak değil, gayet somut bir dille, etli, canlı, kanlı, hareket eden zatlar, kişiler, canlılar şekline getirilerek anlatıyor. Bu nedenle sembol, kinaye, mecaz, allegori gibi hatabi sanatları kullanıyor.
İkincisi ise felsefe/bilim dili olup "burhani" özelliği ile öne çıkıyor. Buradaki esas amaç da muhataba olayın rasyonel açıklamasını yapmak, sebep-sonuç ilişkileri bağlamında bilgi vermektir. Bu nedenle daha çok akıl yürütme, kıyas, tümevarım, tümdengelim, deney, kanıtlama, değilleme, çelişmezlik gibi burhani yöntemleri kullanıyor. Oysa olay bir tek olup açıklamaya göre değişmiyor. Her iki açıklama aslında kullandıkları dil açısından farklılaşıyor. Kur'an'ın kullandığı dil daha çok "hatabi" , yani hitabeti esas alıyor. Hitabetten maksat muhatablara bir şeyi kavratmak, onda şuur uyandırmak, onu etkilemek, duygulandırmak, aklının ve vicdanının harekete geçmesini sağlamaktır. Şu halde Kur'an boyunca yer yer hatabi dilin bürhani dile, bürhani dilin hatabi dile çevrilerek okunması mümkündür. Her iki tarz da doğru ve yerine göre gereklidir de. Hatabi dil tabiri caizse yukarıdan aşağıya, burhani dil de aşağıdan yukarıya açıklama olmaktadır...
Şimdi burada her iki anlatım biçimi de doğrudur. İki ayrı hakikat değil iki ayrı natakat, iki ayrı din değil iki ayrı dil, iki ayrı bilgi değil iki ayrı bilinç söz konusudur. Yani bir tek hakikat var ve iki ayrı biçimde okunabiliyor, bir tek din var ve iki ayrı dil kullanabiliyor, bir tek bilgi var ve o iki ayrı bilinçle ifade edilebiliyor... Bir tek merdiven var, çıkarken de inerken de aynı yerden geçiyor... Bir tek göğüs var iki süt kardeş aynı yerden emiyor...
Evet, Ramazan'da cennet kapıları açılır, cehennem kapıları kapanır. Şeytanlar zincire vurulur. Sabaha kadar uyuyan birisinin kulağına şeytan işemiş demektir... Gök gürültüsü meleklerin kamçı sesidir, şimşek de meleklerin bağırmasından ileri gelir; El-hak doğru, amenna... Şeytan insanın damarlarında dolaşan kan gibidir; şehvet olur kabarır, öfke olur bağırır, hırs olur çıldırır, tamah olur gözü döner. Ramazan'da yeme içme ve cinsellik perhizi bunlara gem vurur, insanı sakinleştirir, durdurur, tutar. İnsanın insanlaşması yolunda en iyi tedavidir oruç... Gök gürültüsü bulutların sürtünmesinden, şimşek de çarpışmasından çıkan sestir; El-Hak bu da doğru...
Gelin bu tür dini ve felsefi metinleri bir arada anlamayı, kavramayı deneyelim. Birbiri ile vuruşturmayı bırakalım. Benimki seninkini döver çekişmesini terk edelim...
Recep İhsan ELİAÇIK
Gerçek Hayat Dergisi'nden
__________________ En uzak mesafe iki kafa arasındaki mesafedir.
Birbirini anlamayan...
Can Yücel
|