Yazanlarda |
|
adalet Uzman Uye
Katılma Tarihi: 02 ekim 2006 Gönderilenler: 1195
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Basbayağı bir linç bu... Tabu nedir şimdi anladım
Dubai’de
oturduğum yerden, Can Dündar hakkında yazılanları okuyunca, ne yalan
söyleyeyim, "Aman ya! Bu kadar da olmaz!" demiştim.
Ben daha filmi izlemeden kararımı vermiştim: "Can biraz ayıp etmişti,
yapmamalıydı, böyle bir film çekmemeliydi." En çok da Bekir Coşkun ve
Yılmaz Özdil’in yazdıklarından etkilenmiştim. Sonra bir an "Manyak
mıyım niye başkalarından etkileniyorum?" dedim, uçaktan indim, eve en
yakın sinemaya gittim. O da ne? Gayet normal, makul bir film. Hatta,
ayıptır söylemesi biraz sıradan. Can’ın liboşlukla, vatan halinliğiyle
neden suçlandığını katiyen anlayamadım. Ben onlarla aynı filmi mi
izlemiştim? Kendi kendime "Belki de ikinci yarıda Atatürk’ü aşağılayan
şeyler vardır" dedim. İkinci yarı da bitti. Yine bir şey yok. Çok mu
sevdim? Hayır. Mustafa, benim yüreğimi tıkırdatmadı, beni yakalamadı,
sarsmadı. Ama bu film yüzünden Can Dündar’ı linç etmeye filan
kalkmak... Bunlar bizimle dalga mı geçiyorlar?!
Mustafa
a) Film mi b) Belgesel mi? Tamamen cehaletimden soruyorum, belgesel
yapan biri "Ben kendi Atatürk’ümü anlattım" diyebilir mi? Yoksa
belgesel dediğinin "Herkesin Atatürk’ü" mü olması gerekiyor?
-Cehalet
dediğin, tam da işin özü. Bu belgeselciler arasında da yıllardır
tartışılıyor. Ama bir tanım yapmak zor. Mustafa, belgelere dayalı bir
film, dolayısıyla bir belgesel. Ama hemen eklemek gerekiyor ki
hayattaki her şey gibi, belgeseller de sübjektif. Önünde 500 belge
vardır, sen sana yakın olan 5’ini seçersin, ben bana yakın olan 5’ini.
Aynı belgelere bakarak Bekir Coşkun farklı bir belgesel çekerdi, Yılmaz
Özdil farklı çekerdi. Bu, benim Atatürk’üm, bana ait bir Atatürk
yorumu. Bunun "gerçek Atatürk"e daha yakın biri olduğunu belgelerle
kanıtlamaya çalışıyorum. Biri de çıkıp diyebilir ki, "Hayır, Atatürk
hiç de böyle bir adam değildi. Yüzlerce kişiyle birlikte yaşadı, asla
yalnız kalmadı." Tamam, eyvallah, belgelerini ortaya koysun, o da kendi
Atatürk filmini yapsın. Biz de izleyelim ve tartışalım.
Meydan mı okuyorsunuz yani?
-
Hayır, hayır bu bir meydan okuma değil. Kimsenin öyle bir niyeti yok,
onu anlatmaya çalışıyorum. Yapsalar 70 yıldır yaparlardı. Kimse bir şey
yapma derdinde değil, sadece "Birisi yapsa da beynine binsek" diye
bekliyorlar.
Neden sizce? Tembellik mi korku mu?
-
Biliyorsun biz iş yapmayı sevmeyiz ama iş yapanı eleştirmeyi severiz.
Korku da var. Kolay değil Atatürk belgeseli yapmak. Şu yaşadıklarım da
gösterdi ki, hiç kolay değil.
Ne yaşıyorsunuz?
-Nasıl
yani ne yaşıyorsunuz? Basbayağı linç ediliyorum. Tabu neymiş anladım.
Film hakkında 300 yazı çıktıysa, yarısı eleştiri. Belki daha da
fazlası. Onların yarısı da şöyle başlıyor: "Filmi görmedim ama..."
Herhalde böyle bir şey sadece bizim memleketimizde olur. Bu kadar
düşmanlık edeceksin ama filmi görmemiş olacaksın!
En çok kimin filmi izlemeden yorum yazması size koydu?
-Bekir
(Coşkun) Abi’nin. "Atatürk görse Mustafa’yı ne hissederdi?" diye bir
yazı yazdı. Görüp de yazsa ders alırdım ama görmeden yazması hakikaten
beni kırdı.
Söylediniz mi bunu ona?
- Evet. Baktım
televizyonda anlatıyor da anlatıyor, hiç de adetim değildir ama yaptım,
canlı yayına bağlandım. Orada "Bekir Abi, görmediğin bir film için
nasıl bu kadar ağır yorum yapabiliyorsun?" dedim.
Ne dedi?
-
"Çok sevdiğim, güvendiğim insanlar filmi izledi, beni aradılar" dedi.
Onu bunu bilmem, bence Atatürk filmi görse, tepkisi Bekir Abi gibi
olmazdı. "İsmet, bizim aklımız var. Başkalarının dediğine bakmayalım.
Kendi kararlarımızı kendimiz verelim..." derdi.
Bu da acayip şimdi, nereden biliyorsunuz?
-Armstrong’un
"Bozkurt"u Atatürk’ün sağlığında yazılmış tek biyografi. Aynı zamanda
Atatürk aleyhine yazılmış en ağır kitaplardan biri. İngiltere’de
kıyametleri koparıyor. Atatürk merak ediyor ve getirtiyor kitabı,
sofrada açtırıyor ve "Okuyun bakalım!" diyor. Okumaya başlıyorlar,
"Daha?" diyor, "Paşam buraları okumasak" diyorlar, "Okuyun" diyor, "Ama
paşam" diyorlar, "Ne demiş?" diyor, "Hayvan mı demiş?", "Yok efendim,
öyle değil de", "Ne demişse okuyun" diyor, okuyorlar. "Eğlenceli bir
kitap" diyor; "Yaşadıklarımızı eksik bile yazmış. Ben tamamlayayım da
kitaba eklensin. Memleket de okusun. Hükümet kitabın yurda sokulmasını
yasaklamakla hataya düşmüş." Böyle hoşgörülü bir Atatürk’ten siz
sansürcü, ceberrut bir portre yaratmışsınız ve bize onu yutturmaya
çalışıyorsunuz. Ben o Atatürk’ü benim liderim saymıyorum. Ben kendi
tanıdığım lideri anlatmaya çalışıyorum.
Sizin hep mütevazı,
sakin, yatıştırıcı, hakaret etmeyen, saldırmayan bir tavrınız var. Ama
Mustafa filminde "dokunulmayana" dokunuyorsunuz. Gizliden gizliye,
"Kimsenin kalkışmadığı bir şeye kalkıştım, bunu ben yaptım!"
diyorsunuz. Fevkalade iddialı bir şey. Bu, sizin mütevazılığınızla
çelişmiyor mu? "En kibirli insanlar en alçakgönüllülerden çıkar" derler
ya...
- Benim mütevazılığım yaptığım işe dair değil. Orada
son derece gerçekçiyim. Yaptığım işte en iyisi olmaya gayret ediyorum.
Ama bir kibrim yok. Hırsım ise var. Emekle ilgili şeylerde tevazu
kaldırmam. Ama yaptığı işi satma konusunda temkinliyim. Yaptığı işi
öveni sevmem, sürekli kendinden bahsedenleri de...
"Bir gün gelecek öyle bir Atatürk filmi yapacağım ki, bütün tabuları yıkacağım..." gibi bir hırsınız oldu mu?
-
Hayır bu filmi yapmamın çok basit başka bir sebebi vardı: Bunca yıldır
Atatürk hakkında çalışıyorum ve Türkiye’deki en iyi arşivlerden birine
sahibim. Onu çok çalıştım ben. Ve benim bildiğim, benim okuduğum adam,
bana anlatılan adama uymuyor. Budur. Bana anlatılana uymadığı gibi
benim oğluma anlatılan da benim bildiğim adam değil. Bu senelerce böyle
mi gidecek? Biz giderek bizden uzaklaşan bir lider görüyoruz tarih
kitaplarında, 10 Kasım törenlerinde, televizyon programlarında. Ata
giderek elimizden kayıp gidiyor. Oysa o böyle bir adam değil, bu kadar
sıkıcı değil; canlı, yaşayan ve çok radikal bir devrimci.
Ben Fikriye’den çok etkilenmiştim, Sarı Zeybek’ten de. Ama Mustafa’dan çok etkilenmedim, sizce neden?
-
Fikriye’de de Sarı Zeybek’te de insanlar duygulandılar, ağladılar.
Burada başka bir şey yapmak istedim. Ama demek ki beceremedim.
__________________ "Bir kavme olan kininiz sizi adaletten ayırmasın.."
|
Yukarı dön |
|
|
adalet Uzman Uye
Katılma Tarihi: 02 ekim 2006 Gönderilenler: 1195
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Neydi yapmak istediniz?
- Özel hayatını anlattığımız
söyleniyor, ama aslında film onu anlatmıyor. Başka bir mücadele var
Atatürk’ün hayatında, ben onu fark ettim ama gelen tepkilere bakıyorum
da filme çok yedirememişim. Asıl mücadele ne Yunanlılara ne asi
Kürtlere ne de gericilere karşı veriliyor. Atatürk’ün asıl mücadelesi,
"İktidarı, gökyüzünden yeryüzüne indirme meselesi." Ben bütün
mücadelesini topyekûn elden geçirdiğimde bunu gördüm. Üstelik yapmaya
çalıştığı çok özel bir şey, sadece Türkiye’yi değil bütün insanlığı
ilgilendiriyor. Bütün insanlığı dönüştürebilecek bir şeyden söz ediyor.
O sonda yaptığı konuşmada söylediği bir şey var ki -ben bunun filmin en
çok konuşulacak şeyi olacağını sanıyordum, üzerine kimse bir satır bile
yazmadı- bunu insanlık tarihinde söyleyebilecek başka bir lider
bilmiyoruz. "Biz ilhamlarımızı gökten değil, yeryüzünden alıyoruz,
bizim ilkelerimiz gökten indiği sanılan kitapların dogmalarıyla bir
tutulmamalıdır" diyor. Burada sadece İslam da söz konusu değil, bütün
dinlere bir gönderme var.
Peki o zaman filmde niye bunun altını daha çok çizmediniz? Öyle geldi geçti...
-
Haklısın. Belki de tamamen bunun üzerine bir film yapmalıydım. Ama sen
de kabul et ki bu kolay bir mesaj değil, Atatürk bunu sereserpe Meclis
kürsüsünden söyleyebiliyor, biz üzerinden 70 yıl geçtikten sonra bile
henüz o cesarette değiliz. Bahsettiği, Barack Obama’nın İncil’e el
basarak yemin etmesine uzanan bir süreç. Bütün insanlık tarihinde dinin
tamamen siyasal ve toplumsal hayattan silinmesinden söz ediyor. Bu
kadar radikal bir lider!
Ama onu bizden "gizlemişler", filmde vermek istediğiniz mesajlardan biri de bu, öyle değil mi?
-
Evet. Ciddi bir sansür var Atatürk’ün üzerinde. "Nasıl olabilir? Kim
cüret edebilir?" diye düşünüyorsun. Cüret edenlerin bazıları en
yakınları. Bunu da kötü niyetlerinden yapmıyorlar, istiyorlar ki
Atatürk’ü herkes sevsin, çok samimi ve anlaşılabilir bir şey bu.
Mektubunda "Doktorların hatası sonucu bu duruma geldim" diyor mesela, o
mektubu yayınlarken doktorlar alınmasın diye o cümleyi çıkarıyorlar.
Öbüründe diyor ki, "Kollarında geçirdiğim gecenin sabahında yola
çıktım." Kollarında geçirdiğimi siliyorlar. Neden? Çünkü Atatürk,
kimsenin kollarında gece geçirmiş olamaz. Böyle böyle, budaya budaya,
öyle bir insan çıkarmışız ki ortaya, ne bir kadınla ilişkisi olabiliyor
ne doktorlara kızabiliyor ne asıl devrimini savunabiliyor. Budana
budana vasat bir figür kalmış. Benim isyanım buna. Yazık günah adama.
Ama anlaşılan bunları çok iyi anlatamamışım filmde.
Bir de "Herkesin bildiği şeyler..." diyenler var...
-Bu
İlber Ortaylı için geçerli olabilir ama ben zannetmiyorum ki, diğer
insanlar için geçerli olsun. Birçok insan gelip bana "Medeni Bilgiler
diye bir kitap varmış bu ne?" diye sormaya başladı. Medeni Bilgiler,
Atatürk’ün okullarda okutulsun diye Afet İnan’a dikte ettirdiği, hatta
oturup bizzat yazdığı bir kitap. Bir lider düşün ki, "Ben bir kitap
yazdırıyorum, alın bunu okullarda okutun" diyor. Onu okullarda okutmayı
bırak, şu anda piyasaya çıkaramıyorsun. Bahsetmeye kalktığında başın
belaya giriyor. Nasıl böyle bir duruma gelmiş olabiliriz ki biz?
Kitabın Tarih Kurumu’nca basılan versiyonunda bazı yerler çıkarılmış.
Kim, neye göre karar vermiş? Neye göre çıkarmış bilemiyorsun. Şaşırarak
gördüm ki önemli ölçüde sansürlenen bir Atatürk var.
Peki siz
o 120 dakikaya her şeyi sokuşturmaya çalışmış olabilir misiniz? Hani
hiçbir şeyi atlamayayım, o da olsun, bu da olsun...
-
Olabilir, bu telaş da filmi yoğunlaştırdı. Bir çok mesaj da güme gitti.
Mesela diyor ki "Türkler, İslam’ı kabul etmeden evvel de büyük
milletti. İslam’ın kabulü, bizi diğer Müslüman toplumlarıyla bir araya
getirmeye yardımcı olmadığı gibi, bizim milli hislerimizi uyuşturdu.
Milli bağlarımızı gevşetti." Filmin içinde bu cümle var. Biz okulda da
başka yerlerde de bunları hiç duymadık ki. Bunun tartışılması gerekmez
mi? Sigarasına, içkisine takıldılar, bunun üzerinde durmadılar.
Ama siz içkisine, yalnızlığına takılacaklarını biliyordunuz değil mi?
-
İçkisine takılırlar diyordum ama yalnızlığını tahmin etmemiştim. Bir de
"Boyu kısa o fotoğraflarda!" eleştirisini hiç beklemiyordum. Sivas
Kongresi’ndeki fotoğrafta boyu kısa görünüyormuş. Pardon ama ben ne
yapabilirim? "Manastır’da kullandığınız oyuncuda da çok efemine
tavırlar gördük. Burada ne ima etmeye çalışıyorsunuz?" diye yazan oldu.
Bu nasıl hastalıklı bir bakış açısıdır? "Kızı Afet’le aralarında bir
ilişki iması var bu filmde" diyen bile çıktı. Dehşete kapıldım. Atatürk
düşmanlarına koz veren bir şey varsa, asıl bu iddialardır.
İyi siz de tahammül ediyorsunuz. "Yeter canım, topluca çıldırdık. Kendinize gelin!" diye patlamıyorsunuz...
- Ben iç patlamalar yaşarım, dışa patlamam. Terbiyemi de bozmam. Dilim döndüğünce anlatmaya çalışırım.
Gazetecilerin bu kadar çığlık çığlığa bağırması karşında ne hissettiniz?
-
Bir defa ikiye ayırdım. Ciddiye almadıklarıma gülüp geçtim, hatta eşe
dosta gösterdim, "Bak yine ne yazmış" diye. Onlar beni hiç yaralamıyor.
O kadar alıştım ki. Niye yazdığını, ne yazacağını biliyorsun. Ama
yaralandıklarım oldu. Bekir Coşkun mesela. Ali Saydam mesela.
Turkcell’in sponsorluk krizini filmin tanıtımı için benim yarattığım
iması yapıldı. Oysa bu kriz, herkese çok zarar verdi. Bu çok acımasız
bir şey. Beni biraz tanıyanlar, ticari hiçbir şeye kafamın basmadığını
bilirler.
Tüccar belgeselci suçlamaları, her şeyi para için yaptığınız, paraya taptığınız...
-Ben ne borsa bilirim, ne banka hesabı... Maaşımı sor söyleyemem. Hakikaten para konusunda komik bir salaklığım vardır.
Bu kadar para para diye tutturdular ya, ben de merak ettim, çok büyük para mı var bu belgesel işinde...
-Yok aslında. Üstelik pahalı bir prodüksüyondu, Mustafa’da büyük rant olduğunu düşünüyorlarsa fena halde yanılıyorlar.
Sarı Zeybek’in tekrarlarından da yüzbinlerce dolar kazanmışsınız...
-Ya
ne komik. Rahmetli Kemal Sunal söylerdi de kimse inanmazdı; Sarı
Zeybek’i her yıl yeniden gösterirken bana haber bile vermiyorlar. 15
yıldır sürekli yayınlanıyor, hiçbirinden bir kuruş almış değilim.
Dünyanın
en saf ve en haklı adamı da siz olamazsınız değil mi? Artık zemin o
kadar kaygan ki, insan, kime, neye inanacağını şaşırıyor?
-Doğru. Ben bile "Acaba bu anlattıkları adam ben olabilir miyim?" diye hayretle okuyorum.
Peki
tam aksine, gizliden gizliye, sevinmiş olabilir misiniz bütün bunlar
oldu diye? Konuşturmak önemlidir ya bizim meslekte. Herkes konuştu bu
filmi. Millet meraktan da gitti izledi...
- Yok hayır, 15
yıldır bu konularda çalışmış biri için riskli bir tartışma bu... Bütün
kariyerini riske atmış oluyorsun. Yazdıkları köşe yazılarıyla, senin
tek tek tuğlalar koyarak inşa ettiğin bir kariyeri çökertmeye
çalışıyorlar. Birazcık aklı olan hiç kimse bu polemiğe sevinmez.
Allahtan şunu biliyorum, bütün basın öyle yazmadı, çok inandığım
insanların olumlu eleştirileri de çıktı.
Ben yüzde 80 hatta yüzde 90 olumsuz diye biliyorum...
-
Yok hayır, yarı yarıyadır. Ama sevindirici olan şu ki, sonuçta seyirci
olumsuz yazılara bakıp gitmemezlik etmedi. Aksine "Bir de ben göreyim
neymiş bu" dedi. O zaman da şunu anlıyorsun: Medya ile sokak arasında
ciddi bir yaklaşım farkı var.
Bütün o sert yazıları, hakaret içeren yazıları nasıl açıklıyorsunuz? a) Mesleki kıskançlık b) İdeolojik körlük c) Vesaire
-
Herkese ait ayrı bir açıklama vardır. Kimi eski hesaplar, kimi
ideolojik körlük. Ama bu insanların hepsi benden nefret ediyor diye bir
şey yok. Mümtaz Hoca mesela, beni sever, filmdeki somut eksiklikleri
yazdı. Fikret Bila belli bir mantık ekseninde eleştirdi ve bunu o kadar
makul bir yaklaşımla yaptı ki, öpüp alnına koyuyorsun. Yapıcı da oluyor
bunlar, kendini düzeltmeye çalışıyorsun. Birçok uzman da "Şuraları
şunları beğendim ama keşke şunlar şunlar olmasaydı" dediler. Bunlar
kıymet verdiğim eleştiriler...
__________________ "Bir kavme olan kininiz sizi adaletten ayırmasın.."
|
Yukarı dön |
|
|
adalet Uzman Uye
Katılma Tarihi: 02 ekim 2006 Gönderilenler: 1195
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Peki Atatürk’ü bize anti- kahraman olarak gösteriyor eleştirisi?
-
Hiç katılmıyorum, bence Sarı Zeybek’teki Atatürk’e göre buradaki daha
büyük kahraman. Filmdeki anlatım bazılarına yetersiz gelmiş olabilir
ama buradaki Atatürk bana çok daha yakın bir adam ve benim gözümde daha
da büyüyen bir kahraman. Askerlere, "Siz durun, ben önden gideyim"
diyen bir komutanın, cepheden sevgilisine aşk mektubu yazması, ya da
büyük bir zafere giderken rakı sofrası kurması ona hiçbir şey
kaybettirmiyor. Bir kadın meslektaşım bana dedi ki "Biz ilk defa aşık
bir Atatürk gördük! Hep kadınlar ona aşık olurdu ama şimdi o aşık!"
Bundan güzel ne olabilir ki? Horon tepmesi, zeybek oynaması, sofrada
duygulanması, karanlıkta yatamaması, üniversitede ilk yıl dersleri
kırıp sokakla tanışması... Tüm bunlar onu bana daha da yaklaştırıyor,
bugünkü sıkıcı politikacı tiplerine kıyasla çok daha sevilesi bir
lidere dönüştürüyor. Ama belki de bir yıl sonra tekrar seyrettiğimde
"Çok şey anlatmaya çalışmışım, o yüzden de becerememişim!" diyeceğim.
Belki tek bir ana mesaj üzerine kurulu bir film,tüm hayatını anlatma
çabasından çok daha etkili olurdu. Bundan sonra belki öyle bir şey
yaparım.
Evet zamanı değildi, bu belgeseli çekmek için 70 yıl geç kalındı!
Konjonktürden
söz edenler, "Zamanlaması iyi değildi?" diyenler var. Sizce bu "zamanı
değil" lafı sansürcülerin mazereti mi, yoksa gerçekten zamanı
olmayabilir mi?
- Gerçekten zamanı değildi. Çünkü çok geç
kalındı. 70 yıl kadar! Konjonktür meselesine gelince, beklersek emin
olalım ki, hiçbir zaman konjonktür uygun olmayacak, Türkiye hep geçiş
döneminde olacak, Türkiye’nin dört bir yanı hep düşmanlarla kuşatılmış
olacak...
İyi ama bir taraftan da Şerif Mardin diyor ki, "Tehlike var diyemem yok da diyemem..."
-
Ya bu tehlike, konuşmadığımız için büyüyorsa? Ya bu suskunluk, bu
sonucu doğruyorsa? Bugüne kadar "Atatürk düşmanlarına koz vermemek
için", onu bir heykele, bir rozete dönüştürdük. Ne oldu sonuç? Şu anda
Atatürk’ün partisi ne durumda? Muasır medeniyetin neresindeyiz? Ya
kadınların örtünme meselesi? Eğitimde geldiğimiz nokta? Şimdi baştan
düşünmenin zamanı değil mi? Atatürk’ün bu tür bir tartışmadan zarar
göreceğini asla düşünmüyorum, aksine bundan çok güçlü çıkacağına
inanıyorum. Bundan zarar görenler olsa olsa, onun üzerinden rant
yiyenler olacaktır. Bizim Atatürk’ü anlamak için bir ulemaya
ihtiyacımız yok.
BEN DE ATATÜRK GİBİ KARANLIKTAN KORKUYORUM
Bir
arkadaşımın oğlu demiş ki "Atatürk gibi ben de karanlıktan korkuyorum.
Demek bu anormal bir şey değil..." Buradaki empati duygusu o kadar
önemli ki. Çünkü daha önce "Ben asla Atatürk olamam, ben daha
karanlıkta yatamıyorum" diye düşünürken, "O da benim gibiymiş!"
diyebiliyor. "Demek ben de onun gibi olabilirim" duygusu alıyor. Bundan
daha güzel ne olabilir? Tartışma şu: Biz, yeri asla dolmayacak,
dogmalaştırılmış bir kutsal önder peşinde miyiz, herkesin onun gibi
olmak isteyeceği bir örnek kişilik mi? Unutmayalım, 1935 Cumhuriyet
kutlamalarında "Atatürk bu milletin en yücesidir" pankartlarını indirip
"Atatürk bizden biridir" pankartlarını astıran kendisidir.
Mümkün mü
Fethullah Gülen’den para almam?
"Gandhi,
Churchill, General Patton, Amerikan kurucuları... Onlar hakkında böyle
filmler yapılmadı, onlara hiç dokunulmadı, dokunulamaz da" diye yazılar
çıktı...
- Hadi canım sen de. Cehalet böyle bir şey işte.
Kennedy’yi düşün, Napolyon’u düşün, neler neler çekildi. Sırf
Napolyon’un cinsel tercihleri üzerine yüzlerce film çekildiğini geçen
gün Reha Muhtar söyledi.
Said-i Nursi belgeseli için Fethullah Gülen’den para mı aldınız?
-
Hay Allah, ne feci laflar bunlar! Mümkün mü böyle bir şey? Benim
yazılarıma bak, Fethullah Gülen-Amerikan ilişkisi üzerine en az on tane
yazım vardır. Ayıplamaz mı insanlar? Bu soru bile ne kadar ağır
geliyor. Elbette böyle bir şey yok. Said-i Nursi’yle ilgileniyorum
çünkü merak ediyorum.
Peki nasıl diyebiliyor insanlar "Can Dündar’ın Fethullah Gülen’den para aldığını biliyoruz" diye.
-Linç bu işte. Linç kültürü.
YARIN: Bu filmde Freudyen bir yaklaşım var
__________________ "Bir kavme olan kininiz sizi adaletten ayırmasın.."
|
Yukarı dön |
|
|
adalet Uzman Uye
Katılma Tarihi: 02 ekim 2006 Gönderilenler: 1195
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Mustafa’da, Freudyen bir yaklaşım var
BUGÜN Atatürk’ü kaybettiğimiz gün. İmkansız zannedileni mümkün kıldığı için biz kendisine bu kadar şükran duyuyoruz.
|
' Filmin
sonundaki şarkı "Kendini en kıstırılmış ve yalnız hissettiğin anda beni
düşün, ben de yalnızdım, insana inandım, başardım" diyor. Bir ülkenin
liderinin milletine bırakabileceği en iyi mesaj bu değil mi? ' | Ölümünün
üzerinden 70 yıl geçmesine rağmen Ata, tartışılmaya devam ediyor. Dün
başlayan Can Dündar röportajı da bugün devam ediyor. Bir sürü mail
alıyorum. Can’ı vatan hainliğiyle suçlayanlar, bu memleketi terk
etmesini isteyenler (mümkünse beni de yanına alarak!), tahmin
edeceğiniz üzere çok var. Ama onlar kadar "Tam da benim hissettiklerimi
anlatmış!" diyenler de var. Eleştiriler ve övgüler kafa kafaya. Siz en
iyisi filmi izleyin, kendi kararınızı kendiniz verin...
Freudyen bir yaklaşım da var...
-
Evet. Vamık Volkan’ın bir kitabı var: "Ölümsüz Atatürk." Bir dönem
Türkiye’ye girişi yasaklanmıştı. Bence çok başarılı bir kitap. Orada
Atatürk’e dair Freudyen denemeler var, onlardan ipucu aldım. Ben her
insanda olduğu gibi Atatürk’ün de çocukluğundaki birçok şeyin, ileride
yaptıklarında etken olduğunu düşünüyorum.
İyi de siz psikolog değilsiniz, bu ruh çözümlemelerine varabilmek için profesyonel destek falan mı aldınız?
-
Hayır. Zaten yegane etken budur demiyorum. Ama çocuklukta size
anlatılan bir dehşet hikayesi, sizin bugünkü kaygılarınızın kökeninde
yatıyor olabilir. Yediğiniz bir tokat, hayata bakışınızı
değiştirebilir. Ya da babasız büyümek, bir ülke için baba figürüne
dönüşmenizde etken olabilir.
Ama böyle bir formasyonunuz yok...
-
Evet yok ama ben onun tüm yaşantısını çocukluğunda yaşadığı travmalar
üzerine inşa etmiyorum ki. Film, belgelerle yürüyen bir film. Elimde
belgesi olmayan çok az laf ettim. Ettiysem de şimdi "Keşke etmeseydim!"
noktasına geldim.
Tokat meselesi gibi mi?
- Evet
"Kaymak Hafız’dan yediği tokadın intikamını almıştı" dedim ve "Vay
efendim koskoca Atatürk medreseleri bu yüzden mi kaldırmış"
Günah ya Bazıları
da "Atatürk bir din adamıydı aslında" diyor. Öyle bir Atatürk
anlatıyorlar ki, ellerini duaya açmış, sürekli dininde, imanında. Günah
ya. Bütün hayatı dinle mücadeleyle geçmiş bir insan. | oldu.
Hayır. Elbette o yüzden değil. Ama o devrimin bir sonucu da bu. O
tokadın acısını hiç unutmadığını biliyoruz. "Ben bir daha asla o okula
gitmeyeceğim" diyor ve askeri okula yazılıyor. Ondan sonra da kaderi
değişiyor, başka bir hayata başlıyor. Tüm bunlara atıf için konulmuş
masum bir cümleydi, ama üzerine o kadar çok yorum yapıldı ki, "Keşke o
cümleyi koymasaydım!" dedim.
22 Nisan’ı 23 Nisan’a
kaydırıyor, çünkü fark ediyor ki o gün bir cuma. Bu ayrıntıyı filme
koyarak Atatürk düşmanlarının eline koz vermiş olmuyor musunuz?
-
Ben hayata böyle bakmıyorum. Mesela Türkiye’de, maçta seyirci sahaya
bir şey atar, kameraman onu göstermez. Neden? Çünkü Türkiye’nin imajı
zedelenir! Ben hiç böyle bakmam hayata. Beni sadece gerçekler
ilgilendirir ve o hıyarın bir daha sahaya bir şey atmaması için onu
göstermem lazım diye düşünürüm. Yani "Bundan ne sonuç çıkar?"ın peşine
düşmek bir belgeselci için büyük hatadır. İslamcılar ve Atatürk
düşmanları bu ayrıntıyı bilmiyorlar mı? Hepsi bizden çok iyi biliyor.
Ben şimdi geniş kitleye söylüyorum. Çünkü geniş kitlenin de bunu
bilmesi lazım. Bu tarihsel bir gerçek ve Nutuk’ta yazıyor. Nutuk’ta
yazan bir şeyi tekrarlamamanın ne gibi bir sakıncası var?
Bir
de şöyle bir eleştiri var, Atatürk üzerine üç tane gümbür gümbür
kahramanlık filmi çekilmiş olsaydı, ondan sonra zaaflarını gösteren
böyle bir film çekmekte bir mahzur olmazdı...
- Ama bir sürü çekildi...
İyi de hiçbiri çok iyi filmler değildi...
- Bütün hayatımız bunlarla geçti. Bundan sonra inşallah daha iyisini yaparlar...
İnsan, her şeyin, her kesin belgeselini yapabilir mi? Bir çizgisi olmaz mı?
-
Durduğun çizgi şudur: Güvenilir bir belgeselci olursun, belgesel senin
için kutsal hale gelir ve o çizgiden herkesin belgeselini yaparsın...
Şevket Süreyya da, hem İnönü’yü hem Menderes’i yazdı. Bu sayede ikisine
ait de iyi bir biyografi okuma imkanımız oldu.
İyi ama insan bir yerden para alınca ne kadar objektif olabilir ki?
-
Bu filmin sponsoru Sabancı ama filmi, bittikten sonra izlediler.
İzlettirdim, "Var mısınız, yok musunuz?" dedim. "Şurasını beğenmedik"
deselerdi, filmi alıp çıkacaktım. Bu böyledir, "Arkadaşlar bir yol
buluruz, istemediğiniz yerleri çıkarırız" gibi bir anlayış yoktur.
Maalesef sponsora muhtaç durumdayız. Bu film için Kültür Bakanlığı’na
da başvurdum. Dünyada da bunun raconu şudur, devletlerin kültür
politikaları vardır, bağımsız yapımcılara destek çıkarlar, o sayede
bağımsız eserler çıkar. Türkiye’de böyle bir müessese nerede var?
Kültür Bakanlığı’nda. Biz de başvurduk. Ama kabul etmediler. İyi ki
etmemişler. Düşünsene, ben yanmıştım o zaman.
Diyelim ki Aydın Doğan size sponsor oldu, onun belgeselini yapacaksınız. Onu kötü gösterebilir misiniz?
- Bu sorunlu bir şey, kabul ediyorum. Ama bir süre sonra güçleniyorsun.
Ne diyeceksiniz, "Sizden para aldım ama şunlar şunlar vardı, hoşunuza gitmeyecek ama mecbur koydum..."
-
Ama ben Sabancı’dan para alıp Sabancı belgeseli yapmadım ki. Orada bir
sorun olabilirdi. Ben bitirdiğim işi götürdüm gösterdim "Tamam biz
bunun arkasında duralım" dediler. Bu başka bir şey. Ama götürüp de
"Fethulah Bey, iyi günler, sizin için bir film düşünüyoruz, paranız
varsa gelin birlikte yapalım" demek, aşağılık bir şey!
"Atatürk’ün
defterleri bunca yıl kimseye açılmamış. Ama Can Dündar’a açılıyor.
Neden? Bu belgeseli, ona bu imkanı sağlayan hükümetle ilişkilendirmekte
haksız mıyız yani?" diyenlere verecek cevabınız nedir?
-
En komiği de bu! Bunu televizyonda bir akademisyen de söyledi, "Niye
efendim ona açıyorlar da akademisyenlere açmıyorlar?" diye.
"Yayınlasınlar kitabı. Biz de alıp okuyalım" diyor. Laf aramızda, bu
kitaplar yayınlandı.
Nasıl yani?
- Hayır, şimdi
sen gitsen Genel Kurmay’ın Yayınevi’ne parasını versen o kitaplardan
alabiliyorsun. 2001’den beri yayınlanıyor, yeni değil yani.
Atatürk’ün
Cumhuriyet kurulduktan sonraki haline üzüldüm. "Aman Ata’yı öyle
göstermeyeyim şöyle göstereyim" diye düşündüğünüz olmadı mı?
-
Çok insani bu söylediğin. Ama sen de beni anlamaya çalış: Bu, bir hayat
hikayesi. Bunu, Tek Adam böyle yazmış, Çankaya böyle yazmış, Lord
Kinros böyle yazmış. Bütün o kitapların son 50 sayfası, 100 sayfası
bunu anlatır. Bu filmin de son 15 dakikası bunu anlatıyor. İstemiyor
insanlar, bunu anlıyorum. Saygı da duyuyorum. Ama siz de bana saygı
duyun.
Diktatör müydü?
1930’da
Fethi Okyar’ı çağırıp diyor ki, "Fethi bizim şu anda yurt içi ve yurt
dışındaki görüntümüz tam bir diktatörlük manzarası. Muhalefet partisi
yok. Ben, tek adamım." Gerçekten de manzara öyle, bunu kendisi itiraf
ediyor. Mecliste bir tane muhalif milletvekili yok ve Atatürk’ün
söylediği kanun, gazetelerde aleyhine tek bir yazı çıkmıyor. "Bir şey
yapmamız lazım" diyor. Fethi Okyar da "N’apacağız paşam?" diyor. "Sen
bir parti kuracaksın. Başına geçeceksin, böylelikle ikili parti
sistemine geçeceğiz" diyor. Serbest Cumhuriyet Fırkası işte böyle
kuruluyor. Fethi Okyar’ın anılarında var bu. Ama Atatürk’ün 70 yıl önce
rahatsız olduğu ve dile getirdiği bir şeyden biz bugün bahsedemiyoruz
bile.
__________________ "Bir kavme olan kininiz sizi adaletten ayırmasın.."
|
Yukarı dön |
|
|
|
|