Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.
Yunus Suresi 105
Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.
Enam Suresi 79
İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.
Ali İmran Suresi 67
Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.
Nahl Suresi 123
De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.
Ali İmran Suresi 95
Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.
Gerçekten iyi olmaya çalışmaktaki tek sebebin Tanrı'nın onayını ve ödülü almak ya da kınaması ve
cezalandırmasından sakınmak mıdır? Bunun ahlaklı olmakla hiçbir ilgisi yoktur, bu yalnızca yağcılık etmektir, dalkavukluktur. Her
hareketini hatta derin düşüncelerini gözleyen gökyüzündeki kontrol kamerası ya da kafanın içindeki çelik küçük ileti cihazını gizliden
gizliye kollamaktır. Soru bu şekilde yöneltildiğinde elbette alçaltıcı bir izlenim bırakır. Dindar bir insan bu soruyu bana bu şekilde
sorduğunda (ki çoğu dindar bunu yapar) hemen şeytana uyar (!) ve şöyle meydan okurum: ‘Gerçekten iyi olmaya çalışmaktaki tek sebebin
Tanrı’nın onayını ve ödülü almak ya da kınaması ve cezalandırmasından sakınmak mıdır? Bunun ahlaklı olmakla hiçbir ilgisi yoktur, bu yalnızca
yağcılık etmektir, dalkavukluktur. Her hareketini hatta derin düşüncelerini gözleyen gökyüzündeki kontrol kamerası ya da kafanın içindeki
çelik küçük ileti cihazını gizliden gizliye kollamaktır. ’ Einstein’ın dediği gibi, ‘Eğer insanlar sadece cezalandırılmaktan korktukları ya
da ödüllendirileceğini umut ettikleri için iyi kalplilerse, o halde gerçekten çok acınacak haldeyiz.’ Michael Shermer, İyi ve Kötünün
Bilimselliği ‘nde (The Science of Good and Evil) bunu “tartışma sonlandırıcısı” olarak isimlendirir. Eğer Tanrının yokluğunda, ‘hırsızlık,
tecavüz ve cinayet suçlarını işleyeceğinizi’ onaylıyorsanız, ahlaksız bir insan olduğunuzu ifşa etmiş olursunuz ‘ve sizi gördüğümüzde
yönümüzü değiştirmemiz konusunda oldukça tedbirli davranırız.’ Diğer yandan, eğer ilahi gözetim altında değilken dahi iyi bir insan olmayı
sürdüreceğinizi söylerseniz, Tanrının varlığının iyi bireyler olmamız için zorunlu olduğu iddianızı kaçınılmazca sarsmış olursunuz. Birçok
dindar kişinin dinin kendilerini iyi birer birey olma konusunda motive ettiğini düşündüklerini biliyorum, özellikle de kişisel günahkârlığı
sistematik biçimde sömüren inançlardan birinin mensubu iseler. Bana öyle geliyor ki Tanrıya inancımız aniden kayıplara karıştığında,
hepimizin duygusuz ve bencil bir hedonist gibi hareket edeceğimizi ve şefkatten uzak, merhametsiz, cimri, iyilik sıfatını hak edecek hiçbir
vasıf taşımayan kişilere dönüşeceğimizi düşünmek için oldukça düşük bir özsaygı gerekecektir. Dostoevsky’nin bu görüşte olduğuna geniş ölçüde
inanılır. Bunun sebebi herhalde Ivan Karamazov’a laf yapıştırmak için kaleme aldığı şu yorumları olabilir: [Ivan> kutsal gözleminin ardından
şöyle bir sonuç çıkardı;
doğada insanın insanoğlunu sevmesi için bir kural kesinlikle yoktur ve eğer sevgi şimdiye dek tüm dünyada varolsaydı, bu doğa
kanunlarının bir erdemi sayılamaz, bütünüyle insanın kendi ölümsüzlüğüne olan inancından kaynaklanırdı. Ayrıca kesin sözlerle şunu
ekledi; doğa kanunlarını oluşturan etmen, ismen, insanın kendi ölümsüzlüğüne olan inancı bir kez yok olduğunda, insan yalnızca sevgi
yeteneğini yitirmekle kalmayacak aynı zamanda bu dünyadaki yaşamını destekleyen yaşamsal etkileri de kaybedecek. Bundan başka, artık hiçbir
şey ahlak dışı olmayacak, yamyamlık dahil her şey serbest olacak. Ve neticede, sanki tüm bunlar yetmezmiş gibi şunu ilan etti; siz ve benim
gibi her birey (örneğin, kendi ölümsüzlüğüne ya da Tanrıya inanmayan birisi) için, doğa kanunu aniden değişerek eski din temelli kanunun tam
zıt halini alacak ve egoizm, suç işlemeyi de kapsayarak, yalnızca hoşgörülebilir olmakla kalmayıp aynı zamanda insan yaşantısının en akılcı
hatta en asil varoluş sebebi olarak zorunlu kılınacak. Safça denilebilir ancak ben Ivan Karamazov’un insan doğasına bakış açısından daha az
alaycı bir bakış açısına yatkınımdır. Bencil ve suça yönelik davranmamızın önünün kesilmesi için gerçekten gerek Tanrı gerekse birbirimiz
tarafından kontrol altında tutulmamız gerekli midir? Şahsen bu gibi bir gözetime ihtiyacım olmadığına samimiyetle inanmak isterim ve sevgili
okuyucular, siz de böyle düşünmüyor musunuz? Diğer taraftan, özgüvenimizi zayıflatırcasına, Steven Pinker’in The Blank Slate’de (Boş Film
Tahtası) tarif ettiği, Montreal’deki güvenlik güçleri grevindeki hayal kırıklığı yaratan deneyimine kulak vermeliyiz: Romantik 1960′larda,
barışçılığıyla övünen Kanada’da genç bir delikanlı olarak, Bakunin anarşisinin sağlam bir taraftarıydım. Ebeveynlerimin, “eğer hükümet kolluk
kuvvetlerini bir kenara iterse her yer cehenneme dönecektir” nasihatine gülüp geçmiştim. Rekabet içindeki tahminlerimiz 17 Ekim 1969, sabah
saat 8:00′de Montreal kolluk kuvvetleri greve başladığında sınanmaya başlandı. Öğleye doğru saat ll:20′de ilk banka soygunu gerçekleşti.
Öğlen olduğundaysa şehir merkezindeki dükkanların çoğu yağmalama yüzünden kapandı. Bu olaylar üzerinden daha birkaç saat geçmemişti ki, taksi
şoförleri havaalanı müşterileri için kendileriyle rekabet halindeki bir limuzin kiralama şirketinin binasını ateşe verdiler. Bir keskin
nişancı çatılardan birine çıkarak bir polis memurunu öldürdü. İsyancılar bazı otel ve restoranları bastı ve bir doktor banliyödeki evine
giren bir hırsızı öldürdü. Günün sonunda, altı banka soyulmuş, neredeyse yüz dükkân yağmalanmış, on iki yangın başlatılmış, kırk araba dolusu
dükkân camı kırılmış, şehir otoriteleri orduyu ve elbette Kanada Atlı Polislerini düzeni yeniden sağlamak adına çağırmadan evvel mülk zararı
üç milyon doları aşmıştı. Bu belirleyici, deneysel sınav siyasi görüşlerimi sükûtu hayale uğratmıştı… Belki de, insanların gözetim altında
tutulmadıkları ya da Tanrı tarafından yönetilmedikleri zamanda iyi olmayı sürdüreceklerine inanarak Polyannacılık oynuyorumdur. Madalyonun
diğer yüzünde, Montreal nüfusunun büyük çoğunluğu muhtemelen Tanrı inancı olan kişilerdi.
Yeryüzü üzerindeki kolluk kuvvetleri kısa bir süreliğine sahneden yok olduğunda, Tanrı korkusu bu insanları bu kötülükleri yapmaktan neden
alıkoymadı?
Montreal grevi Tanrı inancının bizi iyi insanlar yaptığı varsayımını sınamak için oldukça sağlam bir doğal deney değil miydi? Ya da kinik
(kötümser) H.L.Mencken keskin bir dille şu görüşünü bildirdiğinde haklı mıydı?: İnsanlar dine ihtiyacımız var dediklerinde asıl imaları
kolluk kuvvetlerine ihtiyacımız olduğudur.’ Elbette polis güçleri grevdeyken tüm Montreal kötülük yapma peşinde değildi.
Dindarların yağma ve yıkım olaylarına karşı dindar olmayanlara nazaran daha az eğilimli olup olmadığına dair bir istatistiksel sonucun elimizde olmaması üzücü. Bu konu hakkında bilgisiz birisi olarak bir tahmin yaparsam eğer, dindarların yıkıp yağmalamaya daha eğilimli
olduklarını söylerim. Sık sık şu iğneleyici yorumu duyarım, ateistler polise karşı direnmekten çekinirlermiş. Kim bilir belki de
hapishanelerde çok az sayıda ateist olmasının nedeni budur (ki birkaç küçük kanıt olsaydı, bir sonuç çıkarmak daha basit olurdu elbette.)
Ateizmin kesin bir şekilde ahlaklı olmanın seviyesini arttırdığını iddia etmiyorum, ama hümanizm (insancılık) büyük arılıdır (Genelde
ateizmin yolunu takip eden ahlaki sistem.) Bir diğer iyi olasılık ateizmin, yüksek eğitim,
zekâ ya da özgür düşünce gibi bir üçüncü etmenle bağ kurması ve bunun suç dürtüsünü etkisizleştirebilmesidir. Mevcut bu tür
araştırmaya dayalı ispatlar hiç kuşku yok ki dinin ahlakla olumlu yönde bir ilişkisi olduğu ortak görüşünü desteklemeyecektir. Bu gibi
bağıntılı kanıtlar asla inandırıcı olamazlar ancak yine de Sam Harris1 tarafından Letter to a Christian Nation’da (Hıristiyan Bir Ulusa
Mektup) açığa vurulmuş aşağıdaki şu görüş çarpıcı etkidedir. Amerika’daki siyasi parti bağlılığı dindarlığın kusursuz bir göstergesi değilse
de, ‘kırmızı eyaletlerin’ [Cumhuriyetçi> kırmızı olmalarındaki birincil sebebin muhafazakâr Hıristiyanların ezici siyasi baskısının olduğu
bir sır değildir. Eğer Hıristiyan tutuculuğu ve toplumun sağlığı arasında güçlü bir bağ olsaydı, bunun belli başlı işaretlerini Amerika’nın
kırmızı-eyaletlerinde görebilmeliydik. Göremeyiz. “Şiddet içeren suç” oranları en düşük yirmi beş şehrin yüzde 62’si ‘mavi’ eyaletler
[Demokrat>, geriye (1Sam Harris 1967 doğumlu, din ve nörobilim üzerine kitaplar yazmış Amerikalı bir yazardır.) kalan yüzde 38′i ise
‘kırmızı’ eyaletlerdir [Cumhuriyetçi>. Yirmi beş en tehlikeli şehrin, yüzde 76’sı kırmızı eyaletlerde, yüzde 24′ü mavi eyaletlerdedir.
Aslında Amerika’daki eri tehlikeli beş şehirden üçü dindar eyalet Teksas’tadır. “Ev soygunu” oranının en yüksek olduğu on iki eyalet
kırmızıdır. “Hırsızlık” oranlarının en yüksek olduğu yirmi dokuz eyaletten yirmi dördü kırmızıdır. “Cinayet” oranının en yüksek olduğu yirmi
iki eyaletten on yedisi kırmızıdır. Sistematik bir araştırma yukarıdaki bağıntılı veriyi desteklemeye hizmet edebilir. Dan Dennett, Büyüyü
Bozmak’ta (Breaking the Spell), yalnızca Harris’in kitabını değil ama benzer araştırmaları alaycı bir tavırla eleştirir: Bu sonuçların
dindarlar arasındaki en yüksek ahlaki erdemin klasik değerlerine çok sert bir saldırı olduğu aşikardır ve dinsel örgütler bu sonuçları
çürütmek için er geç dikkate değer araştırmaları başlatmaya soyunacaklardır… Bu noktada emin olabileceğimiz bir nokta vardır, eğer ahlaki
tutum ve dinsel bağlılık, uygulama ya da inanç arasında göze çarpan olumlu bir bağ var ise bu, yakın bir süreçte keşfedilecektir çünkü birçok
dinsel örgüt geleneksel inançlarının ahlakla bilimsel bir ilişkisi olduğunu onaylamaya dünden razıdır. (Bu kişiler bilim inançlarını
desteklediğinde, bilimin gerçekleri ortaya dökme gücünden oldukça etkilenirler.) Ayrıca bu tür bir bilimsel kanıtın teşhir edilmesi ne kadar
gecikirse böyle bir kanıtın olmadığı yönündeki kuşkular da bir o kadar artacaktır. Mantıklı birçok insan gözetimsiz ahlakın, polis grev
yaptığı ya da gözetim kamerası kapatıldığında kayıplara karışan sahte ahlaktan daha doğru olduğunu onaylayacaktır ve ayrıca bu casus
kameranın bir polis merkezinde olmasının ya da gökyüzündeki hayali bir kamera olmasının önemi yoktur. Ancak belki de ‘eğer Tanrı yoksa neden
iyi olmak için kendimizi kasalım?’ sorusunu alaycı bir tavırla yorumlamak haksızlık olur. Dindar bir düşünür daha içten bir dürüstlükle
soruyu yorumlayabilir, ‘Eğer Tanrıya inanmıyorsanız, ortada herhangi kesin ahlaki normlar olduğuna inanmıyorsunuz demektir. Dünyadaki en
kusursuz iradeyle iyi bir insan olmaya yönelebilirsiniz ancak neyin iyi neyin kötü olduğuna nasıl karar vereceksiniz? İyi ve kötü
normlarınızı size en mükemmel şekilde belirtecek olan sadece dindir. Din olmasa iyi birisi olma yolunda ilerlerken tereddütler yaşar, uyduruk
çözümler öne sürerdiniz. Bu u, kural kitabı olmayan bir ahlaktır: Yerli yerine oturmamış bir ahlak. Eğer ahlak sadece bir seçim meselesiyse,
Hitler de kendine özgü ırksal ilhamlı normlarına dayanarak ahlaklı olduğunu öne sürebilirdi. Ve ateistlerin hepsi farklı nurlarla
(inançlarla) yaşamak adına kişisel seçimlerini bildirip, kolayca işin içinden sıyrılırlardı. Bunun aksine, bir Hıristiyan, bir Yahudi ya da
bir Müslüman Hitler’in kesinlikle kötü olduğundan yola çıkarak kötülüğün mutlak bir anlamı olduğunu öne sürebilir ve bu anlam tüm zaman ve
mekânlarda geçerlidir. Eğer ahlaklı olmak için Tanrıya gereksinim duyduğumuz doğru olsaydı bile, bu elbette Tanrı’nın varlığını daha olası ya
da daha çekici kılmazdı (birçok insan aradaki farkı söyleyemez.) Ancak konumuz bu değil.
Kafamda canlandırdığım din savunucusu, Tanrıya yağcılık etmenin iyi yönde olmak için bir dinsel dürtü olduğunu hesaba katmaya gerek duymazdı.
Bunun yerine şöyle bir öneride bulunurdu, iyi yönde olma dürtüsü her nereden kaynaklanırsa kaynaklansın, “Tanrı olmadan neyin iyi olduğunun
belirlenmesinde bir standart bulunamaz.” Her birimiz doğrunun tanımını kendimizce yapıp, bu tanımlar ışığında hareket edebilirdik. Yalnızca
dine dayalı ahlaki ilkeler saltçılık olarak tanımlanabilir (Mesela ‘altın kuralın’ aksine, ki genelde dinlerle birleşir fakat herhangi bir
yerden kaynaklanabilir.) İyi iyidir, kötü de kötü ve örneğin, birisinin acı çekip çekmediği gibi özel durumlar hakkında karar vermekle
uğraşmayız. Hayali din savunucum sadece dinin neyin iyi olduğunun belirlenmesinde bir temel sunacağını öne sürerdi. Bazı filozoflar, mesela
Kant, dinsel olmayan kaynaklardan salt ahlak değerleri türetmeye çalışmışlardır. Kant, bizzat dindar birisi olarak ki bu o zamanda neredeyse
kaçınılmaz bir olguydu1, Tanrıya karşı hizmetten ziyade, hizmete karşı hizmet temelli bir ahlaki sistem yaratmayı denemiştir. Bildik açık
buyruğu ‘evrensel bir kanuna dönüşmesini istemeyeceğin kanunları uygulamamızı’ bildirir. Bu yalan söyleme meselesiyle birebir örtüşüyor.
İnsanların ilke gereği yalan söylediği bir dünyayı hayal edin ve burada yalan söylemek iyi ve ahlaklı bir davranış olarak değerlendirilsin.
Böyle bir dünyada yalan söylemek bir süre sonra bir anlam taşımaz hale gelir. Yalan söylemek gerçekleri zan altına almayı gerektirecektir.
Eğer bir ahlak ilkesi herkesin benimsemesini istediğimiz bir kavramsa, yalan söylemek ahlaki bir ilke olamaz çünkü bu ilke anlamsızlığıyla
kendi kendine yıkılır. Yalan söylemek, bir yaşam kuralı olmakta doğası gereği güvenilmezdir. Konuyu genelleştirdiğimizde, bencillik ya da
diğerlerinin güzel amaçlarına yönelik asalaklık beni etkileyebilir ve bana kişisel tatmin sunabilir. Ancak tüm toplumun bencil asalakçılığı
bir ahlaki ilke olarak benimsemesini arzulamam, çünkü böyle bir şey olursa asalaklık edebileceğim kimse kalmaz. Kantçı buyruk, doğruculuk ve
diğer bazı konularda işe yarar görünüyor. Bunu ahlakın geneline yaymanın nasıl başarılacağını anlamak pek de kolay değildir. Kant’a rağmen,
salt ahlaki değerlerin genelde din tarafından güdüldüğü konusunda hayali din savunucumla hemfikir olmak çekicidir. Ölümcül derecede hasta
birisinin ızdırabına kendi isteği olmadan son vermek ilelebet yanlış mıdır? Kendi cinsiyetinizden birisiyle sevişmek her zaman yanlış mıdır?
Bir embriyoyu öldürmek her zaman yanlış mıdır? Bunların yanlış olduğuna inanan birçok kişi vardır ve dayanakları kesindir.
Kanıtlamaya ya da tartışmaya hiç gelmezler. Onlarla aynı fikirde olmadığınızda her kim olursanız olun vurulmanız gerekir: şaka
yapıyorum; elbette Amerikan kürtaj kliniklerinde silahlı saldırıya uğrayan birkaç doktoru bunun dışında tutuyorum (bir sonraki bölüme
bakın). Gelgelelim, ne mutlu ki ahlak değerlerinin salt olmaları zorunlu değildir. Doğru ve yanlışı belirlemek ahlak felsefecilerinin mesleki
görevidir. Robert Hinde’nin az ve öz tanımıyla, ahlak felsefecileri ‘ahlaki kuralların, mantıkla oluşturulmalarının zorunlu olmamakla
birlikte, mantığa dayalı savunmalarının yapılabilmesinde hemfikirdirler. Bu bilimciler kendilerini birçok farklı üslupla sınıflandırırlar
ancak çağdaş terminoloji ışığında en büyük ayrım (Kant gibi) ‘deontologlar’ ve ‘neticeciler’ arasındadır (buna ‘utilitarian’ [faydacı> Jeremy
Bentham da dahildir 1748-1832.) Deontoloji, ahlakın kurallara itaat etmekten ibaret olduğu inancı için kullanılan süslü bir isimdir.
Gerçekteyse yükümlülük, görev bilimidir, Yunanca ‘bağlayıcı neden’ den gelir. Deontoloji salt ahlakçılıkla birebir aynı değildir ancak dinle
ilgili bir kitaptaki çoğu amaç için bu fark üzerinde durmaya gerek yoktur. Saltçılar salt doğru ve salt yanlışlar olduğuna inanırlar,
doğruluğu ispatlanmış buyruklar (yükümlülük, zorunluluklar) bu doğru ve yanlışların sonuçlarını etkilemez. Neticeciler daha bilgiç bir edayla
bir eylemin ahlakının bu eylemin sonuçlarıyla değerlendirilmesini geçerli sayarlar. Neticeciliğin bir diğer uyarlaması faydacılıktır, yani
Bentham ve arkadaşı James Mili (1773-1836) ve Mill’in oğlu John Stuart Mili (1806-73) özdeşleşmiş olan felsefe. Faydacılık maalesef sıklıkla
Bentham’ın şu belirsiz sloganıyla özetlenir:
‘En kalabalık nüfusun en büyük mutluluğu ahlak ve yasamanın kurulmasıdır.’ Her saltçı görüş dinden türememiştir. Bununla birlikte, saltçı
ahlakı dinin dışındaki zeminlerle müdafaa etmek epey güçtür. Aklıma gelen tek unsur vatanseverliktir, özellikle de savaş zamanlarında.
Tanınmış İspanyol film yönetmeni Luis BunuePin de dediği gibi, Tanrı ve Vatan yenilmesi mümkün olmayan bir ekiptir; tüm zulüm ve
katliam rekorlarını ellerinde tutarlar. ’ İnsanları silah altına almak önemli ölçüde sevdiklerinin vatani görev duygusuna bağlıdır.
Birinci Dünya Savaşı’nda genç erkeklere cesaret verenler askeri üniforma giymeyen kadınlardı. Ah, elbette sizi kaybetmek istemiyoruz ancak
sanırız gitmeniz gerekiyor, Kralınız ve ülkenizin size ihtiyacı var. İnsanlar hem kendi ülkelerindeki hem de düşman ülkelerdeki vicdanlı
muhalifleri küçümsediler çünkü vatanseverliğin daima salt erdem olduğuna inanılır. Profesyonel askerin ‘İster haklı ister haksız, benim
ülkem’ görüşünden çok çok daha salt bir görüş bulmak zordur, çünkü bu slogan gelecekte bir günün politikacılarının düşman belleyeceği herkesi
öldürmenin sözünü vermektir. Neticeci usavarım siyasi kararları savaşa girme yönünde etkileyebilir ancak bir kez savaş ilanı yapıldığında,
saltçı vatanseverlik dinin dışında asla görülmemiş bir güç ve etkiyle yeniden bayrağı devralır.
Acımasız olmamaya öznel, neticeci ahlaki görüşleriyle ikna olmuş bir asker büyük olasılıkla kendisini askeri mahkemede bulacak ve
belki de idam edilecektir. Bu ahlak felsefesi tartışmasının sıçrama tahtası şu kuramsal dinsel iddiaydı ki buna göre bir Tanrı
olmadan, ahlak göreceli ve isteğe bağlıdır. Kant ve diğer bilge ahlak felsefecilerinin görüşleri ve vatansever coşkunluğa doğuştan
verilen onay hiçbir zaman salt ahlakın kaynakları olamamıştır. Bunun yerine kutsal kitaplar tercih edilmiş ve bu kitapların kayıtlara
bakarak doğrulaması mümkün olmayan yorumlarından türetilen ahlaki kurallar daima muazzam bir güce sahip olmuştur. Doğrusu, kutsal
kitap otoritesinin yandaşları kutsal kitaplarının tarihsel kaynakları konusunda üzücü seviyede az merak sergilerler (ki bu kaynaklar
son derece temelsiz ve belirsizdir.) Bir sonraki bölüm ahlaklarını bu kutsal kitaplardan edindiklerini iddia eden insanların bunları
aslında pratiğe hiçbir zaman dökmediklerini gösterecektir. Ve ayrıca bu insanların bile kalplerinin derinliklerinde kabul edecekleri
sağlam bir fikir sunacağım.
Kaynak Richard Dawkins / Tanrı Yanılgısı (Sayfa, 198–219) Kuzey Yayınları / ISBN: 978 – 315 – 11 –
__________________ Demek ki,gerçekten zorlukla beraber kolaylık da vardır,ŞERH-5
Agnostisizm ya da bilinmezcilik, tanrının ya da tanrıların varlığının ya da yokluğunun bilinemeyeceğini öngören felsefe
akımıdır. Bu felsefenin takipçilerine agnostik denir.
Kökeni eski Yunan'daki Sofistlere kadar uzanan agnostisizm kelime olarak eski Yunanca'daki agnostos, yani "bilinemez olan"
kelimesinden gelir. Bir din ya da öğretiler bütünü değil, bir konsepttir.
"Bilinmezcilik" olarak tanımlanması, aslında dinlerin öne sürdüğü Tanrı anlayışının gerçekliğinin sorgulanamazlığı demek
değildir.
Dinlerin tanrıdan gelmedigini söyler ve dinlerin tanrısını da reddeder. Ancak başka bir tanrının, bir yaratıcının varolup
olmadığının hiçbir zaman bilinemeyeceğini söyler. Bu bakımdan agnostisizm kendini, "kesinlikle tanrı vardır" diyen teizmden de
"kesinlikle tanrı yoktur" diyen ateizmden de ayrı tutar.
Bu akım, insanın bilme yetisinin sınırlı olduğunu ve bu nedenle, görülebilenin ardındaki hakikati yakalayamayacağını savunur.
Thomas Henry Huxley, agnostisizmi tanımlarken insanların ölüm sonrası ve tanrının varlığı konularında akıl yürütmekten
kaçınmaları gerektiğini söylemekle kalmamış, bu bakış açısından değerlendirildiğinde değillenemeyecek hiçbir önerme ya da
yanlışlanamayacak hiçbir bilgi olmadığını da eklemiştir.
Huxley agnostik sözcüğünü hem geleneksel Yahudi-Hıristiyan tanrcılığını, hem de tanrıtanımazlık öğretisini reddederek Tanrının
varlığı sorununu ortada birakan düşünürler için kullanmıştır. Terim daha sonra geriye götürülerek bütün bilinemezci ögretileri
kapsamıştır. Agnostisizm, tarihsel olarak bilimin denetiminden yoksun insan düşüncesinin düştüğü büyük yanılgılara bir tepki
olarak ortaya çıkmıştır.
BERTRAND RUSSELL: AGNOSTİK NEDİR?
Ünlü agnostik felsefeci Bertrand Russell'ın bir dizi soruyu cevaplandırdığı, orijinal ismiyle "What is an Agnostic?" başlıklı
bu makale, Amerikan LOOK dergisinin 3 Kasım 1953 tarihli sayısında yer almıştır. Yazının bazı bölümleri, agnostisizmden ziyade
Russell'ın kişisel görüşlerini yansıtmakla birlikte, genel olarak okuyuculara yararlı olabilir düşüncesiyle burada tüm
makaleye yer veriyoruz.
Agnostik nedir?
Bir agnostik, Tanrı ve dünya ötesi yaşam hakkında doğruyu bilmenin imkansız olduğunu düşünür. Asla bilinemez denmese de, şu
anda yaşadığımız zamanda bilinemez.
Agnostikler ateist midir?
Hayır. Bir ateistin görüşü, bir teistin görüşü ile benzer biçimdedir. Bir Hıristiyan, Tanrının varlığını bilebileceğimizi
düşünür, bir Ateist de Tanrının yokluğunu bilebileceğimizi düşünür. Agnostik ise bu konuda kesin bir yargıya varılması için
uygun zemin bulunmadığını söyler. Ancak aynı zamanda bir Agnostik, Tanrının varlığının -imkansız değilse bile- neredeyse
olasılıksız olduğunu, bu nedenle de dini uygulamalar yapmaya değmez olduğunu düşünebilir. Bu açıdan, ateizmden uzak sayılmaz.
Agnostiğin yaklaşımı, dikkatli bir filozofun antik yunan tanrılarına yaklaşımı gibi olabilir. Eğer benden, Zeus, Poseidon,
Hera ve tüm diğer Olimpos ahalisinin varolmadığını kanıtlamam istenseydi, kesin kanıtlar ararken sonuçsuz kalırdım. Ama bir
agnostik Hıristiyan tanrısının da, Olimpos tanrıları kadar olasılıksız olduğunu düşünülebilir, ve bu konuya yaklaşımı
açısından -pratikte- ateistlerle birdir.
Tanrı'nın emirlerini tanımadığınıza göre, davranışlarınıza rehberlik etmesi üzere hangi otoriteyi tanıyorsunuz?
Bir agnostik, dindar insanların tanıdığı anlamda herhangi bir otoriteyi tanımaz. İnsanın kendi yolunu düşünerek ve
sorgulayarak çizmesi gerektiğini düşünür. Elbette, diğer insanların aklından ve bilgisinden de yararlanır. Ancak kime
danışacağını kendisi seçer. Tanrının emirleri denilen olgular değişkendir. Örneğin İncilin bir bölümünde, dul bir kadının eski
eşinin kardeşiyle evlenemeyeceği yazar. Başka bir bölümünde ise evlenmek zorunda olduğu yazar. Tanrının emirlerini "tanımak"
bazen imkansız olabilir.
Neyin iyi neyin kötü olduğunu nasıl biliyorsunuz? Agnostik için günah nedir?
Agnostik, iyi ve kötü hakkında bir Hıristiyan kadar katı değildir. Örneğin geçmişte dindarların inandığı gibi, dini konularda
yönetimle ters düşenlerin cezalandırılması ve öldürülmesini onaylamaz. İşkenceye ve yargısız infaza karşıdır.
Günah kavramı kullanışlı değildir. Elbette davranışlar istenenler ve istenmeyenler olarak ikiye ayrılabilir. Bu nedenle de
istenmeyen davranışlara caydırıcı ve iyileştirici cezalar verilmesi gerekebilir. Ancak buradaki anlayış, suçlu bulunan kişiye
kin tutulması ve ona acı çektirilmesi değildir. Bu yanlış inanış, insanların, Cehennemin varlığını kabullenmek istemelerini
sağlamaktadır. Günah kavramının zararı buradadır.
Agnostik canı ne isterse yapan mıdır?
Bir açıdan bakılınca, Hayır; başkan bir açıdan bakılırsa, zaten herkes canı ne isterse yapabilmektedir. Örneğin birinden
öldürecek kadar nefret ediyorsunuz. Neden öldürmezsiniz? Dinen günah olduğu için mi? Ancak ortada bir istatistiki gerçek var
ki, agnostikler diğer insanlara oranla cinayete daha fazla eğilimli değiller! Hatta daha bile azdır. Agnostikler de, diğer
insanları cinayetten alıkoyan ortak korkulara sahipler. Bunların başında da yasal cezalandırma korkusu var. Yasaları bir
kenara koyarsak, suçun ortaya çıkması durumunda, diğer insanların nefret ettiği dışlanan bir birey olarak yalnızlaşma var.
Ayrıca vicdan ve sağduyu denilen bir olgu var. Öldürdüğünüz kişinin son saniyelerinin ve cesedinin, zihninizden silinmeyecek
kötü hatıraları var. Bu gerekçeleri sayarken elbette yasaların olduğu bir toplu yaşamdan bahsediyoruz. Seküler açıdan da, her
istenenin yapılmadığı, kurallı bir toplum yaratmak ve korumak gereklidir.
Öte yandan, dediğim gibi, her insan arzu ettiği biçimde yaşar. Her aklına geleni o anda yapana budala denir; bizi istediğimiz
bir şeyi yapmaktan alıkoyan, esasen başka bir şeyi daha fazla arzulamamızdır. Örneğin, topluma ters gelecek bir davranışta
bulunmak isteyen kişi, bunu gerçekleştirmez, çünkü arkadaşlarının, ailesinin ve toplumun saygısını kazanmayı daha fazla
istemektedir. Toplumun tepkisini umursamayan biri içinse, bu alandaki soyut ahlaki (dini) kurallar tek başına yeterince
yönlendirici olmayacaktır.
Agnostiğin İncil'e bakışı nasıldır?
İncilde ilahi bir kaynak yoktur; tarihi bir efsanedir. Agnostik açısından bu gibi ahlaki öğretilerin bazı bölümleri iyi
olabilir, ancak bazen de çok bozuktur. İncilden bazı alıntılarla, örneğin, savaş esnasında Samuel Saul'a sadece düşmanı değil,
onların koyunlarını ve sığırlarını da öldürmesini emretmiştir. Saul ise hayvanları öldürmemiştir. Bu nedenle onu kötülememiz
ve kınamamız bekleniyor. Veya, Elisha'nın kendisine gülen çocuklarını lanetlemesini, Tanrının da çocukları bu nedenle öldürmek
üzere iki ayı göndermesini takdirle karşılamamız bekleniyor.
Agnostiğin Meryem Ana, İsa ve Kutsal Ruh'a bakışı nasıldır?
Agnostik Tanrıya inanmadığı için, İsa'nın tanrı olduğuna inanması da beklenemez. Agnostikler, İsa'nın ahlaki öğretilerine
saygı duyarlar, ama bu saygı bazı diğer inanılan öğretilere olan saygıdan daha fazla değildir. Örneğin bazı insanlar, Buddha,
Socrates ve hatta Abraham Lincoln'ü, İsa kadar yüksek seviyede benimseyebilirler. Agnostik açıdan tüm bu kişilerin öğretileri
tartışmaya açıktır ve hiçbiri değişmez doğru değildir.
Meryem ve bakire doğum öğretisi, esasen pagan mitolojisinden alıntıdır ki orada bakire doğumlara çok rastlanır. Bu nedenle,
pagan öğretileri gibi, İsa'nın öğretilerinin de güvenilirliği ve inanılırlığı yoktur.
Bir agnostik, Hıristiyan olabilir mi?
Hıristiyan kelimesi farklı zamanlarda farklı anlamlara gelebilir. Yüzyıllardır, Hıristiyan, Tanrıya inanan ve İsa'nın tanrı
olduğuna inanan kişidir. Ancak Unitarian'lar da (Üniteryanizm: Teslis/Kutsal Üçleme'yi reddeden inanç) kendilerine Hıristiyan
diyorlar. Bugünlerde pek çok kişinin Tanrı anlayışı geçmiş dönemlerde olduğu kadar kesin değil. Pek çok insan için Tanrı bir
kişi veya bir üçleme değil, belirsiz bir güç.
Geçenlerde bir kitabımda, dünyada "sevgi, Hıristiyan sevgisi ve merhamet" ihtiyacı olduğunu belirtmiştim. Bu nedenle bazıları
benim dini düşüncelerimin değiştiğini zannettiler. Oysa, aynı yerde şunu belirtebilirdim. Hıristiyan derken, komşusunu seven,
merhamet sahibi, dünyadaki acımasızlıkların ve kötülüklerin bitmesini isteyen kişiden bahsediyorsak, o durumda bana da
Hıristiyan diyebilirsiniz. Hatta bu açıdan, Agnostikler içerisinde, Ortodoks'lardan daha fazla gerçek Hıristiyan
bulabilirsiniz! Ama, bana göre, bu tanımlama doğru olmaz. Diğer itirazlar bir yana, bu niteliklere sahip kişilere Hıristiyan
demek, Yahudilere, Budistlere, Müslümanlara ve diğer dinlerden kişilere karşı hata olur. Tarih göstermektedir ki, diğer
dinlerin öğretilerinde de, en az Hıristiyanlık kadar benzer ahlaki değerler bulunmaktadır.
Zaten Hıristiyan Tanrısının varlığına ve ölümsüzlüğe inanmak Hıristiyanlığın temelidir. Bu sebeple, bir Agnostik, Hıristiyan
olamaz ve ben de kendime Hıritiyan diyemem. Ama bunun dışında, Hıristiyanlığı saf bir ahlak sistemi olarak kullanırsak, o
zaman bir Agnostik, Hıristiyan da olabilir.
Agnostik, insanın ruhu olduğunu rededer mi?
Bu sorunun kesin bir anlam kazanması için, Ruh'un ne olduğunu tanımlamamız gerekir. Buradaki anlamı, sanırım, insan hayatı
boyunca (içinde) bulunan, ölümden sonra da sonsuza dek varolan bir tinsel, doğa üstü şey. Bu anlamıyla bir agnostiğin, insanın
ruhu olduğuna inanması pek muhtemel değildir. Öte yandan, bu Agnostiğin materyalist olmak zorunda olduğu anlamına gelmez.
Benim açımdan, ruh gibi, bedenin durumu da şüphelidir, ama bu şüphe metafiziğin karmaşık alanlarına giren uzun bir hikayedir.
Demeliyim ki, ruh ve beden, kesin varlıkları tanımlamaktan ziyade, kullandığımız sembollerdir.
Agnostik ölüm sonrası yaşam, Cennet ve Cehenneme inanır mı?
İnsanların, ölümden kurtulabildiği sorusunun cevabını bulmak için hangi kanıtlara bakılacağı önemlidir. Fiziksel araştırmalar
ile dinsel inançlar bu soruya farklı cevaplar vermektedir. Bir agnostik, ölüm sonrası hakkında bilgi sahibi olmak için
kanıtlara bakmalıdır, ve bence ölümden kaçılabileceğine inanmak için şu anda herhangi bir kanıt yoktur. Ama yeni kanıtlara
açığım.
Cennet ve Cehennem ise farklı bir konudur. Cehennem inancında, cezalandırmanın, caydırıcılık için değil, kin güdülerek
yapılmasının iyi bir şey olduğu inancı vardır. Buna agnostiklerin inanacağını zannetmiyorum. Cennet için de, dini açıdan ikna
edici tasvirler yapılsa da, agnostiklerin bunlara itibar edeceğini sanmıyorum.
Tanrıyı reddettiğiniz için cezalandırılmaktan hiç korkmuyor musunuz?
Neredeyse hiç. Ben zaten Zeus'u, Jupiter'i, Odin ve Brahma'yı da reddediyorum, ve bunlar bende hiç huzursuzluk yaratmıyor.
İnsanlığın çoğunluğunun Tanrıya inanmadığını görüyorum ve karşılığında hiçbir ceza almıyorlar. Bir tanrı olsaydı da, bence,
kendi varlığını sorgulayanlardan rahatsız olacak gibi bir kibir sahibi olmazdı.
Agnostikler doğadaki güzelliği ve uyumu nasıl açıklar?
Şu, doğada bulunan "güzellik" ve "uyum" nerededir bir türlü anlayamadım. Hayvanlar dünyasında, hayvanlar birbirlerini
acımasızca öldürürler. Çoğu ya vahşice ölür ya da açlıktan ölür. Kendi adıma, örneğin bir bağırsak solucanında, herhangi bir
güzellik veya uyum göremiyorum. Bu solucanın insanlara ceza olarak gönderildiği söylenmesin, zira hayvanlarda daha yaygın.
Veya, gökyüzündeki yıldızları ele alalım. Bilinmesi gerekir ki yıldızlar patlarken etraflarındaki şeylere de zarar verir ve
yokederler. Bu açıdan neyin "güzel" olduğu bakan kişiye bağlıdır.
Agnostikler dini mucizeleri ve Tanrının sınırsız gücünü nasıl açıklar?
Agnostikler, ortada doğa kanunlarını aykırı herhangi bir mucize kalıntısı veya kanıtı olduğunu düşünmezler. Bazı
hastalıkların, hastayı geçeceğine inandırarak iyileştiğini biliyoruz ve bu bir mucize değil. Bu açıdan, hastanın güvendiği ve
inandığı bir doktor da onu iyileştirebilir. Güneşi yerinden oynatmak gibi diğer mucizler ise tamamen efsanedir ve az veya çok
tüm dinlerde bu hikayeleri bulabilirsiniz. İncildeki bu iddialara değer vermek ile Homeros'un antik yunan tanrılarının
mucizelerini ciddiye almak arasında bir fark yoktur.
Dinin karşı çıktığı alçaklıklar ve zalimlikler vardır. Dini prensipler terkedilirse, insanlık kendini yok etmez mi?
Evet, tarihte alçaklıklar ve zalimlikler vardır, ama ben bunların hiç din tarafından engellendiğini görmedim. Aksine, bunları
kutsallaştıran ve insanların pişmanlık duymadan bunlara katılmasını sağlar din. Zulüm ve eziyet, Hıristiyan dünyasında çok sık
görülür. Bunu haklı gösteren de dogmatik inançlardır. Şefkat ve tolerans, ancak dogmaların yıkıldığı ölçüde vardır. Günümüzde
(1953), yeni bir dogmatik din, Komünizm, ortaya çıktı. Agnostik, bunun da dogmalaştırılmasına karşıdır. Bugün, komünizm
içindeki zulüm, geçmiş yüzyıllardaki Hıristiyanlık zulmünden farksızdır. Eğer bugün, Hıristiyanlık daha ılımlı bir hale
geldiyse, özgürce düşünenler sayesindedir. Böyle olmasaydı, bugün hala kafirlerin yakılmasının mazur görüldüğü bir dünyada
yaşardık. İnsanlık geçmişini tarafsızca inceleyen herkes, dinlerin engellediklerinden daha fazla acıya sebep oldukları
sonucuna varacaktır.
Agnostikler için hayatın anlamı nedir?
Başka bir soruya cevap vermek istiyorum: Hayatın anlamının anlamı nedir? Sanırım burada bahsedilen bir tür genel amaç. Bence,
hayatın bir tür genel amacı yok. Sadece yaşanıyor. Birey olarak insanların amaçları var ve bu amaçları terketmek için
agnostisizm bir gerekçe değil. Bu amaca ulaşılacağı kesin olmayabilir, ama bir askerin zafer kesinleşmeden savaşmayacağını
düşünmek saçma olur. Kendi amaçlarını cesaretlendirmek için dine ihtiyacı olan insan korkaktır.
Dini reddetmek, evliliği reddetmek ve zinaya yönelmek midir?
Burada tekrar, başka bir soruya bakmamız lazım. Evliliği savunan kişi, dünyadaki mutluluğu mu savunuyor, yoksa evliliği sadece
cennete gitmek için mi istiyor? Cennete gitmek için isteyen kişi, elbette agnostisizmde böyle olgular bulunmadığı için,
agnostisizmi erdemsizlikle suçlayacaktır. Ama onun erdem dediği şey, aslında cennet hayalleriyle dünyadaki mutluluğa vurulan
darbedir.
İlk önermeyi savunan, evliliği dünyevi argümanlar ile destekleyen kişi ise bu anlayışın agnostikler tarafından da
benimsenebileceğini düşünmelidir. Agnostiklerin cinsel ahlak konusunda kısıtlı ve sınırlı görüşleri yoktur. Ama çoğunun
görüşü, kontrolsüz ve ölçüsüz cinsel isteğe göz yummanın doğru olmadığı biçimindedir. Elbette bu görüşe, sözde kutsal
emirlerden değil, dünya ile ilgili akıl yürüterek ulaşırlar.
Sadece akıl yürütmeye inanmak tehlikeli değil midir? İnsan aklı, kutsal emirler olmadan yetersiz ve noksan değil midir?
Aklı başında hiçkimse, ve tabi bir agnostik, akıl yürütmeye "inanmaz". Akıl yürütme süreci, gözlemlenen olguların toplanıp
değerlendirilmesidir. Tanrının varlığı ve dünya ötesi yaşam hakkında düşünürken de, yakında ay tutulması olup olmayacağını
düşünürken de aynı mantık güdülür.
Tüm dinlere, batıl inanç ve dogma olarak mı bakıyorsunuz? Mevcut dinlerden hangilerine saygı duyarsınız ve neden?
Büyük nüfuslara etki eden tüm dinlerde az yada çok dogma vardır ama "din" kelimesinin anlamı çok net değildir. Örneğin
Konfüçyanizm, bir din olarak değerlendirebilir ama dogma içermez. Hıristiyanlığın liberal yorumlarında da dogma oranı çok
düşüktür. Tarhiteki dinler arasında Budizmi tercih ederim, çünkü zulüm ve eziyete en az yer veren dindir.
Agnostisizm gibi Komünizm de dine karşıdır, Agnostikler Komünist midir?
Komünizm dine karşı değildir. Hıristiyanlığa karşıdır, ama İslam da Hıristiyanlığa karşıdır. Komünizm, en azından Sovyet
yönetim tarafındna savunulduğu haliyle şiddet içeren yeni bir dogmatik sistemdir. Buna da elbette Agnostikler karşı
duracaktır.
Agnostiklere göre din ve bilim barışamaz mı?
Bu sorunun cevabı neyin "din" olduğuna bağlıdır. Bir etikler sistemi olarak bilimsel açıdan kabul görebilir. Ama eğer dogmalar
ve sorgulanamaz gerçeklerden bahsediyorsak, o durumda bilimle uyuşması mümkün değildir.
Sizi tanrının varlığına nasıl bir kanıt ikna edebilir?
Belki, önümüzdeki 24 saatte olacak herşeyi bir ses bana gökten söylese, hiç olmayacak olaylar da dahil olmak üzere hepsi
gerçekleşse, o zaman en azından insanüstü bir zekanın varlığına ikna olurum. Buna benzer başka örnekler de verebilirim, ama
bugüne kadar böyle birşeyin olduğuna dair hiçbir kanıt yok.
kardeş inanki bu kadar uzun metni arkadaşların çoğunluğu okumuyordur...burada anlatılmak istenenin özetini yazsan bence daha faydalı olur ... selametle kal
Katılma Tarihi: 04 ocak 2007 Yer: Turkiye Gönderilenler: 78
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
Selamlar
Vicdan ve İde(Cimri bencil dürtülerimiz cinsellik korunma güven v.s) doğuştan tüm insanlarda vardır.
Eğitim söz dinlemek Ademe secde=itaati olmayan insan iblisleşir.Vicdanı körelir=kalbi mühürlenir.Ademe itaat eden melekleşir.Vicdan büyüğr parlaklaşır.Nuru insanın yüzüne vurur.
Eğitimden kuru bilgi katedilirse o kişi bir kitap yüklü eşektir.Hepsi bu .Başı da bu sonu da bu.
Vicdan ve İde(Cimri bencil dürtülerimiz cinsellik korunma güven v.s) doğuştan tüm
insanlarda vardır.
Eğitim söz dinlemek Ademe secde=itaati olmayan insan iblisleşir.Vicdanı körelir=kalbi
mühürlenir.Ademe itaat eden melekleşir.Vicdan büyüğr parlaklaşır.Nuru insanın yüzüne
vurur.
Eğitimden kuru bilgi katedilirse o kişi bir kitap yüklü eşektir.Hepsi bu .Başı da bu
sonu da bu.
selam,
Çok güzel ifade etmişsiniz hakkadoğru...
ancak ademe secde=itaat...ademe adem mi itaat etmeli yoksa onun erdemleri karşısında
ateş,su,toprak, hava gibi "melek"ler mi?
kitap yüklü eşekler kur'anda verilmiş çok güzel bir misal ve ifade...
sevgiler...
__________________ Demek ki,gerçekten zorlukla beraber kolaylık da vardır,ŞERH-5
Katılma Tarihi: 04 ocak 2007 Yer: Turkiye Gönderilenler: 78
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
Selam
Melek kavramına akıl hafıza muhakeme girdiği gibi karşıdaki insanda olan olan aynı güçlerde melektir.Adem idesini yenen kontrolunu ele alan vicdanın yön verdiği temiz akla sahip olandır.Adem böyle iken ona yasak ağaca meyletebileceğini bilerek itaat gerekir.Ademin söylediğini düşünüp akıl sonra vicdanla kabul ve imza ederiz.Körükörüne itaat değil bu.Güdülmek değil dinleyip itaat.
Ateş hava v.s onlardaki kanunlarda melek.O kanunlar temiz akıl sahiplerine itaat etmiyor mu?Başkasına itaat ediyor mu?
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme Sizin yetkiniz yok forumda konu silme Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme Sizin yetkiniz yok forumda anket açma Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma