Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.
Yunus Suresi 105
Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.
Enam Suresi 79
İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.
Ali İmran Suresi 67
Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.
Nahl Suresi 123
De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.
Ali İmran Suresi 95
Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.
Katılma Tarihi: 06 temmuz 2005 Yer: Turkiye Gönderilenler: 96
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
Pasif iyi, aktif kötünün teşvikçisidir
Mustafa İSLAMOĞLU
Dünyanın
her yanında iyiler kıt değil. Aksine iyilerin sayısı küçümsenmeyecek
bir yekûn tutar. Zira insan özünde iyi bir varlık.
Fakat asıl kıt olan “aktif
iyi”ler. Çünkü iyilerin çoğu “pasif iyi”. Aktif iyiler iyilerin içinde
devede kulak değil. Pasif iyileri “kendine iyi” olarak da
tanımlayabiliriz. Pasif oldukları için iyiliği yaymak gibi bir dertleri
yok. Böyle bir dertleri olmadığı için de iyiliğin çoğalmasına katkıda
bulunmuyorlar.
Dahası, kötüler aktif
iyilerden rahatsız oldukları halde pasif iyilerden rahatsız olmuyorlar.
Hatta bırakın rahatsız olmayı, onlardan hoşnut ve razılar. Çünkü pasif
iyiler kötülerin kötülüğüne ses çıkarmıyorlar. Onların kötülüğü
yaymalarına aldırmıyorlar. Onların kötü olmasından rahatsızlık
duymuyorlar.
Pasif iyilerin göz ardı
ettikleri bir gerçek var: İyiliğin pasif olduğu her yerde, kötülük
kendiliğinden aktif hale geliyor. Bu kötülüğün tabiatı icabıdır.
Kötülük karanlık gibidir. Bizatihi var değildir. Aydınlığın yokluğu
halidir. Demek ki, iyiler sönük veya patlak lamba gibi değil, ışık
veren açık bir lamba gibi olmalıdır.
İlk inen vahiylerden olan
Müddessir suresi, daha yeni risalet görevini üstlenmiş olan Hz.
Peygamber'i inşa eden surelerin başında gelir. Bu surenin giriş ayeti,
“bilkuvve/potansiyel” iyiliği “bilfiil/kinatize” hale getirmeyi
amaçlar. Onun için de ilk muhatabına yekten seslenir:
“Ey yatan kişi, kalk ve uyar!”
Bunun açılımı şudur:
“Ey yatan iyi! Yatan iyi iyi değildir! Kalk ve uyar! Yani, pasif halden aktif hale geç ve iyiliği yay!
Bu emri alan Hz. Peygamber,
emrin gereğini yapmak için kalkmış ve iyiliği de ayağa kaldırma
çabasına girişmiştir. İşte ne olmuşsa ondan sonra olmuş, o güne kadar
Kureyş'in en güvenilir, en akıllı, en barışçıl insanı, birden bire
“yalancı”, “deli”, “bozguncu” oluvermiştir. Önceki hayatında ona
ilişmeyi aklından dahi geçirmeyenler, o “aktif iyi” haline gelince
varlığını ortadan kaldırmak için sıraya girmişlerdir.
Neden?
Nedeni açıktır. Zira vahiy,
pasif iyiyi aktif hale getirmiştir. Yatan iyiyi ayağa kaldırmış, sokağa
çıkarmıştır. Sönük lambaya bitimsiz bir enerji vererek, onu bütün bir
cihanı aydınlatan güçlü ışık kaynağı kılmıştır.
Dünyanın en munis, en sakin,
en kendi halinde, en halim-selim insanını yeniden inşa etmiş, onu
insanlığın en büyük iman hamlelerinden birini başlatan bir insanlık
önderine dönüştürmüştür.
Bu vahyin en büyük mucizesi, hak sözün gücüdür.
Soruyorum kendi kendime: İyilerin tümünün pasif olduğu bir dünyada iyilik yaşar mıydı?
Cevabım “asla” oluyor. Zira
dünyanın en kötüleri bile anasından kötü doğmaz. Fıtrat iyi üzerine
formatlanmıştır. Hazreti insan, en iyidir. En iyi bozulunca en kötü
olur. Canavarlaşan, dünyayı çirkinleştiren, insanlığın yüz karaları da
başında “iyi” idiler.
İşte bu yüzden iyilerin
tümünün pasif olduğu bir dünya kötülerin dünyası olurdu. Her çağda
Allah'ın rahmet ve merhametinin bir eseri olan aktif iyiler olmasaydı,
öylesi bir dünyada kötülük iyiliğe yer bırakmaz, pasif iyiler
pasifliklerinin cezasını aktif kötülerin elleriyle yok edilerek
çekerlerdi.
Tüm peygamberler peygamber
olmadan önce en azından pasif iyi idiler. Allah peygamberlik kurumunu,
insanlığın fıtratına yerleştirdiği bilkuvve iyiliği bilfiil hale
getirmek için ihdas etti. İki hal arasındaki farkı bu müessese ve
insanlığın ufuk şahsiyetleri olan peygamberler eliyle gösterdi. Fetret
dönemlerine de, iyilerin pasif olduğu bir dünyada insanın nasıl ıslah
edici olmaktan çıkıp ifsat edici olduğunu görmemiz için izin verdi.
Kur'an, el-Emr bi'l-ma'ruf
ve'n-nehy ani'l-münker'i (iyiliği yaygınlaştırıp kötülüğü önlemeye
çalışmak) işte bunun için farz kıldı.
İşbu nedenle, aktif iyilerin
olmadığı bir dünyanın geleceği korkunç noktayı hayal bile edemiyorum.
Böyle bir dünya gerçekten yaşanılabilir bir dünya olmazdı. Böyle bir
dünyada iyilik Zümrüdüanka olur Kaf dağına giderdi. Böyle bir dünya
kendi kendini imha eden bir dünya olurdu.
Sözün özü şu: Yatan iyi olmak
yetmez. Pasif iyi iyi değildir. Zira her pasif iyi, aktif kötünün
teşvikçisidir. Kötüleri kötülüğe yüreklendiren kendileri gibilerden
daha çok, pasif iyilerdir. Onlar iyiliği özneleştirmeyip
nesneleştirmenin cezasını, bir müddet sonra sessiz kaldıkları kötüler
tarafından yok edilmekle çekerler. Bu yok edilme varlıklarını ortadan
kaldırma biçiminde değil, onlardaki zaten pasif duran iyiliği de
kurutma biçiminde olur.
En yaman çelişkilerden biri de ne, biliyor musunuz: Pasif iyilerin aktif kötülerden şikayet etmeye kalkması?
Doğrudur: Pasif iyi aktif kötünün teşvikçisidir. Bu da
şu demektir: Pasif iyilerin varlığından iyilikten daha çok kötülük kazançlı
çıkmaktadır. Yani pasif iyiler, istemeden de olsa, aktif kötülerin teşvik primi
olmaktadırlar. Sonuçta pasif iyinin varlığı iyiliği çoğaltacağı yerde, dolaylı
yoldan kötülüğü çoğaltmaktadır. Bunu önlemenin en iyi yolu pasif iyiyi aktif iyi
haline getirmektir.
Soru şu: Peki, pasif iyiyi aktif iyi haline getirmenin yolu nedir?
Cevap kısa: Sorumluluk ahlakı.
Buradan şu sonuç çıkmakta: İyilerin pasifliği, sorumluluk bilincinin
yetersizliğinden veya yokluğundan kaynaklanmaktadır. Bu da bir tür
sorumsuzluktur. Demek ki pasif iyiyi “sorumsuz iyi” olarak da niteleyebiliriz.
İyi birinden bahsedildiğinde “İyi, ama iyiliği kendine” demekle, “İyi, ama
sorumsuz” demek aynı kapıya çıkmaktadır.
İnsan sorumlulukla doğar. Pavlusyen Hıristiyanlık'ta, sorumluluğun yerini
“orijinal günah” almıştır. Bu da “hasbi ahlak”ın yerini “hesaplı ahlak”ın
almasına neden olmuştur. Bu, sömürgecilik, soykırım, asimilasyon, ötekini
şeytanlaştırma gibi kötülüklerin neden Batı'da ortaya çıktığını açıklayabilir.
İnsanlığın değişmez değerlerinin öbür adı olan İslam, insanlığın son
çevriminde Kur'an vahyinde tezahür etmiştir. Kur'an vahyinin en temel
kavramlarından biri de “takva”dır.
Takva'nın tam olarak ne demeye geldiğini anlamak için, ilahi vahyin
kullandığı dilin kavramlarına ne muamele yaptığını bilmek lazım.
Kur'an vahyi, kendini ifşa ettiği Arap dilinin kelime ve kavramları üzerinde
üç tür tasarrufta bulunmuştur. Birincisi, kelimeyi mevcut anlamından tamamen
soyutlayarak onun içini yeniden doldurmuştur. Bu türden tasarruf yaptığı
kelimeleri genellikle kavramlaştırmıştır. İkincisi, kelimeyi mütedavel
anlamından tamamen koparmadan onun anlamını daraltmış veya genişletmiştir.
Üçüncüsü, kelimeyi aynen kullanmıştır. Bu üçüncü türe genellikle kavramlaşmamış
olan sıradan kelimeler girmektedirler.
Takva, vahyin birinci türden tasarrufta bulunduğu kelimeler arasına
girmektedir.
Takva, Muhammedi davet öncesinde “maddi” bir nitelik arzetmektedir.
Erdemlerle alakalı bir bağlamda kullanılmamaktadır. Hatta lafzi anlamda
kullanıldığı bir rivayete rastlamaktayız. Sözün sahibi sahabi, savaşlarda
Rasulullah'ın ardına sığınarak korunduklarını ifade sadedinde “İttekayna
bi-rasulillah” demektedir.
Kur'an vahyinin inşa ettiği dünyada takva kavramının işgal ettiği merkezi
yeri cahiliyye döneminde “muruet” (mürüvvet) kavramı işgal ediyordu. Takva'ya
“kişinin korktuğundan korunması” anlamı yüklemek kavramı tam karşılamıyor.
Kavramı semantik bir tahlile tabi tutan Japon alimi Toshihiko İzutsu, bu kavram
için “Sorumluluk bilinci” karşılığını öneriyordu. Benzer anlamı daha sonra
Fazlur Rahman da önerecekti. Ne ki bu anlam Türkiye'de merhum Muhammed Esed'le
yaygınlık kazandığı için hep ona mal edildi.
Merhum İzutsu, işin hakkını vererek yaptığı semantik tahliller sonucu tam
isabet kaydetmişti. Takva, gerçekten de “sorumluluk bilinci” anlamına
kullanılıyordu.
Neye karşı sorumluluk bilinci?
Tüm varlığa. Sorumluluğun en büyüğü varlığın zirvesi Allah'a karşı duyulan
sorumluluk bilinciydi. Kur'an kavramı asıl bu anlamda kullanıyordu. Zira insan
sorumluluk ahlakıyla hareket edecekse, bu ahlakın aşkın bir referansı olmalıydı.
Bu da Allah idi. Diğer tüm varlıklara karşı duyulan sorumluluk, temelde Allah'a
karşı duyulan sorumluluğun uzantısıydı.
İnsan, bizzat var oluşu dâhil, sahip olduğu her şeyi Allah'a borçlu olarak
doğar. Zaten “borç” anlamındaki “deyn”den türetilen din ve dindarlık da
borçluluk bilincinden başkası değildir. Allah'a borçlu olmanın bilincine
varmanın sonucu, O'na bu borcu ödemek değildir. Zira bu mümkün değildir. Zaten O
da kullarından bunu beklememektedir. Beklediği “emanete sadakat”tir. Emanete
sadakat ise, sorumluluk bilinciyle hareket etmeyi gerekli kılar.
Bakara suresinin girişindeki “Kaynağı hakkında hiçbir şüpheye mahal
bulunmayan bu kitap muttakiler için bir hidayettir” ayeti, takvanın hidayetin
temelinde yer aldığını gösterir. Yani, hidayet takvayı değil, takva hidayeti
getirir.
Biliyorum soracaksınız; hidayetten önceki takva da ne ola ki?
O ahlaktır; “sorumluluk ahlakı”. Tıpkı “sen bundan önce kitap nedir iman
nedir bilmezdin” denilen Hz. Peygamber'e “sen muhteşem bir ahlaka sahipsin”
denilmesi gibi. İbadet, iman, teslimiyet hep hidayetten sonraki kavramlar. Ama
takva hidayetten öncesini de kapsıyor. Yani sorumluluk kişiyi iman dairesine
yaklaştırırken, sorumsuzluk kişiyi o daireden çıkarabiliyor.
İşte bunun için iyi olmak yetmiyor. Eğer aktif iyi değilse, iyi olmanın
sorumluluğunu kuşanmamış demektir.
__________________ "Bir kavme olan kininiz sizi adaletten ayırmasın.."
Katılma Tarihi: 06 temmuz 2005 Yer: Turkiye Gönderilenler: 96
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
Selam
"Pasif iyilerin varlığından iyilikten daha çok kötülük kazançlı çıkmaktadır. Yani pasif iyiler, istemeden de olsa, aktif kötülerin teşvik primi olmaktadırlar. Sonuçta pasif iyinin varlığı iyiliği çoğaltacağı yerde, dolaylı yoldan kötülüğü çoğaltmaktadır. Bunu önlemenin en iyi yolu pasif iyiyi aktif iyi haline getirmektir"
adalet dedi
Çok doğru bir tespit.
Zaten bu kitaba göre pasif iyilere Allah iyi demiiyor. Bu kitaptaki iyilik kavramı ve "iyiler" e baktığımızda bir aktivite, duyarlılık, sorumluluk olduğunu görüyoruz.
Ki pasif iyi olduğunu kabul etsek de bu zamanla ya aktif ya da daha pasif olmaya doğru yönlenmek zorunda kalcaktır. Çünkü Allah önüne seçimler suncaktır. Hiç bir kiimsa uzun sğre o noktasnda duramaz. Ya eksi ya da artı yönüne gitmesi uzun zaman almaz.
Gerçek iyilik dürütçe yaşamaktır, duyarlı ve sorumlu o9lmaktır. Bunun için de Allah'lı bir din yaşamak yani ahlaklı olarak dinini yaşamak gerekir.
Kuran iyilik konusunda şu ayetler yer alır..
2/177. Yüzlerinizi doğu veya batı yönüne çevirmeniz iyilik değildir. Ama iyilik, Allah'ya, ahiret gününe, meleklere, kitaba ve peygamberlere inanan; mala olan sevgisine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, isteyip dilenene ve kölelere (özgürlükleri için) veren; namazı dosdoğru kılan, zekatı veren ve ahidleştileştiklerinde ahidlerine vefa gösterenler ile zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenler(in tutum ve davranışlarıdır). İşte bunlar, doğru olanlardır ve müttaki olanlar da bunlardır.
2/195. Allah yolunda infak edin ve kendinizi kendi ellerinizle tehlikeye atmayın. İyilik edin. Kuşkusuz Allah iyilik edenleri sever.
4/62. Öyleyse, nasıl olur da, kendi ellerinin sundukları sonucu, onlara bir musibet İsabet eder, sonra sana gelerek : "Kuşkusuz, biz iyilikten ve uzlaştırmaktan başka bir şey istemedik" diye Allah'ya yemin ederler?
5/85. Böylelikle Allah, dediklerine karşılık olarak içinde ebedi kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler verdi. Bu, iyilik yapanların karşılığıdır.
11/114. Gündüzün iki tarafında ve gecenin (gündüze) yakın saatlerinde namazı kıl. Şüphesiz iyilikler, kötülükleri giderir. Bu, öğüt alanlara bir öğüttür.
11/115. Ve sabret. Gerçekten Allah, iyilik yapanların ecrini kaybetmez.
13/22. Ve onlar rablerinin yüzünü (hoşnutluğunu) isteyerek sabrederler, namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine rızık olarak verdiklerimizden gizli ve açık infak ederler ve kötülüğü iyilikle savarlar. İşte onlar, bu yurdun (dünyanın güzel) sonucu (ahiret mutluluğu) onlar içindir.
17/7. Eğer iyilik ederseniz kendinize iyilik etmiş olursunuz ve eğer kötülük ederseniz o da (kendi) aleyhinizedir. Sonunda vaad geldiği zaman, (yine öyle kullar göndeririz ki) yüzlerinizi 'kötü duruma soksunlar', birincisinde ona girdikleri gibi mescid (Kudüs)e girsinler ve ele geçirdiklerini 'darmadağın edip mahvetsinler'.
74/5. Pislikten kaçınıp-uzaklaş.
74/6. Daha çok istekte bulunmak için iyilik yapma.
Ayetlerinde görüldüğü gibi iyilik aktif olmayı ve Allah'ı hesaba katmayı gerektiriyor.
Ayrıca ben iyiyim, niyetim iyi diyerek de işin içinden çıkmayacakalrı da çok açıktır.
Ayrıca iyilik yaparken bunun hesaplı bir iyilik değil inanarak yapılan karşılık beklemeden yapılan bir iyilik olması gerektiği ortadadır.
Kısacası iyilik kvramının içinde Allah bilinci olması gerektiği ve bu bilincin de sorumluluk ve ahlakı kendiliğinden getirdiğini görüyoruz.
Selam ile
__________________ Allah temiz akıl sahiplerini sever!
Aktif olmadığına göre iyin ve iyilerin yanında, kötü ve kötülüklerin karşısında olmayan.
Yani aslında kötü değil, iyi de değil. Negatif değil, pozitif de değil; tam anlamıyla nötr. Sıfır noktasında... Suya sabuna dokunmayan cinsten...
İnsan böyle bir durumda ne kadar kalabilir ki? İyi olmak ve iyi olanlara destek olmak yönünde aktifleşmedikçe ister istemez zamanla kötülüğe yaklaşacak, kötülük yönünde aktifleşecektir.
Çünkü Allah bir insanı nötr durumunda uzun süre tutmaz. Allah'ın insanları denemelerden geçirmesi zaten bunun içindir. Öyle olaylar, öyle durumlar getirir ki insanın önüne, insan iyi veya kötüden birini seçmek, birinde aktifleşmek zorunda kalır.
Özet olarak, aslında pasif iyiler, aktif kötü adaylarıdır.
Güzel bir konuya değinmişsiniz erdemli, teşekkür ederim.
Selamlar. Konu ile ilgili bu ayet yeterli sanıyorum:
94:7 O halde,bir iş ve oluştan boşalır boşalmaz yeni bir işe koyulup yorul!
Saygılar.Sevgiler.
__________________ Dinin bakış açısına göre,tüm bu fantastik harikulade evren,tüm bu karmakarışık şeyler, ancak, Tanrı’nın, insanların iyi ve kötü için çabasını gözlediği bir sahnedir.. Bu sahne,bu oyun için çok büyük!
Frankfurt'ta bir ağabeyim var. Marlboro
içenlere çok kızıyor. Çünkü Phillip Morris, milleti Marlboro'ya müptela
etmek için kurduğu kimyasal tezgâhı ifşâ eden bir elemanının ocağını
söndürmüş. İşten atması yetmezmiş gibi başka yerde iş bulmasını da
engellemiş; üstelik tazminat dâvâlarıyla donuna kadar soymuş ve
ailesinin dağılmasına sebep olmuş. "Adamı yapayalnız ve çırılçıplak
ortada bıraktılar. Karısı bile çekip gitti" diyor ağabeyim, "Her şey
bir yana; sırf o adam için dahî Marlboro'ya tavır koymamız icap eder."
Özel TV kanallarını izleyenlere de çok kızıyor
ağabeyim. Çünkü "rating", dolayısıyla reklâm, dolayısıyla paradan başka
kutsalı olmayan bu kanallar insanların en aşağılık duygularına hitap
ediyormuş. Ayrıca, bir buçuk saatlik bir filmi seyretmek için reklâmlar
yüzünden iki buçuk saat ekran karşısında oturmak zorunda kalmak da
kabul edilir şey değilmiş. "İnsanların içlerindeki canavarı harekete
geçiriyorlar, şiddete teşvik ediyorlar, cinselliği sömürüyor ve
kirletiyorlar, kolay yoldan para kazanma hırsını kamçılıyorlar; para
uğruna insanlık ırkının yozlaşmasına hizmet ediyorlar" diyor, "Bu
iğrenç çarkın dönmesine katkıda bulunmamalıyız."
* * *
Bir kişinin Marlboro içmemesi, Phillip
Morris'i yıkmaz. Özel TV kanalları da bir kişinin boykotuyla
yıkılmazlar. O halde ağabeyim akıntıya kürek mi çekiyor? Beyhude bir
gayret mi sarf ediyor? Abesle iştigal mi ediyor?
Kölelik kurumunu muhafaza ettiği ve Meksika'ya
haksız yere savaş açtığı için Amerikan hükümetine vergi ödemeyi
reddeden Henry David Thoreau'ya şöyle diyorlardı: "Gerçekçi ol. Bu
eylemin hiç bir faydası yok. Üç-beş dolarlık vergini ödememen Amerikan
hükümetini sarsmaz. Boş yere kodesi boylayacaksın. Gel vazgeç bu
donkişotluktan. Ezici çoğunluğun karşısında tek başına duramazsın" gibi
fevkalade rasyonel argümanlarla aklı selime davet ediyorlardı O'nu. Ve
Thoreau onlara gülüp geçiyordu. Hakikatsiz çoğunluk umurunda bile
değildi. "Ben tek kişilik çoğunluğum, hepinize bedelim" diyordu, "Çünkü
Tanrı benimle."
Thoreau öleli neredeyse 140 yıl oluyor. Onu
keriz yerine koyanlar çoktan silinip gitti, fakat Hindistan'ın
bağımsızlığına ve ABD'deki ırkçı yasaların kalkmasına yol açan "Sivil
İtaatsizlik"in babası bir sembol olarak yaşamaya devam ediyor.
Thoreau da unutulabilirdi tabii. Fakat bu, yaptıklarını boşa çıkarmazdı.
* * *
Thoreau ve ağabeyim, "sıradan insan"a şöyle sesleniyorlar âdeta:
Zannettiğin kadar önemsiz değilsin. Âlemlerin
Rabbi seni ve her hareketini önemsiyor. En ufak bir jestin bile geçiyor
kayıtlara. Hiç bir şey, ama hiç bir şey boşuna değil. Dünyayı
değiştiremiyorum diye üzülme. Kendini gerçekleştirdiğin anda dünyanın
değiştiğini fark edeceksin. Hiç bir işin üstesinden gelemiyorum diye de
yiyip bitirme kendini. Unutma ki sen seferle mükellefsin, zaferle değil.
"Allah bize yeter. O ne güzel bir dost ve ne güzel bir yardımcıdır."
__________________ "Bir kavme olan kininiz sizi adaletten ayırmasın.."
Sivil itaatsizlik (ingilizce: Civil disobedience),
Sivil yönetim tarafından uygulanan yasaların özüne uyarak yasalara
riayet etmeme, karşı koyma anlamına gelmektedir. Bireysel bir tutum
şeklinde olabileceği gibi zamanla toplumsal karakter de gösterebilir.
Devlet aygıtının kuramsal anlamda yurttaşların rızası üzerinde
kurulmuş olması, itaati meşrulaştırmaktadır. Ancak yönetimin yasaları
uygulayışı aşamasında, yönetsel aygıtlara yurttaş tarafından müdahalenin
mümkün olup olmaması noktasında tartışmalar mevcuttur.
Sivil itaatsizlik, fikrin babalığını Amerikalı yazar Henry David Thoreau'nun yaptığı aktivizm yöntemidir. Sivil İtaatsizlik adlı makalesi kavramın çıkış noktasıdır. Mahatma Gandhi, Rosa Parks ve Paul Lafargue'nin farklı bakış açıları ve farklı siyasi perspektiflerle dile getirdikleri sivil itaatsizlik ya da pasif direniş; "yönetim
siyasetinin ya da yasaların değişmesini isteyen, aleni, şiddetsiz,
vicdani, fakat aynı zamanda siyasi olan, yasa dışı bir eylemdir."[1] Pasif direnişe atıfla bir başka tanımda ise sivil itaatsizlik; "Hukuk
devleti idesinin içerdiği üstün değerler uğruna, kamuya açık ve yasaya
aykırı olarak gerçekleştirilen, bu sırada üçüncü kişilerin daha üstün
bir hakkını çiğnemeyen, barışçıl bir protesto eylemidir."[2]
Bu tanımlarla beraber kendisini yurttaş olarak addeden bireyin
yasalar çerçevesinde uygulanan siyasa hakkındaki görüşlerini yine
hukuksal bir çerçevede ahlaki ve içsel kaygılarla dile getirme, harekete
dökme yöntemidir. Bu eylem şeklinde, eylemin neticelerini bilme, tahmin
etme ve neticesine rıza gösterme mevcut olabilir. Bu sessiz görüş
bildirme yöntemi toplumsal, aleni ve şiddet meyillisi değildir. Kavram,
düşünce özgürlüğünü, düşünceyi ifade özgürlüğünü ve örgütlenme
özgürlüğünü bünyesinde barındırır. Eylem olarak şiddetten uzak olma,
hareketi aktif direnmeden uzaklaştırıp pasif direnmeye
yaklaştırmaktadır.
Bazı Sivil İtaatsizlik Olayları
Almanya
1. Atom enerjisi santrali kurulması amacıyla yapılan, ormandan yer açma
çalışmalarının engellenmesi ve Whyl’de ilk alan işgali. (18-20/02/1975)
2. Elektrik parasının atom enerjisinden elde edilen kısmının ödenmemesi için çağrı. (19/02/1977)
3. Balıkçıların, kimyasal maddelerden zarar görmüş balıkları Bayer’in kapıcı odasına doldurmaları. (13/10/1980)
4. Yeni atom silahlarının yerleştirilmesini protesto etmek amacıyla,
metro istasyonlarındaki imdat frenlerinin aynı anda çekilmesi.
(19/02/1977) Amerika
5. Belediyenin otobüslere koyduğu ırklara göre oturma düzeninin çiğnenmesi. (01/12/1955)
6. Irk ayırımı yapan güney eyaletlerine, siyah ve beyazların birlikte oturdukları otobüslerle özgürlük seyahati. (28/05/1961)
7. Vietnam savaşını protesto etmek amacıyla, askerlik dairesinin önünde oturma eylemi. (17/10/1967)
8. Greenpeace’in, Nevada çölünde Yaka Flat atom silahları deneme bölgesine girmesi. (16-19/04/1983)
Avusturya
9. Liman yapımı çalışmaları için gerekli ağaç kesimini engellemek için ağaçlara sarılmak. (29/10/1983)
10.Greenpeace’in, enerji santralının zararlı maddeler yaymasını protesto etmek amacıyla santralın bacasını işgali. (02/04/1984)
11.Askeri bir merasim geçişinin, oturma eylemi ile engellenmesi. (26/10/1985)
Fransa
12.Mururoa’daki nükleer denemeleri protesto amacıyla, 1966’dan beri vergi ödemekten kaçınma.
13.Greenpeace’in, Mururoa’daki nükleer denemeleri protesto amacıyla yaptıkları.
İngiltere
14.“Operation Gandhi” adlı grubun Savunma Bakanlığı’nın girişinde yaptıkları oturma eylemi. (11/01/1952)
15.Greenpeace’in, eylem gemisi “Sirius” tarafından İngiliz nükleer
artıklarının Atlantik okyanusunda suya bırakılmasının engellenmesi.
(1978)
16.Silah sergisinin önünde insandan halı yapılması.
İtalya
17.İşsizliği protesto amacıyla, yasadışı ve kendiliğinden yol yapımına
başlanması. “Tersine Grev” olarak adlandırılmaktadır. (Sicilya 1956)
18.Silahlanma harcamalarını protesto amacıyla vergi boykotu. (05/01/1986)
Japonya
19.Greenpeace’in, 15 metrelik lastik balinasıyla Japon balina avlama gemilerinin okyanusa açılmalarını engellemesi. (21/12/1987)
Türkiye’de Sivil İtaatsizlik Örnekleri
Ülkemizde yapılan birkaç sivil itaatsizlik örneğini belirtmek istiyorum.
20.03 Ocak 1991 tarihli genel işçi direnişi, şiddetsiz ve yasaya aykırı
bir sivil itaatsizlik örneği olarak verilebilir. Bu eylem bir ücret
artışı isteminden çok, 12 Eylül hareketiyle kısıtlanmış olan temel hak
ve özgürlükler rejminin düzeltilmesi amacına yönelmiş olmasıyla dikkati
çekmektedir.
21.11 Nisan 1993 tarihinde adliye çalışanları tarafından yapılan eylem,
özlük haklarının korunması ve adli mekanizmanın aksıyan yönlerinin bir
an önce düzeltilmesi amacını taşımaktaydı.
22.Bir başka tipik olay, özel radyo ve televizyon yayınlarının yasayla
düzenlenmesinden önce yaşanan, yasa dışı yayın ve protesto eylemleridir.
Bu hareket “Konuşan Türkiye” sloganıyla bir düşünce ve ifade özgürlüğü
istemine dönüşmüştür.
Aynı şekilde, çevrenin, doğal varlıkların ve tarihi eserlerimizin
korunması konusunda hassas bir kamuoyunun, bu konuda gayret gösteren
demokratik kitle örgütlerince oluşturulduğunu görmekteyiz.
VI. Sonuç
Yukarıda, hukukun “Adalet”, “Toplumsal İhtiyaçların Karşılanması” ve
“Düzen” olmak üzere üç fonksiyonu bulunduğu belirtilerek, bu üç
fonksiyon arasındaki çatışkıya özellikle değinilmişti. Sivil
itaatsizliğe ilişkin problemler, hukukun düzen fonksiyonu ile adalet
fonksiyonu arasında çıkmaktadır. Her iki fonksiyon da gerek hukuk
uygulayıcıları (yetkili makamlar) ve gerekse hukukun süjesi olan kişiler
açısından tartışılabilen, önemli problemleri gündeme getirmektedir.
İnsan onurunun ve onurlu yaşama hakkının kabulü, bizi zorunlu olarak,
“adaletle davranmayan yasa koyucuya karşı çıkma hakkıyla” donatmaktadır.
Bir sistemden bahsederken, sözkonusu sistemin çoğulcu demokratik bir
hukuk sistemi olduğu öngörüsünden hareket ediyoruz. Çoğulcu demokrasinin
en belirgin özelliği çok sesliliktir. Gerçek birlik, kuşkusuz çok
seslilikteki uyumdur. Konu “devlet” olduğunda uyum nedir ? Nasıl
sağlanır ? sorularını açık yüreklilikle sormak gerekir. Bir orkestra
şefinin yönetimindeki bir uyum mudur istenen? Eğer böyle ise bir
müzisyenin, elindeki müzik aletini, bilerek ve isteyerek çalmama ya da
bozuk çalma gibi bir özgürlüğünün bulunduğu ve bunun bir “Sivil
İtaatsizlik” sayılacağı söylenebilir mi ? Bireyin bir kurala karşı
çıkışı olarak gözlemlenen bu eylemler karşısında devletin tavrı ne
olmalıdır ? Bunları Sivil İtaatsizlik olguları olarak adlandırabilir
miyiz ? Devlet Sivil İtaatsizlik karşısında ne kadar hoş görülü olabilir
?
Sivil İtaatsizlik, kamuoyunun nabzını tutmada, bireysel ya da kitlesel
tepkileri ölçmede, ihlâl edilen kuralın haklılığını düşünmek ve yeniden
değerlendirmek yoluyla demokratik ölçümlemeye varmada yararlı olabilir.
Ancak, yapılan eylemin toplumun savunulan değerlerini mi, yoksa, kimi
baskı guruplarının çıkarlarını mı temsil ettiğinin araştırılması ise
işin bir başka yönüdür. Öte yandan, Sivil İtaatsizliğin anarşiye
varabileceği boyutu da gözden uzak tutulamaz.
__________________ "Asılan hırsız değil, yakalanandır."
Çek Sözü
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme Sizin yetkiniz yok forumda konu silme Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme Sizin yetkiniz yok forumda anket açma Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma