Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Paramex bu yazıyı sonuna kadar oku. Sana tavsiyem meal aldığın yerlere dikkat et. Sen arapça bildiğini falan da iddia edyordun, yanlış hatırlamıyorsam. Arapça bildiğin halde Hızır diye bir kelimenin Kuranın hiç bir yerinde geçmediğini nasıl bilmezsin. Demekki Biraz tırışka biraz da mırışka var yani. Neyse sen yazıyı dikkatlice oku. Sana faydasının olacağından falan değil yanlış anlama. Gökten bir melek de inse sana fayda vermez biliyorum. Yani dikkatilce oku bakalım. Hem bu nedir ya? Ne o öyle, sinek gibi bir konudan diğerine zıplıyorsun. Bir yerde dursana ya. Noldu, zorlad mı yoksa?
KUR’AN’DAKİ MUSA İLE BİLGİN KUL KISSASI
Allah’a kayıtsız şartsız teslim olma ve geçici şeylerden uzak durma konularında önemli bilgi ve ilkeler içeren Kehf suresinin bünyesindeki “ashab-ı kehf (mağara arkadaşları)”, zengin adam-yoksul adam, Musa ile “bilgin kul” ve Zülkarneyn ile Ye’cüc Me’cüc kıssaları, bizler için ibret dolu birer örnek teşkil etmektedir.
Ancak, bu kıssalardan bir tanesi, Musa ile “bilgin kul” kıssası, İsrailiyat kültürü altında âdeta rivayet bombardımanına tutulmuş ve bu konuda binlerce hikâye, menkıbe yazılmıştır. İşin kötü tarafı, bu rivayet bombardımanı sonucunda Kur’an’dan onay almayan ve İslâm ilkeleri ile kesinlikle bağdaşmayan,
Veli,
Hızır,
İlm-i Ledün
Kulların gaybı bilebilmeleri,
Velinin nebiden üstünlüğü
gibi bir çok abuk sabuk inanış, ne yazık ki Müslümanlara kabul ettirilmiştir.
Bizim bu makaleyi yazmamızdaki amaç, işin gerçeğini kardeşlerimizle paylaşıp, kardeşlerimizi İsrailiyat batağından uzak tutmaktır.
Musa ile “bilgin kul” kıssası, Kehf suresinin 60 – 82. ayetlerinde anlatılmıştır. 60 – 64. ayetler, Musa’nın yolculuğa çıkışı, genç yardımcısı, sahra (iki denizin birleştiği yer), balık konularını içermekte, “bilgin kul” ise 65. ayette ortaya çıkmaktadır. 60 – 64. ayetlerde anlatılanlar da önemli olmakla birlikte, rivayet bombardımanın bu ayetlerdeki hasarı imanı, tevhidi zedeleyecek boyutta değildir. Bu sebeple biz, bu kısmın sadece mealini vermekle yetinip, yorumlarımızı, yanlışa, batıla ve hurafeye malzeme yapılan 65 – 82. ayetler için yapmış bulunuyoruz.
60 – 80. ayetlerin meali:
60- Ve bir vakit Musa genç hizmetçisine “Ben iki denizin birleştiği yere varıncaya
kadar durmayacağım, yahut senelerce gideceğim.” demişti.
61- Bunun üzerine iki denizin birleştiği yere vardıklarında ikisi de balıklarını
unuttu. O zaman o denizde bir deliğe doğru yolunu tutmuştu.
62- Bu şekilde geçtikleri zaman genç hizmetçisine: “Getir kuşluk yemeğimizi;
gerçekten biz bu yolculuğumuzda yorulduk.” dedi.
63- Genç: “Gördün mü? Büyük Kaya’ya sığındığımız vakit doğrusu ben balığı
unuttum; onu anmamı muhakkak şeytan unutturdu. O, şaşılacak bir şekilde
denizdeki yolunu tuttu.” dedi.
64- Musa, “İşte bu, aradığımızdı!” dedi. Hemen izlerini takip ederek gerisin geri
döndüler.
65- Derken kullarımızdan bir kul buldular ki, Biz ona katımızdan bir rahmet
vermiş ve tarafımızdan bir ilim öğretmiştik.
66- Musa ona: “Doğru yol konusundaki sana öğretilenden bana da öğretmen
şartıyla sana tâbi olabilir miyim?” dedi.
67- O: “Doğrusu sen benimle beraber olmaya sabredemezsin.
68- Ve havsalanın almadığı şeye nasıl sabredeceksin!” dedi.
69- Musa: “İnşallah beni sabırlı bulacaksın ve senin hiçbir işine karşı gelmem.”
dedi.
70- O: “O halde eğer bana uyacaksan, bana hiçbir şey hakkında soru sorma, ta ki
ben sana ondan söz açıncaya kadar.”
71- Bunun üzerine ikisi beraber gittiler; nihayet gemiye bindiklerinde tuttu
gemiyi yaraladı. Musa: “A, içindekileri boğmak için mi yaraladın onu?
Doğrusu kötü bir şey yaptın!” dedi.
72- O: “Demedim mi ki sen benimle beraber olmaya sabredemezsin?” dedi.
73- Musa: “Unuttuğum şeyle beni suçlama ve bu işimden dolayı bana güçlük
çıkarma!” dedi.
74- Yine gittiler nihayet bir delikanlıya rastgeldiler; tuttu onu öldürüverdi. Musa:
“Bir can karşılığı olmaksızın masum bir cana mı kıydın? Doğrusu çok kötü
bir şey yaptın!” dedi.
75- “Doğrusu sen benimle asla sabredemezsin demedim mi sana?” dedi.
76- Musa: “Eğer bundan sonra sana birşey sorarsam, artık benimle arkadaşlık
etme! Doğrusu tarafımdan beyan edilecek son özre erdin.”
77- Bunun üzerine yine gittiler. Nihayet bir köy halkına varınca onlardan yemek
istediler. Ancak onlar, kendilerini misafir etmekten kaçındılar. Derken
orada yıkılmak üzere olan bir duvar buldular, tutup onu doğrulttu. Musa:
“İsteseydin bunun karşılığında mutlaka bir ücret alırdın” dedi.
78- O: “İşte bu, seninle benim ayrılmamız olacak! Şimdi sana o sabredemediğin
şeylerin iç yüzünü haber vereyim.
79- Önce gemi, denizde çalışan birtakım zavallılarındı. Ben onu kusurlu hale
getirmek istedim; çünkü ötelerinde bütün sağlam gemileri gaspedip alan bir
kral vardı.
80- Delikanlıya gelince, anne-babası mümin kimselerdi. Onun, o ikisini
azdırmasından ve inkâra sürüklemesinden korktuk.
81- İstedik ki, Rableri onun yerine kendilerine temizlikçe daha hayırlı ve
merhamet bakımından daha yakınını versin.
82- Ve gelelim duvara; o, şehirde iki yetim oğlanındı, altında onlar için bir define
vardı ve babaları iyi bir zat idi. Onun için Rabbin onların erginlik çağına
ermelerini, definelerini çıkarmalarını diledi. Bu, Rabbinden bir rahmet olmak
üzeredir ve ben onu (duvar doğrultma işini) kendi görüşümle yapmadım. İşte
senin sabredemediğin şeylerin açıklaması!" dedi.
65 – 82. ayetlerin tefsiri:
Yazımızın başında da belirttiğimiz gibi, bu ayetlerde anlatılan serüven, binlerce rivayet ve menkıbeye kaynak olmuştur. Daha doğrusu, bu uydurmaların türediği esas kaynak bu ayetler değil, bu ayetler hakkındaki Ubeyy b. Ka’b rivayetleridir. Ubeyy b. Ka’b sayesinde; Hızır adında bir süpermenimiz; elifi görse mertek sanan İlm-i Ledün sahibi köşe bucak post serip cennet pazarlaması yapan bir çok evliyamız; havada uçup suda yürüyen, dağların arkasını ve yıllar sonrasını ayan beyan görüp anlatan, peygamberden üstün tutulan velilerimiz olmuştur.
Bu bombardımanın amiral gemisi ise İbn-i Kesir’in rivayet tefsirleri kitabıdır.
Şimdi, bu saçmalıklara dayanak kabul edilen ayetlerin gerçek anlamlarını inceleyelim ve bakalım gerçekten bu ayetler ile bu saçmalıklar arasında bir bağıntı, bir benzerlik var mı?
65. Ayet:
Derken kullarımızdan bir kul buldular ki, Biz ona katımızdan bir rahmet
vermiş ve tarafımızdan bir ilim öğretmiştik.
Musa ile yardımcısının Sahra’da (iki denizin birleştiği yerde) buldukları kul bize göre bir peygamberdir. Çünkü ayette “Biz ona katımızdan bir rahmet vermiştik” denmiştir. Biz biliyoruz ki Yüce Rabbimiz bu ifadeyi başka ayetlerde de peygamberlerine verdikleri için kullanmıştır:
Zühruf; 31 – 32: Yine dediler ki: “Bu Kur’an, şu iki kentin birinden, bir büyük
adama indirilmeli değil miydi?”
Ne! Yoksa Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Şimdiki
hayatta, onların geçimliklerini aralarında paylaştıran, birbirlerine iş
gördürmeleri için, kimini kimine derecelerle üstün kılan biziz. Rabbinin
rahmeti, onların topladıklarından daha iyidir.”
Kasas; 86: Sen, Kitab’ın sana verileceğini hiç ummazdın. O ancak Rabbinin bir
rahmetidir. Öyleyse, sakın inkârcılara arka çıkma!
“Bilgin kul”un peygamber oluşunun bir diğer delili ise; “bilgin kul”un 82. ayette, duvar doğrultma işini kendi iradesi ile yapmadığını beyan etmesidir. Bu demektir ki, duvar altında duran iki yetime ait gömünün varlığı ve bu gömünün belli bir süre daha bulunduğu yerde korunması gereği ve dolayısıyla bunun icabı olan duvarın doğrultma işi, “bilgin kul”a vahy ile telkin edilmiştir.
Yukarıdaki delillere dayanarak peygamber olduğunu söylediğimiz “bilgin kul” için bize bu kıssa dışında bilgi verilmemiştir. Bu durumda “bilgin kul”un Nisa suresinin 164 ve Mümin suresinin 78. ayetlerinde bahsedilen, adı ve kendi hikâyesi bildirilmemiş peygamberlerden olduğu anlaşılmaktadır.
Bu iki âyetten “rahmet” ile neyin kasdedildiğini öğrendikten sonra görüyoruz ki 65. âyette “biz ona katımızdan rahmet vermiştik” buyuruluyor. Yine aşağıda göreceksiniz 82. âyette duvar doğrultma olayı Âlim Kul’un kendi isteğiyle yaptığı bir eylem değildir. Duvarın altında iki yetime ait gömünün varlığı, onun korunmasının gereği, onun içinde duvarın doğrultulmasının icabı Alim Kul’a (peygambere) vahy ile telkin edilmiştir.
66. Ayet:
Musa ona: "Doğru yol konusundaki sana öğretilenden bana da öğretmen
şartıyla sana tabi olabilir miyim?" dedi.
Musa ve “bilgin kul” tanışmışlardır. Musa, onun bilgin birisi olduğunu, doğru yolu bulma konusunda kendisine çok bilgi verilmiş olduğunu öğrenmiştir. Ve ondan “doğru yolu bulma konusunda ona öğretilenlerden öğrenmek için”, onun öğrencisi olmayı istemektedir.
67 – 68. Ayetler:
O: “Doğrusu sen benimle beraber olmaya sabredemezsin.
Ve havsalanın almadığı şeye nasıl sabredeceksin!” dedi.
Musa`nın o yöre ve “bilgin kul” hakkında bilgisinin olmadığı bellidir. Çünkü o bölgeye yeni gelmiş ve “bilgin kul” ile yeni tanışmıştır. Ama “bilgin kul”un ifadelerinden anlıyoruz ki, “bilgin kul” o yörenin insanıdır ve bir takım görevleri vardır. Zira “bilgin kul”, Musa ile birlikte oldukları takdirde meydana gelmesi muhtemel olaylar karşısında Musa’nın, kafasının bu olayları almayacağını ve sabredemeyeceğini öngörmektedir. Yani “bilgin kul”, belli bir görevi ifa etmek için dolaştığı o bölgede, o bölgeyi iyi tanıdığı için, bazı olumsuzluklarla karşılaşabileceğini tahmin edebilmekte ve Musa’nın da bunlara sabredemeyeceğini düşünmektedir.
69 – 77. Ayetler:
Musa: “İnşallah beni sabırlı bulacaksın ve senin hiçbir işine karşı gelmem.”
dedi.
O: “O halde eğer bana uyacaksan, bana hiçbir şey hakkında soru sorma, ta
ki ben sana ondan söz açıncaya kadar.”
Pazarlık yapılmış ve “bilgin kul” Musa’nın yanında gelmesine izin vermiştir. Kıssanın bundan sonraki bölümlerinde Musa’nın genç yardımcısından söz edilmez olmuştur.
Bunun üzerine ikisi beraber gittiler; nihayet gemiye bindiklerinde tuttu
gemiyi yaraladı. Musa: “A, içindekileri boğmak için mi yaraladın onu?
Doğrusu kötü bir şey yaptın!” dedi.
“Bilgin kul”un o çevreyi tanıdığı gibi, gemi sahipleri ve yolcular da “bilgin kul”u tanıyor ve ona güveniyor olmalılar ki, “bilgin kul”un gemiyi yaralamasına engel olmamışlardır. Ne “bilgin kul”, ne de o yöre hakkında bilgisi olmayan Musa ise bu işe karşı çıkmıştır.
Olanlar gayet olağan şeylerdir. Bu olayda herhangi bir olağanüstülük, esrarengizlik yoktur. Kulun gaybı bilmesi gibi bir şey söz konusu değildir.
O: “Demedim mi ki sen benimle beraber olmaya sabredemezsin?" dedi.
Musa: “Unuttuğum şeyle beni suçlama ve bu işimden dolayı bana güçlük
çıkarma!” dedi.
Yine gittiler nihayet bir delikanlıya rastgeldiler; tuttu onu öldürüverdi.
Musa: “Bir can karşılığı olmaksızın masum bir cana mı kıydın? Doğrusu
çok kötü birşey yaptın!” dedi.
Ayette geçen “ غلام Gulam” sözcüğünün orijinal anlamı, “Cinsel ilişkiye alabildiğine düşkün ve arzulu olan” demektir. Bu özellik, çocukluk yaşından çıkmış kimselerde olur. Bu da delikanlılık çağıdır. Gulam/ delikanlı sözcüğü, şeyh/ ihtiyar sözcüğünün zıt anlamlısı olarak kullanılır.
Ayetteki “Bir can karşılığı olmaksızın masum bir cana mı kıydın?” ifadesinden, “gulam”ın erişkin birisi olduğunu anlıyoruz. Zira çocuk yaşta birisi başkasını öldürürse ona kısas yapılmaz. Buradaki olay kısasa uygun görüldüğüne göre “gulam”, çocuk değil erişkin bir delikanlıdır.
Delikanlının öldürülmesine de Musa’dan başka karşı çıkan olmamıştır. Demek ki, “bilgin kul”un delikanlıyı niçin öldürdüğünü o beldenin insanları, öldürülen delikanlının yakınları; ana-babası herkes bilmektedir. Aksi halde bir yabancının gelip de, memleketlerinde kendilerinden bir delikanlıyı öldürüp elini kolunu sallayarak çekip gitmesine kimse kayıtsız kalmazdı. Öldürme gerekçesi ise aşağıda 80 ve 81. ayetlerde açıklanmıştır.
“Doğrusu sen benimle asla sabredemezsin demedim mi sana?” dedi.
Musa: “Eğer bundan sonra sana bir şey sorarsam, artık benimle arkadaşlık
etme! Doğrusu tarafımdan beyan edilecek son özre erdin.”
Bunun üzerine yine gittiler. Nihayet bir köy halkına varınca onlardan yemek
istediler. Ancak onlar, kendilerini misafir etmekten kaçındılar. Derken
orada yıkılmak üzere olan bir duvar buldular, tutup onu doğrulttu. Musa:
“İsteseydin bunun karşılığında mutlaka bir ücret alırdın” dedi.
“Bilgin kul” bu köyün veya beldenin yabancısı olmalı ki, köylüler “bilgin kul” ve Musa’ya ilgisiz kalıyorlar.
78 – 79. Ayetler:
O: “İşte bu, seninle benim ayrılmamız olacak! Şimdi sana o sabredemediğin
şeylerin iç yüzünü haber vereyim.
Gemi olayına gelince, denizde çalışan birtakım zavallılarındı. Ben onu
kusurlu hale getirmek istedim; çünkü ötelerinde bütün sağlam gemileri
gasp edip alan bir kral vardı.
“Bilgin kul”un o bölgeyi tanıdığının bir kanıtı da, bindikleri geminin sahiplerini tanıması ve öteki kıyıda hüküm süren zalim kraldan haberdar olmasıdır. Bunları bildiği için gemiyi yaralamış ve zalim kralın gemiye el koymasını engellemiştir. Gemi sahipleri ve gemideki yolcular da “bilgin kul”u tanıyıp ona güvenmektedirler ki, ona engel olmamışlar ve gemiye verdiği zararın karşılığını talep etmemişlerdir. Ancak burada dikkat edilmesi gereken nokta, “bilgin kul”un gemideki hasarı kendi iradesi ile yapmış olmasıdır. Bu hususu kendisi de “ فاردت ان اعيبها BEN onu kusurlu hale getirmek İSTEDİM” diyerek beyan etmiştir.
“Bilgin kul”un buradaki davranışı; “İki fesat tearuz ettikte ehaffi irtikab ile a’zamın çaresine bakılır. Yani, biri büyük diğeri daha hafif iki zarar bir anda söz konusu olduğunda, hafif olan zararı işleyerek büyük zarardan kurtulma yoluna gidilir.” (Mecelle Madde 28) genel ilkesine göredir. Yoksa burada gaybı bilme gibi olağan dışı bir durum söz konusu değildir.
80 – 81. Ayetler:
Delikanlıya gelince, anne-babası mümin kimselerdi. Onun, o ikisini
azdırmasından ve inkâra sürüklemesinden korktuk.
İstedik ki, Rableri onun yerine kendilerine temizlikçe daha hayırlı ve
merhamet bakımından daha yakınını versin.
Ayetlerden anlaşıldığına göre delikanlıyı öldürme olayı resmî otoritenin; toplum olarak yasalara göre verdikleri bir karar gereği olmuştur. “Bilgin kul” bu kararın infaz memurudur; tabiri caizse cellâttır. Onun için olayı açıklarken “ فخشينا korktuk” ve “فاردنا istedik ki” diye kamuyu içeren, çoğul bir ifade kullanmıştır. Eğer delikanlının öldürülmesi o delikanlının yaşadığı kentte yasal bir icraat olmasaydı, hem delikanlının yakınlarının hem de şehir halkının (kamu otoritesi) “bilgin kul”a gerekli tepkiyi göstermeleri ve onu cezalandırma yönüne gitmeleri gerekirdi.
Gelenekçiler, bu ayetlerdeki “korktuk” ve “istedik” fiillerinin öznelerini uyduramamışlardır. “Bilgin kul”, “Hızır” veya “melek” yapılınca, korkanlar da Allah ile Hızır veya Allah ile melek olmaktadır. Buna rağmen bu sözcüklerin üzerinde durmamışlar olayın üstüne gidememişlerdir.
Bu olayların bilinmeyecek, yadırganacak, batın ilmi vs. gibi açıklanacak bir yanı yoktur. Normal şer’î bir icraattır. Musa “Bir can karşılığı olmaksızın masum bir cana mı kıydın?” diyerek sadece kısas ile insan öldürülebilineceğini ileri sürmüştür. Halbuki şer’an (yasal açıdan) insan, sadece, kısas için öldürülmez. Allah’a savaş açanlar da öldürülür:
Maide; 33: Allah ve elçisine karşı savaşanların ve yeryüzünde bozgunculuğa
çalışanların cezası ancak öldürülmek veya çarmıha gerilmek ya da el ve
ayakları çapraz olarak kesilmek ya da yeryüzünden sürülmektir. Bu onlara
dünyada bir rezilliktir. Öteki dünyada da onlar için büyük bir ceza vardır.
Burada 80. ayete dikkat edilirse; “Delikanlıya gelince, anne-babası mümin kimselerdi. Onun, o ikisini azdırmasından ve inkâra sürüklemesinden korktuk.” denilmektedir. Bu ifadeden de delikanlının, mümin anne ve babasını dinden çıkarmak için çaba sarfettiği (Allah ile savaştığı) anlaşılmaktadır. Yani bu durumda Maide suresinin 33. ayetine göre onun öldürülmesi meşru bir olaydır.
82. Ayet:
Ve gelelim duvara; o, şehirde iki yetim oğlanındı, altında onlar için bir
define vardı ve babaları iyi bir zat idi. Onun için -Rabbinden bir rahmet
olmak üzere- Rabbin onların erginlik çağına ermelerini, definelerini
çıkarmalarını diledi. Ve ben onu (duvar doğrultma işini) kendi görüşümle
yapmadım. İşte senin sabredemediğin şeylerin açıklaması!” dedi.
Kendisine rahmet (peygamberlik) verilen ve Allah tarafından bilgilendirilen “bilgin kul”, duvar meselesini açıklarken “Onun için ( ……. فاراد ربّك ) - Rabbinden bir rahmet olmak üzere- Rabbin onların erginlik çağına ermelerini, definelerini çıkarmalarını diledi. Ve ben onu (duvar doğrultma işini) kendi görüşümle yapmadım.” diye açıklamıştır. Demek oluyor ki, bu üç olaydan sadece üçüncü olay vahy ile bildirilmiştir. Yani “bilgin kul”, sadece duvar doğrultma işini kendi bilgisi ve iradesiyle gerçekleştirmemiştir.
Ayetin orijinalindeki “ وما فعلته عن امرى ve mâ fealtühü an emrî” ifadesi, tefsir ve meallerin ekserisinde (hemen hemen hepsinde) “ve ben bunların hiç birini kendi görüşümle yapmadım.” diye çevrilmiştir. Bu çeviriye göre üç olaydan hiç birinde “bilgin kul”un kendi görüşü ile davranmadığı, her üç olayda da aldığı vahyle hareket ettiği anlaşılmaktadır. Oysa bu çeviri yanlıştır. Doğru çeviri; “Ve ben onu (duvarı doğrultmayı) kendi görüşümle yapmadım” şeklindedir.
Rivayetçilerin ve dirayetsizlerin yanlış meal ve tefsirlerinin doğru olabilmesi için ayetin orijinalinin “عن امرى فعلتهنوماVe mâ fealtühünne an emrî” şeklinde olması gerekirdi. Ancak bu takdirde cümlenin anlamı, “Ben onları kendi görüşümle yapmadım” şeklinde olurdu. Halbuki ayetin orijinali böyle değildir.
Üç olayın da vahye dayandığı görüşü, ayetlerin içeriği ile uyumlu değildir. Eğer üç olay da vahye dayalı ise “bilgin kul”, 79. ayette geminin kusurlu hâle getirilme işi kendi tasarrufunda imiş gibi “ben diledim” dememeli ve 80 ile 81. ayetlerde anlatılan “gulam”ın öldürülmesi olayında başkalarını da kapsayan “korktuk” ve “istedik” şeklindeki çoğul ifadeler kullanmamalı idi. Ayrıca bu üç olay vahye dayalı olsaydı, 82. ayetteki “Ve ben onu (duvar doğrultma işini) kendi görüşümle yapmadım.” ifadesi cümlenin en sonunda, “işte senin sabredemediğin şeylerin açıklaması” ifadesinden sonra olmalı idi. Böylece her üç olay da “bilgin kul”un kendi görüşü ile yapmadığı şeylerin kapsamına girmiş olurdu.
Sonuç olarak rivayetlerin, masalların, menkıbelerin, ayetin orijinal anlamını ihmal ettirdiği anlaşılmaktadır.
|