Yazanlarda |
|
selimbay Yasaklı
Katılma Tarihi: 22 ocak 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 110
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
DİN TAHRİFÇİLERİ
“Şimdi
(ey müminler) onların size inanacaklarını mı sanıyorsunuz? Oysaki
onlardan bir kısmı, Allah’ın kelamını işitirler de iyice anladıktan
sonra bile bile onu tahrif ederlerdi.” (Bakara 75)
İnsanlık tarihine baktığımızda ne gariptir ki, tamire müvekkel
kılınan insan, sanki tahrife müvekkel kılınmışçasına, kimi zaman
bilerek, kimi zaman bilmeyerek, kâinattaki ölçü ve dengeleri tahrife
(bozma, değiştirme, çaptırmaya) yönelmiştir.
Bunu tarihimizde ve günümüzde tarihin her alanında görmek mümkündür.
Allah’ı inkâr, Allah’a isyan, Allah’ın ahkâmını keyfî yorumlama,
insanın yaradılış gayesini unutmuş, nefsinin şeytana uyması, kötü
ahlakları huy edinmesi, keyfî bir şekilde suretine müdahale (estetik
v.b) etmesi, tabiata müdahale, bilinçsiz ziraî mücadele, hayvan ve
bitkilerin fıtratlarına müdahale, hepsi birer tahrifattır. Tabiata
bilinçsiz müdahale günümüzde küresel ısınma v.b sıkıntılara kapı
aralamıştır.
Maddî ve manevî hayata yönelik her türlü bilinçsizlik ve bilgisiz
müdahale, insanın o alanla ilgili mezarını kazmasına sebep olmakta ve
olacaktır da.
Biz burada manevî hayatla ilgili tahrifata değinmeğe çalışacağız.
Yukarıya almış olduğumuz ayet-i celilede Rabbimiz, ayetleri işitip
iyice anladıktan sonra bile bile tahrif edenleri bize haber
vermektedir. Bunlar Medine yahudileri idi. Bu yahudiler İslam Medine’ye
ulaşmadan evvel komşuları olan Araplara peygamberlik, vahiy, melek,
ilâhî kitap vb hakkında pek çok şey söylemişlerdi. Medineli Araplar da
İslam Medine’ye ulaşınca gruplar halinde Peygamber Efendimizi tasdik
ettiler. Doğal olarak bir peygamber geleceğini kendilerine bildiren
yahudilerin de İslam’a gireceklerini düşünüyorlardı. Bu olmayınca da
onlara gidip İslam’ı tebliğ etmeye başladılar. Fakat onlar İslam’ı
kabul etmeyişlerini İslam aleyhine delil olarak kabul edip, “Muhammed
sallallahu aleyhi ve sellem gerçekten Allah’ın elçisi olsaydı, kitabı
bilen bu âlim insanlar onu reddetmezdi” diyorlardı. Rabbimiz bu yanlış
düşüncenin önüne set koyarak yahudilerin geçmiş tarihleri haber verip
onlardan beklenenin ancak böyle bir tavır olacağına dikkat çekti.
Nitekim Rabbimiz onların kendi kitapları Tevrat’a yaptıkları tahrifi de haber vererek:
“Vay kitabı elleri ile yazıp, sonra da onu az bir değere satmak
için, “bu Allah katındandır” diyenlere! Vay ellerinin yazdıklarına, vay
kazandıklarına!” (Bakara 79) buyurdular.
Onlar sadece ilâhî kitapları kendi arzu ve isteklerine uydurmak için
değiştirmekle kalmamış, kendi uydurdukları kanun ve teorilerini de
kitaba ekleyerek Allah’tan diye ortaya koymuşlardır.
Diğer bir ayet-i celilede de bu hususa şu şekilde dikkat çekilmekte:
“Onlardan bir kısmı okuduklarını sanasınız diye kitabı okurken
dillerini eğip bükerler. Hâlbuki okudukları kitaptan değildir.
Söyledikleri Allah katından olmadığı halde, bu Allah katındandır?
derler. Onlar bile bile Allah’a iftira ediyorlar.” (Âl-i İmran 78)
Bu ayet yahudilerin, kitabın sözlerini kasten yanlış telaffuz ederek
ya da kitapta olmayan sözleri kitabın sözleriymiş gibi söyleyerek
kitabın anlamını çarpıttıkları haber verilmektedir.
Onlar sadece kendi kitaplarını tahrif etmekle kalmamış, sonra gelen
ilâhî kitaplar ve peygamberlerini de alaya alarak kelimelerle
oynamışlardı.
Nitekim Rabbimiz Nisa suresinde 46. ayette bu durumu şöyle haber verir.
“Yahudilerden bir kısmı, (Allah'ın kitabındaki) kelimeleri esas
mânâsından kaydırıp; dillerini eğerek ve dine saldırarak, "sözünü
işittik, emirlerine isyan ettik, dinle, dinlemez olası ve râinâ (bizi
gözet)" diyorlar. Hâlbuki onlar, "işittik ve itaat ettik; dinle ve bize
de bak" deselerdi bu, kendileri için daha hayırlı ve daha doğru olurdu.
Fakat Allah, küfürleri yüzünden kendilerini lanetlemiştir. Artık onlar,
pek azı müstesna, iman etmezler.” (Nisa 46)
Bu ayette de yahudilerin sözleri yanlış telaffuz ederek, yerlerini
değiştirerek, dili eğip bükerek çarpıttıkları anlaşılmaktadır.
Müfessirlerin nakline göre yahudilerin “kötü ve incitici söz
işitmeyesin!” sözü yerine “işitmez olası” demişlerdi. Birincisi kibar
bir ifade, güzel bir dua, ikincisi hakarettir. “İşittik ve itaat ettik”
sözünü de “işittik ve isyan ettik” şekline dönüştürerek söylemişlerdi.
Yine Arapçada birinin yardımını talep için söylenen “raina” kelimesini,
İbranicede sövme anlamı taşıyacak şekilde söylediler. Rasulullah
sallallahu aleyhi ve selleme selam verdikleri zaman da kasten selam
kelimesinin lamını gizleyerek “es-samu aleyküm” dedikleri
aktarılmaktadır. Samu, ölüm anlamına gelir.
Böylece onlar sanki selam veriyormuş gibi davranarak Rasulullah
sallallahu aleyhi ve selleme ölüm temenni ediyorlar, Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellemin bunu fark etmediğini sanıyorlardı. Oysa
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin durumun farkında idi ve
kendisi bu selamını “Ve aleyküm/sizin üzerinize de olsun” şeklinde
alırdı.
Rabbimiz, yaptıklarının yanlış olduğunu ve netice itibari ile bundan
dönmedikleri takdirde pişman olacaklarını değişik kıssalarla yahudilere
haber verdiyse de onlar bildiklerinden şaşmadılar ve yanlış da ısrar
etmeye devam ettiler.
Rabbimiz Maide suresinin 27-30. ayet-i celilelerinde Habil-Kabil kıssasından bahsederek şöyle buyuruyor:
“Onlara Âdem'in iki oğluyla ilgili haberi hakkıyla oku. Hani her
ikisi birer kurban sunmuşlardı, birinden kabul edilmiş, diğerinden
kabul edilmemişti. (Kurbanı kabul edilmeyen, ötekine): “Seni
öldüreceğim" demişti. Diğeri ise şöyle demişti: “Allah, yalnız
kendisinden korkanlardan kabul eder. Allah'a yemin ederim ki, sen beni
öldürmek için bana el uzatsan da, ben seni öldürmek için sana el
uzatacak değilim, ben âlemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım. Ben
isterim ki sen, benim günahımı da, kendi günahını da yüklenip ateş
halkından olasın! Zalimlerin cezası budur." Bunun üzerine kurbanı kabul
edilmeyenin nefsi kendisini, kardeşini öldürmeye teşvik etti ve onu
öldürdü. Böylece zarara uğrayanlardan oldu.”
Yahudilere bu kıssanın anlatılmasındaki hikmet, haksızlık ve
kıskançlığın kardeşi kardeşe öldürtecek kadar kötü olduğu, neticesinde
pişmanlık ve ziyana uğramak olduğunu haber vermektedir. Çünkü yahudiler
ve Araplar da kökende kardeş idiler.
Yahudiler, Hz. İbrahim’in oğlu İshak’ın soyundan, Kureyş Arapları da
Hz. İbrahim’in diğer oğlu İsmail’in soyundan gelmişlerdi. Bu durum
Habil ve Kabil olayına benzetilerek yahudiler uyarılıyordu. Allah’ın
dinine yönelik tahrifat faaliyetleri geçmişte, günümüzde ve gelecekte
yahudisiyle, hıristiyanıyla ve batıl din mensuplarıyla devam etmiş ve
edecektir.
İkiyüz yıl gibi bir zaman süresince devam eden haçlı savaşları ile
hedefine ulaşamayan haçlı zihniyeti İslam’ın temel kaynaklarına yönelik
çalışmalara başlamış ve bunun neticesinde oryantalistler eliyle büyük
bir tahrifat başlatmış. Bunlar eliyle ekilen tohumlar da İslam âleminde
“modern İslam düşüncesi” adı altında baş vermeye başlamıştır.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem döneminde başlayıp günümüze
kadar devam eden dış kaynaklı tahrifat çalışmaları içinde de kendine
her zaman yardımcı çömezler bulmuştur. Maalesef geçmişte ve günümüz de
bazı İslamî guruplar da bu tahrifata ortak olmuşlardır. Mesela hazreti
Ali radıyallahu anh döneminde ortaya çıkan Haricîler, “Biz sadece
Kur’an’a ve bizden olanların rivayetlerine güveniriz” derler. Gulat-ı
Şia’dan bir kısım ise sünneti inkâra, Kur’an’ı özetlemeye ve işi
hazreti Ali’nin nübüvvetine inanmaya kadar götürmüşlerdir. Mutezile ise
Kur’an’da açıkça yer almayan fakat sünnette sabit olan bazı konuları
kabul etmez. Mürcie fırkası günahları mümine zarar vermez derken;
Cebriye de “biz Allah’ın kaderi önünde rüzgâr önündeki kuru yaprak
gibiyiz, ne günahtan dolayı cezayı ne de sevaptan dolayı mükâfatı hak
etmeyiz” derler.
Bütün bunlara karşı Ehlisünnet fırkası, Rasulullah sallallahu aleyhi
ve sellemin, “Size onlara sarıldıkça sapmayacağınız iki şey bıraktım.
Onlar Allah’ın kitabı ve benim sünnetimdir.” (Tirmizî) tavsiyesi
doğrultusunda, Kur’an ve sünnet öğretilerine sıkı sıkı sarılarak
ümmetin itidal ve denge merkezi olmuştur.
Rabbimiz Teala ve tekaddes hazretleri önceki dinlerin korunmasını
müntesiplerine verirken son ilâhî dinin korunmasını kendi üzerine almış
ve “Şüphesiz o zikri biz indirdik! Onun koruyucusu da elbette biziz.”
(Hicr 9) buyurmuştur. Bundan dolayıdır ki İslam düşmanları şüphe
uyandırmak için sünnete yönelmişlerdir. Böylece İslam’ın hedef ve
amaçları, din âlimleri ve İslam medeniyeti ile ilgili tahrifat
yapmışlardır. Bu çalışmalar neticesinde İslam dünyasında modernist
çalışmalar baş göstermiştir.
Modern İslam düşüncesinin bayraktarlarından Fazlur Rahman bu gerçeği şu şekilde dile getirmektedir.
“İslamî gelişmelerin ilk safhaları ile daha sonraki safhaları
arasındaki bu fark bize açıkça göstermektedir. Oryantalistlerin çok
büyük katkılarda bulundukları bu tarihsel keşif, artık bu dört ilkeyle
-Kuran, sünnet, ictihad ve icma ilkeleriyle- ilgili geleneksel ortaçağ
tarihinin arkasına gizlenemez.”
Burada geleneğin yıkılması ardına dinin tahrifi gizlenmiştir.
Sünnet etrafında şüpheler oluşturularak dinin tahrifine yöneleceğini
asırlar öncesinden nübüvvet nuruyla Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem efendimiz şu şekilde haber veriyordu:
“Sakın sizden birinizi emrettiğim veya men ettiğim hususlarda biri
kendisine gelince koltuğuna yaslanmış olduğu halde “bilmiyorum Allah’ın
kitabında ne bulursak ona uyarız” derken bulmayayım.” (Ebu Davud,
Tirmizî, İ. Mâce)
Diğer bir hadis-i şerifte:
“Bir adama hadisim söylenir. O koltuğuna kurulmuş halde, “sizinle
bizim aramızda Allah’ın kitabı vardır. Onda helal olarak ne bulursak
onu helal kabullenir ve haram olarak neyi bulursak da onu haram
kabulleniriz” der. Biliniz ki Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin
haram kılması, Allah’ın haram kılması gibidir.” (İ. Mâce, Ebu Davut)
Büyük İslam âlimi Şevkani şöyle der:
“Sünnet-i mutahharanın hüccet oluşunun kesinliği ve İslamî teşri’de
müstakil olması dînî bir zorunluluktur. Buna İslam’ın tadını
almamışlardan başka kimse karşı çıkamaz.”
Nitekim Rabbimiz:
“De ki eğer Allah’ı seviyorsanız bana tâbi olunuz ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.” (Âl-i İmran 31)
“Ey iman edenler Allah’a itaat edin, Peygambere ve sizden olan
ululemre (idarecilere) de itaat edin. Eğer bir konuda anlaşmazlığa
düşerseniz Allah ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız onu Allah ve
Rasûlüne götürünüz.” (Nisa 59) buyurmaktadır.
Allah’a başvurmak O’nun kitabına müracaat etmek, Rasûlüne başvurmak da hayatta O’na, vefatında ise sünnetine müracaat etmektir.
Yine Rabbimiz: “Rasül size neyi verdiyse alınız. Sizi neden sakındırdıysa ondan da sakınınız.” (Haşr 7) buyurmaktadır.
Müslüman nefsi ve nesli konusunda din haramîlerinin saptırmalarından
Allah’a sığınmalı, ashabın ve âlimlerin yolunu takip ederek
bilmediklerini ehline sorarak öğrenmelidir.
“Allah ilmi insanlardan söküp almaz. Ancak âlimlerin ölümüyle alır. Âlimler ölür geriye cahiller kalır.”
|
Yukarı dön |
|
|
Xweser-Mirov Yasaklı
Katılma Tarihi: 17 mart 2008 Yer: Netherlands Gönderilenler: 421
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
“Bir adama hadisim söylenir. O koltuğuna kurulmuş halde, “sizinle bizim aramızda Allah’ın kitabı vardır. Onda helal olarak ne bulursak onu helal kabullenir ve haram olarak neyi bulursak da onu haram kabulleniriz” der. Biliniz ki Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin haram kılması, Allah’ın haram kılması gibidir.” (İ. Mâce, Ebu Davut)
Bu hadis'i 99% eminim ki Resul soylememistir.. !!!!!!
__________________ Hayat sen ne güzelsin
|
Yukarı dön |
|
|
yunusemre Yasaklı
Katılma Tarihi: 16 mayis 2007 Yer: Turkiye Gönderilenler: 213
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Selam Mirov kardeşim..
Ama kim söylediyse iyi tutturmuş.. :)
Bir başka forum sitesinde aynı zihinde olanlarla tartışmalarda hep bana karşı kullanılan hadis bu. Niye mi? Bu forumda kullandığım resmimi orda da kullanıyorum...
;) :) :)
selametle..
__________________ İsrâ 89
Muhakkak ki biz, bu Kur'an'da insanlara her türlü misali çeşitli şekillerde anlattık. Yine de insanların çoğu inkarcılıktan başkasını kabullenmediler.
|
Yukarı dön |
|
|
Xweser-Mirov Yasaklı
Katılma Tarihi: 17 mart 2008 Yer: Netherlands Gönderilenler: 421
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Kim uydurdu bilmem ama Psikoloji'den anladiklari kesin..
__________________ Hayat sen ne güzelsin
|
Yukarı dön |
|
|
ihlaslı bir kul Newbie
Katılma Tarihi: 29 kasim 2007 Yer: Turkiye Gönderilenler: 29
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
selam xweser-mirov kardeşim o hadis dedikleri yüzde 99 değil 100 de100 yalan peygamberimiz kurana rağmen böyle bişey demez önce ayeti okuyalım ondan sonra düşünelim hangisi doğru (029.051] [E2] Sana indirdiğimiz ve onlara okunmakta olan kitap, kendilerine yetmedi mi? Bunda iman edecek bir kavim için elbette bir rahmet ve öğüt vardır.)ayeti okuduk şimdi burda tercih yapmak lazım ya allahın kitabı kuran yada kuran dışı başka oluşumlar biz tercihimizi tabiiki allahın kitabı kurandan yana yapıyoruz gerisi palavra .ama kurana uyuyorsa o başka ama bazılarına kuran yetmiyor o zaman onlarda başka yerde arasınlar aradıklarını biz kuran ne diyorsa o diyoruz yine aynı ayeti usanmadan yazacam (109.006] [DV] Sizin dininiz size, benim dinim de banadır)bu ayeti allah peygamberimize vahyetmiştir onun için kim hadis arıyorsa lütfen kurana baksın kul (yani deki) ile başlayan veya ayetin ortalarındada olabilir bütün ayetler gerçek sahih ve 100 de 100 peygamberimizin sözleridir.allah bizleri kurandan ayırmasın .
__________________ uyun sizden bir ücret istemeyen o zatlaraki ki onlar hidayete ermişlerdir.36 yasin suresi 21 ayet
|
Yukarı dön |
|
|
selimbay Yasaklı
Katılma Tarihi: 22 ocak 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 110
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Kur’ân-ı Kerim’de birkaç yerde, birbirinin aynı veya çok az değişiği lâfızlarla şöyle buyurulur:
“O
(Allah) ki, ümmîler içinde kendilerinden bir Resûl ba’s buyurdu. (O
Resûl), onlara Allah’ın âyetlerini okuyor, onları temizliyor ve onlara
kitabı ve hikmeti öğretiyor...” (Cum’a, 62/2)
Hemen hemen büyük
çoğunluğu itibarıyla muhaddisîn ve müfessirîn-i kiram, ayette geçen
‘hikmet’ kelimesinden ‘sünnet’i anlamışlardır. Çünkü, mu’cize olan
Kur’ân-ı Kerim’in içinde gelişigüzel sıkıştırılmış kelimeler, maksada
kapalı ifadeler ve gereksiz itnâb, yani yok yere kelime dökme ve sözü
uzatma olamayacağından, söz konusu âyet-i kerimede, hikmetten kasıt,
kitab veya kitabın bir kısmı olamaz; zira o zaman, hikmet, kitab
üzerine atıf yapılmazdı. Evet burada kitabdan maksat, çok âyetlerde de
geçtiği üzere Kur’ân-ı Kerim’dir. Hikmet ise, kitabın icmâlini tafsîl,
mübhemini tefsir, umûmî olanını tahsis ve mutlakını takyîd bâbında,
Allah Resûlü’nden şerefsüdûr olan sünnet-i seniyedir.
|
Yukarı dön |
|
|
selimbay Yasaklı
Katılma Tarihi: 22 ocak 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 110
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Bir başka âyet-i kerimede, Allah (c.c), peygamberlerini onlara itaat
edilsin diye gönderdiğini ifade buyurur: “Biz gönderdiğimiz her
peygamberi, başka değil, ancak -Allah’ın izniyle- kendisine itaat
edilmesi için gönderdik.” (Nisâ, 4/64)
Allah, kendisine itaat
edilsin diye peygamber gönderir. Peygambere itaat ise, onun zatından
dolayı değil, ferdî-içtimaî, maddî-manevî aydınlığa vasıta ve vesîle
olması hasebiyle, Allah’ın memuru bulunması itibarıyladır.
Evet, “Ey iman edenler! Allah’a ve Resûlü’ne itaat edin ve O’ndan yüz çevirmeyin.” (Enfal, 8/20)
"Allah’a itaat edin; Resûl’e itaat edin.” (Nisâ, 4/59; Nûr, 24/54...)
Âyetlerde
ifade olunan Allah’a itaatle, Resûlullah’a itaat aynı şeyler değildir.
Allah’ın emir ve nehiylerinde Allah’a, Resûlullah’ın emir ve
nehiylerinde, yâni O’nun sözlerinde, fiillerinde ve takrirlerinde de
O’na itaat açıkça Kur’ân-ı Kerim’in emridir. Çünkü, Allah’a itaat
adına Kur’ân-ı Kerim’in ortaya koyup ve Resûlullah’ın(s.a.s) tebliğ
buyurdukları emir ve nehiylerin dışında, bir de, müstakillen sünnet
eksenli emirler-yasaklar, terğibler-terhibler, teşvîkler-tavsiyeler
var ki, bütün bunları ifade sadedinde Allah Resûlü (s.a.s): “Şüphesiz,
bana kitab ve onunla birlikte bir benzeri, bir misli verildi”[Ebû
Dâvûd, Sünne, 5] buyurmaktadır.
Ayrıca, yukarıda misal olarak
getirdiğimiz âyet-i keri-melerde, Allah’a ve Resûlü’ne ayrı ayrı itaat
emredildikten sonra: “Resûlullah’tan yüz çevirmeyin” deniliyor ki, bu
da, sünnete ittiba etmemenin, hatta onu hafife almanın ve sorgulamanın
bir nev’î irtidad olduğunu ifham etmektedir.
|
Yukarı dön |
|
|
selimbay Yasaklı
Katılma Tarihi: 22 ocak 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 110
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Bu mevzuyla alâkalı olarak, Kur’ân-ı Kerîm’de geçen âyetlerden bazıları da şunlardır:
“Ey iman edenler; Allah’a itaat edin, Resûl’e itaat edin ve sizden olan
ülü’lemre de (içinizden çıkan, inanç, duygu ve düşüncelerinizi
paylaşan, acıda, sevinçte, kederde sizinle beraber olan büyüklerinize
de) itaat edin” (Nisâ, 4/59).
Âyet, Resûlullah’tan sonra gelen
emir sahiplerine ve büyüklere itaati bile emrederken, insanlık adına
büyükler büyüğü, kendilerine itaat edilmesi emrolunan büyüklerin de
büyüğü, melcei, mencei, Resûlullah’a itaat etmemek.. Kur’ân dışında
O’nun sünnetini, yani mübarek sözlerini, fiillerini kâle almamak ve
O’na ayrı bir emretme, yasaklama hakkı ve salâhiyetini vermemek, acaba
hangi insafla te’lif edilir?
“Allah’a ve Resûlü’ne itaat edin
ve nizâa düşmeyin. Aksi halde gevşer, za’fa dûçâr olursunuz;
kuvvetiniz, nusretiniz, devletiniz gider; sabredin ha! ” (Enfal, 8/46)
Bu
İlâhî beyan, Allah’a ve Resûlullah’a itaati, nusretin, kuvvetin,
birliğin ve devletin kaynağı saymaktadır. Resûlullah’a itaattan
uzaklaşıldığı zaman, yani imam bilinmediği veya kâle alınmadığı zaman,
tıpkı namaz imamında olduğu gibi, kimin hangi kıbleye döneceği belli
olmaz; o halde, nizâa düşmemenin yolu, Resûlullah’a itaat ve iktidâdır;
nitekim, bir başka âyette: “Kendi aranızda nizâa düştüğünüz zaman,
Allah’a ve Resûlüne götürün!” (Nisâ, 4/59) buyrulmaktadır. Hakikat bu
iken ve bizi birleştirecek, içtimaî vahdetimizi sağlayacak mercî O ve
O’nun sünneti iken, O’nun kudsî âsârını sorgulamanın neye müncer
olacağı acaba hiç düşünülmüş müdür?
“De ki: ‘Allah’ı seviyorsanız, bana uyun ki, Allah da sizi sevsin” (Al-i İmrân,3/31).
Allah’ı
sevmek, Resûlullah’ı sevmek; Resûlullah’ı sevmek de Allah’ı sevmek
demektir. Resûlullah sevilmeden Allah sevilemez ve O’nun sünnetine
ittibâ etmeden, Allah’ı sevme davasında bulunmak, boş bir iddiâdır.
“Allah’ı ve ahiret gününü uman ve Allah’ı çok zikredip, Allah’la
irtibatını kavî tutan ehl-i imân için, doğrusu Resûlullah misal
alınacak insandır; O’nda, misâl edinme adına çok güzel şeyler vardır. ”
(Ahzâb, 33/21)
Değişik yönlere giden yollarda istikameti
bulabilmek ve sırat-ı müstakîmde istikamet üzere yürüyebilmek için,
istikameti temsil eden insana ittiba etmek, O’nun sünnetine uymak,
yapılması gerekli olan biricik iştir.
“Hayır, asla! Rabbine
andolsun ki, aralarında nizâa bâdî her meselede seni hakem olarak kabûl
etmedikten sonra, onlar iman etmiş olamazlar” (Nisâ, 4/65)
İşte,
Peygamber’i en yakından tanıyan bir sahâbinin bu mevzudaki anlayışı!
Bir gün bir kadın İbn Mes’ûd’a gelerek:“Sen, dövme yapıp yaptıran, yüz
tüylerini yolan ve yolduran, dişlerini seyrekleştiren ve güzel görünmek
için dişlerinin arasını yontan ve Allah’ın yarattığını değiştiren
kadınlara lânet etmişsin” der. İbn Mes’ûd Hazretleri de: “Bu Allah’ın
kitabında var” buyurur. Kadın: “Yemin olsun ki, ben Mushaf’ın iki
kabının arasında ne varsa okudum, böyle bir şey görmedim” deyince, İbn
Mes’ûd (r.a), Allah’ın:
“Resûl size ne getirdiyse, onu alın ve
sizi neden nehyettiyse, ondan kaçının” (Haşr, 59/7) buyurduğunu
okumadın mı?” cevabını verir. Evet, Efendimiz: “Takma saç kullanan,
saçına başkasının saçını ekleyen, vücuduna dövme yapan ve yaptıran
kadınlara lânet etmiştir.”[Müslim, Libâs, 120]
|
Yukarı dön |
|
|
selimbay Yasaklı
Katılma Tarihi: 22 ocak 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 110
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Resulullah'ı, iman etmeden ölen amcası Ebu Talip gibi değil dostu en yakın arkadaşı Hz. Ebubekir (ra) gibi sevmek için O'nun sünnetine ittiba etmek gerekir.. Aksi halde bizim sevgimiz iman etmeden ölen amcası Ebu Talib'in "Cici Muhammed" sevgisi gibi bir sevgiden öteye gidemez...
|
Yukarı dön |
|
|
yunusemre Yasaklı
Katılma Tarihi: 16 mayis 2007 Yer: Turkiye Gönderilenler: 213
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Selam...
Ali Aksoy'un bir yazısından ve bu yazıya benim de eklemelerim;
Güzel bir atasözümüz vardır; “bir deli bir kuyuya bir taş atmış, kırk akıllı çıkaramamış” derler. Deli, kuyuya taşı, usulüne uygun atamayacağı için onu fark etmek kolaydır. Bir de taşı, akıllı birinin attığını düşünün, o zaman kırk bin akıllı onun farkına bile varamaz. Hatta taşın orada olması gerektiğini savunanlar çıkar.
De ki: Ey Ehl-i kitap, Tevrat’ı, Incil’i ve Rabbinizden size indirilmiş olanı tam yerine getirmedikçe temelsiz kalırsınız. Rabbinden sana indirilen (Kur’an) onlardan çoğunun taşkınlığını ve küfrünü arttıracaktır. Artık o kâfirlere üzülme. (Maide, 5/68)
Kur’an’a tam uymadıkça ehl-i kitabın da bizim de bir temelimiz olamaz.
İnsanlardan bazısı var ki, halkı bilgisizce ALLAH'ın yolundan saptırmak ve onu hafife almak için temelsiz hadislere sarılırlar. Onlar için aşağılayıcı bir azap vardır. (Lokman 31/6)
Bütün hadis rivayetleri şüphelidir. Şüphe, doğruluğa da yanlışlığa da açık kapı bırakır. Hangisinin gerçek olduğu hususunda başvurulabilecek yegane şüphesiz kaynak Kuran-ı Kerim'dir.
Hadis olarak nakledilen bir rivayet Kuran'a uygun olsa bile, sırf bu husus bu rivayetin muhakkak Peygamberimizin kelamı olduğunu kanıtlamaz. Zira, herhangi bir insan da Kuran'a uygun bir söz söyleyebilir.
Bu meseleye aşağıdaki bakış açısı ile yaklaşmanın daha uygun olacağını düşünüyorum.
Allah şöyle buyurmuştur;
“(Dişi ve erkek olarak) sekiz eş yarattı: Koyundan iki, keçiden iki… De ki: O, bunların erkeklerini mi, dişilerini mi, yoksa bu iki dişinin rahimlerinde bulunan yavruları mı haram etti? Eğer doğru iseniz bana ilimle söyleyin.” (Enam,143)
“Deveden de iki, sığırdan da iki (yarattı.) De ki: O bunların erkeklerini mi, dişilerini mi, yoksa bu iki dişinin rahimlerinde bulunan yavruları mı haram kıldı? Yoksa Allah’ın size böyle vasiyet ettiğine şahit mi oldunuz? Bilgisizce insanları saptırmak için Allah’a karşı yalan uydurandan kim daha zalimdir! Şüphesiz Allah o zalimler topluluğunu doğru yola iletmez.” (Enam,144)
Altı çizili kısımların "hadis dinin delilidir" ya da "hadisler dinin ikinci kaynağıdır" diyenler için ciddi bir anlam ifade etmelidir.
Bu soru, yani, “Peygamberiniz böyle söylerken sizler şahit mi idiniz ?” sorusu; onların “sahihtir” dediği şeyler için onlara sorulduğunda ne cevap verirler ?
İnsan şöyle bir soru sorabilir:
“İyi ama ben Kuran’ın indirildiğine de şahit olmadım. Peki bu nasıl olacak?”
Buna da Allah cevap vermiştir:
“Eğer kulumuza indirdiklerimizden herhangi bir şüpheye düşüyorsanız, haydi onun benzeri bir sûre getirin, eğer iddianızda doğru iseniz Allah’tan gayri şahitlerinizi (yardımcılarınızı) da çağırın.” (Bakara 2/23)
Bir cevap daha;
“Hâla Kur’an üzerinde gereği gibi düşünmeyecekler mi? Eğer o, Allah’tan başkası tarafından gelmiş olsaydı onda birçok tutarsızlık/çelişki bulurlardı.” (Nisa 4/82)
"Yemin olsun ki, resullerin hikâyelerinde, aklını ve gönlünü çalıştıranlar için bir ibret vardır. Bu Kur'an, uydurulacak bir hadis/bir söz değildir; aksine o, önündekini tasdikleyici, her şeyi ayrıntılı kılıcıdır. İnanan bir topluluk için de bir kılavuz ve bir rahmettir." ( Yusuf 12/111)
Bunlar ve benzeri birçok ayet daha vardır...
Şimdi hiçbir hadis sahih olarak nitelenemez. Çünkü onlar Peygambere atfen ortalıkta dolaşan ve ölümünden yüzlerce sene sonra derlenen sözler. Şüpheyle bakılmalı hepsine.
Hadislere iman edilmemeli. Hadis kitapları kutsal ve dokunulmaz ilan edilmemeli. İman edilecek, başucu kitabı edinilecek, dinde referans kabul edilecek tek kitabımız vardır; Kur’an.
Hadisleri Kur’ana ortak etmek müslümana yakışmaz. Kur’anı hadislere muhtaç görmek müslümanın işi olamaz.
Hadisler Kur’ana ortak edilince Elçi Allah’a dinde ortak edilmiş oluyor. Allah+Peygamber ortaklı bir ŞİRKet dini vücuda geliyor.
Hadis+Kur’an inancı sapkınlıktır. Kur’an+hadis inancı da…
Biz, and olsun ki öğüt almaları için bu Kuran'da bunları türlü türlü açıkladık. Fakat bu açıklamalar ancak onların nefretini artırmıştır. ( İsra 17/41)
And olsun ki, biz Kuran'da insanlara türlü türlü misal gösterip açıkladık. Öyleyken insanların çoğu nankör olmakta direndiler. ( İsra 17/89)
And olsun ki, Biz bu Kuran'da insanlara türlü türlü misali gösterip açıkladık. İnsanın en çok yaptığı iş tartışmadır. (Kehf 18/54)
Allah size işte böylece ayetlerini açıklar ki düşünüp hakikati anlayasınız. (Bakara 2/242)
Ayetlerde de görüldüğü gibi Allah Kur'an'da her türlü misali gösterdiğini ve ayetlerini kendisi açıkladığını dile getirmektedir. "Allah Elçiye Kur'an'ı vahyetmiş, Peygamber de hadislerinde Kur'an'ı açıklamıştır" demek şirktir..
Evet bazı ayetlerde Peygamberin Kur'an'ı açıkladığı söylenmekte, fakat bu açıklama nasıl? Tabiki kendisine gelen vahyi gizlemeyerek, tebliğ ederek, beyanat vererek açıklamıştır...
Ey ehl-i kitap ! Resulümüz size Kitap'tan gizlemekte olduğunuz birçok şeyi açıklamak üzere geldi; birçok (kusurunuzu) da affediyor. Gerçekten size Allah'tan bir nur, apaçık bir kitap geldi. ( Maide 5/15 )
Ey resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan onun verdiği peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun. Allah seni insanlardan korur. Allah, küfre batmış topluluğa kılavuzluk etmez. ( Maide 5/67 )
Allah, kendilerine kitap verilenlerden, "Onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz" diyerek söz almıştı. Onlar ise bunu kulak ardı ettiler, onu az bir dünyalığa değiştiler. Yaptıkları alış-veriş ne kadar kötü! ( Ali İmran 3/187 )
Şimdi bir örnek ayet vereyim. Bu ayette insanlar Peygamberden kadınlar hakkında fetva vermesini istiyor. Fakat açıklamayı Hz. Muhammed kendisi değil, Allah yapıyor..
Senden kadınlar hakkında fetva istiyorlar. De ki, onlara ait hükmü size Allah açıklıyor: Kitap'ta, kendileri için yazılmışı (mirası) vermeyip nikahlamak istediğiniz yetim kadınlar, çaresiz çocuklar ve yetimlere karşı adil davranmanız hakkında size okunan ayetler (Allah'ın hükmünü apaçık ortaya koymaktadır). Hayırdan ne yaparsanız şüphesiz Allah onu bilmektedir. ( Nisa 4/127 )
-------------------
Şimdi başka bir forumda "hikmet" kelimesinin sünnet olduğunu savunanların kullanmış olduğu delili çürüten yazım. Ben "kitap" ve "hikmet"in Kur'an'da olduğunu ayetler ile göstermişken 3. şahıs "kitap" kelimesinin anlamını bilmediğinden ve kitabı Kur'an'ın bizzat kendisi olduğunu sandığından şöyle bir soru yöneltti bana;
ALLAH teala Kuranla beraber hikmeti de indirmistir .... Hikmet sunnettir Peygamberin hayat modelidir onun fiiliyatlarıdır ... Eger hikmet sizin addettiginiz gibi Kuran olsaydı boylesine bir kitapta iki kelimenin arda arda telaffuz edilmesi ne gereksizdir ...
sana su ve su getirdim cümlesi manasız degilmidir ?
3. şahıs; '' sana su ve su getirdim ''
Sen ilkokul seviyesinde Türkçe bilsen aynı şeyleri tekrar tekrar yazmazdın... Kitap ve Hikmet kelimelerinin ne manada olduklarını üstteki yazıda sunmuştum, okumayınca..
Bunlar ayrı anlamlı olan fakat birbiri ile bütün halde olan kelimeler..
Bak bir örnek vereyim de bişeyler öğren...
"forumhastası sana su ve salatalık getirdim"
(Salatalığın %90 'ı sudur.) Niye getirdim? Susuzluğunu gidermek için..
Şimdi sadece suyu içersen susuzluğunu giderirsin. Ama salatalığı da yersen hem susuzluğunu gidermiş, hem de karnını da doyurmuş olursun..
Şimdi Kur'an'a tekrar dönersek, yine aynı soruları soracağım ve yine cevap alamayacağım sizden. Söyleyin bana, Allah'ın kelimeleri mi tükenmiş hiçbir ayette Peygamber'in sünnetine uyun dememiş? Böyle bir emir/farz/şart belirtmemiş?
Bana neden hadislere güvenmiyorsun diye sormuşsun.. Dünyanın balığın sırtında olduğunu anlatan bir hadise nasıl inanılabilir, siz güvenebilir misiniz??? Bunun gibi uydurma binlerce hadis önünüze serebilirim..
Ayrıca hadis dediklerinizin çoğu Hz. Muhammed'e iftiralar ile doludur!!! Bunu da aklınızın bir yerine yazın!!!
---------------------
Yine Başka bir konudan;
Araştırın İlmihalleri, göreceksiniz ki birçok İslami sanılan bilgi Tevrat'tan alınmıştır, gerçekte o bilgiler katiyyen Kur'an'da yoktur ve İslami değildir. Bu İsrailiyat maalesef hadisler uydurularak ve kılıfları da hazırlanarak İslami gibi gösterilmiş ve cahil veyahut Kitap'tan bilgisi az olan halk da bunu bi güzel yutmuştur.
Örneğin Bayramlar İsrailiyattır. Kur'an'da hiçbir şekilde "şu ayda, şu günler arası bayram kutlayın", ya da "şu ayın, şu günü sizin için bayramdır" şeklinde hiçbir ifade bulunmamaktadır. Fakat Tevrat'a baktığımızda bu ifadelere sık rastlanmaktadır.
İsrailiyat en çok da Peygamberleri yarıştırmak için kullanılmıştır. Yani Hz. Muhammed'e Kur'an'da yazmayan ve olmayan mucizeler atfederek, sanki Allah'ın O'nu övmesi yetmezmiş gibi, hadisler, menkıbeler, hikayeler, kıssalar uydurarak övmeye çalışmışlardır.. Bunlardan en bilinenleri Miraç ve Ayın Yarılmasıdır. Bunlar Kur'an'da yer almayan uydurmalardır.
Ayrıyetten Aragorn01'in bu konumuz içerisinde defalarca yazmış olduğu ve benim gözümden kaçmış olan ve cevap vermemiş olduğum bir mevzuyu da gündeme getirmek istiyorum...
Yozlaşmış, uydurma hadislerde, vahdet-i vücut ve tasavvuf girdaplarında boğulmuş anlayış derki : “Sen olmasaydın, sen olmasaydın, alemleri yaratmazdım” ferman-ı İlahisine muhatap olan Fahr-ı Kainat, İnsanlığın İftihar Tablosu, Ahmedi Mahmudu Mustafa aşkına; ve “milletimin imanını selamette görürsem cehennemin alevleri içinde yanmaya razıyım” diyen Hz Pir-i Mugan, Hz Sahip Kıran aşkına!...
Yozlaşmış İncil der ki: ” Nitekim yerde ve gökte, görünen ve görünmeyen her şey -tahtlar, egemenlikler, yönetimler, hükümranlıklar- O’nda (İsa’da) yaratıldı. Her şey O’nun aracılığıyla ve O’nun için yaratıldı.” (Koloseliler 1:16)
...ve Kur’an der ki : Muhammed bir Elçiden başkası değildir.Ondan önce de Elçiler gelip geçmiştir.Şimdi o ölse yahut öldürülse ökçelerinizin üzerine gerisin geri mi döneceksiniz!İki ökçesi üzerine geri dönen, Allah’a hiçbir şekilde zarar veremez.Allah, şükredenleri ödüllendirecektir. / Ali İmran-144
__________________ İsrâ 89
Muhakkak ki biz, bu Kur'an'da insanlara her türlü misali çeşitli şekillerde anlattık. Yine de insanların çoğu inkarcılıktan başkasını kabullenmediler.
|
Yukarı dön |
|
|
|
|