Yazanlarda |
|
AbdulVedud Yasaklı
Katılma Tarihi: 17 nisan 2008 Gönderilenler: 38
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Sünnetin Bazı Ahkâmı Takyîdi | |
Sünnet,
Kur’ân-ı Kerim’in mutlağını takyîd eder. Meselâ, Kur’ân-ı Kerim’de:ِ “Erkek ve kadın hırsızın, yaptıklarının
karşılığında bir cezâ ve Allah’tan ibret verici bir ukûbet olmak üzere
ellerini kesin” ( Mâide, 5/38 ) buyrulur. Bu mutlak bir emirdir. Ancak,
hangi şartlarda ve ne miktarda hırsızlığın böyle bir cezâ ile tecziye
edileceği açık olmadığı gibi, elin neresinden kesileceği de açıkça
belirtilmemektedir. Kur’ân-ı Kerim’in abdest âyetinde: “Ellerinizi
dirseklerinize kadar yıkayın” buyrularak, kolun en azından dirseklere
kadar olan kısmı “el” kelimesinin şümûlüne dahil edilmektedir. İşte,
hırsızlık suçu karşısında elin neresinden kesileceğini bize anlatan ve
bu şekilde Kur’ân-ı Kerim’in mutlak bir hükmünü takyîd eden de yine
sünnet-i mütahharadır: Allah Resûlü (s.a.s), tecziye için kendisine bir
hırsız getirildiğinde, elini mafsaldan keserek, “el kesme” şeklinde
gelen mutlak emri takyîd etmiştir.
Kezâ; “Mallarınızı aranızda (çalıp çırparak, ihtikarla,
irtişâyla, ribâ ile) bâtıl bir surette yemeyin; ancak anlaşma ve
karşılıklı rızaya dayalı ticarî mübadeleyle yiyin” (Nisâ, 4/29) âyetini
de, yine sünnet-i mütahhara bir hususda takyîd etmiş; “Meyveleri, tam
belirli hale gelinceye kadar satmayın”[1] diyen Allah Resûlü (s.a.s),
âyette anlatılan hususa ayrı bir kayıt daha getirmiştir.
Başta da ifade ettiğimiz gibi, sünnet-i seniyye Kur’ân’da bulunmayan
hükümler koyma noktasında müstakil teşrî’e esas olduğu gibi ki; ehlî
merkeblerin etinin haramlığı, yırtıcı hayvanların etlerinin
yenemeyeceği ve bir kadının halası veya teyzesi üzerine nikâh
edilemeyeceği gibi şer’î hükümler, bu cümledendir.
Kitabın yanında, başlı başına müstakil bir teşrî’ kaynağı olarak
sünnet, Kur’ân-ı Kerim’in inmeğe başladığı andan itibaren fonksiyonunu
icrâya başlamış ve hep Kur’ân’la içli dışlı olmuştur. Ne var ki, dünden
bugüne cumhûru ümmet ve ulemâ tarafından böyle kabul edilegelmiş olan
sünnet, Yunan felsefesinin tesiriyle Nazzam gibi birtakım Mu’tezile
imamları ve daha sonra da garazkâr ve İslâm’ı temelinden dinamitlemeye
çalışan bir kısım batılı müsteşrikler, bu dupduru kaynağı kendilerince
hep bulandırmaya çalışmışlardır. Ne yazık ki, bir-iki asırdır batı ve
müsteşrikler karşısında aşağılık duygusuna kapılan birtakım Müslüman
ilim adamları da, meseleye böyle bir kompleks içinde yaklaşarak, kısmen
müsteşriklerin oyununa gelmiş ve hatta sünneti sorgulamaya
kalkışmışlardır. Ancak, dîn-i mübîn-i İslâm adına, kitab ve sünnet
adına selef-i salihînin çalışmaları ve çalışmalarının semeresi sayılan
bıraktıkları eserler, o kadar muhteşem ve parlaktır ki, sünnete
bulaştırılmaya çalışılan lekelerin, bu dupduru kaynak üzerinde hiçbir
tesiri olmayacaktır.
[1] Buhârî, Buyû’, 82; Müslim, Buyû’, 51
|
Yukarı dön |
|
|
aliaksoy Uzman Uye
Katılma Tarihi: 05 subat 2007 Yer: Turkiye Gönderilenler: 989
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Selam Abdulvedud;
Yani demek istiyorsun ki, sadece kendisini ilgilendiren bir mevzuda dahi bir şeyi kendisine "haram" kılma yetkisi olmayan Resul, ümmeti için "haram" belirleme yetkisine sahiptir.
Bravo !
Doğru, sana Allah'ın indirdiği apaçık ayetler dahil olmak üzere hiç bir şey tesir etmez.
Senin dinin sana, benim dinim bana.
Selametle...
__________________ "(Onu size indirdik ki) <Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi, biz ise onların okumasından habersizdik (o Kitâpları okuyamıyor, dillerini anlayamıyorduk)> demeyesiniz."(En'am,156)
|
Yukarı dön |
|
|
AbdulVedud Yasaklı
Katılma Tarihi: 17 nisan 2008 Gönderilenler: 38
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
selam aliaksoy,
nefsi yazışmaktan ve nefsi konuşmaktan Allah'a sığınırım;
Farz ve haram Allah’ın emri ile olur. Ancak Allah, bu yetkiyi Resulüne de vermiştir. Birkaç örnek verelim:
1- Kur’anı açıklamakta yetkilidir. Bir âyet meali:
(Kur’anı insanlara beyan et!) [Nahl 44] (Beyan etmek, başka kelimelerle açıklamak demektir.)
2- Bir şeyi haram etme ve farz kılmada da yetkilidir. İşte bir âyet-i kerime meali:
(O ümmî Peygamber, temiz şeyleri helal, pis, çirkin şeyleri haram kılar.) [Araf 157]
Resulullah açıklama yetkisine dayanarak buyuruyor ki:
(Peygamberin haram kılması, Allah’ın haram kılması gibi geçerlidir.) [Tirmizi]
(Eğer meşakkat vermeseydi, gece namazını ümmetime farz kılardım.) [Deylemi]
Şu halde, (Allah’tan başkası farz kılamaz, haram edemez) demek yanlıştır.
3- Resulullahın emrine uymak, ona itaat etmek farz, isyan etmek haramdır:
(Resule itaat, Allah’a itaattir.) [Nisa 80]
(Allah ve Resulüne itaat eden Cennete, isyan eden Cehenneme gider.) [Nisa 13,14]
(Allah ve Resulü, bir işte hüküm verince, artık inanmış kadın ve
erkeğe, o işi kendi isteğine göre, tercih etme, seçme hakkı kalmaz.)
[Ahzab 36]
Allah’ın emrine olduğu gibi Resulünün emrine de, uymak şarttır.
Peygamberin emrini kabul etmem, yalnız Kur’ana uyarım diyen kâfirdir.
4- İman konusunda da aynı yetkiye sahiptir. Resulullaha iman etmeyen kâfirdir:
(Allah’a ve ümmi nebi olan Resulüne iman edin!) [Araf 158]
(Allah’a ve Resulüne inanmayan [kâfir olur] kâfirlere de çılgın bir ateş hazırladık.) [Feth 13]
5- İman gibi, Allah’ın emrine itaat ile Resulünün emrine itaat de
aynıdır. Ben yalnız Allah’a [Kur’ana] uyarım, Resule [hadislere] uymam
diyen kâfirdir. İşte bir âyet meali:
(Allah ile resullerinin emirlerini birbirinden ayırıp ikisi arasında bir yol tutmak isteyen kâfirdir.) [Nisa 150,151]
Allahü teâlâ, Resulüne böyle yetkiler verip, (Resulüme tâbi olun) buyurduğu gibi, Resulü de, âlimlere yetki verip (Âlimlere tâbi olun!) ve (Âlimler benim vârislerimdir) buyuruyor. Yani (Bana tâbi olduğunuz gibi, âlimlere de tâbi olun)
buyuruyor. Peki vâris olan bu âlimler, hiç hata etmez mi? Hatta birinin
ak dediğine öteki kara demiyor mu? Ne olacak şimdi? Resulullah onu da
açıklamış, (Âlim ictihadında yanılırsa bir, isabet ederse iki sevap alır) buyurmuştur. (Buhari)
|
Yukarı dön |
|
|
aliaksoy Uzman Uye
Katılma Tarihi: 05 subat 2007 Yer: Turkiye Gönderilenler: 989
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Selam Abdulvedud;
Size bir misal getirdim. Tahrim 1
Önce bu hususu izah ediniz.
Sonra diğer yazdıklarınıza değiniriz.
Muhabbetlerimle...
__________________ "(Onu size indirdik ki) <Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi, biz ise onların okumasından habersizdik (o Kitâpları okuyamıyor, dillerini anlayamıyorduk)> demeyesiniz."(En'am,156)
|
Yukarı dön |
|
|
Guests Guest Group
Katılma Tarihi: 01 ekim 2003 Gönderilenler: -259
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Abdullah.. abdulr-rasul.. abdud-deylemi.. abdul-hakim.. abdul-buhari.. abdul-ulema... Ne çoook ilahınız var...!!! Sıkıntı vermiyor mu?
Biçok ilahı, bir tek ilaha tercihiniz sizin olsun, bırakın bizimle paylaşmayın onları.. Senin bulunduğun ortamdan döndük biz.
Atın..atın..atmaya devam edin, nasıl olsa hep sevap var atmalarınıza.. katmalarınıza...isabet ettiklerinize 2, karavanaya 1 sevap garanti...Kiminle güreştiğinizin farkındamısınız?!!!
|
Yukarı dön |
|
|
AbdulVedud Yasaklı
Katılma Tarihi: 17 nisan 2008 Gönderilenler: 38
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
heey haktansapmış...
unutma ki Turan Dursun'da İslam'dan dönmüştü, kızıl kafir olup çıktı.. her dönüş hayır değildir.. Kendine dikkat et !!! ...
|
Yukarı dön |
|
|
AbdulVedud Yasaklı
Katılma Tarihi: 17 nisan 2008 Gönderilenler: 38
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
aliaksoy Yazdı:
Selam Abdulvedud;
Size bir misal getirdim. Tahrim 1
Önce bu hususu izah ediniz.
Sonra diğer yazdıklarınıza değiniriz.
Muhabbetlerimle...
|
|
|
aliaksoy o mevzu izah edildi ama siz galiba görmediniz, işte size tekrar o mevzuyu veriyorum;
Tahrim 1- Ey Peygamber! Allah'ın helal
kıldığı şeyi niçin kendine haram ediyorsun? (Şunun için ki) sen
hanımlarının rızasını kazanmak istiyorsun. Allah gafûr ve rahimdir.
(Ey Peygamber! Allah'ın helal kıldığı..) Bu
ifade, aslında bir soru olarak değil, yapılan davranışın
beğenilmediğini ortaya koymak için kullanılmıştır. Yani maksat, Hz.
Peygamber'in (s.a.) davranışının Allah tarafından hoş karşılanmadığının
vurgulanmasıdır. Bu noktada Allah'ın helal kıldığı bir şeyi, Peygamber
dahi olsa hiç kimsenin haram kılma yetkisinin olmadığı kuralı ortaya
çıkmaktadır. Oysa Hz. Peygamber (s.a) o şeyi akidevi olarak ve şer'an
değil, sadece kendi nefsine haram kılmıştı. Ancak O, sıradan bir insan
konumunda değildi ve O bir Peygamberdi. O'nun herhangi bir şeyi kendi
nefsine haram kıldığında, ümmetin de o şeyi haram ya da en azından
mekruh olarak kabul etme tehlikesi sözkonusuydu. Veya ümmet içerisinde
bazı kimseler, kendi kendilerine birtakım haramlar ihdas ettiklerinde,
hiçkimse bunda bir beis görmeyebilirdi. Bu bakımdan Allah Teâlâ, Hz.
Peygamber'i (s.a) bu davranışı dolayısıyla şiddetle ikaz ederek, bundan
vazgeçmesini emretmiştir.
(...şeyi niçin kendine haram ediyorsun? (Şunun için ki) sen hanımlarının rızasını kazanmak istiyorsun...)
Bu ifadeden, Hz. Peygamber'in (s.a.) helal olan bu şeyi kendi isteği
ile değil, hanımlarını memnun etmek için kendine haram kıldığı
anlaşılmaktadır. Burada Hz. Peygamber'e (s.a.) bu uyarı yapılırken,
bu haram kılma sebebinin niçin açıklanmadığı sorusu akla gelebilir.
Ancak burada helal bir şeyi kendisine haram kıldığı için sadece Hz.
Peygamber (s.a) değil, O'nun hanımları da eleştiriye muhatap
olmuşlardır. Çünkü O'nlar bir Peygamber hanımı olmanın önemini idrak
edememiş ve Hz. Peygamber'i (s.a) helal bir şeyi haram kılma tehlikesi
içine sokmuşlardır. Kur'an'da, Hz. Peygamber'in (s.a) kendisine
haram kıldığı nesnenin niteliği açıklanmamıştır. Fakat buna rağmen
müfessir ve muhaddisler bu ayetin nüzulüne sebep olan iki vak'a
zikretmişlerdir. Birincisi, Hz. Mariye hakkındadır. İkincisi ise, Hz.
Peygamber'in (s.a) bal yemeyi kendisine haram etmesi ile ilgilidir. Hz.
Mariye hadisesi şu şekildedir: Hudeybiye Antlaşması'ndan sonra Hz.
Peygamber (s.a) çeşitli hükümdarlara mektuplar göndermiştir. Bu
hükümdarlardan biri de İskenderiye'nin Rum Patrik'i Mukavkıs'tır.
Sözkonusu mektubu Mukavkıs'a Hz. Hatib bin Ebi Belta götürmüş, ama O,
İslâm'ı kabul etmeyerek -elçiye güzel muamele ederek- Hz. Peygamber'e
(s.a.) (s.a) şu cevabı göndermiştir. "Ben bir Nebinin geleceğini
biliyorum ama O'nun Şam'dan çıkacağına inanıyorum. Ancak yine de Senin
elçini hürmet ile karşılayıp, Sana Kıptî'ler nezdinde saygı değer iki
kız gönderiyorum." 'İbn Sa'd) Kızlardan birinin adı, Sîrin, diğerininki
Mariye'dir. (Hıristiyanlar Hz. Meryem'e Mariya 'Meri' derler.) Mısır
dönüşü, Hz. Hatip her ikisini de İslâm'a davet etmiş, onlar da kabul
etmişlerdir. Hz. Peygamber (s.a) kızlar kendisine getirildiğinde, Sîrin
adlı kızı Hasan bin Sabit'e cariye olarak vermiş ve Mariye'yi de kendi
haremine almıştır. Hicrî 8. yılın Zilhicce ayında, Hz. Peygamber'in
(s.a) Hz. Mariye'den İbrahim adlı bir oğlu dünyaya gelmiştir.
(El-İstiab, El-İsabe) Hz. Mariye çok güzel bir kadındı. Nitekim Hafız
İbn Hacer, El-İsabe'de Hz. Aişe'den bu sözü nakleder. "Ben hiçbir
kadını Mariye kadar kıskanmadım. Çünkü O çok güzeldi ve Rasulullah'ın
hoşuna gitmişti." Bu konuda birçok kanalla rivayet edilen hadisleri
şöyle özetleyebiliriz. Birgün Hz. Peygamber, Hz.Hafsa'nın odasına gelir
ve O'nu bulamaz. Bunun üzerine Hz. Mariye Rasulüllah'ın (s.a) yanına
gelir ve birlikte Hz. Hafsa'nın odasında bir süre kalırlar. Hz. Hafsa
bundan çok gücenir ve öfkeyle Hz. Peygamber'e (s.a.) çatar. Bunun
üzerine Hz. Peygamber de (s.a) O'nu memnun etmek için, bir daha Hz.
Mariye ile mübaşerette bulunmayacağına söz verir. Başka bir rivayette
yemin ederek bunu yaptığı söylenmektedir. Bu rivayetlerin çoğu,
Tabiinden mürsel olarak nakledilmiştir. Bazı rivayetler ise, Hz. Ömer,
İbni Abbas ve Ebu Hureyre'den mervidir. İbni Hacer bu kadar rivayet
karşısında Fethu'l-Bari adlı eserinde, "Bu hadisenin gerçek bir yanı
olmalıdır" demektedir. Ancak Kütüb-ü Sitte'nin hiçbirinde bu olayın
zikri geçmemektedir. Sadece Nesei'de Hz. Enes'ten nakledilen bir
hadiste, Rasulüllah'ın (s.a) bir cariye ile temettu ettiği, Hz. Hafsa
ile Hz. Aişe'nin baskı yapmaları sonucunda Hz. Peygamber'in (s.a.) o
cariyeyi kendine haram kıldığı ve bunun üzerine, "Ey Peygamber,
eşlerinin rızasını arayarak Allah'ın sana helal kıldığı şeyi niçin sen
kendine haram ediyorsun?" ayetinin nazil olduğu zikredilmektedir. İkinci
hadise, Buhari, Müslim, Ebu Davud, Nesei ve birçok hadis kitabında Hz.
Aişe'den nakledilmiştir ve şu şekildedir. Her ikindi namazı sonrasında
eşlerinin odalarına uğramak Hz. Peygamber'in (s.a) adetiydi. Hz.
Peygamber (s.a) bir süredir Zeynep binti Cahş'ın odasında daha fazla
kalmaya başlamıştı, zira O'na bir yerden bal gelmişti ve Rasulüllah
balı çok severdi. Dolayısıyla O'nun odasında bal şerbeti içiyordu. Hz.
Aişe (r.a) şöyle anlatıyor. "Bunu çok kıskandım ve Hafsa, Sevde, Safiye
ile birleşip, Rasulüllah (s.a) yanımıza geldiğinde, herbirimiz O'na
ağzından meğafir kokusu geldiğini söylemeyi kararlaştırdık. Meğafir,
özel kokusu olan bir çiçektir. Şayet arı, balını bu çiçekten alırsa,
balında meğafir kokusu olur. Hepimiz de Rasulullah'ın (s.a) çok titiz
olduğu ve kendisinden kötü bir koku yayıldığında, bundan çok rahatsız
olacağını biliyorduk. Bu yüzden Hz. Peygamber'in (s.a) Hz. Zeynep'in
yanında çok kalmaması için bu hileye baş vurduk. Ve gerçekten de hile
tesirini gösterdi. Hanımlarının "ağzından meğafir kokusu geliyor"
demeleri üzerine, Hz. Peygamber (s.a) bal yememeye söz verdi." Bir
rivayette Rasulullah'ın (s.a) sözü şu şekildedir: "Yemin ederim ki ona
(bala) bir daha dönmeyeceğim." Başka bir rivayette ise, "Ona bir daha
dönmeyeceğim" denilmektedir. "Yemin" kelimesi yoktur. İbn Abbas'tan
rivayet edildiğine göre lafız, "Allah'a yemin ederim ki içmeyeceğim"
şeklindedir. (İbn Münzir, İbn Ebu Hatim, Tabarani ve İbn Merduye) İleri
gelen birçok alim ikinci hadisenin daha doğru olduğu sonucuna varmış ve
birinci hadiseye pek güvenmemişlerdir. İmam Nesei, Hz. Aişe'nin bal
hakkındaki rivayetinin sahih olduğunu, Rasulüllah'ın Hz. Mariye'yi
kendine haram kılması olayına ise itibar edilemeyeceğini söylemektedir.
Kadı İyaz ise, "Bu ayet Hz. Mariye hakkında değil, bal hakkında nazil
olmuştur" demektedir. Kadı Ebu Bekir İbn El-Arabî bal rivayetinin daha
sahih olduğunu söylerken, İmam Nevevi, Hafız Bedrettin el-Aynî'de aynı
görüşü savunmaktadırlar. İbn Hümam, Fethu'l-Kadir adlı eserinde şunları
yazmaktadır: "Bal hakkındaki rivayetler Sahîhayn'de, Hz. Aişe'den
mervidir. Bu bakımdan bu görüş daha güvenilirdir." İbn Kesir ise, "Bu
ayetin Hz. Peygamber'in (s.a.) kendisine balı haram kılması üzerine
nazil olduğu görüşü daha doğrudur" demektedir.
(...Allah gafûr ve rahimdir.) Yani,
hanımlarını memnun etmek amacıyla helal birşeyi kendisine haram kılmak
Rasulüllah'a (s.a) bulunduğu konum dolayısıyla yakışmazdı. Yoksa bu
kendisinin hesaba çekilmesini gerektiren bir cürüm değildir. İşte bu
yüzden Allah Teâlâ sadece O'nu ikaz edip, bu davranışını tashih etmekle
yetinerek, O'nun bu zaafını bağışlamıştır.
|
Yukarı dön |
|
|
aliaksoy Uzman Uye
Katılma Tarihi: 05 subat 2007 Yer: Turkiye Gönderilenler: 989
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Selam Abdulvedud;
Pegamberin bir şeyi cümle insanlara haram kılması, kendi nefsine haram kılmasından elbette daha mühim bir meseledir. Sonuçları itibariyle, daha hafif olanın dahi meşru olmadığının bildirildiğini görüyoruz. Artık sonuçları daha ağır olanın meşru olduğu nasıl iddia edilebilir ?
"Eğer buna müdahale edilmese idi ümmet bunu kendisine de haram bilebilirdi"
Bu yöndeki iddianız kendi delillerinizle uyuşmuyor. Peygamberin ağzı yok mu idi, "bu sadece bana özgüdür" desin.
Hz. Peygamber'in "miras" bırakması meselesini örnek veren siz değil misiniz ?
Sonuç olarak sevgili kardeşim, ben sizin ne demek istediğinizi çok iyi anlıyorum, siz de benim ne demek istediğimi çok iyi anlıyorsunuz.
Hakikat şu ki, ben Allah'tan başka hüküm koyucu tanımıyorum.
Ve siz kardeşimi, Hicr 91-92 ile uyarıyorum.
Resul konusunda verdiğiniz ve delil edindiğiniz ayetleri siyak ve sibakıyla okuduğunuzda sizi ne ile uyardığımı iyice anlarsınız.
Muhabbetlerimle....
__________________ "(Onu size indirdik ki) <Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi, biz ise onların okumasından habersizdik (o Kitâpları okuyamıyor, dillerini anlayamıyorduk)> demeyesiniz."(En'am,156)
|
Yukarı dön |
|
|
|
|