ynozturk@hurriyet.com.tr
Allah’ın yetkilerini kullanmaya kalkanlar
Kur’an, Allah’a ortak koşulanlara ‘şürekâ’ der. Kelime anlamı da ortak koşulanlar demektir.
Allah’a ortak koşma tutkusu (gizlisi ve açığı), şürekâcılık denen bir illet ve bir meslek yaratmıştır. Bu meslek daha çok ‘dincilik, tarikatçılık, din baronluğu, Allah adına avukatlık’ maskeleri kullanılarak icra edilir.
Türkiye, şürekâcılık mesleğinin saltanat sürdüğü ülkelerden biri, belki de birincisidir.
Şürekâcılığın Allah'a din öğretmeye kalkmasında kullanılan bahanelerin, iki ana başlık altında toplanacağını, tanrısal kitabın verilerine dayanarak söyleyebiliriz.
Birinci bahane şudur: "Kur'an'da her şey yok, sıkıntılar, problemler çıkıyor. Biz de bir şeyler söylemeliyiz."
Bununla kastedilen nedir? Söylenmek istenen, insanın gayret ve faaliyetiyle yakalayıp ortaya koyacağı değerlerse bunların dinle ilgisi yoktur. Bunların din başlığı altına çekilmesine, bu alana din adına müdahale edilmesine Kur'an zaten karşıdır.
Amaç, Tanrısal yapısı içinde dinse, dinin insanlığa vereceği her şey en ince ayrıntılarına kadar Kur'an'da verilmiştir. Kur'an bunu açık ve net ifadelerle bize bildiriyor:
"Biz bu kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmamışızdır." (En'am, 38)
Eksik bırakılmadığı içindir ki Kur'an, insanın din adına kural üretmesine, vahyin tespitleri dışında helal-haram icat etmesine şiddetle karşı çıkmıştır:
"Bakın şu halinize, Allah'ın size rızık olarak indirdiği şeylerin bir kısmını haram, bir kısmını helal ilan ettiniz. De ki, ‘Böyle bir şey için size Allah mı izin verdi, yoksa Allah'a iftira mı ediyorsunuz?" (Yûnus, 59)
"Dillerinizin yalan nitelendirmelerine dayanarak ‘Şu helaldir, şu haramdır’ demeyin; sonra yalan sözlerle Allah'a iftira etmiş olursunuz. Yalanlar düzerek Allah'a iftira edenlerin kurtuluşu yoktur. Böyleleri için, birazcık nimetin ardından korkunç bir azap gelecektir." (Nahl, 116-117)
Allah'a din öğretmeye gerekçe yapılan bahanelerden ikincisi de şudur: "Kur'an muğlaktır, özettir, anlaşılması zordur, yan kaynaklarla onu biz anlaşılır hale getireceğiz."
Bununla amaçlanan, ilim ve düşünce faaliyeti göstererek Kur'an'ın mesajını insanlığa anlatmaksa Kur'an bunu zaten emretmektedir. Ama bu, yazılan kitapların put, getirilen yorumların tabu yapılmasını gerektirmez. Bizim şikâyetçi olduğumuz ise bu putlaştırma ve tabulaştırmadır.
KUR’AN ANLAŞILMAZ KİTAP DEĞİLDİR
Müslüman Türk halkına asırlarca Kur’an adı altında Arap harflerinin telaffuzunu öğreten, Kur’an’ın tercüme edilip anlaşılmasını engelleyen ‘Allah ile aldatma kodamanları’ şimdi kalkmış Kur’an’ın anlaşılması zor bir kitap olduğunu söylüyorlar.
Okunmadan nasıl anlaşılacaktı behey zalimler!
Kur'an'ın yakındığı, kendisinin yorumlanması değildir. Onun tiksindiği kötülük, yorumu Allah'ın buyruğu haline getirip dinin tartışmasız kaynağı yapmaktır. Neden bu ikisini birbirine katarak suyu bulandırıyoruz? Kaldı ki, "Kur'an muğlaktır, zordur" bahanesinin bir yalan olduğunu bizzat Kur'an bize gösteriyor.
Kur'an'da onun muğlak, mücmel, anlaşılması zor olduğuna ilişkin ima bile yoktur. Bunun tam tersine, Kur'an kendinden ‘mufassal kitap’ yani ayrıntılı, açık seçik bilgi veren kitap diye bahsetmektedir. Ve Hz. Peygamber'den şöyle söylemesi istenmektedir:
"Allah'ın dışında hüküm mercileri, hakem mi arayayım? O Allah ki, kitabını size mufassal olarak indirmiştir." (En'am, 114)
Benzeri ayetler 20'den fazladır.
Kur'an'ın anlaşılmadığı veya zor anlaşıldığı yolundaki iddia açık bir iftiradır. Kim okumuş da anlamamış? Okudular da mı anlamadılar!
Kur'an yüzyıllardır tozlu raflarda, mezarlıklarda hapsedilmiş haldedir. Ellerine aldılar mı? Kendi dilindeki çevirilerini okumak isteyenlerin okumasına izin verdiler mi? İnkârcılar onu ‘çöl kitabı’ diye karaladı, Allah ile aldatan dincilerse okunuşunu aşılmaz merasimlere bağladı. Arapça bilmeyenlerin ona el sürmesine izin bile vermediler.
Kur'an, Allah'ın rahmetidir. Her okuyan ondan kendi seviyesine, niyetine göre bir pay alır. Herkes okuyacaktır ki, insanlığın aldığı pay çoğalsın.
Kur'an'ın anlaşılmaz kitap olduğunu söyleyenler, dini tekellerinde tutmak isteyen engizisyon heveslileridir. Allah bunlardan zorlu bir hesap soracaktır. Onların yalanları, Kur'an tarafından aynı surede tam dört kez, hem de yeminle, kendi suratlarına vurulmuştur:
"Yemin olsun ki, biz bu Kur'an'ı, düşünülüp öğüt alınması için kolaylaştırmışızdır. Yok mu okuyup öğüt alacak?" (Kamer, 17, 22, 32, 40)
ZÜBÜR VE MİŞNA SAPIKLIĞI
Anlaşılan odur ki, Allah'a din öğretmeye kalkma küstahlığının esası, dini, Tanrısal kitaptan uzaklaştırmak, Kur'an dışında hüküm kaynakları, zübür (uydurma din kitapları) icat etmektir.
Peygamberimizin en yakın arkadaşlarından biri ve ikinci halife olan Hz. Ömer, Kur'an dışındaki tüm din kitaplarını, Peygamberimize isnat edilen sözlerden oluşanlar da dahil, Ehlikitap'ın, dini yozlaştıran mişnalarına benzetmiş ve halkın elindeki bu tür kitapların tümünü toplatıp yaktırmıştır. (bk. İbn Sa'd; Tabakaat, Leiden baskısı, 5/140)
Mümin Suresi 52-55. ayetlere göre din kliklerin, mezheplerin, tarikatların kitaplarına (zübürlere) zübüre teslim edilince Allah'ın tek olan dini parçalanır ve ortaya çıkan hiziplerden her biri kendi elindeki din kitabını bayraklaştırıp onunla övünmeye başlar. Siz Kur'an dedikçe o mişnasını öne sürer; siz "Allah böyle buyuruyor" dedikçe o "Şeyhimiz, üstadımız, efendimiz diyor ki" diye karşı çıkar. Kur'an buna ‘Allah'ın indirdiği ile hükmetmemek’ diyor ve sonucu şöyle veriyor:
"Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler zalimlerin ta kendileridir." (Mâide, 45)
Din meselesinde hükmü Allah'ın elinden aldığınızda şirk çukuruna yuvarlanmanız kaçınılmazdır. Bunu ister Firavun adına yapın, ister modernizm adına, ister falan hazret veya filan şeyh adına, hiç fark etmez.
Allah tek, din tek olduğu gibi dinin ana kaynağı da tektir. Alt kaynaklar elbette ki çoktur. Önemli olan, son sözü söyleyecek ana kaynaktır. Kur’an’ın istediği tevhit (birlik), bu ana kaynağı, hiç zedelemeden kabul etmektir.
Allah'ı şürekâ ile, Kur'an'ı zübür ve mişna ile ortaklığa sokanlar şirke gider. Bu gizli şirk onları, Kelimei Şehadet’in düşmanlarıyla işbirliği içine iter ve onlar bu hüsranlarını örtmek için ‘Müslüman kadının başörtüsü’ diyerek adı Fransızca, yapısı Pavlusca olan kilise kıyafeti türbanı dinleştirip sömürmek zorunda kalırlar.
Biz, bu noktada şunu ifade etmeyi vicdan borcu biliyoruz:
Riyakârlık ve ihaneti, aldatılmış toplumlar affedebilir ama tarih ve Tanrı asla affetmeyecektir. |