Yazanlarda |
|
beyyine_45 Uzman Uye
Katılma Tarihi: 22 mart 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 131
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
alıntılarla düzenlenmiştir..
KUR'AN'A GÖRE İNANÇ, DÜŞÜNCE VE İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ ..
İnsanı diğer canlılardan ayıran en belirgin özellik şüphesiz akıldır. Akıl, aslında insana bir silah olarak verilmiştir. O akıl silahıyla tabiatta kendini koruyacak ve hayatını idame ettirecektir. Akıl aynı zamanda inancı tayin etme melekesidir. Çünkü insan akılla neye inanıp neye inanmayacağını bulmak zorundadır. Zaten bir şeye inanabilmesi için önce aklının onu teyit etmesi gerekir. Bunun için de düşünmek en vazgeçilmez şarttır. İnsanın gerçek kimliğini bulabilmesi ve kendi özüyle uyumlu olabilmesi için, inanç, düşünce ve bunları ifadede hür olmak zorundadır. Bu onun en doğal hakkıdır.
Bir insanın iç dünyasındaki fikirleri, kabul ve kanaatleri sözlü veya fiili olarak dış dünyaya yansıtmasına fikir ve ifade hürriyeti denmektedir. Bu hürriyet o kişi için bir haktır. Kişi bu hakkını kullanır veya kullanmaz. Bu, ona ait bir keyfiyettir. Ancak insandaki akıl irâde ve karar yeteneğinin bir fonksiyonu olan bu hürriyet için o kişiye içten ve dıştan herhangi bir baskının olmaması gerekir.
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nin IV. maddesinde: "Hürriyet başkalarını rahatsız etmeyecek herşeyi yapabilmektir" diye tanımlanmaktadır. Buna göre kişi, hürriyet hakkını kullanırken veya dilediği gibi davranırken başkalarına zarar vermemeli, onların da haklarını rencide etmemelidir. İşte bu özellik aynı zamanda hürriyete bir sınır tayin etme zaruretini doğurur. Hürriyeti engellemek başkadır. Ona bir sınır tayin etmek başkadır. Sınırsız bir hürriyet hakkı düşünülemeyeceği gibi, uygulanması da mümkün değildir. Zira hürriyet bir başıboşluk değildir. Hürriyet bir sorumluluktur ve o sorumluluğun kişi tarafından bilinçli kullanılmasıdır. Joseph Proudhon'un dediği gibi: "En hür insan, başıboş olan değil, kendi hemcinsleriyle en fazla irtibat halinde olan insandır."
Devletler ülke insanlarının her türlü hak ve hürriyetlerini kanun güvencesi altına almak zorundadırlar. Bu itibarla yeryüzünde hiçbir devlet kendini yok etme veya parçalama hürriyetini kimseye tanımaz. Özellikle Kur'an açısından toplumları yönetenler veya devlet, ülke fertlerinin hak ve hürriyetlerini koruma yetkisini üzerine aldığından, siyasi otoritenin yıkılmasıyla o ülke insanlarının felakete sürükleneceğini kabul ettiğinden, sorumluluk içindedirler. Aksi takdirde kendi kuyusunu kendisi kazmış olur. Zaten hiçbir siyasi otorite bu hakkı tanımaz.
İslamiyet, aslında bir hürriyet dinidir. Müslüman hürdür ve hür olmak zorundadır. Hür olmak hem hak hem de vazifedir. Kur'an bu hakkı ve vazifeyi bize sıkça hatırlatmaktadır.
Kur'an Her Türlü Fikre Açıktır
Kur'an'ın dışında yeryüzünde hiçbir dinin hiçbir kitabında şöyle bir ayet yoktur.
"Sözü dinleyip de en güzeline uyanları müjdele. İşte Allah'ın doğru yola eriştirdikleri onlardır ve onlar akıl sahipleridir." (Zümer 39/18).
Sözün dinlenebilmesi için ifade edilmesi şarttır. Sözün ifade edilebilmesi için daha önce düşünce bazında ele alınması gerekir. Dolayısıyla kişi hem düşünce hem de onu ifade bakımından tam olarak hürdür. Dinleyen ise hepsini dinleyebilme ve mukayese edebilme ve sonunda da en güzelini bulup ona uyabilme konusunda tam bir hürriyete sahiptir. Bu ayetten Kur'an'ın her türlü düşünceye açık olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla bu ayete göre hiçbir düşünce peşinen mahkum edilemez. Her düşünce serbestçe ifade edilebilmelidir. Ancak bu düşüncelerin içinde en doğrusu ve en faydalı olanı tercih edilmelidir. Mensuplarını böyle bir serbestlik içinde bırakan bir kitap, ancak Kur'an-ı Kerim'dir. Bir diğer ayet "Sözünüzde doğru iseniz delillerinizi getiriniz." Demektedir. (Bakara 2/111; Enbiya 21/24; Neml 27/64; Kasas 28/32).
Bu ayet, müslim, gayri müslim, inançlı inançsız herkese hitap ediyor, yani ben haklıyım, ben doğruyum diyen herkes bu ayetin hitap menzili içindedir. Kişiyi inancı düşüncesi ve ifadesinin haklılığını ispatlayacak delillerin ortaya konmasını ve tartışılmasını istemektedir. Zira Kur'an sağlam bir kanıta dayanmayan hiçbir inancı ve düşünceyi doğru kabul etmez.
"Deki: "Hak Rabbindendir. Dileyen inansın dileyen inkar etsin. " (Kehf 18/29). "Biz insana yolu gösterdik ister şükreder, ister küfreder." (İnsan 76/3).
Burada anlatılmak istenen: Biz insana hangi yolun en doğru olduğunu gösterdik; insan araştırır, inceler, düşünür, sonuçta dilerse benimser ve kabul eder, dilerse inkar da eder. Yani insan inanıp inanmama, benimseyip benimsememe konusunda muhayyerdir. Bu demektir ki Kur'an'a göre insan inanma hürriyetine sahip olduğu kadar inanmama hürriyetine de sahiptir. Yani Kur'an'a göre insan, bu temel konuda bile tam bir hürriyet içindedir.
Kur'an bir hürriyetler kitabıdır. İnsanın kendine karşı, topluma karşı, Allah'a karşı, tabiata karşı, diğer insanlara ve canlılara karşı her türlü hak ve hürriyetlerini tanıyan bir kitaptır. Kur'an aynı zamanda sorgulayan bir kitaptır. İnsanı, bütün bu hak ve hürriyetler içinde sorumluluğunu bildiren ve onu her hürriyetinden dolayı da sorumlu tutan bir kitaptır. Yani inanan inancından sorumlu, inanmayan inkarından sorumlu, aklını kullanan, aklını kullanma hürriyetinden sorumlu, aklını kullanmayan da yine aklını kullanmama hürriyetinden sorumludur.
Görüldüğü gibi, Kur'an inanç, düşünce ve ifade özgürlüğünü açık bir şekilde ortaya koymaktadır. O, nazil olduğu dönemdeki toplumların inançları ve düşüncelerini ele alıyor, onları eleştiriyor, asıl gerçeğin kendisinin gösterdiğini söyleyerek alternatif inanç ve fikirler serdediyor.
devam edecek..
|
Yukarı dön |
|
|
beyyine_45 Uzman Uye
Katılma Tarihi: 22 mart 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 131
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Kur'an ve Alternatif İnanç ve Düşünceler
Kur'an farklı ve aykırı inançlara ve düşüncelerin ifadesine bizzat kendisi uyguluyor. Şöyle ki, farklı inançta ve fikirde olanlar, kendileri inançlarını ve düşüncelerini nasıl ifade ediyorlarsa onları aynen "şöyle diyorlar, onlar şöyle inanıyor ...." gibi ifadelerle tekrarlıyor hatta onların açıklamadıkları, içlerinde gizli tuttukları fikirleri bile Kur'an açıkça "şöyle diyorlar, şöyle düşünüyorlar ..." şeklinde söyleyiveriyor. Buradan anlaşılıyor ki Kur'an her türlü inancı ve fikri, söyleme, ifade etme hürriyetini herkes için uyguluyor.
Kur'an sadece muarızlarının farklı ve aykırı inanç ve düşüncelerini söylemekle kalmıyor, onları eleştiriyor. "Onlara de ki, şöyle cevap ver, de ... vs." ifadelerle alternatif inanç ve düşünceyi teklif ediyor. Bunun için muhatabların muhakemesini zorluyor. Onları düşünce ve araştırma zeminine çekiyor. Doğruyu öyle bulmalarını istiyor ve hatta o şekilde hareket ederlerse o zaman Tanrı'nın tebliğ ettiği ilkenin doğruluğunu göreceklerini beyan ediyor. Bu açıdan Kur'an doğrusuyla eğrisi, hak ve batıl oluşlarıyla inançları, fikirleri ve yolları gösteriyor. Bunlar arasında tercih etme yetkisi ve özgürlüğünü insana bırakıyor.
Alternatif İnanç ve Düşüncelere Kur'an'ın Metodu
İlmi, aklı, muhakemeyi, düşünceyi ön plana çıkaran Kur'an, farklı inançta, fikirde ve inkarda olanların yanılma ve yanlışlarının nereden kaynaklandığını, onların bizzat kendi muhakemelerine ve düşüncelerine götürüyor, yanlışlarını bizzat kendilerinin görmesini istiyor.
"Allah'ın çocuk edindiğine dair kendilerinin de atalarının da kesin bilgisi yoktur. Bu onların ağızlarından çıkan ne büyük bir sözdür. Kaldı ki onlar sadece yalan söylemektedirler." (Kehf 18/4-5).
Burada Hristiyanların (Allah'a çocuk isnat eden) inanışları, bu konuda kesin bir bilgilerinin olmadığı, iddialarının yalan olduğu hatırlatılmaktadır. Hiçbir delile ve ispata dayanmayan bu iddianın muhakeme edildiğinde, düşünüldüğünde yalan bir iddiadan başka bir şey olmadığı kendiliğinden ortaya çıkar.
Öte yandan Kur'an materyalistlerin iddialarının da sadece zan olduğunu kesin bir bilgiye dayanan bir inanç olmadığını onların mantığı içinde konuyu ifade ettikten sonra beyan ediyor. (Casiye, 45/24).
"Onlar, hayat ancak bu dünyada yaşadığımızdan ibarettir. Ölürüz ve yaşarız. Bizi öldüren zamandan başkası değildir dediler. Bu hususta onların kesin bir bilgileri yoktur. Sadece öyle zannediyorlar." (Casiye 45/24).
Kur'an inanç ve düşünce yanlışlığının ikinci sebebi olarak geleneklere körü körüne bağlılığı göstermektedir. "Onlara, "Allah 'm indirdiğine ve Allah 'in elçisine gelin denildiği zaman, "Atalarımızı üzerinde bulduğumuz yol bize yeter" derler. Ya ataları bir şey bilmeyen ve doğru yolda olmayan kimseler idiyseler de mi?" (Maide 5/104, Araf 7/28, Yunus 10/78, Şura 26/72-76, Lokman 31/12, Zuhruf 43/21-23).
Kur'an, inanç ve düşünce yanlışlığının üçüncü sebebini çarpık bir dini yargı sonucu kaderci yaklaşımda göstermektedir.
"Rahman dileseydi biz bu putlara tapmazdık. Onların bu hususta bir bildikleri yoktur. Sadece tahminde bulunuyorlar." (Zuhruf 43/20).
Görüldüğü gibi kendi çarpık inançlarının ve yanlış yargılarının -tabiri câizse-faturasını Allah'a kesmektedirler.
Kur'an'da inanç ve düşünce konusunda farklı tezler ileri sürenlerin iddialarını, inanç prensipleri doğrultusunda kategorize ettiğimizde, Uluhiyet, Ahiret, Kitap ve Nübüvvet gibi ana başlıklar altında sıralayabiliriz.
Uluhiyet
"Onlar Allah'ı bırakıp kendilerine ne zarar ne de fayda verebilecek şeylere tapıyorlar ve "Bunlar bizim Allah katında şefaatçilerimizdir" derler. De ki: "Göklerde ve yerde, Allah'ın bilmediği bir şeyi mi O'na haber veriyorsunuz? Allah onların ortak koştukları şeylerden münezzeh ve yücedir. " (Yunus, 10/18).
Burada insan taptığı varlığın, kendisine bir fayda ve zarar verebilecek bir niteliği bulunup bulunmadığına, sınırlı ve sonlu bir varlık olup olmadığına özgün iradesi ve düşüncesiyle bulup karar verecektir. Bunun sonunda o nesnelerin hiçbir şey olduğunu görecek ve yüce Allah'a yönelip onu şirkten tenzih edecektir.
"Onlar "Rahman olan Allah çocuk edindi" dediler. Hakikaten siz pek çirkin bir şey ortaya attınız" (Meryem 19/88-89).
Burada Rahman'a çocuk isnat edenler, özgür irade ve muhakemesiyle düşündüğünde bu iddianın ne kadar kötü ve çirkin bir iddia olduğunu, Tanrı'yı yaratıklar seviyesine düşürdüğünü görecektir. İşte Kur'an karşı tarafın iddiasını verirken, düşünülüp araştırıldığında çıkacak neticeyi hüküm olarak akabinde veriyor.
"Allah'ın kendisine hükümranlık vermesine karşılık şımararak Rabbi hakkında İbrahim'le tartışanı görmedin mi? İbrahim: "Rabbim diriltir ve öldürür" demişti. O da "Ben de diriltir ve öldürürüm" dedi. İbrahim "doğrusu Allah güneşi doğudan getiriyor hadi sen de onu batıdan getir" dedi. Bunun üzerine inkar eden şaşırdı kaldı.'" (Bakara 2/258).
Bu ayette Tanrı'nın beşer tarafından taklidi mümkün sıfatlarla tanımlanmaması bilakis Tanrı'yı beşer elinin uzanamayacağı ve tağyir edemeyeceği evrensel prensiplerin faili olarak tanımlamanın daha doğru olacağı vurgulanıyor. En azından öldürmek insanın da işleyebileceği bir fiildir ama güneşi doğudan değil de batıdan getirmek evrensel bir kanunu değiştirmektir ki beşerin çok üstünde sadece Tanrı'ya ait bir fiildir. Öyleyse Tanrı hakkında tartışmaya girenler onun hakkında fikir ve düşünce serdedenler, O'nu beşer tarafından taklidi fiillerle değil, evrendeki fiilleri icra eden müteal bir varlık olarak düşünmek ve görmek zorundadırlar.
"Ey insanlar! Size bir misal verilmektedir; şimdi onu dinleyin sizlerin Allah'ı bırakıp da taptıklarınız bir araya gelseler, bir sinek bile yaratamazlar. Sinek onlardan bir şey kapsa, onu kurtaramazlar; isteyen de âciz, kendisinden istenen de" Onlar Allah'ı gereği gibi takdir edemediler. Doğrusu Allah çok güçlü ve çok üstündür." (Hacc 22/73-74).
Burada bir sineği bile var edemeyecek kadar güçsüz ve ondan bir şeyi geri alamayacak kadar âciz yaratıkların ilah olamayacağı defaatle olduğu gibi burada da insanın düşünce ve idrak menziline sunuluyor.
Görüldüğü gibi insanoğlu hiçbir şeyden korkmadan, çekinmeden her konuda hatta Allah konusunda bile her şeyi düşünebilecek, söyleyebilecek, kıyaslar yapabilecek ve doğruyu araştıracaktır. Çünkü insan kendisini her konuda sorgulayabilecektir. Bu kadar özgür bir düşünce yapısına sahip olan insan, acaba ben her istediğimi yaparım, canım, hevesim ne isterse onun peşinden giderim gibi, insan iradesini hevesine bağlamak gibi bir tavıra Kur'an'dan ne gibi cevap bulabiliriz?
"Heva ve hevesini tanrı edineni gördün mü?" (Câsiye 45/23).
Kur'an bu gibi sadece arzu ve isteklerine uyan diğer şeylere kulak tıkayanlar için "hevasını tanrı edinen" tabirini kullanmakta ve yermektedir. (Atay, s.57) Öyleyse bir bilgiye, bir ilme, bir kanıta dayanmayan idrakla kontrol edilmiş aklî ilkelere uymayan sadece arzu ve isteklere bağlı düşünce ve davranışlara karşı bir sınır getiriyor.
devam edecek..
|
Yukarı dön |
|
|
beyyine_45 Uzman Uye
Katılma Tarihi: 22 mart 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 131
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Ahiret "İnsan kendisini bir nutfeden yarattığımızı görmüyor mu ki hemen apaçık bir düşman kesiliyor ve kendi yaratılışını unutarak bize bir misal vermeye kalkıyor ve "Bu çürümüş kemikleri kim diriltir" diyor. De ki "Onu ilk defa kim inşa etmişse o hayat verir. O her türlü yaratmayı bilendir." (Yasin 36/77-78).
Burada, inkarcının düşüncesi ve ifadesi aynen veriliyor. Cevap olarak kemiklerin ilk oluşu ile yeniden oluşu arasında bir irtibatın kurularak gerekli muhakemenin yürütülmesi istenmektedir. Dolayısıyla insan ilk oluşla yeniden oluş arasında, ana karnıyla kabir arasında irtibatlar kurarak düşüncesini geliştirecek ve bunun sonucu Ahiret inancına dair şüphelerini izale edecektir.
"Ayetlerimiz onlara açıkça okunduğu zaman, onların delilleri sadece: "Doğru sözlü iseniz atalarımızı getirin bakalım" demekten ibarettir. Deki: Allah size hayat bahşeder sonra öldürür, sonra da hiçbir şüphe götürmeyen kıyamet gününde toplar. Fakat insanların çoğu bilmezler." (Câsiye 45/25-26).
İnanmayanlar, gerçekleştirilse sanki inanacakmış gibi bir teklif getiriyorlar. Eğer ataları diriltilirse inanacaklarmış (!). Kur'an bunu düşünce olarak değil bir nevi inkar kılıfı olarak değerlendiriyor. Bu gibi geçersiz ve realiteye uymaz bir ifadeyi kanıt olarak serdetmekten başka bir şeyleri yoktur demek istiyor. Onlara sırasıyla önce hayat, sonra ölüm, sonra da kıyamet günü toplanma olacağını, hayatın böyle bir seyir takip edeceğini, dolayısıyla geriye dönüşün söz konusu olamayacağını ifade ediyor. Böylece onlara düşünmeleri ve inanmaları gereken konuları seyir sırasına göre hatırlatıyor.
Kitap ve Nübüvvet Müşriklerin en fazla kızdıkları Kur'an'dı. Çünkü Kur'an alternatif bir inanç öneriyor, tevhit akidesini getiriyor, hem herkesi düşünme ve akletmeye davet ediyor hem de insan hak ve hürriyetlerini hatırlatıyordu. Putperestliğin ekonomik bir rant getirdiği güçlü kuvvetli ve zengin adamlara körü körüne bağlılığın körüklendiği ve köleliğin revaçta bulunduğu bir toplumda bunlara alternatif teklifler getiren Kitap elbette; onları çileden çıkaracaktır. Bütün bunlara karşı Kur'an insana tanıdığı düşünce ve inanç özgürlüğü içinde ele alıyor. Kendi doğrularını, kendi yanlışlarını bizzat kendilerinin görmesini istiyordu. Ama onlar sahip oldukları zihniyet gereği Kur'an'a ve Hz. Peygamber'e çeşitli ithamlarda bulunmaktan geri kalmıyorlardı.
"İnkâr edenler: "Bu Kur'an Muhammed'in uydurmasıdır, ona başka bir topluluk yardım etmiştir" dediler de haksızlık ettiler ve asılsız bir söz uydurdular. "Kur'an öncekilerin masallarıdır; başkalarına yazdırılarak sabah akşam onun yanında okunmaktadır." Dediler. Ey Muhammed deki: Onu yerde ve göklerdeki sırrı bilen indirmiştir. Şüphesiz O; bağışlayandır, acıyandır." (Furkân 25/4-6).
Peygamber konusunda da her türlü itham öne sürüldüğü gibi Peygamberden olağan üstü nitelikler de istenmiştir. Yani peygamber için deli, şair, kâhin vs. dendiği gibi beşerden bir peygamberi de kabul edememektedirler.
"Putperestler, bu ne biçim peygamber; yemek yer, sokaklarda gezer? Ona beraberinde bulunup uyaran bir melek indirilseydi ya! Yahut, kendisine bir hazine verilseydi; veya mahsulünden yiyip içeceği bir bahçesi olsaydı ya!" dediler. O zalimler inananlara: "Siz sadece büyülenmiş bir adama uymaktasınız" dediler. Ey Muhammed sana nasıl misaller getirdiklerine bir bak, onlar sapmışlardır. Hakk'a ulaştıran bir yol bulamazlar." (Furkân 25/7-9).
"Onlar, "Bize yerden bir kaynak fışkırmadıkça veya senin hurmalıkların, bağların olup ovalarından ırmaklar akıtmadıkça yahut da iddia ettiğin gibi, göğü tepemize parça, parça düşürmedikçe veya Allah'ı ve melekleri karşımıza getirip göstermedikçe, veyahut altından bir evin olmadıkça, yahut göğe çıkmadıkça sana inanmayacağız. "Bize okuyacağımız bir kitap indirmedikçe göğe çıkmana da asla inanmayacağız" dediler. Deki: Rabbimi tenzih ederim. Ben ancak peygamber olan bir insandan başka birisi miyim?" (İsra 17/90-93).
Görüldüğü gibi müşrik Arap zihniyeti, peygamberden olağanüstü şeyler bekliyor, onu sadece insanüstü bir varlık olarak telakki etmek istiyor. Böyle bir zihniyet peygamber kavramına aykırıdır. Allah'a da bir nevi şirktir. Zira Allah'a ait bazı görevler peygambere yüklenmektedir. Peygamberi sadece mucizevi bir kişilikle tanımlamak onu beşerî vasıflardan sıyırıp uluhiyete yükseltmek Kur'an mantığı içinde şirktir. İşte bu nedenle Kur'an sık sık Hz. Peygamber'in beşer olduğunu vurgular. O da bizim gibi bir insandır. Ama vahiy alan bir insandır. Dolayısıyla yukarıdaki ayetlerde inanmayanların iddialarının mantıkî hiçbir temele dayanmadığı kuru isteklerden ibaret olduğu, Peygamberin ise görevinin onların isteklerini yerine getirmek olmadığı belirtiliyor.
Bütün bunlardan anlaşılan Kur'an'a göre dini inanç ve fikir ne olursa olsun kişi bunu ortaya koymalı, ifade etmeli, tartışmalı, muhakeme ve mantık süzgecinden geçirmeli, delillerini getirmeli, doğruyu-eğriyi görmelidir. Çünkü Kur'an yukarıda da söylediğimiz gibi insana inanma hürriyetini verdiği kadar, inanmama hürriyetini de verir.
Deki: "Ey insanlar! Rabbinizden size hak gelmiştir. Artık kim doğru yola gelirse, ancak kendisi için girmiş olur. Kim saparsa, şüphesiz kendi zararına sapmış olur. Ben sizin bekçiniz değilim. " (Yunus 10/108).
İnsan sorumlu bir varlıktır. Kur'an sorgulayan bir kitaptır. İnananı inancından, inanmayanı inkarından sorumlu tutar. Durum böyle olunca ortaya 2 problem çıkıyor: Cihat ve İrtidat. Öyleyse bunlar ne anlama geliyor?
devam edecek..
|
Yukarı dön |
|
|
beyyine_45 Uzman Uye
Katılma Tarihi: 22 mart 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 131
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Cihat
İslam kelimesinin kök anlamları içerisinde "barış" anlamı da bulunmaktadır. İslam'ın uluslararası ilişkilerde benimsediği temel prensip karşılıklı güven ve barışa dayanmaktadır.
Dolayısıyla her nereden gelirse gelsin şiddet, terör ve tethiş gibi insanlık dışı her türlü eylemin İslam'la uzaktan yakından bir alakasının olamayacağı açıktır.
Durum böyle olunca cihat nasıl anlaşılmalıdır? Şunu her şeyden evvel kabul etmeliyiz ki cihat sadece savaş değildir. Onun sadece savaş sözcüğüyle yorumlanması yanlıştır. İslam bir kılıç dini değil bir tebliğ dinidir. Tebliğde hikmet ve güzel öğütler, aklî ve naklî deliller esastır.
Nitekim şu ayette "Rabbinin yoluna hikmetle, güzel öğütle çağır; onlarla en güzel şekilde tartış. ..." (Nahl 14/125). buyurulmaktadır. Ayrıca Allah yoluna davette yumuşak ifadelerin seçilmesi tavsiye edilmektedir: "Firavun 'a gidin, doğrusu o azmıştır. Ona yumuşak söz söyleyin, belki öğüt dinler veya korkar." (Taha 20/43-44).
Durum böyle olunca inancı zorla kabul ettirmek için baskı uygulamak, silaha başvurmak ve savaş açmak hiç uygun düşmez. Öte yandan Kur'an'da diğer dinler ve toplumlarla ilişkilerde mütekabiliyet prensibinin esas olduğunu, dininden dolayı hiçbir kişiye ve zümreye baskı uygulanamayacağını, dileyenin müslüman olup dileyenin kendi dininde kalabileceğini belirten ayetler mevcuttur.
Nitekim "Dinde zorlama yoktur..." (Bakara 2/256) ve "Sizin dininiz size benim dinim banadır" (Kâfirûn 109/6) ayetleri olayı çok güzel açıklamaktadır. Kaldı ki dinde zorlama yapılamıyacağı ilkesini Hz. Peygamber titizlikle korumuştur. Başka dinden olan çocukları İslam'a girmelerini zorlayan kişilerin ikaz edilmeleri (Ebu Davut, Cihat 116),
Müslümanların mescidinde bile diğer din mensuplarının ibadetine Hz. Peygamber'in izin vermesi (Hamidullah, II, 183) İslam'da inanç özgürlüğünün ne boyutta olduğunu bize göstermektedir. Öte yandan Hz. Peygamber'in savaşları dikkate alındığında hiçbirisinde saldırganlık söz konusu değildir.
Çünkü Hz. Peygamber, saldırgan olmadıkları sürece hiçbir kabileyle müslümanlığı kabul etmediler diye savaşmamıştır. Hz. Peygamber'in yaptığı bütün savaşlar hayatî ve zarurî şartlara bağlıdır. Yoksa müslümanlarla dinlerinden dolayı savaşmayan, müslümanları yurtlarından sürüp çıkarmayan veya onları sürüp çıkaranlara yardım etmeyenlerle, adaleti uygulayanlarla barış içinde yaşamayı emreder.
"Allah, din uğrunda sizinle savaşmayan, sizi yurdunuzdan çıkarmayan kimselere iyilik yapmanızı ve onlara karşı âdil davranmanızı yasak kılmaz; doğrusu Allah âdil olanları sever. Allah, ancak sizinle dini uğrunda savaşanları, sizi yurtlarından çıkaranları ve çıkarılmanıza yardım edenleri dost edinmenizi yasak eder; kim onları dost edinirse, işte onlar zâlimlerdir. " (Mümtehine 60/8-9).
Kur'anî ayetler boyunca din yalnız Allah'ın oluncaya kadar, fitne tamamen ortadan kalkıncaya kadar savaşmayı, müşriklerin yakalandıkları yerde öldürülmelerini, Harem civarından sürülüp çıkarılmalarını emreden ayetleri, saldırgan topluluğun saldırganlığının sona erdirilmesi, yani barışın sağlanması için zorunlu olarak kabul edilen savaş hukukiyle alakalıdır. Savaşa özendirmeye değil, başlamış bir savaşı başarıyla bitirmeye yöneliktir.
Dolayısıyla cihat, hayatî ve zarurî şartlar dahilinde saldırganlığın önüne geçilmesi, zulmün engellenmesi, tevhidin insanlığa en güzel şekilde açıklanması için yapılan her türlü cehd, gayret ve çalışmanın adıdır. Bu itibarla cihatta temel prensip savaş değildir. Nitekim cihatın sadece savaştan ibaret olmadığını belirten pekçok ayet vardır.
"Doğrusu inanıp, hicret edenler, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihat edenler... " (Enfal 8/72, Tevbe 9/20).
"Fakat peygamber ve onunla beraber inananlar mallarıyla ve canlarıyla cihat ettiler..." (Tevbe 9/88).
"İnananlar, ancak Allah'a ve peygamberine iman eden, sonra asla şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihat edenlerdir." (Hucurat 49/15).
"Mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihat edin. " (Tevbe 9/41).
Bu ayetlerden anlaşılan saldırganlığın önlenmesi, tevhidin yayılması, cehaletin ortadan kaldırılması gibi Allah yolunda yapılan her türlü faaliyetlere katılmak bir cihattır. Kimisi bedeniyle, kimisi malıyla, kimisi ilmiyle, kimisi çeşitli becerileriyle cihat faaliyetine katkıda bulunur.
İrtidat
İrtidat, bir müslümanın inancını terk ederek bir başka dine geçmesi veya ateist olmasıdır. Böyle kimselere mürted denir. İslam hukukçuları arasında "mürtedlere tekrar müslüman olmaları teklif edilir eğer kabul etmezlerse öldürülürler şeklinde yaygın bir görüş vardır. Hatta "dinini değiştireni öldürün" şeklinde bir hadise dayanırlar. (Buhari, Cihad, 14; Ebu Davud, Hudûd, 1; A. İbn Hanbel, Müsned, I, 2-7).
Kur'an'a baktığımız zaman mürted için öngörülmüş dünyevi bir ceza yoktur. Onların inançlı iken işledikleri amellerin boşa gittiği hatırlatılıyor. Konuyla ilgili bazı ayetler şöyledir:
"... İçinizden dininden dönüp kafir olarak ölen olursa, onların yaptıkları işler dünyada ve ahirette de boşa gider. İşte cehennemlikler onlardır. Onlar orada temelli kalırlar." (Bakara 2/216).
"Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse bilsin ki Allah onların yerine başka bir topluluk getirecektir... " (Mâide 5/54).
"Şüphesiz ki kendilerine doğru yol belli olduktan sonra arkalarına dönenleri şeytan sürüklemiş ve kendilerine boş ümitler vermiştir. " (Muhammed 47/25).
Ayette geçen "sizden kim dininden döner ve kafir olarak ölürse ... " ifadesinin "dininden dönüp de kafir olarak öldürülen" şeklinde olmaması da dikkat çekicidir. Bu ifade bize, dinden dönen şahsın kafir olarak da yaşamını devam ettirme hakkı olduğuna ve hayatının normal yolla bitmesinin gerektiğine işaret etmektedir. (Yiğit , s. 1 32).
Hz. Peygamber'in Kur'an'a muhalif bir şey söyleyemeyeceğini evvela kabul etmemiz gerekir. Kur' an'da önerilmeyen, mürted için dünyevi bir ceza nasıl oluyor da, Hz. Peygamber üstelik idam gibi ağır bir cezayla infazını emrediyor? Üstelik inanç ve düşünce özgürlüğünü savunan bir Kur'an'a karşı mürtedin bu özgürlüğünü nasıl kısıtlayıp, öldürtülmesini isteyebiliyor?
Allah, yarattığı insanın yapısını elbette en iyi bilendir. Dolayısıyla, insanların neye ihtiyaçları olduğunu ve bunları nasıl sağlayacağını en iyi O bilir. İnsanın fiziksel yapısını korumasından psikolojik olarak nasıl sağlıklı olacağına ve sosyal hayatın en mutlu ve huzurlu şekline kadar en güzel sistemi Allah belirler.
devam edecek..
|
Yukarı dön |
|
|
beyyine_45 Uzman Uye
Katılma Tarihi: 22 mart 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 131
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Din ile İnsan Arasındaki Anahtar Kilit Uyumu
İnsan yaratılışı gereği merhametten, sevgiden, şefkatten ve güzel ahlakın her şeklinden hoşlanır. Kendisine hep bu şekilde davranılmasını bekler. Zulümden, ahlaksızlıktan ve kötülüğün her türlüsünden nefret eder ve kaçınır. Böyle hissetmesi, Allah'ın dilemesiyledir. Allah, insanın fıtratını, vicdanını bu şekilde yarattığı için insan, güzellikten hoşlanıp kötülükten kaçınır.
Allah'ın Kuran'da emrettiği temel ahlak özellikleri; merhametli, şefkatli, adaletli, güvenilir, dürüst, mütevazi bir insan olmak ve zulümden, haksızlıktan, kötülükten sakınmaktır. Diğer bir deyişle, Allah'ın İslam dininin hükümleri ile bildirdiği emirleriyle insanların doğal olarak yaşamak istedikleri, anahtar ve onun açtığı kilit gibi, birbirine tam bir uyum halindedir. Allah bu gerçeği Kuran'da şöyle haber vermektedir:
"Öyleyse sen yüzünü Allah'ı birleyen (bir hanif) olarak dine, Allah'ın o fıtratına çevir; ki insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah'ın yaratışı için hiçbir değiştirme yoktur. İşte dimdik ayakta duran din (budur). Ancak insanların çoğu bilmezler." (Rum Suresi, 30)
İnsanlar Dine Uymadıklarında Kendi Kendilerine Zulmederler
İnsanlar, Allah'ın indirdiği ayetleri uygulamadıkları sürece kendilerine zulmetmiş olurlar. Çünkü yaratılışlarına uygun olan davranışı, ahlakı göstermeyerek kendi yapılarına ters düşen bir tutum sergilerler; bu da hem vicdanen rahatsız olmaları, hem de başka insanları rahatsız etmeleriyle sonuçlanır ve ayette bildirildiği gibi kendi kendilerine zulmetmiş olurlar:
" Şüphesiz Allah, insanlara hiçbir şeyle zulmetmez. Ancak insanlar, kendi nefislerine zulmediyorlar." (Yunus Suresi, 44
Dini Yaşayan Gerçek Özgürlüğüne Kavuşur
Dini yaşamayan insanlar ise, müminlerin özgürlüğüne sahip olamazlar. Çünkü, topluma yerleşmiş birçok gereksiz kural ve gelenek vardır. Dinin değerleriyle yaşamayan toplumlar, kendi kendilerine çok sayıda değer ve ölçü koyar, tabular oluşturur ve Allah'ın verdiği özgürlükleri kendi elleriyle kısıtlarlar. İşte dinden uzak olan insanlar, hem etraflarındaki bu toplumun cahil kuralları, hem etraftaki insanların yaptırımları, hem de kendi kendilerine koydukları gereksiz prensipler nedeniyle manevi hürriyetten yoksun kalırlar.
İnsanı etrafındaki toplumdan daha da büyük bir baskı altına alan güç ise, nefsindeki bencil tutkulardır. Bu bencil tutkular insana sürekli huzursuzluk verir. Daimi bir güvensizlik ve gelecek korkusu aşılar. İnsan, nefsindeki bu negatif güç nedeniyle sonu gelmeyen bir tutku ve hırs içinde boğuşur. Nefsi, ona sürekli daha fazla mal biriktirmesini, daha fazla para kazanmasını, kendini insanlara beğendirmek için daha fazla çabalamasını emreder. Oysa bu tutkuların tatmin edilmesi mümkün değildir. Zengin olmak büyük bir tutkudur, ancak bu tatmin edildiğinde yeni tutkular gelecektir. Kısacası dünyaya yönelik yaşanan tüm hırslar, kısır bir döngü içindedir.
"İşte insan bu cahiliye sisteminden ancak Allah'a iman edip hayatını O'na teslim etmekle kurtulur. Allah'ın Kuran'daki ifadesiyle "... kim nefsinin 'cimri ve bencil tutkularından' korunmuşsa, işte onlar, felah (kurtuluş) bulanlardır." (Haşr Suresi, 9)
İnsan bu tutkuların esiri olmaktan kurtulduğunda özgürleşir. Artık onun yaşamının amacı, söz konusu sonu gelmez tutkuları tatmin etmek değildir. Yaşamının amacı, yalnızca Allah'ın hoşnutluğunu kazanmaktır ki, insan zaten bunun için yaratılmıştır.
Allah'ın insanlara elçi olarak gönderdiği resuller, tarih boyunca insanları nefislerindeki tutkulara ya da başka insanlara kul olmaktan kurtulmaya ve yalnızca Allah'a kul olmaya davet etmişlerdir. İnsanlar, yaratılış amaçlarına aykırı olan bu sapkınlıklardan kurtulduklarında felah bulurlar. İşte bu nedenledir ki, Kuran'da Resul, müminlerin "ağır yüklerini, üzerlerindeki zincirlerini indiren" kişi olarak tarif edilmektedir:
"Onlar ki, yanlarındaki Tevrat'ta ve İncil'de (geleceği) yazılı bulacakları ümmi haber getirici (Nebi) olan elçiye (Resul) uyarlar; o, onlara marufu (iyiliği) emrediyor, münkeri (kötülüğü) yasaklıyor, temiz şeyleri helal, murdar şeyleri haram kılıyor ve onların ağır yüklerini, üzerlerindeki zincirleri indiriyor. Ona inananlar, destek olup savunanlar, yardım edenler ve onunla birlikte indirilen nuru izleyenler; işte kurtuluşa erenler bunlardır." (Araf Suresi, 157)
Din Kolay Kılınmıştır
İslam'ın insan fıtratına uygun olmasının bir diğer sebebi, kolay olmasıdır. Allah, insanın yaratılışına uygun olarak indirdiği dini, aynı zamanda yaşanması kolay kılmıştır. Bu gerçek bir Kuran ayetinde şöyle vurgulanmaktadır:
"Allah (ağır yükleri) sizden hafifletmek ister: (Çünkü) insan zayıf olarak yaratılmıştır." (Nisa Suresi, 28)
Bu kolaylık, ibadetler için de geçerlidir. Allah, Ramazan ayında tutulması farz kılınan oruç ibadetiyle ilgili bir ayette şöyle buyurur:
"Ramazan ayı... İnsanlar için hidayet olan ve doğru yolu ve (hak ile batılı birbirinden) ayıran apaçık belgeleri (kapsayan) Kur'an onda indirilmiştir. Öyleyse sizden kim bu aya şahid olursa artık onu tutsun. Kim hasta ya da yolculukta olursa, tutmadığı günler sayısınca diğer günlerde (tutsun). Allah, size kolaylık diler, zorluk dilemez. (Bu kolaylık) sayıyı tamamlamanız ve sizi doğru yola (hidayete) ulaştırmasına karşılık Allah'ı büyük tanımanız içindir. Umulur ki şükredersiniz." (Bakara Suresi, 185)
Sonuçta İslam, insanın yaratılışına tamamen uygun bir dindir. Çünkü İslam'ı seçip din kılan, insanı da yaratmış olan Allah'tır. Allah, yarattığı kullarına kolaylık dilemiş, onların ihtiyaç ve isteklerine en uygun ahlak ve yaşam modelini din kılmıştır. Rabbimiz, bir ayette şöyle buyurmaktadır:
"... Bugün inkâra sapanlar, sizin dininizden (dininizi yıkmaktan) umut kesmişlerdir. Bugün size dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam'ı seçip-beğendim.." (Maide Suresi, 3)
Hatalarınız İçin Bir An Evvel Tevbe Edip Bağışlanma Dilemeyi Sakın Unutmayın
"Kim kötülük işler veya nefsine zulmedip sonra Allah'tan bağışlanma dilerse Allah'ı bağışlayıcı ve merhamet edici olarak bulur." (Nisa Suresi, 110)
|
Yukarı dön |
|
|
|
|