asım Uzman Uye
Katılma Tarihi: 14 agustos 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 1700
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Din Eğitimi, Allah Sevgisini Öne Çıkarmalı
Her
bireyin korktuklarına karşı verdiği en doğal tepki, ondan kaçmak
şeklinde ortaya çıkar. Kişi, korku duygusu içinde ilişkide olduğu
varlıktan kendini korumaya çalışır. Bu korunma psikolojisi, ondan
olabildiğince uzaklaşmasına yol açar. İşte, özellikle çocukluk
döneminde Allah’ı korku eksenli tanıtmaya kalkışmak, birey ile Allah
arasında bir tür soğukluk, aşılmaz bir psikolojik engel, giderek uzayan
bir mesafe oluşturabilmektedir. (Bk. Aydın, Haziran, 2008)
Psikiyatristlere
göre korku duygusu içerisindeki birey, kuşatılmış ruh haline girer.
Kuşatılmışlık duygusu içindeki kişi, çevresindeki varlıkları, olup
bitenleri doğru anlamlandıramaz, onları değerlendirme gücü zayıflar. Bu
yüzden, Allah korkusuyla kuşatılmışlık psikolojisi içine giren bireyin,
Allah’ı iyi tanıma imkânı/gücü azalır. Tanıyamamak ise, yakın olma
isteğini, yakınlaşma ve sevme arzusunu önler.
Bütün
bunlar, din eğitimi faaliyetini yürüten (anne, baba, öğretmen vb.) hiç
kimse tarafından asla arzu edilen sonuçlar değildir. Hatta, onların
arzu ettiği amaçların tam zıttıdır. Ne var ki, sözü edilen olumsuz
sonucun arzu edilmemesi, ortaya çıkmasını önlemeye yetmemektedir.
İstenen sonuçların doğmasını sağlayacak tedbirleri bilerek/bilinçle
almak gerekmektedir.
Bireyde
Allah’a karşı antipati değil sempatinin oluşmasını amaçlayan din
eğitimi, Allah’ı, korku odaklı değil de sevgi odaklı olarak
tanıtmalıdır. Çünkü aslında Allah, sevilmesi gerekendir. Allah’tan
korkmak da gerekir; ama bu korku, sıradan kaba bir korku, canavar
karşısında hissedilen türden bir korku olmamalıdır. Bu korku, Allah’ın
sevgisinin azalması veya yok olması korkusu veya Allah’ın gücü
karşısında insanın kendi acizliğini fark edip irkilmesi, O’nun gücünü
tanımanın verdiği bir acizlikle karışık hayranlık hissi olmalıdır. Bu
anlamda Allah korkusu, itici değil çekici, ürkütücü değil kucaklayıcı,
yıkıcı değil yapıcı, yaralayıcı değil besleyici rol oynayacaktır.
Allah
hakkında hissedilecek olan bu rafine insanî korku, ancak bireye Allah
sevgisi kazandırıldıktan sonra oluşabilir. Allah’ın sevgisini fark
edememiş ve O’nu sevme düzeyi gelişmemiş birisinin, sözü edilen bu
korkuya sahip olması mümkün değildir. Onun içindir ki, çocuklar
öncelikle tamamen Allah sevgisine odaklı bir din eğitimiyle
yetiştirilmelidirler.
Gerçekte
Kur’an’a göre Allah’a iman, sağlıklı bilgiden beslenen sevginin
ürünüdür. “Allah’a inanıyorum” demek, “Allah’ı seviyorum” demektir. “De
ki, eğer Allah’ı seviyorsanız, bana tabi olun ki Allah da sizi sevsin,
günahlarınızı bağışlasın… Allah çok affedici ve engin merhamet
sahibidir.” (Âl-i İmran, 31) Bu ayette “Allah’a inanıyorsanız” yerine
“Allah’ı seviyorsanız” denmesi çok dikkat çekicidir. Kişi Allah’ı
seviyorsa, mutlaka O’na inanıyor demektir.
Allah
değer verdiği topluluğun önemli meziyetlerini sıralarken ilk önce,
onlarla arasındaki karşılıklı sevgiden, sevgi bağından söz etmektedir:
“Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse Allah onların yerine öyle
bir topluluk getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah’ı
severler…”
Müminde
olması öngörülen bu sevgi, bilgiye/tanımaya dayanan, derinlikli ve
nitelikli bir sevgidir. Bu sevgi bilişsel ve buna bağlı olarak ve daha
baskın halde duyuşsal özellikler ihtiva eder. Allah’ı bilme, tanıma,
anlam(landırm)a olmaksızın O’na ilişkin sevme/sevgi gerçekleşemez.
Sevginin dozu, yoğunluğu, sevilene ilişkin tanıma/anlama düzeyi ile
paralellik arz ettiğinden dolayı, Allah’ı sevebilmek, O’nu tanımakla
doğrudan irtibatlıdır.
İnsanın
idrak düzeyi yükselmeden, düşünme yeteneği yeterince gelişmeden, buna
bağlı olarak duyguları incelmeden nitelikli sevgi kazanılamaz. Bu ise,
sağlıklı bilgi ile yeterince beslenmeyle atbaşı gidecektir. Sevme
eğilimi, bilgi ile beslenerek geliştirilir. Tanıma, sevgiyi
doğurabilir. Bilgiyle beslenmeyen sevgi, kalıcı ve insanî olamaz.
Sevilmeye değer olana ilişkin bilgilenme düzeyi yükseldikçe bireyin ona
karşı ilgisi, sevgisi artar ve bu sevgi giderek sağlam temellere
dayanıp kökleşir. Bu süreçte hem bireyin sevme eğilimi/yeteneği
gelişmekte hem de aynı zamanda anlama/kavrama düzeyi yükselmektedir.
Anlam(landırm)a düzeyi yükselen birey, neleri, niçin, nasıl… seveceğini
daha sağlıklı biçimde belirleyebilme imkanına kavuşmaktadır. Allah’ı
sevme de aynen öyledir. Kişi, Allah’ı tanıdığı, O’nun hakkında
derinlikli bilgiye sahip olduğu oranda O’nu sevebilecektir.
Allah’ı
tanıyıp O’nun sevilmeye lâyık olduğunu fark etmek, O’na inanmayı
tetikler. İnsan, hoşlandığı şeylere ilgi duyar, onlara hemen bağlanmaya
çalışır. Allah’tan hoşlanmaya başlayan birey de, O’na inanıp bağlanmak
ister.
Sevgi,
ilgiyi besleyip geliştirir. Allah’ı sevmeye başlayan kişi, Allah’la
ilgisini giderek artırma çabası içine girer; O’na daha yakın olmak için
can atar. O’nunla birlikte olmak, O’nunla hemdem olmak, onun için en
büyük değer oluverir. Sevgi Peygamberi; “Kişi sevdiği ile beraberdir.”
(Buhari, Edep, 96; Muslim, Birr, 165) buyuruyor. Allah’ı sevmek,
O’nunla birlikte olma arzusunu beslemektedir. İşte böyle bir Allah
sevgisi, kişiyi ihsan mertebesine taşımaktadır: Hayatını Allah’ı
görüyormuşçasına yaşamak.
Gerçekte
sevgi yeteneği geliştiği oranda kişi, sevdiğinin hoşlanmayacağı bütün
kötü tutkulardan ve yanlış tutum ve davranışlardan uzak durmaya başlar.
Allah’ı seven, O’nun hoşuna gitmeyen tutum ve davranışlardan arınma
sürecine girer. Bu bağlamda o, Allah’la ilgisi olanları da sevmeye
başlar. Allah sevgisi, yaratıkları da kapsam alanına alıverir. Artık o
mümin, Yunus’un dediği gibi; “yaratılanları Yaratan’dan ötürü” sever;
dolayısıyla onlara karşı da yanlış yapmamaya çabalar. Böyle bir kişiyi
yalan, kandırma, dolandırma, sömürme, öç alma, kin duyma, başkalarını
küçük görme, aşağılama, ezme, öldürme, cezalandırma, hoşgörüsüzlük,
bencillik, varlıkları araç olarak görme ve onları hoyratça kullanmaya
kalkışma, ve benzeri olumsuz duygu ve düşünceler kolay kolay
yönlendiremez. Haliyle o, bütün bu prangalardan kurtulmuş özgür birey
oluverir. Bu demektir ki, Allah sevgisi, insanı bütün prangalardan
kurtarıp özgürleştiren büyülü bir iksirdir.
Özgür
birey, aynı zamanda sorumluluk bilinci gelişmiş bireydir. Bireyi
özgürleştiren Allah sevgisi, bireyde sorumluluklarını düşünme ve
onların gereğini yapma hassasiyetini/bilincini geliştirmektedir. Böyle
bir kulluk bilinci/hassasiyeti, Kur’an’ın öngördüğü ahlâklı mümin
olmanın yolunu açmaktadır. Bu gösteriyor ki, din eğitimi faaliyeti,
Allah sevgisini besleyip geliştirdiği oranda ahlâklı dindar bireyi
yetiştirme imkânına sahip olacaktır. Zaten bir din eğitimi, bunu
sağladığı oranda işlevseldir, başarılıdır.
Tam
da bu noktada şu soru karşımıza çıkmaktadır: Bireyin Allah’ı sevmesine
nasıl yardımcı olabiliriz? Sevgi merkezli bir Allah tasavvurunu bireye
kazandırma konusunda çocukluk dönemindeki Allah’ı tanıtmaya yönelik
eğitimin niteliği son derece önem arz etmektedir. Özellikle çocuklara
Allah, azap eden, cezalandıran, kahreden, belâ veren… olarak asla
tanıtılmamalıdır. Bu dönemdeki çocuğa Allah’ın son derece sevilmeye
değer olduğu yönü hissettirilmelidir.
Bunu
gerçekleştirmek için de, çocuğa öncelikle Allah’ın rahmeti, merhameti,
şefkati, adaleti, insanı koruyup kollayıcılığı, yardımı, cömertliği,
engin sevgisi, bağışlayıcılığı ve benzeri niteliklerini tanıtmak
gerekmektedir. Kur’an’da biri hariç (onun da içinde) her sureye,
“Rahman” ve “Rahim” olduğunu belirterek başlayan, “Benim rahmetim, her
şeyi kaplar.” (A’raf, 156) buyuran Allah, çocukların dünyasında
öncelikle bu nitelikleriyle yerini almalıdır.
Bu
tanıtım, yüzeysel bilgilerin, mekanik bilgi kalıplarının
ezberletilmesiyle gerçekleştirilemez. Sevgi merkezli Allah anlayışı,
yeterli sahih bilgiye ve derinliği olan düşünceye dayandırılmalıdır. Bu
düşünce ve bilgi, bireyin varlıklardan Allah’a doğru yol almasını
sağlayacak nitelikte olmak durumundadır. (Bk. Aydın, Nisan, 2008) Yani,
Allah’ın insanlara sevgisini, rahmetini, merhametini, şefkatini, onları
gözetip koruduğunu, bağışlayıcılığını soyut birtakım sözlerle anlatarak
değil de, hangi varlıklar üzerinden bu niteliklerini nasıl
gerçekleştirdiğini, insan için yapıp ettiklerini analitik biçimde
gözler önüne sermek, daha etkili olur. Söz gelimi, anne-baba, güneş,
herhangi bir meyve ağacı, bir hayvan, kısacası evrendeki her bir
varlığın, o çocuk için Allah’ın lutfettiği nimet olduğu; dolayısıyla
bunları yaratmakla Allah’ın insana sevgisini, merhametini, himayesini…
nasıl ortaya koymuş olduğu fark ettirilmelidir. Buna tabiî ki, bizzat
insanın kendi varlığı, kendi varlık özellikleri de katılacaktır.
Çocuk,
varlık hakkında analitik yaklaşımla bilgilenip düşüncesini
derinleştirdikçe, onların Yaratıcısı’nı derinden hissedeceği gibi, o
varlıkların kendisi için ne kadar yararlı olduklarını, kendisine nasıl
hizmet ettiklerini daha yakından fark etmek suretiyle de Allah’ın ne
kadar çok lutfuna/iyiliklerine sahip olduğunu, Allah tarafından nasıl
sevildiğini derinden kavrayacaktır. Bu kavrayış, bu sevildiğinin
farkına varma, çocuğu çok mutlu ederek (Bk. Campbell, 1991: 77) Allah’a
yaklaştıracak; O’nu sevmesine, hoşlanmasına, var olan sevgisini
geliştirmesine ve sevdiği için de inanıp bağlanmasına yol açabilecek,
mevcut imanını daha da pekiştirmesine katkı sağlayacaktır.
Yapıp
ettiklerinden ve yaratıklarından hareketle Allah’a ulaşan birey,
düşüncede derinleşerek ilerlediği takdirde, ilerde Allah’ın bizatihî
sevilmeye değer olduğunu ve O’nun sevgisine mazhar olmanın en büyük
ödül olduğu kanaatine varacaktır. İşte bu noktada o, tıpkı Yunus gibi;
“Bana seni gerek seni!” diyecek; O’ndan başkasına/masivaya tenezzül
etmeyecektir.
Böyle
bir din eğitimi yaklaşımıyla beslenen Allah anlayışı, bireyde bilinçli
tutum ve davranışları oluşturan yönlendiren güç olacaktır. Zira, bu
yolla sağlam temellere oturacak olan Allah sevgisi, bireyin hayatını
anlamlandırma çabasını yönlendiren temel etmene dönüşecektir.
Böyle
bir din eğitimini gerçekleştirebilmek, çok yönlü bir bilgi ve beceri
donanımını gerektirmektedir. Bu yaklaşımla din eğitimi yapacak olan
anne, baba, öğretici gibi kişiler, hem din eğitimi olgusunun
mahiyetini, onun hangi yasalara bağlı olarak gerçekleştiğini bilmek,
hem de genelde din ve özelde de Allah hakkında yeterli bilgiye sahip
olmak zorundadırlar. Yani, Kur’an’a kulak vermek adına, bu işi de
bilimle, bilgiyle, bilinçle yapmakla yükümlüdürler. Aksi takdirde, din
eğitimi sürecini onlar kontrol edip yönlendiremezler; aksine bu süreç
rasgeleliğe bırakılmış, onlar da onun güdümüne girmiş olurlar. Bu ise,
Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan eder.
Kaynaklar:
Aydın, M. Şevki, “Alemi Öğreterek Allah’ı Tanıtmak”, Diyanet Aylık Dergi, Ankara, Nisan, 2008.
Aydın, M. Şevki, “Allah’la Korkutarak Eğitmek”, Diyanet Aylık Dergi, Ankara, Haziran, 2008.
CAMPBELL Ross, Çocuk Sevgiyle Büyür, Çev. Meral Gaspıralı, İstanbul, 1991.
Not: Bu yazı, Diyanet Aylık Dergi 2008 Temmuz sayısında yayınlanmıştır.
Prof. Dr. M. Şevki Aydın Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
|