Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.
Yunus Suresi 105
Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.
Enam Suresi 79
İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.
Ali İmran Suresi 67
Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.
Nahl Suresi 123
De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.
Ali İmran Suresi 95
Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.
Kader inancini reddeden
düsünce ve inanç akimi. Ilk bakista mantik disi görünen bu
adlandirma, akim üyelerinin Allah'in belirledigi kader yerine
insanin belirledigi bir kadere inanmalari ve fiilleri Allah'a degil
insana isnad etmelerinden dolayi yapilmistir. Tam bir düsünce ve
inanç okulu durumuna gelmesini saglayacak bir sistematige sahip
olmayan Kaderiyye akiminin görüsleri çesitli kisilerce temsil edildi
ve giderek Mutezile okulunun temel tezleri arasina girerek varligini
sürdürdü.
Islâm mezhepler
tarihçilerine göre Kaderiyye akimina Emevi halîfelerinden Abdülmelik
Ibn Mervan döneminde Haccâc tarafindan öldürülen Ma'bed ibn Halid
el-Cüheni (ö.80/699) öncülük etti. Tabiûn bilginlerinden olan ve
Hasan Basrî'nin derslerini izleyen el-Cüheni'nin Kader konusundaki
düsüncelerinin yayginlik kazanmasinda ünlü Mutezile bilginlerinden
Amr b. Ubeyd'in önemli etkisi oldu. Kaderî düsüncelere yön veren
etken, ilmî olmaktan çok siyasî niteliklidir. Emevîlerin
yönetimlerini mesrulastirmak amaciyla Cebr düsüncesinden
yararlanmaya, çalismalarina karsilik, bu yönetime muhalif kisiler
onlarin anladiklari anlamda bir kadere, dolayisiyla onlarin
yönetimine karsi çikiyorlardi. Nitekim el-Cüheni'nin öldürülmesine
kader konusundaki düsünceleri degil, Abdurrahman b. Es'as'in
Emevîlere karsi baslattigi isyana katilmasi neden olmustu. Mevcut
yönetime karsi muhalefet, eylemlerini Allah'in takdiri ile açiklayan
Emevilerin uygulamalarindan dolayi sorumlu olduklarim savunan tüm
ilk kaderilerin ortak özelligidir.
Kaderiyye inançlari el-Cühenî'den
sonra, Hisam b. Abdülmelik (H.105-123) tarafindan önce dili, sonra
bas kestirilerek öldürülen Gaylan b. Müslim el-Kiptî ed-Dimaskî
tarafindan daha sistemli bir biçimde savunuldu. Bu nedenle Gaylan,
Kaderiyye'nin gerçek kurucusu sayilir. Gaylan'in öldürülmesinden
sonra Kaderiyye bagimsiz bir akim olarak varligini sürdüremedi,
ancak kadere iliskin düsünceleri kismen degistirilerek Mutezile
tarafindan savunuldu. Bu nedenle Kaderiyye kimi zaman Mutezile
içinde bir kol gibi görülmüs; kimi zaman da Mutezile, Kaderiyye
olarak adlandirilmistir.
Kaderiyye bagimsiz bir
okul durumuna gelemedigi için bir düsünce sisteminden söz edilemez.
Ancak bu akim içinde yer alan kisilerin kader ve buna bagli olarak
insanin özgürlük ve iradesi, Allah'in iradesinin insanin fiilleri
üzerindeki etkisi gibi konularda birlestikleri söylenebilir. Buna
göre insan özgür ve irade sahibi bir varliktir. Bu nedenle
eylemlerinden sorumludur. Ne Allah'in irade etmesi ve yaratmasi
anlaminda, ne de bilmesi ve takdir etmesi anlaminda bir kader vardir.
Insan eylemini bilgisiyle kendisi seçer, sonra iradesi ile seçtigi
eyleme yönelir ve yapabilme gücüyle yaratir. Allah bu eylemi önceden
belirlemez., iradesinin bu eylemle bir ilgisi, gücünün de ortaya
çikisinda bir etkisi yoktur. Allah insanin eylemlerini ancak ortaya
çiktiktan sonra bilebilir.
Kader konusu
çevresindeki bu ortak inançlarin disinda Kaderiyyeye baglanan kimi
farkli gorüsler de bulunmaktadir. Ne ki bunlar bir akim olarak
Kaderiyyeye degil, kaderi inançlari benimseyen farkli kisilere ait
görüsler durumundadir. Mezhepler tarihine iliskin eserlerde
Kaderiyye'den ayrilan kollara ait görüsler gibi sunulan bu
düsünceler de söyle özetlenebilir: Kaderiyye'den bazilarina göre iyi
isler (hasenât) ve iyilik (hayr) Allah'tandir, ancak kötü isler
(seyyiât) ve günahlar (masiyet) Allah'a isnad edilemez. Mufavvida
adiyla anilan bazi kaderilere göre, insan Allah'in hiçbir yardimi ve
yönlendirmesi (hidâyet) olmaksizin iyi olan herseyi yapabilme gücüne
sahiptir. Allah insana yapabilme gücünü (istitaat) tam ve mükemmel
olarak vermistir. Bu güçle insan inanmak-inkâr etmek, yemek-içmek,
oturmak-kalkmak, uyumak-uyanmak gibi istedigi her isi yapabilir.
Bazi kaderiler Allah'in zina çocugunu yaratmasini veya onu takdir
etmesini veya dilemesini veya onu önceden bilmesini inkâr ederler.
Bunlar bütün hayatini hirsizlik eden ve haram kilinmis seyleri yiyen
bir insanin bunu Allah'in rizki olarak elde ettigini kabul etmez ve
Allah'in helâl olanin disinda rizik vermeyecegini savunurlar. Kimi
kaderîler de Allah'in insanlarin ecellerini ve rizklarini
belirledigini kabul ederler. Bunlara göre, bir insani öldüren kisi,
o insani ecelinin gelmedigi bir vakitte öldürmekle, eceline
kavusmasina engel olmustur. Bu durumda ölen insanin rizki, elde
edilmemis bir durumda kalmistir.
Basta bazi tabiûn
bilgini olmak üzere çesitli Islâm ilimlerinde isim yapmis birçok
ünlü bilgin Kaderiyye akimi içinde sayilmistir. Bir bölümünün
sonradan kaderî düsüncelerden vazgeçtigi söylenilen bu ünlü
isimlerden bazilari söyle siralanabilir: Benzeyen harfleri
birbirinden ayirmak üzere tek ve çift nokta usulünü bulan dil
bilgini Nasr b. Asim, Kur'an üzerindeki çalismalari ile taninan
Medineli bilgin Ata b. Yesâr, Kur'an'in hiziblere bölünmesi üzerinde
çalismis Halid b. Midan, basta tarih olmak üzere birçok alanda
eserler yazan Vehb b. Münebbih, ilimde Hasan Basri ile
karsilastirilan Mekhûl, tefsir alaninda otorite sayilari Katâde,
tefsirde Mücâhid'in ravisi olan Ibn Ebi Necih, ünlü tarihçi ibn
ishâk, Amr bin Fa'id, Fazl er-Rakasi, Abbad bin Mansur.
Ahmed ÖZALP
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Nedensellik, genel olarak nedensellik ilkesi olarak bilinen ve olay ve olguların
birbirine belirli bir şekilde bağlı olması, her şeyin bir nedeni olması
ya da her şeyin bir nedene bağlanarak açıklanabilir olması ya da belli
nedenlerin belirli sonuçları yaratacağı, aynı nedenlerin aynı
koşullarda aynı sonuçları vereceği iddiasını içeren felsefe terimi.
Aynı neden aynı sonuca yol açtığına göre neden–sonuç bağlantısı
kesin ve değişmezdir. Bu anlamda evrendeki tüm olay ve oluşlar, kesin,
değişmez ve öngörülebilirdir. Diğer bir anlatımla evren, gözlemcinin ya
da deney yapanın iradesinden bağımsızdır.
Aynı genellik içinde, belli bir olguyu bilmek onun nedenini bilmek
olarak anlaşılır ve bu bakımdan "Neden? sorusu" bilimin temel sorusu
olarak görülür. 20. yüzyılın başlarına kadar bilimin temel yasası olarak Nedensellik ilkesi öne sürülmüştür. Kuantum fiziğiyle
birlikte bilimin ilkesi olarak nedensellik tartışmalı bir konuma
gelmiştir ve bu tartışma hem bilim kuramcıları hem de felsefeciler
tarafından değerlendirilmeye devam edilmektedir.
Felsefe tarihi boyunca nedensellik tartışılagelen bir konu olmuştur. Epistemoloji, ontoloji, metafizik alanlarında nedensellik ilkesi üzerine çok geniş bir tartışma tarihi bulunmaktadır. Nedensellik-belirsizlik, nedensellik-özgür irade, nedensellik-olumsallık, nedensellik-belirlenimsizlik, nedensellik- raslantısallık
vb. konu başlıkları felsefe tarihi içindeki bazı tartışılagelen konu
başlıklarını göstermektedir. Felsefi bir kavram ve eğilim olarak determinizm nedensellik ilkesi üzerinde temellenir.
Gerekircilik, evrendeki tüm olay ve süreçlerin nesnel gerçeklik olduğunu kabul eden bir yaklaşım olarak, nedensellik ilkesi üzerine kurulu bir felsefi yaklaşım biçimidir. Buradaki nesnel gerçeklik,
tüm olay ve süreçlerin nesnel yasalarca belirlendiği anlamındadır. Son
tahlilde nesnel gerçeklik, neden – sonuç ilişkisine dayanır, her sonuç
bir nedene dayanır ve her sonuç başka bir sonucun nedenidir.
Dünyaya gerekirciliğin bakış açısıyla bakmak, farklı yorumlarla
ortaya çıkmıştır.Bu görüş temelinde insan iradesi ve özgürlüğünün yok
sayılması da, insan iradesine çok geniş bir özgürlük alanı açmılması da
sözkonusu olabilmektedir.
nedenselik ilkesi ve gerekircilik hem metafiziğin
hem de bilimsel düşüncenin içinde temel rol oyanayan kavramlardan
başlıcalarıdır. Bilimsel düşünce açısından nedensellik insana, nesnel
dünyanın bilinebilir ve olanaklar çerçevesinde değiştirilebilir
olduğunu göstermiştir. Herhangi bir olayda neden – sonuç ilişkisi
biliniyorsa, nedenin değiştirilmesiyle sonuç da değişecektir. Bilimsel
gelişmenin temelinde yatan en önemli öncüllerden biridir bu bakış açısı.
İnanç gerekirciliğinde (ilkel şekli ihmal edilirse) dünyadaki her
şeyin bir gayesi olduğuna ve ilahi bir kudret dahilinde belirlenen bir
sonun mevcut olduğuna inanılır. Bu nedenselliğin ve gerekirciliğin
ilkel şeklini Saint-Augustin ile Dante, çağdaş biçimini ise Hegel savunmuştur. Bu çeşit düşüncelerle determinizm temellendirilmiştir bir anlamda.
Neden ekseriya iki türe ayrılır: Gerekli ve yeterli [1]
Gerekli nedenler:
Eğer x y’nin bir gerekli nedeni ise, böylece y nin varlığı x’in
varlığını ifade eder. Ama, x’in varlığı, y’nin varlığını meydana
getirmeyecektir.
Yeterli nedenler:
Eğer xy’nin yeterli nedeni ise böylece x’in yeteli varlığı y’nin varlığını ifade eder. Ama, başka bir z alternatif olarak y nin nedenidir. Böylece y’nin varlığı x’in varlığını ifade etmez.
J. L. Mackie
alışırmış konuşmanın nedenini tartışmış, gerçekte, INUS (gereksizin
yetersiz ve lüzumundan fazla parçaları ancak yeterli nedenler)
şartlarına işaret etmiştir. Örneğin; bir evin yanıp kül olması nedeni
gibi kısa bir çevirim düşünün. Olayların toplamını düşünün, kısa bir
çevirim, yanıcı malzemelerin yakınlığı, ve itfaiyecilerin yokluğunu
gözönüne alın. Düşünülenlerin beraber olması gerekli değildir ancak
evin yıkımı için yeterlidir (ondan sonra olayların bir çok diğer
toplamı kesinlikle evin yıkımına yardımcı olmuştur. Bu toplamın içinde,
kısa çevrim yetersizdir ama luzumundan fazla parça değildir ( o zaman
kısa çevrimin kendi ateşe neden olmayacaktır ama başka herşey ile eşit
olmadan ateş olmayacaktır). Bu nedenle kısa çevrim evin yanıp kül
olmasının INUS nedenlerini verir.
"Neden?" sorusu bilimsel düşünmenin gelişiminde etkili olmuş ve
tarih boyunca ele alınışı değişimlere uğramıştır.Belirli gelişmelerin
sonrasında ise neden sorusundan nedensellik kavramına geçildiği
görülür.Özellikle Newton'un bulguladığı bilimsel gelişmeler ve
doğabilimlerinin o dönemdeki ilerlemesi sonucunda nedensellik
kavramının öne çıktığı söylenebilir.Nedensellik bir şeyin nedenini
bilmek, ve bu da, bir şey meydana gelmişse ondan önce başka bir şey
meydana gelmiştir düşüncesine sahip olmak anlamına geliyordu ve
böylece, buradan da gelecegin kestirilebilir/bilinebilir bir şey olduğu
fikrine varılıyordu.Eğer bir olayın geçmişteki nedeni biliniyorsa gelecekteki sonucuda
bilinebilir olarak ele alınıyordu.newton fiziğinde, blirli bir anda
eğer bir sistemin durumu biliniyorsa gelecekteki durumunun da ne
olacağı tespit edilebilir olarak alınır.Nedensellik bu anlamda bir
neden-sonuç ilişkisi olarak anlaşılmaktadır.Werner Heisenberg ve benzer
kuantum fizikcilerinin itirazı tam da bu noktaya ilişkindir;çünkü
belirli durumlarda (atom altı dünyada) bir şeyin konumunu ve hızını
aynı anda bilmenin olanaklı olmadığı, bunun çeşitli olasılıksal
hesaplara bağlı olduğu sonucu ortaya çıkmıştır.Böylece nedensellik
ilkesinden giderek belirsizlik, olasılıksallık, rastlantısallık gibi
kavramlara yönelim sozkonusu olmuştur.
İlk Çağlardan20. yüzyıl başlarına kadar gelişerek ve derinleşerek gelmiş olan bilim düşüncesinde ve bilim teorisinde geçerli olan nedensellik anlayışı ya da nedensellik kavramının kavranılışı, ünlü bilim insanı Albert Einstein'ın popüler sözü "Tanrı zar atmaz"
değişinde ifadesini bulur.Her şeyin birbirine bağıntılılığı, her
gelişmenin ya da sonucun bir önceki olayın ya da etkinin ürünü olduğu
düşüncesi, geriye doğru gidildikçe sonsuz bir neden-sonuç ilişkisinin
var olduğu düşüncesi bu bağlamda değerlendirilir.Bu düşünceye göre
bilimin temel sorusu, Neden? sorusudur.
Ayrıca, benzer nedenlerin benzer koşullarda aynı sonucu vereceği önermesi de nedensellik ilkesinin temel önermelerinden biridir.Francis Bacon, doğa bilimlerindeki gelişmelerle nedensellik ilkesinin
açık bir şekilde bilimin temeli olarak kanıtlandığını öne
sürmüştür.Özellikle fizik bilimi uzun yıllar nedensellik ilkesi altında
tanımlanmış ve değerlendirilmiştir.Kuantum fiziginin gelişiminden
itibaren ise, bilimin bütün ilkelerinin yanı sıra en çok tartışılan
ilkesi nedensellik ilkesi olmuştur.
Bilim felsefesi 20. yüzyılda bilimin niteliği üzerine önemli
tartışmalar kaydetmiştir ve bilinen anlamda nedensellik ilkesinin
eleştirisi yaygın bir eğilim olarak şekillenmiştir.Bilim kuramcıları ve
bilim felsefecileri kaos, olumsallık, belirsizlik, belirlenimsizlik, olasılık, raslantı gibi kavram ve kategoriler aracılığıyla bilimsel nedensellik fikrini karşılaştırmakta, farklı yollar aramaktadırlar.Belirsizlik ilkesi, nedensellik ilkesi karşısında giderek öne çıkmış ve güçlenmiştir..Özellikle pozitivizmde
nedensellik kavramına belirleyici bir önem ve yer verildiği görülür.Bu
anlayışta nedensellik ilkesiyle, geçmiş olayları bilerek bugünü
görecegimiz ve hatta geleceği bilecegimiz ileri sürülür.
Bu yaklaşım günümüzde çok az destek görmektedir.Einstein'in Kuantum
fizikcilerine itiraz etmek için öne sürdüğü "tanrı zar atmaz" sözüne
rağmen olasılık ve raslantı kavramlarının bilimsel düşüncede giderek
güçlendiği söylenebilir.Eistein'ın bu görüşüne karşı "tanrı'nın ne
yapacağını bilemeyiz" cevabı verilmiştir.
Her olayın maddi veya manevi birtakım nedenlerin zorunlu sonucu
olduğunu kabul eden felsefi görüş determinizm olarak adlandırılır.
Determinizm bütün olayların, hiç kimsenin değiştiremeyeceği bir
şekilde, doğaüstü bir güç tarafından saptanmış olduğunu kabul eden
fatalizme (sabit kadercilik) karşı çıkar. Determinizme göre insan
kaderini kendisi yaratır, fakat evrensel yasalar çerçevesinde. Her
olayın maddi ve manevi bazı nedenlerin sonucu olması kuralı ise
nedensellik kuralı olarak adlandırılır. Nedensellik kuralı rastlantı
diye bir şeyin olmadığını ortaya koyar.
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
1 simdiye kadar olan olaylarin matigi oldugu hesabiyla ise baslayip gelecektede belli olaylarin belli olaylar doguracagini belirleyen mantik. dogrudur ama insan beyni sonsuz ayrintiyi dusunemedigi icin her zaman yanlis tahmin eder
2 descartes ile basladigini hatirladigim, laplace ile doruga ulasan bir dusunce akimi, heisenberg ve belirsizlik ilkesinden sonra pabucu dama atilmistir.
3 sanildigi gibi belirsizlik ilkesi ya da kaos teorisi tarafindan pabucu dama atilmis olmayan, sadece, bazi uygulama alanlarinda pratik sonuca ulasmak icin ugrasan fizikciler tarafindan, evrendeki her seyin bilinmesini gerektirecek kadar kullanilmasi zor bir gerceklik oldugu icin, dogrulugu bilinse de gozardi edilmek zorunda kalinan ilke.
4 "bir zeka, herhangi bir anda varolan tüm parçacıkları ve onlara etki eden tüm yasaları bilebilirse geçmiş ve gelecek bütün berraklığı ile gözleri önüne serilir.".
5 karsitlarinin kanit olarak quantum fizigi'ni ortaya surdukleri felsefe.
6 her devre kendisinden önceki dönemin zorunlu bir sonucu,kendisinden sonraki dönemin de hazırlayıcısıdır.
7 efendim bildiğiniz gibi kuantum fiziği'nin kopenhag yorumunda parçacıklar için makroskopik ve mikroskopik diye bir ayrım bulunur ve bu ayrım, cisim ve sistemlerin hangi yasalarla incelenebileceklerine ilişkin pek de belirgin olmayan lakin yine de kavranabilir kurallar koyar. misal bir galaksiyi inceleyecekseniz kasmayın dalga denklemleriyle boşuna zira bu denklemlerce ima edilmiş girişmişlik hali tüm galaksi için birbirini yok eder, bu sebeple de ona klasik mekanik yasaları uygulanabilir denir. (bkz: schrodingerin kedisi) lakin mikroskopik sistemler için, mesela bir elektron foton etkileşmesini incelerken, geçerli olan kuantum mekaniği formülleridir denir.
bir grup foton bir delikten geçirilip bir fotoğraf filmi üzerine düşürülürlerse delikten geçerken saçılır ve fotoğraf filmi üzerinde normal aydınlanmış bir bölge oluştururlar. eğer bu fotonlar bir çift yarığa gönderilselerdi girişim deseni oluşturacaklar, fotoğraf filmi üzerimde kimi bölgeler aydınlık kimi bölgeler de karanlık olacaktı. eğer sadece tek bir foton bir çift yarığa gönderilirse bu foton fotoğraf filmi üzerinde tek bir iz bırakır. bu deneyi binlerce kez yapar ve izleri üstüste koyar toplarsanız bir girişim deseni oluştuğunu görürsünüz! bu iki tür garipliğe yolaçar, birincisi foton kendi kendisi ile girişim yapmış olur (bkz: tek fotonla girişim) ikincisi de diğer fotonlar sanki birbirlerinden haberdarmış gibi davranır, hep beraberlermiş gibi karanlık saçakları meydana getirirler. (epr ile karıştırmayın, klasik elektromanyetik teori ile açıklamaya da çalışmayın; kendinize yazık edersiniz.)
büyük patlama teorisine göre evren tüm maddenin bir arada içerildiği bir tekillikten başlamıştı. yani kainat şu anda, bizim kavrayışımıza göre devasal haline gelmeden çok önceleri - misal 15 milyar yıl kadar önceleri - kuantum fiziği yasaları ile incelenebilir derecede küçüktü; o zamanlardaki evreni betimlemek için de bir dalga fonksiyonu yazılabilirdi. (yazanlar var gerçekten) genel kanaatin aksine dalga denklemleri gayet deterministik yapıdadırlar; bir parçacığın bir andaki dalga denklemi o parçacığın geleceği ile ilgili de bilgi verir. o halde evren'in tamamını anlatan bir dalga denklemi varsa bütün kainat da tek bir fonksiyonun değişiminden ibarettir ve tüm parçacıklar bir zamanlar aynı denklemde içerlişmiş olmaları vesilesi ile diğerlerinin hareketlerinden haberdarmış gibi davranırlar - aynı tek fotonla girişimde olduğu gibi . başka bir deyişle spinoza'nın her şeyin kendisinden bir parça olddugu tanrısı, yunus emre'nin vahdeti mevcud'u aslında evren oluştuğunda meydana gelen bir fonksiyonun sonucu, hatta ta kendisidir.
8 kararlı ve azimli olmak, böyle olmaya önem vermek...
9 idealistik bir teori olarak doğrudur ve fakat ideal şartlar hiç bir zaman olamayacağı için sadece olasılık kuramlarıyla yaklaşımlarda bulunur. "sonsuz nedensellik" burada ideal şartları oluşturan ama bizim hiç bir zaman tam olarak bileşenlerine ayıramayacağımız bir olguyu temsil eder. tabii ki bütün temeli deneysel gözlemi esas alan mantık kurallarıdır. bu illa ki sizin gözleminiz demek değildir. şu an kabul gören bir çok doğru da yine deneysel mantık la ilintilidir. kendi içinde tutarlı olması en büyük artısı ve en büyük yanıltsamasıdır.
10 "determinizm kakadir cunku ozgur iradeyi yok kilar" diyen arkadaslar argumanlarini kuvvetlendirmek icin kuantum mekaniginin olasiliklara dayali oldugundan bahsederler. oysa bir seyin hareketinde rastgelelik olmasi o seyin ozgur iradesi olmasi anlamina hic gelmez.
onemli olan nokta 1 ) doganin davranisinda rastgelelik olsa bile, insan beyni ile masa ayni miktarda rastgele davranmaktadir. insan dedigin sey bir suru atomdur zira.
onemli olan nokta 2) tek bir elektronun davranisindaki rastgelelik, kocaman insan beyninin rastgeleliginden kat be kat fazladir. zira beyin dana kadardir, kablodur, borudur. halbuki elektron minnaciktir, kuantumdur. şu halde elektron daha mı özgür iradelidir?
yan nokta 3) kuantum mekanigi sanilanin aksine deterministik bir teoridir
11 belirlenimcilik de denir.gerek doğa olaylarının , gerek insana ilişkin olguların , kendilerinden önce gelen olaylar ve olgular nedeniyle meydana geldiğini ileri süren felsefe öğretisi. / iki ya da daha çok olay arasındaki neden-sonuç zincirlemesi.
12 iyi/kotu yok demenin cok guzel geldigi zamanlari hatirliyorum. bunu soylerken aklimdan gayet zen bir kavram gecerdi. iyi ve kotunun olmamasini isterdim, eger yoksa "iyi"ydi. cunku "gercek" "iyi"ydi. peki ya gercek bu degilse? eger birseylerin "iyi" olmasi gerekiyorsa o zaman "gercek" ne? iyi/kotunun olmadigi bir evren iyi de olamaz kotu de olamaz. bunun var olmasini "istemek" gayet mantiksiz bir tavir olur. ama mantikli bir din gordun mu hic?
determinizm bence budizm'in eksik versiyonu. eksik cunku "sacredness" kavramini yalanlarken kendi kendini tanrilastiriyor determinizm. yani budizm, kendi eksikleri olsa da, determinizmden daha durust bir din. din kelimesinden nefret ediyorum evet, ama bu anlami tasiyan baska bir kelime bilmiyorum. deterministken de din kelimesinden nefret ediyodum, ama kendim birseyleri tanrilastirdigimin farkinda degildim. budizmin eksikleri ise tamamen mutluluga, aciyi dindirmeye yonelmis obsesif bir din olmasi. acinin "kotu" birsey oldugu kararina nasil varildi? mantiksiz evet, din ne de olsa.
insanlarin obsesyonlardan kurtulmasi gerekiyo. kafalarinin icindeki dugumler, binalar, yapilar her an yikilabilir. ama altindan kalkmak cok zor olur. o yuzden dikkatle birer birer saglamlastirmak gerekiyo. bir yapi gerekli evet. bir model gerekli, ama modele inanmamak, sadece model oldugunun farkinda olmak da gerekli. bir nevi herkes ayni seyin pesinde. *dogru modeli bulmak*. ama dogru model diye birsey yok. hepsi ayni "gercek"i sekillendirme, kutulara sokma, anlasilir, konusulur yapma amaci guduyo. bunu farkederse insanlar modellerle olan obsesyonlarindan da kurtulabilir, "gercek"e yakin modeller kurabilir, ama bu modellere simdiki kadar cozulmez bir dugumle baglanmamayi da ogrenebilir. umarim.
13 iğrenç bir yüzeysellikle günümüze uyarlaması "bütün evren atomlardan oluşuyorsa ve bu atomlar da belli bir kurala göre davranıyorlarsa, o kural değişmediği sürece atomların yapacağı herşey belirlidir" olan düşünce. şimdi efendim gençler için, ev hanımları için ve kitap okumayı sevmeyen hazır lopcular için konuyu anlaşılır ve eğlenceli kılmaya çalışalım. amacımız da sadece hayatımıza yeni bir görüş katıp "vay ne güzelmiş, neyse hadi sinemaya gidelim" demek olsun.
teknoloji geliştikçe, araştırmalar derinleştikçe insanoğlunun doğası gereği yaşadıklarına mistizm katma hevesi yavaş yavaş kursağında kalıyor. artık biliyoruz ki bütün evrenimiz atomlardan ya da atom altı partiküllerden falan filan oluşuyor. fiziksel detayı çok önemli değil . önemli olan şu ki: gittikçe pekçok şeyi açıklayabilir duruma geliyoruz. artık etrafımızda gördüğümüz, yaşadığımız, hissettiğimiz hemen hemen herşeyin nedenlerini o dediğim parçacıklara inene kadar açıklayabiliyoruz.
süper yavaş ve örneklerle gidelim ki konuya ilgi duymayanlar da ne dediğimizi anlasın. mesela bundan 3000 yıl önce deniz kabuğunun içinden deniz sesinin gelmesinin nedenini tanrılara bağlıyorlardı. 2000 yıl önce ise tanrılara değil de denizin yakınında çok kalmasına ve sesleri depolamasına bağladılar. 1000 yıl önce ise artık ne tanrı ne de depolama gücü olmadığını anladılar. belli ki hava akımı bişiler oluyodu ses yapıyodu. tabi bu arada insanlar binlerce farklı koldan bilgiyle donatılıyorlar ve birtakım şeyleri gittikçe çözüyorlardı. günümüze yakın bir zamanda ise iyice ilerlemiş olan bilim bu sesin nedenini çok daha kökenine kadar açıklayabiliyor duruma geldi. dedi ki: "içindeki spiral biçiminde boşluk var ve hava ile dolu. ağzının yakınında oluşan sesler içeride birikmiş havayı titreştiriyor (tabi bunu diyebilmesi için sesin de atomların titreşimi yoluyla oluştuğunu bulmuş olması lazım) bu titreşimler kabuğun iç çeperinden yansıyor ve kesintili dalgalar doğuruyor, frekans yaratıyor. o oluyor bu oluyor ve biz de denizin uzaktan gelen uğultusuna benzer bir ses duyuyoruz. (tabi bizim duyma sistemimizi titreşimlerin iletilmesi gibi kökenlerle açıklıyor ki daha mis olsun soru kalmasın)"
ee hadi tamam bunu açıkladık atomlarla, fizik kuralıyla falan. bu, herşeyin fizik kurallarıyla açıklanabileceğini mi gösterir ? mesela duygularımıza ne diyeceksin ?
aslında bu soruyu sormak biraz ayıp. yani matematikte dört işlemin ne kadar önemli ve temel olduğunu öğrendikten sonra ancak türev çözümlü bir optimizasyon sorusunu öğretmene "ee hadi bunu da yap bakalım madem dört işlem çok süperse" diye kakalamaya benziyor. şu anda evrende bildiğimiz en karmaşık yapılardan biri olan insanların daha da karmaşık ötesi duygu denilen olgusunu açıklamak hiç de kolay olmamasına rağmen insanlar her tarafta insan gördüğünden ve her an o duygularla yaşadıklarından bunun çok sıradan bir soru olduğunu zannediyorlar.
ancak bugünkü teknolojimiz ve araştırmalarımız çok ilerlemiş durumda ve tamamen olmasa da insan duygularını fiziksel kurallar ve partikül hareketleri, parçacık spinleri, elektromanyetik kuvvetler kimyasal tepkimeler vs. vs. çerçevesinde açıklayabiliyorlar. sinir iletimimlerinin na cl atomlarının yer değiştirmeleri sonucu olması, bizim elimizin acıdığını böyle hissetmemiz gibi olgular artık muamma değil. (çoğu sözlük okuyucusu bu konular hakkında bilgi sahibi farkındayım ancak hiç bu konular üzerinde bilgi sahibi olmayan birisi hemen "hadi canım oradan" tepkisini verebilir. o yüzden ağırdan alıyorum ve hadi canım oradan diyenlere sesleniyorum "bindiğiniz uçağın uçtuğuna inanıyorsanız bunlara da inanmanız gerekiyor. sizin o hayatınızı emanet ettiğiniz doktorlar da sizi bu yollarla iyileştiriyorlar. yani öyle garip güçler, mistik olaylar, güneş tanrısının müdahalesi, ruhun gücü falan gibi şeyler yok. nasıl çalıştığını bilmiyor olmanız televizyonu izlemediğiniz anlamına gelmez. neyse azıcık da olsa açık görüşlülerle yolumuza devam ediyoruz.)
asıl konumuzla ilgili olan kısma yavaş yavaş geliyoruz. peki geri kalan arkadaşlara sesleniyorum. neymiş ? garip güçler, egzantrik cinler, kalp acısı falan yokmuş. hatta soyut hiçbirşey yokmuş. ne varmış ? atom varmış bi de o nedeni bilinmeyen fizik kuralları varmış. o mutluluk, korku, heyecan gibi soyut sandığımız şeyler de bizim beynimizdeki fiziksel-kimyasal etkileşimlerin bir sonucuymuş. (evet evet biliyorum çok iğrenç ama ne yapalım, göz göre göre de yadsıyamayız ki)
peki o zaman kısacası şuna geldik: evrende şu anda 4 tane fizik kuralı ile açıklayamiyacağımız hiç bir olay yoktur. bu kurallar: parçacıklar arasındaki çekim kuvveti, elektomanyetik kuvvet, zayıf çekirdek kuvveti ve güçlü çekirdek kuvveti. (konumuz bu değil ama bilim adamlarının yegane hedefi bütün bu kuvvetleri tek başına açıklayacak olan o "tek kuvveti" bulmak. şahsen benim de önsezilerim evreni açıklayan dört tane kuvvet yerine tek bir kuvvet olmasının çooooook daha mantıklı olduğunu söylüyor)
bakın şu anda kritik noktadayız. bu kuvvetler evren kurulduğundan beri değişmediğine göre ve mistik birşey olmadığına göre o zaman aynı atomları aynı şekilde aynı zamandan bi daha başlatsak tekrar tıpatıp aynı şeyler olacağı aşikar değil midir ? buna evet derseniz şunu da kabul etmiş oluyorsunuz o zaman: bu kuvvetler aynı kalmaya devam edeceğinden bundan sonraki atom hareketleri, parçacık etkileşimleri falan da zaten belirli ! yani evrende bundan sonra olacaklar da belirli durumda. benim bu yazıyı bu tarihte bu şekilde yazacağım big bang sırasında atomların ve partiküllerin bulunduğu yerlerden belliydi. yani aslında her şey başlangıç noktasında belirlenmişti. maç başladığında sonucu belliydi.
ve aslında laplace'in değinmek istediği nokta da biraz buydu. laplace bu kavramı düşündü ve dedi ki: " şu an evrendeki bütün atomların içinde bulunduğu durumu bilebilirsek bundan sonra ne yapacaklarını da bilebiliriz. eğer böyle bir bilgisayarımız olsa bilgileri yüklesek ve 2030'da ne olacağını bul haydi koçum diye düğmeye bassak bize ne olacağını gösterebilirdi".
ilk başta kulağa hoş geliyor. ancak biraz daha düşününce bu hipotezde birçok şeyin ters gittiğini hissediyoruz. bütün bu düşünce sürecini ben, zaman içinde hiçbir yerden okumadan kendi kendime yaşadığım için (evet çok akıllıyım) neyin yanlış gittiğini de kendim sezmiştim. kendi kendime düşünürken şunu farkettim; zamanı durdurup atoma yakından baktığımda haydi yerini tam belirledim diyelim ancak bu bana gidiyo mu duruyo mu ya da nereye hangi ivmeyle gidiyor olduğu hakkında bir fikir vermez. e hareket ettirdiğim zaman da bu sefer yerini tam olarak bilemem. haydaa ne güzel de geleceği görecektik ulan. işte heisenberg belirsizlik prensibinde bu konuya değinmiş ve fazla heyecanlanmayın demiştir. demek ki taaaaa en başlangıç noktasını bilsek ve oradaki her bilgiye sahip olabilseydik gelecekte neler olacağını söyleyebilirdik belkim.
kaldı ki bilgiyi depolayacağımız bilgisayar da yine sistemin bir parçası olacağından ne yaparsak yapalım bağımsız bir işlem gerçekleştiremeyiz.
biz yine determinizme dönelim ve konu ile ilgili sevimli alt başlıklara da hemen değinelim yazımızın sonunda.
- kuantum fiziği canavar mı ? determinizmi dövdü diyolar king kong'u da döver mi ? - kuantum fiziği canavardır, evet. hem de en hasından ! king kong'u da yener. peki determinizm'i yendi mi ? aslında hemen yeri gelmişken şu konuya transit geçiş yapalım. bırakın determinizmi falan bir kenara hatta bütün bildiklerinizi bir kenara koyun. çünkü huzurlarınızda görelilik kuramı !
albert einstein bize zamanın göreceli olduğunu göstermiştir. zaman göreceli ! yani zaman öyle durmadan geçen bir şey değil. o da maddeye göre değişiyor. ve onun da başlangıcı var. evet zamanın da başlangıcı var. ne kadar mantıksız bir şey öyle değil mi göhül dostları ? nasıl olur da zamanın başlangıcı olur. eee hadi başladı diyelim ondan önce zaman geçmiyor muydu yani ne kadar saçma ama adam ispatlamış işte hay allah. aslında burada şuna dikkatinizi çekmek istiyorum: " biz gözlemlediklerimize bakıp gerçekliğe ulaştığımızı zannederek büyük ahmaklık ediyoruz." küçükken uzayın sonuna gitsek baksak arkasında ne var, ne olacak yine uzay var demek ki uzay sonsuzdur diye düşünürdük. çok mantıklı geliyor ama bugün biliyoruz ki uzay sonlu. ve bunun bizim algılarımızın içinde olmasına da gerek yok, neden olmak zorunda olsun ki ? dördüncü boyutu da algılayamıyoruz ama var. iki boyutlu yüzeysel adamlar da üçüncü boyutu algılayamıyorlar. (hala var aramızda onlardan)
peki işler bu raddede karışıkken birisi gelse bana "birşeyin gerçekleşmesi için bir nedeni olması gerekmez, sana öyle geliyor sadece" dese ve ispatını gösterse matematiksel olarak ne diyeceğim ? ama determinizm şey mey kem küm. o yüzden ben yine şüpheciyim kardeş. kabul ediyorum ve zannediyorum ki bu evrenin işleyiş düzeni algı sınırlarımız dışında. öyle çıkıp da "holey evrenin işleyiş düzenini buldum lay lay lom" diyemeyiz ayıp olur. bakın bildiğimiz sevdiğimiz ışık bile döneğin tekiymiş meğersem, parçacık mı dalga mı belli değil eşşoğlunun. bir de durgun halde kütlesi sıfırmıymış neymiş. bunların topu light !
son konu:
özgür irademiz var mı ? yahu bir kere özgür ne demek onu söylesin biri bana. eğer istediğini yapabilmeye özgürlük diyebilecek kadar yüzeyselseniz tabii ki sapına kadar özgürsünüz. o istediğiniz şeyi neyin istettiğini boşverin, yaşayın güzel güzel. yok eğer "özgürlük demek hareketlerimin bir şeye bağımlı olmaması demek" gibi kendiniz bile ne dediğinizi bilmiyorsanız zaten boşverin siz hiç yorulmayın. kusura bakmayın ama bu konu bana göre öyle aşikar ki romantiklerin ağzından karşı sav bile üretemiyorum ki çürüteyim.
"yahu bu adam şeyden bahsediyo yaa, kadercilik yaw kader işte bu. iyi o zaman yan gelip yatalım madem herşey belli ise !" dedi biri, duydum ben. cevap veriyorum: "sen yat kardeşim, senin yatacağın belliymiş işte" (someka, 25.12.2005 00:08)
günlük hayatınızda fazlasıyla yer almaya başladığı zaman bir şekilde kontrolü kaybetmenize ve kendinizi "olmaz hayatta yapmam, kabullenmem" dediğiniz şeyleri yapmış bir şekilde bulmanıza da sebebiyet veren düşünce akımıdır. ha güzel sonuçları olmaz mı, olur tabi ki de, ama kişisine göre. gene de fazla kaptırmamak lazım böyle şeylere.
14 mantığını kimsenin reddemeyeceği, şukela -izm. herşeyin özü. icinde cok fazla sayıda top olan cok büyük sürtünmesiz bir bilardo masasında topları* ilk vuruşla dağıttıktan sonra* toplar sonsuza kadar carpısarak, birbirlerini etkileyerek, kendilerine cizilmis masa* dahilinde hareket edecektir. hangi topun hangi topa , nereye carpacağı ve nereye gideceği fizik kurallarıyla acıklanabilir , yani hersey önceden bellidir. ancak bunların hepsini bu sonsuz sürecte insan beyni aklında tutamayacağı için bize olaylar rasgele gözükür bir yerden sonra. ancak beyaz topa ilk kimin vurduğu, olacak herşeyin tıpkı alınyazısı kavramındaki gibi belli oluşu , tanrı konusunda kafamı karıştırmıyor da değildir. bu topa ilk vuran tanrıysa ve hersey belliyse o topa neden vurulmustur. yok değilse toplar neden yuvarlanmaktadır. peki bu masa sürtünmeli olsa ve toplar bi yerde dursa. toplar bunun farkında olabilir mi ? yani zaman arada sırada duruyor olsa bedenimizdeki ve etrafımızdaki hiçbir atom hareket etmese zamanın durduğunun farkında olabilir miyiz? hayır. bu durumda toplar durduğunda birisi beyaz topla yeni bir vuruş yaparak olaylara müdahale ediyor ve biz bunu normal akış gibi algılıyor olabilir miyiz? hatta toplar carpistiklarinda momentum gereği birbirlerinin hızlarını etkilediklerinden belkide zaman evrenin belli bölümlerinde diğer yerlerden daha yavaş akıyor, yani kimi toplar diğerlerinden daha yavaş hareket ediyor olabilir mi , ve bu görecelilikle alakalı mıdır ? hatta zaman evrenin sadece belli yerlerinde zaman zaman duruyor ve sonra onlara carpan yeni bir atomla yeniden akmaya baslıyor olabilir mi , bi süre sonra duran bi topa baska bir topun carpmasiyla yeniden hareketlenmesi gibi ? peki ölüm bedenimizdeki atomlarin , moleküllerin, onların oluşturduğu sistemlerin hareket düzeninin bozulması ve sonucunda hareketin durması değil midir? bu öldüğümüzde zaman bizim için duruyor anlamına mı gelmektedir? bu durumda elektroşok ya da kalp masajı denen şeyler, duran topa başka bir topun çarpıp tekrar etkileyerek yeniden hareket sağlamasına örnekler değil midir. iste ne zaman düsünsem bu soruları aklıma getiren -izmdir determinizm.
15 ilginç bir şekilde, entropi ile ilişkili gözüken bir kavram. entropi her ne kadar olasılık dünyasına yakın bir şey olsa da, neden-sonuç algımızda da yeri büyük.
zamanın geçmişten geleceğe doğru aktığı normal durumda, kapalı bir sistemdeki düzensizliğin (homojenleşmenin) arttığını gözlemleriz. örneğin havadaki moleküllerin oksijen olanları odanın bir tarafına toplanma eğilimi göstermez, aksine her yere maksimum yayılma düzeninde bulunurlar. odaya renkli bir gaz sıktığımızda, gazın sıkılan noktadan çevreye doğru yayıldığını, gitgide odayı kaplayarak daha homojen hale geldiğini görürürüz.
filmi tersine çevirirsek ilginç görüntüler ortaya çıkıyor. odaya tam olarak yayılmış gaz, gitgide bir merkeze doğru hareketlenip yoğunlaşarak en sonunda bir noktada toplanıyor. bu durum
alışageldiğimiz neden-sonuç zincirine uymuyor, zira böyle bir şey hiç
gözlenmemiş. buradan bir tümevarım yaparsak, zamanın akış yönünü
entropinin arttığı durum olarak tarif edebiliriz.
kameramızı
şimdi moleküller boyutuna taşıyalım. biri renkli biri renksiz iki
molekülün (?) birbiriyle çarpıştığı bir örneği ele alalım. iki farklı
noktadan hareket eden iki molekül çarpıştıktan sonra bilardo topları
gibi sekerek başka yönlere savrulurlar. şimdi, az önce yaptığımız gibi
filmi tersine çevirelim. yine iki noktadan gelen iki molekülün
birbirleriyle çarpışıp farklı noktalara (ilk görüntüde geldikleri
noktalara) savrulduğunu görürüz. bu ölçekte, hangi görüntünün zamanın
pozitif yönünde olduğunu, hangisinin geri çekim olduğunu anlamamız
mümkün değildir. iki görüntüde de nedensellik ilkesine aykırı bir
davranış yoktur. bu ölçekte, "şu olay bu sonucun sebebidir" şeklinde
akıl yürütme şansımız kalmaz. bir bakış açısına göre sebep dediğimiz
şey, diğer bakış açısına göre sonuçtur.
mikro ölçekte zaman
ister ileri ister geri yönde aksın her iki durum da bize makul görünse
de, makro ölçekte zamanın akış yönüne göre yorumumuz değişir. yerden
zıplayarak masanın üstünde bir bardak oluşturan cam parçaları,
deterministik görüşe aykırı hareket ederler.
demek ki,
nedensellik baki kalsa da (örneklerin tümünde olaylar birbirini
etkileyerek sonuçlara neden olurlar), deterministik dünya görüşünü bize
kazandıran şey, etkileşimlerin makroskopik ölçeklerdeki sonuçlarıdır.
dolayısıyla, olasılıksal dağılımlar deterministik bakış açısından
elimine edilemez.
ekşi sözlükten alıntıdır..
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Bu anlamda evrendeki tüm olay ve oluşlar, kesin,
değişmez ve öngörülebilirdir.
...
Gerekircilik, evrendeki tüm olay ve süreçlerin nesnel gerçeklik olduğunu kabul eden bir yaklaşım olarak, nedensellik ilkesi üzerine kurulu bir felsefi yaklaşım biçimidir. Buradaki nesnel gerçeklik,
tüm olay ve süreçlerin nesnel yasalarca belirlendiği anlamındadır. Son
tahlilde nesnel gerçeklik, neden-sonuç ilişkisine dayanır, her sonuç
bir nedene dayanır ve her sonuç başka bir sonucun nedenidir.
Dünyaya gerekirciliğin bakış açısıyla bakmak, farklı yorumlarla
ortaya çıkmıştır.Bu görüş temelinde insan iradesi ve özgürlüğünün yok
sayılması da, insan iradesine çok geniş bir özgürlük alanı açmılması da
sözkonusu olabilmektedir.
...
Özellikle pozitivizmde
nedensellik kavramına belirleyici bir önem ve yer verildiği görülür.Bu
anlayışta nedensellik ilkesiyle, geçmiş olayları bilerek bugünü
görecegimiz ve hatta geleceği bilecegimiz ileri sürülür.
..
Her olayın maddi veya manevi birtakım nedenlerin zorunlu sonucu
olduğunu kabul eden felsefi görüş determinizm olarak adlandırılır.
Determinizm bütün olayların, hiç kimsenin değiştiremeyeceği bir
şekilde, doğaüstü bir güç tarafından saptanmış olduğunu kabul eden
fatalizme (sabit kadercilik) karşı çıkar. Determinizme göre insan
kaderini kendisi yaratır, fakat evrensel yasalar çerçevesinde. Her
olayın maddi ve manevi bazı nedenlerin sonucu olması kuralı ise
nedensellik kuralı olarak adlandırılır. Nedensellik kuralı rastlantı
diye bir şeyin olmadığını ortaya koyar.
Nedensellik,determinizm, nesnel gerçeklik, çelişmezlik prensibi gibi kavramların genel geçer olduğunu düşünen biri aşağıdaki sorularımdan birini cevaplayabilir mi?
1. Bir elektron, ölçümü yapılmadan önce -1/2 mi
yoksa +1/2 mi spine sahiptir?
2. Schrodinger'in kedisi kutuyu açmadan önce cansız mıdır
yoksa canlı mı?
3. Çift yarık deneyinde ekrana yöneltilen bir (sayıyla 1)
elektronun girişim yaptığı biliniyorsa, bu elektron belirli bir t anında a
yarığından mı yoksa b yarığından mı geçmiştir?
4. Yoksa, aynı anda hem a yarığı hem de b
yarığından mı geçmiştir?
5. Önerme : Tek elektron belirli bir t anında a yarığından
geçti.
Karşıt önerme:
Tek elektron belirli bir t anında b yarığından geçti.
Hangisi doğru?
6. Belirli bir atom altı parçacık, örneğin bir elektron,
izleyebileyeceği çok sayıda yola sahip ise, belirli bir anda bu yollardan
hangisini izler? (a,b,c,d,e..vs. gibi.. a ile c ve b ile d zıt doğrultular)
7. Bir atom aynı anda, farklı konumlarda, zıt kuantum durumlarında bulunabilir mi?
8. 10 Mev'luk enerjiye sahip bir parçacık, aşmak için 20 Mev
enerjiye sahip olunması gereken birengeli aşabilir mi?
9.Bir akım aynı
anda, zıt yönlere akabilir mi?
__________________ Dinin bakış açısına göre,tüm bu fantastik harikulade evren,tüm bu karmakarışık şeyler, ancak, Tanrı’nın, insanların iyi ve kötü için çabasını gözlediği bir sahnedir.. Bu sahne,bu oyun için çok büyük!
konunun senin ilgini çekeceğini tahmin ediyordum..
neyse..
kader ve özgür irade konularında düşündükçe ve okudukça aslında bir çok meselenin hep bir yere gelip kaynaştığını görüyorum...
bir şey hem belirli hemde belirsiz olabilir mi...
yada hem özgür hemde değil...
yada hem var hem yok...
işte acayip sorular...
bende düştüm bu konunun içine şimdilik...
debeleniyorum...
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
1 eğer determinizm geçerliyse, gelecekteki bütün olayların tek bir sonucu olabileceği; başka bir deyişle yarın ne olacağının bugünden belli olduğu, bu durumda da bizim "özgür irade" ya da "özgür seçim" dediğimiz şeyin bir illüzyondan ibaret olduğunu işaret eden metafizik paradoks.
deterministik bir dünyada, özgür irade dediğimiz şeyin, "kaçınılmaz olan geleceği tahmin etmek için yeterli bilgisi olmayan insanın, bilinmezlik içinde yaşamını sürdürebilmek için başvurduğu, daha önceki tecrübelerinin birikimine dayalı davranış ilkeleri"nda ibaret olduğu, ve bu ilkelere biçilen ahlaki değerlere göre değerlendirildiklerini söyleyerek paradokstan kaçmaya çalışsak da, paradoks değil mi: insanların beynindeki parçacıklar hakkında yeterli bilgisi olan biri, o davranış ilkelerinin nasıl ortaya çıkacağını ve bunların ahlaki açıdan nasıl değerlendirileceğini de önceden bilebilecektir.
2 bazı frijit olmuş kompulsif tek hücreli organizmalarda, kendi dinleri içerisinde deterministik bir özgür irade yaratırlar. başta paradoks gibi gelse de, türevler genişletilebilir, genellenebilir. lakin, ben şahsen, bütün olası hislerin muhtemel sonuçlarını kendi içinde önceden kesin bir tahmin yürütebilen romantik ekole bağlı duygu insanlarına seslenirim buradan izninizle; insan önceden gerçekleşeceğinden emin olduğu hisleri yaşadığı zaman nasıl olurda duyguları çılgın akarsu misali coşar, dağlara taşlara sığmaz, kendini kaybeder.
3 bu paradoks bence insanlık halinin önemli yapıtaşlarından biri; bir yandan determinizm geçerli olsun, taşı attığımız zaman yere düşsün, güneş her sabah doğudan doğsun, kediyi okşadığımız zaman guruldasın istiyoruz; beynimiz dünyayı böyle algılıyor ve bütün bilimsel yöntem olaylar arasındaki neden-sonuç ilişkileri üzerinde tahminlerde bulunup test etmeye dayanıyor. öte yandan da belirsizlik olsun, risk alalım, özgür irademizle seçimler yapalım istiyoruz; "özgür irade ve seçim" kendimizi algılama biçimimizin temel bir unsuru. ayrıca, belirsizlikten ve riskten zevk alan bir tarafımız var; bilim ve teknoloji yoluyla gerçek riskleri (örneğin bir kaplan tarafından yenilme riskini) bertaraf ettikçe kendimize riskli oyunlar yaratıyoruz. insanlık hali, bir açıdan bakınca, determinizm ihtiyacı ile belirsizlik ihtiyacı arasında salınmaktan ibaret.
4 özgür irade, zihnin, hem davranışlarının nedenlerinin kaynaklandığı kendi alt unsurlarını, hem de davranışlarının yol açtığı sonuçların dış dünyada yayılan etkilerini algılayamamasından kaynaklanan bir yanılsamadır. zihin bir nedenler-sonuçlar örgüsünün sadece bir noktasındaki tek bir birimdir. nedenler ile sonuçlar sonsuz küçükten sonsuz büyüğe doğru ilerlemektedirler. zihin ise ne kadar gelişmiş yahut ne kadar basit olursa olsun, sınırlı maddi varlığının sağladığı sınırlı algılayışıyla sonsuzluğu algılayamaz. bu algılayamazlıktan dolayı içten gelen her veri "gaipten" gelir ve davranışların her sonucu "gaibe" gider. bir kişi bir olaya dışardan bakıp o olayın dahil olduğu neden sonuç silsilesini takip edebilmekte iken kendi varlığının dahil olduğu neden sonuç silsilesini takip edemez. dolayısıyla evrendeki mevcut her zihin kendi kendini algılayışta özgür iradelilik, ereksellik yanılsaması içidedir. aslında bir mekanizmanın iç işleyişinden başka bir şey olmayan zihin kendisini o mekanizmanın karar merkezi olarak algılar.
determinizm için verilen en klasik örneği, "taşı atınca yere düşer" örneğini inceleyelim. daha basite indirgemek için kütle çekimiyle etkileşen temel bir parçacık alalım ve "serbest her proton kütle çekimi doğrultusunda hareket eder" diyelim. proton bu hareketini "kendiliğinden" mi yapmaktadır? kendisiyle etkileşen kütle çekim alanı, yahut graviton gibi parçacıklar onu bir yöne doğru "ittirmekte" midirler? yoksa etkileşmek dediğimiz şey birbirini algılamak ve ne yapacağına karar vermek süreçleri midir? kanaatimce protonun kütle çekim alanı gördüğü yerde ileri doğru kan ter içinde koşturmakta olduğu olasılığına çok da gülüp geçmemek icab eder, zira bizim bir protona baktığımız kadar yukardan ve dışardan dünyaya ve bize bakan bir gözlemci olsa idi, güneş sisteminin oluşumu, canlıların gelişimi süreçlerinde nasıl davranmakta olduğu deterministik şekilde gayet açık gözüken insanların "özgür irade" sahibi oldukları savına her halde epeyce gülerdi.
5 özgür iradeyi determinizmin gaddar dişlilerinden kurtarmak için belirlenebilirliğin dışına çıkabilmek gerekir. iradenin varlığı, sadece tanrının varlığı ya da yokluğuna ya da kainata ne şekilde müdahale ettiğine değil aynı zamanda insanların kainatın geri kalanı ile nasıl etkileştiğine de bağlıdır. dünya neden güneşin çevresinde dönüyor sorusuna newton fiziği ile cevap vermeye, içlerinde etkin olan kuralları bilemediğimiz, hiç görmeyip görmeyi de ummadığımız kara deliklerin çevreleri ile etkileşimlerini fizik kuralları çerçevesinde açıklamaya çalışan biz insanların, kendi davranışlarımızı bizzat kendi irademize bağlayabilmemiz için karar verme süreçlerinin herhangi bir aşamasında bir kurala bağlı olmayan ve yine de kainat ile etkileşmekte etkili tercihli kuvvetler keşfetmemiz gerekmektedir. yani beynimizin içerisinde fizik yasaları her zaman dışarıda oldugu gibi geçerli olmamalıdır; öyle ki sinirlenince birilerini öldürmemem için beynimin bir yerlerinden başlatılan elektrokimyasal iletinin, yine beynim içerisinde bir yerlerde, maddeyi ilgilendiren yasalara tabi olmayan bir erk tarafından durdurulması gerekmektedir. yani özgür irade sahibi oldugumuzu düşünerek yaptığımız, siyah topu deliğe sokacak açı ve hızda gönderilen beyaz topun, kurallara bağlı olmayan, hesaplanamaz lakin yine de madde üzerinde etkili kimi büyüklüklerce yönlendirildiğine inanmaktır.
ilginçtir, kimi insanlar kuantum fiziği anlatıları içerisinde yer alan belirsizliğin gerekli hareket serbestliğini sağladığını düşünürler. onlara göre kainat bir zamanlar sandığımız gibi hesaplanabilir değildir ve bizler bu hesaplanamazlıktan faydalanarak kendi tercihlerimizi yaşamaktayız. eğer durum gerçekten böyleyse, eğer irademizin kaynağı düşük enerjili parçacıkların kimi niteliklerini tespit etmekte yaşadığımız zorluksa, (ne acı ki) irade de bize değil elektronlara aittir o zaman ve bir taş parçası da sahip oldugu trilyonlarca düşük enerjili parçacıktan ötürü en az bir insan kadar özgürdür. insanlarda, bu belirsizliğin karar verme süreçlerine etki etmesini sağlayan ve diğer varlıklarda bulunmayan kimi niteliklerin bulundugu öne sürülebilir lakin bana kalırsa bu, çok daha basit bir şekilde açıklanabilecek bir durumu, arzu edilen yönde sonuçlar çıkartmak için zorlamaktan başka bir şey olmaz.
özetle varolan bilgilerimiz çerçevesinde biz insanların özgür irade sahibi yaratıklar oldugunu düşünmek için hiç bir gerekçe yoktur ve fakat, yine sahip oldugumuz bilgilerin sığlığı yüzünden, insan davranışlarını özgür iradelerinin bir sonucu olarak algılamaya devam etmekteyiz.
6 hesaplanabilir ve deterministik bir evrenimiz var diyelim. evrenin başlangıc durumu, beğenmediyseniz bir t anındaki durumu ve evreni yöneten tüm "fizik yasaları" bir vahiy aracılığıyla bize iletilmiş olsun. çok hızlı işlem yapabilen bir zihne de sahip olalım ve ilk olarak neleri hesaplayabileceğimiz neleri hesaplayamayacağımızı hesaplamaya başlayalım. elimizde ihtiyaç duydugumuz tüm bilgiler var lakin vahyin etkisi geçmeye başlamadan bu bilgileri bir yerlerde saklamak zordundayız şüphesiz. bunun için en uygun yolu bulacağımızdan kuşku duymamıza gerek yok lakin buldugumuz yolun etkinliği ile ilgili kimi çekincelerimiz olması, ya da bir yol bulup bulamayacağımız, bizi düşündürebilir doğrusu. mesela bir elektronla ilgili tüm büyüklükleri bir elektrondan daha az madde kullanarak saklayabilir miyiz acaba? tüm kainat, tüm kainatın bilgisini saklamak için yeterince büyük müdür; evrende, evrendeki her şeyle ilgili her şeyi kaydetmek için yeterince çok şey var mı? bu her şeyin bilgisini bize vahyeden kimse bize kötü bir oyun mu oynuyor yoksa? eğer öyleyse, eğlenmeye başlayabilir çünkü maddeye "hapsedilmiş" bizler madde üzerinde etkili tüm yasaları bilsek bile bizleri de içeren bu kainatın bilgisini saklamaktan aciziz.
7 tüm bilgiyi bir yerde saklayamasak bile en azından bir kısmını bir yerlerde tutabiliriz zannediyorum. misal dünyadaki tüm parçacıklara ilişkin tüm büyüklükleri yine dünya kadar bir gezegende sakladığımızı farzedelim. işte şimdi hesaplamaya başlayabilir, tüm dünya tarihini baştan sona öğrenebiliriz. öte yandan, yine kurallarını tam olarak bildiğimiz bu kainatın bir parçası oldugumuzdan, kainatın saat hızından daha hızlı olamama sorunu ile karşışarşıyayız şimdi de. biz dünyanın tüm parçacıklarının durumlarını çözdükçe, bu parçacıklar yeni durumlara geçiyorlar, ve ne yaparsak yapalım bizden hep bir adım önde oluyorlar. siz meryemin hamile oldugunu çözdüğünüzde meryem isa'yı doğurmuş oluyor, isa'nın çarmıha gerildiğini öğrendiğinizde biri bir arkadaşına wilson çivileri fıkrasınını anlatmaya başlıyor. sahip oldugumuz bilgilerin çizikleri sınırlar, onları anlamanız yönündeki en büyük engeller de aynı zamanda.
her saniyede sadece bir tane işlem yapan bir bilgisayar bir saat çalıştıktan sonra başan beri neler yaptığını gözden geçirmeye "karar" verse, amacına ulaşabilir miydi acaba. mesela 61. saniyede 1. saniyede ne yaptığını tam olarak çözecek, sonra 62. sayinede 2. saniyeyi anlayacak, 120. saniyede 1. saniyeyi çözdüğünü görecek, 180. saniyede, 120. saniyede 1. saniyeyi çözdüğünü gördüğünü farkedecekti. eğer bilgisayar da insan kadar "akıllı" ise sonsuz bir döngüye girdiğini anlayıp bu işten vazgeçebilir tabi. ama sonra kalkıp da buna dayanarak bilgisayarların hesaplanabilir ve deterministik olmadıkları sonucuna varırsa bu kendi problemidir.
8 determinizm ile rastlantı arasında ki bağı düşünün. bu konu da geçmişte bir çok problemle karşılaşılmışsada, genel olarak rastlantısallığın determinizmde mevcut olan yerinden söz edilebiliyor. bir nevi, determinizm ve rastlantı arasında uyumdan bahsediliyor, klasik determinizm ile kuantum kardeşlik türküleri söylüyor bazı bazı. david ruellenin de konu ile ilgili çıkış noktası budur. lakin, rastlantısallık ile özgür irade arasında ne gibi bir fark vardır? ya da fark var mıdır? kanımca, pek fark yoktur.
erwin schrodinger şöyle buyurur rastlantı ve kaos da okuduğum kadarı ile; laplace determinizmine kıyasla kuantum mekaniğinde rastlantıya ayrılan yer bu mekaniğin özgür iradeye ilişkin görüşlerle daha çok uyum uyum sağlayacağı umudunu güçlendirmiştir. bu umut, gerçekleşmesi olanaksız bir düştür. erwin e göre *, başkalarının özgür iradesi bizim için bir sorun oluşturmaz, zira onların aldıkları kararlar konusunda tümüyle determinist bir açıklamayı kabul edebiliriz. asıl sorun determinizm ile kendi özgür irademizin paradoksudur. david ruelle'nin yazısında erwin ağzından söylenen örnek şöyle; "önemli ve sıkıcı konuklarla dolu resmi bir yemeğe katılmak zorunda kalıyorsunuz, bu durumda sıkıldıkça sıkılırsınız ve bir an gelir ki masanın üzerine fırlayıp tüm porselen ve kristelleri tuzla buz etmek pahasına çılgınca hoplayıp zıplamak gibi bir istek duyabilirsiniz, ama doğal olarak bunu yapmazsınız. masada uslu uslu oturmayı sürdürürken özgür iradeden bahsedebilir misiniz?" bunu okuyan kişinin kendisine soracağı ilk soru, masaya çıkıp "hoplamak zıplamak" eyleminin determinizmden ne kadar uzak olabileceğidir. konumumuz da esasen budur.
önceden belirlenmişlik yasasından dem vurmak gerekir mi bilemiyorum. determinizm yerine tanrıyı koyduğunuzda aynı paradoksla karşı karşıya kalırsınız. kanımca tek fark vardır. mantık yoluyla, olasılıklardan kaynaklanan, daha doğrusu rastlantısallıktan kaynaklanan bir sistem, kurallar ve determinizm düşünebiliyoruz. yani "başlangıç noktası"nı oluşturan olasılıklardan bahsediyorum. bu durumda özgür iradenin karşısında klasik bir determinizm değil de, herşeyin dışında varolabilen bir şeyden, tanrıdan bahsediyor oluruz. ve tabii ki, mantıksız ve basiretsiz bir açıklamaya götürüyor bu bizi.
ruelle'nin kullandığı bir benzeşim mevcuttur konuyla alakalı. önceden kestirilebilirlik sorunu... isaac asimovun foundationında dem vurulduğu gibi, "geleceği görebilmek için fizik yasalarındaki determinizmi kullanan bir kahin bir yandan da özgür irade aracılığı ile kendi kehanetlerinin aksini kanıtlamaktadır". bu durumda, ruelle'ye göre paradoksu çözümlemek amacı ile yapılacak tek şey, özgür iradeden ya da determinizmden tümüyle vazgeçmektir. ama diyor kendileri; bir seçeneğimiz daha var (her zamanki gibi). kahin'in puştun teki olduğunu, işini abuk sabuk yaptığını ve gelecek ile kendi egosu uğruna oynadığını varsayabiliriz. bu durumda, kahinde sistemin içinde varolacak ve bu olayı derinlemesine bir paradoksa sokacaktır tekrar. bu şekilde düşündükçe aklıma günümüz sisteminin eleştirisi geliyor. yani, sistemin taşlarından biri olan kişi sistemi nasıl eleştirebilir? sistemin dışında olmak gibi bir şey mümkün değil ise, hangimiz irademizin tamamı ile özgür olduğunu savunabiliriz?
özgür irade ile evrende ki nedensellik arasında bir soğuk savaş yoktur. tersine, "mum ışığı, şarap ve akşam yemeği" romantizmini gerçekleştiriyorlar onlar. ve hiç diyorlar mı; bunun kaynağı sen miyim yoksa ben miyim diye. demiyorlar.
bokunu çıkarma eğilimi gösterdiğimi farkediyorum bu açıdan şuna değinerek sonlandıracağım. anın farkında olmak imkansızdır. buna paradoks demek ne kadar doğru bilemiyorum ben sadece "imkansız"ı seçiyorum. ama siz inanıyorsanız yeterince, belki başarırsınız bilemiyorum. lakin bu konuda, yani zamanın dışında olma konusunda; "kasmanın ne alemi vardı" diyorum sadece ve sadece...
9 alev alatlı'nında schrodingerin kedisi kitabında degindigi olaylardan biriydi.einsteinin tanrı evrenle zar atmaz olayına,evrenin deterministik bi temel ustune konmus,probabilitistik birsey oldugunu ve tanrının aslında zar attıgını soyluyodu.zarın birden altıya rakamlardan oluscagını soyleyip,gerisine karısmamak gibi bi sey.gercek hayattada,yazılım sektoru mesela;yazdıgın programın sonuclarını ve sınırlarını sen ayarlayabiliyon,belli kuralları koyuyon(sozluk gibi) ozunde deterministik bi sey yaratıp,limitleri belirliyon,ama kullanıcıların yaptıgı seylere gore degisen ve serbest oldukları probabilitistik bi sey yapabilirsin.zamanlada cok alakalı bi paradoks aslında.zaman yaratılan bi seymi.ama bi cok dini kaynakta hz muhammed'e gelecegin gosterildigini,yada hz isa'nın kendisine ihanet edecek kisiyi bilmesi ve olayın nasıl olacagını bilmesi hep yazılan seyler.
10 konuyu soyle ozetleyim. chebyshev efendinin de bahsettigi laplace determinizmi ve genel olarak klasik fizik, evrendeki neden-sonuc iliskilerinin kesinlikle tanimlandigindan sozeder. bu iliskilerin alternatifi yoktur. evreni milyarlarca kere geriye sarip tekrar oynatsak, her atom her seferinde ayni sekilde davranir. alternatifin olmayisi da elbette ozgur iradeyi yokeder.
fakat asil dikkate edilmesi gereken husus, determinizmin olmamasinin ozgur iradenin varligini ispatlamadigidir. ozgur irade savunuculari, klasik determinizmi yerle bir eden quantum fizigi yle savlarinin guclendigini iddia etmekle buyuk hata yaparlar, ayara mahal verirler. hemen izah edelim: yuzde altmis ihtimalle bu cumleyi tamamlamadan once bir sarki soyleyecegim. sizin de duydugunuz gibi hakkaten soyledim. simdi ben ozgur irade sahibi miyim? birincisi, "irademle" veya icimdeki tanrisal kuvvetle, bu olasiliklari etkileyemiyorum, yani kismen de olsa bir irade sozkonusu degil. ikincisi, birinci tezim yanlis bile olsa, yuzde 1lik bir irade disi secenek bile ozgur iradem olmadigini kanitlar.
yani belli bir zaman araliginin yuzde 99unda iradem ozgur ama yuzde birinde guncelleme islemleri yapildigindan performans sorunlari yasayabilirim diyemeyiz. bu acidan bakildiginda zaten, determinizm olsun olmasin ozgur irade yoktur, zira genetik ve cevresel kosullar bizim bilincimize -o da en iyi ihtimalle- daracik bir oyun alani birakirlar.
ben aslinda bu oyun alanin da birakildigini dusunmuyorum. beynimiz bir sistem, inputlari ve outputlari var. fakat bir muhendisin aksine bu sisteme kus bakisi degil de, ancak sistemin icinden bakabildigimiz icin, inputlari kendimiz yarattigimiz izlenimine kapiliyoruz. dikkat edelim, burada input sadece cevresel etmenler degil, bilincaltimiz, genlerimiz, hafizamiz da bilincimizin girdileridir. eger bu inputlara bagli bir sistemsek ve inputlarin birakin hepsini, hicbirini kontrol edemiyorsak, nasil olur da ozgurlukten bahsedilir? kendimize kalan o kucucuk oyun alani da bir illuzyondan ibarettir efendim, sistem klasik olsun, olasilikci determinist olsun, hicbir durumda irade icermez.
buraya kadar sikilmadan okumus olanlar ve ben bunlari zaten biliyordum diyenler icin isleri biraz daha ilginc hale getirelim. ozgur irade kavramini bilincimize bagliyoruz. acikca kimse bir virusun bilincinden ve iradesinden bahsetmiyor veya bir karincaninkinden. ama kopek konusunda isler karisiyor (kim demisti unuttum, "dunyada iki tip insan vardir: kopeklerin ruhu olduguna inananlar ve kopegi olmayanlar"). sempanzelerinse sartlandirma ve taklitten ote, gercekten "akilli" olduklarini gosteren binlerce deney var ve elbette sempanzeden insana gecis de teorik olarak, giderek akillilasan ara turler barindirabilir. buradan anlayacagimiz, bilincin siyah ya da beyaz olmadigi, dereceleri oldugudur. bilincin az oldugu hayvanlarda da ozgur iradeden daha az sozedebiliriz.
madem buraya kadar itiraz duymadim, o zaman sunu da ekleyebiliriz: bir sempanzeyle aramdaki bilinc seviyesi farkinin tek olasi kaynagi, ufak tefek biyolojik farkliliklar olmali. corteximiz ne kadar karmasiksa o kadar "ozgun" bir varlik oluyoruz. demek ki bilinc dedigimiz noron baglantilarinin karmasiklik derecesinden baska birsey degil. fakat noronlara tek tek baktiginizda hepsi aptal birer voltage amplifierdan baska birsey degil. bir inputtaki voltaj farki belli bir seviyenin ustundeyse, elektrik iletiliyor. nasil oluyor da bunlardan bilinc doguyor? "demek ki mistik birseyler olmali, evrenin ozu olan sevgi olmali bize bu gucu veren de vidi vidi vidi..."
bu sorunu soyle izah edelim. basit yapilarin basit kurallar cercevesinde biraraya gelerek karmasik ozellikler barindiran sistemler meydana getirdigi bilinen bir konudur. bu bakimdan karinca iyi bir ornektir. tipki noron gibi bir karinca da basit ve kisitli bir sistemdir. fakat bir surusu bir araya geldiginde, sadece birbirlerinin kokularini izleyerek, cok karmasik isler basarabiliyorlar. koloninin cesitli etkilere karsi cevap verdigi dahasi bunlarin bir nevi akilli cevaplar oldugu gozlemlenmis. fakat karinca sayisinda bir azalma oldugu vakit, birbirini izlemekte kullanilan kokularin yogunlugu azaliyor ve basit de olsa bir bilinci olduguna yemin edebileceginiz koloni aninda dagiliyor!!! (cok onemli bir sonuc, ancak uc unlem kurtarirdi) analojiyi beyinle kuralim ve bu teorinin ne kadar kuvvetli sonuclari oldugunu gorelim.
godel escher bach isimli basyapitin da ana tezi, bu sistemlerin belirli kosullar altinda patternleri, bu patternlerin de bir "karakter" yaratacabilecegidir. bu kosullar, sistemin dis dunyayla iliskisi bulunmasi, self reference ozelligi olmasi, karmasik feedback mekanizmalari sayesinde adapte olabilmesi gibi kosullardir. yani cok karmasik bir bilgisayar programinin veya bir sensor networksun de ufaktan bilinci olabilir, bizimkinden cok daha dusuk seviyede olsa da.
simdi butun bunlar determinizmin her iki turuyle de uyumludur. yani sonucta bilinc, dereceli olarak, atomlarin belli birtakim organizasyonlarina verilmis bir isimse ve bu atomlar da fizigin kurallarina gore hareket ediyorsa, anladigimiz anlamda ozgur irade olamaz! birincisi hem bu fizik kanunlari olasilikci da olsa determinist bir sekilde isliyor, hem de bu sistemde, sistemden ayri bir varlikmiscasina, mistik bir sekilde bir anda ortaya cikan bir iradeye yer yok, sistem kendi basina yeterli! ozgur iradenin bu noktada tek savunmasi, atomlarin karmasik iliskilerinin yarattigi bilincin mistik bir sekilde, bu atomlarin isleyisini duzenleyen fizik kanunlarina etki etmesidir, ki boyle abuk bir teori bile olasilikci determinizmin varliginda, iradeyi ozgur yapmak icin yeterli neden degildir.
11 ben özgürüm deyip yaylalarda koşmanın, özgürüm diyerek özgür olacağını sanmanın biyoloji, psikoloji perspektifinden komik gözükmesi anlaşılabiliyor fakat ikibin yıllık tartışmayı evrimsel psikolojinin noktaladığını düşünmek özgür irade ironisinin gözden kaçmasıyla açıklanabilir. zamanında birinci kant'ın özgür iradeyi ispatlamak değil de daha çok özgür iradenin çürütülemeyeceğini gösterme amaçlı yaptığı çalışmalar tüm varlığın tek bir nedensellik ile açıklanamayacağı fikriyle alakalıydı. tek bir nedenselliğin nedeni olmaması yüzünden özgür olduğu şeklindeki felsefi çalımlar..
enerjinin bir yerden diğer yere yuvarlanıp çeşitli karmaşıklıkta maddeler -iyice karışınca adına yaşam falan denen- oluşturmasını anladım ama bu yuvarlanan enerjinin gen makinelerinde neden kapalı devre televizyon yayınına ihtiyaç duyduğu anlaşılmaz bir şey. orda burda kendini kopyalamaya uğraşan bencil yaşam formu mu? mu. çevresini algılayan kazanç/kayıp hesaplayan bir hesap makinesi mi? mi. bir problem çözme makinesi kendini algılayan bir bilinçle ne kazanabilir? ırak'ta işkence yapan abd askerleri midemi bulandırıyorlar açmıyorum televizyonu işimi yapıyorum, hem ben kazanıyorum hem ekonomimize hizmet ediyorum. aklın, dolayısıyla hafızamın varlığı -kıt da olsa- 100 puan getiriyor. tamam. asimo mu neydi o robot, biz üzerinde kendini algılasın diye uğraşmasak (self-reference mi ne haltsa artık.. kendi kendini işaret eden pointer eminim faydalıdır) o rutinleri programlamaya kasmasak (yapmadık da yapsak diyorum) kendi kendini algılayabilmenin ona ne gibi bir getirisi olurdu? yüksek entropili ortamda biçare kalan yaşam formunun kendini tüm evrenden ayrı düşünerek optimizasyon hesabı yapmasının faydası, daha doğrusu kaçınılmazlığı ortada. kaçınılmaz çünkü böyle hesaplayanlar diğerlerinden daha çok yayılacak, var olacak. optimizasyonda kendilik bilincinin hiçbir getirisi yok ama. o belki bir hata, belki de hediye..
12 mutlak bir özgürlük sahibi olmak için öncelikle biolojik olarak epey bir aşamadan geçmek gerekir, misal oksijensiz yaşam formuna filan dönmeden, varlığa dair tüm ihtiyaçları sıfıra indirgemeden öyle "ben özgürüüüm, hazır kartlarım var alır mısınız ?" felam dememek lazım.ama ihtiyacımızın olan şey bu kadar da özgür olmak olmayabilir.irade denen şey zaten mevcut etkilerle tepkimeyi reddetme dirayetini göstermektir.önüne konan düzenek şeklindeki çarkı döndüren bir dişli olmayı reddetmektir.kendin olabilmeyi arama çabası.elbette açmazlarla, çıkmazlarla karşılaşılacaktır.kişi öncelikle kendiyle tanşmadan neyi özgür iradeyle, neyi şartlanmayla yaptığını, neyin talep edilenin gerçekleştirilmesi olduğunu ayırt edemeyebilir.biolojik özellikler de karakter, davranış vs. üzerinde son derece etkindir.misal genetik ya da bambaşka bir sebepten adrenalin üretim merkezi gibi çalışan bir vücuda sahip insan sinirlerine hakim olma konusunda bir başkasına göre çok daha fazla efor sarfetmek zorunda kalır ve hatta bu eforu sarfetmeyip etrafına şiddet uygulayabilir.bu tip bir olumsuzluk etrafındakilere, hayata, seçim yapacağı her şeye bakış açısını etkiliyecektir.bu olumsuzluğu kontrolsüzlük ve irade eksikliği ile açıklamak son derece yetersizdir.demek ki irade her insanda çok farklı niteliklerdedir, birisi için önemsiz olan şeyler bir diğeri için çok zor olabilir ve tüm bunlar karakter çeşitlenmelerinin temel sebeplerindendir.dini anlamda "biz onların gözlerini kapattık isteseler de açamazlar" deyip sınav notunu önceden açıklayıp sınav yapan zihniyete bakarak değerlendirme bile yapmaya lüzum yoktur ama söz konusu olan mutlak bir iradenin belli bir düzende varlığı sürdürmesi * ile alakalıysa ve bu düzende olasılıklar da dahil her şey limitli ise kişinin de iradesinin limitli olması kaçınılmazdır.yani özgür iradenin sınırları içersinde nefes alabilmeyi sağlayacak küçük hava baloncuklarını yutarak "aha ben özgür oldum" deyip yetinmeyi bilmek lazım gelir ve unutmamak gerekir bu dünyada en özgür olan şeyler delirmiş insanlar, sapıtmış sistemlerdir, çünkü sahip oldukları varlığın idaresi kendisi dahil kimsede değildir, ama irade olmayınca sürücüsüz arabalar gibi oraya buraya savrulmanın pek de anlamı yoktur.
13 ne determinizmin ne de özgür iradenin kolay nakavt olmayacağı paradokstur.
aslında özgür irade denilen şey düşünceye, algılara ve alt bilince göre sonuçta yine yaşamın ve geçmişin insana yüklediği niteliklerin bireşimindeki bir dışavurumdur. fakat insanın her eyleminin (özellikle düşünsel eylemlerinin) sonuçlarını ölçebilecek bir bilim elbette söz konusu değildir. insanın düşüncesi, duygusu, beyin kimyası, sinir sistemi gibi muhteşem evrimi ya da görkemli yaradılışı sonucu edindiği mucizevi varlığı, kendisine dair hemen tüm içsel ya da sosyal tepkinin yüzde yüz ölçülebilmesini imkansızlaştırmaktadır.
hırsları, mülkiyet/sahiplenme güdüsü ve kompleks egolarıyla parçası olduğu doğaya çoktan yabancılaşmış, doğanın zararına oluşmuş yegane mantalitenin egemenliğinde nesillerini yaşam aktıkça daha yetkin araçlar ve büyük hedeflerle donatan insanın kuşkularından silinmesi güçtür bu meselenin... bahsedilen büyük değerin yani insanın, özgür iradesinin sınırlarını yeterince sorgulamadan abartılı bir özgüvenle, kendinden daha güçlü sosyal yapıların, kişilerin ve düşünüşüne dayanmayan bedensel özelliklerinin etkisinden her durumda sıyrılamayacağı gerçeğine, doğanın bir parçası oluşuna haklı olarak meydan okumasına neden olan bir tartışmadır mevzu bahis olan...
"imkanlar dahilinde seçmek" gibi züğürt tesellisi soslu yavan bir yaklaşımı özgür irade olarak ele alırsak, ne denli saçma ya da ütopik olursa olsun iradenin sınırlarını "insani düşünceye" yaslamazsak elbette tartışma martışma kalmaz. ayrı konu...
14 yazıya bir başlık atmak, öncelikle hakkında yazılan konuyu veya konunun özetini belirtmekten çok, yazıyı diğer tüm metinlerden ayırmaya yarayan bir araç olabilir. başlık atmak konusunda zorlanmam bu yüzden belki. konuların, söyleneceklerin, yazılacakların diğer tüm şeylerden nasıl ayırabilirim, kafa karışıklığı burda başlıyor, sanki hiç kimse mutlağa dair hiç bir doğru birşey yazamaz gibi.
yazıya bir başlık atabilmek öncelikle evrendeki şeylerin birbirinden bağımsız sistemler oluşturduğu varsayımı gerektirir. aksine evren birbirinden bağımsız hale getirilemeyecek çok sayıda küçük sistemin, ki bu sistemlerin bir parçası başka bir sistem olabilir, oluşturduğu bir düzenek.
aşka, yalnızlığa ve beni içsel döngülere sokan diğer düşüncelere dair birşeyler yazamamam bu yüzden. aşk şeklinde atılacak bir başlık ve başlığın altında paragraflar dolusu metin, aşkı belki bir nebze anlatabilir, fakat asıl anlatılan aşk değil, tüm sistemin sonuçlarının görülebilen bir kısmının aşk diye nitelendirilebilir bölümüdür. bu sistemler ağındaki gerçek açıklanabilirliği yakalamak da hem sıkıcı hem de zor bir iş olacaktır.
rastlantısal bir olayın çok defa tekrarlanması ve her seferinde farklı sonuçların gözlenmesi, evrendeki herşeyin belli belirsiz bir rastgelelikten kaynaklandığı izlenimini verirken, aslında bu olayların gerçekleşme oranlarının matematiksel fonksiyonlara uyması da tam bir ironidir.
tamamen ispatlamaktan kaçındığım şey, evrendeki günümüz koşullarınca hesaplanamayan ama varlığını gözüme sokarcasına bağıran tümsel sistemdir, ve bu sistem minik olayları ayrı ayrı inceleme yoluyla çözülmeye kalkışıldığında nispeten daha kolay ama sonuçsuz; tümüyle bir bütün olarak inceleme yoluna gidildiğinde ise zor ve anlamlı olacaktır.
tekrar başa dönmek gerekirse, tam da aşk hakkında konuşmak isterken veya bireyin yalnızlık duygusu üzerine birşeyler söylemek isterken; sahilde gezinen bir genç kızın, karşı taraftan gelen bir delikanlının yüzüne yirmi sekiz derece açıyla vuran sarı ışık sayesinde bebekken yeni uyandığında onu kucağına alıp seven ve yüzüne bakarken güzel sesler çıkartan sevimli bir amcayı hatırlaması ve bu sayede delikanlıya anlık bir sempati duyması olasılığı aklıma geliyor. bu örnekte tek bir dışsal sistem vardı o da sarı ışık. fakat olay gerçekleşirken bu ve buna benzer küçük diğer sistemciklerin ortaklaşa çalışmaları, belki de sarı ışıktan daha az veya daha fazla, etkili oldu.
komik bir olay daha, determinizm sınırlarında oluşan evrende - evet determinizm, olasıklar dahi determinist fonksiyon kalıplarına uyarak gerçekleşiyor - herşey biz akıllı varlıklar tarafından çözülmeye hazırken insanın aklı ve ölçüm yetileri buna izin vermiyor.
dolayısıyla aşk, yalnızlık gibi bireyi kimi disiplinlere göre hasta, melankolik; kimilerine göre romantik kılan duygular; gene kimilerine göre beyinsel kimine göre de ruhsal aktiviteler sonucu oluşuyor. benim söylemek istediğim ise evrendeki her hangi bir olgu, ancak ve ancak tüm diğer etkenler ele alınabildiğinde gerçek manada açıklanabilir.
bunun sonucunda şu olur. aşk hakkında düşüncelerim, aslında diğer tüm sistemin benim beynimde oluşturduğu tüm hareketlerin bir sonucu olarak ortaya çıkar. ben de bu sonuç düşüncede, neyin ne kadar etkili olduğunu bilemediğimden yalnızca konuşmuş olurum. bir varsayım daha yaparım aşkı anlatırken o da şudur : tüm bu düşüncelerin aşk adı altında sınıflandırılabileceğidir.
sanki aşk hakkında yazmaya başlasam, yazdıkça batacakmışım gibi bir hal var şimdi de. ismini bile nasıl koyduğumuzu ve hangi ruh halinin tamamen bu isme yapışacağını, bunları bilsek bile, bizdeki bu duygunun evrenin neresindeki hangi nesne ve olguların böyle hissetmemize etkide bulunduğunu bilemeyeceğimden sürekli düşecekmişim gibi bir durum var.
aşkı sadece örnek bir duygu olarak aldım. bunun yanında aynı şekilde sevgi, hüzün, melankoli, depresyon, paranoya, şizofreni; tüm bilimlerin nesnelerine ait olan özellikler, herşey örnek olarak verilebilirdi. bir gün eğer fizik madde ve maddeler arası tüm ilişkileri açıklarsa kimya, biyoloji, psikoloji, iktisat gibi disiplinlere de gerek kalmayacak. bilimin çıkmazı da belki burada başlıyor, sistemi parça parça incelemek sonuçsuz kalıyor, disiplinler arası bağımlılık artıyor.
insanların içinde yürürken hayretle algılarımı iç sesime veriyorum. o anda dışarıdan gelebilecek görünen veya görünmeyen tüm etkilerin bedenime nasıl bir etki bırakabileceğini düşünüyorum. ayaklarıma sürtünerek geçen kediyle aramda nelerin transfer edildiğini düşünüyorum, yazık, bundan sonraki hayatım kediyle bağlantılı olacak demektir artık. rastlantının sistemine bırakıyorum kendimi, biliyorum ki, bana rastlantı gibi gelse de olması gerektiği gibi olacak herşey.
bu durumda şu sonuç çıkıyor. evrendeki herşey kurallar dahilinde gelişiyor ve maddeler arasında determinist bir ilişki sağlanıyorsa, hataya yer yok demektir. o halde tüm bir sistem bilgisine tamamen sahip olunursa, belirli olaylar veri olarak alındığında, evrenin diğer bir olgusu açıklanabilecek demektir. zaman olgusu da buna dahil. söylemek istediğim aslında şu: kediye dokunmak, evrenin oluşumundan kediye dokunduğum ana kadar olan zamanda gelişen tüm olayların ve olguların aslında zorunlu bir sonucudur. yukarıda değindiklerimde eğer mantık hatası yapmıyorsam, determinist bir evrenin zaten var olan fakat henüz keşfedilmemiş hayat seyrini seyrediyormuşçasına yaşıyoruz. bu söylediğime şu örnek iyi uyar. iki futbol takımı sahada maç yapmaya hazırlanıyor olsun. hakem eline aldığı bozuk parayı atacak, hangi takımın söylediği yüz üste gelirse maçı o takım başlatacak olsun. paranın havada kaç kez döneceği, yere ne hızla çarpacağı gibi veriler aslında paranın üst yüzünde ne olacağının sebepleri. hakemin el ve kol hareketleri, rüzgar, yerdeki çimlerin boyları diğer değişkenler. herşey neredeyse rastlantı ve evren ne sonuç çıkacağından bihaber gibi. fakat tekrar yukarıda söylediklerimizde mantık hatası yapmıyorsak şunu söyleyebilirim. esecek olan rüzgarın hızı, evren tarihindeki tüm hava akımlarının bir sonucu; hakemin kol hareketlerinde belki de sabah yediği beyaz peynir miktarı ile ilişkili; yerdeki çimlerin boyları da son bir haftadaki yağmur miktarıyla alaklı olacaktır. yağmur miktarı da diğer tüm doğa olayları ile ilişkili. doğa olayları fizik kurallarıyla. beyaz peynirin kimyasal yapısı da fizik kurallarının bir sonucu. şimdi sonuca dönüyorum. evren için maç, daha başlamadan bitmiş, maçın sonucu çoktan diğerlerinin sebebi olmuştu.
o halde biz zaman diye neyi yaşıyoruz? oluşabilecek mümkün tüm olgu ve nesnenin sistem dahilinde deviniyor olması, başlangıç koşulları verildiği anda sonucu da bizi söylerken, zaman da neyin nesi oluyor? zaman bana, satır ve sütun sayısı çok büyük iki matrisin çarpımı gibi geliyor, tüm işlemlerin elle ve yavaş yavaş yapıldığı. ama sonuç, matematik için çoktan bellidir. c=a.b
bilinmeyeni yaşıyor olmak, aslında yaşanılanın sistem tarafından çoktan biliniyor olması, dinlerdeki tanrının herşeyi bilmesi ve kader böyle açıklanabilir. yapılan tercihlerin dahi evrenin bize etkilediği herşeyin zorunlu bir sonucu olması ve evren için gerekenin meydana geliyor olması insanı umutsuzluğa itiyor.
yazık ki, evren karşısında sürekli güçsüz kalıyorum. bir sistemin ufak bir parçası, kendi bütününü sorguluyor, bu da insan oluyor, absürdlük güçsüzlük burda başlıyor. bir şeyin, kendini sorgulayacak şekilde oluşması, evren, aslında bir çok hayatı berbat edip,kendini düşünülmesi gerekli tek şey kılıyor. parça parça veya bütünle. bilim ve sanatla veya olması gereken bütüncül evren bilimle. insanlar topyekün, istemeden buna çabalıyor.
kafka'yla kapatmak isterim mevzuyu. belki de hiç açamadım ama en azından doğruluğu tartışılabilecek bir kaç mantık ilişkisiyle sonuçlar çıkarmak mümkün. yahudi öğretisinde olduğu gibi kafka, cennette yenen yasak elmayı bilgi diye addediyor. insan bilinç kazandığı anda başka bir dünyada buluyor kendini. buna da ceza diyor. hakikaten de kimse şunu inkar edemez ki , insan bilinci sınır olarak addedilebilecek biyerde yer alıyor. ne hayvan olacak kadar az, ne de evreni kavrayacak kadar yeterli zekası var.
sanki tüm bu insan çabaları bu yüzden...
14 bu paradoks çerçevesinde insanın yapabileceği en faydalı şey, karar(!)larında ve davranışlarında samimi bir iyi niyet barındırmak ve kendi algısının dışında kalsa da her şeyin tutarlı bir açıklaması olduğuna inanmaktır...
15 uyuşmazcı (inkompatibilist) determinizm ve uyuşmazcı iradecilik tarafından varolduğu ileri sürülen paradokstur.
uyuşmazcı determinizm, kökenlerini yüce bir irade tarafından önceden belirlenmiş gelecek kavramında bulabileceği gibi, seçimlerin de doğa yasasına dayandığı, dış dünyadaki etkenlerin, her somut olayda bir kişiye ancak belirli bir davranışta bulunma özgürlüğünü tanıyabileceği düşüncesinden de hareket edebilir. önemli olan nokta, bu "belirliliğin", "özgür irade" kavramına yer bırakmadığı ön kabulüdür.
aynı şey, uyuşmazcı iradecilik açısından da geçerlidir: bu bakış açısı bakımından da aynı ön kabul geçerlidir, fakat uyuşmazcı determinizmin bundan yaptığı çıkarımları reddeder, insanın, seçimini aynı koşullar altında farklı bir yönde kullanabilceğini kabul eder.
bu paradoksun varlığı ancak yukarıda işaret ettiğim, "uyuşmazcılık önkabulü"nün benimsenmesinden sonra savunulabilir. halbuki, iki bakış açısının birbirini kesin bir şekilde dışlamadığı sürece, böyle bir pardoks ancak görünüşte varolabilir.
uyuşmazcı düşünce uzun süre felsefe ve hukuk dünyasına egemen olmuştur. ceza hukukunda bir süreliğine geçerli kabul edilen uyuşmazcı determinizm, cezalandırmanın amacını toplumun kendisini faile karşı koruması olarak görmüş, pozitivist öğretinin ve faşist ceza hukukunun temelini oluşturmuştur.
çağdaş hukuk ve özellikle ceza hukuku, uyuşmazcılığın reddine, uyuşmacı görüşün kabulüne dayanır. günümüzde ceza hukukunun amacı, özel önleme (faili eğitme ve vazgeçirme) ve genel önlemenin (caydırıcılık ve hukuk düzenine güvenin sağlanması) bir kombinasyonu olarak görülmektedir. gerçekten, eğer özgür irade yoksa, bir insanı yaptığından dolayı kınamak mümkün olmaz. o zaman da cezanın özel önleme amacı boşa çıkar.
aynı nedenle, failin özgür iradesini ortadan kaldıran güçte dış etkenler söz konusu olduğunda, kınanabilirlik, yani kusur ortadan kalkar ve kişi yaptığından sorumlu tutulamaz. yangın durumunda kendi canını kurtarmak için başka çaresi kalmadığından başkasını yangına atan kişinin kusuru bu nedenle yoktur. aynı şekilde yaptığı şeyin toplumun değerlerini ihlal ettiğini anlayamayacak durumda olan bir kişinin bunlara karşı bilinçli bir seçimi olamayacağı için kusuru ortadan kalkmış kabul edilir.
bütün bu sistemin yürüyebilmesinin tek yolu, determinizm ve özgür irade arasındaki paradoksun reddedilmesidir.
16 "bireyler, (sosyal) yasamlarini, tarihlerini, giderek genel tarihi kendileri yaparlar; ne var ki tarihi, kendi sectikleri kosullarda yapmazlar.gerci insan, daha bastan etkinlik icinde oldu, ama tam, özgür, bilincli bir etkinlik olmadi bu; bilinci gelistikce azalan ve tam olarak hicbir zaman yok olmayacak bir edilginligi de sürdü. diyalektik olarak bakildiginda, insanin hemen her eyleminde bu etkinlik ile edilginlik ic icedir. birey, ne kadar degistirirse degistirsin asla yaratmadigi kosullara tabi olur.."
yukaridaki kesit server tanilli'nin degisimin diyalektigi ve devrim adli kitabindan bir alintidir. "determinizm"i tamamen yadsimak, ya da "özgür irade"nin hicbir zaman olamayacagini öne sürmek, her ikisini de net bir sekilde kesin cizgilerle belirtmek, pek olasi degil. bizler, bütüne bagli, yapilariz, ayni zamanda özgür irademiz ile verdigimiz her karar varolan bütünü sekillendiriyordur. etkinlik ve edilginlik ic ice gecmis durumdadir. bu bakimdan bir paradoks icermedigi gibi, her ikisinin de varligi belki aristo'nun düz mantigini zedeleyebilir ama diyalektik olarak doganin gelisim yasalarina gayet uygundur.
17 "bardagi masadan ittim, bardak yere dustu. bardagi ben ittim ama yere dusme sebebi yercekimi" gibi basit bir cikarimla bile bu konunun ozune deginilebiliyor sanirim.
18 pek inanasım gelmese de, belki de hiçbir zaman tam anlamıyla açıklığa kavuşmayacak konu.
yanlış bilmiyorsam, newton gelmeden önce insanlar gezegenlerin tanrısal bir güçle döndüklerine inanıyorlardı. çünkü o hareketleri açıklayan bir kuram getirilmemişti. her açıklanamayan olgunun başına geldiği gibi buna da tanrısallık atfedildi. aristo'nun '' tanrı gezegenlerin hareketini sağlıyor, gezegenler de bizim hareketimizi '' görüşü skolastik düşüncenin etkisiyle newton'a kadar geldi. çok sonra bir gün newton'un kafasına elma düşüyor ve newton düşünmeye başlıyor. niye havaya fırlamadı da yere düştü? demek ki ya gök tarafından itiliyor ya da yer tarafından çekiliyor. birincisi pek aklına yatmamış olacak ki(tanrının parmağı tarafından itiliyor mu deseydi adam) yerçekimini kabul ediyor. ama newton'u newton yapan bu değil elbette. o, elmayı çeken kuvveti gezegenlerin çekim kuvvetine uyarlıyor. bunun sonucunda gezegenlerin hareketinin fizik yasaları çerçevesinde şekillendiğini, o elmanın nasıl yere düşeceği garantiyse, o gezegenin de o şekilde dönmesinin garanti olduğunu ispatlıyor. tabii açıklayamadığınız ve hemen tanrısallık atfettiğiniz bir konu gün ışığına çıkınca, insanlar diğer açıklayamadığı olgularında, bir gün bu şekilde bilim tarafından eksik gedik tarafı kalmadan gözler önüne serileceği sanısına kapılıyorlar. hemen akıllara kendi hareketlerimiz geliyor. öyle ya, eğer gezegenlerin hareketi açıklanmışsa gün gelir kendi hareketlerimizde açıklanır. işte o zaman '' özgür iradeyi ne tarafa sıkıştıracağız? hadi onu çöpe atarsak peşinden de tanrının gitmesi gerekmez mi? '' gibi sorular kafalarda dolaşıyor ve sonu gözükmeyen bir bilmece denizinde buluveriyor insanlar kendilerini.
felsefenin öyküsü kitabını okurken özgür irade bilmecesine ilk bu şekilde girdiğimi hatırlıyorum. ''neden daha önce hiç aklıma gelmedi bu?'' diye soruyorum kendi kendime. bilimle özgür irade alenen çatışıyordu işte. ya fizik kuralları ya içimizde ki ruh, bir tercih yapmak zorundayım. fizik kurallarından vazgeçemeyeceğimize göre, içimizde karar vermemizi sağlayan ayrı bir mekanizma olmadığına inanmalıydım. bu nedenle deskartesçı kartezyen dualizm görüşünü hemen reddettim. ama içten içe de özgür bir irademizin olmamasını da sevmiyordum. böyle böyle düşünürken aklıma özgür iradenin bir yanılsama olabileceği geldi. yani evrende fizik kuralları yine işlemeye devam edecekti ama sanal manal da olsa bir irademiz olacaktı. spinozayı okumaya başladığımda bu yüzden çok heyecanlandığımı hatırlıyorum. zira adam aynı benim düşündüğümü söylüyordu işte. '' hepimiz özgür olduğumuzu zannederiz.'' , "havaya fırlatılan taş eğer konuşabilseydi, mutlaka kendi iradesiyle yola çıktığını söylerdi." gibi aforizmalarıyla beni benden almıştı bir kere.
hakikaten de hepimiz havaya atılmış bir taş veya deliğine doğru gitmekte olan bir bilardo topu olabiliriz. kendi isteğimizle gittimizi zannederiz. oraya gitmek zorunda olacağımız düşüncesi korkutur bizi. zira her insan hayatının kontrolünü elinde tutmak ister. zaten şartlandırılmalarımız(kültür,ahlak vs.), biyolojik yapımız(genler,hormonlar vs.) özgür irademizi kısıtlamıştır. asla yüzde yüz bir iradeye sahip değiliz. ama yine de yüzde 1 bile olsa hayatımızın elimizde olması güç verebilir bize. ama o yüzde 1'lik bölüm bile elimizden alınıyorsa, koskoca bir makinenin sürekli dönmekte olan bir dişlisiysek ne anlamı var ki hayatın, yaşamanın. ama sonuçta yaşamak zorundayız. bunun bir yanılgı olduğunu bilerek de yaşayabiliriz, kendi küçük dünyamızda determinizme meydan okuyabiliriz -her ne kadar dışarıdan bakan bir göz tarafından bayağı alaya alınacağımızı düşünsek de(ki alaya alıncağımız da saçma, sonuçta özgür irade yanılgısına düşeceğimizde deterministik).
özgür irade bilmecesini daha iyi anlamak için kendime şu soruyu sordum. ''eğer zamanda geriye gidersem kararlarımı değiştirebilir miyim?'' bu soru biraz eksik oldu. çünkü hangi bilinçle gideceğimi söylemiyor. eğer şu anki bilincimle geri gidersem, evet değiştirebilirim. ama o zaman ki bilincime geri dönersem? o anki düşüncelerim kafamda olursa ve en iyi olacağını düşündüğüm kararı seçersem ne olur? düşündüm de, istersem 1000 defa geri gideyim, kararlarım değişmez. aynı filmi(kader misali) sürekli başa sarıp, sonra oynatıp farklı bir şeyler beklemek gibi birşey bu. (quantum fiziğini tam anlamıyorum, ama eğer olasılıkçı determinizmse, ve bu olasılıklar başa sardık mı yine hiç değişmeyecekse değişen bir şey olmaz gibi geliyor.) bu konuyu daha iyi kavramak için bilincimizin de deterministik olduğunu düşünmek gerek. şu anda istersem monitöre kafa atabilirim. ama atmıyorum, monitörü düşündüğümden mi, elbette hayır, kafamı düşümdüğümden. ama istersem atarım. peki madem iki seçenekte elimde o halde kaderimde yazılan şeyin zıttını yapabilme gücüne sahibim. ama eğer o kaderi hiç bir zaman bilemiyorsam işte o zaman ona zıt bir şey yapmam(en azından yaptığımı anlamam) olanaksızlaşıyor. ( tanrı nın doğum günü kitabında da bu şekilde bir kader anlatışı var. bu olguyu geçmişten geleceğe göre değil de gelecekten geçmişe göre düşünürsen diyor yazar, o zaman hem yapacağın şeylerin belli olduğunu ama o şeyleri de iradenle yaptığını anlarsın. tabii hemen arkasında bir dünya soru da geliyor aklımıza ama kitap gerçekten çok mal bir şey olduğu için boşveriyoruz.) yani bir seçimde bulunacağımız da bir yanılsama, zira o düşüncenin zihnimize gelmesi de deterministik. bu durumda gerçek senaryoyu hiç bir zaman bilemeyeceğimize göre, o anda bir seçim yapma düşüncesinin de kafamıza gelmesinin de zorunlu olduğunu düşünürsek, kendi küçük dünyamızda ''irademiz var,heyooo'' diye eğlenebiliriz.
(bu kuramı kanıtlamak için, yeterince karmaşıklaşmış yapıların da böyle bir yanılgı içine gireceği tezini okudum. örneğin, bir yapay zeka kendinin özgür iradesi var zannederse gerçekten bizim durumumuz ona uyarlanabilir. ama burada anlayamadığım nokta eğer bir yapay zeka kendini özgür iradeli zannederse bunu biz nasıl anlayabiliriz ki? yani karşımızda istediğiniz kadar karmaşık bir canlı olsun. bu canlının her hareketi deterministik ise, her yapacağı şeyi önceden tahmin ediyorsak onun özgür irade yanılgısına düşeceğini nasıl anlayabiliriz? bu imkansız.)
noam chomskynin görüşleri ise biraz farklı gibi görünmekle birlikte(adam akılcı ne de olsa) hemen hemen aynı. o, özgür iradenin asla reddedilmeyeceğini düşünüyor. ama bunun bir yanılsama olduğu yönünde ki kuşkuları dikkate değer bulmakla birlikte asla kanıtlanamayacağını söylüyor ve bombayı patlatıyor: '' bilimin bu bilmeceyi çözeceğini düşünmüyorum. bence bu insan zihninin genetik yapısının getirdiği sınırlamalardan ötürü asla tam olarak hakim olunamayacak bir şey. '' küçükte bir örnek veriyor: '' karışık bir labirentte her zaman kaybolan bir sıçana gülebiliriz. sıçan her daim kaybolacaktır, çünkü labirente doğru şekilde bakamıyor. bu testi sonsuza kadar geçememeye mahkum. işte biz de aynen buradaki sıçan olabilir, bu sorunu sonsuza kadar çözemeyebiliriz. ama bu beni umutsuzluğa düşürmüyor. açıkçası, özgür iradenin anlaşılmasını istediğimi sanmıyorum.'' (*)
19 determinizmin benim en cok duydugum iki orneginden ilki "her degiskenden haberdar olan ve analiz ve tahmin yetenegini haiz bir varlik gelecekte ne olacagini kesinlikle bilir" ve ikincisi "zamani geriye sarsak ve yeniden oynatsak hatta bunu binlerce kez bile yapsak evren tam da su an durdugu yerde ve sekilde olurdu".
bu ornekler determinizmin savlari degil, anlasilmasina yardimci olmasi icin kullanilan hikayelerdir. determinizmin savundugu ise kisa ve net bir sekilde "hersey bir neden-sonuc iliskisi cercevesinde gelismektedir" anafikridir. bu anafikrin anlatilabilmesi icin verilen basit ornegi determinizmin sonucu olarak kabul edip de "belirsizlik ilkesi" diyerek saldirmak da neyin nesidir anlamak mumkun degil. mesele sonuclari tahmin edebilmek degildir zira; mesele sonuclarin onceden belli olmasidir.
hele "sahit olduklarimiz, yasadiklarimiz belli neden-sonuc iliskileri cercevesinde gerceklesiyor olsa da biz bunlari cozemedigimiz icin hic onemli degil bizim kendi dunyamiz, bu evrene bakis acimiz, irademiz var" diyenlere ise "ya sen kimsin, kendini bu derece onemli ve sistemin uzerinde gormenin nasil bir nedeni var, noronlarinin arasinda etkilesim var diye kendi atomlarinin diger maddelerinkinden nasil bir ustunlugu olabilir, vs." seklinde cikismak ama cok yuz goz olmamak gerekir.
klasik determinizmin soyu tukenmeye yuz tutmus fanatik bir kac taraftarindan biri olarak kuantum mekanigine ise cevap vermeye gerek gormuyorum. cunku bilimsel yontem orada rassal massal diyerek "bilinmeyen" karsisinda bir secim yapmis, amaci bilinmeyeni bilmek, anlasilmayani anlamak olan bilimsel yontem cozemedigine rassal diye isim takaraktan kendi kendine en guzel cevabi vermistir. bilim insanindaki bu kendi zamanini gelecekle degil de sadece eski ile karsilastirmak, kendi zamaninin gerceklerinin en dogru gercekler oldugu yanilgisina dusmek seklinde tezahur eden hastaligin koku hangi medeniyet seviyesinde kuruyacak hic bilmiyorum. bu konuyla ilgili olarak taraftarlari arasinda einstein'in da bulundugu bir teori icin (bkz: hidden variable theory)
olayi bir etkenlik edilgenlik cercevesine oturtmak ise en kibar ifadeyle iyi niyetlilik, polyannaciliktir. 2+2nin 4 olmasinda 2lerden biri 4e cikip da seni ben yarattim, var olusunu ozgur irademe borclusun diyemez. burada mesele 2ler degil toplama islemidir, bir baska deyisle determinizmde mesele neden-sonuc iliskisinin kendisidir. sebep ve sonuc birbirinden ayri olgular olabilir ancak bunlarin devamliligini saglayan sey evrenin isleyisidir. dislinin kendisini dislerin toplamindan daha fazla kilan yine dislinin dislerden bagimsiz olan ve dislerin habersiz oldugu yuvarlak seklidir. dis bu bilgi eksikligi nedeni ile dislinin donmesinde kendi payi oldugunu zanneder. halbuki dis, zaten dislinin donmesi sonucu evrimsel olarak ortaya cikmis bir organdan baska bir sey degildir.
butun bunlar bir yana, kullanmak zorunda birakildigimiz insan vucudu formati bile bir irademiz olamayacaginin kanitidir. zira ben hic ucan insan gormedim. hele farkli formlarda varlik kavramina alternatif bir durus sergileyebilmeyi, inandigi dinin ongordugu sekilden baska turlu hayal edenine hic rastlamadim. demem o ki secmek fiili kendi basina ozgur irade icin yeter kosul degildir. hele secimi biz yapmiyorken.
entrymi karsilastigim her turlu sonuc karsisinda takindigim "demek zaten boyle olacakmis" tavriyla vicdanimi rahatlatip; bilinemezci, hatta hicci, ve hatta hazci kendi icinde paradoks yasamima geri donerek bitirirken tanim yapmam gerekirse, ortada ozgur irade diye bir sey bulunmadigi icin var olmayan paradokstur.
20 deterministler neden sonuç arasında kurulan mekanik bağdan yola çıkarak iradeye hiç bir şekilde prim vermezler ki kanımca yanlış yaparlar.
yani ne diyor? şu güzel temmuz akşamı taksimde içelim sıçalım konseptli bir sözlük zirvesi yapsak ve zirvenin aynı şartlar altındaki her tekrarında aşağı yukarı yukarı aynı adamlar gelir. sorsan bir de zirveye kendilerinin geldiklerini felan söylerler. halbuse aynı şartlar altında her seferinde aynı oranda, aynı insanlar katılım sağlıyorsa irade bunun neresinde düdük? derler. öyle midir peki? pek sanmıyorum.
irade kendisinden başka her şeyden bağımsızdır. elbette ki sonuçlardan da... sonuçların altında irade aramak biraz öküz altında buzağı aramak gibidir. o halde iradeyi aramamız gereken asıl yer de kendisinden başka her şeyden bağımsız bir yer olmalıdır. bunun da tek adresi var; akıl. akıl varsa irade de vardır. gerisi fasa fisodur.
21 100 tane özgür iradesi olan insanı bir adaya atın, kavga edecekler, arkadaşlık kuracaklar, muhabbet edecekler, işbölümü yapacaklar bazıları kıllık çıkaracak, yemek yiyecekler, kendilerine kural koymaya başlayacaklar bazıları uymak istemeyecek dışlanacak ve bunun gibi bir çok farklı davranış biçimi gösterecekler. bu bizim özgür iradenin sonucu olan karmaşık sistemimiz, başka bir deyişle kaos olsun. şimdi 1-2 ay bu insanları psikologlara, sosyologlara gözletin, size hangi durumda kimin ne yönde davranacağının tahminini yüksek başarı oranıyla rahatlıkla yaparlar. ama hani o insanlar özgür iradeyle hareket ediyordu? eh özgür iraden de olsa hepimiz insanız, aynı güdülerle hareket ediyor aynı ihtiyaçları doyurmaya çalışıyoruz. belki bazımızda fazla belki bazımızda az, belki bazımız farklı yollarla ama başlangıç noktamız ve ulaşmak istediğimiz nokta belliyse istediğimiz kadar özgür olalım en azından kendimize bi oranda da etrafimizdakilere tabiyiz ve biz de determinist bir varlığız.
22 özgür iradenin belirleyicisi, muhakeme etme ve karar verme mekanizmalarının hiçbir belirleyeni olmamasıdır. insanın hiçbir etmenden etkilenmeden karar vermesi mümkün değildir. zaten karar verebilmenin kendisi de belli koşullar içindeki seçim olabildiğine göre, soru "belli şartlar altında sonsuz sonuç elde edilebilir mi?" haline geliyor.
labirente iki giriş noktası koyabiliriz bu durumda. birincisi evrim, evrenin oluşumu ve yaradılışın konusudur. bu konuda bilim rastlantı ve zorunluluk üzerinden aynı paradoksu açımlamaya girişmiştir. teorik olarak sonsuz ihtimal vardır ve bu süreç devam etmektedir. ikincisi, insanın ne kadar özgür olduğu problemidir. varoluşçuluk ana sütunlarını buraya kurmuştur: 'zorunlulukların içindeki özgürlük'. bilim ve felsefe, ya da gözlenen ve yorumlanan diyelim, zaten bu konunun kendisiyle ilgilenmekte hatta ta kendisi olmaktadır.
bu girizgahtan sonra, insan algı ve değerlendirme süreçleri ile ilgili yapılan deneylere, psikanalize baktığımızda, yani dönüp de madem durum bu bunu algılayan, muhakeme eden bünye nasıl bir şey diye giriştiğimizde, ki konu gelip oraya yaslanmaktadır, sadece dinin değil, insanın bütün toplumsal örgütlenmesinin, insan ilişkilerinin (gündelik ilişkilerinin) hep bir aksiyoma dayandığını görüyoruz: özgür irade.
içinde yaşadığımız toplumla ilişkimizi belirleyen vatandaşlık, seçmenlik, komşuluk, kankalık müesseselerinin hepsini içine alan son çağımızın icadı toplumsal akit, özgür iradeye yaslanır. biz diğer insanlarla birarada yaşayarak 'görünmez' bir toplumsal akde imza atmışızdır. bu nedenle kurallarına -ki kim koyuyor o kuralları?- tâbi olmalıyız. yoksa hangi mahkeme insanı yargılamaya cüret edebilir ki? suç ve ceza paradoksudur.
ama aslında insan tümüyle bağımsız, pür bir rasyoneliteyle karar veremez ki. her zaman irrasyonel mekanizmalar devreye girer. bu durumda kitle manipülasyonuna zıplamak gerekir. yaşadığımız yaşamı seçemeyiz. ancak seçtiğimize inanmamız gerekir. modern dünyanın ve iktidar yapılarının ayakta durmasını sağlayan güce geliyoruz: meşruiyet. yani bir öznenin hareketinin öteki özneler tarafından haklı ve anlaşılır bulunması.
meşruiyet, dinlerin ve toplumsal yapılanmanın yani iktidarın kendini gerçekleyebilmesi için gerekli esanstır. seni kendi yaşamına inandırmak: ideolojik, siyasi vs vs. bir bütün olarak inanan insan.
tümüyle iradi karar vermeye haiz tek şey, yani tepeden tırnağa irade olan tek şey, tanrıdır. tanrı, bütünüyle rasyonel karar vermeyen insanın tam rasyonelite, bütün ve kapsayıcı irade için yarattığı bir kategoridir. ve bir irade olarak bütünüyle felsefi bir kategori olmaya mahkumdur.
o yüzden bu tartışma bitmez, onun tanrısı gelir, bunun tanrısı gider, onun evrenin eğilimi gelir, bunun atom altı parçacıkların belirsizliği gelir. din, tanrı vs. kavramlarının hayatımızdan gün gelip de çıkacağına inananlar, insanın tam anlamıyla 'özgür iradeye' olan istek ve inancını görmezden geliyorlardır. bu kendini var eden şeye hıyanet olur. dombili taoculuk olur. gururunu kırar, kibrini terketmek anlamına gelir. mümkünatı yok. insan kibrini başka türlü adlandırmanın yollarını bulmak üzere uzayın -ki kendisi beyninin kıvrımlarıdır: sonlu ama sınırsız- derinliklerinde/dehlizlerinde seyahatine devam edecektir.
23 paradoks bizim anlam veremediğimiz, birbirini tamamen iptal edeceğini varsaydığımız iki açık olgunun birbiriyle çelişen görüntülerine verdiğimiz addır. dolayısıyla birçok başka farazi paradoksta olduğu gibi (sözgelimi zenon paradoksları) bu ille de çöken bir sistem, matrix'te var olan bir kayma anlamına gelmemektedir. bu paradokslar birçok şeyden kaynaklanabilir: bizim algılayışımızdaki eksikliklerden veya kavramları tarif edişimizden ve edemeyişimizden veya ortada aslında paradoks olmamasından. bu üçüncü şey özgür irade/determinizm özelinde mesela şöyle tezahür edebilir: bu bu iki şeyden birinin tam olarak var olması ve diğerinin kesinlikle yok olması. biri zaten eger yoksa paradoks da ortadan kalkar. benim de başlangıç noktam bu.
öncelikle insanlığın kısa olan tarihi boyunca genel pratik kabul, kaynağını bizzat hayattan alan kabul insanların seçeneklerin farkında olması ve bu seçenekler arasında seçim yapabilme özgürlüğü. burda fiziksel bir kısıtlama konumuz dışında kalıyor, zira bahsedilen zihinsel olarak bunun farkında olmak ve bu bence de özgür irade tanımına daha uygun düşüyor. felsefi alanda da genelde tartışmanın mecrası bu yönde olmuş.
kant doğal fenomenlerden yani tabiat işleyişinden bağımsız olarak bu konuyu ele alıyor. ama pratik aklın eleştirisi'ne çağına hakim olan bilimsel görüşle, yani görüngü mü diyorlar felsefe dilinde neyse ondan işte, o görüngüler dünyasında (ingilizce metinde appearence olarak geçiyor) (1) hiçbir şeyin özgürlük ile açıklanamayacağını söyleyerek başlıyor. (rezil bir cümle oldu farkındayım) aynı minvalde bugün de bir görüş biyokimyasal veya sosyopsikolojik sebep-sonuç zincirinin mutlaka, bugünün şu anını yüzde yüz etkilediğini, sadece etkilemekle kalmadığını bir de belirlediğini söylüyor. yine bu minvalde genler de tabii faktörlerden biri olarak örnek verilebilir. spinoza eğer havaya atılan bir taşın bilinci olsaydı o da özgür iradeye sahip olduğunu söylerdi diyor. bu sebep-sonuç zinciri zamanın başlangıcına kadar genişletilebilir. olay_n, olay_n-1 'in sonucu, o da olay_n-2'nin sonucu ila ahir... kant buna orijinal bir şekilde yaklaşıyor, demin de dendiği gibi bunun sonuçlara bağlı olmadığını, daha ziyade seçeneklerın farkındalığı olduğunu söylüyor ve bu konuyu da özellikle ahlak problemleri açısından ele alıyor. mesela bir prens ve onun yalancı şahitlik yapmasını istediği bir adamdan bahsediyor. bu kişinin içindeki özgürlükten bahsediyor, ahlak yasası olmadan bu özgürlüğün onun tarafından bilinmeyeceğini söylüyor. ahlaki buyruğun ( moral imperative) farkındalığı var, zorundalık yapma imkanına işaret ediyor. bu arada schopenhauer de spinoza'nın söylediğine bir şey daha ekliyor, diyor ki "öyle bir durumda taş haklı olurdu" (aynen şöyle: "i add this only, that the stone would be right"). ben de diyorum ki "might be right", taşın haklı olma ihtimali yok değil hakkaten. schopenhauer kant'ın çözümü için bu noktada: "one of the most beautiful and profound ideas brought forth by that great mind, or indeed by men at any time" (2) diyor, yani o buyuk idrak tarafından ortaya atılmış en güzel ve derin fikirlerden biri, veya aslında insanoğlu tarafından herhangi bir zamanda atilmis en güzel ve derin fikirlerden biri... her neyse çok kant güzellemesi yaptık. devam edelim. schopenhauer tabi bir sürü başka şey de söylemiş konuyla ilgili, ilgilenenler icin.
determinist görüşe göre ampirik gerçeklik tam şu anda birçok aynı durumu içinde barındırmıyor. tabi bu yeni fizikle tartışılabilir bir görüş olsa da bunu kabul edelim. bu şu andaki resim bir "an" önceki sınırsız sayıdaki seçenekten birisi. denebilir ki aslında tek bir çizgiydi bu, seçenekler beynimizin bize oynadığı bir ilüzyon. evet bu doğru. mantık şu andaki gerçeklik üzerine olduğu kadar bu "ought"lar üzerine konsantre olabiliyor, oluyor. kant ahlaki imkanlara vurgu yapıyor, bundan ayrı olarak akıl sentetik durumlar üretebiliyor, p ve -p önermelerini beraberce düşünebiliyor, hatta matematik gibi kompleks soyut sistemler inşa ediyor. (matematik sadece inşa değildir de o da başka bir konu) ve burdan şu sonuç çıkıyor: mantık tabiat görüngülerine yüzde yüz bağlı olarak işlemiyor. böyle bir ayrımı kabul edecek olursak aklın bazı şeylerin orijinali ve başlatıcısı olma ihtimalini de kabul edebiliriz. bu niyet meselesi evrensel kanun gibi. p vs. -p... kant ingilizce metinde "maxim of will" diyor. evrensel kanundan kant ahlaki yasaya kayıyor. bu evrensel kanun var ve ampirik bir kanıt değil, bir nevi orijinatör, saf aklın başlangıcında zaten bu var. dolayısıyla insanlar yaptıklarından mesul.
1984 te o'brien, winston smith'e mealen diyordu ki:
--- spoiler --- "en sonunda bize teslim olduğunda o tamamen özgür iradesiyle olmalı. biz bir münkiri bize direndiği için yok etmeyiz, direndiği müddetçe yok etmeyiz, onu yeniden şekillendiriz, bütün kötüyü ve ilüzyonları onun içinden yakmak suretiyle sökeriz, bütün kalbiyle ve ruhuyla yanımıza alırız" ve kitap da malum "big brother'i seviyordu" şeklinde biter. ve bu hakkaten de tahkiki imandır. --- spoiler ---
yani özgür irade bu örnekte olduğu gibi yok olmuş mudur? bu çarpıcı anlatımdaki haliyle bile bunu söyleyemeyiz. kant'ın tanımlarına sadık kalırsak belki daha alt seviyede de olsa bir özgür irade vardır. winston'ın zorundalıkları değişmiştir belki, belki yeni bir ahlaki zorundalık seti takdim edilmiştir. ama özgür iradesi belli bir seviyede, farklı katmanlarda ve farklı olaylar karşısında devam edebilir. sözgelimi winston yolda düşmüş bir "yoldaş"a yardım etmeyi tercih edebilir. bugünün modern toplumlarında da doğumdan itibaren kişiler ortak bir farkındalık seviyesine getirilir ki, bundan hareketle hareketlerinden sorumlu tutulabilsinler. fakat daha birçok başka alanda özgür irade daha bir görünür veya daha bir silik olabilir, bireyden bireye değişebilir. velhasıl bana öyle geliyor ki özgür irade sadece mevcut/namevcut olma temelinde konuşulabilecek bir mutlak kavram değil, değişik seviyelere sahip olabilecek izafi bir kavramdır.
bütün bunlardan maada elbette kuantum fiziğinin kopenhag yorumundan bahsedilebilir, atomaltı dünyada olasılık ve rastgeleliğin hakim olduğu söylenebilir. belki determinizm kalesinde bir gediktir bu, yine de özgür irade hanesinde de tam bir puan sayılmaz zira rastgelelik de özgür iradeye temel olmaz. özgür irade rastgele ortaya çıkan durumlardan etkileniyorsa özgür sayılmaz pek. özgür irade lehine başka bir argüman olarak insanlığın ortak mirası gösterilebilir. milyarlarca insanın binlerce yıldır hissettikleri özgür iradenin ve bunun sonucu ortaya çıkan ahlaki ve vicdani sorumluluğun oluşturduğu birikim objektife çalan bir delil olarak da sunulabilir.
sistemin içindeyiz. kavramamız mümkün değil bazı şeyleri. fakat öyle görünüyor ki mantık ve vicdana dayanan özgür iradenin aksini kanıtlamak pek kolay değil. belki de bu bir paradoks değil, belki de öyle kuvvetli bir kural ki zaten tabiatın içinden kaynağını alıyor, en az determinizm kadar....
24 konu hakkında yorum yapacak olgunluğa ulaşıp ulaşmadığımdan emin değilim. o yüzden sözlerime fazla itibar edilmemesi uyarısını baştan yapayım.
determinizm ve özgür irade arasındaki ilişkinin pradoksal olduğunu düşünmüyorum. ki paradoksların da dilden veya insan zihninden kaynaklanan, yani kökten kaynaklanan yanlışlıkların bir ürünü olduğunu düşünüyorum çaylakça.
öncelikle determinizmi, yani evrendeki fiziksel etkileşimlerdeki katı sebep-sonuç ilişkisini kabul ettiğimizde evrenin içerisinde ve onun kanunlarına bağlı olan insanın özgür iradesinden söz etmek yanlış olur. evrendeki her şey mekanik olarak işliyor demektir bu, her şey bir zorunluluğun ürünü demek olur, bu sebeple insan davranışları için de bu zorunluluk söz konusudur. buraya kadar anlaşılmayacak pek bir şey yok gibime geliyor.
fizikçi değilim ama fizikte belirsizlik ve rastlantısallık gibi yeni şeylerin türediği, klasik fiziğin çöktüğü gibi duyumlar aldım. newtoncu klasik fiziğn katı determinizmden olasılıkçı determinizm ve indeterminizme doğru bir geçiş süreci başlamış. bunların hepsi de kuantumun başının altından çıkmış. mesela bir elektronun hızını ve yerini aynı anda tam olarak saptayamıyormuşuz. elektrona gönderilen foton onun hızını ve konumunu değiştiriyormuş. elektronun hızını ne kadar kesin ölçmeye çalışırsak konumu konusunda da o kadar belirsizliğe düşüyormuşuz. tam tersi şekilde konumunu belirlemeye çalışırken de hızı konusunda belirsizlikler aynı oranda artıyormuş. burada da olasılıklar devreye giriyormuş. hiç bir şey bilmemektense elimizde olasılıksal verilerin olması da bir şeymiş. deneyi yapan gözlemcinin deney üzerindeki etkisi bir türlü sıfırlanamıyormuş. bu da deneyi zora sokuyormuş. tamam da bütün bunların nedensellikle ne alakası var, ben orasını çözemedim.
makro-evrende katı bir nedenselliğin gözümüze çarpmasına rağmen aynı şeyi mikro-evren için neden söyleyemiyoruz? aslında evrende rastlantısallıklar da var ama çok küçük ölçeklerde olduğu için makro-evrende anlayamıyor muyuz? yoksa atom-altı parçacıklarda meydana gelen belirsizlik ve rastlantıların kaynağında bilgi eksikliğinden kaynaklanan anlayamama durumu mu söz konusu? yani mikro-evrende de katı nedensellik var ama bütün etkileri bilmediğimiz için ortaya çıkan sonuç bize rastlantı gibi mi geliyor? ben ikincisinden yanayım. belirsizlik ve rastlantı denilen şeyler nedenselliğin olmamasıyla değil bizim bilgi eksikliğimizle bağdaştırılabilir ancak.
aslında özgür iradenin varlığı-yokluğu konusunda bir tartışmaya girmek için bu konulara değinmek de gerekmez. insan davranışlarının kaynağına bir nebze olsun rastlantısallığı da koyalım mesela. bu sefer de özgür iradenin yerini rastlantısal hareketler alacak. rastlantıları özgür irade olarak ele almak yanlış olur.
geçenlerde ilginç bir şey okumuştum. bir "ilk sebep"in var olması gerektiği üzerinde durulmuştu. burdan hareketle insanların da ilk sebepler oluşturabileceği, yani yaratabileceği söylenmek istenmişti. yani her şeyin başlangıcında bir ilk sebep olması gerekiyorsa başka ilk sebepler yeniden neden var olmasın? her insanla yeni bir "ilk sebep" neden doğmuş olmasın? kafa karıştırıcı bir soru. üzerinde iyice düşünülse kolayca çürütülebilir. şimdiye kadar hiçbir insanın bütün etkilerden bağımsız bir tepki verdiği ne görülmüş, ne duyulmuş. öyle bir şey olsaydı bilim adamları bulurlardı elbette.
en son aklıma bir şey daha geldi. bir ruhun olduğunu ve bu ruhun seçimler yaptığını kabul etsek bile yine de özgür iradenin varlığını söyleyemeyiz. sonuçta ruhu tanrı yaratıyor, o ruha has özellikleri tanrı ona veriyor. eğer her ruh eşitse, o zaman imtihana gerek yok demektir. yok, bütün ruhlar yaratılıştan farklıysa, bu farklılığı yaratan da tanrıdır, o zaman cezalandırma ve ödüllendirmeye ne gerek vardır ki. sen bir bilgisayar programı yapmışsın. ona komut verince, program da yazılımına göre sonuç veriyor. bu sonuçlardan dolayı bilgisayar programınını cehenneme veya cennete koymak nasıl bir şey olur ki? bu bilgisayar programının özgür iradesinden söz edebilir miyiz? işi biraz daha karmaşıklaştıralım, zevkli hale getirelim. programa giren veriler programın yazılımını da etkileyebilsin. program varlığını sürdürebilme amacı gütsün, bu amaçla kendisini geliştirebilsin. alın size yapay zeka! alın size halis muhlis özgür irade!
ekşi sözlükten alıntı...
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Evrenimizdeki her parçacık öngörülemez davranışlarda
bulunmakta. Bu parçacıkların davranışlarını belirlemede asla kesinliğe
kavuşamayacağız.Bu
kesinsizlik,belirsizlik,önceden bilinememe özellikleri kaderci ve deterministik
düşüncenin sonudur. Bu özellikler ise teknolojik ya da bilgi eksikliğimizden
kaynaklanmamakta olup, evrenin kendi karakteristiğidir.
Bu keşifler, özgür iradeye büyük güç kazandırmış gibi
görünmüş olsa bile yaptığı aslında özgür iradeye de sınırlar getirmesidir.
Her eylemin karar ve gerçekleştirilme safhasında, sayısız
rastlantısal sürecin üst üste gelmesi söz konusudur. Sözde özgür irade bu
sürecin sadece ilk basamağını oluşturmaktadır.
__________________ Dinin bakış açısına göre,tüm bu fantastik harikulade evren,tüm bu karmakarışık şeyler, ancak, Tanrı’nın, insanların iyi ve kötü için çabasını gözlediği bir sahnedir.. Bu sahne,bu oyun için çok büyük!
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme Sizin yetkiniz yok forumda konu silme Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme Sizin yetkiniz yok forumda anket açma Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma