Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
HALKA ÇATMAK…
Siyasiler için tüyler ürpertici bir
kavram olsa gerek… Hele hele, hiçbir fikri dayanağı olmayan, bütün
sermayesi bir şekilde ikna ettiği insanlardan aldığı oylar olan
siyasetçiler için bindiği dalı kesmek gibi bir şey…
Tarih sahnesindeki karizmatik liderlerin
çoğu için ise, karizmalarına karizma katan bir davranıştır. Onlar halka
çatmaktan çekinmezler. Hem döven, hem seven cinstendir onlar…
Mevcut siyasi yelpazede kısmen de olsa
halka çatma becerisi gösteren tek isim Tayyip Erdoğan. Gerçi onun kendi
seçmen kitlesine çattığını pek görmedim. O da lehdarlarından aldığı
cesaretle, karşı cepheye yükleniyor. Çünkü, karşı cepheden ciddi bir oy
kayması olmayacağını o da biliyor. Eğer oradan oy alma ihtimalini
öngörseydi muhtemeldir, mevcut çatmalarını da yapmazdı.
Bu yazıda liderlerin, politikacıların
öcü gibi korktuğu bu konuya değineceğiz.
Çok önemlidir halka çatmak. Liderin,
siyasetçinin, sanatçının halka çatması, halkı eğitmesi, olumlu olarak
yönlendirmesidir aslında. Onun için Kuran’da bol bol görürsünüz bu
çatmaları… Çünkü Kuran, halktan onay almak için değil, insanları
yönlendirmek, tutumlarını değiştirmek için indirilmiştir. Hal böyle
olunca, insanlık tarihi boyunca Peygamberler de tebliğ ettikleri
şeylerle halka çatanların öncüleridir. Hep inkarla reddedilmişler,
bulundukları yerden sürülmüşlerdir.
Mevcut siyasilerimizin, risalet sistemi
ile yakından uzaktan bir alakaları bulunmadığı için işin bu kısmıyla
ilgilenmezler. Halbu ki, Kuran’a göre yeryüzünde iktidar ancak adaleti
tesis etmek, iyiliği emredip, kötülükten sakındırmak için gereklidir.
İnkarcıların iktidarı nesli yok etmeye, yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya
hizmet ederken salihlerin, muttakilerin, müslimlerin, muhsinlerin,
müminlerin iktidarı daima sulh ve adalete kilitlenmiştir. Hayra destek
olarak salat ederler, kötülüklerden arınarak zekat verirler.
İsa şöyle söylüyor: “Bana yaşamım
boyunca salatı ve zekatı emretti”
Onun nezdinde bütün insanlara emirdir
bu. Hayra destek çıkmak, şerre engel olmak ve bu suretle arınmak.
Her insan, kendi yaşam alanında iktidar
sahibidir. Etki alanı küçük veya büyük her insan bir irade, bir iktidar
sahibidir. Küçük veya büyük iktidar sahası olsun, yukarıda anlatılan
şekilde salatı ikame ve zekatı verme vazgeçilmez koşuldur.
Salatı ikame ederken yani hayra destek
çıkarken, hayrın gereğini ikame ederken çoğunlukla bir direnişle
karşılaşır insan. Çünkü insanların çoğu aksi istikamete meğillidir.
“Andolsun, insanların çoğuna (!)
uyarsan seni Allah yolundan çıkarırlar”
İyiler, salihler hep azınlık olmuştur.
Bu azınlık, saptırmaya ve sapmaya meğilli çoğunlukla mecburen
kavgalıdır. Bu kavga onların var oluş sebepleridir, hayatlarıdır,
karakterleridir.
İşte “halka çatma” ; böyle bir kavganın
eseridir.
Hz. Peygamber’in veya önceki resullerin
hayatlarıyla ilgili Kuran’da verilen bilgilerde asla “takıyye” olgusuna
rastlayamazsınız. Çünkü takıyye, münafıklığın ta kendisidir. Onlar ister
istemez “insanların çoğu” ile bir mücadele içerisinde olmuşlardır.
Gerek kendi saflarında bulunsun, gerekse karşı cenahta bulunsun çizginin
dışına çıkanlarla sürekli bir mücadele, bitmek bilmeyen bir mücahededir
bu…
O tarihlerde demokrasi yoktu. Eğer
olsaydı da vaziyet asla değişmeyecekti. Çünkü, peygamberlere bu günkü
karşılığı ile “oy” dan çok daha değerli mevkiler, makamlar, dünya
hayatını süsleyecek nice şeyler teklif edildi. Bunların hepsi kesin
olarak reddedilmiştir. İnkarcılarla, bozguncularla, azgınlık içerisinde
bulunanlarla hiçbir suretle uzlaşma olmamıştır.
“Güçleninceye kadar onlar gibi olma,
onlardan gibi görünme, güçlendikten sonra niyetin her ne idiyse onu
yerine getirme” münafıklığı, hiçbir peygamberin hiçbir kıssasında
görülmez.
Onlar, vahiy kendilerine tebliğ edildiği
andan itibaren kesin bir ayrışmanın tarafı olmuşlardır. Tebliğin gizli
yapıldığı dönemler dahil olmak üzere, kötülüğün, şerrin tasdik edildiği,
“şimdilik kaydıyla” iyi olarak nitelendirildiği hiçbir vakıa, hiçbir
olgu yoktur.
Kendilerine vahyedilen şey, hep kötülüğe
çatmıştır. Kötülüğün sahibi, o kötülüğü yapan her kim olursa olsun bu
değişmemiştir. İster halktan biri, ister kudretli bir hükümdar, ister
açık bir zorba, isterse resullerin yandaşlarından biri olsun, her kötü
hareket hemen tenkit edilmiştir.
İşte bu sebepledir ki, resullerin hayatı
daimi bir kavga içerisinde geçmiştir.
Birkaç misal üzerinde duralım.
Nuh Peygamber, ömrü boyunca kavmini
uyarmış, onlarla daimi bir restleşme içerisinde bulunmuştur. İnkarcılara
destek çıkan oğlu ve karısı da dahil olmak üzere…
İbrahim peygamber, iyilerin azlığına en
güzel misallerden biridir. Onca tebliğ ve vakıaya rağmen halkını terk
ederken cemaatinde sadece bir kişi vardır. O da daha sonra peygamber
yapılan Lut peygamberdir…
İsa peygamberin ömrü “egemen”
Yahudilerle mücadele içerisinde geçmiştir. En ağır şekilde onlara
çatmaktan hiç geri durmamıştır.
Musa peygamberin de risaletinin önemli
bir kısmı kendi cemaatine çatmakla geçmiştir. Çünkü onlar, işin hiçbir
aşamasında onun getirdiği şeye gerçekte inanmamışlardır. Her emrine, her
uyarısına ille muzur bir itiraz ileri sürdüler. Hz. Musa’nın Kuran’da
bilinen son seslenişi şöyledir:
“Ey Rabbim, ben kendimle şu biraderim
Harun’dan başkasına söz geçiremiyorum. Artık bu zalim kavimle bizim
aramızı ayır !”
Akıllara durgunluk verecek bir sahnedir
bu… Kendi cemaatini bir kalemde silip atmıştır.
Çünkü bütün resuller aynı İbrahim
peygamber gibi “başlı başına bir ümmet”tir. Onların, ne bir tebaya, ne
de kendisine yalakalık edecek cemiyetlere ihtiyaçları yoktur. Onlar, tek
başlarına bir ordu, tek başlarına bir devlet gibidir. Müstahkem bir
kale gibi insanlık tarihine dikilmişlerdir. Dünya hayatının karanlık
denizinde yapayalnız ışıldayan, hayra, adalete, barışa ışık tutan fener
gibidirler.
Hz. Muhammed’in ashabından da hata
edenler olmuştu. Vaki midir ki, sırf güç kazanma gayesiyle onların
kötülüklerine ses çıkarılmasın !
İnsanlık tarihinin belki de en çetin
sosyal ambargosu Muhammed peygamberin cemaati içinde yaşanmıştır.
Görev yerini terk edenlerin işittiği
azar, Hz. Peygamber’in hanımına atılan iftirayı dilden dile taşıyanlara
yöneltilen ihtar ve benzeri bir çok vakıa, “benim cemaatimden birinin
yaptığı kötülük, karşı cephenin iyiliğinden de iyidir” mantığına
reddiyedir. Kuran bu ahlaksızlığa hiçbir suretle geçit vermez.
Onun için, “çalsın ama çalışsın”
diyebilen bir milletin milliyetçiliğinin yapılamayacağını, erdemli
sanatçının, erdemli politikacının, cehaleti, kötülüğü velev ki bu halkın
ekseri çoğunluğundan kaynaklansın var gücüyle yermesi gerektiğini
makalelerimde sürekli olarak işledim.
Eğer milletin kötü yönelişine ses
çıkarılmaz, onun istek ve arzuları her değerin üstünde tutulursa “milli
irade” denen sahte bir “tanrı” oluşacağını vurguladım.
Şimdilerde bu “milletin iradesi” söylemi
o hale getirildi ki, milletin iradesi gerçeği inkara yönelse, kötülüğü,
şerri emretse mevcut politikacılar sırf onlardan biraz daha oy
alabilmek için suskunluk bir tarafa, yönelişin doğruluğu hususunda
millete bir de yağ çekecekler…
İslamı dillerine dolayan sözde
İslamcıların, olup biten hırsızlıklara, arsızlıklara, adaletsizliğe sırf
yandaşlarının eylemidir diye sessiz kalışlarını, hatta sessiz kalmak
bir tarafa sözüm ona aklamak için şeytanın bile aklına gelmeyecek
gerekçeler üretmeye çalışmalarını hayretle, ibretle, buğz ederek
izliyorum…
Kaldı ki, bu hastalık sadece bu
kişilerde yok. Siyasi yelpazenin bir çok aktöründe var…
Hangi siyasi parti lideri halka doğrudan
çatabiliyor ?
Mesela;
“Bu ülkede rüşvet olgusu varsa rüşveti
alan gibi bir de veren var. Siz millet olarak rüşvet verenler değil
misiniz ?” diyen var mı?
“İçinizden kaçınız, bir davaya bakmakta
olan hakim hataen veya bir bedel karşılığında haksız olduğunuz halde
sizin lehinize karar verecek olsa buna itiraz edersiniz ?” diye soran
var mı?
“Bu ülkede trafik kazasından ölenlerin
sayısı terörden ölenlerden kat ve kat daha fazla… Siz, bu açıdan
terörden daha tehlikelisiniz” diyebilen var mı?
“Bu gün kömüre, iki kilo bulgura,
fasulyeye oyunu satanlar, yarın daha büyük bedellere daha mühim şeyleri
de satarlar” diyebilen var mı?
“Sahtekarlığa, hırsızlığa, yalancılığa,
kayırmacılığa, adaletsizliğe, zulme ses çıkarmayanlar aynı eylemleri
yapanlar kadar suçludur, demek siz kendiniz onların yerinde olsanız
aynılarını yapacaktınız” diye çekişen var mı?
Ne mümkün !
Halk, çoğunluk, milli irade tanrısının
önünde secde edip her kötülüğe sessiz kalanlar, Allah’ın değil, başka
şeylerin müslümanı / teslim olanıdır.
“Aziz Millet”miş…
Ne azizi ?
Her sorunu kavga dövüş halleden,
liderlere karşı olabildiğince yalaka, ahdine vefasız, komşusu açken tok
yatan, çabuk gaza gelen ve gazı hemen alınabilen, esip gürleyen ama hiç
yağmayan, ülkesinin her köşesinde huzur evleri, kadın sığınma evleri,
yetiştirme yurtları açılmış, millet olarak ana babasına, çoluk çocuğuna
sahip çıkamamış, kendisine devlet kapısında bir mevkii verildiğinde
hemen şımarıp böbürlenen, çalışanının parasını, borcunu ödemeyen bir
millet mi “aziz”dir…
O “aziz” millet ölmüş, yerine başka bir
millet gelmiş…
Türk Milliyetçileri bile, vasıfları
dejenere olmuş bu toplumun arızalı yönlerine çatarak, bu yönleri tenkit
ederek halkı yönlendirmek, yeni nesiller yetiştirmek yerine mevcudun
savunucusu, milliyetçisi olmuş…
Bu gün bir haber vardı internette… PKK
gösterilerine katılan, okuma yazma bilmeyen (ki bence okuma yazma bilip
bilmemesi çok önemli değildir) altı çocuklu bir kadın, sırf örgütün
gösterisine katıldı ve suç teşkil eden bir pankart taşıdı diye 7 küsur
sene hapis cezasına mahkum edilmiş. Hem de ilk celsede… Haber hakkındaki
yorumları okudum.
Milliyetçi arkadaşlar demişler ki, “Oh
olmuş, iyi olmuş, öbürlerine ibret olsun, keşke idam etselermiş,
gebersin….”
Demek milliyetçilik; kendisine
yapılmasını istemeyeceğin bir adaletsizlik, haddini aşmış bir ceza,
karşı görüşteki birine yapıldığında alkış tutmaktır !
Demek milliyetçilik; bu topraklarda
yaşayan insanları böyle ayrı gayrı görmek, göreni tasdik etmek, milletin
bir kısmını ayrı tutup, onlara yapılan her kötü muameleye ölçüsü ne
olursa olsun onay vermektir…
“Eğer inkarcılardan biri senden aman
dilerse ona aman ver. Ta ki Allah’ın kelamını dinlesin. Sonra onu
kendisini emin hissedeceği bir yere kadar bırak” diyen Kuran kimin
kitabıdır ?
“Allah kendisinden başka hiçbir ilah
bulunmadığı hakikatini ADALETİ AYAKTA TUTARAK açıkladı…”
“Adil olun. Çünkü Allah adalet yapanları
sever”
“Bir kavme olan kininiz sakın sizi
adaletsiz davranmaya sevk etmesin” diyen Kuran kime sesleniyor ?
Sadece pankart taşıdı diye altı çocuklu
bir kadına veya herhangi bir insana 7 sene hapis cezası verilmesini kim,
hangi adalet duygusu, hangi vicdan reva görebiliyor ?
Anlaşılan o ki, bir kesime duyulan kin,
bütün adalet ölçüsünü alt üst etmiş… Milliyetçiliği, tarafı her ne
olursa olsun milletin her bir ferdinin hak ve hukukunu gözetmek olarak
benimsemesi gerekenler de ölmüşler…
Demek siz, yeryüzünde bir iktidar elde
etseniz teraziyi tümden yok edecek, bozgunculuğu gidermek için daha
büyük bir bozgunculuğu tercih edeceksiniz. Demek siz yeryüzünde iktidar
sahibi olsanız merhameti unutacaksınız. Hem de Rahman’ı dillerinize
dolaya dolaya… “Muhammed” adını duyduğunuzda bin salavat getirecek ama
O’nun Kuran’daki hatırasından bi haber olacaksınız. Birbirinin anasını,
babasını, kardeşini öldüren müşriklerle müminlerin barışını yad edecek
ama kendi hayatlarınızda bunun esamesini bile sergilemeyeceksiniz.
Aslında hergün akşam ana haber
bülteninden sonra birkaç saat belgesel seyretmek, kimin savunuculuğunun
yapılması gerektiğini apaçık ortaya koyuyor.
Bir tarafta hangi maksatla olursa olsun,
kavga edip didişenler, diğer tarafta insanlara bir çare, bir kolaylık
olması için dünyanın bilmem ne çölünde, ormanında kuşun, kurdun, böceğin
peşinde ömür tüketenler…
Bir tarafta tahammülsüz, kibirli insan
yığını, diğer tarafta insanlık için gerçeğin peşinde labaratuarlarda
ömür çürütenler…
Bir tarafta birileri “alkışlarken beni
görsün” diye takla peşinde veya beni kim alkışlamıyor diye kalabalığa
bakıyor, öbür tarafta birileri kudreti sonsuz yaratıcının yarattığı
dağa, dereye, uzaya bakıyor… Hem alıcı, seçici bilinçli, meraklı bir
gözle…
Şimdi, hangi kesim hayrın ve barışın
destekçisidir ? Hangi taraf, salatı ikame ediyor ?
Eğer bir insan topluluğunun
milliyetçiliğini / savunuculuğunu yapacaksak hangisi savunulmaya,
korunmaya, desteklenmeye layıktır ?
Veya hangisine “çatmak” icab eder ?
ALİ AKSOY – 10.03.2010
__________________ "(Onu size indirdik ki) <Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi, biz ise onların okumasından habersizdik (o Kitâpları okuyamıyor, dillerini anlayamıyorduk)> demeyesiniz."(En'am,156)
|