Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
İmam Nikahı Diye Bir Şey Yoktur!!!!!!!!
Bu makalenin başlığına bakarak yazının tamamını okumadan ve de anlamadan yorum yapacak ya da şahsımıza doğrudan saldıracak ve hakaretlerde bulunacak olanlara şöyle söyleyerek başlamamız yerinde olacaktır. Böyle tipler bilmelidirler ki, ahirette onların gözlerinin yaşına hiç bakmadan sevaplarını alacağımı, sevapları yoksa da günahlarımın onlara yüklenmesini zevkle seyredeceğimi bilmelerini isterim.
Öte yandan, yapıcı ve olumlu eleştiriye açık olduğumuzu, duygusal olmayan mantıklı, bilimsel, objektif ve tutarlı öneri ve teklifleri ciddiye alıp değerlendireceğimizi de ifade etmeyi borç bilirim.
Yazının girişinde bu hatırlatmayı yaptıktan sonra konuyu açıklamaya başlayabiliriz.
Böyle bir yazıyı kaleme almamızın ve bu şekilde dikkat çekici bir başlık kullanmamızın temel amacı, toplumda bu konuda gördüğümüz ciddi bilgi eksikliği ve kafa karışıklığıdır. Bu konunun emekli ya da halen görevde olan çoğu din görevlisi tarafından doğru, tutarlı ve mantıklı bir şekilde değerlendirilememiş olmasıdır.
Nikah gibi ciddi bir konuyu gizli kapaklı ya da iki yalancı (!) şahitin şahitliği ile yapan, bunu topluma ilan etmeyen, kaydı kuydu olmayan ve bu tür bir nikahla güya vicdanlarını rahatlatan zavallı kadın ve erkeklerin sayılarının hızla artmış ve artmakta olmasıdır.
Bu tür nikahların kıyılmasına alet olan “sözde hoca”ların kendilerini bu konuda ehil görerek büyük bir sorumluluğun altına bilinçsizce girmeleri ve az bir para karşılığında bu tür “imam nikahı” diye adlandırılan komediye ortak olmalarıdır.
Bu yanlışı düşünmeksizin yapan tipleri ve bunlara aracılık eden emekli ya da görevde olanları uyardığımızda da almış olduğumuz düzeysiz, seviyesiz, bilgi ve birikimden yoksun, ahlak ve edep dışı söz ve davranışların şahsımıza karşı pervasızca sergilenmiş ve sergileniyor olmasıdır.
Şunu açıkça ifade edelim ki, hukuki bağlayıcılığı ve yaptırımı olan resmi ve geçerli bir nikah olmaksızın, göstermelik basit bir dini törenle ve de bunun kapalı kapılar arkasında gizlice yapılmış olması asla sahih bir nikah değil, olsa olsa tarafların kendilerini kandırmaları ve aldatmalarıdır. Böyle bir nikah sadece züğürt tesellisidir. Dolayısıyla bu şekilde yapılan bir nikah sonucu cinsel birliktelik yaşayanların zina ettiklerini söylememiz yanlış olmayacaktır.
Zira nikahın asli iki temel unsurundan birisi bu nikahın resmen kayıt altına alınması ve hukukun güvencesi altında bulunmasıdır. Bir diğeri ise aleniyettir. Yani bu nikahın, içinde yaşanılan topluma ilan edilmesidir. Bir başka ifadeyle, böyle bir nikahın gerçekleştiğini erkek ve kız tarafının anne, baba, akraba eş, dost ve tanıdıklarının bilmesi ve öğrenmesidir. Bu iki önemli şartı içermeksizin kıyılacak hiçbir nikah bize göre doğru, geçerli, muteber ve makbul değildir.
Mesela, üniversite öğrencilerinin kendi aralarında gizli kapaklı şekilde nikah kıyıp cinsel anlamda birlikte olmaları zinadan başkaca bir şey değildir. Böyle gençlere aracılık ederek “sözde imam nikahı” kıymak ise tam bir komedidir. İslam dininin nikah konusundaki temel esprisini ve yaklaşımını anlamaktan aciz kimselerin yaptıkları bu eylem, tam bir tiyatrodur. Böyle bir nikahı kıyanlara alet olmak ise ciddi bir vebale ortak olmak anlamına gelmektedir.
Aynı şekilde, eşinden ve çocuklarından habersiz, anne, baba ve yakın çevresine duyurmadan gizli bir şekilde ikinci eşi “sözde imam nikahı” ile almak da aynen böyledir. Birinci eşin gönlü, rızası ve onayı alınmadan yapılacak bu tür bir nikah asla doğru ve geçerli olmayacaktır.
Ayrıca belirtilmelidir ki, kız ve erkek tarafının yakın çevresinin habersiz olduğu bu tür nikahların geçerli ve makbul olduğunu iddia edenler ciddi şekilde yanılmaktadırlar. Bu kişiler eğer o kadar dürüst ve samimi iseler, kendilerine güveniyorlarsa bunu açıktan, cesur ve korkusuzca yapmak ve herkese ilan etmek durumundadırlar.
İkinci eş olarak aldığı kadının tüm sorumluluğunu almaktan çekinen ve “sözde imam nikahı” şaklabanlığının arkasına sığınarak yaptıkları bu komediye dini kılıf bulmaya çalışanlar da ne kadar samimi ve gerçek anlamda dindar olup olmadıklarını sorgulamak durumundadırlar.
Zira şu ayetin (Nisa, 4/21) ruhunu kavrayanlar ne demek istediğimizi doğru anlayabileceklerdir. Lakin kavramak istemeyenler ise, körü körüne yanlış gelenekleri savunmaya devam edebileceklerdir. Rabbimiz bu ayette evliliğin sağlam bir taahhütle yapıldığını ve yapılması gerektiğini Kur’an’da açıkça ifade etmektedir.
Ancak bahsettiğimiz şekilde yapılan ciddiyetten yoksun nikahların ise hiçbir bağlayıcılığının olmadığı, sağlam bir taahhüt içermediği ve sonunda kaybedenlerin genellikle kadınlar olduğu belli olduğu halde, gerekli hukuki ve yasal tedbirleri almayarak bu tür nikahları yapanlar, yaptıranlar, bunların doğruluğunu savunanlar ve milleti yanıltanlar ahirette kesinlikle sorumlu olacaklardır. Zira “sağlam taahhüt” sadece sözle yapılan değil, şahitlerin bilgisi dahilinde olan, kayıt altına alınan ve yaptırımı da olan resmi bir sözleşme olsa gerektir.
Biz bu ayete ve Kur’an’ın geneline bakarak kendi adımıza nikahın sağlam bir sözleşme ve müeyyideleri de olan bir anlaşma olması gerektiğini düşündüğümüzden şimdi bu satırları kaleme almakta ve tüm Müslümanları buradan uyarmaktayız.
Zira bir konuda kesin söz vermek çok önemli olup, gereğinin mutlaka yerine getirilmesi elzemdir. Nitekim kesin söz vermek, ama sonrasında da sözünde durmamak konusunda Rabbimizin ciddi uyarılarını görmek ve ders almak isteyenlerin şu ayetlere yakından bakmaları ve bunlar üzerinde derin tefekkür etmeleri yerinde olacaktır. (Bakara, 2/27, 83, 93; Ali İmran, 3/187; Maide, 5/12, 14, 70; Yusuf, 12/80)
Biz bu makalede kısaca şunu ifade etmeye çalışıyoruz. Bu kadar önemli olan bir taahhütün gizli kapaklı ve kapalı kapılar ardında herkesten habersiz şekilde yapılması, tarafların yakınlarının böyle bir evliliği (!) bilmemeleri ve devletin güvencesiyle bunun kayıt altına alınmaması Kur’an’ın genel ilkeleriyle hiçbir şekilde örtüşmemektedir.
Durum böyle olunca bu tür nikahları onaylamak, bunları meşru görmek ve göstermek kanaatimizce mümkün değildir. Kayıt altına alınmayan ve ispatlanması zor olan konularda insanların menfaatleri gereği nasıl olumsuz tavırlar takındıklarını, işledikleri suçları inkara yöneldiklerini, sorumluluklarından kaçtıklarını, mükellefiyetlerini yerine getirmemek için kırk dereden su getirdiklerini, zeytinyağı gibi üstü çıkmak için kırk takla attıklarını, iftiraya yeltendiklerini, vaadlerini tutmadıklarını bilmemek ve geçmişin bu acı tecrübelerinden faydalanmamak, apaçık akılsızlık ve ahmaklık olacaktır. Tüm bu zaafları malul insanoğlunun ne kadar aşağıların aşağısına düşebildiğini ve hak yoldan sapabildiğini en iyi bilen Rabbimiz düşünen ve akleden insanlar için Kur’an’da gereken uyarıları doğrudan ve dolaylı olarak yapmıştır. (Bakara, 2/282)
Dolayısıyla bize göre geçerli olan bir nikah, topluma ilan edilen ve hukuki yaptırımları da olan bir akit olmak zorundadır. “Nikahı def çalarak ilan ediniz!” diyen Hz. Peygamber’i doğru anlamayarak, onun dediğinin tam tersine, bunu gizli gizli yapmak, çevresine duyurmamak acaba ne kadar İslami, ahlaki ve vicdanidir bunun üzerinde ciddi şekilde durulması ve sorgulanması gerekmektedir.
Bu itibarla, şeffaflıktan ve hesap verebilirlikten uzak, kapalı kapılar arkasında iki uyduruk şahitle, yalancı ve paracı bir sözde hoca tarafından gizlice kıyılan, devletin kayıtları arasına girmeyen, bağlayıcılığı olmayan bir nikah, adı her ne kadar “imam nikahı” da olsa, ya da “dini nikah” olarak da adlandırılsa boş, anlamsız, geçersiz ve hükümsüzdür. Ve bize göre böyle bir “imam nikahı” yoktur ve bu tür bir nikah merasimi de yok hükmündedir. Yani, “keenlemyekün”dür. Dikkat ediniz “nikah diye bir şeye yok” demiyor, böyle bir “sözde imam nikahı” ya da böyle bir “dini nikah” yoktur diyoruz.
Öte yandan “dini nikah” ve “imam nikahı” gibi kavramlar sonradan ortaya çıkmış garip uygulamalardır. Zira nikah, adı üstünde nikahtır. Dini ve dini olmayan diye bir ayrım söz konusu değildir ve olmamalıdır.
Çünkü nikah, asırlardır dünyanın her yerinde, her toplumda dini, milli ve kültürel unsurları da içinde barındıracak şekilde muhteşem bir törenle ve coşku ile yapılır. Böylece o toplum, o çiftlerin evli olduklarını bilir. Kayıtlar tutulur. Bağlayıcılığı olur. Nesiller sağlıklı şekilde tespit edilir. Miras ve benzeri konularda bu nikah ve sonuçları esas alınır.
Dolayısıyla içinde yaşanılan toplumda bir takım zorunluluklar nedeniyle ortaya çıkmış bu tür kavramları hemen sahiplenip bilinçsizce onları savunmak, İslam’ın özünü ve ruhunu kavramamak olarak değerlendirilebilir.
Diğer taraftan ikinci eş ile evlenmenin kanunen yasak olduğu ortamlarda, böyle bir yasal zorunluluk nedeniyle, toplumun ve evlenecek tarafların yakınlarının bilgisi dahilinde, gerekli mehir tam olarak ödenmek ve diğer hukuki ve ahlaki sorumluluklar da eksiksiz yerine getirilmek suretiyle yapılacak ikinci evlilik belki mümkün olabilir. Lakin bunu söylemiş olmamız, bizim hiçbir meşru ve geçerli nedene dayanmaksızın sadece cinsel arzuları tatmin amacıyla yapılacak ikinci evlikleri onayladığımız ve kabul ettiğimiz anlamına ise asla gelmemektedir.
Biz Yüce Allah’ın açıkça ifade ettiği üzere “adaletten ayrılmama ilkesinin” göz önünde bulundurulmasını önemsediğimizden yaklaşık 30 yıldan beri tek eşliliği savunmaya devam ediyoruz. Dörde kadar evliliğin bir ruhsat olduğunu ve kesinlikle bunun bağlayıcılığı olan bir emir olmadığını tekrar tekrar ifade ediyoruz. Zira bunu algılamaktan ve anlamaktan uzak insanların çoğaldığı bir ortamda bunların sık sık tekrar edilmesi bir zorunluluk haline gelmiş bulunmaktadır.
Sanki İslam dini, dört kadınla evliliği teşvik ya da emrediyormuş gibi bu ayeti anlamak, yorumlamak ve de insanlara öyle anlatmak çok büyük sorumluluktur.
Zorunlu hallerde bir çıkış yolu olarak gösterilen bu ruhsatı kesin emir gibi telakki ederek İslam’ı yanlış tanıtmak son derece sakıncalı bir husustur. (Hemen burada yanlış anlayacaklar için gerekli uyarıyı yine yapalım. Biz teaddüdü zevcatı yani, bir erkeğin dört kadınla evliliğini reddediyor ve bu ayete karşı geliyor değiliz. Bu ayette ifade edilen dörde kadar evliliği kabul ediyor, ancak bunun kesin emir değil, zorunlu hallerde uygulanacak bir ruhsat olduğunu ifade ediyoruz.)
Zira Hz. Peygamber kendi kızı Fatma’nın üzerine kuma getirmek isteyen Hz. Ali’ye şiddetle itiraz ederken: “Fatma’yı üzen beni de üzer” demiştir. Bu durum, aslında bize bir gerçeği öğretmekte ve esas olanın tek eşlilik olduğunu, Hz. Peygamberin muradının da bu yönde olduğunu anlamamıza yardımcı olmaktadır.
Ama Hz. Peygamber’in bu uygulamasını görmek ve anlamak istemeyerek hala nefsani duygularını tatmin amacıyla ve de adaleti sağlayamayacağı açık ve aşikar olduğu halde, çok eşliliği sanki emirmiş gibi savunmak ne Kur’an’ı ne de İslam’ı anlamaktır. Bu hususta diretmek ve hatayı savunmak ise başlı başına bir sorundur.
Tekrar ifade edelim ki, elbette çok eşlilik zorunlu durumlarda uygulanabilecektir. Ama bu bir kesin emir değildir. Bunu maksatlı olarak kesin emir gibi göstermek İslam’a yapılacak büyük bir iftiradır. İslam’a olumlu gözle bakmayan çevrelerin sürekli olarak bu ayet üzerinden İslam’a saldırdıkları unutulmamalıdır. Müslümanların ayetleri yanlış anlayarak, anlatarak ve uygulayarak bir takım yanlış anlamalara sebebiyet vermeleri ise doğru olmamaktadır. Zira bu şekilde yapmak, İslam’ı kötü, sevimsiz, itici, karşı cinsler arasında ayrımcılık yapan, kadını dışlayan, kadına hak ettiği değeri vermeyen, kadını ezen, kadını hor gören bir dinmiş gibi tanıtan ve sunanların eline büyük bir fırsat ve koz vermektir ki bu da iyi bir şekilde değerlendirilmelidir.
Öte yandan, İslam’ı dünyaya tebliğ ve temsil gibi önemli bir vizyonu ve misyonu olan Müslümanların hala bu tür nikah ve çok eşlilik gibi konuları çözememeleri ve bu konularda ciddi bir kafa karışıklığı içinde olmaları ise oldukça üzücü, düşündürücü ve manidardır. Bu yanlışlardan bir an önce kurtulmak mecburiyeti vardır. Zira yapılacak bir sürü görev dururken, dünya İslam’a, adalete ve barışa susamışken hala bunlarla uğraşmak son derece yanlıştır. Bu sorunları ortadan kaldırmak ve bir mücahid gibi ileriye atılmak konusunda gayret etmeyen ve hatada ısrar edenlere Yüce Allah’ın bunun hesabını soracağında ise şüphe yoktur.
Özetle ifade edecek olursak nikah vardır. Ancak açıktan ve aleni olarak yapılan ve kayıt altına alınan bir nikah makbul, geçerli ve muteberdir. “İmam nikahı” ve “dini nikah” gibi kavramlar sonradan ortaya çıkmışlardır. Özellikle İslam konusunda kafa patlatanların ve bunun sorumluluğunu yüreklerinde ve derinden hissedenlerin toplumda yaygın olan bu terimlerin içeriklerini doğru algılaması ve iyi analiz etmesi gerekmektedir. Bu itibarla, bu tür nikahlarda figüran olmayı kabul eden ve çok büyük bir yükün altına az bir paha karşılığında giren sözde hocaların kulaklarını çınlatmayı bir görev bilmekteyiz.
Sonuç olarak, nikahın “dini” ya da “imamla” yapılanı diye bir şey yoktur. Nikah toplumun bilgisi dahilinde ve hukuken kayıt altına alınarak yapılan bir evlilik sözleşmesidir. Esas olan bu ikisinin olmasıdır. Ancak, nikahın nasıl, nerede, ne şekilde, hangi kıyafetlerle, kaç gün ve kimler tarafından kıyılacağı ise ülkeye, coğrafyaya, bölgeye, örfe, adete ve geleneğe göre değişkenlik gösterebilir. Bu bakımdan, şekle takılıp özü ihmal etmek asla doğru değildir. Elbette usul önemlidir, ama meselenin esasını ve ruhunu devre dışı bırakarak usule ve şekle odaklanmak ve buradan yanlış yollara sapmak, kişileri ve toplumları yanlış yollara ve doğru olmayan sonuçlara sürükleyebilecektir. 08.07.2011
Dr. Ahmet Emin SEYHAN
__________________ Rabbim! ilmimi ve anlayisimi artir!
www.ahmeteminseyhan.blogcu.com/
selam ve dua ile...
|