Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Zekât genel anlamda kullanılan bir kelime olup, Allah yolunda, onun rızasını kazanmak adına, harcayacağımız para ya da mal olarak kazancımızdan, gelirimizden durumu iyi olmayanlara verdiklerimizdir. Bunlar, infak, hayır, sadaka olarak değişik isimlerde adlandırılır. Hepsindeki ana amaç Allah adına, malımızdan ya da kazancımızdan fakirlere vermek, onların ihtiyaçlarını gidermektir.
Allah bir ayetinde bizleri zekât vermeye, hayırlarda bulunmaya davet için, öyle güzel bir benzetme yapar ve örnek verir ki, üzerinde çok ama çok düşünmemiz gerekir.
Bakara 245: Kimdir Allah’a güzel bir borç verecek o kimse ki, Allah da o borcu kendisine kat kat ödesin. (Rızkı) Allah daraltır ve genişletir. Ancak O’na döndürüleceksiniz.
Allah için hayır yapan bir kişinin, (zekât veren, infakta bulunan, sadaka veren) Rabbim kendisine borç vermiş sayıyor. Bu ne güzellik, bu ne muazzam bir fırsat bizler için. Bir atasözü vardır, sanırım bu ayetten sonra, bu sözün doğru olmadığını anlayacağız. ( Kefenin cebi yoktur.) Demek ki varmış. Yaşadığımız bu Dünyada yaptığımız hayırların, Allah için verdiğimiz zekâtların hepsini, birlikte Rahmanın huzuruna götüreceğimiz çok açıktır, hem de kat kat fazlasıyla geri alarak.
Allah yoluna yapacağımız tüm hayırların, kimlere verileceğini de, Kur’an da açıklanmıştır. Gelin şimdide ona bakalım. Acaba anaya, babaya zekât verilir mi, ya da hangi şartlarda verilir.
Tevbe 60: Sadakalar (zekâtlar) Allah'tan bir farz olarak ancak, yoksullara, düşkünlere, (zekât toplayan) memurlara, gönülleri (İslâm'a) ısındırılacak olanlara, (hürriyetlerini satın almaya çalışan) kölelere, borçlulara, Allah yolunda çalışıp cihad edenlere, yolcuya mahsustur. Allah pekiyi bilendir, hikmet sahibidir.
Yukarıda ki ayette Rabbim, kimlere sadaka( zekât) verileceğini çok açık anlatmış. Rabbim her şeyden nice örnekleri değişik ifadelerle verdik ki anlayasınız der bizlere Kur'an da. Hiçbir eksik bırakmadığı konusunda, da açıklık getirir. Şimdide yine aynı konuda, Allah rızası için, Allah yolunda nerelere infak edeceğimizi, harcayacağımız konusuna açıklık getirmeye, bakın nasıl devam ediyor Kur’an.
Bakara 215: Sana neyi infak edeceklerini sorarlar. De ki: 'Hayır olarak infak edeceğiniz şey, ANNE - BABAYA, yakınlara, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışadır. Hayır, olarak her ne yaparsanız, Allah onu şüphesiz bilir.
Demek ki anaya babaya hayır verilmez diyerek, toplumu yanlış yönlendirmek, büyük hata olur. Fakat bir şartla verilir, şimdide aşağıdaki ayeti önce okuyalım, anlamaya çalışalım ve üzerinde düşünelim.
Bakara 219: ……Ve sana neyi infak edeceklerini sorarlar. De ki: İHTİYAÇTAN ARTA KALANI.' Böylece Allah, size ayetlerini açıklar; umulur ki düşünürsünüz.
Burada Allah, ihtiyaçtan arta kalanı sözüyle, bakmakla yükümlü olduğumuz, ailemizin geçimini sağladıktan, ihtiyaçlarını gördükten sonra, artan kısımdan zekât vermemizi, hayır yapmamızı yani infak etmemizi söylüyor ve vereceğimiz zekâtın miktarını da bizzat kendimize bırakıyor. Tabi yine Kur’an da birçok ayetinde de, bolca zekât vermemiz için teşvik ediyor Rabbim bizleri. Tıpkı yazımızın başında verdiğimiz örnek ayet gibi. İşte imtihanımızın en zor kısmı da bu olsa gerek, malımızdan, paramızdan ihtiyacı olanlara gönülden verebilmek.
Eğer anne ve babamızın geçimini bizler sağlıyorsak, onlara bizler bakıyorsak, başka gelirleri yoksa elbette onlara hayır adı altında zekât veremeyiz. Yok, eğer geçim kaynağımız farklı, kazançlarımız ayrı ise, o zaman Bakara 215. ayet devreye giriyor. Burada da Allah ne diyordu hatırlayalım.
('Hayır olarak infak edeceğiniz şey, ANNE- BABAYA, yakınlara, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışadır.)
Bizler ne yazık ki Kur’an ı rehber almaktan uzak, onu anlamaya çalışmak yerine, öyle batıl inançlarla yaşıyoruz ki, bunun cezasını da hep birlikte toplum olarak çekiyoruz.
Hatırlayınız öyle aileler var ki, geçimleri, gelir kaynakları çok farklı. Farklı yerlerde yaşıyorlar evlatlarıyla. Anne babalar, zor durumda, fakat çocukları farkında bile değil. Çünkü evlatlarının bunu anlamasını, hissetmesini istemiyorlar. Evlatlar ise, anne babayı unutmuş, birde anne babaya hayır yapılmaz, zekât verilmez, düşüncesi ile ilk yardım edeceğimiz yerden değil, belki de en son yerden başlarız hayırlarımızı, zekâtlarımızı vermeye. Bizler Kur’an ın rehberliğinden uzaklaştırılmışız. Ne yazık ki, beşerin rivayetleri olmuş rehberimiz. Öyle olunca da, ne huzur kalmış toplumda, nede mutluluk, nede adalet.
Değişik Kur’an meallerine lütfen bakınız, araştırınız. Birçoğunda zekât, infak, Allah yolunda harcama anlamında kullanılmış ve çevrilmiştir. Bunu dikkatle araştırınız lütfen. Yani Allah yolunda malımızdan gelirimizden harcamak, hem zekât hem de infak olarak çevrilmiş, bazılarında Allah yolunda harcamak diye meal edilmiş.
Bu iki kelimeyi farklı anlamamız bizi yanıltmaktadır. Eğer farklı olsaydı, bu konuda Allah gereken açıklamayı yapardı. Ama böyle bir açıklama yok Kur’an da. Çünkü Allah birçok kez, her şeyden nice örnekleri değişik ifadelerle verdik ki anlayasınız Kur’an da diyor Rabbim. Dikkat ediniz bu farklı kelimeleri kullandığınızda, istenilen amaç aynı. Allah yolunda fakire, olmayana harcamak. Farklı anlamları olduğu konusunda tek bir açıklama bile yok.
Örneğin Ali Bulaç meali:
Bakara 254: Ey iman edenler, hiç bir alış-verişin, hiç bir dostluğun ve hiç bir şefaatin olmadığı gün gelmezden evvel, size rızık olarak verdiklerimizden infak edin. Kâfirler... Onlar zulmedenlerdir.
Diyanet İşleri başkanlığı.
Bakara 254: Ey iman edenler! Hiçbir alışverişin, hiçbir dostluğun ve hiçbir şefaatin olmadığı kıyamet günü gelmeden önce, size rızık olarak verdiklerimizden Allah yolunda harcayın. İnkâr edenler ise zalimlerin ta kendileridir.
Aynı iki ayeti karşılaştırdığımızda, birisinde rızık olarak verdiklerimizden infak edin diyor. Diğerinde ise Allah yolunda harcayın diyor. Bakın ikisi de aynı anlamda, farklı sözcükle anlatılmış. Zekât içinde aynı sözler söylenip, Allah yolunda harcayın denmiyor muydu? Eğer anlamları ve amaçları farklı olsaydı, Allah gereken açıklamayı, detayı bizlere vermez miydi?
Peki, zekât konusunu anlatırken ne diyordu. Bakara 110. ayetinde;
(Namazı kılın, zekâtı verin, önceden kendiniz için yaptığınız her iyiliği Allah'ın katında bulacaksınız. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızı noksansız görür.)
Demek ki zekât vermek, kendimiz için Allah uğruna fakire ihtiyacı olana yaptığımız iyilikler, hayırlarmış. Aynı manaya gelen sözcükleri Allah infak etmek, sadaka vermek gibi sözcüklerde de kullanmıştı hatırlayınız.
Şimdi daha önce verdiğim, örnek üzerinde düşünelim.
Diyanet İşleri Başk. Meali:
Tevbe 60: Sadakalar (zekâtlar), Allah’tan bir farz olarak ancak fakirler, düşkünler, zekât toplayan memurlar, kalpleri İslâm’a ısındırılacak olanlarla (özgürlüğüne kavuşturulacak) köleler, borçlular, Allah yolunda cihad edenler ve yolda kalmış yolcular içindir. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
Yukarıdaki ayete baktığımızda, genel anlamda kullanılan sadaka, yani yine Allah yolunda harcananlardan bahsederken, sadaka kelimesini genel bir anlamda kullanmış ki, Kur’anı meal eden, parantez içine açıklama gereği duymuş ve parantez içine zekât kelimesini de yazmış. Demek ki birbirinden farklı anlamları yok. Bu anlamları veren bizleriz.
Diyanet Vakfı meali:
Bakara 271: Eğer sadakaları (zekât ve benzeri hayırları) açıktan verirseniz ne ala! Eğer onu fakirlere gizlice verirseniz, işte bu sizin için daha hayırlıdır. Allah da bu sebeple sizin günahlarınızı örter. Allah, yapmakta olduklarınızı bilir.
Yine yukarıdaki ayette sadakaların nasıl dağıtılacağını anlatırken, sadaka kelimesinden sonra açıklama gereği duyulmuş ve zekât ve benzerleri diye açıklık getirilmiş. Bu farklılığı yaratan Kur'an değil, ne yazık ki bizler yaratıyoruz.
Dikkat ederseniz, sorun Kur’anı meal eden kişilerden kaynaklanmakta ve sanki farklı anlamlara geliyor izlenimi yaratılmış. Sorun bizlerde. Zekât yani infak, daha açıkçası Allah yoluna harcayacaklarımız, zekât, infak, sadaka sözcükleri ile anlatılmış. Esas sorun sanırım kendi içimizde yaratılmaktadır.
Gelin şimdide onu düşünelim. Bizler Allahın asla bu konuda farklı bir açıklama yapmamasına rağmen, bu ayrımı yaparak, çok büyük bir yanlışa imza atmışız ve zekât yılda bir verilir demişiz. İşte bu hataların affedilmeyecek olanıdır. Bir Allahın kulu Kur’an dan bu hükmü çıkarabilir mi? Kesinlikle çıkaramaz. Peki, Allah böyle bir hüküm vermediği halde bizler, nasıl söyleyebilmişiz, işte onu bilemiyorum.
Yine kendimizce infak kelimesine öyle bir anlam vermişiz ki, doğrusu şaşırmamak elde değil. İnfak kelimesinin nafaka olduğunu söyleyecek kadar ileri gitmişiz. Buradan yola çıkarak bunun yılda bir değil, ihtiyacı olanın ihtiyacını karşılamak anlamına getirmişiz. Sadakada yine bu anlamda her zaman verilir ama zekat çok farklıdır, bu yılda bir kez gelirimizin kırkta birini vermektir diyerek, Kur’an dan ne yazık ki uzaklaşmışız. Bu bilgiye ve inanca Kur’an asla onay vermez. Allah fakiri, garibi yılda bir hatırlamamızı istiyor demek, ne kadar büyük bir yanlış olduğunu, sanırım bu Dünyada öğrenmemiz mümkün görünmüyor. Onun içinde gelir dağılımı konusunda, toplumlarda uçurum gittikçe açılmaktadır.
Şimdi sizlere soruyorum, zekâtın yılda bir verilmesi gerektiğini nereden çıkartıyoruz? Kur’an dan mı? Elbette hayır. Peki, nereden, işte üzerinde düşünmemiz gereken en önemli soru. Allah sizlere her konuda açıklama yaptım, Kur’an ın hükümlerinden hesaba çekeceğim dedikten sonra, namaz kılın emrinin yanında her zaman tekrar ettiği, zekât verin emrine açıklama getirmemesini düşünebiliyor musunuz? Eğer yılda bir ve kazancımızın kırkta birini vermemiz gerekseydi, Yüce Rabbim onu da Kur’an da en güzel bir şekilde açıklardı. Yılda bir fakiri hatırlamak, Rabbin adaletine asla sığmaz. Bu olsa olsa devlete verilecek vergi olabilir, buda konumuz dışı.
Bizler ne yazık ki Kur’anı topluma anlatırken, inandığımız rivayetleri Kur’an dan kanıt bulmak için, öyle yanlışlar yapıyoruz ki, doğrusu daha sonra bizlerde inanıyoruz. İşin kötüsü düzeltmek ve Allahın söylediğini anlamakta o kadar zorlaşıyor.
Gerçekten anne ve babaya hayır yapmayı kabullenmek, alıştığımız fikirlerden sonra bizlere zor geliyor. Bana da zor geliyor. Ama Kur’an ın gerçeklerinden sapmamız, kendi duygularımızla hareket etmemiz düşünülemez. Tepkilerin geleceğini biliyorum, fakat bu konuyu gündeme getirmek ve Bakara 215. ayeti tartışmaya açmak zorundaydım. Bu gerçekle artık yüzleşmemizin zamanı geldi diye düşünüyorum. Çünkü bizler ne yazık ki en yakınımız olan Anne ve Babalarımızı unuttuk. Ama sözle çok güzel hatırlıyoruz ve anneye babaya hayır yapılmaz, biz onlara zaten bakmakla yükümlüyüz diyor ve geçiştiriyoruz. Özellikle çağımızda, bu acı gerçeğin farkına varmalıyız diye düşünüyorum. Allah çok açık Bakara suresi 215. ayette bir şeyler anlatıyor bizlere, lütfen onu anlamaya çalışalım.
Ben bu yazım la sizleri, ayetler üzerinde düşünmeye davet etmek istedim. Karar sizlerin. Bazı sorularımızın cevaplarını bizler kendimiz Kur'an dan bizzat aramalıyız. İşte o zaman Rahmanın rehberiyle aydınlanıp, doğruları apaçık göreceğimizden kuşkumuz olmasın. Her beşer kendi imtihanından sorumludur.
Gelin Allah ın nurunu rehber alalım. Gelin Rahmanın güneşi ile aydınlanalım, onun ne anlatmak istediğini anlamak için çaba harcayalım. Gelin rivayetlere göre değil, Kur’an a göre dinimizi yaşayalım. Elbette Kur’an a uyan her bilgiden, peygamberimizin hadislerinden de istifade edelim, faydalanalım ama Kur’an ın süzgecinden geçirerek. İşte o zaman farkını anlayacak ve yaptığımız yanlışın farkına varacağız.
Dilerim Rabbimden İslam âlemi, bu gerçeğin geç olmadan farkına varır. Eğer farkına varamazsak, sonumuzu düşünmek bile istemiyorum.
Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
|