Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Tasavvuf
ne kur anda nede hadislerde bahsi geçen bir yaşam biçimidir peygamberimiz
devrinde adı bile yoktur sadece ashab ı suffa denilen bir küçük ilim zikir
gurubuna peygamberimiz ehemmiyet verirdi. Tarikat adlı kurumlar
peygamberimizden çok sonra çıkmışlardır başta masum gibi görünen bu kurumlar
daha sonra İslam dinin temel ilkelerini zedelemeye başlamışlardır. sözde
peygamberimiz zamanından sonra bozulma olmuş mutasavvıflara göre tarikatlar
insanlara yardım edecekmiş gibisinden vaatlerle İslam dünyasına yayılmışlardır
madem tarikatlar bazı boşlukları dolduracaklardı neden peygamberimizin
yüzbinlerce hadis i şerifinde bildirilmiyorlar? Peygamberimiz sav istese
kendisinden sonra bu kurumlar a başvurulmasını söyleyebilirdi fakat ne ayet ne
hadis bu kurumlardan bahsedilmemektedir vede mutasavvıflar ayet ve hadisleri
işlerine geldiği gibi yorumlamaktadırlar.
Bilindiği gibi Kur’an-ı Kerim, Allah-u Teâla’nın hiç bir şeye
benzemediğini bununla birlikte bütün varlıkların dışında ve onların yaratıcısı
olduğunu ifade etmektedir.
“O'nun benzeri hiç bir şey yoktur“ (Şura 11)
Oysa tasavvuf, esas itibari ile Allah (cc)’ın her şeyin öz
kaynağı olduğunu savunan bir düşüncedir. Dolayısıyla tasavvufa göre kainatta ne
varsa her şey (haşa) onun bir parçasıdır. Tasavvufun temel taşı budur.
Çok kişisel olan nafileler ve dualar hariç namaz, oruç ve zekat
gibi ibadetler, gerek Hz. Peygamber (sav), gerekse ilk Müslümanların hayatında
askerlik yapmaktan, atış eğitimi görmekten, düşmana karşı savaşmaktan, hatta
ticaret yapmaktan, tarlada pazarda evde çalışmaktan, yada kitap okumaktan ve
ders vermekten farksız bir ruh ve anlayış içinde uygulanmıştır. Dolayısıyla
İslam’da manevi yada ruhî cephe denebilecek yaşam tarzı işte budur ve bu kadar
doğaldır. Aksine Resulullah (sav) hayatında çileler, ayinler, semanlar, zikir
halkaları, “hu” çekmeler, enstrüman ve rakslar, rabıta ve meditasyonlar asla
yoktur. Halbuki sofilerin hepsi bu anlayışın tam tersine büsbütün ruhani bir
yaşam sürdürmüşlerdir.
Ve
hala bu yaşam düşünce biçimi sürmektedir bugüne değin 356 tarikat kurulmuştur.
Altını
çizerek ifade edelim ki toplumumuzda (Kur'an ve Sünnet) kaynaklarına başvurarak doğrudan
bilgi alabilmiş eğitimli insan sayısı %1.5'tur. bu oran çok azdır. Gizli
yapılmış anketlere göre coğrafyamızda; Allah'a, meleklere, kitaplara,
peygamberlere, ölüm sonrası hayata ve kadere samimiyetle inananların sayısı
elli bin kişiyi bile geçmemektedir! Bu gerçek, Türkiye'deki halkın büyük
kısmının, Kur'an'daki İslâm'la hemen hiç bir ilişkisinin bulunmadığını
kanıtlamaktadır. Bu gerçeğin zor sayılabilecek kadar kanıtları vardır.
Bunlarıdan önemli birkaçını şöyle sıralamak mümkündür;Tasavvuf yerine, Nakşibendi şeyhleri tarafından mistisizm
teriminin hiç kullanılmaması kültürel yetersizlikten kaynaklanmaktadır ki bu
da, tasavvufla uğraşanların başka bir çelişkisidir. Çünkü tasavvufta aynen
felsefe gibi hem söz hem anlam bakımından Yunan kaynaklıdır. Nasıl ki,
felsefenin aslı filosofi (philosophy) ise, tasavvufun da aslı teozofi
(theosophy)’dir. Her ikisi de eski yunancadır. Ama başta Nakşibendiler olmak
üzere tasavvufla uğraşan insanların tamamı bu gerçeği anlayabilecek kültür ve
bilgiden daima yoksun bulunmuştur.
2. SAYFA
Tasavvuf
sözcüğünün Arapça “suf”, “safa”, yada “suffe”’den geldiğini ileri sürenlerin
tümü yanılmışlardır. Bu yanılgının en büyük nedeni ise, M. 850 yılından sonra
başlayan ve 1850 yıllarına kadar süren İslam tarihindeki taklit ruhudur.
Dolayısıyla tasavvufla uğraşanlar kötü niyetli ve maksatlı olmakla
suçlanmasalar bile en azından kültürel yetersizlikleri, sınırsız hayale dayanan
ütopik anlayışla birleşince onların, şirk dinlerinden (Hint-İran-Yunan) tahmin
edilmeyecek ayrılıktaki düşünce ve inanış biçimlerini alıp İslam’a mal etmiş
olabileceklerini ihtimali güçlenmektedir
İnsanların
tarikat e girme amaçları çok nedenli olabilmektedir mesela mistizm i yaşamak
ilginç şeyler görmek gibi yada tarikattekilerin güvenini kazanıp maddi menfaat
sağlamak gibi sıralayabiliriz, tarikattaki şeyhin amacı müridini sözde Allaha
kavuşturmaktır
Nakşibendi
tarikat ı hindistantandan gelmektedir bu gerçeği cemaatteki cahil müridlerin
çoğu bilmez hindistanta yaşayan bazı alimlerin hint felsefesini islamla
karıştırmış halidir 1810 yılında Osmanlının en karışık olduğu dönemde Hindistan
a hiç sebeb yokken giden cüneyd bağdadi, Abdullah devlevi ye biat etmiştir
rabıtayı Osmanlıya getirmiştir o dönemde Osmanlı imparatorluğu vahahbiliğe
karşı mücadele verdiği için halk a moral verme açısından Nakşibendilere ses
çıkarmamış kısa bir sürede rabıta yurdun her yanına yayılmıştır cüneyd bağdadi
için yogi diyenler olmuştur(yani yoga yapan kişi) görüldüğü üzere rabıta
tamamen hint felsefesinin beşiği hindistantan gelmiş islamla hiçbir alakası
yoktur ibadetmi ayinmi olduğuna şeyhler bile cevap verememektedirler.cüneyd
bağdadi ölüm döşeğindeyken vasiyet yazdırmış vasiyetinde kendisinden sonra
dergah açılmamasını istemiştir ölüm döşeğinde pişman olduğu bariz ortadadır
RABITA
NEDİR= müridin kendini mürşidi ile yüz yüze gelmiş varsayıp ondan feyiz
aldığını(ondan metafizik anlamda güç aldığını yada nurlandığını) zihninde
canlandırmasıdır sözde Allahın nurunu müridine veren mürşit onu Allaha çok
yaklaştırmıştır. tarikatteki seyri sülüğün son halkası olan fenafillah makamı
yani Alalah varma onda erime (HAŞA) yogadaki NİRVANA dır Budist rahiplerin
vardığı en son makam burada sözde yogacılara göre evrensel ruhla insan ruhu
pekişir ve sonsuz huzura varılır görüldüğü gibi rabıta tamamen Budizm
felsefesinin İslam dinine girmiş halidir(yani tarikat e ) hristiyanlığın
Yahudiliğin tahrif edilmesi gibi İslam dinide kısım kısım bozulmuş tahrif
edilmiştir, bizler kuran ve sünnet, ve hadis üçgeninden ayrılmamalıyız
duyduklarımızı okuduklarımızı ayetlerle kıyas etmeliyiz. Rabıta ile yaptırılan
aslında yoga daki meditasyon(kendini şartlandırma) yoğunlaşmadır mürid e
psikolojik rahatlamadan başka bir yararı yoktur vede asla Allahla bütünleşme
diye bir şey olamaz ve Allah bu dünya hayatında görünemez! Musa aleyhisselam
bile çok görmek istemiş.. Allalhu teala bir dağa bak oraya tecelli edeceğim
demiş ve dağ paramparça olmuştu
Tasavvufçular
rabıtaya kanıt olarak şu hadis ve ayetleri kanıt göstermektedirler
3.SAYFA
Kişi
sevdiği ile beraberdir (hadis) 2- ey iman edenler Allah a itaatsizlikten
sakınınızve ona sizden hoşnut olacak vesileler arayınız (k.kerim 5/35) 3- o,
sizin aranıza sevgi ve acıma koydu(rum suresi 21)
Görüldüğü
gibi bu ayet ve hadisin rabıta ile hiçbir alakası yoktur efendiler kendilerine
göre yorumlamışlardır.sorduğunuzda hiçbir nakşi şeyh i Hindistan a gidip bu
tarikat ın aslını araştırmamıştır yada işlerine gelmemiştir
Üstelik
tarikatte verilen zikir dersinde(vird) her 100. tespihatta bir ilahientemaksudi
ve rıdaike matlubi denerek ara verilmekte ardından tekrar zikre devam
edilmektedir.bunun aynısını Budist rahiplerde zikir esnasında ara verip nefes
alarak yapmaktadırlar, tarikatte neden ara verilir tam emin değilim fakat,
müridin kendini kaptırmaması vecd halinden zarar görmemesi için olabilir diye
düşünüyorum
Nakşibendi
silsilesi hz ebubekirden geldiği söylenir oysa bırakın rabıtayı, tasavvufun
tarikat ın esamesi bile yoktu şah ı nakşibendin asıl adı Muhammed bahauddindir
bu isim ona sonradan mutasavvıflar tarafından konuşmuştur 1318-1389 Nakşibendi tarikatının kurucusudur. Türk asıllıdır. O
da Buhara’da doğmuş büyümüştür. Nakşibendiliğe “üveysilik” anlayışının bu
şahıstan itibaren yerleştiği sanılmaktadır. Üveysilik; bir şeyhin kendinden
önce yaşamış ve ölmüş olan bir ruhaniden “feyiz alarak” yani metafizik bir
ilişkiyle ondan bir takım bilgiler edinerek yetişmesi ve ermesidir
Nakşibendilikte
mürşit vefat ederken yerine seçilen muhterem kişiye gavs lık devredilir oysa
silsilenin başlangıcındaki kişiler birbirlerini hiç görmemiş tanımamış
kişilerdir silsilenin gerçeklikle alakası yoktur
Cematte
alimlere atfedilen evliya menkıbelerinin çoğu İslam gerçeğine aykırıdırörneğin=
mürşiti kamil secdeye vardığında 18 bin alemin secdeye gider(gibi)imamı rabani
nin namaz vaktini kaçırmamak için güneş e işaret edip yerinde durdurması (gibi)
mürşidin müritlerinin(sayısı 20 bin kişi) gece yatakta uyurken kaç kere sağa
sola döndüğünü bilmesi (gibi) oysa peygamberimize (sav) bile zehirli koyun
etini bile yedirmişlerdir peygamberimiz bunu kendi başına bilememiştir
Sözün özü
islamiyetin ilk yüzyıllarında bilimde teknikte fende ileriye giden Müslümanlar
sonradan çıkıpta dünyaya önem vermeyin diyen teslimiyetçi hazırcı (hint-iran)
menşeli sözde alimler yüzünden İslam dünyası MAHVOLMUŞTUR!!!!!
KAYNAKLAR=bizatihi
ben ve http://feridaydin.tripod.com/Rabita.PDF
http://www.hilafet.com/dergi/H160-169/H168/05.htm
http://www.hilafet.com/dergi/H160-169/H169-170-171/06.htm
|