Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.
Yunus Suresi 105
Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.
Enam Suresi 79
İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.
Ali İmran Suresi 67
Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.
Nahl Suresi 123
De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.
Ali İmran Suresi 95
Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.
El Kesme Cezası nın Değerlendirilmesi ‘’Hırsızlık eden erkek ve
hırsızlık eden kadının suçları sabitleşince yaptıklarının karşılığı ve
Allah tarafından caydırıcı bir ceza olmak üzere ellerini kesin…’’145
ayetinde yer alan el kesme cezası, yaşadığımız çağın kabulleri ile
bağdaştırılamadığı için problem edilmekte bu cezanın ayetin indiği
dönemle ilgili olduğu söylenerek bugün farklı şekilde olması gerektiği
ileri sürülmektedir.146 Bu görüşte olanlar iddialarını genelde
aynı gerekçelere dayandırmaktadırlar. Mesela Cabiri, ‘’…hırsızın elinin
kesilmesi, Arap yarımadasında islamdan önce de uygulanan bir ceza
şekliydi. İkincisi, el kesme cezası, develeri ve çadırlarıyla bir
yerden diğerine göç eden bedevi bir toplumda uygulanmıştır. Böyle bir
toplumda hırsızın ‘’hapis’’ cezasına çarptırılması mümkün değildi. Zira
o zaman ne hapishane, ne duvar ne de mahkûmların kaçmasını önleyecek
otorite, ne de onların iaşe ve ikamesini sağlayacak bir teşkilat vardı.
Öyle ise, yegâne çözüm yolu bedensel ceza olmaktadır. Böylesi bir
toplumda hırsızlığın çoğalması, kaçınılmaz bir biçimde o toplumun
varlığının yok olmasına sebep olacaktır. Çünkü o zaman ne sınırlar, ne
duvarlar, ne de servetin korunduğu güvenli yerler vardı. Dolayısıyla şu
iki hedefi amaçlayan bedeni ceza, zorunlu olarak kendisini ortaya
koymaktadır: Tekrar çalma imkânını nihai olarak ortadan kaldırmak ve
insanların kolayca hırsızları tanıyacakları bir alameti kişide sürekli
olarak bulundurmak. Kuşkusuz, elin kesilmesi de bu iki amacı birlikte
gerçekleştirir. Netice itibariyle, çölde bedevi olarak yaşayan bir
toplumda hırsızın elinin kesilmesi anlamlı ve makul bir tedbirdir. İslamın
doğuş dönemindeki toplumsal gelişmişlik düzeyi, kendinden önceki
durumdan pek farklı değildir. İslam öncesi toplumda geçerli olan
tedbirler, örfler ve semboller arasında, hırsızlık suçunun bir cezası
olarak el kesme cezasını da İslam aynen korumuştur. Böylelikle,
İslam’i karakteristiğe katılan bu ceza, artık örfi bir uygulama
olmaktan çıkıp şer’i bir hüküm hüviyetini kazanmıştır147 diyerek bu
cezanın cahiliye dönemindeki varoluşunu irdelemiş bu cezanın ön
görülmesini, bu gün için alternatifi olabilecek hapis cezasının o
dönemde uygulanamaz oluşu ile gerekçelendirmiştir. Garaudy ise, sosyal
adaleti egemen kılmanın önemine değindiği bir bağlamda dönüşü olmayan
bir ceza olan el kesme cezası ile sonsuz merhamet sahibi olan Allah
tasavvurunu birbiri ile bağdaşır bulmamaktadır.148 Garaudy’nin
yaklaşımında yaşadığı tarihselliğin etkisi açık bir şekilde
görülmektedir. Biz de konuya bakış açımız çerçevesinde ayeti
yorumlamaya gecelim. Birinci aşamada herhangi bir hükmü Kur’an’a
onaylatmak kastı olmadan hırsızlık karşısında Kur’an’ın tavrı nedir?
sorusu sorulur. Bu sorunun cevabı, Kur’an’ın hırsızlığa karşı bir ceza
öngördüğü ve Maide 38'de bunu ele aldığıdır. İkinci aşamada bu ayeti
anlamaya geçilir ve öncelikle tarihsel bir özellik taşıyıp taşımadığına
bakılır. Burada üslup açısından bakıldığında Ayet, salt kelime bilgisi
ile anlaşılabilmektedir. Ancak yukarıda dediğimiz gibi bu konuda el
kesmenin o günkü toplumun bildiği ve uyguladığı bir konu olduğu, bu
nedenle tercih edildiği ve sosyal ve fiziki şartların bu cezayı
gerektirdiği gibi iddialar vardır. Bu nedenle tarihsel anlamı kavrama
çerçevesinde bu iddiaların ne denli etkili olduğunu ve ‘’tarihsel
alternatifsizliğin’’ olup olmadığını araştırmak gerekmektedir. Tarihsel
alternatifsizlik ile anlamın ya da hükmün toplum tarafından
algılanamaması veya uygulanamamasını kastediyoruz. Bu açıdan el kesme
cezasını inceleyelim. Tarihsel ortamla ilgili Cabiri’nin
açıklamaları bu cezanın Kur’an’ın indiği dönemde var olduğu tarafıyla
doğrudur. Zira kaynaklar da cahiliye döneminde hırsızlık yapanın sağ
elinin kesildiği nakledilmektedir. 149 Bunun yanında kesinlik arz eden
bir tarzda hapis cezasının o dönemde uygulanamayacağı ile ilgili
ifadeleri tarihsel verilere dayanarak tartışılmalıdır. Önce kendisinin
de alternatif olarak gördüğü hapis cezasının o dönem açısından
algılanabilirliği, sonra da uygulanabilirliği üzerinde duralım. Hapis
cezasının, Kur’an’ın indiği cahiliye döneminde bilindiğini gösteren
rivayetler vardır. Mesela: Cahiliye döneminde hırsızların el kesme
dışında hapsedildiği birkaç kat fazlasını ödemek ile cezalandırıldığı,
kabilenin himayesinden dışlandığı, dövüldüğü de nakledilmektedir.150
İslami dönemde de hapis cezası bilinmektedir. Nitekim farklı suçların
cezası olmak üzere mescide bağlamak ve bir hücreye kapatmak şeklinde
uygulandığı görülmektedir.151 Bu nedenle şayet Allah’ın muradı el kesme
değil de hapis cezası olsaydı bunu ifade etmesinin önünde vahyin
muhatapları itibarıyla herhangi bir engel yoktu. İkinci husus,
hapis cezasının Kur’an’ın indiği toplumda uygulanabilirliğinin tarihi
veriler ile değerlendirilmesidir. Cabiri’nin açıklamaları
hatırlandığında o, sosyal ve fiziki çevre açısından hapis cezasının
uygulanamaz oluşunu söylemekteydi. Cabiri’nin yaptığı sosyal hayat ile
ilgili tasvirleri cahiliye dönemi ile ilgilidir. Tarihi kaynaklara
baktığımızda bunun doğrulanamadığını görmekteyiz. Cabiri’nin söylediği
çadırlarda yaşama hali Kur’an’ın indiği toplumun umumunu
kapsamamaktadır. Bilakis Kur’an yerleşik bir hayatın hakim olduğu Mekke
ve Medine şehirlerinde indirilmiştir. Medine döneminin sonlarına doğru
inen bu ayetin, indiği dönemde toplu göçebe hayatı değil, çoğunluk
itibarıyla yerleşik bir hayat yaşamaktaydı.152 O halde hicri 10. yılda
indiği bilinen Maide suresinde yer alan bu ayetin cahiliye dönemindeki
şartlar dolayısıyla el kesme cezası olarak öngörüldüğünü aslında
muradın hapis cezası olduğunu, ancak şartlar gereği bu cezanın
emredilemediğini söylemek kendi içerisinde bir çelişkidir. Diğer
yandan onun islamın doğuş dönemindeki toplumsal gelişmişlik düzeyi
kendinden önceki durumdan pek farklı değildir ‘’sözleri de izaha
muhtaçtır. Bununla hapis cezasının İslami dönemde de uygulanamaz
oluşunu ifade etmektedir. Hâlbuki bir kısım rivayetler, hapis cezasının
İslami dönemde uygulandığını göstermektedir. Mesela, ‘’Hicaz
ahalisinden bir grup arasında münakaşa çıkmış ve bir kişi
öldürülmüştür. Hz. Peygamber (s.a.v.) gönderdiği bir emir ile bunları
hapsettirmiştir.’’153 Bu konuda Hz. Peygamber (s.a.v.) döneminde bazı
kimselerin hapsedildiği anlaşılmaktadır.154 Ayrıca yine bu sürede yer
alan hirabe suçunun cezası olarak gelmiş olan ‘’yeryüzünden sürmek’’
ifadesinin Hz. Peygamber (s.a.v.) tarafından hapis cezası olarak
uygulandığı söylenmektedir.155 Nitekim buna dayanarak Ebu Hanife de
ayeti bu şekilde anlamıştır.156 Bunlar bize hapis cezasının farklı
suçların cezası olarak az da olsa uygulanması nedeniyle o gün için bu
cezayı uygulamanın asgari şartlarının var olduğunu göstermektedir. Hicri
10. yılda indiği bilinen Maide suresinde yer alan bu ayetin cahiliye
dönemindeki şartlar dolayısıyla hapis cezası olarak değil de el kesme
cezası olarak öngörüldüğünü söylemek bir çelişki olmakla beraber vahyin
hiçbir şeyi değiştiremediği yani toplumun hayat şartlarını oluşturmada
rolü olmadığı gibi hakikat ile uyuşmayan bir anlamı da içermektedir.
Şayet Allah, el kesme cezasını değil, hapsi murad etseydi Medine
döneminde birçok sorunu halletmiş olan İslam toplumu bunun için gerekli
altyapıyı oluşturabilirdi. Nitekim el kesme emrini içeren ayetin inişi
düşünüldüğünde aralarında çok uzun bir zaman geçmeden halifeler
döneminde farklı suçların cezası için hapishanelerin oluşturulmaya
başlandığı görülmektedir.157 Bu açıdan baktığımızda el kesme
cezasının alternatifsiz olmadığı bilakis hapis cezasının o gün için bir
alternatif olduğu halde ayette al kesme olarak belirtilmesi murad-ı
ilahi olarak algılanmalıdır. Bu nedenle el kesme cezasının bütün
dönemlerde uygulanması gerekmektedir. Hirabe suçunda olduğu gibi
bir suç için ayetin metninde farklı alternatiflerin sayılmayıp158
sadece el kesme cezasının ön görülmesi de bunun tarihsel bir zorunluluk
olmadığını bilakis irade-i ilahiye olduğunu teyit etmektedir. Hz.
Peygamber (s.a.v.) döneminde uygulandığı bilinen159 bu cezanın sadece
indiği dönemde değil, diğer ilahi dinlerde de uygulandığının bilinmesi
cezanın yerel olmadığını kanıtlamaktadır.160 Garaudy gibi hümanist
düşüncelerle bu cezanın Allah’ın rahmetiyle bağdaşmaz telakki
edilmesi, bu cezanın caydırıcılığı yanında, suçun toplumun düzenini
bozan oldukça çirkin bir davranış oluşu, önü alınmadığı takdirde mal
emniyetinin sağlanamayacağı161 gibi hususlar düşünülünce daha nötr hale
geleceği kanaatindeyiz.
kerim şükrü ünlü
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Sevgili Öğrenci 98 kardeşim, katkın için teşekkürler. Sıkkîn ile ilgili görüşüne aynen katılıyorum. "Ellerine birer bıçak verdi" şeklindeki anlam zorlama bir anlamlandırmadır. "Her birine rahat edeceği, yaslanacağı bir yer /koltuk/serir hazırladı/sağladı" anlamı çok daha uygundur. Sıkkîn, tume'nine ve vakar anlamınadır. Tume'nin; sukunet, huzur, gönül rahatlığı, yatma, güven ve itimat anlamlarına geliyor. Sukun'un de asıl anlamı sukunet, rahatlık, huzur; sekkene'den sıkkin de, sakinleştirmek, oturtmak, yatıştırmak, huzur vermek.. anlamlarını ifade ediyor. Muttekien de yaslanılacak, dayanılacak yastık, divan gibi şeyleri ifade ediyor.
Katılma Tarihi: 24 nisan 2009 Yer: Turkiye Gönderilenler: 2
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
sevgili dostum..söylediklerine aynen katılmaktayım.
bazan doğru sözler söylendiğinde bile nefis arkandan
çalışır ve seni bildiğin den bile saptırmak ister
.önyargısız düşünen her akıl mutlaka bu acıklamalarını
anlayacaktır. bazen yorum dan ziyade kabullenmek
lazımdır.sana tesekkür eder herkese senin gibi düşünmek
nasip edilir insallah.
__________________ bir turlu olmuyor.olamıyor..dogruyu biliyor ama bilerek kanıyor.nefis bende galip ruhum ağlamaklı..Allah'a yalvarıyorum.olmuyor ,olamıyor nefis eğleniyor ruh ağlıyor.yardım cığlıklarımın sesi cıkmıyor
Qatta , qataa fiilinin bir kat daha geçişlisidir. Qataa kesti, kopardı; qatta parça parça etti, doğradı.
Bakın 47/15 qattaa, 59/5'te qataa fiilleri sözlük anlamlarında gelmişler. 7/160 ve 268'de" bölmek" anlamındadır. Ama aynı fiil 7/72, 69/46,29/29,3/127,8/7,22/15,2/27,9/121,13/25,6/45,47/22 vs ayetlerinde mecazi anlamdadır.
Mecazla argoyu karıştırmamak lazım. Misal, Türkçe'de "kendini parçalamak" deyimi var. Onun için, "istediğiniz kadar kendinizi parçalayınız, durum değişmeyecektir" dediğimde, "elinize bir satır alıp kendinizi doğrayınız" anlamında demediğimi anlıyorsunuz sanırırım.
Kuran'da mecaz kullanımın sözlük kullanımdan daha çok olduğunu biraz gayret ederseniz siz de göreceksiniz.
Qataa ile qattaa'nin anlam farkını yazdıydım. Dikkat ettiyseniz qataa kesti ise, qattaa doğradı olacak (bakınız Elmalılı Hamdi Yazır Meali).Yani kesmenin dozajı bir kat daha fazla. Ayrıca anlayışınıza etken olan "parmaklarını kestiler" anlamı, ellerle parmakların kast edilmiş olması pek uygun düşmese gerek. Çünkü Kuran'da parmaklar "esâbi'" olarak ifade edilmiştir.
Benim şahsen kanaatım odur ki, iki el ve (çoğul olarak) eller, Kuran'da kişinin kendisidir. Bu da, qatta'ne fiilinin de, Kuran'ın bir çok ayetinde olduğu gibi, burada da mecaz anlam ifade ettiğidir. Nitekim dilimizde de "... için kendini parçaladı" ve benzeri deyimler çokça kullanılmaktadır.
Bu ayetlerde "qatta'ne eydiyehunne": "kendilerini parçaladılar"dan "Şuurlarını kaybettiler" anlıyoruz. Bu görüşü ilk defa ben söylüyor değilim. Benden çok önce bu anlamı vermiş olan müfessirler var, onların bu görüşünü daha doğru bulduğumdan tercihe değer buluyorum.
Kuran'da mecaz kullanımın sözlük kullanımdan daha çok olduğunu biraz gayret ederseniz siz de göreceksiniz. Haktansapmaz.
124. Kim benim zikrimden/Kur'anımdan yüz çevirirse onun için zor, sıkıcı bir hayat şekli/dar bir geçim vardır; kıyamet günü de onu kör olarak haşrederiz.
125. O der ki: "Rabbim, beni neden kör haşrettin, ben gören biri idim?"
126. Allah buyurur: "Ayetlerimiz sana geldiğinde sen böyle unutmuştun; bugün de sen aynı şekilde unutuluyorsun."
Kalpleri vardır bununla kavrayıp-anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme Sizin yetkiniz yok forumda konu silme Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme Sizin yetkiniz yok forumda anket açma Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma