Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.
Yunus Suresi 105
Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.
Enam Suresi 79
İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.
Ali İmran Suresi 67
Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.
Nahl Suresi 123
De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.
Ali İmran Suresi 95
Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.
Ve cennet halkina pinarlarin tertemizlerini de sunariz -Ve zevvecnâ hum bi hûrin în.
Karsilastirmak icin
Sûrâ 49-50:
Göklerin ve yerin egemenligi Allah'a aittir. Diledigini yaratir O. Diledigine KIZ cocuk verir, diledigine ERKEK. Ya da onlari erkekler ve disiler olarak cift verir - ev yuzevvic uhum zukrânen ve inâsa.
Hûrun kelimesinin înun kelimesinin sıfatı olması mümkün değildir. Tıpkı hûrun maksûrâtun'da da mümkün değildir. Sıfat mavsufuna tabidir. Onun için mavsufun önce sıfatın sonra gelmesi zorunludur. İsim tamalamasında da durum aynıdır; muzaf önce, muzafun ileyh ondan sonra gelir. Her ikisinde de bunun aksi vaki olamaz ve bir tek istisnası da gösterilemez.
Arapça cümle inşasında sıfat mevsûftan sonra zikredilir. Bunun istisnası yoktur. Kuran'da da her örnekte olduğu gibi HÛRUN ÎNUN ve HÛRUN MAKSÛRÂTUN örneklerinde de 1.kelimeler HÛRUN mevsûf 2.kelimeler ÎNUN ve MAKSÛRÂTUN sıfattırlar. Gerçek bundan ibarettir, aksi desteksiz atışlardır. Yasin bunun aksini ispatlayamıyorsa şayet, yaptığı bu ve diğer desteksiz yorumları, açıkça, ve kendi deyimiyle, ahlaksız fantazi birer yorumlardır.
Yine Yasin, "ÎN" kelimesi için "pınarlar" diyor.
Ve: " AYNUN: Bir göz, bir pınar (tekil form).
AYNEYN: İki göz, iki pınar (ikili form).
Çoğul hali ise UYÛN veya E'YUN: Gözler, pınarlar..." diyor.
Halbuki, hem göz hem pınar anlamına gelebilen AYN kelimesinin çoğullarına gelince; siz de gördüğünüz gibi, "pınarlar" deyince hep UYÛN, "gözler" deyince hep E'YUN kullanılmıştır. Bunun bir tek istisnasını göremezsiniz. Arapça lugat ve kitaplarda da bu böyledir.
ÎN'e gelince bu kelime AYN'in çoğulu olmayıp AYNÂ' kelimesinin çoğuludur ve AYNÂ' kelimesi ne göz ne de pınar anlamına gelmez.
Yorumlarınızda bilgisine dayandığınız ve güvendiğiniz Kuzey Afrikalı (ki kanaatımca müsta'rab olabilir) Yasin, bir çok kelime anlamlarında yaptığı saptırmayı, çarpıtmayı "TARF" kelimesinin anlamında da yapmıştır. TARF'a, "çok anlamlı bir kelime" diyerek, bilerek veya bilmeyerek, "UC" anlamını yüklemiş ve yine bilerek ya da bilmeyerek, TARAF kelimesiyle karıştırmıştır.
Gerçek şuki, "UC" anlamına gelen kelime TARF değil TARAF'tır. Çoğulu da ETRÂF. TARF ise, her kesin de görebildiği gibi, Kuran'da her defasında "göz" anlamınadır. Bunun istisnası da, "taraf" yani "uc" anlamına geldiğinin kanıtı da yoktur.
Ben de Yasin'in yorumları desteksizdir, yanlıştır dedim ve bunun ispatını yapmaya çalıştım. Kuran'da inci, yakut ve mercana neler benzetildiğine bakar mısınız: 1-Yetûfu aleyhim ğilmânun lehum kennehum lu'luun meknûn: ĞİLMÂN/ÇOCUKLAR. 2-Ve yetûfu aleyhim vildânun muxalledûn izâ raeytehum hasibtehum lu'luen mensûran: VİLDÂN/ÇOCUKLAR. 3-Ve hûrun înun keemsâli-lu'lui-lmeknûni: HÛRUN ÎN/TERTEMİZ PNARLAR(!) 4-Fîhinne kârâtuttarfi lem yatmishunne kablehum insun velâ cânnun keennehunnel-yâkûtu vel-mercân: KÂSİRÂTUTTARF/MEYVELER VS RIZIKLAR(!) İlk iki ayettekilerle son iki ayetteki örnekler aralarında bir illet benzerliği var mıdır? İnci gibi korunmuş güzel su, inci, yakut ve mercan misali üzüm, nar portakal vs benzetmesi yapılır mı hiç? Güzellikte kadınlar ve çocuklar inciye, yakuta, mercana benzetilmişler. Hem pınarları, meyvaları ne diye gizlesin, koruma altına alsınlar, ne diye dokundurtmasınlar araplar? Meyveleri çadırlarda, odalarda/haremlerinde ne diye inci, mercan, yakut misali gizlesinler? Pınarlar, meyveler, sair yiyecek ve içecekler başkalarının gözünden gizli saklı tutumaz ki araplar bunları çadırlarda, odalarda perde arkasına gizlesinler, saklasınlar? Meyvelere/ yiyeceklere, pınarlara/içeceklere her kesin dokunmasına izin verilir ama kimse kendisinden başkasının karısına, haremine dokunmasına izin vermez. Benzetmeler yerinde, uygun ve doğru yapılmalıdır. Kadın ve çocuk güzellikte inciye benzetilebilir, yiyecek ve içecekse bir başka şeye benzetilecekse tat ve lezzette benzetilir. İnci, yakut ve mercan birer yiyecek ve içecek değiller ki pınarlar ve meyveler onlara benzetilsinler. Müzakereye katıldığınız için size teşekkür ediyorum. Bu müzakere benim için faydalı olmuştur.
HURI diye carpitilan hûrun în, kâsirâtut tarf, furuşin merfua, kevâibe etrâbakadinlar dahil bütün cennet halkina veriliyor.
Gramer kadar
hattâ gramerden önce
bu gercegi
kâle almak zorundayiz.
"Kâsirâtut tarf"in ne oldugunu Sâd sûresinde Allah acikliyor.
49.Allah'i kâle alanlar icin güzel bir varis yeri var:
50.kapilari onlara acik Adn bahceleri.
51.Orda koltuklara yaslanip bol bol meyve ve icecek isterler.
52.Ayni olgunluktaki kâsirâtut tarf önlerinde.
53.Yargi günü icin size söz verilen iste bu,
54.tükenmesi olmayan RIZKIMIZ.
RIZKIMIZ (RIZKUNÂ). Kâsiratut tarf iste bu. Huri muri degil RIZIK, meyve ve icecekler.
"Furuşin merfua"ya gelince,
onun Türkcesi:
yükseltilmis dösekler.
Vâkia sûresi.
34.Ve yükseltilmis dösekler -Ve furuşin merfuah 35.ONLARI öyle bir insa etmisizdir ki 36.ebkârân yapmisizdir onlari -Fe cealnâ HUNNE ebkârân 37.kusursuz bir uyum icinde -Uruben etrâbâ
furuş ONLAR (hunnne), ebkâr, uyum icinde
Bu tanimlamalar "mefruşat"la ilgili. Furuşin merfuah.
O zamanki Araplarin
lüks mobilya saydigi
yükseltilmis dösekler.
Huri muri degil
mefruşat.
*
Ve
hûrun în (pinarlarin tertemizleri),
kâsirâtut tarf (meyve ve icecekler),
furuşin merfua (yükseltilmis dösekler)
kevâibe etrâba (ayni olgunluktaki üzüm taneleri)
cenneti hak eden
bütün inanirlara veriliyor,
kadinlar dahil.
Eger bunlar
iri siyah gözlerini kendi erkegine diken (gözü ondan baskasini görmeyen) tomurcuk memeli huriler ise
benimle birlikte cenneti hak eden karim
ne yapacak
kendisine ödül olarak verilen
o sehvet abideleriyle,
kadin kadina cinsel iliskide mi bulunacak?
---------------------
O sizin bakışınız. Siz öyle bakıyorsunuz.
Oysa ben öyle bakmıyorum.
Siz nasil bakiyorsaniz, ben nasil bakiyorsam degil
Allah ne diyorsa o.
Allah'in dedigi:
Allah'i kâle alanlara güzel bir varis yeri var:
kapilari onlara acik Adn bahceleri.
Orda koltuklara yaslanip bol bol meyve ve icecek isterler.
iri siyah gözerini kocasina diken tomurcuk memeli huriler ise
benimle birlikte cenneti hak eden karim
ne yapacak o sehvet abideleriyle,
kadin kadina cinsel iliskide mi bulunacak?
O sizin bakışınız. Siz öyle bakıyorsunuz.
Oysa ben öyle bakmıyorum.
O sözlerde, kadınıyla erkeğiyle, cenneteki bütün inananlar mıdır kastedilenler, sadece erkekler midir, onu ben bilemem. Benim ondan anladığım; erkekleri kast ediyordur ve Arabın, güzel kadını "kâsirâtuttarf, hûrun în, hûrun maksûrât" diye tanımladığı kadınlarını da orada yanlarına oturtuyor olmasıdır.
Bunun bu anlama olması mümkün değildir. Çeviri, isim tamlaması halinde yapılmış. Halbuki kâsirâtut tarfi înun, bir isim tamlaması değildir. Şayet isim tamlaması olsaydı, înun "pınarlar", kâsirâtut tarfi de "mesafesiz uclar" olduğuna göre, "pınarları mesafesiz ucları"nın karşılığı, diziliş ve okunuş şekli şöyle olacaktı: înu kâsirâtit tarfi.
keennehunne beydun meknûn:saklanmis gibi tertemiz.
Bu da tamamen yanlış ve keyfi bir çeviri olmuş. Burada Arapçasında bir benzetme yapılmış. Bir benzetme cümlesinde üç unsur bulunur; benzetilen, kendisine benzetilen ve benzetme edatı. Arapçasında "KE" benzetme edatı, "HUNNE" benzetilen, "BEYDUN" da kendisine benzetilendir. HUNNE (Onlar), başka bir nesne olan BEYD'a benzetilmiş. MEKNUN da BEYD'ın sfatıdır. Gizlenen "Onlar" değil; "Onlar", gizlenmiş beyd'a (deve yumurtası veya inciye) bentilendir.
Çeviride durum ne olmuş?
Çeviri ortada. BEYDUN bir nesne olması gerekirken olmuş TERTEMİZ (sıfat). HUNNE (Onlar), sâde sıfat olan "tertemiz"e benzetilmiş olması olacak şey değil. meknûn: saklanmış, beydun: tertemiz olduğuna göre;
saklanmis gibi tertemiz 'i Arapçaya çevirmeye çalışalım: hunne kemeknûnin beydın.
Her dilin bir grameri, bir kuralları var. Kurallar gözetilmaden kurulan her cümle olsa olsa tarzanca olur. Tarzanca konuşanın ne denli doğru anlarsınız dediklerini!
Ama pardon, Kuran "erazilin" diliyle yani rezilcede inmemiş miydi Muhammed nebiye!
hasakçay yazdı:
Fasih Arapca? Iyi ama Kurân Muhammed nebinin ait oldugu "erazil"in dilinde inmedi mi; erazilin dili bastan rezilidi de ne zaman fasih oldu?
34.Ve yükseltilmis dösekler -Ve furuşin merfuah 35.ONLARI öyle bir insa etmisizdir ki 36.ebkârân yapmisizdir onlari -Fe cealnâ HUNNE ebkârân 37.kusursuz bir uyum icinde -Uruben etrâbâ
furuş ONLAR (hunnne), ebkâr, uyum icinde
Bu tanimlamalar "mefruşat"la ilgili. Furuşin merfuah.
O zamanki Araplarin
lüks mobilya saydigi
yükseltilmis dösekler.
Hasan Akçay, Vakia 35'teki VE ENŞE'NÂHUNNE İNŞÂEN'deki HUNNE (onlar) ile 36'daki VE CEALNÂHUNNE EBKÂRAN'daki HUNNE (onlar) zamiri ile kast edilenler, 34'teki FURUŞEN (döşekler) olduğunu iddia ediyor.
Tabi ki kendi bilgisyle bu iddiayı yapmıyor.
Bakın dayandığı aslen Kuzey Afrikalı olduğunu söyleyen ve halen ABD'de ikamet etmekte olan Yaseen adlı arap ne diyor:
"56/35-37 ayetlerinde (eşler veya hizmetçiler gibi) bir nesne bulunmamaktadır. sadece bir HUNNE zamiri çoğul dişil anlamında 56/35'te ENŞE'NÂHUNNE ve 56/36'da FE CEALNÂHUNNE olarak bulunur. Bu zamir 56/34'teki FURUŞİN MARFÛATİN (lüks mobilyalar/yükseltilmiş sedirler/veya yataklara karşılık gelmektedir." diyor.
Bu adam arap olduğunu söylüyor ya, Hasan Akçay'a göre doğrusunu da o bilir.
Peki gerçekten doğrusunu o biliyor mu, bu tespiti doğru mudur?
Bakalım:
Bakın hemen bir önceki Rahman suresinin 54.ayetinde de FURUŞİN geçiyor. Şöyleki:
MUTTEKİÎNE ALÂ FURUŞİN BETÂİNUHÂ MİN İSTEBRAQIN... (Dayanmışlar öylesi mefruşata ki astarları parlak atlastan...)
Dikkat ettiyseniz orada bir HÂ zamiri var. İşte o HÂ zamiri FURUŞİN'e karşılıktır. Burada HÂ, orada HUNNE; ikisinin de FURUŞ kelimesine karşılık olması düşünülemeyeceğine göre ve HÂ zamirinin FURUŞ'a delaleti kesin olduğuna göre, Vakia 35 ve 36'daki HUNNE zamiri FURUŞ'a delaleti söz konusu olamaz. Peki birinde HÂ diğerinde de HUNNE ile karşılanmış olamaz mı? Hayır olamaz.
O halde HUNNE zamiri ile FURUŞ denilen mefruşât kastedilmemiştir, onunla HURUN ÎN denilen güzeller kastedilmiştir. Zaten şimdiye kadar bilenler hep böyle bilmişlerdi. İlk defa Yaseen denilen biri çıkıyor ipe sapa gelmeyen desteksiz, delilsiz uçuk yorumlar yapıyor bu ayetlerle ilgili olarak. Bugünkü Amerikan yaşantısı ve kültür anlayışıyla 6.yyılın bedevi arap yaşantısı ve kültür anlayışını yorumlamaya kalkışmak akıl karı değildir.
Hem Kuran'da kullanılan ENŞE'NÂ fiiline baktığınızda da göreceksiniz ki bu fiiil her ayette canlılara yönelik kullanılmıştır. Halı, elbise, mobilya, yastık yorgan döşek gibi nesneler için kullanıldığına rastlayamazsınız. Allah marangoz değildir ki mobilya, terzi değildir ki elbise, halı dokuyucusu değildir ki halı inşa etsin. Allah onların malzemesini yaratmıştır. Allah nesilleri (karn), sizleri, cennetleri (bahçeleri) inşa ettiğini söylüyor.
Ama pardon, Kuran "erazilin" diliyle yani rezilcede inmemiş miydi Muhammed nebiye!
hasakçay yazdı: Fasih Arapca? Iyi ama Kurân Muhammed nebinin ait oldugu "erazil"in dilinde inmedi mi; erazilin dili bastan rezilidi de ne zaman fasih oldu?
Sayin hanif, nebileri izleyen halka erazil diyenler kimler idiyse halkin dilini asagilayanlar onlardir. Ve simdi de "O dil fasih Arapcadir; yalnizca ben bilirim onu!" diyenler.
Siz elbet istediginizi söylemekte özgürsünüz; karismak bana düsmez. Ama Kurân'daki "lisan-i kavm"i benim rezilce diye asagiladigim iddiasi iftiradir.
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme Sizin yetkiniz yok forumda konu silme Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme Sizin yetkiniz yok forumda anket açma Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma