KARDEŞ EŞİYLE EVLENME ve EVLAT EDİNME GELENEĞİ
Din adamı ve rivayetlerin, İslâm dünyasında kardeşler ve akrabalar arası düşmanlıklara yol açan ve kimsesiz çocuklara dünyayı bedbaht kılan korkunç iki gafleti de, ölen kardeş veya akrabaların eşleri ile evlenmenin Kur‘an’a uygun olduğunu söylemeleri ve Kur‘an’ın evlat edinme geleneğini iptal ettiğini zannetmeleridir.
“Geçmişte olanlar hariç. Artık abalarınızın (atalarınızın) evlendiği kadınlarla evlenmeyin, çünkü bu iğrenç bir sapıklıktır.” (4/Nisa: 22)
Âyette geçen aba kavramı, Kur‘an’ın sık sık kullandığı ve Türkçe’deki atalar kavramının Kur‘an’daki karşılığı olan bir kavramdır.
“Onlara: Allah’ın indirdiğine uyun! dense, Hayır, biz atalarımızı (aba) üzerinde bulduğumuz (yol)a uyarız! derler. Peki ama, ataları bir şey düşünmeyen, doğru yolu bulamayan kimseler olsalar da mı?” (2/Bakara: 170, S.Ateş çev.)
Kavram, Kur‘an’da umumiyetle yukarıda verdiğimiz âyetteki gibi genel anlamda kullanılırken, aşağıda vereceğimiz gibi bazı âyetlerde de dar veya özel anlamda kullanılmaktadır.
“(Babası Yakup, oğlu Yusuf’a) Yavrum dedi, rüyanı kardeşlerine anlatma, sonra sana bir tuzak kurarlar. Çünkü Şeytan, insanın apaçık düşmanıdır.
Böylece Rabb’in seni seçecek ve sana düşlerin yorumundan bir parça öğretecek, sana ve Yakup soyuna nimetini tamamlayacaktır; nasıl ki daha önce ATALARIN İbrahim’e ve İshak’a da nimetini tamamlamıştı. Şüphesiz Rabb’in bilendir, hikmet sahibidir.” (12/Yusuf: 5-6, S. Ateş çev.)
Yukarıda verdiğimiz âyet, ataların derken Hz. Yusuf’un öz dedesi Hz. İbrahim’e, amcası Hz. İshak’a dikkat çekmekte ve atalar kavramının, dar veya özel anlamda dede ve amcayı içerdiği açıkça anlaşılmaktadır. Aşağıda vereceğimiz âyet de atalar kavramının, sadece baba ve büyükbabayı (dede) değil, baba ve büyükbaba ile birlikte amcayı da içerdiğini tekrar vurgulamaktadır.
“(Yusuf dedi ki) ATALARIM İbrahim, İshak ve Yakup’un dinine uydum...” (12/38, S. Ateş çev.)
Dikkat edilirse, Hz. Yusuf atalarım derken dedesi Hz.İbrahim’den, amcası Hz. İshak’tan ve babası Hz. Yakup’tan söz etmektedir. En önemlisi, aşağıda vereceğimiz âyetten de atalar kavramının, dar veya özel anlamda ağabeyi, yani kardeşi de içerdiği anlaşılmaktadır.
“Yoksa siz, Yakub’a ölüm (hali) geldiği zaman orada mı idiniz? O zaman (Yakup) oğullarına: ‘Benden sonra neye kulluk edeceksiniz?’ demişti. ‘Senin tanrın ve ATALARIN İbrahim, İsmail ve İshak’ın tanrısı olan tek tanrıya kulluk edeceğiz, biz O’na teslim olanlarız’, dediler.”
Âyet ataların derken, baba Hz.İbrahim’den ve daha önce izah ettiğimiz gibi, İshak-İsmail’den, yani Hz. Yakup’un ağabeyinden söz etmektedir.
Din adamları, atalar kavramının dar anlamda sadece baba ve büyükbabayı içerdiğini zannettikleri için, baba ve büyükbabaların dışında kalan, kardeş dahil bütün ölen akrabaların eşleri ile evlenmenin caiz olduğunu söylemektedirler.
Halbuki buraya kadar verdiğimiz âyetlerden ve yaptığımız açıklamalardan atalar (aba) kavramının, dar veya özel anlamda baba ve büyükbaba ile birlikte amca ve ağabeyi, yani kardeşleri de doğrudan içerdiği anlaşılmaktadır.
Bu durumda, konu başında verdiğimiz Nisa Suresi’nin 22. âyetinde geçen abalar (atalar) kavramının baba, büyükbaba, amca ve kardeşleri de doğrudan içerdiği ve söz konusu kişilerin ölümü halinde de eşleri ile evlenilemeyeceği anlaşılmaktadır. Çünkü ölüm bir yok oluş değil, bir hayattan başka bir hayata geçiştir ve söz konusu kişiler öldükten sonra da akrabadırlar.
“And cennetlerine girerler. Atalarından, eşlerinden ve çocuklarından iyi olanlar da kendileriyle beraber olurlar...” (13/ Rad: 23)
Kur‘an’ın geneli dikkate alındığında atalar kavramının genelde toplum veya toplum büyüklerine, özelde akraba veya akraba büyüklerine dikkat çeken bir kavram olduğu buraya kadar yaptığımız açıklamalardan anlaşılmaktadır.
Bize göre, atalar kavramı özel anlamda baba, büyükbaba, amca ve kardeşlere doğrudan dikkat çekerken, bir baba ve bir anneden doğan bütün akrabalara da dikkat çeker. Çünkü, aşağıda vereceğimiz âyetlerden de anlaşılacağı gibi, atalar kavramının kökü olan ebeveyn (baba ve anne) kavramı, öncelikle babaya sonra da anneye dikkat çekmektedir. Kavram, erkeği doğrudan, kadını da dolaylı olarak içermektedir.
“Ölenin çocuğu varsa, geriye bıraktığından ebeveyn’inin (baba ve annesinin) her birinin altıda bir hissesi vardır...” (4/Nisa: 11)
Âyet, ebeveyn’den her birine demek suretiyle, ebeveyn kavramının hem erkeği, hem kadını içeren bir kavram olduğunu vurgulamaktadır. Aba (atalar) kavramı da ebeveyn(baba ve anne)den türeme bir kavram olduğuna göre kadınları da içerdiği anlaşılmaktadır. Zaten atalar kavramının sadece erkekleri içerdiğini düşünmek mantıken de, ilmen de mümkün olmaz.
“Onlara: Allah’ın indirdiğine uyun! dense: Hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız derler...” (31/Lokman: 21)
Bu ve buna benzer âyetlerin dikkat çektiği ataların kadınları olmadığı düşünülebilir mi?
Konu başında verdiğimiz âyetin (4/22) dikkat çektiği ve evlendikleri eşlerle evlenmenin yasaklandığı ataların genel anlamdaki atalara, yani topluma dikkat çekmediği, sadece aynı anne ve babadan türeme akrabalara dikkat çektiği anlaşılıyor. Çünkü aksi takdirde, boşanan veya dul kalan insanların tekrar evlenmesi yasaklanmış olur idi. Ancak Kur‘an’ın geneli ve boşanma ile ilgili âyetler hatırlandığında, âyetin dikkat çektiği ataların toplum değil akrabalar olduğu ve akrabaların ayrıldığı eşlerle evlenmenin tek bir istisna ile, ‘Geçmişte olanlar hariç’ ebediyen yasaklandığı anlaşılmaktadır.
Buna göre, babaların, amcaların, dayıların, kardeşlerin, amca oğullarının, dayı oğullarının, yeğen veya torunların, hala oğlunun, teyze oğlunun ayrıldığı kadınlarla; annelerin, teyzelerin, halaların, teyze kızlarının, hala kızlarının, amca kızlarının, dayı kızlarının, yeğenlerin, torunların ve kız kardeşlerin ayrıldığı erkeklerle evlenmek yasaklanmaktadır.
Kısaca özetlenirse, gerek baba tarafından, gerek anne tarafından herhangi bir şekilde arada kan bağı bulunan kişilerin ayrıldığı eşlerle evlenmek hem erkeklere, hem kadınlara yasaklanmaktadır.
Âyetin (4/22) dikkat çektiği ataların bugüne kadar sadece baba ve büyükbabalara yorulmasının, diğer bir ifade ile, âyetin dikkat çektiği atalar kavramının, dar veya özel anlamda sadece baba ve büyükbabaları içerdiğinin zannedilmesi, aşağıda vereceğimiz âyetin hikmetinden veya Kur‘an’ın kendini yenileyen bir kitap olmasındandır.
“Biz bir âyeti siler veya unutturursak, ondan daha iyisini, ya da benzerini getiririz. Allah’ın her şeye gücü yeter olduğunu bilmedin mi?” (2/Bakara: 106, S. Ateş çev.)
Yukarıda verdiğimiz âyet öncelikle, zaman ve şartların değişmesiyle bazı kural veya törelerin veya uygulamaların değişebileceğine, değişmesi gerektiğine dikkat çekmektedir.
Diğer bir ifade ile: Kur’an âyetlerinin her zaman ve her şarta göre değişik çözümler sunan özellikler taşıdığına dikkat çekmektedir.
Örneğin hiçbir motorlu taşıtın, haberleşme cihazının, insanlar arası sirkülasyonun olmadığı ve birbirinden kilometrelerce uzaktaki, çoğunluğunu akrabaların oluşturduğu, birçok köy ve yerleşim yerinin olduğu yer ve dönemler düşünülürse, söz konusu âyetin (4/22) dikkat çektiği atalar kavramının yanlış veya eksik yorumlanmasının kerameti anlaşılır. Belki de, bu konunun doğru anlaşılması için günümüz şartlarına ulaşmak gerekiyor idi.
Artık günümüzde insan sayısı, insan çeşiti ve insanlar arası sirkülasyon o kadar çoğaldı ki, değil akrabaların ayrıldığı eşlerle, yakın arkadaşların ayrıldığı eşlerle ve akraba çocuklarının birbirleri ile evlenmesine bile gerek kalmadı.
Zaten, âyette geçen aba kavramına, din adamlarının babalar anlamını yüklemesinin, biraz düşünülürse, büyük bir çelişki içerdiği hemen anlaşılır. Çünkü “Babalarınızın evlendiği kadınlarla evlenmeyin” cümlesindeki, babalarınızın ifadesi, sosyolojik olarak, olabilirliği mümkün olmayan bir ifadedir. Çünkü bir insanın babaları olmaz, babası olur. Veya aile büyükleri, akrabaları olur.
Baba çok özeldir. Kur‘an’ın baba ile dedeyi veya baba ile amcayı aynı sözcükle ifade ettiğini düşünmek, eğer bir şartlanmışlık sonucu değilse, ki öyledir, sapıklıktır. Çünkü baba, anne ile yatar, dede veya amca anne ile yatamaz. Ancak, bizim din adamlarımız, kendi beyinleri ile düşünemedikleri, ölmüş beyinlerle düşündükleri için bu olayı hiç irdelememişlerdir.
Dergimizin gelecek sayısında bu konuya, kimlerle evlenilemeyeceği konusuna dikkat çeken âyetleri yorumlamaya devam edecek ve üvey oğulların eşleri ile, baldızlarla evlenmenin caiz olduğunu iddia eden rivayetlerin dehşet yanılgılarını ortaya koyacağız.
EVLATLIK KONUSU: Din adamı ve rivayetlerin çok önemli bir yanılgısı da, Kur‘an’ın Hz. Muhammed vasıtasıyla evlat edinme geleneğini iptal ettiğini zannetmeleridir.
Güya, Hz. Muhammed evlat edindiği bir kişinin boşadığı karısıyla evlenerek, hem evlat edinme geleneğini, hem de evlat edinilen kişilerin boşadığı kadınlarla evlenmeme geleneğini iptal etti.
Din adamı ve rivayetlere soralım: Hani Kur‘an, fert ve toplumların yararına olan törelere dokunmamış hatta onları teşvik etmişti? Kur‘an, en azından çocuğu olmayan evlat özlemi içindeki ailelere, evlat edinme iznini vererek bu geleneği neden devam ettirmedi? Yoksa cami avlularına terk edilen bebeklerin evlat edinilerek, bakılıp büyütülmesi, mirastan da pay verilerek cemiyete yararlı insanlar olarak yetiştirilmesi fert ve toplumların zararına mı olur?
Hani bir insanı kurtarmak bütün insanlığı kurtarmaya denk idi? (5/Maide: 32) Bütün insanlığı kurtarmaya denk bir hayra sahip olmak için ne yapmak lazım? Yoksa Boğaz Köprüsü'nde pusuya yatıp, intihar edecek olanları mı beklemek lazım?
Çocuğu olmayan birçok müslüman çiftin, büyüyünce kendilerine mahrem olmayacağını zannettikleri gerçek bir öksüz yerine, evlat özlemini gidermek için, öksüz olmadığı halde kardeşlerinin çocuklarını evlat edindikleri ve trajikomik bir durum sergilediklerini biliyor musunuz?
Arada hiçbir kan ve süt bağı olmadığı halde, üvey anne, üvey baba ve üvey evlatları mahremiyet dairesinin içine alan bir kitabın, evlat edinilen öksüz çocuklara bu hakkı vermemiş olduğu düşünülebilir mi?
Firavn’ın Hz. Musa’yı, Mısır kralının Hz. Yusuf’u evlat edinme düşüncelerinden (12/Yusuf: 21, 28/Kasas: 9), evlat edinme geleneğinin çok eski çağlardan beri devam ettiğini, aksine bir hüküm getirmeyerek ve bu geleneğe dikkat çekerek Kur‘an’ın da devam ettirdiği ve yine aynı âyetlerden, Kur‘an’ın evlatlıklar için ayrı bir kavram kullanmayıp, öz evlatlar için kullandığı evlat kavramını kullanmasından, evlatlığı da evlatla aynı konuma oturttuğu anlaşılmaktadır.
Din adamı ve rivayetlerin, Ahzap Suresi’nin 4, 5 ve 37. âyetlerini delil göstererek, Kur‘an’ın mahremiyet ve hukuk açısından evlat edinme geleneğini iptal ettiğini iddia etmeleri hiç tutarlı değildir. Çünkü söz konusu âyetler, evlat edinilen kişilerden değil, yaşamını varlıklı kişilerin himayesinde sürdüren köle veya köle iken ekonomik özgürlüğünü elde eden kişilerden söz etmektedir.
“... himaye ettiğiniz yardımcılarınızı (edğiyaeküm) sizin oğullarınız kılmadı. Bunlar sizin ağızlarınızdan söylediğiniz sözlerdir. Allah gerçeği söyler ve O, doğru yola iletir.
Onları babalarının adına bağlayarak çağırın; bu, Allah yanında daha adaletlidir. Eğer babalarını bilmiyorsanız, onlar sizin din kardeşleriniz ve dostlarınızdır. Yanılarak yaptığınızda size bir günah yok, fakat kalblerinizin bile bile yaptığından günah vardır.Allah çok bağışlayan çok esirgeyendir.” (33 Ahzap: 4, 5)
Dikkat edilirse, bütün mütercimlerin evlatlık anlamı yüklediği edğiya kelimesine biz, ‘himaye ettiğiniz yardımcılarınız’ anlamını yükledik. Çünkü Kur‘an’dan anlamlandırıldığında edğiya kelimesinin, dua kökünden türeme, yardım ve himayeyi vurgulayan bir kelime olduğu anlaşılmaktadır.
Eğer âyetin dikkat çektiği kişiler gerçek veya özel anlamda evlat edinilen kişiler olsaydı, âyet edğiya kelimesi yerine ya evlat, ya da çocuk (ğulam) kelimelerini kullanırdı. Çünkü yukarıda da değindiğimiz gibi, Kur‘an, evlat edinilen çocukları da, öz evlatları da aynı kelime (evlat) ile vurgulamaktadır.
Din adamı ve rivayetlerin iddia ettiği gibi edğiya kelimesi evlatlıkları vurgulayan bir kelime olsaydı, Firavn’ın karısı Hz. Musa’yı bir bebek olarak bulduğunda, ‘Onu öldürmeyin, belki bize yararı dokunur, ya da onu evlat (veledan) ediniriz.’ (28/9) demez, onu edğiya ediniriz derdi.
Firavn’ın karısının ifadesinden de anlaşılıyor ki, yukarıda verdiğimiz âyetlerin dikkat çektiği kişiler evlatlıklar değil, varlıklı kişilerin himaye ve emri altındaki kölelerdir.
Çünkü söz konusu köleler, babalarının ismini, yani kendi kimliklerini kullanma özgürlüğüne bile sahip değillerdi.Emri altında oldukları kişilerin kimlikleri ile adlandırılırlardı. Sahipleri onlardan, söz gelişi, oğullar, oğullarımız diye söz eder ve her köle sahibinin bir çeşit oğlu sayılırdı. Hiçbir ekonomik özgürlüğü, sosyal güvencesi olmayan ve toplumların en alt tabakasını oluşturan bu kişilere Kur‘an, yukarıda verdiğimiz âyetlerle önce kimlik hakkını tanıdı. Daha sonra, aynı surenin 37. âyetinde belirtildiği gibi, toplumun üst tabakasından birinin, bizzat Hz. Muhammed’in, eski kölesinin boşadığı bir kadınla evlenme isteğini teşvik ve tasdik ederek, toplumun alt kesimi ile üst kesiminin kaynaşmasını hedefledi. Çünkü üst tabakadan birinin, toplumun en alt tabakasından, kölelerinden biriyle, hem de bir kölenin boşadığı, dul bir kadınla evlenmesi görülmüş şey değildi. Töreler adamın yüzüne tükürürdü. Benzer töreler bugün de yok mu? Bekâr bir gencin dul bir kadınla, varlıklı bir kızın fakir bir gençle, sünni bir müslümanın alevi bir müslümanla evlenmesi de yadırganmıyor mu?
Âyetler sosyal, sınıfsal ve kültürel farklılıkları vurgulayarak, sınıflar arası hoşgörü, diyalog ve kaynaşmayı önermektedir.
Ayrıca, âyetlerin bir ifadesinden Kur‘an’ın evlat edinme geleneğini devam ettirdiği de açıkça anlaşılıyor.
“Yanılarak yaptığınızda size bir günah yok, fakat kalblerinizin bile bile yaptığında günah vardır.”
Âyetin bu ifadesi iki ayrı olaya tek bir ifade ile dikkat çekmektedir.
1. Âyet, varlıklı kişilerin kölelerine bizzat isimleri ile hitap etmelerini, aksi takdirde günaha gireceklerini, ancak ağız alışkanlığı gereği yanılarak oğlum diye hitap etmeleri halinde de mazur olduklarını vurguluyor.
2. Âyet, varlıklı kişilerin kölelerinden evlat edinebileceğine, onlara evlat edinme vaadinde bulundukları ve sorumluluklarını yerine getirmedikileri takdirde de günaha gireceklerini vurguluyor.
Din adamı ve rivayetlerin, söz konusu âyetlerin evlatlıklara dikkat çektiğini ve bizzat Hz. Muhammed’in, evlatlığının boşadığı hanımla evlendiğine dair iddialarının yanlış olduğunu, söz konusu evliliğe dikkat çeken âyetin hemen devamı bir âyet, somut bir şekilde ortaya koymaktadır:
“Muhammed sizin erkeklerinizden birinin babası değil, fakat Allah’ın elçisi ve peygamberlerin hatemidir. Allah her şeyi bilendir.” (33/40, S.Ateş çev.)
Âyet, Hz.Muhammed’in hiçbir zaman bir evlat edinmediğine dikkat çekmektedir.
Eğer Hz. Muhammed evlat edindiği kişinin boşadığı karısıyla evlenmiş olsaydı veya Hz.Muhammed, daha önceden bir evlat edinmiş bulunsaydı, âyet, ‘Muhammed sizin erkeklerinizden birinin babası değil’ derken, diğer konularda olduğu gibi ‘bundan böyle’ ifadesini kullanırdı.
Ancak söz konusu evliliğe dikkat çeken ve bir sonraki âyetlerden, Hz.Muhammed’in yaptığı söz konusu evliliği, kendisinin peygamberliğine inanan müslümanların da yadırgadığı anlaşılıyor.
“Allah’ın kendisine takdir ettiği her şeyi yerine getirmekte, peygambere herhangi bir güçlük yoktur. Sizden önce geçenler arasında da Allah’ın yasası böyle idi. Allah’ın emri, olup bitmiş bir şeydir.” (33/Ahzap: 38, S.Ateş çev.)
Söz konusu evliliği müslümanların da yadırgaması sadece yukarıda açıkladığımız gelenekten dolayı olmayıp, aşağıda vereceğimiz ve yukarıda verdiğimiz âyetten önce inzal olmuş âyetlerin, müslümanlarda uyandırdığı düşünceden ve bugün bile birçok Arap ülke krallıklarına, Osmanlı İmparatorluğu’na hakim bir gelenekten daha dolayı idi.
“Peygamber müminlere canlarından ileridir. Onun eşleri de onların anneleridir...” (33/Ahzap: 6, S. Ateş çev.)
Hz. Muhammed’in müminlerin babası olmadığını bildiren âyetten önce inzal olduğu anlaşılan yukarıda verdiğimiz âyetten esinlenen müslümanlar, peygamberin de artık müminlerin babası sayıldığına inanmışlardı. Çünkü, söz konusu ve en son evliliğini yaptığı sırada Hz. Muhammed, Medine devletinin başkanı da idi. O günkü Arap geleneklerine göre de, devlet veya toplum başkanları, toplumun babası sayıldığından kendi toplumuna mensup kadınlarla evlenemezdi.
Aynı gelenekten dolayı, Osmanlı padişahları evliliklerini hep başka milletlerden kadınlarla yapmışlardı. Çok ilginçtir, aynı gelenekten dolayı, bugün de birçok Arap ülkesinin devlet başkan veya kralları, evliliklerini Avrupalı veya Amerikalı kadınlarla yapmış ve yapmaktadırlar.
Âyet, bu geleneğin de gereksizliğine dikkat çekerek, Hz.Muhammed’in müminler açısından tek bağlayıcı sıfatının “peygamberlik” olduğunu vurgulamaktadır. |