atuna58 Newbie
Katılma Tarihi: 14 eylul 2005 Yer: Turks and Caicos Islands Gönderilenler: 20
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Hırsızlık konusunda kuran nasıl bir düzenleme getiriyor?
Burada üç noktaya değinmek zorunludur. Birinci nokta el kesme cezasının niteliği ve çerçevesi ile ilgilidir. Bu el kesme, bir sakındırma ve utandırma alameti olarak elin herhangi bir yerinin kanatılıp işaretlenmesi mi dir, elin bir parmağının veya parmağın bir kısmı gibi bir parçasının kesilmesi mi dir?
Yoksa elin kesilip atılması mı dır? Kuranın bu konuya değinen ayeti bu anlamların her birinin çıkarılmasına müsaattir. Ve fıkıhçılar bu anlamlardan hangisinin esas olduğu konusunda tartışmaya girmişlerdir. Ancak Kur’an-ı yine Kur’an la tefsir edersek “ el kesme’’nin ne anlama geleceğini Yusuf suresi 31. ayetten öğrenebiliriz. Maide 38.ayetteki değimi aynen kullanan bu ayetten anlıyoruz ki, “el kesme’’, elin herhangi bir yerinin kanatılmasıdır.(bakınız Hatemi ; İslam hukuku, 98- 99 )
Kur’an ın beyanını esas alarak bakarsak şu sonuca varılabilir: el kesmenin icrasında kanatıp işaretleyerek bırakmakla, eli kesip atmak arasında bir tercihi yaşanan zaman ve mekana göre kamu otoritesi belirleyecektir. Bu iki şıktan birini tek yol olarak alıp her devre uygulamaya kalkmanın Kur’an ın ruhuna uygun olup olmadığı ayrı bir tartışma konusudur. Uygulamanın asr-ı saadet’te bazı el kesme örnekleri sunması yine, o devre göre yapılmış bir yorumdur. Yorum , ancak kendi zamanını bağlar.
İkinci nokta hırsızlık kavramının rölatif bir kavram olduğu ve aynen el kesme kavramı gibi zaman ve şartlara göre yeniden belirlenmesinin gerekliliğidir. Şu kesindir ki Kur’an ın getirdiği ve cezalandırdığı sirkat(hırsızlık) kavramını şu veya bu devirde yaşamış şu veya bu fıkıhçının tanımı ile dondurmak ve bu tanımı kurana fatura etmek asla doğru değildir. İnsan hayatının çeşitli aşamalarında,çeşitli sos yo-ekonomik şartların ortaya çıktığı değişik perspektiflere göre hırsızlık ve hırsız kavramını yeniden belirlemek gerekir. Şu var ki, bu belirlemede Kur’an ın şaşmaz hayatsal Prensiplerinin çalma olayına ilişkin yansımaları mutlaka dikkate alınacaktır. Bu prensiplerin başında ise kişinin kendi öz emeğinin ürünü olmayan mal, değer ve imkana sahip olmaması gelir. Buna göre hırsızlık kavramının her devirde temel unsurlarından biri, insanın,hakkı olmayan bir şeye el koyması , sahip çıkması,yani zilyetliğidir.
Böyle bakıldığında Kur’an açısından hırsız,hukuku ihlal yolu ile çalan kişi olduğu kadar,sistemi ve düzeni hukuka uydurarak,yahut hukuku istediği sisteme uydurarak çalan kişi de olacaktır. O halde , Kur’an ın cezalandırdığı hırsız sadece vitrinden , cepten , tarladan çalan değil , aynı zamanda ve beklide öncelikle çalışan ve üreten insanın hakkı olanı vermeyerek emek ve gayretten çalınan kişi veya kişilerdir.
Kur’an ı iyi tetkik edenler şunu rahatlıkla görürler: Kur’an ın suçladığı ve Hz. Peygamberin lanetlediği hırsızlar, hukukun ve işleyen düzenlerin hırsızlıklarını akla dahi getirmediği emek ve alın teri sömürücüleridir.
Kur’an a fatura edilebilecek bir hırsızlık tanımını,Kur’an ın emek,gayret,haksız kazanç vs… gibi diğer temel kavramlarını dikkate alarak yeniden belirlemek gerekir.
Değineceğimiz üçüncü nokta da, hırsızlık meselesinde cezayı getiren Maide suresi 38. ayetin, ardından gelen 39. ayetle birlikte düşünülmesinin kaçınılmazlığıdır çünkü 39. ayet Arap dilinde fa-i takı biye denen bir bağlayıcı edatla 38. ayetin bir devamı haline getirilmiştir ki bunun Arap dili ve tefsir kuralları açısından anlamı bu iki ayetin birlikte düşünülmesinin zaruretidir. Ne yazık ki, Kur’an ın temel tavrı olan rahmet ve kolaylaştırmanın aksi yönde bir anlam çıkarmak için bu iki ayeti bütün kuralları çiğneyerek birbirinden ayıran fıkıhçılar olmuştur.
Söylemek istediğimizi daha iyi anlamak için o ayetlerin meallerini görelim:’’ erkek hırsızla kadın hırsızın, yaptıklarına bir karşılık ve Allah’tan bir ceza olarak ellerini kesin. Allah çok azizdir, hüküm ve hikmet sahibidir. Şu var ki, kim çalma kötülüğünün ardından tevbe eder, halini düzeltirse hiç kuşkusuz Allah onu affeder. Allah çok affedici çok merhametlidir.’’
Allah’ın merhametine ambargo koymaya ve Allah ’ın hükmüne hüküm katmaya yeltenen bazı kişiler hırsızlık meselesindeki hükme birlikte kaynaklık eden bu iki ayeti birbirinden ayırarak ‘’ çalanın eli kesilmelidir,tövbe etmesi cezayı ortadan kaldırmaz.’’ Diyebilmişlerdir. Oysa ki böyle düşünmek Kur’an a açıkça ters düşmektedir. Bizimle aynı kanıyı paylaşan büyük müfessir Fahreddin er-Razi nin görüşünü Süleyman Ateş şöyle aktarıyor.
‘’Hırsız, henüz eli kesilmeden yaptığına pişman olur, tevbe eder,tevbe sinde samimi olduğu anlaşılırsa ikinci ayetten çıkan anlama göre onun eli kesilmez. Bundan dolayı hırsızın tutuklanıp bir süre göz altında bulundurulması, davranışlarının izlenmesi gerekir. Uslandığı anlaşılırsa elinin kesilmesine gerek kalmaz.
Yakalanmadan yada yakalandıktan sonra tevbe eden hırsızın elinin kesilip kesilmeyeceği konusu, alimler arasında ihtilaflıdır. Bazılarına göre yakalanmadan önce tevbe eden muharib (terörist) in tevbesinin kabul edileceğini bildiren ayete kıyasen , adi hırsızın da henüz dava, veliyy-i emre (hakime) götürülmeden tevbe ettiği taktirde eli kesilmez. Bazılarına göre de had, suçun cezasıdır. Tevbe ise yasak işi yapmanın günahından Allah a sığınmadır. Tevbe suçun cezasını kaldırmaz.
Fakat yakalanmadan önce tevbe edip tevbe si kabul edilerek eli kesilmeyen muharib(terörist) in suçu, adi hırsızın suçundan ağırdır. Tevbe ondan bu ağır cezayı kaldırdığına göre adi hırsızdan niçin kaldırılmasın? Kaldı ki yüce Allah, ‘’ kim haksızlığından dolayı tevbe eder, uslanırsa, Allah onu tevbe sini kabul eder. Çünkü Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir. Ayetiyle tevbe edeni bağışlayacağını bildirmiştir. Cezayı veren Allah affederse artık ona kim ceza uygulayabilir?nitekim bazı tabiilere göre eli kesilmeden tevbe etmek haddi düşürür. Çünkü ayetin sonunda Allah ‘ın ‘’elğafur er-rahim : çok bağışlayan çok acıyan. ‘’ sıfatlarının anılması, o kimseden cezanın düşürüleceğine delalet eder. Ayette anılan ceza haddir. Ayetinde zahiri cezanın düşmesini gerektirir.
Demek ki el kesme uslanmayana verilecek cezadır. Aklını başına alıp uslanan kimsenin artık eli kesilmez. Kişinin uslanıp uslanmadı ise davranışlarının kontrol edilmesi ile anlaşılır. Tevbe eden hırsız bir süre gözetim altında tutulur. Tevbe sinde sadakati görülenin eli kesilmez. O halde bu el kesme meselesi yüzünden İslam ın kınanması, İslamın yanlış anlaşılmasından doğmaktadır. İslam asla uslanmayacak kimseler için toplumda zaten uygulanmakta olan bu ağır cezanın uygulanmasını gerekli görmüştür. Ta ki toplumda kötü işler birbiri ardınca sürüp gitmesin. Ama bir kez şeytana uyup tevbe eden, uslananlara bu ceza uygulanmaz. Çünkü İslamın gayesi insanların elini kesmek değil , fakat toplumun salah ve düzenini sağlamaktır. Eğer bu salah suçlunun elini kesmeden de sağlanıyorsa mutlaka suçlunun elinin kesilmesi gerekmez. Tabii suçuna pişmanda olsa yinede cezasız bırakılmaz hapsedilir dövülür, hakaret edilir, gözetim altında bulundurulur, çaldığı mal ödetilir’’( Ateş 2/524-525)
Yaşar Nuri Öztürk kuranın temel kavramları kitabından ( sirkat sayfa 490-494 ) bir bölümünü alıntı yaptım.
Kur’an ın beyanını esas alarak şu sonuca varılabilir. Hırsızlık ayetinde geçen el kesme için kullanılan kelimeler Yusuf suresi 31 ve 50. ayetlerde aynen kullanılmıştır. Bu ikinci kullanım Kur’an ın kendi kendini tefsiridir. Anılan ayetlerdeki el kesme elin kanatılması anlamında olduğuna göre hırsızın elini kesmenin anlamı da kanatılıp işaretlenerek teşhir etme olacaktır
Yaşar Nuri Öztürk Kur’andaki İslam Kitabı sayfa 699
Yukarıda alıntıladığım yazı inşallah bu konuda sizlere biraz yardımcı olmuştur. Tabii benim düşüncemde bu doğrultuda.
__________________ selam
|
murat5740 Newbie
Katılma Tarihi: 10 kasim 2005 Yer: Turkiye Gönderilenler: 21
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
selam mezheplerdeki farklı uygulamaları ve bunların verdikleri hükümlerini ve hırsızlığın tanımı hakkındaki görüşlerini sizelerle paylaşmayı ve onlardan bazı uygulamaları ayırmak için sunuyorum
HIRSIZLIK
Başkasının koruma altındaki malını gizlice almak, temyiz gücüne sahip, büluğ çağına gelmiş bir kimsenin, başkasının korunan ve bozulmayan şeylerden olan ve miktarı on dirhem gümüş para veya bunun değeri kadar bir malını gizlice çalmak anlamına gelir.
Hırsızlık; kitap, sünnet ve icmâ delilleriyle yasaklanmıştır. Kur'ân'da şöyle buyurulur: "Hırsızlık yapan erkek ve kadının ellerini kesiniz" (en-Nisa, 4/41). Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Sizden öncekiler şu sebeple helâk oldular, Onlar, şerefli bir kimse hırsızlık yaptığı zaman, hırsızı serbest bırakırlar. Güçsüz bir kimse hırsızlık yapınca da, ona ceza uygularlardı" (eş-Şevkânî, Neylü'l-Evtâr, VII,131,136). Hırsızlık sâbit olunca, el kesme (had cezası) uygulanır. Had cezası gerekli olmayan durumlarda ise zararın tazmini yoluna gidilir.
Had cezası uygulandıktan sonra, çalınan mal elde bulunuyorsa, bu malın mâlikine iâde edilmesi gerektiğinde İslâm hukukçuları arasında görüş birliği vardır. Ancak çalınan mal telef olmuşsa, tazmini gerekip gerekmediği ihtilaflıdır.
Hanefilere göre, çalınan mal helâk olmuşsa, had cezası uygulandığı takdirde ayrıca malın tazmini gerekmez. Yani had'le tazmin bir kişide toplanmaz. Eğer, malın sahibi, mahkemeye başvurmazdan önce çalınan malın tazminini talep etmişse, hırsıza el kesme cezası uygulanamaz. Eğer had' din uygulanmasını hâkimden istemişse, artık hırsızın, helâk olan malı tazmini gerekmez. Çünkü yukarıdaki âyetçe yalnız had cezasından söz edilmiş, ayrıca tazminata yer verilmemiştir. Diğer yandan Nebî (s.a.s); "Hırsıza had cezası uygulandığı zaman, artık malı tazmin etmesi istenemez" (Zeylaî, Nasbu'r Râye, Mısır,1938, III, 375). Mâlikilere göre, hırsız zenginse hem had, hem de telef olan malın tazmin cezası birlikte uygulanır. Yoksulsa yalnız had uygulanır. Şâfiî ve Hanbelîlere göre ise, hırsız zengin olsun, yoksul bulunsun had ve tazmin cezası birlikte uygulanır. Çalınan mal misli ise, misliyle kıyemî ise kıymetiyle tazmin ettirilir. Çünkü had cezası Allah hakkı, tazmin cezası ise kul hakkı niteliğindedir. Diyet ve keffârette olduğu gibi, bunlardan birisi diğerine engel teşkil etmez (İbn Rüşd, Bidâyetü'l-Müctehid, Mısır; ts., II, 408 vd.; İbn Kudâme, el-Muğnî, VIII, 270; eş-Şîrâzî, el-Mühezzeb, II, 284; ez-Zühaylî, el-Fıkhu'l-İslâmî ve Edilletüh, VI, 95, 96).
Hırsızlığın tekrarı hâlinde, İslâm hukukçuları, ilk hırsızlıkta hırsızın sağ elinin, ikincisinde ise sol ayağının kesileceği konusunda görüş birliği içindedir. Hanefî ve Hanbelîlere göre, üçüncü ve daha sonraki hırsızlıklarda, çalınan malın tazmini, ta'zir (Devletin koyacağı ceza) ve pişmanlık gösterinceye kadar hapis cezası gibi cezalar uygulanır. Hz. Ali'nin uygulaması böyle olduğu gibi, Hz. Ömer'den de benzer uygulama nakledilmiştir. Ashâb-ı kiramın gözü önünde yapılan bu uygulamalara, karşı çıkan olmadığı için, konu hakkında icmâ (ittifak) meydana geldiği söylenmiştir (el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyi', 2. baskı, Beyrut 1394/1974, VII, 86; İbnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr,1. baskı, Bulak 1316/1898, IV, 248; İbn Kudâme a.g.e., VIII, 264). Mâlikî ve Şâfiîler, üçüncü ve dördüncü hırsızlık suçunda sol elin ve sağ ayağın kesileceği görüşünü benimsemişlerse de, bu konuda dayandıkları Ebû Hüreyre'den rivâyet edilen hadisin zayıf olduğu belirlenmiştir (İbn Rüşd, a.g.e., 409 vd.; Zeylaî, a.g.e., III, 368).
Hırsızlık cezasının uygulanabilmesi için, hırsızda veya çalınan malda bir takım şartların bulunması gerekir.
Hırsızla İlgili Şartlar Şunlardır:
Hırsızın had cezasına ehil olması gerekir. Bu da, onun akıllı ve erginlik çağına ulaşmış olmasını gerektirir. Bu yüzden küçük çocuklarla akıl hastalarına hırsızlık had cezası uygulanmaz. Nebî (s.a.s) şöyle buyurmuştur: "Üç kişiden kalem kaldırılmıştır; erginlik çağına kadar çocuktan, iyileşinceye kadar akıl hastasından ve uyanıncaya kadar uyuyandan" (Buharî, Hudud, 22, Talak;11; Ebû Dâvud, Hudud,17; Tirmîzî, Hudûd,1). Had cezası fiilin suç işleme kastıyla işlenmesini gerektirir. Küçük veya akıl hastasının fiilî suç olarak nitelendirilemez. Hatta Ebû Hanîfe ve Züfer'e göre, toplu hırsızlıkta hırsızların arasında küçük ve akıl hastası bulunsa, hiçbirisine had (el kesme) cezası uygulanamaz. Ebû Yûsuf'a göre ise, bu konuda topluluktan, malı fiilen çalan hangisi ise ona göre hüküm verilir (el-Kâsânî, a.g.e., VI, 67; İbnü'l-Hümâm, a.g.e., IV, 220).
Çalınan Malla İlgili Şartlar:
1) Malın mütekavvim olması. İnsanların değer verdiği tecavüz yoluyla telef edildiğinde tazmini gereken ve İslâm hukukuna göre alım-satımı meşru olan şeye "mütekavvim mal" denir. Buna göre, bir kimse hür bir insanı çalsa, hırsızlık cezası uygulanmaz. Çünkü hür insan bir mal değildir. Ancak tazir cezası verilir. Şarap veya domuzu çalma hâlinde de hüküm böyledir. Çünkü şarap ve domuz, müslüman hakkında kıymetli mal sayılmaz (İbnü'l-Hümâm, a.g.e., IV, 230).
2) Malın nisap miktarında olması. Hanefilere göre, hırsızlık nisabı bir dînâr (yaklaşık 4 gr. altın para) veya on dirhem (toplam 28 gr. gümüş para) yahut bu ikisine denk kıymetteki mal veya paradır. Hz: Peygamber devrinde 1 dinâr veya 10 dirhem para, iki tane kurbanlık koyun alabilecek kadar satın alma gücüne sahiptir (es-Serahsî, el-Mebsût, 3. baskı, Beyrut 1398/1978, IX,137; el-Kâsânî, a.g.e., VII, 77; İbnü'l-Hümâm, a.g.e., IV, 220). Delil şu hadislerdir: "On dirhemden az olan şeylerde el kesme yoktur" (Nesaî, Sârık, 10; Zeylaî, a.g.e., III, 359). "El kesme, ancak bir dinâr veya on dirhem parayı çalma hâlinde olur" (Zeylaî, a.g.e., III, 360, III, 358). "Hırsıza ancak kalkanın satış bedeli kadarını çalması halinde had uygulanır. Hz. Peygamber devrinde bu kıymet, on dirhem idi" (Zeylaî, a.g.e., III, 359).
Çoğunluk İslam hukukçularına göre, hırsızlık nisabı, altından dinarın dörtte biri, veya hâlis gümüşten üç dirhem yahut bunların kıymetidir. Dayandıkları delil şu hadislerdir: "Dinarın dörtte biri ve daha fazlası kadar hırsızlıkta had cezası uygulanır" (Şevkânî, a.g.e., VII,124). "Kıymeti üç dirhem olan kalkanda hırsızlık had'di uygulanır ki bu da dinarın dörtte biri kadardır" (Zeylaî, a.g.e., III, 355; İbn Rüşd, a.g.e., II, 408; İbn Kudâme, a.g.e., VIII, 240).
Burada, iki görüşün dayanağı olan hadisteki kalkanı Hanefiler on dirhem kıymetinde kabul ederken, diğerleri dörtte bir dinar veya üç dirhem olarak kabul etmişlerdir.
Çalınan malın kıymetinin, hırsızlık tarihinden cezanın uygulanacağı vakte kadar on dirhemden aşağıya düşmemesi gerekir. Ancak mal, bir ayıp isabet etmesi veya telef olması yüzünden eksilmiş veya tamamen zayi olmuşsa bu durum had cezasına engel teşkil etmez (el-Kâsânî, a.g.e., VII, 79; el-Bâcî, el-Müntekâ ale'l-Muvatta', VII, 158). Çoğunluğa göre ise, malın korunma yeri (hırz altı)nden çalındığı tarihe göre işlem yapılır.
İslâm hukukçuları, toplu hırsızlıkta çalınan mal, herbirine bölündüğünde nisabı aşıyorsa hepsi için had cezası uygulanacağı konusunda görüş birliği içindedir nisabın altına düşüyorsa Ebû Hanîfe ve Şâfiî'ye göre, hiçbirine had uygulanmaz. Çünkü herbiri nisap kadar mal çalmamış sayılır (el-Kâsânî, a.g.e., VII, 78; İbnü'l-Hümâm, a.g.e., IV, 225).
3) Çalınan şeyin koruma (hırz) altında olması. Hırz, sözlükte; bir şeyin korunduğu yer, demektir. Bir terim olarak; ev, dükkân ve çadır gibi, âdetler bakımından insanların mallarını korumak için yapılan yerleri ifade eder. Hırz ikiye ayrılır: Hadiste: "Ağaçtaki meyve ve hurma gibi şeylerde el kesme yoktur" (Şevkânî, a.g.e., VII, 127; A. b. Hanbel, Müsned, III, 464) buyurulur.
a) Kendi başına hırz sayılan yerler. Bunlar, malları korumak için hazırlanan yerler olup, izinsiz girmek yasaklanmıştır. Ev, dükkân, han, kasa, sandık gibi. Bunlarda bekçi bulunsun veya bulunmasın, kapı açık veya kapalı olsun hırz niteliği devam eder. Çünkü bina veya yer hırz amacıyla yapılmıştır.
b) Başkası sebebiyle hırz sayılan yerler. Bunlar mal saklamak için yapılmamış olan yerler olup, kendisine izinsiz olarak girilebilir ve giriş yasağı bulunmaz. Mescidler, yollar, resmî daireler gibi. Bunların hükmü bekçisi bulunmadığı takdirde herkese açık olan kır, mera ve sahra hükmündedir. Bunlarda mala yakın yerde bekçi bulunursa, bekçi uykuda olsun uyanık bulunsun, hırz yeri sayılır. Çünkü Nebî (s.a.s) uykuda bulunan Safvân'ın paltosunu çalan hırsıza had cezası uygulamıştır (es-Serahsî, a.g.e., IX,150 vd.; İbnü'l-Hümâm, a.g.e., IV, 240; el-Kâsânî, a.g.e., VII, 73). Mal, koruma yerinden tam olarak ayrılmadıkça had cezası gerekmez.
Yankesici (tarrâr)nin, başkasının cebinden el çabukluğu ile parasını çalması hâlinde, had cezasının uygulanacağı konusunda görüş birliği vardır. Mezardan kefen, altın diş vb. şeyler çalanın (nebbâş) hükmü ise ihtilaflıdır. Ebû Hanîfe ve İmam Muhammed'e göre, mezar hırsızına hırsızlık cezası uygulanmaz. Çünkü mezarlıklar kendi başına mal saklanan ve hırı altında bulunan yerler değildir (es-Serahsî, IX, 159; el-Kasânî, a.g.e., VII, 69). Çoğunluk İslâm hukukçularına göre ise, mezar hırsızına da had cezası uygulanır. Çünkü kefen de kendisine göre koruma altındadır. O da ölünün mülkü sayılır. Ölünün mirasçıları, nebbâşın kefeni geri vermesini ve cezalandırılmasını isterler (Ebû Zehra, Usulü'l-Fıkh, Mısır ts, s. 126, 127). Hz. Âişe'den şöyle nakledilmiştir: "Bizim ölülerimizi çalan dirilerimizi çalan kimse gibidir" (Zeylaî, a.g.e., III, 366).
Çarşı ve pazar yerlerinde umumun güvenine terkedilen mallara gelince, Hanefilere göre; bunlar geceleyin çalınırsa hırsızlık cezası uygulanır. Gündûz çalınırsa had uygulanmaz. Çünkü gündüz, buraya girme izni bulunduğu için hırz (koruma) şartı gerçekleşmez. Şâfii ve Mâlikilere göre ise, esnafın kendine ait bölme ve tezgâhında veya teneke, küp, çuval gibi kaplarda bulunan şeyler örf bakımından hırz altında sayılır ve bunları çalanlara had uygulanır. Ahmed b. Hanbel'e göre ise çarşı ve pazar yerinde bekçi varsa veya malın yanında gözetleyici bir kimse bulunursa hırsıza had cezası verilir (ibnü'l-Hümâm, a.g.e., IV, 242; İbn Kudâme, a.g.e., VIII, 249-250).
4) Çalınan malın biriktirmeye elverişli olması, çabuk bozulacak şeylerden olmaması. Ebû Hanîfe ve İmam Muhammed'e göre; kıymeti nisap miktarından çok olsa bile, çabuk bozulan şeylerde hırsızlık cezası uygulanmaz. Üzüm, incir, nar, elma, baklagiller, ekmek, yaş veya kuru et, meşrubat, süt, yoğurt ve benzeri gıda maddeleri gibi. Bunlar uzun süre bekletmeye elverişli olmadığı için, hırz (koruma) altında olsun veya olmasınlar, bunları çalana had uygulanmaz. Delil şu hadistir: "Ağaçtaki meyve ve hurma gibi şeylerde el kesme yoktur" (Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 464). Bir yıldan fazla biriktirilebilen dayanıklı tüketim mallarında ise hırsızlık suçu oluşabilir. Ceviz, badem, kuru hurma; kuru meyve ve sirke gibi. Ebû Yûsuf'a göre, biriktirmeye elverişli olmasa bile, gerçekte meşru olarak, yararlanılabilen herşey maldır ve bunu çalana hırsızlık cezası uygulanır. Meselâ günümüzde dayanıklı olmadığı halde meyveler önemli mallardan olmuştur. Diğer üç mezhebe göre, mal olarak edinilebilen ve alım satımı meşru olan her çeşit malda hırsızlık suçu söz konusu olur. Gıda maddesi, kumaş, hayvan, kıymetli taş veya maden, av ve şişe bunlar arasında sayılabilir. Çünkü; "Hırsızlık yapan erkek ve kadınım ellerini kesin" (en-Nisa 4/41) âyeti genel anlam ifade eder.
5) Çalınan malın, aslı itibariyle mubah olmaması. Bir şeyin aslı; kuş, odun, kamış, av hayvanı ve balık gibi mübah mallardan ise, Ebû Hanîfe'ye göre, bunlar dâru'l-İslâm'da bulunuyorsa el kesme cezası uygulanmaz. Diğer üç mezhebe göre aslı mübah olsun veya olmasın, bu malı çalana had uygulanır (Zühaylî, a.g.e" VI; 116, I 17).
6) Çalınan malda, hırsızın alma hakkının bulunmaması gerekir (el-Kâsânî, a.g:e, VII, 70-72; İbnü'l-Hümâm, a.g.e., IV, 229. vd.; es-Serahsî, a.g.e., IX, 152, 178).
7) Hırsız için çalınan malda, bir mülk, mülk te'vili veya mülk şüphesinin bulunması. Bu prensip gereğince hırsız, âriyet verdiği, rehnettiği veya kiraya verdiği şeyi çalmakla el kesme cezası uygulanmaz. Yine hırsız, beytülmalden (hazine, devlet malı) bir şeyi çalsa, kendisinin de bu toplum malında hissesi bulunduğundan had cezası uygulanmaz. Nitekim Hz. Ömer, Beytülmalden bir şeyler çalana had cezası uygulamamıştır. Bir zekât memuru, Hz. Ömer'e mektup yazarak Devlet hazinesinden çalanın hükmünü sordu. Hz. Ömer şöyle cevap verdi: "Onun elini kesme, çünkü, hiçbir kimse yoktur ki, kendisi için beytülmâlde bir hak bulunmasın". Diğer, yandan Hz. Ali de Devlet malı çalana had cezası uygulamamıştır. Dayandığı prensip, Devlet malım bütün tebeaya ait ortak mal sayılmasıdır, eğer gayri müslim tebeadan (zımmî) birisi devlet malını çalsa had uygulanır. Çünkü O'nun beytülmalde hakkı yoktur. Yoksul bir kimse, yoksulların yararlandığı bir vakıftan çalsa, had uygulanmaz. Zengin çalarsa uygulanır. Çünkü O'nun bu vakıfta hakkı yoktur. Sonuç olarak şüphe bulunan yerde had cezası uygulanmaz. Nitekim Nebî (s.a.s) şöyle buyurmuştur: "Şüphe bulununca, gücünüzün yettiği kadar hadleri düşürünüz" (Ebû Dâvud, Salat, 14; Tirmizî, Hudûd, 2).
8) Hırsızın, koruma altındaki yere girmek için izinli sayılmaması gerekir. Bir kimse, mahrem hısımlarından veya eşinden bir şeyler çalsa, hırsızlık haddi uygulanmaz. Çünkü hısımlarının bulunduğu yere örfe göre izinsiz girebilir. Eşlerin birbirinin malını almada örf de cereyan edebilir. Bu yüzden hırz (koruma) şartı gerçekleşmez. Yine bir topluluğun hizmetçisi, bunların eşyasından, misafir ev sahibinden, işçi girmeye izinli olduğu iş yerinden bir şey çalsa, el kesme cezası uygulanmaz. Çünkü, bir yere giriş hakkının bulunması, bu yeri onun hakkında hırz ortamı olmaktan çıkarır (es-serahsî, a. g. e., IX, 151; el-Kasanî, a.g.e., VII, 70, 75; İbn Âbidin, Reddü'l-Muhtâr, III, 221). Şâfiîlerde daha kuvvetli görüşe göre usûl ve furû dışında, diğer hısımlardan ve eşlerden birinin diğerinden, hırz altındaki malını çalması hafinde hırsızlık had cezası uygulanır. Delil, hırsızlık cezasını bildiren âyetin umûm anlamıdır.
Malı Çalınanda Bulunması Gereken Şartlar:
Malı çalınan kimsenin, bu mal üzerindeki elinin hukuken geçerli olması gerekir. Bu el, üçe ayrılır: a) Mülk eli. b) Emânet eli. Vedîa ve âriyet alanın ve mudarade (emek-sermâye) ortaklığında işletmecinin (mudarib) eli gibi. c) Dımân eli. Gasbedenin, pazarlık sonucu malı kabzedenin eli ile rehin alanın rehin üzerindeki eli gibi. Bütün bunlardan birşey çalan kimseye had uygulanır. Hırsızdan tekrar başka birisi çalsa had uygulanmaz. Çünkü hırsızın eli, hukuken geçerli bir el koyma değildir, Ondan almak, yoldan almak gibidir (el-Kâsânî, a.g.e., VII, 80; eş-Şîrâzî, el-Mühezzeb, II, 281).
Hırsızlığın dâru'l-adl'de yapılmış olması da had uygulaması için şarttır. Bir müslüman dâru'l-harb veya dâru'l-bağy'de hırsızlık yapsa had cezası uygulanmaz. Çünkü dâru'l-adl dışında, Devlet başkanı için velâyet yetkisi yoktur (el-Kasanî, a.g.e., VII, 79).
Hırsızlığın İsbatı:
Mahkemede hırsızlığın isbatı beyyine veya ikrar ile sabit olur. Beyyinenin kabulü için, şahitlik gibi genel, hadler ve kısas gibi özel şartlar gerekir.
a) Erkeklik, Hırsızlıkta, kadınların şahitliği geçerli değildir.
b) Adâlet. Fâsıkların şahitliği kabul edilmez.
c) Asâlet. Şüphe sebebiyle, şehâdet üzerine şehadet kabul edilemez.
d) Zaman aşımına uğramaması.
Hırsızlık için bir süre sonra şahitlik yapılsa, şüphe yüzünden kabul edilmez.
e) Husûmet veya dava açılmış olması. Davayı mal üzerinde hukukî ele sahip olan kimsenin açması gerekir. Husûmet ehliyeti çalınan mal üzerinde ya mülk sahibi veya emânet yahut da dımân eline sahip olmakla gerçekleşir (es-Serahsî, IX,169; el-Kâsânî, a.g.e., VII, 81; İbnu'l-Hümâm, a.g.e., IV, 223, 252).
İkrarın Şartları:
Hırsızlık hâkim önünde ikrarla da sabit olur. Çünkü insan ikrarından dolayı itham altında sayılmaz. Çoğunluk hukukçulara göre, bir defa ikrar yeterlidir. Ebû Yusuf ve Hanbelilere göre, ancak iki defa ikrarla hırsızlık sabit sayılır. Çünkü şahitlerin sayısı da iki tanedir (es-Serahsî, a.g.e., IX,182; eş-Şirâzî, a.g.e., II, 282).
Hırsızlık cezasını Düşüren Haller:
1) Malı çalınan kimsenin, hırsızın ikrarını yalanlanması. "Benim malımı çalmadı" demesi gibi.
2) Malı çalınanın, beyyinesini (delil) yalanlaması. "Şahitlerim yalancı şahittir" demesi gibi.
3) Hırsızın ikrarından dönmesi. Bu durumda had cezası uygulanmaz. Fakat malı tazmin etmesi gerekir. Çünkü ikrardan rucû hadler konusunda kabul edilir, fakat mali konuda kabul edilmez. Bu, ikrarda şüphe meydana getirir. Had şüphe ile düşer, fakat mal düşmez.
4) Hırsızın, çaldığı malı, mahkemeye başvurulmazdan önce mâlikine geri vermesi.
5) Hırsızın, çaldığı mala davadan önce hukuki bir yolla mâlik olması. Mal sahibi çalınan malı, hırsıza hibe etse veya satsa bu mal hukukî yolla intikal etmiş olur. Artık had cezası da uygulanmaz. Hatta Ebû Hanîfe ve İmam Muhammed'e göre, dava açılmış olsa bile, mahkeme sonuna kadar, mal hibe veya satma gibi bir yolla hırsıza geçse had cezası düşer. Diğer çoğunluk hukukçulara göre ise, mahkemeye başvurulduktan sonra artık hibe veya satışla mülkiyet hırsıza geçse bile had cezası düşmez. Çünkü Nebî (s.a.s) Savfan'ın paltosunu çalan hırsızın elinin kesilmesini emrettiği zaman, Safvan şöyle dedi: "Ben bunu istemedim. Palto ona sadaka olsun. Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurdu: "Onu bana getirmezden önce, bunu yapman gerekmez miydi?" (el-Bâcî, a.g. e., VII, 162; el-Kâsânî, a. g. e., VII, 88 vd.; İbnü'l-Hümâm, a.g.e., IV, 255 vd.).
Sonuç olarak had cezalarından maksat kamu düzenini sağlamak ve bu suçların toplumda açacağı yaraları sarmak olduğuna göre, hırsızın, mala sahip olması, özellikle malı çalınan kimsenin davasından vazgeçmesi halinde, had cezasının düşmesi amaca daha uygun görünmektedir.
__________________ Allah'ın sözünü değiştirmek isterler. De ki: "Siz asla bizim peşimize düşmeyeceksiniz! Allah daha önce sizin için böyle buyurmuştur.
|