Yazanlarda |
|
kursat Groupie
Katılma Tarihi: 24 eylul 2006 Gönderilenler: 56
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
*** Elmalılı Hamdi Yazır’ın Tefsiri: _Bakara 7: Kur'ân'ın hikmeti ve İslâmî esaslara göre ilimde zorlama fiili yoktur. Bundan, "aklî zaruret yoktur" diye de bahsederler. Cebir (zorlama) ve icâb (gerekli kılma), iradenin ve yaratmanın eseridir. Allah'ın, önden veya sondan bir şeyi bilmesi, onu yapması ve yaptırması demek değildir. Ne bilen yapmaya mecburdur, ne de bilinen yapılmaya mecburdur. İsteğin fiile çıkması bile kudret (güç)e, güçle beraber bir de yaratmaya bağlıdır. Bunun içindir ki biz, kendimizde iradeye bağlanmayan ilimler ve hatta güç bulunduğu halde bile fiile çıkmamış nice iradeler buluruz. Bütün bunlar bize gösterir ki bilmek, istemek, güç, yaratma bir grup sıfatlardır. Bundan dolayı Allah Teâlâ'nın bilmiş olması da zorla yaptırmış olması demek değildir. Ve Allah Teâlâ mühürü, ikinci huyu kulun istemesinden ve bahsettiği gücünden sonra yaratmıştır ve anılan teklif nihayet geçici ve değişken bir şekilde güç yetmez olmuştur. Bu ise hem mümkün ve hem olagelendir. Ve öyle olması yakışır. Özetle kader zorlama değildir. Bunlar, Allah bildiği için kâfir olmamış, kâfir olduklarından ve olacaklarından dolayı Allah öyle bilmiş, öyle takdir etmiştir. Yanılmayanın takdirinin mânâsı düşünülürse, bu pek kolay anlaşılır. _Kamer 50: Kader, kulun cüz'i iradesine zıt da değildir. Çünkü ihtiyârî fiillerin meydana gelmesi için cüz'i irade dahi kaderin içinde yer almaktadır. _Araf 179: Gerçekten de yemin olsun ki cinlerden ve insanlardan bir çoğunu da cehennem için yarattık, ki bunlar hüsranlarına haklarında ezeli hüküm verilmiş mahluklardır. Lâkin sırf cebir tarikiyle ve kendilerinin yaptıkları ve sebep oldukları şeyler hesaba katılmadan ve dikkate alınmadan cehennemlik olmuş değillerdir. Aslında başlangıçta "ahseni takvim", yani en güzel biçimde yaratılmış, şuur fıtratını taahhüt etmiş iken sonra "esfeli safiline" düşmüş ve cebren kurtarılmalarına ilâhî meşiyetin ilgisiz kalmış olması bakımındandır. Allah Teâlâ ezeli ilmiyle biliyordu ki, bunlar ileride irade ve hürriyet sahibi oldukları zaman taahhütlerini yerine getirmeyecekler ve görevlerini yapmayacaklar, fıtratlarındaki emaneti, şühudu ve marifeti ve diğer güçlerini hak yolunda kullanmayacaklardır, "Alçaklığa saplanıp kalacaklar ve heveslerine uyacaklardır." İşte o zaman Allah, onların kalplerini ve ruhsal melekelerini mühürleyecek, hakkı duymak kabiliyetleri kapanacak, bundan böyle onlara öyle bir yaratılış ve huy verecek ki, artık sırf cehennemlik olacaklar. Allah bunun böyle olacağını, son durumlarının cehenneme varacağını bile bile onları yarattığı için ta başlangıçta, sonu cehennemlik birçok halk yaratmış oluyordu. Bu ise Allah Teâlâ'nın onları doğrudan doğruya cehenneme zorlaması değil, cennete zorlaması, sonu bir taraftan cennete, bir taraftan cehenneme giden, kârlı olabileceği gibi, zararı da olan bir hayata, kâr yolunu taahhüt ettirerek atması fakat taahhütlerinin yerine getirilmesini kendilerine bırakması ve onların üstlerine yüklemesidir. Şüphe yok ki, bu taahhüdün yerine getirilmeyeceğini bile bile o yüklemeyi yapmak, sonuç olarak onların lehine değil, aleyhlerine olan bir durumdur. Allah dileseydi onları taahhütlerini yapmaya zorlayabilirdi ya da hiç yaratmazdı. O zaman da yokluk ve zorunluluk kendileri hakkında hayat ve hür seçimden daha hayırlı olurdu. Bu onlar açısından belki hoşlanılmayan bir şeydir, ama sonuç bakımından daha hayırlı olduğu kesindir. Bunu Allah neden dilemedi? Bu nokta sırf O'nun iradesine bağlıdır ve hiçbir şekilde münakaşa edilebilir bir şey değildir. O'nun iradesine müdahele olunamaz. O ne mecburdur, ne de sorumludur. "Yaptığından sorumlu değildir." (Enbiya 21/23), başına buyruk ve ortaksızdır. O'na bir şeyi vacip kılabilecek veya iradesine sınır koyabilecek hiçbir şey yoktur. (En'âm Sûresi'nde 25. âyetin tefsirine ve yine aynı sûrenin 112. âyet i nin Cin ve İns hakkındaki açıklamasına bakınız.) Burada mutlak zorunluluk (cebr-i mahz) olmadığına dikkat çekilerek buyuruluyor ki, onların kalbleri vardır. Kendilerine duyacak bir kalb verilmemiş ve fıtrattaki misaka bağlanmamış değillerdir. Lâkin bu kalblerle fıkıh etmezler, yani işi derinden derine anlamazlar. Kendi vicdanında duyulması ve farkına varılması gereken şeye dikkat etmezler, gereği gibi duyup anlamazlar, gözleri de vardır. Lâkin bunlarla görülecek şeyi görmezler, kulakları da vardır. Lâkin bunlarla işitmezler, işitilecek şeyi dinleyip duymazlar. Hasılı Allah'ın akıl ve duygu kuvvetlerini insan gibi ve gerektiği şekilde kullanmazlar. İşte bunlar en'âm (hayvan) gibidirler. Gönüllerinde, gözlerinde ve kulaklarında insanlığa mahsus olan mânâ ve şuur bulunmaz. Hayvan gibi sadece bir gövde ve ses ile insan olunur sanırlar ve yalnızca görünüş ile ilgilenirler. Veya bütün duyguları ve idrakleri münhasıran bu dünya hayatındaki geçim sebeplerine yöneliktir. Belki bunlar hayvandan da daha aşağı, daha şaşkındırlar. Çünkü en'âm denilen aşağı canlılar, yaratılıştan ve doğuştan gelen amaçlarından sapmazlar, seçebilecekleri kadar menfaat ve mazarratlarını seçerler, onları elde etmeye gücü yettiği kadar çaba gösterir, tehlikelerden korunmaya çalışır. Hiçbir uzvunu yaratılış gayesinin dışında kullanmaz, ileri gitmese de geri de kalmaz, yaratılışını değiştirmez. Onlar ise aksine gelişmeye ve ebedi mutluluğa aday olan yaratılışlarından gereği gibi yararlanmazlar, yararlanmak şöyle dursun onun bozulmasına sebep olurlar da ebedi azaba götüren bir yola girerler. Ve işte onlar o gafillerin ta kendileridir. Tam anlamıyla gafil diye işte bunlara denilir. Zira beyinleri ve kalbleri var, fakat şuurları yoktur. Nefislerine karşı şahit olmuşlardır da kendi özlerinden haberleri olmaz, fıtratlarındaki misak ve taahhüdü duymazlar, aldırmazlar. Kendi iç gözlemleriyle, fıkh-ı nefsî denilen kendi iç dikkatleriyle duymadıkları gibi, dışarıdan gözlerine sokulan âyetlerin, kitabın ve kulaklarına okunan hak kelâmının verdiği haberlerin şahitliğiyle de duymazlar. Vücud var, vicdan namına bir şeyleri yoktur. Dini, bir vehim; kitabı, bir eğlence; ilâhî kelâmı, bir musıki diye karşılarlar. ilâhî işlerle dünya işleri arasındaki inceliğin farkına varmaz, kimin kulu olduklarını, neye veya kime tapacaklarını bilmezler. Gönülleri boş heva, gözleri şekil ve resim, kulakları anlamsız sesler, müsemmasız isimler peşinde dolaşır durur. Kendilerine kalb, göz, kulak verip yaratan, yaratılıştan kendilerini Rablık mîsakına taahhüt ettiren, Semî (işiten), Basîr (gören) ve eşi-benzeri olmayan Allah Teâlâ'ya türlü türlü şirkler koşarlar, gafletlerinden dolayı Allah'ı anmazlar, anarlarsa bile O'nun münezzeh şanına layık olmayan isim, sıfat ve özelliklerle anarlar. _Yorum: “Şüphe yok ki, bu taahhüdün yerine getirilmeyeceğini bile bile o yüklemeyi yapmak, sonuç olarak onların lehine değil, aleyhlerine olan bir durumdur. Allah dileseydi onları taahhütlerini yapmaya zorlayabilirdi ya da hiç yaratmazdı. O zaman da yokluk ve zorunluluk kendileri hakkında hayat ve hür seçimden daha hayırlı olurdu. Bu onlar açısından belki hoşlanılmayan bir şeydir, ama sonuç bakımından daha hayırlı olduğu kesindir. Bunu Allah neden dilemedi? Bu nokta sırf O'nun iradesine bağlıdır ve hiçbir şekilde münakaşa edilebilir bir şey değildir. O'nun iradesine müdahele olunamaz. O ne mecburdur, ne de sorumludur. "Yaptığından sorumlu değildir." (Enbiya 21/23), başına buyruk ve ortaksızdır. O'na bir şeyi vacip kılabilecek veya iradesine sınır koyabilecek hiçbir şey yoktur.” Yazarın bu ifadelerine dikkat çekmek istiyorum. Yazar bu lafları ediyor ve bakıyor ki bu işe mana veremeyecek; o zaman Enbiya 23. ayeti söylüyor, Allah’ın iradesinden bahis açıyor ve O’nun sorgulanamayacağını vurguluyor. Dikkat ediniz ki, bu benim çok defa gördüğüm bir davranıştır. O da şudur: Bir kısım yazarlar insanın hür iradesinin olduğunu kabul ederek, kader konusunu anlatmaya çalıştıklarından dolayı insan iradesinin, Allah’ın iradesine üstün geldiği gibi bir manayı da savunduklarını hissediyorlar ama bundan da rahatsızlık duyuyorlar. Ancak savundukları düşünce bunu gerektirdiği için de bu tip, “insanın iradesinin, Allah’ın iradesine üstün geldiğini ve Allah’ın iradesinin, insanın iradesine tabi olduğunu ima edici” ifadeleri kullanmaktan kendilerini alamıyorlar. Bazı yazarlar bunu aleni yapıyor, bazısı gizli gizli, arasıra, kaçamak olarak, utanarak yapıyor ve Allah’ı aciz olarak vasıflamalarının hemen peşine, Allah’ın iradesinin mutlak oluşunu, sorgulanamaz oluşunu, neyi dilerse onu yaptığı gibi ifadeleri ekliyorlar. Bu, rahatlama onlar için; sanki bir tür günah çıkarma.
***Kutub’un Tefsiri: “Fizilal’il Kur’an” _Ahzap 17: Yüce Allah'ın önceden belirlediği kader bütün olaylara ve olayların sonuçlarına egemendir. Olayları ve gelişmeleri önceden çizilmiş yolda yönlendirir ve onları kaçınılmaz akıbete noktalandırır. Ölüm veya öldürülme zamanı gelince karşılaşılması kaçınılmaz olan bir kaderdir. Bu zaman bir saniye öne alınamadığı gibi geciktirilemez de. Kaçmak kaçınılmaz kader karşısında kaçana hiçbir yarar sağlamaz. Eğer kaçacak olurlarsa yakın bir zamanda önceden yazılmış ölüm vaktinde akıbetleriyle yüz yüze geleceklerdir. Çünkü bu dünyada geleceğine ilişkin söz verilen her an yakındır ve bu dünyadaki zevkü sefa süresi çok kısadır. Allah'a karşı onları koruyacak ve onlara ilişkin iradesinin önüne geçecek hiç kimse yoktur. O dilerse onlara kötülük eder, dilerse onlara merhamet eder. Kendilerini koruyacak ve Allah'ın kaderine karşı savunacak Allah'ın dışında bir dost ve yardımcı bulamazlar. Şu halde teslimiyetse teslimiyet, itaatsa itaat, Allah'a verilen söze bağlılıksa bağlılık. Bütün bunları hem darlıkta hemde genişlikte yapmak gerekir. O'na dönmek, her yönüyle O'na dayanıp güvenmek zorunludur. Sonra yüce Allah neyi nasıl dilerse öyle yapar. _Ahzap 36: Öyle olunca yüce Allah'ın "kader"inin sonuçlarına, önlerine getirdiklerine gönülden razı oldular. Çünkü yüce Allah'ın kaderinin her şeyi, herkesi, her olayı ve her durumu yönlendirdiğini Allah'a bir iç-bilinç ile kavradılar. Bunun sonucu alarak yüce Allah'ın kendilerine yönelik kaderini güvenle, huzurla, sevinçle, geniş ufukla bir anlayışla kucakladılar. Gün geçtikçe yüce Allah'ın kaderinin sonuçlarını beklenmedik birer süpriz gibi karşılamaz oldular. Duygusal reaksiyon yerine soğukkanlılığı, acı duyma yerine sabrı koydular. Yüce Allah'ın kaderinin sonuçlarını, bu sonuçları bekleyen, gözleyen, onlarla önceden duygu dünyasında aşinalık kuran bilge bir kişinin olgunluğu ile benimsediler. Onlar karşısında paniğe kapılmadılar, sarsılmadılar, yabancılık duygusuna kapılmadılar. Bundan dolayı istedikleri bir iş bir an önce olsun diye evren çarkının dönüşünün hızlanmasını istemeye kalkışmadılar. Bir an önce gerçekleşmesini istedikleri bir amaçları uğruna olayların akışının yavaşlamasını dilemeye yönelmediler. Bu amaçları çağrılarının başarısı ve egemen olması olduğu zaman bile bu soğukkanlılıktan ayrılmadılar. Her zaman yüce Allah'ın kaderinin çizdiği yolda yürüdüler. Bu yol kendilerini nereye götürürse götürsün, buna razı idiler, gönülden hoşnut idiler. Kutsal amaçları uğrunda canlarını, emeklerini, mallarını feda ediyorlardı. Ama aceleci olmuyorlar, sıkıntıya kapılmıyorlar, önemli bir iş yapıyormuş duygusunu kalplerine uğratmıyorlar, gururlanmıyorlar, hayal kırıklığına ve hayıflanma hissine yakalanmıyorlardı. Kesinlikle inanıyorlardı ki, yaptıkları her iş yüce Allah'ın yapmalarını planladığı işti, yüce Allah neyi dilerse o olurdu ve her işin, her olayın belirlenmiş bir vadesi, bir vakti vardı. Onlar yüce Allah'ın "el"ine kayıtsız-şartsız teslim olmuşlardı. Adımlarını bu el attırıyor, hareketlerini bu el yönlendiriyordu. Onlar kendilerini güden bu ele güveniyorlardı. Onun beraberliğinde rahattılar, kaygısız ve endişesizdiler. Kendilerini yumuşak başlılıkla, hiç karşı koymadan ve hiç zorluk çıkarmadan bu "el''in güdümüne vermişlerdi. _Enam 25: Bazı kimseler kaza-kader, zorunluluk-serbest tercilı (determinizm-volatarizm), kulun iradesi-kazanımı konularını teolojik tartışma konuları haline getiriyorlar, bu tartışmaları akıl ürünün varsayımlara ve zihni spekülasyonlara dayandırıyorlar. Böyleleri bu konuları gerçekçi ve yalın bir biçimde sunmayı amaçlayan Kur'an metodundan uzaklaşırlar. Bu konulara ilişkin Kur'an metoduna göre her şey kesinlikle yüce Allah'ın takdirine bağlı olarak gerçekleşir, insanın şu ya da bu biçimdeki yönelişi yüce Allah'ın onu döktüğü fıtrat kalıbının sınırları içinde yer alır, yüce Allah'ın takdiri uyarınca biçimlenen fıtratın kapsamı dışında düşünülemez. Bu arada insanın şu ya da bu yöne yönelmesinin dünyada ve Ahirette karşılaşılacak zorunlu sonuçları vardır ki, bunlar da yüce Allah'ın takdiri uyarınca meydana gelir. Böylece her şey son aşamada yüce Allah'ın takdirine dayanır. Fakat yüce Allah'ın takdiri, insana bağışlanan iradeye bağlı olarak gerçekleşir. Bu söylediklerimizin ötesinde sadece kuru tartışma vardır ki o da insanı mutlaka kuşkuya ve belirsizliğe götürür. _Enam 71: Bunların hepsi yarar ya da zarar dokundurmak bakımından eşittirler. Yarar ve zarar noktasında son derece zayıftırlar. Çünkü meydana gelen her hareket Allah'ın belirlediği bir kader doğrultusunda meydana gelmektedir. Allah'ın izin vermediği hiçbir şey meydana gelemez. O'nun takdirinden ve olaylara ilişkin hükmünden başkası meydana gelemez. _Enam 111: “Ardından surenin akışı tekrar sürüyor ve hidayete erenlerin doğru yolda oluşları ile sapıkların sapıtmalarının Allah'ın belirlediği bir kader uyarınca meydana geldiğini, bunların da onlar gibi Allah'ın kontrolünde, O'nun egemenliğinde, iradesi ve takdiri çerçevesinde olduğunu belirtiyor” _“Kuşkusuz Allah'ın iradesi, insanlara sınanabilecekleri oranda serbestlik vermeyi öngörmüştür. Bu nedenle tüm şekilleriyle şirke karşı bir zorlama söz konusu değildir. Bu sadece bir sınamadır. Ve onlar hiçbir durumda Allah'ın kontrolünün dışına çıkamazlar!” _”O halde her şey Allah'ın iradesine bağlıdır. Onların doğru yolu bulmamalarını dileyen O'dur. Çünkü onlar hidayetin yolunu tutmadılar. Yine onlara, denemek üzere bu kadar serbestlik tanımayı dileyen O'dur. Doğru yolu bulmak için çabaladıkları zaman doğru yolunu gösteren, sapıklığı tercih ettiklerinde de onları saptıran O'dur. İslâm düşüncesinde yer alan ilâhî serbest irade ile insanlara verilen bu kadarlık seçme özgürlüğü ile sınanmaları için kendilerine bırakılan bu alan arasında bir çelişki söz konusu değildir.” _”Üçüncü gerçek: Allah'ın buyruklarına uyanlarla isyan edenler, O'nun kontrolü altındadırlar. Gücü ve egemenliği karşısında birdirler. Kulların işlerini yönlendirmeye ilişkin yasalarla cereyan eden ilâhî iradeye uygun Allah'ın kaderi olmaksızın onlardan hiçbiri herhangi bir şey yapma imkânına sahip değildir. Ancak müminler, -kendilerine verilen seçme özgürlüğü oranında- kendi içlerinde, hücrelerinin hareketlerinde, organik ve psikolojik oluşumlarında, Allah'ın egemenliğine zorunlu olarak ister istemez boyun eğişleri ile bilgiye, hidayete ve serbestliğe dayalı olarak, kendilerini zorunlu gördükleri isteğe bağlı boyun eğişleri arasında bir uyum meydana getirirler. Bundan dolayı bizzat kendi kendisiyle barış içinde yaşar mümin. Çünkü hem zorunlu, hem de isteğe bağlı yönü tek bir kanuna, tek bir otoriteye, tek bir hakimiyete uymaktadır. İsyan edenlere gelince; onlar Allah'ın fıtrî yasasına uymak zorundadırlar. Bu yasa onları zorlamakta, ancak onlar bedensel oluşumları ve fıtrî ihtiyaçları bakımından bu yasaların dışına çıkamazlar. Bununla beraber kendilerine serbestlik tanınan alanda, O'nun hayat metodunda ve şeriatında somutlaşan Allah'ın egemenliğinden kaçmaktadırlar. Bu kopukluktan dolayı kişiliklerinde bir bedbahtlık yaşarlar. Bütün bunlara rağmen onlar Allah'ın kontrolü altındadırlar, hiçbir alanda O'nu aciz bırakamazlar. O'nun takdiri olmadıkça hiçbir şey yapamazlar.” _”Hatta Allah'ın sisteminden ve şeriatından kaçan isyancıların oluşumları üzerindeki egemenlik de Allah'a aittir. Onlar, Allah'ın dilemesi dışında O'nun dostlarına herhangi bir eziyette bulunamazlar. Bir kere onlar kendilerine hakim olmaktan acizdiler, müminlere nasıl egemen olabilirler? Gerek Allah'ın buyruklarına uyanlar, gerekse isyan edenler için dilediğini onunla yaptığı Allah'ın iradesidir her şeye egemen olan.” "Eğer biz onlara melekler indirsek, ölüler kendileriyle konuşsa ve her şeyi biraraya getirip karşılarına koysaydık, Allah dilemedikçe yine inanmazlardı. Fakat çoğu bunu bilmez" ayetinin tefsirinde Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi şunları söylemektedir: (Yüce Allah Peygamberi Muhammed'e (salât ve selâm üzerine olsun) şunu söylüyor: Ey Muhammed, putları ve heykelleri Rabblerine denk tutan sonra da sana, "Şayet bize bir kanıt gösterecek olursan kesinlikle sana inanacağız" diyenlerin iflah olacaklarından ümidini kes. Çünkü onlar için melekleri indirsek, gözleriyle görseler, sonra bir kez de peygamberliğine bir kanıt oluşturmaları için ölüleri diriltsek de onlarla konuşsalar ve söylediklerinde haklı olduğunu, onlara getirdiğin şeyin Allah katından bir gerçek olduğunu bildirseler ve yine her şeyi biraraya getirsek ve onları senin karşına koysak (Yani "emrine versek) -Allah'ın hidayete ermesini dilediği kimsenin dışında- sana inanmayacaklardır, seni doğrulamayacaklardır, sana uymayacaklardır. "Fakat çoğu bunu bilmez." Şöyle diyor yüce Allah: Ancak bu müşriklerin çoğu bunun böyle olduğunu bilmez. Sanıyorlar ki; inanmak onlara kalmıştır, kâfir olmak onların elindedir; diledikleri zaman inanırlar, diledikleri zaman kâfir olurlar. Durum böyle değildir. Bu benim elimdedir. Doğru yola ilettiğim ve bunda başarılı kıldığım dışında hiçbiri inanamaz. Doğruluktan uzaklaştırıp saptırdığımdan başkası kâfir olamaz.) Burada İbni Cerir'in açıkladığı bu temel prensip doğrudur, ancak daha fazla açıklamayı gerektiriyor. Nitekim hidayet, sapıklık, Allah'ın iradesi ve insanın çabası hakkındaki Kur'an ayetlerine dayanarak konuya değinmiştik. Kuşkusuz inanmak ve kâfir olmak sonradan olan bir şeydir; ve şu varlık bütününde sonradan olan her şey ancak Allah'ın kaderi uyarınca meydana gelmektedir: "Şüphesiz biz her şeyi bu kader doğrultusunda yaratmışız." (Kamer Suresi: 49) Falanın inanması, falanın da kâfir olması şeklinde ortaya çıkan kaderin dayandığı temel kanuna gelince; ayetler bunu açıklamaktadır. Buna göre insan, bir miktar serbestlikle yöneliş noktasında sınanmaktadır. Doğru yola yöneldiğinde ve bu uğurda çaba sarfettiğinde, Allah ona yol göstericilik yapacaktır. Hidayete ermesi Allah'ın kaderi uyarınca gerçekleşecektir. Aynı şekilde sapıklığa yönelip, doğru yoldan kaçındığında, Allah onu saptıracaktır. Sapıklığı Allah'ın kaderi doğrultusunda meydana gelecektir. İnsan her iki durumda da Allah'ın kontrolü ve egemenliği altındadır. İnsanın hayatı, Allah'ın serbest iradesine göre hareket eden kader ve yine O'nun serbest iradesiyle belirlediği kanun uyarınca sürmektedir. _Araf 178: “Her halukârda Allah'ın dilediği olur, ondan başkası olmaz. Meydana gelen her olay, O'nun takdiri ile olur. Başkasının kuvveti ile değil. İşlerin bu şekilde düzenlenmesi Allah'ın böyle olmasını dilemiş olmasındandır. Allah'ın takdiri bir şeyin olmasını gerektirmedikçe, hiçbir şey olmaz. Buna göre varlık aleminde, işlerin kendisine uygun olarak meydana geldiği başka bir irade yoktur. Olayları meydana getiren Allah'ın takdirinden başka bir kuvvet yoktur ortada. İşte bu gerçeğin çerçevesinde insan kendi isteğine göre hareket eder. Doğru yola ulaşması veya sapıklığa düşmesi de bu çerçevede meydana gelir.” _Araf 179: “ Çoğu cehennem için yaratılan insanların ve cinlerin bu dünyaya gönderilmelerinin hikmeti nedir? Nasılsa cehennemlik olan bu yaratıkların fonksiyonu nedir? Burada iki yaklaşım sözkonusu edilebilir: Birinci yaklaşım: Allah'ın ezeli olan ilminde, bu yaratıkların cehenneme gidecekleri biliniyordu. Yalnız bu bilgi onların yaşadıkları pratik hayatta cehennemi hakedecek eylemler yapmalarının açığa çıkmasını zorunlu kılmaz. Yüce Allah'ın ilmi alabildiğine geniş kapsamlıdır. Her şeyi kuşatmış durumdadır. Herhangi bir zaman ve kulların sonradan yaratılan dünyasında kendisinden sonra eylemin gerçekleştiği hiçbir harekete bağlı değildir. İkinci yaklaşım: Hiçbir zamana ve kulların sonradan yaratılan dünyasında meydana gelen herhangi bir harekete bağlı olmayan bu ezeli ilim, insanların cehenneme gitmelerine müstehak olacak biçimde sapmalarına neden olan itici güçlerden biri değildir. Cehenneme gitmelerinin asıl nedeni kendileridir. Yorum: Elmalılı’nın ve özellikle Kutub’un tefsirlerindeki bazı kader ile ilgili yazıları aktardım. Bu insanların ne kadar çelişkili ifadeler kullandıklarını gördünüz. Bu insanları örnek olma babında zikrettim. Fetullah Gülen’in Kader adlı kitabının detaylı incelemesi: __Kaderin lugat ve istılah manası: _“Kader, insanın kesbiyle Allah (cc)’ın yaratmasının mukârenet ve beraberliğidir. Yani insan, bir işe mübâşeret edip, iradesiyle o işin içinde bulunur ve Allah (cc) dilerse o işi yaratır. İşte kader, ezelî ve sonsuz ilmiyle eşyâyı olmadan evvel bilen Allah (cc)’ın yine olacakları daha olmadan evvel tesbit buyurmasıdır.” __Kader inancının getirdikleri:
_”Bizim her türlü fiilimizi yaratan Allah’tır. Yememiz, içmemiz, yatmamız, kalkmamız, düşünmemiz ve konuşmamız hep Allah tarafından yaratılmaktadır. Aslında yaratılmış olarak ne varsa hepsi Allah’ın mahlûkudur.”
_Yorum: Düşünmemizin Allah tarafından yaratıldığını söylüyor, bununla beraber ilerde göreceğimiz gibi cüzi iradenin ise yaratılmadığını ifade ediyor. Halbuki cüzi irademizde sonuçta düşüncedir. _“İnsan kendisinden sadır olan güzellikleri sahiplenemez. Çünkü bütün o güzellikler Cenâb-ı Hakk’ın plânıdır. Aksi halde, gizli bir şirk içine girilmiş olunur. Çünkü güzellikleri veren doğrudan doğruya Allah’tır”
_“Kötülüğü isteyen ise nefistir. Öyleyse kötülüğe ait mes’ûliyet tamamen nefse aittir. İşte âyet, bu iki ana esası birleştirir ve şöyle buyurur: “Sana gelen her iyilik Allah’tandır, her kötülük de nefsindendir” (Nisa, 4/79)”
_Yorum: Burada çok kitapta sergilenen bir tavırı görüyoruz, bu tavır şudur: Nisa 79. ayeti verirler ancak bir önceki ayetten bahsetmezler.
_“Günahlara gelince, onların yaratılmasında senin cüz’î ihtiyarın bir şartı âdidir. Öyle ise mes’ûliyet senin nefsine aittir. Zira sen neye meyletmiş, ne yapmayı düşünmüş veya meylinde nasıl tasarruf yapmışsan Cenâb-ı Hakk da onu yaratmıştır.”
_Yorum: Evet bu kitapta çok defa ifade edilen anlayış budur. Ancak dikkat edin bu meyilin Allah tarafından yaratıldığını söylemiyor ve ilerde göreceğimiz gibi yaratılmamış olduğunu ifade ediyor. Bu onların temel görüşleridir.
__Kader ile irade birbirine zıt değildir: _“İlâhî takdirin ma’nâsına gelince; sanki Cenâb-ı Hakk, insana şöyle demektedir: “Ben, şu zamanda, iradeni şu istikamette kullanacağını biliyorum. Onun için de senin hakkında bu işi o şekilde takdir buyuruyorum.” İşte bu, iradeyi te’yid etmek demektir.Evet, eşyayı yaratan Allah’tır. Ancak insan iradesinin söz konusu olduğu yerde, yapılan takdirde, insan iradesinin hangi tarafa sarfedileceği Cenâb-ı Hakk tarafından bilinmekte ve takdir ona göre yapılmaktadır. Öyle ise kader, insan iradesini te’yid ediyor, ibtal etmiyor. Yani, bir bakıma kader, insan iradesini de içine alıp kuşatıyor, ihata ediyor. Bu ise iradeyi te’yid etmek demektir; ibtal etmek, nefyetmek değildir...” __Kader ilim nevindendir: _“Kader, Cenâb-ı Hakk’ın ilminde eşyaya biçilen bir plân ve projedir. Birşeyi bilmek ise o şeyi vücuda getirmek, demek değildir. Meselâ, siz kafanızda bin tane binanın plânını tutsanız, yüzlerce fabrikanın fizibilitesini tasarlasanız bunlardan hiçbiri sırf kafanızda tuttuğunuzdan dolayı vücuda gelmez. Onların vücuda gelmesi için, irâde ve kudrete ihtiyaç vardır. Aksi halde, kafanızda tasarladığınız bina veya fabrikayı sadece siz bilirsiniz. Hayalen onun içinde dolaşır durursunuz ve hayalinizdeki en küçük bir kesinti de o fabrika veya o binayı ortadan kaldırıverir. Hatta, muhayyileniz yardımını kestiğinden dolayı hiç düşünmemiş ve tasarlamamış gibi olursunuz. Bir kere daha hatırlatalım ki, kader ilim nev’indendir. İlim ise daima ma’lûma tâbidir. Yani birşey nasılsa ve nasıl olacaksa öyle bilinir. Yoksa, ma’lûm ilme tâbi değildir. Durum böyle olunca, bizim ne yapacağımızı, iradelerimizi nasıl kullanacağımızı Cenâb-ı Hakk biliyor ve takdirini de bildiği istikamette yapıyor. O’nun ilmi muhittir, herşeyi kuşatmıştır. “Cenâb-ı Hakk’ın ilmine tâbidir” şeklinde bir ifade kullanmak sû-i edeptir. Biz bu tâbiri sadece meseleyi akla ve anlayışımıza yaklaştırmak için kullanıyoruz. Bir tren düşünelim. Bu trenin iki istasyon arasında katedeceği mesafe, zamanlama açısından bellidir. İnce hesaplarla hesaplanmış bu netice, trenin hareketinden çok önce bilinir ve bazen de bu ma’lûmat matbû hâle getirilir. İşte bu bilinen netice bir plân ve projedir. Mes’eleyi, mevzûmuza teşmil ve kıyas edecek olursak biz buna “Kader” deriz. Şu kadar var ki, elimizdeki bu ma’lûmat ve kader, treni harekete geçiren cebrî bir güç değildir. Yani tren bu plân ve projeden dolayı, denilen saatte, denilen istasyona gitmiyor, belki tren o vakitlerde oralara gideceği için bu plân ve projede, yani trenin kaderinde bu böyle yazılıp kaydediliyor. Çünkü ilim malûma tâbidir. Nasıl olacaksa öyle bilinmekte ve hakkındaki takdir ona göre yapılmaktadır. Cenâb-ı Hakk’ın ilmi, manzarı a’lâdan (çok yüksek bir nokta) olmuş ve olacak bütün eşyaya bir anda ve bir noktaya baktığı gibi bakar. O’nun ilminde, sebep-netice, illet-ma’lûl, başlangıç ve sonuç iç içedir ve hepsi tek noktanın içine sıkıştırılmıştır. O’nun için orada evvel-âhir, önce ve sonra diye birşey yoktur. Yani Cenâb-ı Hakk’ın ilmi herşeyi, bütün yönleriyle kuşatmıştır. Takdirini de bu ilmiyle yapmaktadır. Öyleyse bu takdir, iradî fiillerde, irade devre dışı tutularak yapılmamıştır. İnsanın bütün yaptıkları, daha önce Levh-i Mahfuz’a kaydedilmiş şeylerdir. Daha sonra onun boynuna takılan kader bu Levh-i Mahfuz’dan istinsah edilmiştir. “Her insanın amelini boynuna doladık.” (İsra, 17/13) âyeti de bize bu hakikati anlatmaktadır. Evet, insanın yapacağı herşey önceden yazılmıştır. İnsan yaptıklarıyla sadece kendi hakkında yazılmış olanı yerine getirmektedir. Ancak bu yazılma, insanın yapacakları önceden bilindiği içindir. Yoksa insanı zorlayıcı bir güç ve kuvvet değildir. İnsanın boynuna asılan bu defterle, insanın fiillerinin melekler tarafından yazıldığı defter yan yana getirildiğinde görülecektir ki, insan teker teker kendisi için daha önce yazılandan başka birşey yapmamıştır. Sonra Cenâb-ı Hakk, bu defteri insana okutacak ve hesabı da bu deftere göre görecektir.” _Yorum: Burada ısrarla “ilim maluma tabidir” anlayışını aktarıyor. Ancak görüldüğü üzere hadis olan ilimle yani bizim ilmimizle, kadim ilmi kıyaslıyor ki yanlıştır. __İradenin fonksiyonu: “Biz, insan iradesine mevcud nazarıyla bakmıyoruz. Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat dediğimiz ve Müslümanların, itikadî meselelerde ekseriyetini temsil eden görüşe göre bu böyledir. Varlığımızı meydana getiren bütün uzuvları teker teker sayarak onların mevcud olduğunu ve Allah tarafından yaratılmış bulunduklarını kabul ederiz. Meselâ, benim bir başım vardır, bu bir mevcuddur ve Allah tarafından yaratılmıştır. Bir burnum var, o da Allah tarafından yaratılmıştır. Ayaklarım var, kollarım var, gözlerim var ve bütün bunlar Allah tarafından yaratılmıştır. Ancak irade için aynı cümleyi tekrar edemeyiz. İrademiz vardır; fakat hâricî bir vücudu olmadığı için yaratılmış değildir. Onun için biz irademize mevcud nazarıyla bakamayız. Mevcud olmayan şeyler yaratılmayan şeylerdir ama bütün bunlar da Allah tarafından bilinir. Yani ilmî plânda onların da bir vücudu vardır. Fakat onlara irade ve kudret taalluk etmemiştir. Eğer aksi bahis mevzûu olsaydı, yani irademiz de diğer uzviyatımız gibi haricî vücud noktasında var ve yaratılmış olsaydı işte o zaman araya cebir girerdi. Nasıl Cenâb-ı Hakk, bizi yaratırken cebrî olarak yarattı. Bizi bize sormadı. Onun gibi irademiz de böyle yaratılmış olsaydı, işlenenlerin hiçbirinden mes’ul olma gibi bir durum söz konusu edilemezdi. Tabiî ki hiç kimse yaptığı hasenâta mukabil mükâfat da talep edemezdi. Çünkü ne iyiliği ne de kötülüğü yapan başka türlü yapmaya muktedir olamazdı. Halbuki burada durum böyle değildir. İnsan iradesi bizzat mevcud olarak yaratılmamıştır. Belki ona itibarî bir vücud verilmiştir. Hendesedeki itibarî ve farazî hatlar gibi, irade ve cüz’-i ihtiyarînin de itibarî ve farazî bir vücudu vardır. Böyle bir varlığı ve böyle bir vücudu ise, herhangi bir tartı ve ölçü ile değerlendirmek mümkün değildir. İşte irade, hiçbir ağırlığı olmayan böyle izafî bir vücuda sahiptir. Şu kadar var ki o, Cenâb-ı Hakk’ın icraat ve yaratmasına bir şart-ı âdîdir. Yani o kendine düşeni yaptığı zaman -ki bu ya meyelandır ya da meyelandaki tasarruftur- Cenâb-ı Hakk onun istediği fiili yaratır. Demek oluyor ki, ister meyelan, isterse meyelandaki tasarruf, haddizâtında haricî bir vücuda sahip olmamakla beraber, yaratma işi bu meyelan veya meyelandaki tasarrufa bağlı kılındığı içindir ki, irade apayrı bir değer ve kıymet kazanmaktadır.” _Yorum: Burada ise en temel mantık kaideleri ihlal edilmektedir. Cüzi iradeye mevcut nazarıyla bakmıyoruz diyor. O halde o mevcut değilse yok demektir ve sonra diyor ki: “bu cüzi iradenin, meyli ile fiiller yaratılır”. “Meyil şartı adidir” diyor. Bakın olmayan bir şey nasıl başka bir şeyin şartı olur ki? Yukarıda düşüncelerimizi Allahın yarattığını beyan etmişti, burada ise cüzi iradenin yaratılmadığını söylüyor. Cüzi irade ise şu demektir: Bir hareketi yapmadan önce yapmayı istemektir. Yani açıkça düşüncedir. _“Esasen kader mevzûunun en mu’dil mes’elelerinden birine girmiş olduk. Onun için mevzûu birkaç misâlle anlatmaya çalışalım: Siz büyük bir elektrik mekanizmasının düğmesine dokunuyorsunuz. Halbuki bu büyük mekanizmayı hazırlayan başkasıdır. O, öyle bir sistem kurmuştur ki, siz düğmeye dokunur dokunmaz âdeta bütün cihanı ışığa boğuyorsunuz. Yaptığınız bu küçük işle meydana gelen bu büyük netice arasında ma’kul bir münasebet görülmüyor. Sebep ve netice arasında hiçbir tenasüp ve uygunluk yok. Bu bir bakıma peygamberin mucizeleri gibi...” _Yorum: Yine burada düğmeye dokunmayı cüzi iradeye örnek olarak veriyor. Işığın yanmasını da fiillerimizin yaratılmasına kıyas ediyor. Yani sizin meyelanınız aslında küçük bir şey ama sonuçta büyük şeyi etkiliyor diyor, yani Allahın fiillerimizi yaratmasını kasdediyor. _“İnsanın yaptığı işlerde kendine ait hiçbir fonksiyon yoktur düşüncesi de Cebriye mezhebine aittir. Halbuki yukarıda da ısrarla üzerinde durduğumuz gibi, bu görüş de doğru değildir. Ehl-i Sünnet mezhebi ise her ikisinden aldığı hakikatla orta yolu temsil eder. Bu yol ifrat ve tefritten korunmuş yoldur. Fiilimizi yaratan Allah’tır, fakat isteyen, talep eden bizleriz. Öyle ise mes’uliyet bize aittir. İşte Ehl-i Sünnet görüşü de budur..!” _Yorum: Burada ise Ehli sünneti Cebriyye dışında gösteriyor, ancak bilindiği üzere ehli sünnet denince Maturidi ve Eşari mezhepleri anlaşılır. Evvelden gösterdiğimiz gibi Eşari mezhebi Cebriyyedendir, yani cebircidir ancak yazar bu mezheplerden hiç bahis açmıyor zaten yazarın bu konuların inceliklerinden pek haberi yoktur. __Ayet ve hadislerin aydınlatıcı tayfları altında kader: _“Cenâb-ı Hakk, bizi kötü yolun encamından muhafaza buyursun ve bizleri cennet ehlinin amellerine muvaffak eylesin.. teçhiz buyursun.(Amin!)” _Yorum: O halde kötü yollara düşenleri korumadı mı? _“Ve böyle bir kader anlayışında ne cebrin ne de Mutezilî düşüncenin yeri yoktur. Yani, irademizi alâkadar eden bütün fiiller, aynen bizim irademizle hiçbir yakınlığı olmayan diğer fiiller gibi doğrudan doğruya Cenâb-ı Hakk tarafından bilinip, takdir ve tayin edilmiştir. Ama iradî fiillerde, -çapı ne olursa olsun- mutlaka irade veya meyelan hesaba katılmış ve yapılan takdirler ona göre yapılmıştır.” _“İnsan iradesi, haricî vücudu olmamasına rağmen, Cenâb-ı Hakk’ın yaratmasına bir şart olması dolayısıyla işlenen hatalara mercidir. “Sana isabet eden bütün hayırlar Allah’tan; bütün şerler ise senin nefsindendir”(Nisa, 4/79) âyeti bize bu ölçüyü veriyor. Fakat meselenin diğer tarafında da “Meşîet-i İlahî” vardır. İnsan Allah’ın dilediğinden başka hiçbir şey dileyemez. İşte: “Siz ancak Allah’ın dilediğini dileyebilirsiniz”(İnsan,76/30) âyeti de bize bu dersi vermektedir.” _Yorum: Yine Nisa 79. ayeti veriyor ama Nisa 78. ayeti vermiyor. Bunu çoğu yapar. _“İmam Gazali, “Ben yapmıyorum; fakat diliyorum” diyenlere şu cevabı verir: “Peki, dilemeyi veren kim?” “Hayrı da şerri de yaratan Allah’tır. Fakat O’nun hayra rızası var, şerre rızası yoktur. Şerri isteyen insandır. Allah insanın şer işlemesini istemez. Fakat insan şerri isteyince, O da yaratır.” _Yorum: “Allah insanın şer işlemesini istemez” diyor. O halde dünyada Allahın dilemesinin dışında birşey mi oluyor? __Kitabet açısından kaza ve kader : _“Bir millet azizken, Allah onları zelil kılmaz. Bir millet başlara tâc iken, Allah onları ayaklar altında çiğnetmez. Ama millet kendi özünde değişikliğe uğrarsa, Allah da onları değiştirir.” _Yorum: Peki onların özündeki değişimleri Allah varetmiyor mu? __Meşiet-i ilahi açısından kader: _“Öyle ise, yapmak istediğin hemen her işinde, evvela meşîet-i ilâhîyi esas tutmalı ve yapacağın işi, Cenâb-ı Hakk’ın dilemesine bağlamalısın. Zaten O dilemedikten sonra senin bir şey yapman da mümkün değildir.” _Yorum: Cüzi iradem de, meyelanım da buna dahil mi? _“Evet insan kat’iyen inanmalıdır ki, Allah dilemedikten sonra hiç kimse hiçbir şey yapma güç ve kuvvetine malik değildir. Eşya ve hadiselerin ledünniyatına vakıf olan ve kendi iç âlemini dinlemesini bilen bir insan bu gerçeğe, hem de aksine zerre kadar ihtimal vermeyecek şekilde inanır, inanmalıdır da.” _“Hatta bazen bir iş için bütün mukaddemeleri hazırlar, enine boyuna etraflıca düşünür, plânlar ve bize göre bütün şartlar tamam, deriz; ama bir de bakarız ki, belirli belirsiz bir yerde küçük bir ihtimal, bir sızıntı her şeyi berbat edivermiş. Hatta her şey tamam. Ancak meşîet-i ilâhî bizim istediğimiz gibi taalluk etmediği için veya Allah (cc) o işi bizim istediğimiz istikamette dilemediği için, o iş tahakkuk etmemiştir ve böylece bizim plânlarımız altüst olmuş. Zaten âyet de bunu anlatmıyor mu? “Allah dilemedikçe siz bir şey dileyemezsiniz” (İnsan, 76/30) dileseniz de O istemezse, sizin gayretleriniz bir şey ifade etmez. O dilemedikçe, her türlü sa’y ve gayret boşunadır. Ne var ki, O çok defa âdet-i sübhanisiyle esbap ve sizin iradelerinizi birer dua kabul edip lütufta bulunabilir. İşte meşîet-i ilâhînin eşya ve hâdiselere taalluku herşeyle bu kadar iç içedir.” _“Allah’ın meşîeti olmasaydı siz hiçbir şey yapamayacaktınız. Meselâ, eğer Allah dileseydi, siz aranızda mukatele yapmayacaktınız. Ama yapıyorsunuz. Öyle ise sizin müsbet veya menfî mükatele hayatınız, sizin leh veya aleyhinize olması yönüyle tamamen Allah’ın dileme ve meşîetine bağlıdır. Allah neyi murad buyurursa onu yapar. O yaptığını ve yapacağını hiç kimseye sormaz. Zaten: “Allah ne dilerse o olur. O’nun dilemediği ise asla olmaz” hadîsi bir kaide-i mukarreredir. Allah neyi dilerse o keynunet kazanır, oluverir. Neyi dilemezse, yani neyin olmamasını dilerse o da olmaz. Burada dikkat edilmesi gereken bir husus var. O da Cenâb-ı Hakk’ın meşîetinin adem ve yok’a da taalluk etmesi meselesidir. Durum böyle olunca, Allah (cc) neyin olmasını murad eder ve dilerse o olur. Neyin de olmamasını dilerse o da olmaz. Evet meşîet-i ilâhî yok’a da var’a da taalluk eder. Yoksa, bazılarının dediği gibi, “meşîet-i ilâhi taalluk ederse o şey olur, taalluk etmezse olmaz”, gibi bir düşünce doğru değildir. Yani meşîet-i ilâhinin taalluk etmemesi gibi bir durum söz konusu olamaz. Çünkü, yokluk da aynen varlık gibi meşîetin elinde yoğrulmaktadır.” _“Devletlerin hakimiyeti, hakimiyetlerinin devamı ve bu devletlere hâkim olan ve onları temsil eden şahısların el değiştirip durması da tamamen ilâhî dilemeye ve meşiete bağlıdır. Bunu gösteren âyet ise şöyle: “Eğer siz (Uhud’da) bir yara almışsanız, (size düşman olan) o topluluk da (Bedir’de) benzeri bir yara almıştı. Böylece Biz, Allah’ın gerçek mü’minleri ortaya çıkarması ve içinizden şahidler edinmesi için, bu günleri bazen lehe, bazen de aleyhe döndürüp duruyoruz. Allah zulmedenleri sevmez.” (Al-i İmran, 3/140) âyeti de bize bu hakikati anlatmaktadır. Her ne kadar bu âyette, meşiet ifade eden kelime yoksa da, yine de meşieti ifade ediyor. Çünkü “Biz bu günleri evirir çeviririz” diyor. İnsanların değişip duran çeşitli durum ve hâlleri doğrudan doğruya Cenâb-ı Hakk’ın elindedir. Günler O’nun kudret elinde tesbih taneleri gibi evrilip çevrilmektedir. Şimdi bütün bunları söylerken insan iradesi nefyedilmiş mi oluyor? Hayır! Şimdilik o hususa temas etmeyeceğiz; zira burada sadece kaderin meşiet-i ilâhi ile alâkalı yönünü inceliyoruz. “ _“Buraya kadar naklettiğimiz âyetlerde gördük ve anladık ki, meşiet bütün hayatı çepeçevre sarmış ve ihata etmiştir. Evet, O’nun dilemesi ve meşieti her şeyi kuşatmıştır. Yokluk dahi O'nun meşietinin, o yönde tecelli etmesine bağlıdır. (Hud, 11/107; Bürûc, 85/16) yani istediğini yapan tek hâkimdir. O’nun dilemesi olmadan hiçbir şey olamaz.” _“Ben kendime ne zarar ne de fayda getirebilirim. Değil başkasına faydalı veya zararlı olmak, kendi öz nefsime dahi fayda veya zararım söz konusu değildir. Ancak Cenâb-ı Hakk’ın dilediği müstesna. Yani her işte olduğu gibi, benim kendime fayda veya zarar getirmemde de esas olan Allah’ın meşietidir... Allah Rasulü, meşiet-i İlâhîye o kadar teslimdir ki, bir gün şöyle buyurur: “Hiç kimse kendi ameliyle kurtulamaz.” Sahabi sorar: “Sen de mi Ya Rasulallah!” Cevap verir: “Evet, ben de; ancak; Rabbim’in beni rahmetiyle kucaklaması ve her tarafımı rahmetiyle sarması neticesinde kurtulabilirim.” _”Zira, Cenab-ı Hakk’ın meşîeti, herşeyi zahir ve batınıyla kuşatıp içine almıştır. O’nun meşîeti haricinde birşey düşünmek imkânsızdır.” _”Bu hâdise ve hadîsden de anlıyoruz ki, meşiet-i ilâhi esastır ve bu mevzuda ona hiç kimse ortak tutulamaz. Hatta bunu kasıtlı yapmak küfürdür ve şirktir.” _”Meleklerin ibadetleri, amelleri, Cenâb-ı Hakk’ın emir ve dilemesiyledir. Peygamberlerin yaptıkları da öyledir. Salih kulların sâlihât dediğimiz amelleri de aynı şekildedir. Ve bütün bunlardan Cenâb-ı Hakk, hoşnuttur, râzıdır.. Fakat öyle işler de vardır ki, temellerinde Cenâb-ı Hakk’ın meşiet ve dilemesi olmasına rağmen onlara rızası yoktur. Küfür, isyan ve günahın her çeşidi bu cümledendir.” _Yorum: Bu ifadeye göre demek ki küfür de Allahın iradesiyle mevcut oluyor. Bu anlayış cebr değil mi? _”Allah (cc) fesadı yaratır. Yaratması meşietinin taalluku ile olur. Fakat O’nun fesâda rızası yoktur. Diğer bütün günah çeşitlerinde de durum aynıdır.” _Yorum: Yani diyor ki: “Bütün şerler Allahın iradesiyle meydana gelir.” _”Onun için her iki emri de çok iyi anlamak gerekiyor. Cebriye mezhebi, bu iki emri, yani emr-i tekvînî ile emr-i şer’îyi birbirine karıştırdığı için iradeyi inkar etmiş ve sapık bir yola düşmüştür. Mu’tezile de iradeyi esas alarak, “kul kendi fiilini kendisi yaratır” dediği için ayrı bir yanılgı ile sapıtmıştır.” _Yorum: Yani, ne şiş yansın ne kebap misali “biz ne öyleyiz, ne de böyleyiz” diyor. Aklınca bir çıkış bulduğuna inanıyor. Halbuki bu iki yolun dışında kader mevzuunda başka yol yoktur. _”Hidayet ve dalâlet de Cenâb-ı Hakk’ın meşietine bağlıdır. Kur’an-ı Kerim birçok âyetiyle bu hususu tavzih etmektedir: “Allah kimi doğru yola koymak isterse onun kalbini İslâmiyete açar. Kimi de sapıttırmak isterse, göğe yükseliyormuş gibi, kalbini dar ve sıkıntılı kılar. Allah böylece kâfirleri küfür bataklığı içinde bırakır.”(En’am, 6/125).” _”Demek ki, hidayet meselesi veya dalâlet mezelleti;sebebiyet noktasında istidat ve kabiliyetle veya irade gücüyle çok da alâkalı değil. Bunlar, doğrudan doğruya ilâhî meşietin hikmet yüklü bir eseridir.” _Yorum: Hidayetin ve dalaletin esasen ilahi iradeyle irtibatlı olduğunu, insan iradesinin gücüyle çok da alakası olmadığını bildiriyor. _”Evet, Cenâb-ı Hakk bir şeyi dilemeden onu meydana getirmek bizim için mümkün değildir. Mümkün görünen şeyleri bazen gayr-i mümkün kılan; gayr-i mümkün görünenleri de imkan sahasına sokan yegane kuvvet O’dur. O’nun güç ve kuvveti zâtındandır. Onun için de biz O’na, kuvvetin tâ kendisi olarak bakıyoruz. Bize iş yapma gücünü O verdiği gibi, irademizi o yönde kullanma meylini de veren O’dur. Evet, gerçi bize bir irade vermiştir; ancak meşiet ve dileme sadece O’nun hakkıdır. Hidayet ve dalalet hususunda da durum aynıdır. Hâdî ve Mudill sadece ve sadece Allah’tır.” _Yorum: İrademizi o yönde kullanma meylini bize verenin Allah olduğunu söylüyor. halbuki yukarıda bu meyilin, yani cüzi iradenin mevcut olmadığını ve yaratılmadığını söylemişti. _”O’dur ki, bir zaman Ömer’in içine Allah Rasulü’nü öldürme duygusunu vermiş sonra da onu yola salıvermiştir ve dıştan dalâlete gidiş gibi görünen bu yolculuk Hz. Ömer’i hidayetin kucağına çekmiştir.” _ Yorum:Ömerin içine bu duyguyu Allah vermişse Ömer bu düşünceyi düşünmek zorundaydı demektir ve bunu düşünmemeye kudreti yoktur. O halde Ömerin burada hür iradesi nerededir? _”Allah kimin de dalâletini murad buyurmuşsa, onun kalbini daracık ve sımsıkı kılıverir. Artık o, İslâmî hiçbir teklife evet diyemez. Nasihatten, aslandan kaçan yaban eşekleri gibi kaçar (Müddessir, 74/48-51) ve her adımı onu İslâm’dan daha da uzaklaştırır. Ancak, bütün bunların üzerinde kesilip biçildiği bir şart-ı âdi vardır. O da insanın iradesidir. Birşey yapma veya yapmamaya karar verme duygusu.. esasen insanın kendisini vicdanen hür kabul etmesi de bunu gösterir. Dolayısıyla da vicdanen kendisini mes’ul sayar. İrade, yapılan şeylere temel taşı vazifesi görmektedir. Cenâb-ı Hakk yaratacağı herşeyi bu temel üzerinde yaratmaktadır.” _”Meselâ, diyelim ki siz, şu eğri dünya düzenini değiştirmek istiyorsunuz. Onu değiştirme istikametinde, vicdanınızda mevcudiyetini duyduğunuz iradenizi bir yere kadar kullandınız? Servet ve sâmânınızı o istikamette harcadınız. Herşeyinizi o yolda sarfettiniz ve sizi hedefe ulaştıracak bütün yolları denediniz, öyle ki dizinizin dermanı kesildi ve imkânlarınızın dibi göründü.. ve daha bunlar gibi bir sürü esbabı kurcaladınız.. yani iradeden beklenen herşeyi ortaya koydunuz. İşte o zaman Cenâb-ı Hakk’ın irade ve meşieti imdadınıza yetişecek ve size arzu ettiğiniz imkânları bahşedecektir. Evet sizin o mahiyeti meçhul iradenize daha nice büyük neticeler lütfedecektir. Bu ilahî bir kanundur ve asla değişmeyecektir.” _Yorum: Dikkat edilirse “siz elinizden geleni yaptığınızda Allahın iradesi imdadınıza yetişecek” gibi ifadeler kullanıyor ki bunlar yazarın ne kadar bu konuların cahili olduğunu gösteriyor. Zira yazara göre Allahın iradesi ezelidir. Ancak bu ifadelerinden çıkan anlam ise Allahın iradesinin hadis olduğu şeklinde bir anlatımı vardır. Bakın bu şahıslar ne dediklerini bilmiyorlar, ezeli irade kabul ediyorlar ve sonra insanın iradesini hadis kabul ediyorlar ve ondan sonra Allahın ezeli iradesi hadis olan yani sonradan olan insan iradesine tabidir gibi manalar içeren ifadeler kullanıyorlar. Detaylı açıklamasını ilim mevzuunda yaptığımız tabi olma ve tabi olunma meselesinde zikrettiğimiz gibi ezeli irade nasıl hadis olan iradaye tabi olur? Tabi olmak zaten sonradan olanın özelliğidir. Yani çok basit anlatımlar kullanıyor yazar ve buna rağmen insanların büyük çoğunluğu bu gibi basit hatalarla dolu yazıları hüccet olarak kabul ediyorlar. Said nursinin bu konudaki yazıları da çok basittir. Onlar bu konuları detaylı bilmemelerine rağmen kendilerine çok güveniyorlar ve biliyormuş edasıyle ahkam kesiyorlar. Zaten dünda da yaygın görüş maturidilik olduğundan pek kimse itiraz da etmiyor, bu böyle yüzyıllardır sürüp gidiyor. Ara sıra Cebri düşünceyi anlatan olmuşsada onlar fazla etkili olamadılar bu konuda. Mesela Said Nursiyle aynı dönemde yaşayan Mustafa Sabri, kader ile ilgili kitabında açıktan açığa Maturidi mezhebinin iç yüzünü delilleriyle anlattığı halde bu görüşleri toplumda pek etkili olmadı. _”Siz cüz’î iradenizi en son noktasına kadar kullanacaksınız; işte o zaman Küllî İrade kendine düşeni yapacaktır.” _Yorum: Burada yine Allahın iradesinin hadis olduğunu akla getiren ifadeler kullanıyor. _”Cenâb-ı Hakk, herşeyi kuşatan ilmiyle, ilerde bizim iradelerimizle yapacağımız herşeyi biliyor ve bildiklerini de tayin ve takdir ediyor.. sonra da bunları birer plân halin de Levh-i Mahfuza kaydediyor, daha sonra da melekler bizim hakkımızda bir defter tutup bütün amellerimizi yazıyor böylece her iki defter de birbirinin aynı oluyor. Tabiî bunların hepsinde Cenâb-ı Hakk’ın dilemesi esas oluyor. Zira biz Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat olarak, Allah dilerse birşey olur, Allah birşeyin olmamasını murâd buyurursa o şey de olmaz kanaat ve inancını taşıyoruz.” __Yaratma açısından kaza ve kader: _”Bir taş veya bir mermer mi yontuyorsunuz? Sizi de yaptığınız o işi de yaratan Allah’tır. Size düşünme melekesini veren, sonra sizi düşündüren ve bir merhale ötede, düşündüklerinizi ifade ettiren yine Allah’tır. Öyle ise bizim irademize düşen nedir? Böyle bir meselede irade nasıl bir paya sahiptir? İrade dediğimiz şey o kadar küçüktür ki, bakışlarınız ne kadar derin ve görüş ufkunuz ne kadar geniş olursa olsun yine onu göremez ve onu belirleyemezsiniz; çünkü onun hariçte hiçbir vücudu yoktur. O kadar küçüktür ki, ona terettüp eden işlerle onun arasında “tenâsüb-ü illiyet” prensibine göre bir nisbet bulmak mümkün değildir. Evet, irademiz ne ölçüde küçük ise, yanıbaşımızda duran ilâhî lütuflar da o kadar büyüktür.” _Yorum: “Hariçte hiçbir vücudu yoktur” diyor. Buifade direkt olarak “yoktur” manasına gelmiyor mu? Eğer cüzi iradenin etkisini kabul ediyorlarsa ki kabul ediyorlar, o halde soruyorum: Olmayan bir şey etki edebilir mi? _”Görüldüğü gibi, Allah’ın verdiği hükmü ve Allah’ın kazasını hiç kimse geriye çeviremeyeceği bu duada talim edilmiş bulunuyor. Öyle ise, bize düşen sadece bir meyildir ve bir yöneliştir.” _”Allah kime hidâyet murad ederse, onun gönlüne hidayet şuaları akar ve sonra da o gönülde karar kılar. Kimi de sapıklığa sürüklemek murad ederse, bütün vâiz ve hatipler onu kurtarmak için bir araya gelseler, onun imdadına koşsalar, ona anlatılacak herşeyi anlatsalar, tebliğ sevabını alsalar bile, o şahsın sapıtmasını önleme adına hiçbir şey yapamazlar. Çünkü onun hidâyete erme liyâkatı selbolmuştur. Artık ne yapılırsa yapılsın hiçbir faydası yoktur. Günümüzün umumî manzarası, bunu göstermeye yeter ve artar zannediyorum. Ancak burada şu hususu da nazardan uzak tutmamak gerekmektedir. Hidâyet ve dalâleti Allah yaratır; ancak itibari dahi olsa, onları mevcud iradenin istek ve talebi üzerine yaratır. Kul ister, Hâdî ve Mudill isimleriyle müsemma olan Allah (cc) da, hidâyet ve dalâleti yaratıverir. Dolayısıyla sapıtanın kendisi yine bizzat kul olur. Onun içindir ki biz, kıldığımız her namazda, Fatiha suresini okurken Cenâb-ı Hakk’a dua edip yalvarır ve: “Allah’ım bizi mağdub ve dâllînin yoluna sürükleme”(Fatiha, 1/7) deriz. Efendimiz de bir hadislerinde “Üzerlerine Allah’ın gadabı olanlar Yahudilerdir, sapık olanlar da Hristiyanlardır” buyurmuşlardır. Mevzuyu bu noktaya getirdikten sonra, burada hidâyetin mertebeleri üzerinde durmak icap etmektedir. Tâ ki, çeşitli yanlış anlamalara meydan verilmiş olmasın!” __İnsan iradesinin nazara alındığı hidayet: _”Evet, hiçbir ümmet yoktur ki, içinde bir nebi zuhur etmesin. Bu itibarla her ümmete mutlaka nebi gelecek, mübeşşir ve münzir olarak onlara hakikatleri tebliğ edecek ve ardından da iradeleriyle onları dinleyenler hakkında Allah (cc) hidâyetini yaratacaktır. Sapıklığı tercih edenler ise dalâlette kalacaktır ki, bu da onlar için de Cenâb-ı Hakk, dalâlet murad etmiş olacaktır.” _”Bununla beraber, Cenâb-ı Hakk, ayrıca kemâl-i kereminden her asrın başında birer müceddit gönderdi.” _Yorum: O halde bu anlayışa göre, gönderilen şahsın bu işte özgür iradesi yoktur. Zira Allah onu gönderdiyse o işini bu yönde yapmak zorundadır. _”Yâni, Cenâb-ı Hakk, hidâyete götürücü vesile ve vasıtaları yaratarak hidâyeti yaratmayı kulun istemesine bağladı. Bu bölümde cebrî bir hidâyet söz konusu değildir.” _Yorum: Yazara göre Allahın yaratması, iradesiyle olur. O halde şu sonuç çıkar: “Allahın iradesi de kulun iradesine bağlı.” İşte böyle bir sonuç çıkıyor, halbuki yazar Allahın iradesinin ezeli olduğunu kabul ediyor. _”Cenâb-ı Hakk, çeşitli vesileleri kullanarak insanları hidâyete, sırat-ı müstakime davet eder. Ancak, hidâyete gelince, onu bizzat kendi meşietine bağlar. Dilediğini hidâyete erdirir, dilediğini de dalâlette bırakır. Meselenin bir küçük yönü insana aittir. O Allah’ın davetine icabet eder ve hidâyet vesilelerinden istifadeye çalışırsa, Allah da meşietiyle tecelli eder ve onu hidâyete erdirir. Kur’an-ı Kerim bir hidâyet kaynağıdır. Ondan ancak Allah’ın diledikleri istifade edebilir ve Kur’an sadece onlar için bir hidâyet vesilesi olur.” _Yorum: “Hidayet vesilelerinden istifadeye çalışırsa, Allah da meşietiyle tecelli eder” şeklinde bir ifade kullanıyor ki, bu söz de yine Allahın iradesinin hadis olduğunu ima edici bir izahtır ve Allahın iradesinin kulun iradesine tabi olduğunu kabul eden bir anlayıştır. _”Ve yine Allah (cc), peygamberine hitaben: “Ey Habibim! İşte sana da buyruğumuzla Cebrâil’i gönderdik. Sen kitap nedir, iman nedir, bilmezdin. Fakat biz onu, kullarımızdan dilediğimizi onunla doğru yola eriştirdiğimiz bir nur kıldık. Şüphesiz sen de insanlara göklerin ve yerin sahibi olan Allah’ın yolunu, doğru yolu göstermektesin. İyi bilin ki, işler sonunda Allah’a döner.” (Şûra, 42/52-53) İşte bu âyette de anlatıldığı gibi, hidâyette iki mertebe görüyoruz. Birinci mertebede sadece vesile ve vasıtalık var ki, Kur’ân-ı Kerim bu vesile ve vasıtalığı da bazen hidâyete erdirme olarak vasıflandırmaktadır. Esasen bu tür hidâyete erdirme vesilelikten öteye de geçmez. Hidayetin ikinci mertebesine gelince bu Cenâb-ı Hakk’ın insan gönlünde hidâyeti yaratmasıdır. Bu yaratmayı Cenâb-ı Hakk, vesilelerle yaptığı gibi doğrudan doğruya da yapmaktadır. O’nun bu tür hidâyete erdirmesi ise, sırf bir lütuftur. Büyüklerimiz buna “Cebr-i Lütfî” demişlerdir. Rabbimizden niyazımız, bizleri de böyle cebrî bir lütuf ile hidâyete erdirmesidir.” __Kaderle ilgili sorular ve cevaplar: _”Kâinatta olup biten herşeyi Allah yaratır. Bu soruda “küllî îrade” diye geçen şey de işte budur. Hatta, “Sizi de, işinizi de, Allah yarattı.”(Saffât, 23/96) Yani sizin de, sizden sâdır olan ef’âlin de hâlikı yalnız Allah’tır. Meselâ: Siz taksi yapsanız, veya bir ev inşa etseniz, bu işleri yaratan Allah’tır. Siz ve ef’aliniz, Allah’a aitsiniz. Ama ortaya gelen bütün bu işlerde, size ait bir husus vardır ki, o da bir kesb ve bir beşerî mübâşerettir. Bu ise âdî bir şart ve temâyül gibi bir şeydir. Tıpkı dünyaları aydınlatacak olan bir elektrik şebekesinin düğmesine dokunmak gibi.. Bu durumda “Sizin hiçbir şeyiniz, hiçbir müdâhaleniz yok” denemeyeceği gibi, işin tamamen size ait olduğu da söylenemez. İş tamamıyla Allah’a aittir. Fakat, Allah size ait bu işleri yaratırken, sizin cüz’î müdâhalenizi de âdi şart olarak kabûl etmiş ve yapacağı her şeyi onun üzerine inşa buyurmuştur. Meselâ: Şu câminin içindeki elektrik mekanizmasını, Allah kurmuş; işler ve çalışır hale getirmiştir. Yeniden bunu tenvir etme işi, ameliyesi de Allah’a aittir. Elektron akımlarından bir ışık meydana getirme, câmiyi tenvir etme birer fiildir. Ve bunlar da “Nuru’n-Nûr, Münevviru’n-Nûr, Musavviru’n-Nûr” olan Hz. Allah (cc)’a aittir. Ama bu câminin aydınlanması mevzuunda, sizin de bir mübaşeretiniz vardır; o da Allah’ın kurduğu bu mekanizmada, Allah’ın ayarladığı düğmeye sadece dokunmanızdır. Sizin irâde ve tâkatinizin çok fevkinde, o mekanizmanın, tenvir vazifesini yapması ise tamamen Allah’a aittir.” _”Müsaade buyurulursa biraz daha açayım: Allah hidayet eder ve hidayetinin vesileleri vardır. Camiye gelme, nasihat dinleme, fikren tenevvür etme hidayetin yollarıdır. Kur’an-ı Kerim’i dinleme, ma’nâsını tedkik ve derinliklerine nüfuz etme, hidâyet yollarındandır. Rasul-ü Ekrem’in (sav) Huzur-u Risâletpenâhîlerine gitme, rahle-i tedrîsi önünde oturma, O’nu can kulağı ile dinleme, O’nun gönülden ifâde edilen sözlerine kulak verme ve O’ndan gelen tecellilere gönlünü ma’kes yapmak, hidâyet yollarından birer yoldur. İnsan bu yollarla, hidâyete mübâşeret eder. Evet, câmiye geliş küçük bir mübâşerettir. Ama, Allah (cc), camiye gelişi hidâyete vesile kılar. Hidâyet eden Allah’tır; fakat, bu hidayete ermede Allah’ın kapısını, “kesb” ünvanıyla döven kuldur.” _Yorum: Ancak yazara göre camiye gelme, nasihat dinleme fiilleri de ve kesb adı verdikleri de Allahın iradesiyle mevcut bulur. _”İnsan, demhâneye, meyhâneye, puthâneye gider; böylece “Mudill” isminin kapısının tokmağına dokunmuş ve “beni saptır” demiş olur. Allah da murad buyurursa onu saptırır. Ama dilerse engel çıkarır, saptırmaz. Dikkat buyurulursa, insanın elinde o kadar cüz’î birşey vardır ki, bu ne hidayeti ne de dalâleti asla meydana getiremez. Demek oluyor ki; hidâyet eden de, dalâleti veren de Allah’tır (cc). Ama bir kimse dalâletin yoluna girdiyse, Allah (cc) da binde 999,9 ötesi kendisine ait işi yaratır; -tıpkı düğmeye dokunma gibi-, sonra da insanı, dalâlete meyil ettirir. O arzusundan ötürü de ya cezalandırır veya afveder.” _Yorum: ”İnsan, demhâneye, meyhâneye, puthâneye gider; böylece “Mudill” isminin kapısının tokmağına dokunmuş ve “beni saptır” demiş olur. Allah da murad buyurursa onu saptırır. Ama dilerse engel çıkarır, saptırmaz.” diyor yazar. Bu ifadeden de “kul ne yaparsa yapsın sonuç itibarıyla iş Allahın iradesi doğrultusunda meydana gelir” görüşü anlatılıyor. O halde iki insan var; ikisi de sapmak için meylediyor diyelim, bu görüşe göre “Allah istediğini saptırıyor, yani onda sapma fiilini yaratıyor; istediğini ise, o şahıs dilediği kadar sapmaya meyletse de onu saptırmak istemezse saptırmıyor” görüşü savunuluyor. Bu görüşe göre nasıl imtihandan bahsedilebilir. Ancak yazar bu dünyanın imtihan olduğunu ifade ediyor. _”Kimin, hangi istikametde, nasıl bir temâyülü olacak ve kim âdî bir şart ve sebebden ibaret olan irâdesini, hangi yönde kullanacaksa, bütün bunlar, önceden bilindiği için; o sebeblere göre meydana gelecek neticeleri takdîr ve tesbit etmek, insan irâdesini ne bağlamakta ne de zorlamaktadır. Aksine, onun meyilleri hesaba katılarak hakkında bu takdirler yapıldığı için, irâdesi kabûl edilmekte ve ona değer verilmektedir. Nitekim, bir büyük zât, hizmetçilerine; “Sizler öksürüğünüzü tutduğunuz zaman, şahâne hediyeler elde edeceksiniz; sebepsiz öksürdüğünüz takdirde de, hediyeleri kaybetmekle beraber, bir de itab göreceksiniz” dese, onların irâdesini kabûl etmiş ve desteklemiş olur. Aynen öyle de, Yüce Yaratıcı kullarından birine: “Sen şu istikâmette bir meyil gösterecek olursan, ben de, senin meyil gösterdiğin o şeyi yaratacağım. Ve, işte senin o temâyülüne göre de, şimdiden onu belirlemiş bulunuyorum” diye ferman etse, onun irâdesine ehemmiyet atfetmiş ve kıymet vermiş olur.” _”Mevzumuzla alâkası ise atânın kaza ve kader ile alâkalı yönüdür. İnsan, şerri talep ederse, Cenab-ı Hak da onun için o şerri takdir buyurur. Zaten insan hakkında yapılan takdirler onun iradesi hesaba katılarak yapılmaktadır. Mesela: Benim elimi kaldırmam daha ben elimi kaldırmadan önce hakkımda takdir edilmişse; Cenab-ı Hak bunu benim irademi veya meylimi o istikamette sarfedeceğimi bildiğinden dolayı takdir etmiştir. Zira Cenab-ı Hakk’ın ilim sıfatı bütün eşyayı -olmuşu ve olmamışı-, kendi zâtı da dahil herşeyi içine almaktadır. Binaenaleyh O, benim yapacağım işleri de biliyor ve ona göre takdirde bulunuyor; “Falan kulum elini kaldırmaya meyledecek ben de onu yaratacağım” veya “Ben bunu böyle yazdım” diyor. İşte bu kaderdir. Yani, bunun böyle yazılması kaderdir. Vakti gelip de benim elimi kaldırmam ise kazadır. O da hakkımda yapılan takdirin yerine getirilmesi demektir.”
*** Allah’ın irade sıfatı vardır ve kadimdir. Biz ve yaptıklarımız ise hadistir. Demek ki, biz olmadan evvel, Allah’ın kadim sıfatı olarak irade sıfatı vardı. Dolayısıyla bu olup bitenleri Allah, ezeli olarak dilemiş demektir. Daha bizim özgürlüğümüz kalır mı? *** Çevremizde cereyan eden hadiseler bir illet, sebep ve nedeni olduğu için değil, sadece ve sadece Allah öyle istediği için olur. Allah’ın dilemesi ise bir nedene bağlanamaz. Zira sebep, neden diye ileri sürülebilecek olaylar ezelde mevcut değildi. Halbuki Allah’ın irade sıfatı kadimdi. Kadim olan bir şeyi ise, sonradan olacak olanlar etkilemez, onu baskı altına alamaz. Zira sonradan olacak olanlar ezelde hiçti, yoktu; yokluk ise etkili değildir. Allah sebepsiz, illetsiz olarak birini peygamber, birini kafir yapar. Bunun hiçbir illeti yoktur. Mesela biri takva sahibi, diğeri çok günah işliyor, fasık. Soruyorum bu iki kişiden takva sahibi olan ne yaptı da bu durumu hak etti? Eğer denirse ki: “O, Allah’tan korktu, iyilik yaptı, namazını kıldı, kötü ortamlardan uzak durdu.” Derim ki; iyi ama bu saydıklarınız da Allah’ın dilemesiyle olmadı mı? Kulların fiillerini Allah yaratır. Sizin saydıklarınızı ona zorla yaptıran zaten Allah’dı. Dolayısıyla kişi bu şekilde bu mertebeyi hak edecek bir şey, öz itibariyle yapmadı. Zahiren konuşursak, evet ibadetlerinde sıkıydı, günahtan kaçardı denebilir. Ama benim demek istediğim öz itibariyle, bu takva sahibiyle diğer fasık kişi bir şey yaparak (Kendi hür seçimleriyle) bunu elde etmiş değildirler. Bunlar nedensiz, illetsiz olarak Allah ezeli olarak o sekilde istediği için böyle oluyor. *** Razi: “Müşrikler dediler ki: “Eğer Allah dileseydi, ne biz, ne de atalarımız O’ndan başka hiçbir şeye tapmaz, O‘nun hükmü olmaksızın hiçbir şeyi haram kılmazdık.” Onlardan evvelkiler de böyle yaptılar. Peygamberlerin üzerinde açık bir tebliğden başka bir vazife var mıdır? Andolsun ki biz her ümmete “Allah’a kulluk edin, putlardan kaçının” diye tebliğde bulunması için bir peygamber gönderdik. Sonra Allah, içlerinden kimini hidayete erdirmiş, kiminin üzerine de dalalet hak olmuştur. Şimdi yeryüzünde gezinin de, yalanlayanların akibetinin nice olduğunu görün. (Habibim) sen onların hidayet bulmalarına çok ihtiras göstersen bile Allah dalalette bırakacağı kimselere hidayeti nasip etmez. Onların bir yardımcıları da olmaz.” (Nahl 35-37) Kader İnancını İstismarları Bil ki bu, nübüvveti inkar edenlerin ileri sürdüğü üçüncü şüphedir. Bunu şöyle izah ederiz: Kafirler peygamberliği tenkit etmek için “Cebr” (özgürlüğün olmaması) görüşüne tutunarak şöyle demişlerdir: “Allah Teala eğer iman etmemizi dileseydi, ey Muhammed, sen gelsen de gelmesende, biz iman ederdik. Ama eğer Allah kafir olmamızı murad etmiş ise, sen (peygamber olarak) gelsen de gelmesen de küfrümüz yine olacaktı. Durum böyle olunca her şey Allah’tandır. O halde senin peygamber olarak gönderilmende bir fayda ve hikmet yoktur. Dolayısıyla nübüvvet (peygamberlik) müessesesinin batıl (asılsız) olduğunu söylemek gerekir.” Bil ki bu şüphe, Allah Teala’nın En’am suresinde “Müşrikler diyecekler ki: “Eğer Allah dileseydi, ne biz, ne atalarımız müşrik olmazdı. (Kendi kendimize) hiçbir şeyi haram da kılmazdık.” Onlardan evvelkiler de işte böyle tekzip ettiler.” (En’am 148) ayetinde naklettiği şeyin aynısıdır. Mutezile’nin bu ayetle yaptığı istidlal, tıpkı o ayetle yaptığı istidlal gibidir. O halde bu husustaki istidlal ve karşı istidlal bakımından söylenecek söz, o ayetin tefsirinde söylenmiş olanların aynısıdır. Bununla beraber bir nebze bahsetmemizde de bir sakınca yok. Diyoruz ki: Bu şüpheye karşı verilecek cevap şöyledir: O kafirler ”Her şey Allah’tan olduğuna göre, peygamber göndermek abes olur” şeklinde bir fikir ileri sürmüşlerdir. Buna karşı diyoruz ki: Bu söz Allah’a karşı bir itirazdır. Çünkü kafirler ”Peygamber göndermede, imanın gerçekleşmesi ve küfrün ortadan kaldırılması konusunda fazla bir tesiri olmayınca, Allah’ın peygamber göndermesi uygun değildir” demişlerdir. Dolayısıyla bu söz Allah’ın hüküm ve fiillerini mutlaka bir sebebe bağlama manasına gelir ki bu yanlıştır. Aksine Allah’ın kendi mülk ve melekutunda istediği hükmü verebilmesi ve istediğini yapabilmesi gerekir. Bundan dolayı, Allah’a karşı, “Bunu niçin yaptın veya şunu niçin yapmadın?” denilemez. Bunun bir inkar olduğunun delili şudur: Allah Teala bu ayetin sonunda bu hususu açıkça belirterek ”Andosun ki, biz her ümmete ”Allah’a kulluk edin, putlardan kaçının” diye tebliğde bulunması için bir peygamber gönderdik.“ buyurmuş ve böylece kulları hakkındaki sünnetinin (adetinin), onlara peygamber göndermek, Allah’a ibadet etmelerini emretmek ve tağuta ibadetten nehyetmek şeklinde olduğunu beyan buyurmuştur. Daha sonra Cenab-ı Hak “Sonra Allah içlerinden kimini hidayete erdirmiş, kiminin üzerine de dalalet hak olmuştur” buyurmuştur. Bu “Allah Teala, her ne kadar herkese imanı emretmiş ve herkesi küfürden nehyetmiş ise de, bir kısım insanları hidayete erdirmiş, bir kısmını da saptırmıştır. Binaenaleyh bu, Allah’ın kulları ile ilgili ezeli bir kanunudur” demektir. Bu da Allah’ın herkese imanı emredip, küfrü nehyetmesi, sonra da bazılarında imanı, bazılarında küfrü yaratmasıdır. Allah’ın sünneti bu manada bütün peygamberler, ümmetler ve milletler hakkında kadim olup, Allah Teala’nın da kendisinin itiraz edenlerin itirazından, ihtilaf edenlerin isteklerinden uzak ve beri bir ilah olmasına hükmetmesi güzel ve yerinde olunca, o kafirlerin böylesi bir soruyu ileri sürmeleri cehaletlerini, sapıklıklarını ve Allah’tan uzaklaşmalarını gerektirmiş olur. Böylece Allah Teala’nın onların rezillik ve lanete müstehak olmalarına hükmetmesinin; onların “Eğer Allah dileseydi, ne biz, ne atalarımız O’ndan başka hiçbir şeye tapmazdık” şeklindeki sözlerinde yalancı olduklarından değil, aksine onların durumunun böyle olmasının, peygamberler gönderilmesine mani olacağına inanmalarından ötürü olduğu, bu inancın ise yanlış olduğu, işte bundan dolayı onların alabildiğine zemme ve lanete müstehak oldukları sabit olmuş oldu. Bu konuda güvenilecek doğru cevap budur. Ama bizden önceki kelamcı ve müfessirler bu hususta başka bir izah yaparak şöyle demişlerdir: “Müşrikler bu sözü istihza (alay) için söylemişlerdir. Bu tıpkı Hz. Şuayb’a kavminin “Çünkü sen, yumuşak huylu, aklı başında bir adamsın” (Hud 87) demeleri gibidir. Eğer onlar bu sözü inanarak söylemiş olsalardı, mümin olurlardı. Allah en iyi bilendir. Bil ki Allah Teala bu şüpheyi nakledince “Onlardan evvelkiler de böyle yaptılar” buyurmuştur ki bu, “O kafirler hep bu şüpheye tutunmuşlardır”, demektir. Hak Teala daha sonra “Peygamberlerin üzerinde açık bir tebliğden başka bir vazife var mıdır?” buyurmuştur. Mutezile “Bu, Allah Teala hiç kimseyi imandan alıkoymaz ve hiç kimseyi küfre düşürmez. Peygamberlerin görevi ise sadece tebliğ etmektir. Binaenaleyh onlar mükellefiyetleri tebliğ edip, Allah Teala’nın da hiç kimseyi haktan men etmediği sabit olunca, bu şüphe düşer, demektir” demişlerdir. (Ehli Sünnet) alimlerimiz de bunun manasının şöyle olduğunu söylemiştir: “Allah Teala peygamberlerine tebliği emretmiştir. Tebliğ etme işi onlara farzdır. Ama imanın gerçekleşip, gerçekleşmemesi işinin peygamberle bir ilgisi yoktur. Fakat Allahu Teala ihsanı ve lütfu ile hidayete erdirir, dilediklerini de hızlanı ile (ilahi yardımı keserek) dalalete düşürür. Alimlerimiz hidayet ve dalaletin Allah’tan olduğunu anlatmak için Hak Teala’nın “Andolsun ki, biz her ümmete “Allah’a kulluk edin, putlardan (tağuttan) kaçının diye tebliğde bulunması için bir peygamber gönderdik” buyruğuna tutunarak şöyle demişlerdir: “Bu Allah Teala’nın her millet ve ümmet içinde imanı emreden ve küfürden nehyeden kimselerin olduğuna delalet eder.” Cenab-ı Hak daha sonra “Sonra Allah içlerinden kimini hidayete erdirmiş, kiminin üzerine de dalalet hak olmuştur” buyurur. Bu “Onların içinden Allah’ın imana, sıdka ve hakka ilettiği kimseler olduğu gibi, haktan saptırıp doğruyu görme hususunda kör kılığı, küfür ve dalalete düşürdüğü kimseler de var” demektir ki bu, Allah Teala’nın emrinin, her zaman iradesine muvafık olmadığına, bazen bir şeyi emrettiği halde o şeyi irade etmediğine; yine bir şeyi nehyettiği halde o şeyi irade ettiğine delalet eder ki bizim mezhebimiz de (görüşümüz) böyledir. Netice olarak diyebiliriz ki: Mutezile şöyle der: “Cenab-ı Hakk’ın emri ve iradesi devamlı birbirine uygun ve mutabıktır, ama O’nun ilmi ve iradesi bazen birbirine mutabık olmayabilir.” Halbuki bu ayetin lafzı açıkça bizim görüşümüze delalet etmektedir. Bu görüş şudur: İman emri herkese şamil, umumi bir ifadedir. Ama Allah’ın insanların iman etmesini irade etmesi, insanlardan ancak bazılarına tahsis edilmiş (nasip edilmiş)’tir. Ayetteki “Kiminin üzerine de dalalet hak olmuştur” ifadesi biz Ehli Sünnet’in görüşünün doğruluğuna delalet eder. Çünkü Allah Teala onlardan bazılarının üzerine dalaletin hak olduğunu haber verince, bu kimselerden dalaletin sadır olmaması imkansızdır. Aksi halde Allah Teala’nın doğru olan haberi, yalana dönüşmüş olur ki bu imkansızdır. İmkansızı gerektiren şey de imkansızdır. Binaenaleyh bu kimselerin dalalete düşmemeleri imkansızdır ve onlardan dalaletin sadır olması aklen vacip olmuş olur. Dolayısı ile bu, pek çok bakımdan biz (Ehli Sünnet’in) görüşünün doğruluğuna delalet eden bir ayettir. Allah en iyi bilendir. Bu ayetin benzeri olanlar Kur’an’da pek çoktur. Mesela “(Allah) bir kısmına hidayet verdi, bir kısmına da dalalet hak oldu” (Araf 30); “Üzerlerine Rabbinin kelimesi (hükmü) hak olmuş olanlar… iman etmezler” (Yunus 96) ve “Andolsun ki bunların çoğunun üzerine o söz hak olmuştur. Artık bunlar iman etmezler“ (Yasin 7) ayetleri gibi. *** Razi: İsra 106: ”Biz onu Kur’an olarak insanlara dura dura okuyasın diye ayet ayet, sure sure ayırdık ve onu perdeypey indirdik.” İsra 107-108: “De ki: ”Siz ona ister inanın, ister inanmayın. Şu bir gerçek ki bundan önce kendilerine ilim verilen kimselere o Kur’an okununca, derhal yüzüstü secdeye kapanırlar ve derlerdi ki: ”Rabbimizi tesbih ederiz. Rabbimizin vaadi mutlaka yerine getirilir.” “Ona ister inanın, ister inanmayın” Allah mucizeler isteyen o kimselere tehdidvari olarak ve yaptıklarını beğenmeyerek şöyle demiştir: ”Ben beyyine ve delillerimi apaçık ortaya koydum ve her türlü mazeret kapısını kapattım. Binaenaleyh artık istediğinizi seçin!” *** Razi: Kehf 28: ”Sabah akşam Rablerine O’nun cemalini dileyerek dua edenlerle beraber candan sabr-u sebat et. Dünya hayatının zinetini arzu ederek gözlerini onlardan ayırma. Kalbine bizi anmaktan gaflet verdiğimiz, heva-ü hevesine uyan ve işinde haddi aşmış kimselere boyun eğme.” Kehf 29: ”De ki: O, Rabbinizden bir haktır. Artık dileyen iman etsin, dileyen inkar etsin. Gerçekten biz zalimlere öyle bir ateş hazırladık ki duvarı çepeçevre kendilerini kuşatmıştır. Eğer onlar feryat eder, imdat dilerlerse kalın bir sıvıya benzeyen, yüzleri kavuran bir su ile imdat olunacaklardır. O, ne fena içecektir, (o ateş) ne kötü bir dayanaktır.” Ayetin daha önceki kısımla münasebeti hususunda şu izahlar yapılmıştır. 1- Allah Teala peygamberine, “Fakirleri kovarsan seni tasdik ederiz” diyen o zenginlere iltifat etmemesini emredince bundan sonra “De ki: O, Rabbinizden bir haktır” buyurmuştur ki, yani “o kimselere” Hak din Allah tarafından gelen dindir. Binaenaleyh onu kabul ederseniz, bunun faydası sizedir. Eğer bunu kabul etmezseniz, zararı da sizedir. Bunun fakirlik, zenginlik, güzellik, çirkinlik ,şöhret ya da tanınmama ile bir ilgisi yoktur de” demektir. 2- “Hak, Allah katından gelendir. O’nun katından bana gelen hak, kendimi o fakirlerle beraber tutmam, onlarla oturup kalkmam ve onları kovmamam; o reislere ve dünya ehline ise iltifat etmememdir.” 3- “Allah katından gelen Hak şudur: İsteyen iman etsin, isteyen de kafir olsun. Allah bana bir grup kafirin imana girmesi için, iman edip salih amel işleyen kimseleri kovma hususunda müsaade etmemiştir. Mutezile şöyle der: “Allah Teala’nın, “Artık dileyen iman etsin, dileyen inkar etsin“ ifadesi iman, küfür, itaat-masiyet vb. şeylerdeki işin kula ve onun iradesine bırakıldığına dair sarih bir ifadedir. Binaenaleyh kim bunu kabul etmezse, Kur’an’ın açık nassına muhalefet etmiş olur.” Andolsun ki bazı kimseler bana bu ayeti sordular da ben de, bu ayetin bizim görüşümüzün doğruluğuna delalet eden delillerin en güçlüsü olduğunu söyledim. Bu böyledir, zira bu ayet iman ve küfrün tahakkuk etmesinin, imanı ve küfrü dilemenin tahakkuk etmesine bağlı olduğu hususunda sarih bir ifadedir. Akıl da açıkça bunu gösterir. Çünkü seçim yapabilen aklın, o şeye yönelmeksizin ve onu tercih etmeksizin tahakkuk etmesi imkansızdır. Bunu iyice kavradığında şimdi biz diyoruz ki: O kasıt ve ihtiyarın (seçmenin) gerçekleşmesi, eğer kendisinden önce bulunan bir kasıt ve ihtiyar ile olmuşsa, o zaman sonsuza kadar her kasıt ve ihtiyardan önce bir kasıt ve ihtiyarın bulunması gerekir. Halbuki, bu imkansızdır. Binaenaleyh, o kasıt ve tercihlerin, o zorunlu kasıt bulunduğu zaman, Cenab-ı Hakk’ın kulda zaruri olarak yarattığı kasıt ve tercihe varıp dayanması gerekir. Zaruri olan tercih ise, fiili gerektirir. O halde insan ister dilesin, isterse dilemesin eğer onun kalbinde, muarızı (karşı gelen) bulunmayan o kafi (yeter, yetecek) irade bulunmazsa, fiil meydana gelmez. Ama o kesin irade bulunursa kul ister dilesin, isterse dilemesin, fiil o iradeye varıp dayanır. Meşietin (dileme) bulunması, fiilin bulunmasına; fiilin bulunması da, meşietin bulunmasına dayanmaz. Binaenaleyh insan görünüşte muhtar ama aslında muzdar ve mecbur olan bir varlıktır. Ebu Hamid el-Gazali bu hususu İhyau Ulumi’d-din adlı eserinin “Tevekkül” bölümünde ele alarak şöyle der: ”Eğer sen ”Ben kendimde bir şeyi yapmak istediğimde onu yapabilme; yapmamak istediğimde de onu yapmamaya dair zaruri bir şey buluyorum. Binaenaleyh yapıp yapmamak başkasında değil, benim elimdedir” dersen; ben buna şöyle cevap verebilirim: Farzedelim ki sen kendinde böyle bir şey hissediyorsun. Ama sen kendinde, bir fiili dilediğinde, o meşietin olduğunu; dilemediğinde de onun meydana gelmediğini hissedebiliyor musun? Tam aksine akıl, o kimse fiili istediğinde, o istekten önce bulunan bir meşiete göre bunu istediğine şehadet eder. O fiili istediğinde, o fiil, bu noktada hemencecik ve bir seçme olmaksızın meydana gelir. Binaenaleyh, kalpte istemenin bulunması, zorunlu bir şeydir. Fiilin o meşiete (istemeye) dayanması da zorunlu bir şeydir. Binaenaleyh bu her şeyin Allah’tan olduğuna delalet eder.” Cenab-ı Hakk’ın “Artık dileyen iman etsin, dileyen kafir olsun” ifadesinde önemli birkaç fayda bulunmaktadır. Birinci fayda: Ayet kasıt (irade) ve sebep (dai) olmaksızın herhangi bir failden, herhangi bir fiilin sadır olmasının imkansız olduğuna delalet eder. İkinci fayda: Emir sığası kendisiyle istek ve talep manası kasdedilmeksizin Allah’ın kitabında çokça kullanılmıştır. Hem sonra Ali ibn Talib de, bu ayetteki bu sığanın bir tehdit ve bir vaid ifade ettiğini, muhayyerlik ifade etmediğini söylemiştir. Üçüncü fayda: Ayet Allah Teala’nın müminlerin imanından yararlanmadığına; kafirlerin küfründen de zarar görmediğine, tam aksine imanın faydasının, küfrün de zararının insanlara raci olduğuna delalet eder. Nitekim Cenab-ı Hak “Eğer iyilik etmiş olursanız, kendinize iyilik etmiş olursunuz. Eğer kötülük ederseniz, (yine) kendinize kötülük etmiş olursunuz.” (İsra 7) buyurmuştur. *** Kitap: Tehafüt Haşiyesi Yazar: Kemal Paşa-zade --- Sayfa 48: Fiili başkasının fiiline bağlı olan failin fiili ise, kendi isteğine uygun olarak gerçekleşemez; tersine, başkasının bu fiili meydana getirmesine uygun olarak gerçekleşir. Razi “Al Matalib al Aliya” da şöyle der: Alim kişilerden biri, bu konuda ince bir söz söylemiştir: Eğer biri ”Ben kendi kendime baktığım zaman, bir şeyi yapmak istediğim zaman yaptığımı, yapmak istemediğim zaman yapmadığımı görüyorum. O halde fiilde bulunmakta, bulunmamak da benden çıkmaktadır” derse demiş ve buna cevap vererek bu sözü söyleyene şöyle demiştir: “Sen fiili yapmak istediğinde yapıyorsun, yapmak istemediğinde yapmıyorsun; ama acaba kendi kendine baktığında, fiili yapmak istemeyi istediğinde, fiilin istenmesinin meydana geldiğini ve fiili yaptığını, fiili yapmak istememeyi istediğinde, onu yapmak istemeyişinin meydana geldiğini (ve fiili yapmadığını) görüyor musun? Şüphesiz hayır. Çünkü bu teselsül gerektirir. Tersine akıl bu fiilde bu (isteme) nedenlerinin, bir başka nedenden ötürü olmayan, kalbinde hasıl olan bir nedende sona ermesi gerektiğini söyler ve sen kalbinde bu neden hasıl olduğunda, bu fiilin faili olursun. Şu halde kalbinde bu neden, (kendi kendisine) hasıl olmaz ve bu fiil, bu kalbindeki kendi kendisine hasıl olan nedene bağlanamaz. O halde insan muhtar görünüşü altında, muzdar bir varlıktır. --- Sayfa 78: Eğer “Biz, zorunlu olarak biliyoruz ki, bir şeyi istediğimiz zaman, istediğimizi istemeyiz. Bundan ötürü bir şeyi istediğimizde, bu isteğimizin taallukunun başka bir taalluktan ötürü olmadığı açıktır” dersen; derim ki: “İsteğimizde, başka bir isteğe ihtiyacımız olmaması, isteğimizin bizden ileri gelmemesinden, Tanrı’dan gelmesinden ötürüdür. Tanrı isteğine gelince, onun, O’ndan gelmesi lazımdır. --- Sayfa 440: … Tanrı’nın istediği olur, istemediği olmaz. İstediği şeyi istemeseydi o olmazdı, istemediği şeyi isteseydi o olurdu. *** Soru: Kadere hayrın (iyilik) ve şerrin (kötülük) Allah’tan geldiğine inanıyor musunuz? Evet derler. Peki zina yapmak şer midir? Evet derler. Peki zina yapmak Allah’tan mıdır? Genelde hayır derler. Hani hayır ve şer Allah’tandı ya… *** Ebu Hüreyre’den Resulullah buyurdu ki: “Kuvvetli mümin, zayıf müminden daha hayırlı ve Allah’a daha sevimlidir. (Fakat imanda birleşmeleri dolayısıyla) her ikisinde de hayır vardır. Hırsını sana faydası olan şeylere yönelt. Allah’a güven, acizlik gösterme. Eğer sana bir şey isabet ederse “Şöyle yapsaydım, şöyle olurdu” deme; fakat bu Allah’ın takdiri, O dilediğini yapar” de. Zira şart edatı olan “Lev” harfi şeytanın ameline yol açar.” (Müslim) *** Müslim b. Yesar el-Cuheni’den rivayet olunmuştur. Ömer b. El Hattab’a “Rabbin Ademoğullarından, bellerindeki zürriyetlerini alıp da onları kendi nefislerine şahit tutarak: ”Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” dediği vakit, “Evet Rabbimizsin, şahidiz” dediler. Bunu Kıyamet günü, “Bizim bundan haberimiz yoktu” demeyesiniz diye yapmıştık.” ayeti hakkında sorulmuş, o da şöyle demiştir: Resulullah’a bu ayet hakkında sorulmuştu da o zaman işittim. Resulullah şöyle buyurdu: “Allah Adem’i yarattı, sonra sağ eliyle onun belini sıvazladı ve ondan bir zürriyet çıkararak: “Bunları cennet için yarattım; bu sebeple cennet ehlinin amellerini işleyeceklerdir” buyurdu. Sonra Adem’in belini tekrar sıvazladı ve ondan bir zürriyet daha çıkardı: “Bunları da cehennem için yarattım ve cehennem ehlinin amelini işleyecekler” buyurdu. Bunun üzerine ayeti soran adam şöyle dedi: “Ya Resulullah! O zaman amelin faydası ne?” Resulullah şöyle buyurdu: “Allah bir kulu cennet için yarattığı zaman, onu cennet ehlinin amellerinde kullanır; öyle ki o kul cennet ehlinin amellerinden biri üzerinde ölür ve Allah da onu bu amelleriyle cennete sokar. Kulu cehennem için yarattığı zaman da onu cehennem ehlinin amellerinde kullanır; öyle ki o kul da cehennem ehlinin amellerinden biri üzerinde ölür; Allah da onu bu amelleriyle cehenneme sokar.” (Tirmizi) *** Kitap: Hadisi Şerif Külliyatı Yazar: Prof. Dr. Talat Koçyiğit Not: Buhari ve Müslim’in rivayet ettikleri Hz. Musa ile Hz. Adem’in konuşmalarını içeren bir hadis vardır. Hz. Musa yasak ağaçtan yemesi dolayısıyla Hz. Adem’i kınayınca, Hz. Adem kendisinin yaratılmadan önce Tevrat’ta isyan edeceği hususunun yazılı olduğunu söyleyerek cevap veriyor. --- Sayfa 347: Hadisi şeriften anlaşıldığına göre Adem ile Musa arasındaki bu münakaşa Adem’in yasak ağaca yaklaşıp malum hatayı işledikten, sonra da bu hatadan tövbe etmesinden sonra cereyan etmiş ve bu sebeple Adem, takdiri ilahiyi yani Allah’ın kendisi hakkındaki takdirini ileri sürerek Musa’nın suçlamasını reddetmiştir. Ancak bu yeryüzünde Allah’ın emirlerine yüz çeviren bir kimsenin günah olan fiillerinden dolayı kötülenemeyeceği ve bu kimsenin kaderini ileri sürerek kendisini mazur gösterebileceği manasında değildir. Aksine her günahkar işlediği günahtan dolayı kötülenir; ta ki günahından tövbe etsin. Ve bir daha bu çeşit günahları işlemeye kalkışmasın. Adem her ne kadar Musa’ya verdiği cevapta kaderini ileri sürerek onu susturmuş ise de bu cevap cennette iken işlemiş olduğu bir hatadan dolayı kendisini Allah’a karşı tebriy e etmek (temize çıkarma) veya suçtan arındırmak manasını ihtiva etmez. Eğer o malum hatayı işleyipte Rabbinin “Birbirinize düşman olduğunuz halde oradan (cennetten) inin. Artık ne zaman benden size hidayet gelir de, kim benim hidayetime uyarsa o sapmaz ve bedbaht olmaz” (Taha 123) sözlerine muhatap olduğu zaman “Bu Allah’ın kaderi; kendisine karşı geleceğimizi ezelde takdir etmişti” deseydi, şüphesiz kadere dayanarak kendini sorumluluktan kurtarmaya çalışmış olurdu ki, böyle bir davranış herhangi bir peygambere yakışmazdı. Halbuki Adem malum hatayı işleyip, cennetten çıkarıldığı zaman böyle bir davranışta bulunmamış fakat işlediği hatadan dolayı Rabbına tövbe etmiş af ve mağfiret dilemiştir. “Bundan sonradır ki Adem, Rabbından bazı sözler alıp (O’na yalvarmıştı da) O‘da onun tövbesini kabul etmişti. Zaten tövbeleri kabul ederek bağışlayan yalnız O’dur.” (Bakara 37) Bakara suresinin 30. ayetinde de açıklandığı gibi Allah Teala meleklere “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım“ dediğinde onlar “Orayı ifsad edecek ve kan dökecek kimseler mi yaratacaksın; biz sana hamdederek noksan sıfatlardan seni tenzih, kemal sıfatlarıyla tavsif edip duruyoruz” demişlerdir. Bundan da anlaşılmaktadır ki Adem cennette ebedi kalmak için değil, fakat Rabbi tarafından yeryüzünde halife yapılmak için yaratılmıştır. Bu husus göz önünde bulundurulursa Musa’nın “İşlediğin günahla insanları yeryüzüne indirdin” diyerek onu suçlamasında haklı olmaması gerekir. Eğer Adem, Musa’nın dediği gibi şeytana kanmayıp ta o ağaca yaklaşmasaydı, acaba ne olurdu? Her halde cennetten tardını (kovulmasını) gerektirecek bir günahın işlenmemiş olması dolayısıyla Adem eşiyle birlikte bulundukları yerde kalırlar ve yeryüzü halifeliği de gerçekleşmemiş olurdu. Halbuki Allah onu yeryüzünde halife yapmak için yaratmıştı ve O’nun iradesini engelleyecek hiçbir şey olamazdı. Takdiri ilahi şeytanın Adem’i kandırması, Adem’in cennetten kovulması ve böylece yeryüzü hilafetinin gerçekleşmesi şeklinde tecelli etti. *** Rızık Allah’tan mıdır? “Evet” derse devam et. Bir adam arkadaşına uğradı, öyle ki o gittiği arkadaşı kendi kafasından uydurduğu bir yemek çeşidini gelene sundu, gelen de onu yedi. Demek ki o adamın yediği şey onun rızkıydı. Lakin o zaman şu sonuç çıkar. O adam arkadaşına uğramaya mecburdu. Zira oraya gitmese o değişik yemeği yiyemeyecekti. Halbuki o yemek onun rızkıydı, onu yemesi lazımdı. Kul Allah’ın takdir ettiği rızkı yemeye mecburdur. Peygamberimiz buyurdu ki: ”Kimse kimsenin rızkını yiyemez, kimse rızkını yemeden ölmez.” Demek ki o adam oraya gitmeye mecburdu. Hani özgürlük? (Şuara 79, Hud 6) Burada “Allah bildiği için” şeklindeki sözleri de onları kurtaramaz. Çünkü Allah Kur’an’da rızık verenin kendisi olduğunu ve istediğine az, istediğine çok verdiğini beyan ediyor. O bakımdan “Allah bildiği için” şeklinde konuşurlarsa ne oldu? Rızık hususunda bildiği, zaten kendi yapacak olduğu şey olduğundan; “Bilmesi tesir etmez, kul özgürdür” denemez. *** Rızık Allah’tansa o halde; Hz. Adem’in yasak ağaçtan yediği de onun rızkı mıydı? Evet rızkıydı. Ve Allah’ın takdir ettiği rızkı, mahlukat yemek zorundadır. Aksi halde Allah’ın takdirinin bozulması ve bildiğinin tersi çıkmasıyla, ilminin cehle dönmesi lazım gelirdi ki bu muhaldir. Demek ki Hz. Adem yasak ağaçtan yemeye mecburdu. Allah ona zorla yedirdi. Bu noktada bana şu soruluyor: “Ona şeytan vesvese vermedi mi?” Evet verdi ama, şeytana vesveseyi zoraki verdirten de Allah’tı; Hz. Adem’de o vesveseye kanma düşüncesini yaratan da Allah’tı. Dolayısıyla Hz. Adem’e, Allah zorla yasak ağaçtan yedirmiş oldu. *** Hz. Adem yasak ağaçtan yemeseydi ne olacaktı? Yani bütün bu mevcudat, insanlar, bu olaylar Hz. Adem’in hür, özgür seçimine mi bağlandı? *** “Hakikati görmek isteyenler için her zaman yeterince aydınlık; hakikatı görmek istemeyenler için her zaman yeterince karanlık vardır.” (B. Pascal) *** Allah dilemediği, istemediği bir şeyi emreder mi? “Hayır” derse, de ki: Emreder! Şöyle ki: Allah namaz kılmayı emrediyor, lakin namaz kılmayan çok insan var. Biz şunu biliyoruz ki: ”Allah’ın dilediği olur, dilemediği olmaz.” İnsanların ekserisinin namaz kılmaması da görülen bir şeydir. Görüldüğü gibi Allah bir çok kimsenin namaz kılmasını istemediği halde namaz kılmayı emrediyor. Yani istemediği şeyi de Allah emreder. Buradan bakınca İblis’e, Hz. Adem’e secde etmesini emretti. Lakin onun secde etmesini istemedi. Her şey Allah’ın dilemesiyle değil mi? Madem öyle İblis secde etmedi, bu da bir “şey” dir. O halde İblis’i secde ettirmeyen de Allah’tı. *** Kitap: Ebu Hanife Yazar: Muhammed Ebu Zehra --- Sayfa 172: Bağdat tarihinde Ebu Yusuf’tan naklonuluyor: Ebu Hanife’yi şöyle derken işittim: Bir kaderci ile konuştunmu, sana söyleyeceği iki şeydir: Ya küfür etmek, ya sükut etmek. Ona bu şeylerin böyle olacağını Allah eskiden biliyor muydu? diye sorulsa: Buna karşı hayır derse kafir olur. Evet derse ona sorulur: Bildiği gibi olmasını mı diledi, yoksa bildiğinin hilafına olmasını mı diledi? Cevabında: Bildiği gibi olmasını diledi derse müminden imanı, kafirden küfrü dilediğini ikrar etmiş olup, yok ilminin hilafına olmasını diledi derse; Allah hem diliyor, hem de meramına nail olamıyor demek. (Olacağını) bildiğinin aksine dileyen ve (olacak olan) bildiği olmayan bir Tanrı tanımak ise küfürdür. *** ”Meydana getirilmiş olan bir şey, itici bir sebep icabı meydana gelmiştir.” (Aristo) *** Resulullah buyurdu ki: “Allah’ın dilediği oldu, dilemediği olmadı.” (Ebu Davud) *** Kitap: Farabi ve İbn Sina’ya Göre Yaratma Yazar: Hüseyin Atay --- Sayfa 75: Farabi mantık, daha doğrusu bilgi teorisi bakımından zorunlu varlığın değişen olurlu şeyleri bilmesini ele alıyor. Burada iki zorunlulukla karşılaşıyor. Biri Tanrı’nın değişen şeyleri, değişmeden önce, değişeceği gibi bilmesi gerektiğine inanmasıdır. Eğer bilmeyecek olursa Tanrı’nın ilmine güven kalmayacaktır. Bunun Tanrı hakkında kabule şayan bir söz olmadığını söyler. Diğeri, Tanrı’nın bilgisinin gerçekleşmesinden zorunluluk olduğunu kabul etmesidir. Tanrı gelecekte bir şeyin olmasını biliyorsa, o şey bildiği gibi olmak zorundadır, başka bir şekilde olması düşünülemez. Burada iki sonuç çıkar: Kainat olurlu değil, zorunlu, gerekli bir varlıkla determinizm sistemi olduğu. İnsanın hür irade sahibi ve istediğini yapan değil, bilmeden yapma zorunda olan bir varlık durumuna düştüğüdür. --- Sayfa 83-84: Farabi insanın seçme (ihtiyar) niteliğinin ezeli bir iradeden meydana geldiğini ileri sürer, çünkü bu nitelik bir şeyde olduğundan beri varsa, başkasından kendisine verilmiştir. Eğer sonradan hasıl olmuşsa, kendisi tarafından yapılamaz, zira o iradeyi yapmayı isteyecek başka bir irade ve isteğe ihtiyaç olacağından sonsuza gidecektir, bu imkansızdır; başkasından meydana gelmişse onun, ezeli bir iradeye dayanması gerekir, yoksa o da sonsuza gideceğinden var olamaz. İnsanın işine bir istek ve kast aramaktan maksat onun işinin düzenli ve doğru olduğunu göstermek olduğuna göre, Farabi; bu niteliği failden (Tanrı) nefyeden kimsenin, gelişigüzel, rastgele varlıkları meydana getirdiğini iddia etmiş olur ki, bu en çirkin sözlerden biridir der. --- Sayfa 204: Yaratan ilk, zorunlu varlık, tüm yetkin ve yetkin niteliklere sahip bir varlıktır. İrade niteliğini insanoğlundan almayı düşünmeyen - çünkü irade üstünlük, büyüklük ve olgunluk bildirir - insanı yaratandan o niteliği kaldırmayı düşünemez. İnsan kendinin yoksun olmasına razı olmadığı bir niteliği yaratanına nasıl çok görebilir. --- Sayfa 229: Tanrı her bakımdan üstün, yetkin, bilgin ve kudret sahibidir. Nitelikleri kendisi ile beraber ezelidir. Madem ki nitelikleri ezelidir, onlardan biri olan yaratma işi de ezeli olmalıdır. Yoksa Tanrı’ya sonradan bir şeyin arız olması gerekir ki, bu Tanrı için imkansızdır. Bundan dolayı yaratması da ezelidir. Yaratması ezeli olunca, kainat da ezeli olmuş olur. --- Yorum: Farabi ve İbn Sina Allah’ın yaratmasının ezeli olduğunu ileri sürmelerindeki delillerinden biri de budur. Bilindiği gibi Maturidiler Tekvin’i (Yaratma) ayrı bir sıfat olarak kabul edip, ezelidir derler. Görüldüğü gibi Tekvin ezeli kabul edilince yukarıdaki gibi bir durum ortaya çıkmaktadır. Oysa Eş’arilik, Tekvin’e hakiki bir sıfat demeyip, “Kudret sıfatının hadis olan ikinci taallukudur” demiştir. Yani bir insan yürüdüğünde, bu fiil o anda yaratılır. Bu yaratma o anda gerçekleşir. Ve o an, ezeli değildir. Demek ki Tekvin denilen şey hadistir. Kudret sıfatıyla ilgilidir. *** Kitap: İslam Akaid Sisteminde Gelişmeler Yazar: Yusuf Ziya Yörükan --- Sayfa 170: Üç kardeş Eş’ari gençliğinden beri hocası Cubbai ile tartışır ve onunla münazara ederdi. Son zamanlarda aralarında şöyle bir muhavere cereyan etmiştir: Eş’ari: “Üç kardeş farzedelim ki, bunların birisi abid bir mümin, diğeri fasık bir kafir, üçüncüsü ise çocukluğunda vefat etmiş. Bunlar hakkında ne dersin?” … Mutezile’nin esaslarından biri, “Kulları hakkında hayırlı ve maslahat olanı yapmak Allah’a vacip” olan bir şeydir. Bu sual doğrudan bu esasa teveccüh ediyordu. Fakat hakikatte efal-i ibad ve efal-i ilahiye, hayır ve şer ve mukadderat meselelerini kökünden hırpalayacak mahiyette bir sual idi. Bundan dolayı “üç kardeş” meselesi namıyla bu vaka din tarihinde yer tutmuştur. Cubbai şu cevabı vermiştir: _ “Zahid cennetin derecelerinde, kafir cehennemin derekelerinde, çocuk selamettedir, ona sevap ve ikap yok.” _ “Peki amma diğer çocuk, zahidin derecelerini isterse…” _ “Allah ona cevap verir: “Kardeşin oraya taatı sebebiyle vasıl oldu. Senin ise taatın yoktur.” _ “Ya çocuk: “Ya Rab kusur bende değildir. Eğer beni yaşatmış ve taata kudret vermiş olsaydın, ben de taat işlerdim.” _ “O zaman Allah der ki: “Ben senin ne olacağını bilirdim. Eğer sen büyüyecek bir yaşa gelmiş olsaydın, asi olacak ve cehenneme gidecektin; sana aslah olan küçük iken ölmüş olmaklığındır.” _ “Bu sefer asi olan, bulunduğu derekelerden haykırarak: “Ya Rabbi onun halini bildiğin ve onun maslahatına riayetle onu hıfz ettiğin gibi benim halimi de bilir, beni de siyanet edebilirdin” derse Allah ne der?” _ “Vesveseye tutuldun.” _ “Asla, fakat üstadın eşeği köprü üzerinde durdu.” --- Sayfa 257: Ebu Mansur Maturidi’nin Akaid Risalesi Bu akaid risalesi, Peygamberin ve arkadaşlarının yolunu güdenlerin (Ehl-i Sünnet Ve’l Cemaatin) başkanı, İslam dininin hükümlerini açıklayan, müslümanların öğütçüsü, bilgin önder, Şeyh Ebu Mansur-i Maturidi’ye mensuptur. Allah onu rahmet deryasına daldırsın ve büyüğümüz Muhammed hazretlerine, arkadaşlarına ve ona uyan bütün müslümanlara esenlikler versin! --- Yorum: Yazar Maturidi’yi övüyor. Kendisi de Maturidi’dir. --- Sayfa 228-229: Allah’ın yed‘i, vech’i ve nefsi vardır. Nitekim Kur’an’da Cenab-ı Allah böyle zikretmiştir. Allah’ın Kur’an’da zikrettiği vech, yed, nefs tabirlerinin her biri, Allah’ın keyfiyetsiz sıfatlarıdır. Allah’ın eli, Allahın kudreti veya nimeti manasınadır denilemez. Zira bu söz sıfatları iptal etmek olur. Bu ise Ehl-i Kader’in ve İtizalin sözüdür. (29) --- (29): Kaderiyye mezhebi, kaderi kabul edenler demek değildir; bu kaderi kabul etmeyen ve insanın hürriyete sahip olduğunu kabul eden mezheptir. Bunlar Mutezile’den evvel meydana çıkmışlardır. Mutezile kamilen Kaderiyye’den olduğu gibi, Şia-i İmamiyye mezhebi de, hatta denebilir ki, Maturidiler de Kaderiyye’dendirler. Daha sonraları Kaderiyye ve Mutezile aynı manada kullanılmışlardır. --- Yorum: 228-229. sayfalardaki ifadeler Ebu Hanife’ye nispet olunan “Fıkhı Ekber” adlı kitaptır. (29) nolu dipnotta ise yazarın yorumları vardır. Burada yazar açık açık Maturidiyye’nin Kaderiyye’den olduğunu itiraf ediyor. “Allah’ın eli, yüzü vardır” demek küfürdür. Zira bu Allah’a cisim demek olur. Bu ve benzeri ifadeleri uygun bir şekilde te’vil etmek gerekir. --- Sayfa 268: İnsan gücü (güç yeterliliği) insanın iş görme gücü (istitaası) işten önce kendinde mevcut olmayıp, yaptığı işin her cüzü meydana gelirken onunla birlikte vücuda gelir. Kaderciler: “İnsanın gücü fiilden evvel vardır; kişi onu istediği gibi kullanır” diyorlar. Biz ise bu: “Allah’tan müstağni olmak, Allah’a lüzum yok demektir ki, sonu küfre varır” deriz. --- Yorum: Bu yazı Maturidi’nin Akaid Risalesi’dir. Görüldüğü gibi Maturidi: “İnsan gücü, fiil ile beraberdir” diyor. O zaman güç yokken kul mükellef tutulmuş olmakla “Teklif-i mala yutak” (Takati üzerinde yük yüklemek) olması icap eder. Buradaki “kaderci” den kasıt Kaderiyye mezhebidir. Örnek: Namaz vakti girdiğinde namazı kılmak farz olur. Lakin fiil yokken; namaz kılma hareketleri yokken, kulun gücü de yoktur. Yani kulun gücü yokken, teklif vardır. Ne var ki Maturidiler “Teklif-i mala yutak caiz değildir” derler. --- Sayfa 269: istitaanın Şumulü Eş’ariler’e göre kötü iş işlemeye yeterli olan insan gücü, iyi işleri işlemeye yeterli değildir. Bu fikir açıkça cebirdir. Zira eğer insan gücü iyilikleri işlemeye yetkili değil ve insanların yaptığı iyilikler Allah’ın eseri ise, kişi fiilinde mecbur olmuş olur. Eş’ariler kabul ettikleri bu fikirden hareket ederek, gücümüz yetmeyen bir şeyin Allah tarafından bize teklif edilmesini caiz görmüşlerdir. Biz onların bu sözünü de Kur’an-ı Kerim’deki “Allah kişiye gücü yettiği kadar teklif eder” (Bakara 286) ayetiyle reddederiz. --- Yorum: Yine Ebu Mansur Maturidi’nin, Akaid Risalesidir. Kendisi Eş’ariliğin cebirci olduğunu söylemektedir. --- Sayfa 285-286: Yaratılış (fıtrat) İnsanlarla cinler, hepsi fıtratlarına göre yaratılmışlardır. Fıtrat, Mutezile ve Eş’ari’ye göre İslam demektir. Bundan ötürü “Kafir, kendi fiiliyle kafir olur” derler. Ehli Sünnet ise fıtrat, hilkat demektir. Çünkü, Cenab-ı Allah Ku’ran’ı Kerim’de ”Allah’ın fıtratı” (Rum 30) buyurmuştur. Bu ise Allah’ın hilkati demektir. --- (33): Mesele şudur: Mutezile ve Eş’ariliğe göre çocuk aklını kullanmasa da yaratılışında müslümandır. Ehli Sünnet’e göre yaratılışta her şeye müsaittir. Tesir altında kalmayıp, aklını kullanacak olursa Allah’ını bulur ve müslüman olur. Dikkat edilmelidir ki, burada Ehli Sünnet, Eş’ariler’e mukabil alınmıştır. Bu karşılaşma henüz Eş’ari mezhebinin tebellür (billurlaşma) etmediği zamana aittir ki, bundan risalenin çok eski olduğunu anlayabiliriz. --- Yorum: 285. sayfadaki yazı Maturidi’nin Akaid Risalesi’dir. (33) numaradaki dipnot ise yazara aittir. Görüldüğü gibi Maturidi, Eş’ari’yi Ehli Sünnet’ten saymıyor. *** Kitap: Hür irade ve Kader & nbsp; Yazar: W. Montgomey Watt --- Sayfa 192: İnsan sorumluluğunun bu ispatı teorik olduğu kadar pratiktir de, çünkü “el-Maturidi”, “el-Eş’ari’nin determinizminin hayat için fatalistik bir tutum ve ahlak için bir lakaydilik tevlid etmedeki muhtemel tehlikesine kesinlikle muttalidir. O, insanın hakiki değil de mecazi olarak fiil işlediğini söyleyen Mücbireye (cebirci) şöylece cevap verir: “Sizin itikadınız insanları ümit ve korkudan uzaklaşmaya sevkeder; böyle olunca onlar ne fiillerindeki şerden dolayı korkacaklar ve ne de fiillerinde bulunan hayırdan dolayı ümitleneceklerdir. Bu ise küfürdür, çünkü ümidin yitirilmesi yeistir. Allah buyurmuştur ki: “Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyiniz” başka bir ayette ise: “Allah’ın merhametinden kafir kavimden başkası ümit kesmez” buyurmuştur. Aynı şekilde korkunun yitirilmesi de Allah’a karşı olan ubudiyet ruhunun imhası ve O’nun yüceliğine ihtimam gösterilmemesinin kaynağıdır.” (61) “el-Maturidi” az sonra, fert için kaçınılmaz ve tayin edilmiş tarzda herhangi bir kaderin olmadığını teyid etmeye devam eder. Elimizde bulunan metinde olduğu gibi her nasılsa düşmüş olan bazı beyan ve rivayetin şerhinde el-Maturidi der ki, bunu manası “Levh-i Mahfuz’da yazılmış olan şekavet, saadet ehlinin amelleri sebebiyle (muhtemelen salih ameller işlemek suretiyle) saadete döndürülür ve orada yazılmış bulunan saadet, şekavet ehlinin amelleri sebebiyle şekavete döndürülür.” (62) ---Yorum: 61 ve 62 numaralı notlar Maturidi’nin “Şerhül-Fıkhi’l-Ekber” adlı kitabından yapılan alıntılardır. Görüldüğü üzere Maturidi, cebirci insanları küfür ile itham etmektedir. Defalarca zikrettiğimiz üzere Eş’arilikte cebircidir. Bir önceki örnekteki Yusuf Ziya Yörükan’ın kitabında, 269. sayfada ise; Ebu Mansur Maturidi’nin kendisinin, Eş’ari mezhebinin cebirci olduğunu söylediği aktarılıyor. --- Sayfa 198: İBANE ŞERHİ S. 66 Sayfa 66’dan itibaren başlayan 1-4 paragraflar yaklaşık olarak şu şekilde devam eder: “Onlara denebilecek olan başka bir mesele şudur: Allah, “Eğer biz dileseydik her nefse hidayetini verirdik fakat “cehennemi tamamen cinlerle ve insanlarla dolduracağım” diye benden söz hak olmuştur.” (Secde 13) Şu halde bu söz hak olunca, O’nun her nefse hidayet vermeyi dilememiş olduğu ortaya çıkmış olur. (Çünkü O’nun her nefse hidayetini vermeyişi, kafirlerin cezalandırılması hakkındaki sözün hak oluşuna dayandırılır) ve Allah onların hidayetini dilemeyeceğinden dolayı onların dalalete düşmelerini, mutlaka murad etmiştir. Bu ayetin manası, “Biz dileseydik, onlara hidayeti zorla verirdik ve bunu kabul etmeleri için de onları icbar ederdik” şeklindedir, derlerse verilecek cevap şudur: Öyleyse onlara hidayeti zorla verseydi ve bu hidayeti kabul etmeleri için de onları icbar etseydi gerçekten hidayete ermiş olurlar mıydı? Eğer “Evet” diye cevap verirlerse, şöyle cevap verilir: O takdirde Allah onların hidayetlerinin yaratıcısı olunca onlar, gerçekten hidayete erdirilmiş demektir. Eğer O, kafirlerin küfrünün haliki idiyse kafir olmak durumunda kalmış olmalarını niçin inkar edersiniz? Bu onların delilini çürütür, çünkü onlar; kafirin, kendi küfrünün yegane yaratıcısı olduğunu kabul etmişlerdir. *** Ebu Davud et-Tayalisi, Abdülmü’min b. Abdullah’tan rivayet etmiştir: Hasan’ın yanındaydık. Ona Yezid b. Ebi Meryem es-Seluli de geldi, ve bastonuna dayanarak: Ey Eba Sa’id, bana “Ne yerde, ne de nefislerinizde bir musibet başa gelmez ki, biz onu yaratmazdan önce, bir kitapta yazılmış olmasın” ayetinden haber ver deyince; Hasan da: “Evet Vallahi Allah Teala mutlaka semada hükmeder. Sonra şu günde, şu saatte hususi ve umumi konularda da aynı şekilde olmak üzere vakit tayin eder. Hatta asasını alacak olan kişi bile onu ancak kaza ve kaderle alır.” O zaman İbn Ebi Meryem: Ya Eba Sa’id, vallahi şu anda elimde olmadığı halde onu aldım; sonra da onu bir daha bırakmıyorum, deyince; Hasan: “Ya da anlamıyorsun” dedi. *** Abdullah b. Abbas’tan rivayet edilmiştir: Bir gün Resulullah’ın arkasında idim. Bana şöyle dedi: ”Ey oğulcağızım! Sana bazı kelimeler öğreteyim: Allah’ı koru ki, seni korusun. Allah’ı koru ki O’nu karşında bulursun. Bir şey istediğin zaman Allah’tan iste, yardım istediğin zaman Allah’tan yardım iste. Bil ki sana yardım etmek için bütün ümmet bir araya toplansa, Allah sana o yardımı yazmamışsa, sana yardım edemezler. Kalemler kaldırıldı, sahifeler kurudu. (Tirmizi) *** Ebu Hureyre’nin Resullullah’a şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Ya Resulullah, ben genç bir adamım, nefsimin zorlanmasından korkuyorum. Evlenecek bir kadın da bulamıyorum” dediğimde, Resulullah bana cevap vermedi. Bir daha söyledim, yine cevap vermedi. Bir daha söyledim, yine cevap vermedi. Bir daha söyledim, o zaman: “Ya Eba Hureyre, karşılaşacağın şeyle ilgili kalem kurudu. Ona göre artık ister (erkeklik uzvunu) kır at; istersen bırak” dedi.” Bu hadisi Buhari Sahihinde rivayet etmiştir. İbn Vehb‘in, Kitap el-Kader’de rivayet ettiğine göre, Ebu Hureyre şöyle dedi: “Öyleyse bana kırıp atmam (hadım olmam) için izin ver” dediğimde, Resulullah bana cevap vermedi. Aynı şeyi üç sefer tekrar ettim. Sonunda: ”Karşılaşacağın şeyle ilgili kalem kurudu” dedi.” *** Abdurrahman b. Katade’den; Resulullah buyurdu ki:”Şüphesiz Cenab-ı Allah; Adem’i yarattı, sonra onun sülbünden bütün insanları yarattı. Ve dedi ki: “Şunlar kendi amellerine göre cennette, şunlar kendi amellerine göre cehennemdedir.” Biri bu nasıl oluyor dediğinde; ”Kadere uygun olarak” cevabını verdi. (Ahmed bin hanbel) *** Ebu’d-Deylemi’nin şöyle dediği rivayet edilmektedir: “Ubey b. Ka’b’a geldim. İçimde kader hakkında bir tereddüt var. Bana bir şeyler söyle; belki Allah onu benden ve kalbimden giderir, dedim. O da bana: ”Allah semalarda ve yeryüzünde bulunanlara azap etseydi, yine onlara zalim olarak azap etmiş olmazdı. Şayet onlara merhamet etmiş olsaydı, onun rahmeti kulların fiillerinden dolayı, onlar için bir hayır olurdu. Sadaka olarak Uhud dağı kadar altın dağıtsan, kadere iman etmedikten sonra Allah onu senden kabul etmez. Biliyorsun ki sana isabeti yazılmış olan kötülük senden şaşmaz. İsabet etmemesi yazılmış olan da sana isabet etmez. Bunun dışında bir şeye inanarak ölürsen, cehennemlik olursun.” (Hakim) *** Resulullah buyurdu ki: ”Allah bir sanatkarı ve onun sanatını yaratandır” (Buhari) *** Kitap: İnsan ve Kader Yazar: Mustafa Sabri --- Yorum: Bu kitapta cebr görüşü savunuluyor ve Maturidi mezhebinin içyüzü ortaya seriliyor. Maturidiyye’nin kaderi inkar ettiği, delilleriyle gösteriliyor. --- Sayfa 59: Kaldı ki okuyucu, Maturidiyye mezhebinin ifsat bakımından Mutezile’den hiç de aşağı kalmadığını anlayacaktır. --- Sayfa 64: Bu kitabı okuduğun zaman, en sıhhatli kader inancının Eş’ariyye mezhebi içerisinde olduğunu anlayacaksın. --- Sayfa 98: Maturidiyye’nin sorumluluğu yükleyebilmek maksadıyla insana cüz’i iradesinde istiklal vermesi ve bununla beraber cüz’i iradeyi varlığı olmayan, itibari (varsayılan) bir şey sayması çok tuhaftır. Varlığı olmayanın teklife mahal olması doğru mudur? Ve bu aynı zamanda sorumluluğun mahalli yoktur demek olmaz mı? --- Sayfa 193: Kulun fiillerinde hür olduğunu savunmakla meşhur olan Mutezile bile, kulların muvaccıh diye isimlendirdiğimiz sebebe muhtaç olduklarını kabul etmektedir. Onların mezheplerinde de hürriyetin yeri yoktur. Maturidiyye mezhebi ise, cüz’i iradeyi varlıkla yokluk arasında bir yere indirerek onun mahluk olmadığını iddia etmekte; sonra da bu iradenin sebebe ihtiyacı olmadığını söylemektedir. Bu bakımdan Maturidiyye’nin cebre muhalefette, kulların fiillerinde hüküm sahibi olduklarını ve diledikleri gibi hareket ettiklerini kabul etmekte Mutezile’den daha şiddetli ve daha uzak bir çizgide olduğunu söylerken mübalağa etmiyoruz. Çünkü Mutezile’ye göre insan, fiillerinin ve iradesinin mucidi olsa bile, fiilleri iradesine, iradesi de insan tarafından değil, Allah tarafından yaratılan sebebe tabi olduğu için bu mezhebe işin başında cebr girer de Maturidiyye’ye girmez. Çünkü onlar insanın cüz’i iradeye sahip olduğunu, mevcut olmadığı için onun mahluk olmadığını söylüyorlar. --- Sayfa 196: Bir başka yerde (Artık dileyen iman etsin, dileyen inkar etsin), (İçinizden ileri gitmek ve geri kalmak isteyen kimseleri …), (Dileyen ondan öğüt alır), (Artık dileyen Rabbına bir yol tutar) şeklindeki kulun fiilinin, meşiesine (dilemesine) bağlı olduğuna delalet eden beş ayetin, Mutezile’nin dediklerinden olduğunu söyleyen Taftazani’ye şöyle cevap veririz: Kulun fiilinin meşiesine bağlı olduğunu biz de kabul ediyoruz; ancak kulun meşiesi de, Allah’ın meşiesine bağlıdır. Zira “Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz” buyurulmaktadır. --- Sayfa 200: Onun için Allah’ın dilediği her fiil meydana gelmesi muhtemel olmayacak şekilde kesinlikle vaki olur. Allah’ın dilemediği fiil de meydana gelmesine hiçbir ihtimal olmayacak bir şekilde kesin olarak vaki olmaz. Maturidiyye mezhebine göre Allah’ın kulların fiillerini yaratması ve yaratması manasında onları dilemesi, bu esasın korunmasına kafi değildir. Çünkü Allah’ın yaratması, onların cüz’i iradelerine tabidir. Allah’ın yaratma manasındaki iradesi de, aynı şekildedir. Daha doğru bir ifadeyle onlara göre; kulların ihtiyari fiillerinden dilemiş oldukları her şey kesinlikle meydana gelir, dilemedikleri de meydana gelmez. --- Sayfa 218: Maturidiyye mezhebinde, Mutezile mezhebinin, Maturidiyyeden daha ehven olmasını gerektiren bir başka mahzur daha vardır. O da, bu mezhep sahiplerinin cüz’i iradenin insana ait fiilen dış dünyada gerçekleşen ve hadis olan tek irade olmakla birlikte, onun yaratıcının yaratmasına ihtiyaç duymaksızın, insandan sudur ettiğini kabul etmeleridir. Daha önce de vurguladığımız gibi o, kul fiilini Allah tarafından yaratılmış olan kudret ve iradesiyle yaratır diyen Mutezile’den daha şiddetli bir mezheptir. Zira Mutezile fiilin icadını insana nispet etse de, insanda bulunan ve fiilin meydana geldiği kudret ve iradenin icadını Allah’a isnat etmişlerdir. Fiilin bu şekilde icadı, fiilin icad edilmesinde özne durumunda iki kuvvetten sadece birinin yani iradenin icad etmesinden daha ehvendir. Evet, Maturidiyye mezhebi hidayet ve dalaletin Allah’tan olduğunu kabul etmesi bakımından Mutezile mezhebine tercih ediliyor. Fakat yukarıda açıkladığımız görüşlerindeki mahzurlarla bağdaşmadığı için bunu itiraf etmelerinin hiçbir manası kalmıyor. --- Sayfa 241: Maturidiyye’nin dediği gibi kulların ihtiyari fiillerinde onların cüz’i iradesinin tabi olunan, ilahi iradenin de o cüz’i iradeye tabi olduğu düşünülseydi, o fiillerde ”İnsanın dilediği oldu, dilemediği olmadı” ifadesini düstur olarak kabul etmek gerekirdi. Dolayısıyla Peygamberin “Allah’ın dilediği oldu, dilemediği olmadı” şeklindeki umumi düsturu bozulurdu. --- Sayfa 342: İrade ve ihtiyarın tabiatında hürriyetin varlığını kabul edenlerden Mutezile bu irade ve ihtiyarı; Maturidiyye de irade ve ihtiyardaki tasarrufu Allah’ın umumi hakimiyetinin dışına çıkarmaya çalışmışlardır. Tevhid nizamını Allah’ın izniyle bozma manasında olmasına rağmen ve “Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz” ayetinin tamamen muhalif olmasına rağmen, her iki grup taraftarları da bu hurucu Allah’ın iznine dayandırarak teselli bulsalar bile, tevhid nizamını bozma açısından o iki şık arasında hiçbir fark yoktur. *** Razi: Nahl 93. ayetin izahında (Hatırlama işi) başlığı altında şu açıklamalar var: “Gerek Ehli Sünnet’in, gerekse Mutezile’nin kelamcıları eşyayı hatırlamanın kulun fiili değil, Allah’ın fiili olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Bunun delili şudur: Hatırlama, hatırlananı istemek demektir. Binaenaleyh talep etme esnasında kulun o şey hakkında şuuru vardır veya yoktur. Eğer onun, onun hakkında bir şuur ve bilinci varsa, bu hatırlama zaten mevcuttur. Mevcut olan bir şeyin ise, yeniden elde edilmesi talep olunmaz. Eğer onun, onun hakkında şuur ve bilinci yok ise, o daha o hatırlanacak şeyin aynısını nasıl talep edebilir? Çünkü onun bizzat aynının tasavvur edilmediği bir zamanda onun aynısını elde etmeye yönelmek imkansızdır.” Örnek: Bir işyerinde müdür birini şef yapmaya karar veriyor. Bu iş olacakken birden, o kişinin kendisine yaptığı saygısızca bir hareketini hatırlıyor ve o kişiyi şef yapmaktan vazgeçiyor. Görüldüğü gibi hatırlama işi Allah’ın yaratmasıyla olduğu için bahsedilen kişi şef olamıyor. Ve bu iş Allah’ın, o hatırlama olayını yaratmasına bağlı olunca, o kişinin şef olup olmamasını Allah’ın takdir ettiğini ve özgürlüğün olmadığını anlamış olduk. *** Mutezile’nin (Vücub alallah) prensibi vardır. Buna Allah’ın vaad ve vaid’ini yerine getirme esası denir. Evvelce örnek verdiğimiz (İslam akaid sisteminde gelişmeler) adlı kitabın 128. sayfasında Mutezile’nin bu görüşü anlatılırken şöyle deniyor: “Binaenaleyh O, günahkara ceza, hayır işleyene mükafat vermeye mecburdur. Bu yüzden de günahkarları affedemez.” Örnek: Maturidiler diyor ki: “Allah günahları dilediği için bağışlayabilir. Küfür harici günahları affedebilirde, affetmeyebilir de.” Şimdi bakalım: Diyelim iki müslüman ölmüş; ikisi de çok günahkar. Madem Allah istediğinin günahlarını bağışlayabilir, o zaman birincisinin günahını bağışlayıp, diğerininkini bağışlamazsa, yahut birincisinin çok günahını bağışlayıp, ikincisinin daha az günahını bağışlasa bu iş yine cebr demektir. Yine kulları arasında Allah’ın ayrım yaptığına delildir. *** Allah’ın iradesinin kadim oluşunun ispatı: Vacibu’l Vücud olan Allah’tır. İlahın ise tüm noksan sıfatlardan münezzeh olması icap eder. Zira böyle olmayan ilah olamaz. O halde nasıl duyma, görme, ilim sahibi olup bilme, kemal olup ezeli sıfatlarından ise, aynı şekilde irade etmekte bir kemal sıfatıdır. İradesizlik ise bir noksanlık ve kusurdur. Böyle bir kusuru olana ilah denemez. Biz bir ilahın varlığını kabul ettiğimize göre, demek ki ezeli olarak bir kemal sıfatı olan irade etmek, dilemek de bu İlah’ın bir sıfatıdır. Ezeli olan bu iradenin ise sonradan olacak her şeyi kuşatan bir durumu olmalıdır. Zira hadis olan her şey mahluktur. Yani Allah her yarattığını bilir ve diler. *** Soru: Bunu sırayla sorun! _ Allah günahların işlenmesini irade eder mi, ister mi? (Genelde hayır derler.) _ Günahlar işleniyor mu? (Evet derler.) _ O halde Allah’ın mülkünde (dünyada) iradesi dışında bir şey mi vuku buluyor? *** Kitap: İbn Sina’da Varlık Nazariyesi Yazar: Hüseyin Atay --- Sayfa 174: Özü ile varlığı zorunlu olanın illeti (nedeni) yoktur. --- Yorum: Allah’ın iradesi kadimdir. Demek ki dilemesinin illeti yok. Nedensiz olarak alemi böyle yarattı. Kafir, mümin, güzel, çirkin, zengin, fakir böylece illetsiz, ezeli olarak takdir edilmişti. Sebebin, sebepliden önce gelmesi icab eder. Ezeliliğin öncesi yoktur; o halde kadim olmanın nedeni olmaz. Kadim olanın öncesi yok ki, ona bir şey illet teşkil etsin. --- Sayfa 199: Zorunlu varlığın nedeni olmaması açıktır. Zira zorunlu varlığın nedeni olursa, varlığı o nedenle var olmuş bulunur. Başka bir şeyle var olan herhangi bir varlık, başkasını hesaba katmadan özüne bakarak düşünülürse varlığı gerekli olmaz. Başkası olmadan özüne göre düşünüldüğü takdirde varlığı zorunlu olmayan herhangi bir varlık özüne göre zorunlu varlık olamaz. O halde özüne göre zorunlu varlık olanın nedeni bulunursa, o özüne göre zorunlu varlık (Vacibu’l Vücud) olamayacağının açık ve seçik neticesinde zorunlu varlığın illetinin (nedeninin) bulunmadığı belirlenmiş olur. *** Dolmuşlarda bazen şu yazıyı görüyoruz: “Allah korusun” peki kazalar oluyor; ölenler, sakat kalanlar oluyor. Allah onları korumuyor mu? Allah ayırım mı yapıyor? *** Ben yanımda biri olduğu halde Maturidi görüşünü savunan biriyle tartıştım. En son ayrılırken yanımdaki ona şunu sordu: “Allah dilemeseydi sen burada olabilecek miydin?” Sabahtı, 7:00 gibi, adam hiçbir şey diyemedi. *** Kitap: Mukaddime Yazar: İbn Haldun --- Sayfa 549: Fakat Hüseyin ancak dünya işleri hususunda yanılmıştı ki dünya işlerinde yanılmaların zararı yoktur. Zaten Abdullah b. Abbas ile Abdullah b. Zübeyr, Abdullah b. Ömer ve kardeşi Muhammed bin El-Hanefiyye onu Küfe’ye gitmek fikrinden vazgeçirmek istemişler, azarlamışlar ise de, Tanrı bunu irade ettiği için o bu fikrinden vazgeçmeden Küfe’ye gitmiş idi. *** Kitap: İslam Felsefesinin Yunan Kaynakları ve Kozalite Meselesi Yazar: Cavit Sunar --- sayfa 82: İnsan sorumlu olabilmek için hür olmalıdır. Fakat eğer insan hür ise, bu hürriyet ilahi inayetle uzlaştırılamaz. Çünkü ilahi hürriyet insan hürriyetini, insan hürriyeti de ilahi hürriyeti yok eder. --- Sayfa 129: Kimse alın yazısından kurtulamaz. _ İnsanlar kadere göre yaratıldılar. --- Sayfa 143: Kimse kötü veya kötü bildiği bir şeyi isteyerek yapmaz. _ Demek Tanrı iyi olduğu için insanların başına gelen her şey çoğumuzun sandığı gibi O‘ndan gelmez. Yalnız iyi olan şeyler Tanrı’dan gelir. İyi şeyler de kötülüklerden daha az olduğuna göre Tanrı’dan çok şey değil, az şey gelir bize. Kötü şeyler için başka sebepler aranmalı. Bunların Tanrı’dan geldiği söylenmemeli. _ Tanrılardan kötülük geleceğine, kahramanların değersiz kişiler olduklarına inanmamalı. --- Sayfa 153: O halde oluşla evreni yaratanın, onları neden yarattığını söyleyelim: Yaratan iyi idi… --- Sayfa 158: Doğan her şey bir neden zoruyla doğar, çünkü ne olursa olsun herhangi bir şey nedensiz doğamaz. _ Herşey bir sebepten doğar, kendinden doğamaz. --- Sayfa 181: (Sonradan olan) her şey için hareketin çıktığı bir ilk pensip vardır. _ Sonsuz bir sebepler serisi imkansızdır. _ Ezeli olanın ne başı ne sonu vardır. Ne doğurmaya ne de kopmaya müsaade eder. _ İlk prensip tektir. --- Sayfa 185: (Sonradan olan) varlıkta olan her bir şey, bir şey tarafından hareket ettirilmiştir. _ İlk hareket ettirici, hareket etmez. _ İlk hareket ettirici ezelidir. Ve tektir. _ İlk hareket ettirici, tesadüfen de olsa hareket etmemiştir. *** Kitap: Din Felsefesi Yazan: Yrd. Doç. Dr. Cafer Sadık Yaran --- Sayfa 67: Kim hakikatin varlığını inkar ederse, o hakikatin yokluğunu kabul eder. --- Sayfa 149: Mutlak kudret sahibi bir varlık, sonuçta kontrol edemediği şeyleri yaratabilir mi? --- Yorum: Evvelce benzer sorular geçmişti, bunun cevabı, yaratamaz olacaktır. *** Koyun ot yiyor fakat vücudunda et oluyor. Bu nasıl iş? Demek ki bu ottan değil. Yediklerimizin hakiki manada gelişmemize ve ve doymamıza etkisi yoktur. Bir ton bile yemek yeseniz Allah sizde gelişmeyi ve doymayı yaratmadıkça, gelişemez ve doyamazsınız. *** Piyango bileti çekilişlerinde günümüzde düğmeye basılıyor, makine herkesin gözü önünde bir sürü numaralı topu karıştırıyor. Ve birini makine seçiyor. Rızık Allah’tan olunca, kendisine para çıkana çıkmak zorundaydı, o zaman bu makine işte o numarayı seçmek zorundaydı. Demek ki makineleri de yönlendiren Allah’tır. Maturidiler’e göre yenen şeyler de, haram da rızıktır. Mutezile bunu reddetmiştir. *** Ayağa kalkmak düşüncesini birisi düşündü diyelim. Sorarız: “Niçin bunu düşündün, bu düşüncenin sebebi nedir?” Derse ki: “Ayağa kalkmak istemeyi, istedim.” Buna değişik bir cevap: “Ayağa kalkmayı istemeyi, istemek” “Ayağa kalkmayı istemek” değildir. Dolayısıyla birinci düşünceyi düşünmüş olman, ikinci düşünceyi meydana getirmez. Bir düşünce, başka bir düşüncenin hakiki sebebi olamaz, onu meydana getiremez. Gerçekte düşünceler ayrı ayrı Allah tarafından yaratılır. Mesela “Arjantin’in kısa boylu, meşhur futbolcusu kimdir?” diye sorulsa; peşine verilecek o kolay cevap “Maradona” düşüncesi, soru soruldu diye yahut, sorudan dolayı meydana gelmiş değildir. Bu düşünceyi Allah ayrıca yarattı. *** Görmek anlamlandırmaya tesir etmez. İspatı: Televizyonda izledim; bunamış bir kadın doktorda idi. Doktor ona sordu: ”Yanınızdaki kim?” yaşlı kadın yanındakine baktı ve “Annem” dedi. Oysa o kızı idi. *** 2+2 sorusu ile, çok karışık matematik sorularının çözümü hususunda şöyle demek gerekir: İlk soruya 4 cevabı vermek lazım, ama bu 4 ifadesi, düşüncedir. Yine karışık matematik sorusunun cevabı her ne kadar anlaşılması zor ise de, yine bir düşüncedir. Ve düşünceyi insanlar tayin edemezler. *** Maddenin maddeye tesiri yoktur. Bir hareket, sükunun (hareketsizlik) nedeni olamaz. Bir sükun, hareketin nedeni olamaz. Görünüşte nedeniymiş gibidir. Mesela musluğu kapatıyorum su kesiliyor. Boruda kalıyor; musluğu açıyorum su akıyor. Aslında musluğu kapadığımda su boruda kalıyor ama önünde engel olduğu için değil. Allah suyun orada kalmasını yaratıyor. Ama bu olay musluğu kapayınca, önüne engel inince oluyor. İnsanlarda ekseriyetle “Bak musluğu kapattım, o da suyu durdurdu” diyor. Bunlar hep sünnetullah icabıdır. Yine musluğu açıyorsun, su akıyor. Aslında o suyun musluk açıldığında, akıp akmaması birdir. Yani mümkünattandır. Ancak ifade ettiğimiz gibi, sünnetullah (Allah’ın adeti) icabı musluk açıldığında suyun aşağıya doğru hareketi Allah tarafından yaratılıyor. İnsanlarda ekseriyetle, bu ve benzeri hadiseleri müşahade ettikçe maddelerin birbirine hakiki anlamda etkileri olduğunu düşünüyorlar. Daha evvel geçtiği üzere işin doğrusu “Teceddüd-i Emsal (Benzerinin yenilenmesi) prensibinde vardır. Yani bizim gördüğümüz ya da görmediğimiz sonradan olma her şey, buna ruh da dahil, arazdır. Gelip geçici özelliği vardır. Yani varlığı kendinden değildir. Varolmak için başka bir varlığa ihtiyaç duyarlar. İşte bu varlık, sebepsiz sebep olan Allah’tır. Lakin burada şu incelik vardır. Araz iki zamanda var olamaz. “O halde çevremizde gördüğümüz maddeler neden varlıklarını sürdürüyor, yok olmuyorlar; madem bunlar araz, nasıl senelerce aynı kalabiliyorlar?” şeklinde sorulan soru vardır ki cevabı; “Teceddüd-i Emsal” prensibindedir. Maddeler hem dışı, hem de özü itibariyle devamlı yaratılış halindedirler. Yani bir çiviyi düşünelim; zamanla çivi paslanır. Bu hal yavaş yavaş olur. Bu paslanma değişimdir ve her değişim hadis olup mahluktur. Ama bu çivinin demir olan iç kısmı, özü de devamlı şekilde yaratılmaktadır. Evvelce verilen örnek gibi, düz bir çizgi çizildiğinde dikkat edilirse bu çizgi, küçük küçük noktalardan oluşuyor. Noktalar yan yana geliyor çizgi oluşuyor. Yani devamlılık gibi görünen olaylar, aslında Allah tarafından yaratılma ile oluyor. Lakin bu peşpeşe olduğundan, biz bunu fark edemiyoruz. Aynı çizgi üzerindeki noktaları anlayamadığımız gibi. Yine maddeler atomlardan oluşuyor. Mesela tırnağımız, atomları var. İyi ama bu atomlar nasıl bir arada duruyorlar, dağılmıyorlar? Hemen yanındaki parmakta olan et kısmına, bir kısmı geçmiyor, oraya yönelmiyorlar? Nasıl birbirlerinden ayrılmıyorlar? Görüldüğü üzere atomlara kadar maddeler, Allah tarafından devamlı olarak yaratılma içindedirler. Lakin bu maddenin özü itibariyle olan husus, maddenin hareketi için de söz konusudur. Suyun akması, insanın koşması bunlar hep Allah’ın yaratışı ile oluşur. Yani sözün özü; sonradan olup da Allah’ın yaratmasından ayrı olup, varlığını sürdürebilen bir şey yoktur. Harekette, sükunda, değişim de, bu hususta birdir. Hepsi Allah’ın iradesiyle, yaratmasıyla mevcut olabilirler. *** Tren rayları yazın genleşecek diye aralarına mesafe bırakılıyor. Demek ki bu demirler yaz kış hareket ediyor. Bu hadise çok yavaş oluyor, biz anlıyamıyoruz. Bu hareketleri de Allah yaratıyor. *** Kurşun sekmesiyle ölenler oluyor. Bunlar eceliyle ölmüştür. Kurşun o kadar yer varken gidiyor adamın kafasına giriyor. Görüldüğü gibi kurşunun yönünü de Allah belirliyor. *** İnsan fiilleri cebr ile olunca; dünyadaki makineler, cansız varlıklarda insan fiilleriyle ilgili olabiliyor. Cebre bağlı olan şey de cebrdir. Mesela araba bozuluyor, adam iniyor ve arabayı tamir ediyor. İnsan fiilleri cebr ile olunca, arabanın çalışmasıda, bozulması da cebr ile olur. *** Razi: “Nihayet şeytan onu fitledi: ”Ey Adem seni ebedilik ağacına ve zeval bulmayacak bir mülke götüreyim mi?“ dedi. İşte bunun üzerine ikisi de ondan yediler. Hemen kötü yerleri açılıverdi. Üstlerini cennet yaprağından (alıp) örtmeye başladılar. Adem Rabbine karşı gelmiş oldu ve şaşırıp kaldı. Sonra Rabbi onu yine seçti, tevbesini kabul etti ve ona doğru yolu gösterdi” (Taha 120 -122) Vesveseye Kanmalarındaki Sır Bil ki Hak Teala, melekleri Adem’e secde ettirmek suretiyle onu yüceltiğini, İblis’in hem ona, hem de eşi (Havva’ya) çok aşırı düşman olduğunu, bu düşmanlığı yüzünden onları, içine düştüklerinde ellerindeki bütün nimetlerin yok olacağı bir masiyete çağırdığını beyan buyurmuştur. Buna rağmen Hz. Adem ve Havva’dan o zelle sadır olmuştu. Ebu Umame el-Bahili’den rivayet edilen şu şey ne kadar dikkat çekicidir: “Eğer insanoğlunun kıyamete kadar ki sabrı ve düşleri terazinin bir kefesine, Hz. Adem’in sabrı ve düşleri de diğer gözüne konulacak olsaydı; mutlaka Hz. Adem’in hadisesi çok enteresandır. Çünkü Allah Teala “Sakın (İblis) sizi cennetten çıkarmasın. Sonra zahmete düşersin. Çünkü sen burada acıkmayacak, çıplak kalmayacaksın, burada susuzluk çekmeyeceksin. Güneş (in sıcağında) kalmayacaksın.” (Taha 117-119) ifadeleri ile Hz. Adem’i sürekli bu rahatlığa, muntazam bir geçime teşvik etmiş, İblis te onu “Seni ebedilik ağacına götüreyim mi?“ ifadesi ile sürekli bir rahata “Ve zeval bulmayacak bir mülke götüreyim mi?“ ifadesi ile muntazam bir geçime teşvik etmiştir. Binaenaleyh Allah’ın onu teşvik ettiği şey ile, İblis’in teşvik ettiği şey aynıdır. Fakat Cenab-ı Hak böyle bir hayatı onun o ağaçtan uzak durma şartına bağlamıştır. Sonra Adem aklının mükemmel olması ve İblis’in kendisine secde etmeyip düşmanlığından dolayı kendisini hataya sürüklemiş olması sebebiyle, Allah Teala’nın İblis’in kendisinin düşmanı olduğunu bildirmesini bilmesine ve ancak Allah’ın onun mevlası, yardımcısı ve Rabbi olduğunu bilmesine rağmen, daha nasıl aynı hadisede ve aynı maksad hususunda, İblis’in kendisinin alabildiğine düşmanı olduğunu bilmesine rağmen, onun sözünü kabul etmiş ama Allah’ın kendisinin yardımcısı ve mürebbisi olduğunu bilmesine rağmen O’nun sözünden yüz çevirmiştir. Kim bu konuda iyice düşünürse, şaşkınlığı ve hayreti artar, en sonunda bu hadisenin Allah’ın kaza ve kaderinden kurtuluşun olmadığına, ona hiçbir şeyin engel olmayacağına ve delilin çok açık ve kuvvetli olmasına rağmen ancak Allah’ın takdiri ile fayda vereceğine bir dikkat çekme gibi olduğunu anlar. *** Kitap: Feylesofça Konuşmalar ve Fıkralar 2   ; Yazar: Voltaire --- Sayfa 251: Hiç kimse şu meşhur suale cevap verememiştir: Tanrı kötülüğe mani olamadıysa kudreti nerede kalıyor? Mani olmak kudretini haiz olduğu halde, mani olmadıysa iyiliği nerede kalıyor? *** Kitap: Kitabu’t -Tevhid Yazar: Ebu Mansur Maturidi Çeviren: Hüseyin Suudi Erdoğan Cüz’i İrade’nin Mahluk Oluşu --- Sayfa 350: …Belki de Allah onu var etmiştir. Veyahut taşta bulunan ve ondan çıkan ateş gibi olur. Her ikisinden hangisi olursa olsun o, sonradan var olma hadistir. Hadis olan da mahluktur. --- Sayfa 375: Bununla beraber eğer güzelliğin ve çirkinliğin kendilerini yaratan olmaksızın meydana gelmeleri caiz olsaydı, her şeyin yaratıcı olmaksızın var olması caiz olurdu. Bu hususu ifade etmek, tasdik etmek İslam’dan çıkmak demektir. Kuvvet ancak Allah’tandır. --- Sayfa 378: Cenab-ı ZülCelal’in her şeye malik olduğu sabit olduğu vakit O’nun her şeyi yarattığını söylemek lazımdır. Çünkü kul yaratmaya malik değildir. --- Sayfa 386: Bununla beraber bütün müslümanlar hiçbir ihtilafa düşmeden, gerçekten Cenab-ı Allah’ın Halık olduğunu ve kendisinden gayrının mahluk olduğunu kabullenip ispat etmişlerdir. --- Sayfa 389: Sonra şöyle demek caizdir ki, gerçekten Allahu Teala her şeyin yaratıcısıdır. Allah’ın kendisi yaratıcıdır, kendisinden başkası ise yaratılmıştır. İman’ın Mahluk Oluşu --- Sayfa 381: Sonra da kullarına iman nimetinden dolayı, kullarının kendisine şükretmelerini emretti. Allahu Teala’ya hamd etmek, şükretmek, O’nun verdiği nimetlere karşı olur. Bunların yaratıcısı olmadığı halde, kendi fiili olmayan hususlar için kendisine hamdedilmesini, bir kimseye nimetini ulaştırmayınca da ondan şükretmesini talebetmek caiz olmaz. Kuvvet ancak Allaht’andır. --- Sayfa 406: Müminlere iman nimeti için kendisine hamdetmelerini emretmiştir. Bu hususların, kendi fiili ile olduğu sabit olur. --- Sayfa 476: Bunu açıklayan hususlardan biri de mutlak olarak şöyle demenin caiz olmasıdır: Hakikaten iman, Allahu Teala’nın nimetlerinden bir nimettir. Gerçekten mümine Cenab-ı Hak in’am ve ihsan etmiştir. Eğer Allahu Teala’nın kendisine olan fazlı, ihsanı olmasaydı, küfür pisliğinden temizlenemezdi. Ve böylece kendisi büyük bir azaba duçar olurdu. --- Sayfa 478: Bu hususta asıl olan şudur ki, gerçekten onu ifade etmek, emri isteme yerine veyahut nimetleri izafe etme yerine çıkar. Bunda ise elbette ki o iki husustan biri bulunmaz. Öyle ise Allah’a izafe edilmesi caiz olmaz. O, tıpkı bizim dediğimiz gibidir ki; gerçekten Allah tahkik edildiğinde her ne kadar her şeyin Rabbi ve her şeyin ilahı ve her şeyin yaratıcısı ve her şey de kendisinin ise de; bu hususla, pislikler, çirkin ve kötü olanlar ve ancak onlara istihkak (hak kazanma) kesbetmesiyle zikrolunan şeylerden benzerlerinde söylenmez. Onların bir olan Allah’a izafe edilmesi o husus üzerinden çıkar. Her ne kadar onlar yaratılmış iseler de, Allah’a izafe edilen şeylerden, onların küfrü yaratılmış ise de. --- Sayfa 571: Bunun üzerine biz: ”Kim ki imanın yaratılmış olduğunu nefyederse, onun sözünün hiçbir manası yoktur” diyoruz. --- Sayfa 573: Sonra mahlukatın bilinmesinin yolu nakli delil olup, aklın ondan nasibi olmamasından veyahut mahlukatın bilinmesinde yolun akli delil olmasından hali kalmaz. Mahlukatın bilinmesi, aklın dahli olmaksızın nakli delil ile elde edilirse, buna göre mutlak olarak ifade edilmek suretiyle Allahu Teala’nın “İşte bu sıfatlara sahip olan Rabb’in Allah’tır. Ondan başka hiçbir ilah yoktur. Her şeyi yaratan O’dur…” (En’am 102) kavli celili ile imanın mahluk olduğunu söylemek vacip olur. Çünkü iman, Allah’ın gayri olan bir şeydir. Allah’ın onu yarattığını söylemek vacip olur… Bu hususu Cenab-ı Allah “O Allah’tır ki göklerle yeri ve aralarında olanları altı günde yarattı” kavl-i celili beyan ediyor. Aralarında olanlardan biri olan iman da onun gibidir. Tevfik Allah’tandir. --- Sayfa 574: Bu hususta Resul-i Ekrem’den bir hadis rivayet edilmiştir, buyuruyor ki: ”Hakikaten Cenab-ı Allah imanı yarattı; O’nu haya ve cömertlikle süsledi.” Nebiyyi Muhteremin “Gerçekten Allah yüz rahmet yaratmıştır” buyurduğu da rivayet edilir. İmana rahmet dendiği bilinir. Binaenaleyh Allahu Teala’nın yaratmış olduğu şeyde kendisine zıt olup reddeden ve kendisine uyan veyahut uymayan bir benzerinin olması vacip olur. Zıttı ve benzeri olanı da mahluktur. Sonra o, kendisine süluk eden bir yol, kendisi ile cezalanan bir din, seçilen bir mezhep ve itikad edilen bir dindir. Bunların hepsi de mahluktur. Sonra yüce olan Allah, onun mislini bazen ağaçla, bazen görmek ve işitmekle, bazen hayat ile bazen temiz ve pak olan yerle ve bazen de nur saçan bir kandille verdi. Bunların hepsi de mahluktur. İman da bunun gibidir. Sonra küfrün örneğini de zikrettiğimiz şeylerin zıtları ile verdi ki, yaratılma ve hadis olmada hepsi bir arada toplu olarak görülürler. iman ve küfrün ikisi de bunun gibidir. Tevfik Allah’tandır. Sonra iman, sahibi için güzeldir, hayırdır ve hidayettir. Vasfı bu olan her şey mahluktur. Yüce olan Allah şöyle buyuruyor: ”…Fakat Allah size imanı sevdirdi ve onu kalplerinizde güzelleştirdi…” (Hucurat 7); ” …Henüz iman kalplerinize girmemiştir.” (Hucurat 14); ”Ey şanlı Resul kalpleriyle inanmadıkları halde ağızları ile “inandık” diyenlerle (münafıklarla) Yahudiler’den küfür içinde koşanlar seni üzmesin.” (Maide 41) Bu ayetlerin hepsi imanın kalpte olduğuna delalet etmektedir. O, O’nun fiilidir. Mahluk olmayanın kalpte olması mümkün değildir. İstitaat --- Sayfa 413: Fiilin kuvveti de onun gibidir. Öyle ise fiille beraber olduğunu söylemek lazım gelir. --- Sayfa 488: Sonra Kaderiyyeler-ki kendilerine Mutezile ismi verilmiştir-haberi bize isnad ettiler. Halbuki biz o haberden, söz ve inanç bakımından beriyiz. Fakat onların bu husustaki yalanı Kaderiyye’nin ismi hakkında bize isnad ettikleri yalanları gibidir. Sonra Kaderiyye hakkında olduğu gibi, Mutezile’nin cüreti ve aptallığının büyüklüğünü bilmeleri için, biz her iki mezhebin karşısında öne sürdüğümüz o fikir ve görüşlerimizde ne kadar haklı olduğumuzu zikrederiz. Bizim fiilin meydana gelmesi için kudretin, fiilden önce olmasını kabul etmeyip inkar ettiğimiz içindir ki, onlar bize, ”Cebriyye” ismini vermeye kalkıştılar. Ve cebir felsefe ve fikrini kabul ettiğimizi iddia ettiler. Sonra onlar fiili öyle bir kuvvette gerçekleştirdiler ki, o vakitte kudret bulunmaz. Fiilin vasfolunduğu vakitte kudretsiz olarak gerçekleşmesi, cebri ve ihtiyarı anlayan kimse için, onun fiille birlikte gerçekleşmesinden cebr manasına daha yakındır. --- Yorum: Mutezile, Maturidi’nin; “Kişinin kudreti fiille beraberdir” düşüncesinin cebre gittiğini söylüyor; dedikleri doğrudur. Bununla birlikte Maturidi cebr itikadını reddediyor. İrade --- Sayfa 433: Allah’ın hakkında zikrolunan husus ise o, Allah’ın kudreti, dilediğinin olması ve saltanatının cereyan etmesidir. işte Allah’ın böylece rububiyeti tamam olur. --- Sayfa 459: Dünyada kişi, bazen sevmediği ve razı olmadığı şeyi işler. O’nun dilemediği fiilin gerçekleşmesi mümkün değildir. --- Sayfa 473: Küfür gerçekten çirkindir. Ve kulun fiilidir. O’nun Allah’ın kazası ve hükmü olması mümkün değildir. --- Sayfa 452: Sonra müslümanların arasında ”Allah’ın dilediği olur; dilemediği olmaz” deyimi yerleşip, nesilden nesile intikal etmek suretiyle bilinmiştir. --- Sayfa 453: Yine başkasının hükmü ve mülkü altında bulunan bir şeyin, onun istemediği ve dilemediği halde meydana çıkarılması, o kimsenin zayıf ve mahkum olduğuna delalet eder. Sıfatı bu olan kimsenin de Rab ve ilah olması mümkün değildir. Bunun içindir ki, bu sıfatlarla yani irade etmek, istediğini yapmak, istemediğini yapmamak gibi kemal sıfatlarla Allah’ın vasfolunması lazımdır. Tevfik Allah’tandır. Yine hakikaten Cenab-ı Hak, olacağını bildiğinin gayri olarak ve olacağını haber verdiğinin gayri olmasını murad etmiş olsaydı sefih ve yalancı olmasını murad etmiş olurdu. İradesi böyle olan kimsenin ilah ve Rab olması asla caiz değildir. Kuvvet ancak Allah’tandır. --- Sayfa 467: Ebu Mansur diyor ki: Bizimle Kaderiyye mezhebi arasında iki noktada kelam vardır: Biz onlara sual edip deriz ki, Allahu Teala ebedi olarak olacak olan şeyi, olduğu hal üzere bildi mi? Eğer hayır bilmedi derlerse kafir oldular. Çünkü onlar Rab’larını cehaletle vasfettiler. Eğer evet bildi derlerse, kendilerine: “Allahu Teala ilmini bildiği gibi yerine getirmeyi diledi mi yoksa dilemedi mi?“ denir. Eğer hayır dilemez derlerse o zaman Allahu Teala’nın, kendisinin cahil olmasını dilemiş olduğunu söylemeleri gerekir. Kendisinin cahil olmasını dileyen de, hüküm ve hikmet sahibi olmaz. Eğer evet dilemiştir derlerse, bu sefer de Allahu Teala’nın her şeyin, olmasını bildiği fiilleri olmasını dilediğini ikrar etmiş olurlar. Bu husus Ebu Hanife’den rivayet edilen husustan bende yerleşendir. Yoksa ben Ebu Hanife’nin beyan ettiği meseleyi lafzı lafzına zikretmiş değilim. Kuvvet ancak Allah’tandır. --- Sayfa 570: Gerçekten Kaderiyye fiilleri mahlukat yaratır ve fiillerin yaratılmasında Allah’ın iradesinin ve tedbirinin hiçbir dahli yoktur diyorlar. Cebriyye ise, fiillerin yaratılması işini Allah’a havale edip kulun, fiillerin yaratılmasında asla ve kat’a bir dahli olmadığını öne sürdü. Binaenaleyh Cebriyye her çirkin ve mezmum olanı Allah’a hamletti. Allahu Teala’nın fiilinin vasfı, bunun olmasından Allah yücedir, beri ve münezzehtir. Kaderiyye ise fiillerin yaratılışını, O’nun hakkındaki cehaletleri sebebiyle, mahlukata yükledi. Bu hususta ifade edilmesi gereken orta söz “Kulların kendilerinden meydana gelen şeye göre, fiillerinin olması, olduğu had üzere de Allah’ın fiilleri yaratmış olduğunu” ifade etmektedir. Tevfik Allah’tandır. --- Yorum: Maturidi cebri kabul etmediğini bildiriyor. --- Sayfa 465: En’am 148. ayetin izahında “Allah’a ortak koşanlar şöyle diyecekler: “Eğer Allah dileseydi, ne biz müşrik olurduk; ne babalarımız…” Üçüncüsü: Onların bu hususu müslümanların “Her şey Allah’ın dilemesiyle olur” demelerinden istihza etmeleri için söylemiş olmaları, tıpkı insanın “Ben öldüğüm zaman ileride gerçekten diri olarak (mezardan çıkarılacak mıyım?)” (Meryem 66) dediği gibi ki, bunu müslümanlarla alay etmek için demiştir. Münafıkların ”Şehadet ederiz ki (kalplerimizdeki inancı açığa vururuz ki) doğrusu sen, muhakkak Allah’ın Peygamberisin.” (Muhammed 1) sözleri gibi. Fakat kendilerinden meydana gelen bu husus istihza olduğu için ta’n olundular. --- Sayfa 474: Allah küfrü takdir etmiş ve sonradan vukubulması için hükmetmiş midir? --- Sayfa 457: Sonra der ki, Cenab-ı Hak sövülmeyi murad eder mi? Bu soruyu sormakta hata etmiştir. Bilakis bu sualin doğru olanı şöyledir: “Allahu Teala kendisine dil uzatan kimseden, kötü ve öfkelenmiş olan sövme fiilinin olmasını diler mi?” Sonra bu sözüne karşı “Maazallah” der. Zira Cenab-ı Hak, ondan bu fiili nehyetmiş ve bu fiile karşı gazap etmiştir. Hüküm ve hikmet sahibi olan bunu asla yapmaz. --- Yorum: Günümüzde kelam kitaplarında Maturidi mezhebine göre; imanın ve cüz’i iradenin mahluk olmadığı anlatılıyor. Oysa bunların mezhep imamı diye gördükleri şahıs, imanın mahluk olduğunu ifade ediyor. Allah’tan başka her şeyin mahluk olduğunu söylemesiyle ve cüz’i iradenin ise yaratılmadığı hususunu bildirmemesi dolayısıyla çıkan çekişkiler ortadadır. Sorulabilir ki: “Peki Ebu Mansur Maturidi böyle dedi de, niçin günümüzde onun dediğinin tersi şekilde bunlar anlatılıyor?” Cevap: Çünkü iman mahluk kabul edildiğinde direk cebr düşüncesi ortaya çıkar. Ebu Mansur Maturidi iman mahluk dedi ama, hala cebre muhalif kaldı. Yani dediği lafın nereye gittiğini anlamadı. Sonradan gelenler, özgürlüğü savunanlar, baktılar ki iman mahluk kabul edilince iş cebre varıyor. Bundan dolayı, imanın Allah’ın yaratmasıyla (mahluk) olduğunu kabul etmediler. İnsan fiillerini Allah’ın yarattığını Maturidi bildiriyor; ama “Cüz’i irade yaratılmamıştır” şeklinde bir ifadesi yok. Bu sefer sonradan gelenler düşündüler, taşındılar baktılar ki insanın fiillerini Allah yaratınca iş yine cebr olacak; bu sefer bu işi (Kulların fiillerini Allah’ın yaratmasını) inkar etmediler. Ama kendilerince başka bir formül buldular. Bu da ”Cüz’i iradenin mahluk olmadığı ve kişi hür iradesiyle arzu eder, seçer; bunun üzerine Allah da fiili yaratır” şeklinde bir görüştür. Ve bu izahı çok kullandılar. Hatta “Hayır ve şer Allah’tandır” ifadesini buna göre şöyle yorumladılar: “Evet, hayırda, şer de Allah’tandır; ama mesela kul içki içmeyi hür iradesiyle ister, Allah da bu hareketi yaratır. Yani, yaratma yönünden hayır ve şer Allah’tandır. Dolayısıyla kul özgürdür, cebr yoktur” dediler. Yani günümüz Maturidi kitaplarında geçen “Biz fiili hür irademizle yapmak isteriz, peşine Allah fiili yaratır” şeklinde bir izah Maturidi’nin kitabında yoktur. Bunlar sonradan bu mezhebe eklenmiş, açıklamalardır. Keza cüz’i iradenin yaratılmadığı iddiası da sonradan çıkmıştır. Yani şunu söylemek istiyorum ki; Ebu Mansur Maturidi, özgürlüğü savunanların ve her şeye rağmen savunmak isteyenlerin dayandığı simge durumuna geldi. Öyle ki, özgürlüğü savunmak için, bir şey söylemeleri lazım gelince; söylediler, yazdılar ve “Bu Maturidi mezhebidir” dediler. Ve Maturidi ismi yüzyıllardan beridir Ehli Sünnet’ten olduğu yazılageldiği için, genelde pek tepki almadan fikirlerini yayabildiler. Görüldüğü gibi kitabı çelişkilerle doludur. “Her şey Allah’ın iradesiyle olur” diyor, sonra da bu görüşle uyuşmayan, zıt şeyler söylüyor. Maturidi görüşünün bu denli yayılmasındaki etkenlerden biri de, insanların ekserisinin özgürlük inancına çok meyilli oluşlarıdır. Ve şunu açıkça söyleyelim ki, Maturidi mezhebindeki kişilerin ekserisi bu savundukları fikirlerle hakikaten, samimi olarak kadere inandıklarını düşünmektedirler. Ve evvelden yaşayan şöhretli kişilerin arkasından genelde giderler ve onlara çok bağlıdırlar. Onları eleştirmek akıllarına pek gelmez. Zaten eleştirenleri de içlerinde barındırmazlar. Yani kendilerinden evvel yaşamış ve alim diye anılan kimselere karşı genelde ”onlar pek yanılmaz” düşüncesi vardır. Hele bir de, kendi zamanlarında yaşayıpta, evvelkilerin hata yaptıklarını söyleyip; bu hususta delil de getiren kimseleri; ekseri insanlar adeta şeytan gibi, düşman gibi görürler.
|
Yukarı dön |
|
|
kursat Groupie
Katılma Tarihi: 24 eylul 2006 Gönderilenler: 56
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
*** Kitap: Akaid-Kelam Tarihi, Taftazani ve “Şerhu’l-Akaid” Yazar: Süleyman Uludağ --- Sayfa 19: Üzerinde ehemmiyetle durulması gereken konulardan biri de kelamın kuruluşu, gelişmesi ve geçirdiği devreler anlatılırken kat’iyen Maturidiler’den bahsedilmemesi, daima Eş’arilik ve Eş’ari kelamcıları üzerinde durulmuş olmasıdır. Bunun manası şudur: Hiçbir Maturidi kelamcısı, kelamın kuruluşunda, gelişmesinde ve bir dönemden diğer bir döneme geçişinde kayda değer bir hizmet görmemiş, kelamın doğuşuna, gelişmesine ve çeşitli merhalelerden geçmesine tesirli olabilecek bir katkıda bulunmamıştır. Bu gibi sebeplerden dolayı Doğuda, Batıda ve Avrupa’da Sünni kelamı denince daima ve sadece Eş’arilik akla gelir ve Eş’ari’ye “İmamu ehli’s-sünneh” (Ehl-i Sünnetin kelam imamı) adı verilir. Bu durum da fazla yanlış sayılmaz. --- Sayfa 26: Başta Maturidi olmak üzere Ebu Muin, Sabuni ve Beyazi, Ebu Hanife’nin fikirlerini kelamcı bir anlayışla şerh ve tefsir etmişlerdir. Bu alimler prensip itibariyle ve umumiyetle kelama karşı müsbet bir tavır takınmışlar, Ebu Hanife ve onun düşüncelerini akli, nazari ve kelami bir istikamette geliştirmişlerdir. Fakat bahis konusu isimler katiyen Bakillani, Cuveyni, Gazali, Razi, Amidi…vs. ölçüsünde büyük kelam alimleri değillerdir. Onun için çok güçlü olan Eş’ari kelamı karşısında Maturidiliğe kelam denilir mi, denilmez mi konusu sürekli olarak tartışılmıştır. Eş’ari kelam sisteminin fasılasız olarak Hanefi muhitini baskı ve tesir altında bulundurmasının bir sebebi de Maturidiliğin nazari yönden gelişmemiş ve zayıf kalmış olmasıdır. --- Sayfa 36: Mezhepler tarihine dair eser yazan Şehristani, el-Milel ve’n-nihal’de, Abdulkahir Bağdadi el-Fark beyne’l-firak ve Usulu’d-din’de, İbn Hazm el-Fısal’da, Ebu Muzaffer İsferaini (öl. 471/1078) et-Tabsire’de, İbn Nedim (öl. 379/987) el-Fihrist’de Maturidi’ye temas etmemişler, onun mezhebini anlatmaya lüzum görmemişlerdir. Mezheplere ve mezhepler tarihine dair eser yazan müelliflerin Maturidi’den ve Maturidilik’ten bahsetmemiş olması, umumiyetle Maturidiliğin Hanefilik’ten farklı görülmemiş olmasındandır. İbn Hallikan, İbn İmad, Safedi ve İbn Şakir gibi, ulemanın biyografilerini yazan meşhur müellifler bile Maturidi’den bahsetmemişlerdir. Hatta İbn Haldun, Mukaddime’de kelamın tarihini yazarken Maturidi ismini aklından dahi geçirmemiştir. Ebu Muin Nesefi, Tabsıratu’l-edille’de, “Maturidi ismi sonradan çıkma, bid’at bir isimdir” diye iddiada bulunanlara karşı savunma yapmak ihtyacını duymuştur. Tabakatu’l-Müfessirin isimli eserin müellifi olan Suyuti’nin bu eserde Maturidi’den bahsetmemesi de ilgi çekicidir. Zira Maturidi’nin et-Tevilat’ı tefsire dairdir. --- Sayfa 38: Gazali, el-iktisad fi’l-itikad isimli eserinde hüsün-kubuh (iyi-kötü,güzel-çirkin), teklif-i mala yutak (güç yetirilemeyecek şeyleri teklif), ta’zib-i muti (itaatkar mümine azab etme), Allah’ın fiillerinin hikmetle muallel olması, tekvin sıfatı, şeriat gelmeden evvel Allah’ın varlığının aklen bilinmesinin vacib olması… gibi konuları anlatırken Maturidiler’in ve Hanefiler’in görüşüne temas etme ihtiyacını duymaz. Bu gibi konularda münakaşaların ve mücadelelerin sadece Eş’ariler’le, Mutezile arasında geçmiş gibi bir tavır takınır. Eserinin hiçbir yerinde hatta imanın artma ve eksilme kabul edip etmediğini anlatırken dahi, Hanefi veya Maturidi sözünü kullanmaz. Diğer eserlerinde de bu tutumunu devam ettirir. Eş’ariler’i tek başına Ehl-i Sünnet’in temsilcisi olarak gösterir. --- Sayfa 53: Mustafa Sabri diyor ki: “Maturidiler insan fiili irade-i cüz’iye ile müstakillen meydana gelir. İrade-i cüz’iye Allah tarafından yaratılmamıştır. Zira mevcut değildir, derler. Şimdi bakınız, insanın fiiline yönelik iradesi, fiildeki istiklali artmasın diye nasıl küçültülmekte… irade-i cüz’iye (küçücük irade, ufacık irade) denilmek suretiyle doğru olmayan bir biçimde küçük görülmekte, sonra da, düzenli bir şekilde Allah’ın halk etme fiilini celb etme gibi en büyük tesir bu iradeye isnad edilmektedir. Adeta irade-i cüz’iye fiillerin halıkı şeklinde ortaya çıkmaktadır. Hatta Mutezile, daiye denilen ve Allah tarafından yaratılan bir arzu ve istekle, insan iradesinin her zaman dilediğini yapamayacağını söylemek suretiyle kulun iradesine Maturidiler kadar istiklal ve serbesti vermemektedir. Onun için Tahte sultani’l-kader isimli eserimde söyledim, şimdi de söylüyorum: Maturidi mezhebinde insan iradesine, Mutezile mezhebinden daha fazla hürriyet verilmektedir.” Mustafa Sabri eskiden Maturidi iken mezhep değiştirmiş ve Eş’ari olmuştur. Türkiye’den ayrıldıktan sonra Arapça olarak yazdığı Tahte sultani’l-kader ve Mevkıfu’l-akl isimli eserleri neşredilmiştir. Kendisini kelam sahasında yetkili ve hatta müctehid olarak gören bu zatın fikirlerinde doğruluk payı vardır. “Mutezile mezhebi, Maturidilik ismi altında sürekli olarak yaşamıştır” diye bir not koyması oldukça dikkat çekicidir. --- Sayfa 230: İkinci olarak bizde irade de vardır. Külli irade yani mümkün olan tüm fiil veya terkten, yapılan veya yapılmayan işlerden birini tercih etmek özelliğine sahip bulunan irade Allah tarafından ihsan edilmiştir. Cüz’i irade yani külli iradenin özel ve belli tarafından, fiile yöneltilmesinden ve sarfedilerek kullanılmasından ”azm-ı musamma” dan (kesin ve geri dönülmez karardan) ibaret olan irade bizdendir. Bu irade bir emri itibari (itibari bir şey) dir. İlahi irade, insanın cüz’i iradesine tabidir. Başka bir deyişle insanın iradesi Hakk’ın iradesine (Allah’ın meşiyetinin ortaya çıkarak bir şeyi yaratmasına) vesile ve sebeptir. --- Yorum: 230. sayfadaki yazılar İsmail Hakkı İzmirli’nin, Yeni ilm-i Kelam kitabından alıntıdır. --- Sayfa 244: Mutezile ve Maturidiler’e göre Allah’ın yarattığı ve emrettiği her şeyde bir hikmet, maslahat, menfaat, sebep ve illet vardır ve insan aklı tarafından anlaşılabilir ve kavranabilir. Cebriyye ve Eş’ariler bu nevi bir hikmeti ve illeti reddeder ve kabul etmezler. Eş’arilerin Görüşü Allah’ın fiillerinin bir takım garaz, maksat ve illetlerle muallel olması O’nun şanına aykırıdır. Çünkü bu bir eksikliktir. Zira bir işi bir maksada ve hikmete göre yapmak demek, o maksad ve hikmetle eksiği tamamlamak demek olur. Bu takdirde, fail o maksad ve hikmetle mükemmelleşiyor, maksad ve hikmet de onu ikmal ediyor, tamamlıyor, demek olur. Allah böyle olmaktan mukaddes ve münezzehtir. Alemde varlığında hiçbir fayda bulunmayan bulaşıcı hastalıkların ve zararlı yaratıkların mevcut olduğunu görüyoruz. Eğer Allah’ın fiillerinin hikmet ve maslahat ihtiva etmesi lazım gelse, bu gibi şeylerin var olmaması gerekirdi. Allah her şeyi bir illete ve hikmete göre yapar demek, O’nun yüce ve mutlak iradesini hikmet ve illet adı verilen bazı şeylere tabi kılmak, hikmet ve illeti de ilahi iradenin metbuu haline getirmek olur. Bu duruma göre bir işi yapan gerçi Allah oluyor ama Allah’a da o işi yaptıran hikmet ve illet adı verilen şeyler oluyor. Allah faildir ama O’nun üzerinde de hikmet ve illetler tesirli oluyor. Böylece Allah’ın tamamen hür, serbest ve muhtar olan iradesi hikmet ve illet denilen şeylerle kayd altına alınıyor, kısıtlanıyor, sınırlanıyor. Bu ise “fail-i muhtar” fikrine uymuyor. Allah’ı “mucibun bizzat” hale getiriyor. *** Aslında benzinin, arabanın gitmesine hakiki anlamda bir etkisi yoktur. Kanıtı: Araba, Allah’ın dilemesiyle mi hareket ediyor, yoksa Allah dilemeden mi hareket ediyor? Eğer Allah’ın dilemesiyle hareket ediyor dersen, dilemesi ifadesinden kastın zaten o hareketin varolması, yaratılmasıdır. Hal böyle iken benzinin etkisi nerede kaldı? *** Razi: “Biz onlardan evvel nice nesilleri helak ettik. Bu onları hidayete sevk etmedi mi? Halbuki kendileri de onların yollarında yürüyüp duruyorlar. Bunda salim akıl sahipleri için elbette ibret verici ayetler vardır. Eğer Rabbinden, önceden verilmiş bir söz ve belirlenmiş bir müddet olmasaydı (muhakkak onlara da azap gelip çatardı).” “Eğer Rabbinden önceden verilmiş bir söz ve belirlenmiş bir müddet olmasaydı (muhakkak onlara da azap gelir çatardı)“ Ayette geçen “kelime”nin (sözün, hükmün) Allah’ın, meleklerine bildirdiği ve Levhi Mahfuzda yazmış olduğu şu husus olduğunda şüphe yoktur: Hz. Muhammed’in ümmeti yalanlasalar bile onların cezası ertelenecek, geçmiş ümmetlerin başına geldiği gibi onların başına “kökünü kazıma” azabı gelmeyecektir. Alimler bu azabın niçin Muhammed ümmetinin başına gelmeyeceği hususunda değişik izahlar yapmışlardır. Bazıları: “Çünkü Allah onlar içinde (yani Kureyşliler, Hz. Peygamberin ilk muhatapları içinde) iman edeceklerin olduğunu biliyordu” derken, bazıları: “Allah onların neslinden iman edecek kimseler bulunacağını biliyordu. Şayet onlara azap indirecek olsa, bu azap hepsini içine almış olurdu” demiştir. Diğer bazıları da ”Bu husustaki hikmet gizlidir. Onu sadece Allah bilir” demişlerdir. Ehli Sünnet şöyle demiştir: ”Cenab-ı Hakk’ın malikiyyet hükmü vardır: O, hiçbir sebep olmaksızın, dilediğine fazlını, dilediğine azabını verir. Çünkü eğer O’nun fiili bir sebep ve illetten dolayı olmuş olsaydı, o zaman o illet ve sebep kadim ise bu fiilde kadim olurdu; eğer hadis ise o zaman o illetde başka bir illete muhtaç olurdu ve teselsül gerekirdi. İşte bundan ötürü muhakkik alimler: ”Herşey hiçbir illet ve sebebe bağlı olmaksızın, Allah’ın yaptığı ve yarattığıdır” demişlerdir. *** Razi: “Her can ölümü tadıcıdır. Sizi bir imtihan olarak hayır ile de şer ile de deniyoruz. Ancak bize döndürüleceksiniz.” (Enbiya 35) İmtihan ve İbtila Deneme ancak mükellef tutma var ise olur. O halde bu ayet insanlar için bir mükellefiyetin olduğuna delalet ediyor. Yine bu ayet Hak Sübhanehu ve Teala’nın bir zorluğu bulunsa bile emrettiği ve nehyettiği şeylerle mükellef tutmayla yetinmeyip aksine insanı şu iki şeyle denediğine de delalet ediyor: “Hayır” dediği şeylerle … Bunlar dünyadaki sıhhat lezzet (tad) sevinç ve insanın umduğunu elde etmesi gibi dünyevi nimetlerdir. “Şer” dediği şeyler… Bunlar fakirlik, elemler ve mükellefin başına gelen diğer sıkıntılar gibi dünyevi zararlardır. Böylece Allah Teala mükellefin kendisine verilenlere şükretmesi ve sıkıntılara sabretmesi için bu iki şey arasında mekik dokuduğunu ve vazifesini yaptığında mükafatının büyük olacağını beyan etmiştir. Cenab-ı Hak henüz onlar daha gelmezden önce insanların nasıl amel edip davranacaklarını bildiği halde, şekil itibariyle imtihana benzediği için, bu (mükellefiyete mecazen) ibtila (imtihan) demiştir. *** Kehf 29: ”Ve de ki: O hak Rabbimizdendir. Artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin. Çünkü biz zalimler için öyle bir ateş hazırlamışız ki, duvarları, çepeçevre onları içine alacaktır. Eğer feryad edip yardım isteseler, erimiş maden gibi yüzleri haşlayan bir su ile cevap verilir. O ne kötü bir içecek ve ne kötü bir dayanma yeri!” Fussilet 40: ”Âyetlerimiz hakkında doğruluktan ayrılıp inkâra sapanlar bize gizli kalmazlar. O halde ateşe atılacak olan mı daha hayırlıdır, yoksa kıyamet günü güven içinde gelecek olan mı? İstediğinizi yapın. Şüphesiz ki Allah, yaptığınız şeyleri hakkıyla görür.” 1 (İçinden geldiği gibi davrandın.) 2 (İçinden geleni sen belirlemedin.) “Niçin sol kolunu kaldırdında, sağ ayağını kaldırmadın?” diye sorduğumda genelde “İçimden öyle geldi” diyorlar. O halde sen içinden geldiği gibi davrandın ama içinden geleni sen seçmedin. (Kehf 29, Fussilet 40) gibi ayetlerin izahında şu söylenir: Fiilleri zahiren kula isnad var. Yani birinci önerme ile ilgili, ancak ikinci önerme açıklayıcı. *** Cep telefonunun, radyonun şarjı var, pili var, şunu bunu var değil mi? Peki insan olarak senin şarjın nedir? Yediğin yemekler mi? Bunlar mı senin görmen, duyman, düşünmen için şarjın? Elbette ki düşünme, duyma gibi olgular yemekten çok farklı olup, yemek bunların sebebi olamaz. O halde bunların sebebi ne? Cevap: Bunlar devamlı şekilde Allah’ın yaratmasıyla vuku bulurlar. *** Yerçekimi denen şey nedir? Kütle büyükse çeker diyorlar. Niçin çeksin ki? Ona bakarsan mıknatısın hacmi küçük, bak yine çekiyor. Aslında yerçekimi denen şey, Allah’ın yarattığı harekettir. Yoksa dünyanın veya diğer gezegenlerin kendi kendilerinde olan ve Allah’ın yaratmasının dışında olan bir şey değildir. *** Hareketleri Allah yaratınca; şu sabit olur ki: Çocuğun bir kiloyu kaldırmasıyla, gökdeleni kaldırması aslında eşit şeylerdir. Zira bir kiloyu kaldırmasında, o bir kiloyu Allah hareket ettirdi; yine o gökdeleni kaldıracak olsa, yine o hareketi Allah yaratacaktı. Yani bu iki kaldırışta da çocuğun etkisi yok. Bu etki zahiren varmış gibi görünüyor. Lakin sünnetullah öyle ki, çocuk gökdeleni değil bir kiloyu kaldırıyor. Böylelikle insanlar bu olayı tuhaf karşılamıyor. *** Karşımızda iki tane su dolu bardak var. Aynı bardak ve aynı seviye su, yani birinin diğerine üstünlüğü yok. Şimdi seç birini? Mesela: “Soldakini tercih ettim” dedi. Derim ki: “Niçin soldakini tercih ettin?” Ekseriyetle der ki: “İçimden öyle geldi.” Yahut önce der ki: “Öyle istedim.” De ki: “Niye öyle istedin?” Der ki: “İçimden öyle geldi.” De ki: “Niye içinden öyle geldi; niçin içinden öyle geldiğini biliyor musun, bilmiyor musun?” Der ki: “Bilmiyorum.” De ki: “Görünüşte sen seçiyorsun ama, seninde söylediğin gibi niye seçtiğini bilmiyorsun ve içinden öyle geldiği için onu seçiyorsun. Peki içinden gelen tarafı sen mi iki saat düşünüp belirliyorsun, yoksa o tarafın diğer tarafa daha ağır bastığını içinde bir anda mı hissediyorsun?” Der ki: “Bir anda o tarafın diğer tarafa ağır bastığını içimde hissediyorum.” De ki: “Gördüğün gibi seçtiğin şeyi, aslında sen tayin etmeden bir anda içinde hissettiğini anladın.” İşte o tercih ettirici Allah’tır. Yine fiillerimizi de; zira iki yol var birini tercih ediyorsun, oraya yürüyorsun. Bir anda içine gelen düşünceyi (tercihi) sen nasıl tayin etmiş, belirlemiş olabilirsin? İçinden gelen bu seçimin (ağır basmanın) neden olduğunu bilmiyorsan, onu nasıl tayin etmiş olabilirsin? Bilmeden tayin etmek, ayırmak olur mu? Bilmiyorsan neye göre ayıracaksın? Benim; içinden seçim (tık) diye bir anda olur deyişimle kasdettiğim, seçme anıdır. Şöyle bir soru sorulabilir: “Ben iki şeyden birini tercih edeceğim zaman, bir gün boyunca düşünebilirim; acaba onu mu, yoksa bunu mu seçsem diye. Sen daha nasıl bu seçim bir anda oluyor dersin?” &nbs p; Cevap: Dediğim gibi bir gün hatta bir yılda düşünebilirsin ama, her düşünmek seçmek demek değildir. İçinden düşünürsün o mu, bu mu, bakın burada bir seçim yoktur. Seçim o süre sonunda verilen karar anıdır. İşte bu seçim, bu karar, bir tarafın diğer tarafa göre ağır basması ile olur ve bu bir anda olur. Ve bunun zamanını da sen ayarlayamazsın, içinde belirir. Sen ise “kararın” yaratıldığında “hah şimdi seçtim yaptım” dersin. *** 1 ile 10 arasındaki sayılardan beş tanesini içinden seç. Dikkat et, sen seçiyorsun ama aklına bir anda (tık) diye geleni seçiyorsun ve aklına geleni sen belirlemiyorsun. Hisset… örnek: 3 mü, 4 mü diye düşündüğünde bile (3 mü), (4 mü) ifadesinde, niye 3 ve niye 4 yani burada bile bir tercih var. Ve (3 mü), (4 mü) ifadeleri de dikkat edin, bir anda sizde oluştu. Yani ekseriyetle siz; ben tayin ediyorum diye düşünmek için duraksayıp; düşünüyor, kıyaslıyor olabilmek için yavaşladığınızda bile, düşündüğünüz, kıyasladığınız rakamlar, dikkat edin bir anda aklınıza geldi. Yani kıyaslamayı düşündüğünüz rakamları bile siz tayin etmiyorsunuz. O halde bunları tayin eden kim? Cevap: Allah. Binaenaleyh üniversite sınavında beş şık var. Diyelim sınava giren, iki şık arasında tereddüt etti ve kafadan attı. İstediğini seçti ve bu husus on - onbeş defa oldu. Görüldüğü gibi bu kadar soruyla kazanacağı yer farklı olur. Ama seçtiğini onun değil, Allah’ın tayin ettiği ortadayken kazanacağı bölümü de Allah tayin etmiş demektir. *** Radyo dinliyordum, iki kişi arasında şöyle bir konuşma geçti: Arayanın oğlu cezaevindeymiş. Konuşmanın sonunda sunucu diyor ki: “Allah bir daha böyle acılar yaşatmasın.” Demek ki, bu acıları yaşatan kim? Arayan da diyor ki: “Allah onu bize kavuştursun inşaallah” bu laflar cebirdir, lakin insanların ekserisi bu ifadeleri garip karşılamazken yine insanların ekserisine cebr anlatılınca, sapıklık diyorlar. Yahut kötü bir şeyden bahsedildiğinde “Allah göstermesin“ dendiği oluyor, demek ki, bunları gösteren kim? görüldüğü gibi cebr olur. *** Müreccihsiz (Tercih ettirici sebep) Tercih Olmaz: Yolda gidiyorsun, iki yol var; sağa ve sola. Birini tercih edeceksin. Bir an tereddüt ettiğin oluyor, bir - iki saniye diyelim. Tercih ettirici sebep olmazsa sen bu iki yoldan birini seçemezsin. İcabında on saat orada beklersin de, yine de birini seçemezsin. Zira seçimde birinde, diğerine üstün gelecek bir ağırlık olmalıdır. Bu üstün getirme (tercih ettirici sebep) senden olamaz. Çünkü eğer bu senden olsaydı, o takdirde senin böyle bir durum karşısında hiç tereddüt etmemen lazımdı. Zira nasılsa sen belirliyorsun, ne diye tereddüt edesin ki? Ancak bu (tercih ettirici sebep) senden değil. Çünkü iki şık arasında tereddüt ediyorsun ve zamanını bile sen ayarlayamıyorsun; birden bire (tık) diye, birini öbürüne üstün tutan bir duygu içinde beliriyor ve sen onu seçiyorsun. Sen aslında, senin içinde Allah’ın yarattığı doğrultudaki şeyi seçiyorsun. Bu zaman bir saniyede olabilir, onsaniye de olabilir. Değişkendir; bir anda içinde belirir. Sende ”hah şimdi belirledim” dersin. *** Soru: Allahın dilemesi olmadan bir şeyi seçebilir miyiz? Cevap: Seçemeyiz. *** Soru: Allah’ın iradesi, senin irade ettiklerini, irade eder mi, etmez mi? Not: Evvelinde Allah’ın iradesinin ezeli, oysa kulun iradesinin hadis olduğunu anlat. Yani kulun iradesi mevcut değilken de, Allah’ın değişmez, ezeli iradesinin olduğunu hatırlat. *** Kitap: İbni Sina, Razi, Tusi düşüncesinde varoluş Yazar: Doç. Dr. Fahrettin Olguner --- Sayfa 56: Son bir ihtimalle de sebepler bir zincir halinde sonsuzca uzayıp gittiği düşünülse, fakat bu takdirde de mümkinler zinciri yine dıştan bir sebebe muhtaçtır. Çünkü sonlu veya sonsuz mümkinlerden meydana gelmiş olan bir zincirin bir sebebe muhtaç olmaması düşünülemez. Aksi halde imkan vasfına aykırıdır. Kendisine muhtaç olunan bu sebep; birimlerin toplamı, onlardan herbiri veya bir kısmı olamaz. Zira bunların hepsi kendileri sebebe muhtaçtırlar. --- Sayfa 61: Razi şu açıklamada bulunur: Zaruri Varlığın birliğinin ispatına hazırlık olarak bir mukaddime ortaya konmaktadır. Buna göre bir şeyin mahiyeti veya sıfatlarından herhangi biri, şeyin varlığına sebep olamaz. Yani şeyi varedemez. Bunun böyle olduğuna delil olarak da sebep eser arasındaki münasebet gösterildi. Şöyle ki: Sebep varlık olarak eserinden önce gelir. Eğer mahiyet kendi kendini varetmiş olsaydı, kendisi, bir nev’i varlıkla, kendi varlığından önce gelmiş olurdu. Oysa böyle bir şey olamaz; bir şeyin kendisi, kendisinden önce gelemez. Böyle olunca da mahiyet kendi varlığının sebebi olamaz. *** Soru: Kaza ve kader Allah’ın iradesinden bağımsız mıdır, yoksa Allah’ın iradesinin etkisi altında mıdır? *** Soru: Allah, irade etmediği şeyi yaratabilir mi? Karşıdaki yaratamaz demek durumundadır. Ona denir ki: O halde tüm yaratılanları irade etti demektir. Kafirlik de mevcuttur, onu da mı irade etti? *** Özgürlüğü savunanlar diyorlar ki: “ilim maluma tabidir” soruyorum: “Allah’ın iradesi de mi maluma tabi, yoksa malum mu Allah’ın iradesine tabi?“ Not: Buradaki malumdan kasıt, meydana gelecek olan malumdur. *** Bazen diyorlar ki: “Allah bildiği için diledi, dolayısıyla yine cebr yok.“ Cevap: Bu ifade, Allah’ın dilemesinin hadis olduğunu akla getiriyor. Sanki önce biliyor, sonra diliyor izlenimini veriyor. Madem böyle diyorsunuz, ne diye Allah’ın iradesine ezeli diyorsunuz? Zira bir şeyden sonra olan şeye ezeli denemez. Biz Kur’an’ın ezeli olmasıyla ilgili olarak mesela “Hz. Adem’in yasak ağaçtan yemesi hususunda daha Hz. Adem yaratılmadan önce Allah’ın ezeli kelamında onun Allah’a asi olacağı beyan edilmişti. Burada Hz. Adem’in özgürlüğü kalmaz” dediğimizde bu sefer onlar: “Allah o olayın öyle olacağını bildiği için, öyledir O’nun kelamı” derlerse; yine başta yaptığımız izah, bunun içinde geçerlidir. *** Limoncuyla konuştum, ona iki limon gösterdim. Dedim ki: “Birini seç.” Soldakini seçti, dedim ki: “Senin soldakini seçmene Allah etki etti mi, etmedi mi? O kişi: “Etmedi” dedi. Bunun üzerine ben ona: “O halde Allah’ın etki etmediği ve dolayısıyla dilemediği bir şey mi oldu?” dedim. *** Soru: Allah şerri irade eder mi? *** Her değişmenin nedeni vardır. (Neden, Allah’ın dilemesidir.) *** Maturidiler diyor ya: “Biz fiili yapmayı isteriz, peşine Allah fiili yaratır.” Soru: Peki Allah kulun fiillerini isteyerek mi yaratır, yoksa istemeyerek mi yaratır? Eğer istemeyerek yaratır derlerse; deki: O halde Allah’ın istemediği bir şey oldu demiş olursunuz. Ve istemeyerek yaratmak acizlik olur, muhaldir. Zira onu birisi, istemediği bir şeyi yapmaya zorlamış gibi olur. Eğer isteyerek yaratır derlerse, de ki: O halde Allah, kulda isyan fiillerini yarattığında; mesela zina fiilini yarattığında, kulun kendisine isyan etmesini istemiş olur. Deseler ki: “Allah kulun istediğini ister” de ki: Kulun isteği hadistir. Allah’ın iradesi ise kadimdir. Dolayısıyla Allah’ın iradesi, kulun iradesini kapsar. Yani kul; Allah onun neyi dilemesini isterse, o ancak onu dileyebilir. Bunu reddederseniz, o halde siz neden Allah’ın iradesine ezeli dediniz? *** Kitap: İbnu’l Arabi ve Kaza Kader Problemi &nbs p; Yazan: Hüdaverdi Adam --- Sayfa 69: Bu farklar göz önüne alındığı takdirde Maturidi; Muhammed Zahid el-Kevseri’nin dediği gibi Mutezile ile Eş’ari arasında orta bir yerde olmadığı gibi, Mahmud Kasım’ın dediği gibi Mutezile mezhebine, Eş’ari mezhebinden daha yakın da değildir. Mahmud Kasım “Maturidi” ye, Eş’ari’den ziyade Mutezile’ye daha yakındır ve Eş’ari ile ancak çok az bir meselede ittifak etmiştir” dese de, bu düşünce doğru değildir. Not: (Kevsevi, Tebyinü Kezibi’l - Müfteri, Mukaddime, 19; Mahmud Kasım, Menahicü’l - Edille Mukaddimesi, 18-116) --- Sayfa 103 : Cebriyye’ye Göre İlm-i İlahi’nin Hudusu Cehm b. Safvan onun tabilerinden Müşebbihe’den, Hişam b. Hakkem ile Mutezile’den, Ebu’l Huseyn el - Basri’ye göre Allah’ın cüz’iyyatı bilmesi, o cüz’iyyatın sonradan meydana gelmesiyle hadis olduğu gibi malumatın değişmesi ile de değişir. Onlara göre hadis ve cüz’i olan bir şeyin bilinmesi varlığına bağlıdır. Çünkü madum olan bir şeyin malum olması imkansızdır. Yine onlara göre “şey” mevcuttur. Çünkü, mevcut olmayan, varlığı bulunmayan şey değildir ki, bilinsin veya bilinmesin. Öyleyse var olmadan önce bir şeyin bilinmesi mümkün olmadığı gibi, eşya varlığını yitirip yok olunca da ona dair olan ilim devam etmez. Yani eşya var olmadan önce bilinmediği gibi yok olunca da bilinemez. Bu durumda malumat yenilendikçe Allah’ın da, yeni ilimleri meydana gelir ve bu hadis olan ilmiyle, hadis malumatı bilir. Bu minval üzere malumatın meydana gelişine göre ilimlerde birbirini takip eder, yani malumlar, yani eşya hep ilm-i ilahi’den öncedir. Yani bu mezhep saliklerine göre Allah vukuundan önce hiçbir şeyi bilmez, onları ancak vukuu halinde bilir. Allahu Teala’nın ilminin hadis olduğuna ve malumatın değişmesiyle değiştiğine inanan Cebriyye, bu iddialarını bir kısım akli ve nakli delillerle de ispata çalışmıştır. Yorum : Yukarıda geçen düşünceler Cebriyye’den olan Cehmiyye’ye aittir. Eş’ari mezhebi bu düşünceleri savunmamaktadır. İlmin (İlm-i ilahi) herhangi bir mahalde kaim olmaması Cebriyye’nin kanaatına göre bu hadis ve müteceddid ilim, herhangi bir mahalde kaim değildir. Çünkü bu ilmin Allahu Teala’nın Zat’ında meydana gelmesi mümkün olmadığı gibi, başka bir mahalde husulü de caiz değildir. Çünkü herhangi bir mahal ile kaim olmanın manası, o mahalin hükmünü alması demektir. Allah için bunu düşünmek de mümkün olmadığına göre zaruri olarak, Allah’ın onu herhangi bir mahalde kaim olmaksızın yarattığını kabul etmekten başka yol kalmamaktadır. Buradan şöyle bir sonuca gidilebilir. Cebriyye’ye göre ilim, ilm-i ilahi, Allahu Teala’nın Zat’ıyla kaim değildir. Onlara göre İlm-i İlahi yenilenen ve sonradan meydana gelendir. Eğer ilm-i ilahi Allahu Teala’nın Zat’ıyla kaim olsaydı, O’nun kadim hükmünü alması lazımdı. Allahu Teala’nın Zat’ı kadimdir. İlm-i İlahi herhangi bir cisimle de kaim değildir. Zira Allahu Teala’nın sıfatıdır. Eğer herhangi bir cisimle kaim olsaydı, o zaman da cismin sıfatı olurdu. Bundan dolayı onlar, ilmin mahalli olmadığını, söylemek zorunda kalmışlardır. --- Sayfa 126: Mutezile’ye Göre İrade Mutezile’nin hepsi Cenab-ı Hakk’ın mürid olduğu ve irade sıfatı ile muttasıf olduğu hususunda ittifak halindedirler. Onlara göre irade, fiili sıfatlardandır ve bir mahalde olmaksızın hadistir. İrade, murad olunan şeylerin tağayyürü ile tağayyür (değişme) eder, taaddüdü (çoğalma) ile de taaddüd eder. Mutezile’de bu görüşlere aykırı fikir beyan eden kişi sadece Bişr b. Mu’temir’dir. Ona göre irade sıfatının iki yönü vardır. O bir yönüyle zati sıfattır, bir yönüyle de yaratıklara ve muhdesata taalluk eden fiili sıfattır. Mutezile’den Nazzam ve Ka’bi iradeyi Cenab-ı Hakk’ın fiili, emri veya hikmeti olarak tefsir etmişlerdir. Çünkü lugat manası bundan başka bir şey değildir. Onlara göre Allah’ın iradesi Zat’ına taalluk ederse fiili, mükelleflere (kullara) taalluk ederse emri, aleme taaluk ederse hikmetidir. Mutezile’den Ebu’l - Huseyn el - Basri’de, iradeyi ilme irca ederek ona “Daiye” adını verirken, Ebu’l - Huzeyl el - Allaf ise, Allah’ın iradesinin herhangi bir mahalde kaim olmaksızın hadis olduğunu söyleyen ilk kişi olmuştur. Aslında onu böyle bir fikre götüren de Allahu Teala’dan tecsimi nefyetme düşüncesidir. Çünkü irade bu görünür alemde, bir mahalle muhtaçtır ki, o da kalptir. Halbuki Allah cisim olmaktan münezzehtir ve iradesi de bir mahalle muhtaç değildir. Mutezile Allah’ın iradesinin hadis ve herhangi bir mahalde kaim olmamasını ispat için pek çok delil getirmiştir. Görüldüğü gibi Mutezile, iradeyi fiili sıfatlar arasında ele almakta ve onun hadis olduğunu kabul etmektedir. Yine onlara göre irade, herhangi bir mahalde kaim olmadığı gibi, tağayyür ve taaddüde de elverişli görünmektedir. *** Allah’ın Amacı Yoktur İspatı: Amaç edinmek acizliktir. Çünkü mesela birisi bir hususta bilgili olmayı amaç edinmiş olsun; dikkat edilirse kişi bilgili olmayı amaç edindiğinde, amaç edindiği konuda bilgisiz demektir. Yani bir şeyi amaç edinen, amaç edindiği anda, amaç edindiği şeyden yoksundur. Bilgili olmak kemaldir, olgunluktur; bilgisizlik eksikliktir, dolayısıyla eksiklik, noksanlık Allah için düşünülemeyeceği için, Allah’ın amacı olmaz, olamaz. *** Bence kaderin sırrı şudur: Allah’ın dilemesinin nedeni yoktur. Yani cenneti, cehennemi, dünyayı, insanı yaratmasının aslında hiçbir nedeni yoktur. İşte ispatı: “Ezeli (öncesiz, başlangıcı olmayan) olan bir şeyin sebebi yoktur.” Şu demektir: Mesela biri üşür, palto giyer. Kişi palto giymeden önce üşümüştür. O halde görünüşte baktığımız zaman, palto giymenin sebebi üşümektir. Lakin üşüme olayı, paltonun giyilmesinden zaman olarak öncedir. Dolayısıyla bir şeyin sebebi, her zaman sebepliden, neticesinden önce gelir. Bu kabul edildiğinde devam edelim. Öncesiz (ezeli) olan bir şeyin sebebi yoktur, dedik. Soruyorum: “Öncesiz olan bir şeyin, öncesi olur mu?”, “Olmaz” denecektir. Zira eğer onun da öncesi olsaydı, ona öncesiz denmezdi. Görüldüğü gibi öncesiz olanın öncesi olmuyor. Lakin yukarıda ispat ettiğimiz üzere, bir şeyin sebebinin olması için muhakkak zaman olarak önceliğinin olması ve önceden olması gerekiyordu. Dolayısıyla öncesizliğin öncesi yoksa, o halde sebebi de olmaz. Sebebinin olması için daha öncesinin olması gerekir. Hal böyle olunca ”Ezeli olan bir şeyin sebebi yoktur” önermesinin doğruluğu sabit olur. Soruyorum: “Allah bu dünyayı yarattı ama, isteyerek mi yarattı, istemeyerek mi yarattı?”, “İsteyerek yarattı” denecek. Yani yaratması hadis ise de, ezeli iradesiyle oluyor. Soru: “Allah ezeli olarak mı irade sahibiydi, yoksa sonradan mı irade sahibi oldu?”, “Ezeli olarak irade sahibiydi” derler. Lakin sizinde gördüğünüz gibi ”Ezeli olan bir şeyin sebebi yoktur” önermesine göre, Allah’ın iradesi de ezeli olduğu için, onun da sebebi yoktur. Allah’ın yaptıkları ise, O’nun iradesiyle olunca; “O’nun yaptıklarının nedeni yoktur” demek durumundayız. İşte, kaderin sırrı budur diyorum. Yani nedensizlik, illetsizlik. Bununla beraber Kur’an’da ve hadislerde Allah’ın sanki amacı olduğu ya da yaptıklarının bir sebebi varmış gibi olduğunu ilk bakışta akla getiren ifadeler görüyoruz. İşte bu ifadeleri te’vil etmek, yani akla gelen ilk anlamı bırakıp, başka bir mana vermek lazımdır. Bu dünya imtihan dünyası da değildir. Mesela Hz. Adem’i yaratmadan önce de, onun yasak ağaçtan yiyeceğini biliyordu. Zaten rızık da Allah’tan. Ona zoraki yedirdi. Böyle imtihan olur mu? Olmaz elbette. Böyle ayet ve hadisleri uygun bir şekilde yorumlamak lazım geliyor. *** Sebep sebepliden öncedir Ezeli olan şeyin öncesi yoktur O halde ezeli olan şeyin sebebi yoktur Amaç edinmek, amaç edinilenin meydana gelmesinden zaman olarak öncedir Allah’ın amacı olduğu varsayıldığında, O’nun iradesinin öncesinin olduğu kabul edilmiş olur Ezeli olan şeyin öncesinin olması imkansız olduğundan, Allah’ın amacı olması muhaldir. *** Zariyat 56: “Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım“ ayetinin tevili: Allah cinlerin ve insanların kendisine kulluk etme görevini onlara yüklemeyi istedi. *** İmtihan işi Allah için imkansızdır. Biz imtihan diye geçen ayetleri te’vil etmek lazım dedik ve bir takım izahlar yaptık. Onlardan biri de ”Allah; sanki kullardan çıkan fiilleri bilmiyorda, bilmek isteyen birinin muamelesi gibi muamelede bulunuyor” şeklindeki izahımızdı. Şimdi bu hususta birkaç ayeti örnek vereceğim. --- Muhammed 31: “Andolsun, biz, sizden mücahid olanlarla sabredenleri bilinceye kadar, sizi deneyeceğiz ve haberlerinizi de sınayacağız (açıklayacağız).” --- Yorum: Allah denemeden bahsediyor. “Mücahid olanlarla sabredenleri bilinceye kadar”, diyor. Peki ama onları yaratmadan önce, kimin mücahid ve kimin sabreden olduğunu bilmiyor mu? Biliyor; ama böyle ifade ediyor. Yani böyle şeyler Kur’an’da vardır. Ve bizim imtihan ifadesiyle ilgili yaptığımız yorumlar tuhaf görülmemelidir. Bakara 143: “Ey habib-i zişanım; senin teveccüh ettiğin kıbleyi biz meşru kılmadık, illa Resulümüze ittiba edip devam edenlerle ittibaı terkle arkasına dönüp irtidad edenleri bilelim için meşru kıldık ve kıbleyi tahvil çok kimseler üzerine elbette ağır ve büyük bir iş oldu, illa Allah’ın hidayette kıldığı kimseler üzerine ağır olmadı.” Al-i İmran 140: “Eğer size bir yare dokunmuş ise şüphesiz o kavmede onun misli bir yare dokunmuştur. Ve o günleri biz nas arasında döndürürüz. Ve Allah Teala’nın iman edenleri bilmesi ve sizden şahidler ittihaz etmesi içindir. Ve Allah Teala zalimleri sevmez.” *** Soru: İnsan kadere mi bağlıdır, yoksa hür müdür? *** İnsanı yanlışa düşüreceğini bile bile Allah şeytanı niçin yarattı? Cevap: Allah şeytanın sapmasını ve saptırmaya vesile olmasını istedi. Allahın istemesinin nedeni yoktur. *** Bu alem mümkün alemler içerisindekilerin en iyisi midir? Cevap: Değildir. Zira dünyada birçok şer mevcuttur. Allah isteseydi bu kadar şer olmazdı. Dolayısıyla bu dünyanın mümkün dünyalar içinde en iyisi olmadığı sabit olur. O halde Allah daha iyi bir dünya hayatı yaratabileceği halde yaratmamış demektir. Sonuç olarak daha iyi bir dünya hayatı değilde, içinde yaşadığımız dünya hayatının mevcut olmasını irade eden Allahtır. *** Soru: Allah neyi irade ettiğini bilir mi? Bilir denirse; bilmesi, ilmi ezeli olunca o halde bildiği; irade etmesi de ezeli demektir. Mutezile Allah’ın iradesine hadis, ilmine ise kadim diyor. *** Gözle Görmediğimizin Delili Kişi uyur rüya görür. Halbuki rüya görürken gözü kapalıdır. Demek ki gözüyle görmüyor. Denilse ki: “ben daha evelden gördüğüm şeylerden dolayı öyle rüya görüyorum” derim ki: “Sen evvelden çileği gördün diyelim. Onu istediğin kadar düşün, çileği görüyor musun? Hayır görmüyorsun. Diyelim sen rüyadayken çilek görmeyi istedin; Allah o görüntüyü görmeni yaratmadıkça çileği göremezsin. Demek ki biz rüyada iken gözlerimiz ile görmüyoruz. Aslında günlük hayatımızda da gözlerimizle görmüyoruz. Sünnetullah (Allah’ın adeti) olarak, bir cisme baktığımızda Allah onun görüntüsünü görmemizi yaratıyor. Bakmadığımızda yaratmıyor. Olay budur. *** Mekansız mahluk olmaz. Mekan da mahluktur. Her mahluğun kapladığı bir mekan, yer vardır. Ve her mahluk sınırlıdır. Dolayısıyla eni, boyu vardır. Allah her mekanı görür ve mekandakini de görür. Cisimler iki çeşittir. Birincisi bizim gördüklerimiz, ikincisi göremediklerimiz. Göremediklerimiz latif cisimlerdir. Mesela biz melekleri göremiyoruz; melekler latif cisimdir, mahluktur ve yer kaplar. Lakin Allah onları görmez mi? Görür. Binaenaleyh düşüncelerimiz de, ses de, iman da, küfür de mahluktur. O halde Allah bunları da görür. Lafın kısası Allah her yarattığını görür. Kim ki bu dediklerimizi reddeder ve “Öyle şey olur mu, elbette Allah’ın yarattıkları içinde görmedikleri de vardır” derse; o kişi Allah’ın ezeli bir sıfatı olan Basar sıfatında, görmesinde eksiklik kabul etmiş olacağından; yani “Allah’ın görmediği şeyler de var” diye inanmış olacağından bu inanç küfür olur. Şey ise mevcut demektir. *** Deniyor ki: Böyle konuşma veya yapma dinden çıkarsın Allah muhafaza (korusun). Demek ki dinden çıkanları, dinden çıkmaktan korumuyor demektir. Yine kötü insanlardan bahsedilirken deniyor ki: “Allah ıslah etsin”; demek ki ıslah olmamış kimseleri Allah ıslah etmedi öyle mi? *** Alem, uzay cisimdir. Her cisim sınırlıdır. Her sınırlı olan mahluktur. Dolayısıyla alem de, uzay da sınırlıdır. Bu hususta akli delilim şudur: _ Kitap: İslam Felsefesinde Allah’ın Varlığının Delilleri Yazar: Prof. Dr. İbrahim Agah Çubukçu sayfa 21: Kindi alemin hudusunu ispatlamak için riyazi sağlamlıkta bir takım önermelere dayanmıştır. Ayrıca alemin sonsuz olduğunu farzetmiştir. Daha doğrusu riyazi sağlamlıkta olan önermelere dayanarak alemin sonsuz olacağı faraziyesinin çürüklüğünü göstermiştir. Kindi’nin dayandığı bu önermeler şunlardır: Aynı cinsten olan ve birbirinden büyük bulunmayan iki kemiyet eşittirler. Bütün buutları ve cüzleri ile birbirinden farksız olan kemiyetler bilfiil ve bilkuvve yekdiğerine eşittirler. Sonlu kemiyetler, sonsuz olamazlar. Eşit şeylerden birine aynı cinsten diğer bir şey katılınca eşitlik bozulur. Kendisine katkı yapılan şey, eski halinden daha büyük olur. Sonlu kemiyetlerin bir araya gelmesiyle vücut bulan şey, sonlu olur. Başka bir deyimle aynı cinsten sonlu kemiyetlerden bazısı sonlu olunca tamamı da sonlu olur. Aynı cinsten sonsuz iki kemiyetin biri diğerinden daha az veya daha çok olamaz. Kindi bu önermelere dayanarak alemin sonlu ve dolayısıyla hadis olduğunu ispatlamıştır. Alemi sonsuz farzederek girişilecek ispatın, böyle bir faraziyeyi muhalle sonuçlandıracağını göstermiştir: Sonsuz bir cismin bilfiil varlığını farzedelim. Bundan belli ve sonlu bir parça koparıldığını düşünelim. Cismin geriye kalan kısmı ya sonlu olur veya sonsuz olur. Eğer cismin geriye kalan kısmı sonlu olursa, sözü geçen 5 nci madde gereğince cismin tamamı sonlu olmuş olur. O halde burada açık bir çelişki vardır. Çünkü bir cismin hem sonsuz, hem sonlu olduğu sonucuna varıldı. Şimdi de diğer ihtimal üzerinde duralım: Cismin geriye kalan kısmının sonsuz olduğunu düşünelim. Buna cisimden ayrılan parçayı katınca hasıl olan miktar, bu katkı yapılmadan önceki miktardan ya büyük olur, yahut da ona eşit olur. Eğer büyük olursa, sonsuz olanın, sonsuz olandan daha çok olması gerekir ki bu da bizi sözü geçen 6 ncı madde gereğince muhale götürür. Çünkü sonsuz olan iki kemiyetten birinin diğerinden daha az veya çok olması düşünülemez. Eğer parçayı katmakla hasıl olan miktar, kendisine katkı yapılan miktara eşit olursa, bir miktara diğer bir miktar katılınca eşitlik bozulmuyor demektir. Bu ise sözü geçen 4 ncü maddeye aykırıdır. Cüz, büyük miktara katılınca aynı büyüklüğün değişmemesi cüzle kül arasında farkın bulunmadığı sonucunu verir. Yahut parça ile bütünün aynı büyüklükte olduğu düşüncesini doğurur. Bu ise açık bir çelişkidir. Bütün bu faraziyeler muhale ve çelişkiye götürdüğünden bir cismin bilfiil sonsuz olamayacağı sonucu çıkar. Başka bir deyimle, kemiyet sahibi şeyin, bilfiil sonsuz olamayacağı anlaşılır. Bu da alemin kadim olmadığını, sonlu olduğunu ve başlangıcı bulunduğunu gösterir. Bu demektir ki alem hadistir. Alem hadis olunca bir muhdise ihtiyaç gösterir. Bu muhdis de Yüce Allah’tır. *** Mevcudatta Allah’ın yaratmadığı bir şey var mıdır? Aynadaki görüntün, bıçak, gazete, araba, televizyon bunlar şey midir? Peki bunları Allah mı yarattı? &nbs p; &nbs p; Şey: mevcut olan Cevap: Bunları da Allah yarattı ve varoldukları sürece yaratılmaları devam etmektedir. *** İnsan, dağ, taş, televizyon, kalem Allah’a 1 saat mi, 1 saniye mi yoksa varolduğu her an mı muhtaçtır? Eğer her şey varolduğu müddetçe Allah’a muhtaç dersen, şeylerin varlıkta tutulmalarının Allah’ın etkisiyle olduğunu kabul ettin demektir. Allah’ın etki etmesi ise yaratması manasındadır. Bu da cisimlerin varolduğu müddetçe yaratılmasının devam ettiğini gösterir. Yani daha evvel izahı yapılmış olan Teceddüd-i Emsal prensibi. Eğer bu şeyler varlığını sürdürmek için Allah’a muhtaç değildir dersen, bu Allah’tan müstağni olmayı gerektirir derim. *** Kitap: Karabaği ve Tehafüt’ü Yazar: Abdurrahim Güzel --- Sayfa 197: Hocazade, filozofların Tatbik Burhanı’nın dışında, illetlerin teselsülünün imkansızlığı hakkında bir başka delilleri olduğunu söyler. Sözkonusu delil kısaca şöyledir: Her mümkünün sonsuza kadar bir başka mümküne dayandığını kabul edersek, bu mümkünler silsilesini de ilave ve çıkarma yapmadan ele alırsak, bu durumda, varlığında kendisinden başka diğer parçalara da ihtiyaç duyması sebebiyle bu bütünün de mümkün olacağı kesindir. O halde bu bütün, mümkün olması itibariyle bir illete muhtaç olacaktır. Bu illetin ne olacağı hususuna gelince; Bu bütünün kendisi, kendisinin illeti olamaz. Şayet kendi kendisinin illeti olursa, o şeyin kendi kendisinden önce gelmesi gerekir ki, bu imkansızdır. Bu bütünün, bir parçası da, O’nun illeti olamaz. Çünkü bir bütünü meydana getiren, aynı zamanda zorunlu olarak bütünün parçalarını da meydana getirir. Bu ise birinci ihtimalde anlatıldığı üzere parçanın kendi kendisini meydana getirmesi olacaktır ki, bu da imkansızdır. Geriye son bir ihtimal kalır ki, o da bu illetin, bu bütünün dışında bir şey olmasıdır. Bütünün dışındaki bu illetin en azından bu silsilenin parçalarından birisini meydana getireceği şüphesizdir.(1) Bu parça, illetten malule doğru giden doğrultuda, en son veya aradaki bir parçası olamaz. Çünkü, bu harici illetin müstakil bir illet olduğu kabul edildiği takdirde, bu son veya ara parçaların iki illeti olmuş olacaktır. Müstakil bir illet olmadığı kabul edildiği takdirde, o müstakil bir illete ilave edilmiş olacaktır. Çünkü bu silsilenin her parçası, bir sonraki parça için bir illet durumundadır. O halde bu harici illetin varlığa getireceği parça, bu silsilenin ilk parçası olacaktır. Bu durumda da bu hadise illet cihetine geçer. Böylece de silsile bir son bulur. Halbuki önceden bu silsilenin kesilmeyen sonsuza giden bir silsile olduğu kabul edilmişti. Sonuç olarak, bunun yanlış olduğu ispat edilmiş olur. (1): Bu arada Hocazade şunları ilave ediyor: “… Çünkü eğer bu silsilenin parçalarından her birisi, bu harici illetin dışında birisi tarafından varlığa getirilseydi, bütünün, yani bu silsilenin kendisi de aynı zamanda bu harici illetin dışında biri tarafından varlığa getirilirdi. Çünkü; bütünde, parçaların dışında başka birşey yoktur. Bu durumda bu harici illet, bu bütünün illeti olmazdı. Halbuki biraz önce bunun aksi, yani harici illetin, bu bütünün illeti olacağı, gösterilmiş, kabul edilmişti. O halde, harici illetin, bu silsilenin parçalarından birisini varlığa getiren şey olacağı ortaya konmuştur. Şimdi bu duruma göre, bu illetin, bu silsilenin bir ferdinin ya bağımlı olarak ya da bağımsız olarak illeti olması zorunludur. Bu harici illetin eseri olan bu bütüne ait parçanın, bu silsilenin en son eseri veya aradaki bir eseri olması caiz değildir. Çünkü; aksi takdirde, bu harici illetin bağımsız olduğu kabul edildiğinde bir tek eserin iki illeti olması, bağımsız olmadığı kabul edildiğinde, onun bağımsız bir illete ilave edilmesi gerekir. Çünkü; bu silsilenin parçalarından bölümlerinden herbirinin, kendisinden sonra gelen üzerinde bağımsız olarak tesirde bulunduğunu, onun illeti olduğunu daha önceden kabul etmiştik. Öyleyse netice olarak; bu sözkonusu parçanın, silsilenin diğer bir ferdi olacağı ve bununla da bu teselsülün kesin olarak bir son bulacağı ortaya çıkar.” (Not: Bu dipnot aynı delilin 103. sayfadaki izahıdır.) --- Sayfa 199: Bu görüşünü te’yid için de Curcani’nin şu sözlerini nakleder: Söz konusu silsilenin bazısının, diğer bazısını varlığa getirmede, ortağı bulunmayacak şekilde müstakil olarak icad eden bir illet olması caiz olmaz. Eğer bu caiz olursa, alemin bazısı kendi kendisinin illeti olur. Çünkü; bu mümkündür ve onun için mutlaka müessir bir illet lazımdır. Bu müessir illetin de, bu bazısının dışında olması mümkün değildir. Aksi takdirde bu bazısı, silsileye tesirde müstakil olmayıp, bilakis bunun bu tesirde bir ortağı olur. Böylece mümkünün ve vacibin bir arada bulunması gibi, bu farzedilen silsilede, bu silsilenin bir kısmının müessire ihtiyaç duymaması mümkün değildir. *** Kitap: İstencin özgürlüğü üzerine Yazar: Arthur Schopenhaue --- Sayfa 79: Diğer taraftan, istencin özgürlüğünü savunmada şu üç neden Augustinus’u teşvik eder: Özgür istenci inkar ettikleri ve başka bir şer ve kötülük kaynağını kabul ettikleri için karşısına “Özgür İstenç Üzerine” adlı kitabını açıkça yönelttiği Maniliğe muhalefeti. (Ruhun Niceliği Üzerine) adlı kitabının son bölümünde bundan alayla bahseder. “İnsanlara seçme hakkı verilmiştir ve bu gerçeğin altını şeytanca akıl yürütmelerle kazmaya çalışanlar öylesine kördür ki…” İnsanın ahlaki sorumluluğunu Tanrının adaletiyle uyumlu kılma zorunluluğu. Yani, Augustinus’un keskin zekası, bertaraf edilmesi bildiğim kadarıyla üç istisna dışında - ki bu yüzden hemen daha yakından gözlemleyeceğimiz - tüm filozofların sanki hiç varolmamış gibi sessiz ve kibarca kaçacakları kadar zor olan o çok ciddi problemi fark etmeme hatasına düşmedi. Ayrıca Augustinus ondan, kitaplarının hemen başlangıç kelimelerinde cömert bir samimiyetle, dobra dobra şöyle bahseder: ”Lütfen söyle bana, Tanrı şeytanın yaratıcısı değil miydi?” (3) ve sonra hemen ikinci bölümde ayrıntılara girer: “Ruhum şu sorudan rahatsız oluyor: Günahlar Tanrının meydana getirdiği ruhlardan geliyorsa günahların doğrudan Tanrıya geri dönmesinden farklı bir sonuca varmak nasıl mümkün olur?” (3) Özgür Seçme İstenci Üzerine *** Allah’ın ruhu yoktur diyorum. Bu husustaki (Hicr 29, Sad 72, Secde 9) ayetlerin te’vili icab edip, zahiri alınamaz. Zira eğer “Allah’ın ruhu vardır” denirse, bu ruh ezeli olacak demektir. İnsana ruhundan üfürmesi ayetlerinin zahiri alınırsa; hadis olan insanda, ezeli bir şeyin parçası mevcut oluyor gibi olur. Halbuki ezeli olan şeyde değişme, parçalara bölünme olmaz. Ve yine ezeli olan şey hadis olan şeye ya da hadis olan şey ezeli olan şeye mahal (yer) olamaz. Yani ezeli olan ile hadis olan birleşemez. Bunlar sabit olunca bu husustaki ayetlerin zahirinin alınamayacağı sabit olur. Lakin denirse ki: “Allah’ın ruhu vardır lakin keyfiyetini bilmiyoruz.” Derim ki: “Mekansız ruh olur mu?” olmaz. Zira bizim ruhumuz latif cisimdir ve yer kaplar. Allah ise mekandan münezzehtir. Ezeli olan bir şey mekanda olmaz. Çünkü evvelden izahı geçtiği gibi her cisim sonludur ve hadistir. Zira her cisim parçalardan mürekkeptir ve parçalarına muhtaçtır. Bir şeye muhtaç olan ise ezeli olamaz. Her mekan ise cisimdir. Dolayısıyla her mekan hadistir. Ezeli olan ise, hadisten önce de mevcuttur. (Allah alemden zat itibariyle öncedir, zaman itibariyle değil) Eğer ezeli olanın mekanda olduğu söylenirse, sorarım: “Peki mekan yokken ezeli mevcut neredeydi?” Görüldüğü gibi ezeli olan şey mekanda olamaz. Eğer sonradan mekanda oldu denirse, derim ki: “Ezeli olan şey değişmeyi kabul etmez.” Dolayısıyla Allah’ın ruhu olduğu kabul edilirse, ruh mekan kaplayacağından dolayı; Allah’ın cisim olduğuna inanılmış olur. Zaten bu söz yani: “Allah’ın ruhu vardır ama keyfiyetini bilemeyiz” şuna benzemektedir: “Allah’ın eli, yüzü vardır ama keyfiyetini bilemeyiz.” Nasıl ki bu söz küfür olursa diğeri de küfür olur. Zira ikisi de Allah’a cisim demeye varır. Velev ki bu sözleri söyleyen Allah’ın mekandan ve cisim olmaktan münezzeh olduğunu söylemiş ve bu inançta olduğunu düşünmüş olsun! *** Acıma, merhamet etme; bu ifadeler bizim kullandığımız anlamlarıyla Allah için düşünülemez. Çünkü birine acırsanız ve ona merhamet ederseniz, o kişinin bulunduğu halde olmasını istemiyorsunuz demektir. Bu insanların bakış açısına göre böyledir. Halbuki Allah için bu ifadeler düşünüldüğünde bu kişilerin o acınası, merhamet edilesi halde olmasını zaten Allah irade etmiş oluyor. Yine affetme ifadesi için de aynı sözleri söyleyebiliriz. Zira affedeceği kulunun günahlarını, zaten ona kendisi işletiyor. *** Televizyonda birisi vaaz verirken dedi ki: “Allah mekandan münezzehtir, Allah her yerdedir.” Soruyorum: Her yer ifadesi her mekan manasına gelmez mi? Eğer Allah her yerde denirse bu mekanı da Allah yarattığından; mekanı yaratmadan önce neredeydi? O bakımdan Allah her yerdedir diyen kafir olur. Çünkü mekanda olan cisim demektir. Ve bu ifade Allah’a cisim demeye varır. Doğrusu şudur ki: Allah hiçbir yerde değildir. *** Allah’ın iradesi ezeli midir? hayır derlerse hadis demiş olurlar. Soruyorum: Kabul ettiğiniz bu hadis irade kendi kendisinin mi sebebidir yoksa onu Allah mı yarattı? Allah yarattı derler. Soruyorum: Size göre Allah hadis iradesini isteyerek mi yarattı, istemeyerek mi yarattı? “isteyerek yarattı” derlerse, o halde bahsettikleri hadis irade yaratılmadan önce de Allah’ın iradesinin olduğunu ikrar etmiş olurlar ki bu O’nun ezeli iradesidir. Bunu da kabul etmezlerse onlar o halde Allah’ın hadis iradesini istemeden yarattığını söylemek zorunda kalırlar. Mutezile, Allah’ın iradesinin mahalde kaim olmaksızın hadis olduğunu söylemiştir. Hadis olan her şey mahluktur. Her mahluk mekan kaplar. Mesela havadaki kuş, onun kapladığı alan onun hacmidir. *** “Gerçek olan akla uygundur; akla uygun olan da gerçektir” (Hegel) *** Kalabalık bir ortamda oradakilere şu soruyu sorun: Oturuyorken ayağa kalkın ya da elinizi bacağınıza vurun ve deyin ki: Bu kader mi? Tahminim çoğunluğu hayır diyecek veya susup kalacak. ***Allah, alemi yaratmadığında da görüyordu; Nitekim alemi yaratmadığında da biliyordu. Düşünelim; “Allah ilk gül'ü yaratmadan önce o gülü görmüyordu” denildiği zaman gülün nasıl göründüğünü bilmiyordu denilmiş olur. Zira nasıl göründüğünü bilmemek demek, görünümünü bilmemek demektir. Allah için cehil söz konusu olamayacağı için bir şeyi yaratmadan önce onun her şeyini bildiğinden onu gördüğü de ortaya çıkar. Allah, alemi yaratmadığında da duyuyordu; zira alemi yaratmadığında da alemi biliyordu. Düşünelim; Allah ilk sesi yaratmadan önce bu sesi duymuyordu denildiği zaman sesin nasıl olduğunu bilmiyordu denilmiş olur. Zira sesin nasıl olduğunu bilmemek demek sesi bilmemek demektir. Allah için sonradan meydana gelecek bir şeyi bilmemek söz konusu olamayacağı için ve bir şeyi yaratmadan önce onun her şeyini bildiğinden onu duyduğu ortaya çıkar. Zaten Allah’ın görmesi ve duyması ezelidir. Ezeli olan şeyde ise değişiklik olmaz. Eğer Allah alemi yaratmadan önce alemi duymuyor ve görmüyordu denilirse; bu ifade şu manaya gelir: Önce alemi duymuyor, görmüyordu; daha sonra alemi duydu ve gördü. Bu ifade ise değişikliği ifade eder. Ezeli olan şeye ise etki edip onun vasfını değiştirecek sebep yoktur. Zira sebep sebepliden önce olur. Halbuki ezeli olanın zaman olarak öncesi yoktur. Zaten olsaydı o ezeli olamazdı. *** Alem Allah’tan gayrısı demektir. “Alemin Rabbi, Alemin yaratıcısı” ifadelerini kabul ediyor musunuz? evet derseniz, biz insanlar, fiillerimiz, düşüncelerimiz ve cüzi irademiz de alemin içindedir, alemden sayılır. Dolayısıyla bu saydıklarımın da Allah’ın yaratmasıyla meydana geldiklerini kabul etmeniz gerekmez mi? *** İnsan Allah’ın murad ettiği şeye muhalif bir şey yapabilir mi? *** Bir insan çalıntı yiyeceklerle yaşarsa, bunlar ona Allah’ın verdiği rızık mıdır?
NOT: Buradan itibaren özellikle forumlarda yazdığım yazıların çoğunluğunu oluşturduğu yazıları ekleyeceğim Tarih: Ağustos 2005. Çok fikrimi de değiştirdim; dediğim gibi sonradan yazdıklarım geçerlidir ancak evvelden yazdıklarım piyasadaki kitaplara cevap niteliği taşıdığından dolayı önceki yazılarımı silmedim.
Genelde Forumlara Yazdığım Yazılar
*** Allah’ın iradesi mi bizim irademize tabi yoksa bizim irademiz mi Allah’ın iradesine tabi?
*** Seçmek düşünmek midir, seçimlerimiz düşünce midir? “Evet” derseniz, soruyorum: Düşüncelerimizi Allah mı yaratır? “Evet” derseniz; o halde seçimlerimizi de Allah yaratmış demektir.
*** Konu alemin kıdemi (ezeliyeti): Soruyorum Allah’ın yaratması var mı? “Evet” dersen, yine soruyorum: Bu yaratması ezeli mi, sonradan mı? Eğer “sonradan” dersen; halbuki her hadis (sonradan olan) mahluktur ( yaratılmıştır). O halde o yaratmanın da, yaratıldığını söylemek durumunda kalırsın. “Onu yaratan, yaratıcılıkta hadis (sonradan) dersen, onu ne yarattı? diye sorarım ve teselsül olur. O halde “Allah’ın yaratması ezeli” dersen bak ne oldu: O zaman yaratılan ilk şeyi düşün; o halde onun da ezeli olması lazım gelmiyor mu ne dersin? Mesela bak, Allah’ın kudreti var ve bu ezelidir; kitaplarda böyle anlatılır. Soruyorum: Allah kurdetiyle mi yaratır? “Evet” dersen bak ne oldu: Alem (Allah’tan başka herşey) sonradan oldu; yani Allah alemi sonradan yarattı dersen, o halde bu sonradanlık ne demektir? Allah bu sonralığın gelmesini mi bekledi? Nedir bu? Eğer “Allah bekledi; önce yaratmadı sonra yarattı” dersen. O halde Allah’ta bir değişmeyi kabul ettin demek olur. Çünkü “kudreti ezelidir; önce yaratmadı, sonra yarattı; dolayısıyle kudreti bu işin olmasına taaalluk (bağlı ,ilgili) etti” dersen; bak ne oldu: Kudreti önce yaratmıyor, sonra yaratıyor oluyor ve bu kudrette bir değişmeyi beraberinde getiriyor. Halbuki ezeli olan değişme kabul etmez. Bir de diğer açıdan bakarsak; yani aleme “ezeli” dersek; bu sefer de başka problem var, şöyle ki: Yaratmaktan bahsedildiğinde zaten yaratılan için öncesinde yokluktan bahsetmek ya da başka bir şeyden bahsetmek lazım gelir. Sonuçta bir değişimdir. Mesela insanın çamurdan yaratılışı gibi; bak insan yoktu; var oldu, yaratıldı çamurdan. Fakat ben şunu diyorum: Yaratılan ilk şeyden bahsediyorum: Bunun için konuşursak ve buna “ezeli” dersek; ama ezeli ise değişmez ve yaratılan şey için de ezeli demek göründüğü kadarıyla bir çelişkidir. Lafın özü şunu soruyorum: Yaratılma konusunda, “Allah vardı ve sonra alem oldu” dendiğinde: Allah yaratmak için bekledi mi, beklemedi mi? “Beklemedi” dersen, alem ezeli demiş olmuyor musun? Eğer “bekledi” dersen, “neyi bekledi?” diye sorulur. Zamanını bekledi dersen. O halde zamanın varlığını kabul ediyorsun demektir. Yani kafam karışık; bu konu zaten çok derin.
*** Mesela ben yere yatmayı düşünüyorum; soru: Allah bu düşünceyi irade edip yarattığı için mi ben bu düşünceyi düşündüm yoksa irade etmeyip yaratmadığı halde mi ben bu düşünceyi düşündüm. Yani lafın özü düşüncelerimizi (cüzi irade) Allah mı yaratır, biz mi yaratırız yoksa bu düşünceler kendi kendine mi meydana gelir? Esas düğüm yeri burasıdır. Maturidiler ve insanın özgür iradesini savunanlar, cüzi iradeyi yani düşüncelerimizi Allah yaratmaz derler. Bunu kafanıza iyice sokun....
*** “Allah bildiği için yazdı” demeye getiriyorsun; mesela Adem’in yasak ağaçtan yiyeceğini Allah o yemeden önce biliyordu. Dolayısıyla “ilim maluma tabidir,” yani bilinene tabidir, tesir etmez diyorsunuz. Cevap : Ama Adem’in yasak ağaçtan yemesi, yani bahsi geçen Allah’ın bildiği fiil yine Allah’ın iradesiyle gerçekleşmedi mi? Eğer bu soruya “evet Allah’ın iradesiyle vuku buldu bu hadise” derseniz, bakın ne oldu? Allah onun yasak ağaçtan yemesini irade etmiş oldu ve Allah’ın irade ettiği bir fiilin meydana gelmesini Adem engelleyemez. O zaman anladık ki Adem bu fiili yapmaya mecbur oldu.
*** "Allah istese insan kılığına girebilir." Biri forumda bunu dedi. Cevap: Bunu diyen kafir olur; "insan kılığına girebilir" demek “Allah cisim de olabilir” demek olur. Cisim ise parçalardan oluşmuştur ve her parçalardan oluşan kendisini oluşturana muhtaçtır. O bakımdan her cisim sonradan olur ve yaratılmıştır. Halbuki Allah yaratılmamıştır, dolayısıyla Allah cisim olamaz ve bunun olmayacağını Allah bilir. ikinci sorun şu: Hz. Adem yasak ağaçtan yemeseydi ne olacaktı? Cevap: Hz. Adem yasak ağaçtan yemek zorundaydı. Rızık Allah’tandır ve haram da rızıktır. O bakımdan Hz. Adem’e de esasen Allah zorla yasak ağaçtan yedirmiştir ve herşey Allahın iradesiyle olduğuna göre Hz. Adem’in bu fiili de yine Allah’ın iradesiyle vuku buldu ve Hz. Adem, Allah’ın irade ettiği fiili engellemeye kadir olamaz. Bu bakımdan Hz. Adem, Allah’ın zorlamasıyla yasak ağaçtan yedi. Bu sırada bana şöyle soruluyor: O halde şeytan ne? Yani o, ona vesvese vermedi mi? Cevap: Evet verdi, ama şeytan da Hz. Adem gibi fiillerini ve düşüncelerini yaratamaz. Şeytanın düşünceleri ve fiilleri de Allah’ın yaratmasıyla mevcut bulur; dolayısıyla şeytanın Hz. Adem’e vesvese vermesini Allah istedi ve şeytanın vesevesi vermesini yarattı. Tabii ki şeytan da Allah’ın, kendisinde yarattığı fiili yapmamama kadir olamaz. O bakımdan şeytan da bu yaptıklarını Allah’ın iradesiyle, yani zolamasıyla yaptı. Dersen ki bana: O halde bu dünya imtihan değil mi? Cevap: elbette değil. Allah sonradan olacak herşeyi daha o olmadan önce bilmiyor mu? Biliyor, bu nasıl imtihan o zaman. İmtihan değil. Fakat Kuran da imtihan ile ilgili ayetler var (mesela Mülk 2). İşte bu ayetlerin zahiri (görünüşü) alınamaz, te’vil edimesi gerekir. Yani başka manalar vermek gerekir.
*** Bir bedevi, Amr b. Ubeyd'inde bulunduğu bir ders halkasının başında durdu ve dedi ki: “Ey adamlar benim devem çalındı. Allah’a devemi bana geri döndürmesi için dua ediniz.” Amr b. Ubeyd dedi ki: “Allah’ım sen bunun devesinin çalınmasını murad etmediğin halde çalındı. Bu deveyi ona geri çevir.” Bedevi arap dedi ki: “Senin dua etmene benim ihtiyacım yok!” Amr: “Niye?” deyince, şu cevabı verdi: “O dilemediği halde devem çalındığı gibi, geri döndürülmesini istediği halde geri döndürülmeyeceğinden korkarım” dedi. Yorum: Bana sorarsanız bu rivayet uydurmadır; ama devam edelim: Amr b. Ubeyd, Mutezile’dendir ve bu mezhebe göre Allah şerri irade etmez ve bu mezhep iradeyi; emretmek, razı olmak manasına alır. Yani Amr, özgür iradeyi savunur.
*** 1- Rızık Allah’tan mı? İçki içmek rızık mı? İçki içmek Allah’tan mı? (Haramda rızıktır Maturidilere göre) 2- Herşey Allah’ın dilemesiyle mi olur? Zina yapanlar var, Allah’a sövenler var. Bunlarda mı Allah’ın dilemesiyle oldu? 3- Allah günahların işlenmesini diler mi? Günahlar işleniyor mu? O halde dünyada Allah’ın dilemesinin, iradesinin dışında bir şey mi oluyor? 4- Kadere hayrın ve şerrin Allah’tan geldiğine inanıyor musunuz? Zina yapmak şer midir? Zina yapmak Allah’tan mıdır? Hani, hayır ve şer Allah’tandı ya... 5- "Allah’ım bizi kötü yola düşürme, yolumuzu saptırma" diye dua ediyor musunuz? Demek ki bizi kötü yola düşüren ve yolumuzu saptıran kimmiş? 6- Allah şerri irade eder mi? İster mi, diler mi? “Hayır” dersen, Allah’ın dilemesi dışında mı oluyor bu şerler? 7- İnsan kadere mi bağlıdır, yoksa hür müdür? 8- Şimdi, senin bu yazıları okuman kader mi? 9- Allah dilemeseydi sen bu yazıları okuyabilecek miydin? 10- Önünde iki meyve var, elma ve çilek; seç birini. Senin bu seçimin Allah’ın iradesiyle mi oldu yoksa iradesi dışında mı oldu? 11- İnsan Allah’ın murad ettiği (istediği, dilediği) şeye muhalif bir şey yapabilir mi? 12- Bir insan çalıntı yiyeceklerle yaşarsa, bunlar ona Allah’ın verdiği rızık mıdır? 13- Allah mahlukatının (yaratıklarının) kendisine itaat etmeden önce, itaat edecek olmalarını ve O'na isyan etmeden önce isyan edecek olmalarını irade etmiş miydi? Bu soruya “hayır” derseniz, Allah’ın iradesinin ezeli olduğunu reddetttiniz demektir. Eğer "bildiği için diledi" derseniz, bunun da cevabı sitededir. 14- Siz bu yazıları okumadan önce Allah bu yazıyı okuyacağınızı biliyor muydu, bilmiyor muydu? “Biliyordu” derseniz, soruyorum: Bildiği gibi olmasını mı diledi yoksa bildiğinin aksine olmasını mı diledi? "Bildiği gibi olmasını diledi" derseniz, sizin bu yazıyı okumanızı Allah’ın irade etmiş olduğunu kabul ettiniz demektir ve siz Allah’ın irade ettiği bir fiili, hareketi engelleyebilir misiniz? "Hayır engelleyemem" derseniz, demek ki siz bu yazıları Allah’ın zorlamasıyla, mecburen, tıpış tıpış okudunuz. Ne dersiniz bu işe? Bu soruları ne kadar bilgili olursa olsun “insanın hür iradesi” olduğunu savunan kişilere sorarsanız, yüzü kıpkırmızı kesileceğini tahmin etmekteyim. Gece uyuyamaz tahminime göre; sorun görün. Defalarca söylediğim gibi peygamberin kader hadislerinde, insanın özgür iradesi olmadığı anlatılır. Bu hadisleri de onlara sorarsanız yine kıpkırmızı olurlar. Hadi sorun artık! Cüzi irade vardır, bizim tercihlerimiz vardır, ama bunlar sonuçta düşüncedir ve düşüncelerimiz de Allah’ın yaratmasıyla oluşur; dolayısıyla aslında biz de Allah hangi düşünceyi yaratırsa, biz o düşünceyi düşünebiliriz.
*** Forumda biri diyor ki: “Kendini tanıt ve niçin bu yazıları yazma gereği duydun?” Cevap: Ben 1976 doğumluyum. Hiç kimseden dini eğitim almışlığım yoktur. Kuran’ı okumayı bile kendim kasetlerden öğrendim; fakat günde ortalama 7-8 saat kitap okurdum yine okuyorum, beş yıl önce kader hususunda piyasadaki dönen dolapları yavaş yavaş hissetmeye başladım. Olaylar şöyle cereyan etti: Senin de yazıp gördüğün gibi kader hususundaki hadislerde tamamen cebr (Allahın kullarını günahlara ve sevaplara zorlaması) görüşü vardır. Hal böyleyken ben piyasadaki elime geçen dini kitapları okuyorken, onlarda ekseriyetle kader hususunda kulların özgür iradelerinin olduğu anlatılırdı. Bu anlatılanlar çok çelişkilidir yani bir dediklerini bir alt satırda dahi yalanlayıcı ifadeler kullandıklarını görüyordum; bunların üç kağıt olduğunu hissediyordum lakin onların kendilerince getirdikleri bazı örneklerine, cevaplarına, karşı cevap veremiyordum. Sonra kendi kendime dedim ki: “Bunlar bu kadar alim, elbette vardır bir bildikleri” deyip dediklerini kabullendim. Fakat bu anlayış yani kulların özgür iradesi hususuyla, herşeye şamil olan Allahın iradesini bir türlü uyuşturamıyordum. Üç - dört sene böyle bunalımlı olarak geçti. Zira tatmin olmuyordum, kendimi kandırdığımı hissediyordum ki bu beni hepten bunaltıyordu. Böyle giderken dört - beş yıl önce Muhammed İhsan Oğuz’un “Kaza ve Kader” kitabı elime geçti. Bu kitabı okuyunca şok oldum; çünkü hak mezhep dediği Maturidi mezhebiyle, açıktan açığa kaderi inkar ettiğini bildiğimiz Mutezile mezhebinin aslında aynı yolda olduklarını ve sözde bir çekişmede bulunduklarını itiraf ediyordu. Daha sonra bu laflarını düzeltmek istiyordu. Ben o kadar etkilendim ki acaba yanlış mı görüyorum diye bir günde okuyacağım bu kitabı, kelime kelime tetkik ederek bir haftada bitirdim (bu bahsettiğim kitaptan alıntılar ve çelişkileri sitede vardır) ve bu konuyu tüm detaylarına kadar incelemeye karar verdim; sonra kelam ve felsefe kitaplarına daldım ve bu işin inceliklerini araştırmaya başladım. Bu arada öğrendiklerimi çevremdeki insanlarla da konuşuyordum. Bir de baktım ki, insanların tamamına yakını da neyi savunduklarını tam manasıyla bilmiyorlar. Genelde kulaktan dolma fikirleri var; okuyanların ise bilgili olduklarını düşündükleri kişilerin kitaplarını okuyup, pek sorgulamadan hemen doğru kabul ettiklerini gördüm. Bu aralar Razi'nin “Tefsiri Kebir” diye meşhur olan tefsiri elime geçti. Bu tefsirde bir farklılık vardı. Çünkü Razi, Eş’ariydi ve cebirciydi yani “kulların özgür iradesi yok” diyordu. Ondan da pek çok bilgi edindim, sonra şunu farkettim ki Eş’ari mezhebine piyasadaki kitapların neredeyse tamamı Ehli Sünnet ve Hak mezhep diyorlardı yine Maturidi mezhebine de Ehli Sünnet ve Hak mezhep diyorlardı. Ben kelam kitaplarına bir baktım, yine afalladım. Çünkü, Hanefilerin genelde itikadda Maturidi mezhebinde olduğu söyleniyordu ya, ben de “madem Hanefiyim demek ki ben de Maturidiyim” diye kendimi Maturidi görüyordum. Lakin ilk okuduğum kelam kitabında, şunu gördüm ve yamuldum kaldım; çünkü orada cüzi iradeden bahsediyordu ve cüzi irade ise şu demekti: Ben şimdi oturuyorum ya, şimdi ayağa kalkmak istedim; işte bir hareketi yapmayı istemeye, yani verdiğim örnekteki “ayağa kalkmayı isteme” düşüncesine cüzi irade adı verilir. İşte bu Maturidi mezhebi cüzi iradeye mahluk (yaratılmış) değil diyormuş. Yani “Allah yaratmaz” diyormuş; bir baktım Eş’ari mezhebine “cüzi iradeyi Allah yaratır” diyor. Ben dedim ki: “Nasıl bu Maturidi mezhebinin dediğini savunurum, o halde ben bu mezhebi bırakıyorum ve Eş’ari mezhebine geçiyorum.” Fakat hala Eş’ari mezhebinin cebirci olduğunu bilmiyordum. Zamanla daha incelikleri gördüm; yani çok yalan dolan var bu işlerde onu söylüyorum. Sonra ruyetullahı (Allah’ın görülmesi) inkar ettim ve Eş’ari mezhebinden de çıktım. Lafın kısası kitapların ekserisi cebr görüşünü aşağılar ve Eş’ari mezhebine “hak mezhep” derler ama çoğu bilmez ki “hak” dedikleri bu Eş’ari mezhebi de “kulların özgür iradesi yoktur, Allah zorla günah ve sevap işletir” der. Üç kağıt, yalan, dolan o biçim. Bunları elimden geldiğince insanlara anlatmak istiyorum. Zira bir çok kişinin, Maturidi mezhebinin yaptığı laf oyunlarını cevaplayamadıklarını gördüm. Benim beşbinden fazla insanla yaptığım tartışmalar vardır; çok yüksek tecrübem vardır. İnsanlara öğrenmeleri için bu yazıları yazdım. Said Nursi diyorlar; gerçekçi olun! Bu işler çok incedir; tam manasıyla bu konuya kişinin kendini vermesi lazımdır, itikadi mezhepleri araştırması, onların ne dediklerini, nasıl savunma yaptıklarını çok iyi bilmek lazımdır. Said Nursi ise kelamcı değildir ve bu hususta çok yetersizdir. Bunu ispatladım ve yine ispatlarım; şu aralar onun külliyatını okuyorum, bitirince diğer çelişkilerini de göstermek istiyorum ta ki anlayın bu işin ne kadar ince, detay olduğunu.
*** Dedi: Gene tercihte kaldım gitsem mi, kalsam mı? Ben kalmayı tercih ettim ve Allah’ın benim kalmam neticesinde irade ettiği şeyi yaptım ve yazdım. Ama tüm bu tercihler arasından yazmamayı ve işe gitmeyi tercih etse idim, Allah işim ile alakalı irade ettiği işi yapacak ve Allah benim için o sahneleri yaratacak idi.” Cevap: Fakat birşeyi gözardı etmişsin; “irade ettikten sonra fiilimi Allah yaratıyor” diyorsun da irade etme durumunu ve iradeni Allah yaratmıyor mu? “Ben istiyorum, Allah fiili yaratır” diyorsun da "istememi Allah yaratıyor” demiyorsun. Bunu görmek istemiyorsun, insanların çoğu da böyle; bu bahsettiğin iraden yine Allahın ezeli iradesiyle vücut bulmuyor mu? Milyonlarca düşünceden birini sen seçtiğini ifade ediyorsun; bak şimdi: Milyonlarca düşünce bir insan için aynı anda mevcut olamaz, hatta iki düşünce bile aynı kişi için aynı anda vücut bulamaz. Dolayısıyla sen önce bir düşünce, sonra diğer düşünceyi düşünürsün; mesela sen hem sağa gitmek düşüncesini, hem de sola gitmek düşüncesini aynı anda düşünebilir misin? Hayır düşünemezsin. Dolayısıyla senin aklına gelen tüm fikirler Allahın yaratmasıyle meydana gelir.
*** Nasslarda geçen Allah’ın gazaplanması ve razı olması ifadelerinin de zahiri alınamaz. Şöyle te’vil edilmelidir: Gazaplanma ifadeleri cezalandırma, razı olma ifadeleri ise mükafatlandırma olarak kabul edilmelidir.
***Allah şerri irade eder mi?
*** Düşüncelerimiz Allah yarattığı için mi varoluyor?
*** Allahın kalpleri mühürlemesi ile ilgili ayetler var bunlar ile ilgili şu soruyu soruyorum: Bir kısım insanlar diyor ki: “Onlar mühürlendi ama şundan çünkü onlar çok isyan etmişlerdi ve azmışlardı o bakımdan onlar hakettikleri için Allah da onların kalplerini mühürledi diyorlar ya da Allah onların iman etmeyeceğini bildiğ için mühürledi” diyorlar. Ben de diyorum ki : lakin sorum şu: Bu kişiler mühürlendikleri anda iman edebilirler mi? Eğer “edemezler” derseniz, işte bu anda da iman teklifi bu kişilere var mı? Şu ayetlere bakın Araf 158 ve Bakara 21 bu konudaki bazı ayetleri de vereceğim. Bu işe ne diyorsunuz? Hem mühürlüyor hem de aynı anda iman teklifi var, yani o kişiye yine imanı emrediyor? Bu iş yani iman etme olayı, bu mühürlenme anında nasıl olacak? Ve bu o kişiye kaldıramayacağı yükü yüklemek "teklifi mala yutak" olmuyor mu? Evet oluyor. Lakin bakın Bakara 286: "Allah hiçbir nefse kaldıramayacağı yükü yüklemez" buyruluyor. Ben bu işlerin kolay olmadığını hep söyledim ve ben bu ayeti inkar da etmiyorum, lakin tevil edilmesi gereken bir ayettir. Yani başka bir mana vermek gerekir. Kurandaki başka ayette köre, topala güçlük olmadığı bildirilmişti.( ayet numarasını hatırlayamıyorum) İşte bu manada bir kaldıramayacağı yükü yüklemez diyoruz. Hani “onlar savaşa gitmesede olur” manasında. Bu konuyu da o kadar ifade ettim, bunu da pek yorumlamadınız ne diyorsunuz. Bu başlıkta da özelikle bu konuyu konuşalım. Zira bu hususta özgürlükçüler savunma yapamıyorlar..............
*** Neden ben Maturidiliği kabul etmedim? Şundan: Yüzyıllardır süren bir üçkağıt. Bu konuda çok felaket laf oyunları dönmekte ve insanların ekserisi de zaten özgür irade savunulmasına inanmaya meyillidir. Bütün bunlar birleşince Maturidilik yüzyıllardır kabul görmüştür ve aslında Eşarilik bence hiçbir dönemde halk tabakasının çoğunluğu tarafından kabul görmemiştir. (Delil mi istiyorsun? Git sor Şafilere kader konusundaki görüşlerini, sana tahminim özgür iradeyi savunurlar. Halbuki mezhebim dediği Eşarilik cebircidir, yani kulun özgür iradesi yoktur der.) Görünüşte sanki kabul edilmiş gibidir ama hakiki hakim görüş kim ne derse desin maturidiliktir kim ne derse desin. Önce şunu söyleyelim, bu Maturidilik kadere inadıklarını söylerler, her şey Allahın iradesiyle olur derler, tamam mı? Fakat cüzi iradeyi Allalh yaratmaz derler. İşin tuhafı şu ki bu mezhebin imamı ise bunu demedi, yani Ebu Mansur Maturidi “cüzi iradeyi Allah yaratmaz” demedi. Aksine “sonradan olan herşeyi Allah yaratır” dedi. Hatta “imanı da Allah yaratır ve bunu kabul etmeyenin lafı dinlenmez” dedi. Fakat Maturidi dediği bu lafların cebr yani kulun özgür iradesi olmaması manasına gediğini, yani o manaya geldiğini göremedi. O yine kulların özgür iradesi olduğunu söyledi. Yani kitabı çelişkilerle doludur. Zaten son attığım mesajlarda da onun "Kitabu-t Tevhid" adlı kitabında düştüğü çelişkilerini gösterdim. Sonradan bu mezhepte olduklarını söyleyenlerden bazıları düşündüler; çünkü bu mezhebe göre insanların fiillerini yani hareketlerini Allah yaratır görüşü kabul ediliyordu. Böyle bakıldığında cebr olur. O bakımdan dediler ki: Cüzi irade yani bir fiili yapmadan önce yapma isteği yani ben ayağa kalkmayı istiyorum ya ha işte bu benim ayağa kalkma düşüncemi Allah yaratmaz dediler. ( İbn Humam bunu dedi) Çünkü onlar eğer bu düşüncemi de Allah yaratırsa bu sefer özgür irademiz kalmaz dediler ve böyle gidiyor daha detayları sitededir. Fakat sitedeki bir çok görüşümü değiştirdim. Burada değiştirdiğim görüşleri yazdım. Mesela en son ne dedim: Allahın gücünü, kudretini inkar ediyorum dedim değil mi? Şimdi bakıldığında bu nasıl laf diyorlar değil mi? Halbuki bu işin derinlerinde acayip detaylar mevcuttur. Mesela kudret sıfatına ezeli denirse ve Allahın yaratması bu kudretiyle olur denirse bak ne oluyor: Mesela dünyanın yaratılışı, benim yaratılışımdan önce ya, bak ne oldu: Önce dünyayı yarattı, sonra beni yarattı, neyle yarattı? “Kudret sıfatıyla yarattı” denirse ve bu kudret sıfatı ezeli denirse bakın probleme: Önce beni, sonra dünyayı yarattı dendiğinde, bu açıdan bakıldığında kudret sıfatında değişim oluyor. Yani önce farklı, sonra farklı şey yaratılıyor. Yani kudretin taalluku (ilintisi, bağlılığı) farklı şeylere oldu demektir. Ama ezeli olan şey de değişme olmaz ki. Bu kabul edilemez ve bu görüş Allahın zatında değişmeyi kabul etmek demektir. Halbuki Allah da değişme olmaz. Bunu da anlatamadım ama ne kadar zor olduğunu işin içinde çok iş olduğunu herhalde biraz anlatabildim.
*** İnsanların ekserisi, çoğunluğu cehenneme gidecek delil: Araf 179. ayet ve daha delil çok ayet var. Ben cennete gideceğimi bilemem, nasıl bir inançla öleceğim bilemem. Evet cennet ve cehenneme inanıyorum. Bana çok kişi müslüman mısın? diye soruyorlar, bakın şu örneği vereyimde hakkımda bilgi sahibi olun: Ben 98 yılında beden öğretmenliği bölümünden 19 mayıs üniversitesinden mezun oldum ve tayinim çıktı Yozgata, fakat tayin çıkma aşamasında ben kızlara bakmanın haram oluşuyla ilgili araştırmalarımı o dönemde tamamlamıştım yani inceliklerini ve ulaştığım sonuç şuydu: Yabancı kızların saçına bakmak haramdır. Hal böyle olunca günah diyerek göreve gitmedim. Ben üniversite 2. sınıfta bu islami ilimlere yönelmeye başladım. (96 yılında) Bana karşı çok şüpheci davranıyorsunuz; ben bir şey diyorsam zaten ona karşı yapılan savunmaları yıllarca okudum demektir. Kaç kere dedim ki bana güvenin. Ancak ben sık sık fikirlerini değiştirebilen biriyimdir, yeniliklere açığımdır ve bunu size anlatmakta isterim. Hanif dostlar diye sonra Teknik forum bir de Özgür düşünce forum, bunlar yazılarımın çoğunu silmediler. İşte bir kısım forumlar kovmadı, bazıları kovdu. Sonra başka isimlerle yine yazdım yine kovdular, böyle gidiyor; beni devamlı kovan kayzer diye bir forum var. Bir acayip iş, bana cevap veremeyeceklerini bildiklerinden kovuyorlar. Aslında benim bu söylediklerimin arka planı var, yani ben misal, Allahın iradesini inkar ettim ama dört yıldır kafamdaki bir problemdi bu ve yüzlerce kitapta bu zayıflıkları göre göre ben de birikiyor ve “bom” patlıyorum. Bu aralar birbiri ardınca çok patlamalar oldu ben de ve ben taassup sahibi değilimdir; hayatım boyunca savunduğum bir görüşün yanlışlığını anladığım anda o görüşü saniyede terkederim. Yani bu millet benim ne kadar araştırma yaptığımı abartma olacak ama "hayal bile edemezler" esasında bu son yazdığım yalan ama ne kadar araştırdığımı anlamanız için böyle dedim. Samsunda kovulmadığım yer zaten kalmadı. Hocalar beni tanıyorlar, hatta şöyle bir anımı anlatayım: Bir defasında bir cami hocasına yaklaştım kendisini tanımıyordum ve kendisine bir kağıt uzattım, kağıta birkaç soru yazmıştım; o kişi kağıda bakmadan elimi kendisinden uzaklaştırdı. “Ne oldu, beni tanıyor musunuz?” dedim. Evet anlamında başını salladı ve birşey söylemeden kalktı gitti. Böyle yani, ben de burada nette yazıyorum ne yapayım.
*** Allah görür diyorsunuz ya, soruyorum: Allah bizi görür mü? evet derseniz soruyorum: Bizi yukardan mı yoksa aşağıdan mı görür yoksa sağdan mı, soldan mı görür? Gördünüz mü işler nereye varıyor? Öyle bodoslama gitmek olmaz, düşüneceksiniz: "Ben bir şey diyorum ama bunun gerisi nedir? Yani bu laf nereye gider?" bunu ekseri düşünemiyorsunuz. Bak bu işler kolay değil. Düşünelim,( düşünmekten korkmayın) evet görme olayından bahsediyorsak; görülenin bir yönde ve yerde olması gerektiği gibi görenin de bir yönde ve yerde olması gerekir. O halde bu laf sonuçta görenin cisim olmasına ve şekli şemali olmasına varır. Eğer derseniz ki: "Yok Allah her yerden bizi görüyor" bak şimdi bir insan düşün, bu insanı her yerden görmek ne demek? Bakın üstten görünümünü düşünün ha, şimde alttan görünüşünü düşünün sonra sağdan ve soldan, böyle düşündünüz mü? Şimdi bu farklı açılarda görüntüleri birleştirin, birleştirdiniz mi? Ne! birleşmiyor mu? Tabii ki birleşmez. Evet birleşmez yani bu farklı açılardan görünüşlerin görüntüleri birleşmez. Birleştirmeye kalksan da zaten bir mana ifade etmez. Demek ki Allah görmez. O halde Kurandaki görme ile ilgili ayetleri ne yapacağız mı diyorsunuz? Cevap: Bu ayetlerin manasını, görülebilecekleri ve duyulabilecekleri bilmek manasına alırız. Yani mutlak bilme anlamında. Bu sadece benim görüşüm değil unutmayın. Bir örnek vereyim de sizin kafa yapınızın nereye vardığını görün: Soruyorum o zaman; Allahın eli var mıdır? Yok mu diyorsunuz yoksa var mı diyorsunuz? Hani Kuranda ayetler var; Allahın elinden, yüzünden, gözünden bahseden ayetler var. Arşa istiva etti deniyor. İstivanın manası ise oturmaktır, yerleşmektir, karar kılmaktır, bu ve benzeri ( insan biçimci) ifadeler Kuranda çoktur. O halde ne yapacağız? Allahın eli, gözü, yüzü var mı diyeceğiz? Bu o zaman Allahı insan gibi düşünmek demektir. Ama bir taraftan da ayetleri inkar edemeyiz. O halde ne yapacağız? İşte şunu yapacağız: "Tevil" Tevil demek, akli deliller ile sabit olan bir gerçek ile nassın (ayet, hadis) zahiri (görünüşü, dış anlamı) arasında çatışma ve zıtlaşma varsa yapılan işlemdir. Bu gibi durumlarla karşılaşınca ne yapacağız? Akli delili alacağız ve nakli delili (ayet ve hadis) akli delile göre yorumlayacağız; işte bu işleme tevil denir. Yani eli ifadesini nimet manasında, yüzü ifadesini zatı manasında, istivayı ise mülkünün hükümdarı manasında, görmesini ve duymasını da görülebilecek ve duyulabilicekleri bilmesi manasında, iradesini ve kudretini de ilmindekilerin varlık sahasına çıkması manasına alırız. Yani lafın özü, Kuranda geçen bütün sıfatları ilmine irca edeceğiz, diğerlerini mecazi olarak kabul edeceğiz ve ilmine de zatının aynıdır diyeceğiz.
*** Dedi: Kürşat kardeş; Ehli Sünnete çok güzel cevap vermişsin. Peki ama neden amel'de Hanefi'sin? Yani teorilerini reddediyorsun. Pratiklerini uyguluyorsun. Sen bir yazında diyordun ki; namazı farklı kılıyorum artık. Rükudan kalkarken "semiallahü limen hamide" demiyorum, başka bir şey söylüyorum" diyordun. Bu amelini bozmuyor mu? Cevap: Güzel bir soru inanır mısın durumum biraz garip kaldı. Zira amel demek hani namaz oruç hac gibi ya bunlar özel uzmanlık gerektiren şeyler. Dolayısıyla Hanefi mezhebindeyim; ancak bazı durumlara binaen kendim namaz kılma şekillerinde bazı şeyleri ekleme ya da çıkarma cihetine gitmek zorunda kaldım. Namazı nasıl kıldığımı söyleyeyim: Zaten dört yıldır sünnet kılmıyordum, farz ve vitir. Ancak son dönemde yani 4 aydır şöyle kılıyorum namazı: Ayakta normal fatiha ve sure ancak fatihadaki dua ayetleri var ya, onları söylerken bir mana kasdetmiyorum. Yani dua niyetini gütmüyorum ( dua etmediğimi ve duanın yanlış oldunuğunu anlatmıştım ) ve rüküya gidiyorum ama kalkarken "semi allahulümen hamideh" demiyorum. Zira bu şu demek: "Allah hamdedeni duydu" Halbuki ben Allah’ın duymasını inkar etmiştim. Dolayısıyla bunu demiyorum, sonra oturuş var ya, salli barik okumuyorum ve tahiyyatı da okumuyorum. Otururken de yine fatiha okuyorum ve amin demeden peşine şehadeti okuyorum yani "eşhedü enne ilaheillallah ve eşhedü enne muhammeden abduhu ve resuluh" diyorum. Ben son peygamberin, peygamber olduğuna inanıyorum. Ancak peygamber kelimesi farsça imiş ve manası haberci demekmiş. Arapça "nebi" de haberci demektir. Dolayısıyla peygamberin ille de müslüman olması şart olmamış oluyor. Neden salavat getirmiyorum. Zira son peygamberin hadislerini iyi bilirim, onu iyi tanırım. Bu şahıs insan biçimci bir Tanrı anlatımında bulunmaktadır ve bu yüzyıllardır açılmayan bir kutu; üzerinde düşünülemeyen bir tabu idi ve yüzyıllardan beridir bu gibi ifadeleri hep "tevil"(başka mana verme) adı altında, peygamber onu kasdetmedi, başka şeyi kasdetti gibilerinden, onun bu insan biçimci sözlerini hep başka mana demek istedi o, herkes anlayamaz bu dediklerini, gibilerinden söylemlerle paspas altı ettiler. Bu paspası kimse kaldırmaya cesaret edemedi. Zaten kaldırsa da (yani peygamber yanıldı bu itikadi konularda dese de) kendisine pek inanılmayacağını iyi bilirdi. Ancak ben kendimi kandırmak istemeyen biriyimdir. Yıllarca bunları gördüm, yüzlercesini ve anladım ki “ismet” adı verilen şey de, aslında bir ön kabuldü ve bazı ayetler var ki peygamberlerin isyan etmeyeceği manasına alınabiliyordu. Ama diğer başka ayetler de var ki açıkça görmezden geliniyordu. Bu konuyu araştırmaya karar verdim. Bu konuda (yani ismet, peygamberlerin masumiyeti) kitaplar okudum ve Razi'nin yazmış olduğu "Peygamberlerin masumiyeti" adlı kitapta bunu açıkça gördüm. ( Razi, zorlamalı yorumlar yapıyordu. Peygamberlerin masumiyetini ispat yolunda) Peygamberlerin masumluğu konusu asla üzerinde tartışılamaz gibi algılanan husuhlardandı. Allah son peygamberi saptırdı, ona bu fikirleri veren de Allah’dı. Daha önce yazdım bu konuda dediği bazı sözleri. Buraya ekleyeyim de görünüz.
*** Bugün size anlatacaklarım acayip, şunu söyleyeyim ki, çok kişi zaten bu işi anlamazda anlayanlarda geçiştirirler. Yıllarca ben de içimde sakladım, sindirdim ama evet bugün birden koptu içimde fırtına. Yani ben bunları söylüyorum ama bu da yıllarca içimde biriken şeylerdendir. Konu son peygamberin imanı meselesi. Nedir bu iş? Şudur: Eğer baktıysanız Allah’ı anlatan hadislere, şunu görürsünüz: "Antropomorfizm" yani insan biçimci bir ilah anlatımı vardır. Bu rivayetlerde Allah’ın bir cismi ve şekli varmış gibi anlatıldığını görürsünüz. Örnek olarak bir kısmını vereyim: _“Ben gökte olanın emini (güvendiği) olduğum halde, hala siz bana güvenmiyor musunuz!” (Buhari no: 3344, Müslim no: 1063) _”Rabbimiz, (her) gecenin son üçte biri (son üçte birlik bölümü) kaldığı zaman dünya göğüne iner ve şöyle der: “Yok mu bana dua eden? Duasını kabul edeyim. Yok mu benden bir şey isteyen? İstediğini ona vereyim. Yok mu benden bağışlanma dileyen? Onu bağışlayayım.” (Buhari no: 1145, Müslim no: 758) _”Yazıklar olsun sana! Allah’tan kullarından herhangi birine şefaat etmesi istenilemez. Allahın şanı bundan daha yücedir. Yazıklar olsun sana! Sen Allah’ın (büyüklüğünün ve yüceliğinin) ne olduğunu bilir misin? Muhakkak O’nun Arş’ı göklerinin (bazı rivayetlerde: ve yerlerinin) üstündedir. (Allah’ın Arş’ı) aynen şöyledir: (Resulullah bu sırada) parmaklarıyla işaret ederek (şöyle dedi): Tıpkı bir kubbe gibidir. Ve o Arş’ın bir (deve) palanının (semerinin) binicisinin (ağırlığı) nedeniyle gıcırdaması gibi bir gıcırdaması vardır.” (Ebu Davud, no:4726) _”(Allahım!) Senden, yüzüne bakma lezzetini ve seninle buluşma şevkini (arzusunu) bana lutfetmeni diliyorum.” (Ahmed 5/191, Nesai 3/54-55) _”Allah’ın eli öyle doludur ki gece gündüz ondan (bağışlar ve nimetler) devamlı akar. Siz, Allah’ın gökleri ve yeri yarattığından beri (eliyle) infak ettiği (verdiği) şeyleri gördünüz mü? (düşündünüz mü?) Çünkü bütün bu verdikleri bile O’nun sağ elindekileri hiçbir şekilde eksiltememiştir.” (Buhari no:4684, Müslim no:993) _”Muhakkak adil olanlar (kıyamet günü) Rahman Azze ve Celle’nin sağında nurdan minberler üzerinde olacaklardır. Rahman’ın her iki eli de sağdır.” (Müslim no:1827, Nesai 8/221-222) _ “Ademoğullarının kalplerinin hepsi Rahman’ın parmaklarından iki parmak arasında tek bir kalp gibidir. Onları dilediği gibi çevirir.” (Ahmed 2/168-173, Müslim no: 2654) _ “Kıyamet günü Allah yeri avucuna alır, gökleri de sağ elinde dürer (katlar) sonra da şöyle der: ‘Mülkün sahibi melik (hükümdar) benim! Hani yeryüzünün hükümdarları nerede?” (Buhari no: 4812, Müslim no: 2787) _ “Yahudi bir adam peygamber’e gelir ve şöyle der: “Ey Muhammed! (Başka bir rivayette Ey Eba’l-Kasım!) Kuşkusuz Allah kıyamet günü gökleri bir parmağına, yedi kat yeri bir parmağına, dağları bir parmağına, ağaçları bir parmağına ve yaratıkları bir parmağına alır, sonra şöyle der : ’Bugün melik (padişah) benim.’ Bunun üzerine Resulullah (bir rivayette Yahudi’nin bu sözünü beğendiği ve tasdik ettiği için) ön dişleri görünecek şekilde gülümsemiş sonra da: ‘Onlar Allah’ı hakkıyla takdir edemediler. Oysa kıyamet günü yeryüzü bütünüyle O’nun avucundadır, göklerde sağ elinde dürülmüş olacaktır.’ (Zümer 67) ayetini okumuştur.” (Buhari no:4811, Müslim no: 2786) _ “Hiçbir peygamber gönderilmiş olmasın ki (diğer bir rivayette Allah hiçbir peygamber göndermiş olmasın ki) o ümmetini, bir gözü kör (şaşı) olan yalancı Deccal’e karşı uyarmış olmasın. Dikkat edin gerçek şu ki, Deccal’in bir gözü kördür (şaşıdır). Şüphesiz Rabbiniz kör (şaşı) değildir. Deccal’in iki gözü arasında kafir yazlıdır.” Müslim de hadisin devamında şöyle bir ek vardır: “Sonra onu heceleyerek söyledi: KFR (yani kafir); onu her müslüman okur.” (Buhari no:7131, Müslim no:2933) _ “(Rabbimiz) daralmış, ümitsiz düşmüş halinize bakar” (Ahmed 4/12, İbn Mace no:181) _ “Kuşkusuz Allah Azze ve Celle uyumaz. Zaten uyuması da gerekmez. Mizanı (diğer bir rivayette adaleti) indirir ve kaldırır. Gündüzün amelinden önce gecenin ameli, gecenin amelinden önce de gündüzün ameli O’na yükseltilir (kaldırılır). O’nun örtüsü (perdesi) nurdur (Ebu Bekr’in rivayetinde perdesi ateştir). Onu bir açıverse yüzünün nurları, yaratıklarından gözünün erdiği (iliştiği) her şeyi yakar kavurur.” (Müslim no:179, İbn Mace no:195) _”Rabbimi (uykuda) en güzel surette gördüm... Ve Rabbimin avucunu, iki omuzumun (kürek kemiğimin) arasına koyduğunu gördüm. Öyle ki gönlümde (kalbimde) O’nun parmak uçlarının (diğer bir rivayette elinin) soğukluğunu hissettim.” (Ahmed 5/243, Tirmizi no:3235) _ Resulullah dedi ki: “Hiçbir kişiyi, onun güzel ameli (ve ibadeti) cennete girdiremez.” Bunun üzerine sabiler: “ YA Resulullah seni de mi girdiremez?” diye sordular. Resulullah şöyle cevap verdi: “Evet, beni de Allah’ın fazlı ve rahmeti bürümedikçe yalnız ibadetim cennete girdiremez.” (Buhari) _ Bu hadis zannedersem Müslim'dendi: “Yesar, Muaviye b. Hakem'den rivayet etti: Dedim ki: Ya Resulullah benim bir cariyem vardı. Uhud savaşından önce benim koyunlarımı güdüyordu. Bir gün kurt koyunlardan birini götürdü. Ben de bir insanım, sizin gibi ben de üzülürüm. Ancak ben öfkelendim ve şiddetle dövdüm. Bu sözlerim Peygamberimize çok ağır geldi. Bunun üzerine dedim ki: Ya Resulullah onu azad edeyim mi? Peygamberimiz buyurdu ki: "onu bana getir." Ben de cariyeyi Resulullah'ın yanına getirdim. Peygamberimiz ona dedi ki: Allah nerededir? Dedi ki: "Göktedir" Peygamberimiz: "Ben kimim?" diye sordu; o "sen Allah'ın elçisisin" diye cevap verdi. Bunun üzerine Peygamberimiz: "Onu azad et, o mümindir" diye buyurdu.” _ Yorum: Yüzyıllardır "Allah göktedir" diyenlere, Ehli Sünnet kitapları "kafir olur" derler. Hatta İbn Teymiyye, bu gibi rivayetlere binaen "Allah göktedir" dediği için, onunla alay ederek, onu aşağıladılar ve bu düşüncesinden ötürü kafir ilan ettiler. Ama peygamberimize hiç ama hiç bir şey demediler. İbn Teymiyye, bunun üzerine şu etkili lafı dedi: "Madem öyle, o halde Kuran'ın inmemesi ve hadislerin olmaması, olmasından daha hayırlı olması gerekirdi." Neden bunu dedi? Çünkü hem Kuran'da, hem hadislerde insan biçimci bir ilah anlatımı mevcuttur. Yani Allah cisimmiş gibi algılanabilecek şekilde ayet ve hadisler vardır. İşte o bakımdan ben, "Allah Kuran ile insanları saptırıyor" demiştim.
Ancak bilin ki hadis kaynakların da belki yüzlercesi var ve bir kısmı da kütübü sitte( altı kitap) denen hadis kitaplarında ve yine bir kısmı da Buhari, Müslimin rivayetleridir. Böyle insan biçimci hadisler çok var. Mesela Allahın görülmesi ile ilgili rivayet var ki Buhari ve Müslim rivayet etmiş. Hatta o rivayette güneşin görüldüğü gibi apaçık şekilde Allah’ın görüleceği anlatılıyor. Bakın şimdi problemlere: Hal böyle olunca zaten piyasadaki kitapların tamamına yakını Allah’ı insan şeklinde kabul edenlere veya “Allah’ın şekli var” diyenlere ya da Allah’ı bir cisim gibi düşünenlere yani “Allah bir yerde ya da yöndedir” diyenlere, bu kitapların neredeyse tamamı kafir der. Hal böyle olunca şimdi bunları yani bu rivayetleri yorumlayanlar iki kısma ayrıldılar. Bir kısmı bu rivayetleri toptan reddettiler. Mesela Mutezile, kasdetmedi" dediler ve bu rivayetleri uygun şekilde yorumlamaya giriştiler yani te’vil ettiler. Şimdi sorum size: Sizce Allah’ı cisim olarak düşünmek, şekli var demek, hareket eder demek (her hareket eden bir mekandadır, zira hareket bir mekandan diğer mekana olur) ve böyle inanmak kafirlik midir? Herhalde çoğunuz bu soruya “evet” dersiniz. Lakin bir sorun var; eğer siz bu rivayetleri reddetmezseniz, iki şık var: “Resulullah bu rivayet edilenlerin zahirini kasdetti yani Allah’ın cisim olduğuna inanarak ve Allah’ın eli vardır, gözü vardır, yüzü vardır şeklinde itikad etti” ya da “evet böyle söyledi ama dış görünüşünü değil başka manaları kasdetti yani mecazen böyle ifadeler kullandı" diyeceksiniz. Ama eğer siz: "Evet o, bunları söyledi ama mecazi olarak söyledi" derseniz, ben de size soruyorum: Ama bu insanların çoğunluğu bu rivayetleri görünce, duyunca nasıl bir Allah inancı içinde olurlar? Ben söyleyeyim: Ekseri insanlar bu hadislerde anlatılan rivayetleri dinlediklerinde, çoğunluğu anlatımın zahirine yani dış görünüşüne bakar ve öylece inanırlar. Siz "Resulu Ekrem evet öyle söyledi ama başka mana kasdetti" derseniz; halbuki insanların çoğunluğu bu rivayetleri dinlediklerinde Allahın bir şekli olduğunu ve Allahın cisim olduğunu düşünür. O halde böyle söylemek insanların çoğunluğunun küfre düşmesine sebep olmuyor mu? Bu da düşünülmesi gereken bir inceliktir. Bu durum görmezden gelinecek bir durum mudur? Size açıkça soruyorum: Eğer Resulullah, bu rivayetleri söylemişse ve söylediği gibi inanmışsa yani zahirini kasdetmişse, Allah’ın bir cisim gibi olduğuna inanarak söylemişse, soruyorum onu da (Resulullah) tekfir eder misiniz? ( kafirdir dermisiniz?) Eğer demezseniz, tarihte çıkmış gruplar vardır. Mesela "Müşebbihe, Mücessime" bunlar da bu rivayetlerin zahirine (dış görünüşlerine) bakarak Allah’ı cisim kabul etmişlerdir. Hatta içlerinde bazıları “Allah’ın eti, kanı, organları vardır” demişlerdir. O halde bunlarıda mı tekfir etmeyeceksiniz? Ben görüşümü şöyle bildireyim: Eğer resulullah bu sözleri Allah’ın cisim olduğuna inanarak söylemişse “kafirdir” derim. Eğer mecazi manada söylemişse, bu da uygun olmayan bir davranıştır. Zira bir çok insan bu lafların zahirine bakar ve öylece inanır. Dolayısıyla insanların küfre düşmesine sebep olur ki, bu davranışta bence küfürdür. Dediğim gibi eğer bu rivayetleri söylemişse durum dediğim gibidir. Ama bu rivayetler yalansa, yani böyle sözler söylememişse durum başkalık arzeder.
|
Yukarı dön |
|
|
kursat Groupie
Katılma Tarihi: 24 eylul 2006 Gönderilenler: 56
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
*** Kitap: Ehl-i Sünnet’in Muhaliflere Cevabı Yazar: İbn Useymin (Guraba yayınları) Not: Bu kitapta ayetlerin ve hadislerin zahiri alınarak yorum yapılıyor ve te’vilciler kötüleniyor. Sayfa 56: Ancak Ebu’l - Hasan el-Eş’ari’ye uyanların büyük bir bölümü O’nun bu son durumunu göz önüne almamışlar ve bazı itikadi meselelerde O’nun yolundan ayrılmışlardır. Ebu’l-Meali el-Cüveyni ve Ebu Hamid el Gazali bunların başında gelir. Amelin imandan olmadığını ileri sürerek imanda Mürcie’nin, Allah’ın sıfatlarını te’vil ederek de esma ve sıfatta te’vilcilerin yolunu izlemişlerdir. Allah’ın kelamı konusunda ise iki şey dışında Küllabiyye’nin görüşünü benimsemişlerdir. Oysa Ebu’l-Hasan el Eş’ari onların bu görüşlerinden uzaktır. Bunun en güzel kanıtı O’nun bu görüşlere cevap olarak yazdığı “el-ibane an Usuli’d-Diyane” adlı eseridir. Bu eseri ömrünün sonlarına doğru yazmıştır. O bu eserinde iman, esma ve sıfatlarla ilgili görüşlerini açıklamış ve Ehl-i Sünnet dışındaki sapık gruplara cevap vermiştir. Örneğin O’nun bu konular hakkındaki görüşlerini gösteren birkaç sözü şöyledir: “İman; söz ve ameldir, artar ve eksilir.” (sh:59) “Allah arşına istiva etmiştir.” (sh:53) “Allah’ın niteliği bilinmeyen yüzü, iki eli ve gözü vardır.” (sh:53-54) “Allah’ın kelamı yaratılmış değildir. Kuran’ın yaratılmış olduğunu söyleyen kimse kafirin ta kendisidir.” (sh:56) Bu konuda daha geniş bilgi almak isteyenler, ilgili kitaba müracaat edebilirler. _Yorum: Bu ifadeleri zikretmişse Ebu’l Hasan el Eş’arinin tekfiri lazım gelir. Zira bu laflar Allah’a cisim demeye varır. _Sayfa: 155: (Gazali’nin “Vahdet-i Vücut” ile ilgili görüşleri anlatılıyor) “Tevhidin dört mertebesi vardır: “İkinci mertebesi: Müslümanların genelinin tasdik ettikleri (doğruladıkları) gibi insanın kalbinin la ilahe illallah lafzının manasını tasdik etmesidir (doğrulamasıdır). Bu avam tabakasının inancıdır. Üçüncü mertebesi: İnsanın keşif yolu ve hak nurunun vasıtasıyla o manayı müşahede etmesidir ki bu Allaha yakın olan mukarrebunun makamıdır. Bu insanın pek çok şey görmesi fakat onları görürken çoklukları üzere Tek ve Kahhar olan Allahtan sadır olmuş bir halde görmesidir. Dördüncü mertebe ise, insanın varlıkta birden başkasını görmemesidir ki bu sıddıkların müşahedesidir. Sofiler buna “el - fena fi’t - Tevhid” (Tevhid de yok olmak, kaybolmak) adını verirler. Çünkü insan, birden başkasını görmediğinden dolayı kendini bile görmez. Tevhidle müstağrak (kaybolmuş, boğulmuş) olduğu için kendini görmediği zaman da nefsinin tevhidi hususunda kendi nefsinden de fani olmuş olur. Yani hem kendi nefsini görmekten, hem de halkı görmekten yok olur, demektir. Dördüncü mertebesindeki şu mana ile muvahhiddir: O’nun şuhudunda (görülmesinde) birden başkası hazır olmamıştır. O bütünü çok olduğundan ötürü değil, tersine bir olduğundan ötürü görür. İşte tevhidde en yüce gaye budur. Eğer “kişi göğü, yeri ve çok olmalarına rağmen hissedilebilen diğer cisimleri gördüğü halde, nasıl olur da birden başkasını müşahede etmemesi düşünülebilir? Nasıl olur da çok bir olur?” dersen bil ki: Bu mükaşefe ilimlerinin gayesi, son noktasıdır. Bu ilmin sırlarının herhangi bir kitapta yazılması caiz değildir. Arifler şöyle demişlerdir: Rububiyyet sırrını ifşa etmek küfürdür. Nasıl ki bir insanın ruhuna, cesedine, uzuvlarına, damarlarına, kemiklerine ve iç organlarına (ayrı ayrı) baktığında (veya bakıldığında) o insan çoktur, işte aynı insan başka bir itibar ve başka bir müşahede ile de birdir, öyle ki, o tek bir insandır, deriz . İşte bunun gibi, varlık aleminde olan herşeyin, Yaratandan tut da yaratılmışa kadar, pek çok değişik itibar ve müşahedeleri vardır. Aynı zamanda o, itibarlardan bir itibarla da birdir. Başka itibarlarla ise, onun dışındakiler çoktur. Bu itibarlardan bazısı, çokluk bakımından bazılarından daha şiddetlidir. Bunun misali insandır. Her ne kadar bu misal garaza tam uymasa da. Fakatt azda olsa genelde bu misal, müşahede hükmünde çokluğun bir olmaya dönüştüğünün keyfiyetine dikat çeker! Bu konuşma ile, varmadığın bir makamı inkarı bırakıp ona inanmanın, bir iman ve tasdik olduğu açıkça ortaya çıkmış olur. İşte buna, el-Hüseyn b. Mansur el-Halac, seferden sefere koşan el-Havvas’ı gördüğünde O’na şöyle diyerek işaret etmiştir: “Sen neyin içindesin?” el-Havvas: “Tevekkül hakkındaki halimi düzeltmek için seferlerde dolaşıyorum.” Oysa el-Havvas tevekkül edenlerdendi. el-Hüseyn: “Sen ömrünü, iç dünyanı mamur etmek uğrunda tükettin. Acaba tevhid hususunda fena bulmak nerede kaldı?” Sanki el-Havvas, tevhiddeki üçüncü makamı düzeltmek istemişti. Hallac ise ondan dördüncü makamı istemişti.” (İhyau Ulumi’d-Din, 4/262-263) “Arifler gerçeklik semasına çıktıktan sonra Tek gerçekten başka bir varlık görmediklerinde ittifak etmişlerdir. Şu var ki bunlardan bazıları bu hakikati ilmi bir irfanla bulmuş, kimi bunu bir zevk ve hal olarak yaşamış; çokluk tamamen onlardan gitmiş ve sırf tekliğe dalarak mest olmuşlar, o halde akılları zail olmuş, o zevk içerisinde sanki bayılmışlar, artık kendileri de dahil, Allah’tan başka hiçbir şeyi hatırlamaya güçleri kalmamış, herşeyi unutmuşlar, kendilerinde Allah’tan başka bir şey kalmamış, öyle sarhoş olmuşlar ki akıllarının otoritesi, hükmü aşağı düşmüş de bazıları “Ene’l Hakk)=Ben Hakkım” demiş, bazıları da “Sübhani ma A’zama Şani=Kendimi tesbih ederim, benim şanım ne kadar yücedir” demiş, diğeri: “Ma fi’l-Cübbeti sivallah=Cübbemin içinde Allah’tan başkası yoktur” demiş. Aşıkların sekir halindeki sözleri saklanır, söylenmez. Ama sekir halleri de gidip de Allah’ın yeryüzündeki mizanı (kriteryumu) olan akıl hükmüne döndükleri zaman, bunun hakiki birleşme olmadığını, fakat ittihada (birleşmeye) benzediğini anlarlar. Bu Aşığın fart-ı aşk içinde söylediği şu söze benzer: Aşık olan da, aşık olunan da benim. Biz bir bedene girmiş iki ruhuz. İnsan birden bire bir ayna ile karşılaşır, kendini aynada görür, fakat aynanın farkında olmazsa aynada gördüğü görüntüyü aynanın resmi, aynaya bitişik sanabilir. Şişe içinde şarabı gören kimse, şarap renginin, şişenin kendi rengi olduğunu zanneder. Bu hal, kendisinde alışkanlık haline gelmiş, ayağı bu noktada takılıp kalmışsa o hale müstağrak olur, mest olur da şöyle der: Şişe inceldi, şarap süzüldü. Birbirine benzediler, iş güçleşti. Sanki şarap var, kadeh yok; Yahut sanki kadeh var, şarap yok. “Ama şarap kadehdir” demekle “Şarap sanki kadehtir” demek arasında bir fark vardır. Bu hal galebe çalınca hal sahibine izafetle FENA adını alır. Hatta fenaül-fena (yok olmanın yok olması) denilir. Çünkü o adam hem kendinden geçmiş, hem de kendinden geçmekten geçmiştir. Zira o halde olan kimse kendini bilmediği gibi, kendini bilmediğini de bilmez. Eğer kendini bilmediğini bilseydi, kendini bilmiş olurdu. Bu hale dalan kimseye izafetle, mecaz diliyle ittihad (birleşme), hakikat diliyle tevhid (birleme) denilir. Bu hakikatlerin ötesinde de öyle sırlar vardır ki onlara dalmak caiz değildir. İşte bu kaynak tek olan Allah’tır. O’nun ortağı yoktur. Bütün diğer nurlar O’ndan istiaredirler. Hakiki olan yalnız O’nun nurudur. Hepsi O’nun nurundandır. BELKİ HEPSİ O’DUR. Doğrusu, var olan O’dur. Gayrın varlığı ancak mecaz yoluyladır. O’ndan başka nur olmadığına, bütün nurların, tabi oldukları nurun zatından değil, vechinden geldiklerine göre her şeyin vechi O’na yönelmiştir: “Nereye dönerseniz, Allah’ın vechi oradadır.” (Bakara 115). O halde O’ndan başka ilah yoktur. Çünkü ilah, vecihlerin (yüzlerin) ibadetle yöneldiği zattan ibarettir. Yani kalp yüzlerini demek istiyorum. Çünkü onlar nurlar ve ruhlardır. O’ndan başka ilah olmadığı gibi O’ndan başka O da yoktur. Çünkü hüve (O) işaret edilen şeyden ibarettir. İşaret ancak O’na olduğuna göre artık başka O, nasıl olabilir? Ne zaman bir işaret etsek, hakikatte bu işaret O’nadır. O halde “La ilahe illallah=Allah’tan başka ilah yoktur.” kelimesi avamın tevhididir. “O’ndan başka O yok” sözü ise seçkinlerin tevhididir. Çünkü öteki daha genel, bu daha özel, daha kapsamlı, daha gerçek, daha ince bir sözdür ve sahibini tek birliğe, sırf birliğe götürür. Mahlukatın miracının (yükselişinin) son noktası ferdaniyyet (teklik) memleketidir. Çünkü bunun ötesinde daha bir merdiven yoktur. Zira yüksek ancak çoklukla düşünülebilir. Çokluk öyle bir izafettir ki yükselmenin kendisinden başladığı ve kendisine yöneldiği şeylerin varlığını gerektirir. Çokluk kalkınca birlik gerçekleşir, izafet (görelik) batıl olur, işaret kalkar. Artık yüksek, alçak, inen, çıkan kalmaz; tekteki (ilerleme) ve uruc (yükselme) imkansız olur. A’lanın ötesinde uluvv (yükseklik) yoktur. Vahdetle beraber çokluk yoktur. Çokluğun kalkmasıyla uruc (yükselme) da kalkar. Eğer sonra, bir halden diğer bir hale değişme olursa bu, uruc ile değil, dünya semasına inmekle, yani yüksekten aşağıya doğmak suretiyle olur. Çünkü en yükseğin daha yükseği yok ise de daha aşağısı vardır. İşte bu makam gayelerin gayesi, arzuların sonudur. Bunu bilen bilir, bilmeyen inkar eder. Bu ilim, ancak Allah’ı bilenlere verilmiş olan özel mahiyetteki gizli bir ilimdir. Onlar bunu söyledikleri zaman Allah’a karşı mağrur (gururlu) olanlardan başkası inkara kalkmaz. Alimlerin: “Dünya semasına inmek, bir meleğin inmesidir” demeleri uzak görülmez. Ariflerin bazıları bundan daha garibini sanmışlar da şöyle demişler: “Ferdaniyyete (birliğe) müstağrak olan, en yakın semaya iner, bu iniş, onun duyuları kullanmaya veya uzuvları hareket ettirmeye inişidir.” Salat ve selam O’na olsun, Peygamber de şu sözleriyle buna işaret etmişlerdir: “Ben onun işiten kulağı, gören gözü, konuşan dili oldum.” Eh, kulağı, gözü, lisanı Allah olduktan sonra artık işiten, gören ve konuşan da O’dur. Çünkü O’ndan başkası yoktur ki.... O’nun (Allah’ın) Musa aleyhisselama şöylediği şu sözüyle de buna işaret edilmektedir: “Hasta oldum beni sormadın. Hadis...” demek ki bu muvahhidin hareketleri dünya semasındandır; duyarları, algıları bunun üstünde olan bir semadandır. Bu kimse akıl semasından mahlukatın miracının sonuna, ferdaniyyet (teklik) memleketinden ta yedi tabakaya kadar yükselir. Sonra vahdaniyyet tahtında oturur ve oradan göklerinin tabakalarına emri tedbir eder. Artık bakan, bu halde baktıkça dilini salıverir, “Allah Adem’i Rahman’ın suretinde yarattı” der. Fakat bilinmelidir ki bu söz te’vile muhtaçtır. Tıpkı “Ben Hakkım”, “Kendimi tesbih ederim” sözleri gibi. Hatta Hz. Peygamber’in: “Hasta oldum beni arayıp sormadın”, “Ben onun kulağı, gözü, dili oldum” sözlerinin de te’vile ihtiyacı vardır. Artık burada beyanı durdurmak istiyorum. Çünkü senin bundan fazlasına tahammul edeceğini sanmıyorum.” (Mişkatu’l-Envar sh: 12-15)
*** İbn Teymiyye’nin fikirlerinin, yeraldığı kitapta (“Ehl-i Sünnet’in Muhaliflere Cevabı” adlı en son örnek verdiğim kitabı kasdediyorum) Allah’ın sıfatlarından bahsediyor ve: “Allah’ın iki eli var, iki gözü vardır, Allah yukardadır, yüzü vardır ve bunlar gerçek manasıyla diyor. Açıkça Allah’ı cisim gibi anlatıyor ve böyle kabul etmeyene sapık diyor. Gördün mü durumları ve hadisleri delil gösteriyorlar bunlar. Hani sen “her ne kadar son peygamber bunları dedi ama mecazi mana kasdetti” desen de, bak insanlar içinden bu laflarının zahirini yani dış anlamını alanlar var ve kendileri gibi düşünmeyenlere sapık diyorlar. Dolayısıyla son peygamber bu ifadelerini yani insan biçimci ilah anlatışını velev ki zahirini kasdetmeden söyleyse bile bak insanlardan bir grup bu lafları kendi görüşlerine delil aldılar ve Allah’a cisim demeye vardılar. Halbuki son peygamberin ne yapması gerekiyordu biliyor musun? Şunu yapması gerekiyordu: Kurandaki bu gibi ayetlerin (el, yüz, göz gibi) zahirinin alınamayacağını, bu ayetlerin te’vil edilmesi gerektiğini anlatmalıydı. (Bu şekilde bir rivayete raslamadım, belki vardır ama görmedim) Ne dersin bu yoruma? Kendinizi aldatmayın! Gerçekleri görün diyorum.
*** Değiştirici olmadan değişme olur mu? olmaz derseniz. O halde bizim düşüncelerimizi değiştiren nedir? Biziz derseniz, halbuki bazen birşey aklımıza gelir; “bu nereden aklıma geldi” deriz. Eğer o düşünceyi aklımıza bizim getirdiğimizi düşünseydik böyle demezdik.
*** Kürşat Otçu yazdı: ”Mesela bir renk seç, seçtin mi? Ben diyorum ki şu an kafandaki renk bir düşüncedir. İşte bu düşünceyi sen de Allah yarattı. Olay budur ve bu düşünce varolduğu müddetçe yaratılması devam eder.” Dedi: “O halde biri hırsızlık yaptı ise (haşa) o düşünceyi Allah yarattı, biri fahişelik yaptı ise (haşa) o düşünceyi Allah yarattı, biri Allah'ı inkar etti ise (haşa) bu düşünceyi o kişide Allah yarattı.....vs O halde söyler misin? Cehenneme kim girecek? Ya da birileri cehenneme girecek ise hakettiğinden değil (haşa) Allah'ın öylece dilemiş olmasından. İnsanların özgür iradesi yok derken sanırım sizin demek istediğiniz şu; (yanılıyorsam düzeltin) Her türlü konuda yapacağım seçimlerin türevi Allah tarafından yaratılmış olduğundan ve bizler seçim yaptığımızda mecburen bunların dışına taşamıyor isek o halde seçim yapan aslında biz değiliz, dolayısı ile insanların reel manada seçim hakkı yok. Önce sizi doğru anlamış mıyım bunu okeyleyin, ardında söyleyeceklerim olacak! (Durum vahim)” Cevap: Evet, işte senin gerçek yüzün bu. Fakat bu sadece senin değil yüzyıllardan beri kendine müslüman diyenlerin % 99’unun gerçek yüzüdür. Peki nedir bu gerçek yüz? İşte şudur: Benim 5 aydır ısrarla anlatmaya çalıştığım şu basit şeydi: Yani sonuçta biz düşünüyoruz. "İşte bu düşünceleri de Allah yaratıyor dedim ben ve yemediğim hakaret kalmadı bu forumda dahil." Neeee!....... evet,“Herşeyi Allah yaratır” dediğim için bunca hakaret yedim ben. "Nasıl ya olur mu öyle saçmalık" mı diyorsunuz; siz bunu bir daha düşünün derim. Çünkü bu Akik işlerin farkına varmış gibi; kendisin de evvelki yaşantısının izlerini taşıyor ve ne diyor? Bu hırsızlık düşüncesini Allah mı yarattı? "Haşa" diyor. Fahişelik yapanların bu düşüncesini Allah mı yarattı? Yine "Haşa" diyor. Aklınca Allahı kötü şeyleri yaratmaktan tenzih etmeye (uzak tutmaya) çalışıyor ve Allahı yücelttiğini düşünüyor. O zaman şu problemi görmüyor ve ya görmek istemiyor: Madem öyle, bu bahsedilen düşünceleri Allah yaratmıyorsa kim yaratıyor? Bakın laf nereye geliyor. Ben ne dedim: Tek yaratan Allahtır. O halde bağırıp çağırmanın alemi yok. Mantık çerçevesinde düşününce bakın ne oluyor: Hareketlerimizi ve seçimlerimiz yani düşüncelerimizi de Allah yaratıyor. Sonuç, evet basit değil mi? O halde özgür iradem kalmıyor. Diyorsun ki biz seçim yapmıyor muyuz o zaman? Cevap: Evet biz seçim yapıyoruz bu açık, fakat bu seçimlerimizi (çünkü seçimlerimiz de sonuçta düşüncedir) esasen Allah yarattığı için bizim özgür seçimimiz olmuyor. Biz kesb ediyoruz bu fiilleri, hareketleri. Kesb: kazanmak demektir. Ama şunu bil ki, bizim düşüncelerimizi Allah yaratır dersen zaten özgür irademizin olmadığını anladın demektir. *** Soru: "Allah mahlukatının kendisine itaat etmeden önce, itaat edecek olmalarını ve O'na isyan etmeden önce isyan edecek olmalarını irade etmiş miydi? Bu soruya hayır derseniz Allahın iradesinin ezeli olduğunu reddettiniz demektir." Cevap olarak "Allah bildiği için irade etti" derseniz; cevap: Size göre (Maturidilik) Allahın hem iradesi, hem de ilmi ezelidir. O halde bahsi geçen şekilde cevap verirseniz, bakın mana şöyle oluyor: Sanki önce biliyor, sonra diliyor. Bu ifadenin zahirinden ise sanki, Allahın iradesi, ilminden sonraymış gibi bir mana anlaşılıyor. Halbuki siz (Maturidilik) Allahın hem ilmine, hem iradesine ezeli dediniz. Şu da bir gerçektir ki, ezeli olan bir şey zaman olarak başka bir şeyden sonra gelemez. Gelse zaten ona ezeli denmez; dolayısıyla "Allah bildiği için irade etti" denemez. Zaten Mutezile, Allahın iradesine hadis (sonradan olan) dedi. Bunu siz (Maturidiler) demiyorsunuz. Maturidilerin içyüzü şudur: Onlara sorsanız deseniz ki: “Kuran ezeli midir, yaratılmış mıdır?” Size “ezelidir, yaratılmamıştır” derler. Onlara bu sefer soruyorum: Kuran da, Şeytanın Hz. Adem’e secde etmediği ve Hz. Ademin yasak ağaçtan yediği yine Ebu Leheb’in (Tebbet suresi) cehennemde azap göreceği bildirilmiştir. Bu ayetler yalana dönemeyeceğine göre, bunlar ifade edildiği gibi meydana gelmesi lazımdır. O halde daha Ebu Leheb, şeytan, Hz. Adem yaratılmadan onların durumu hakkında bilgiler verilmiş. Şimdi şeytanın, Hz. Adem’in özgürlüğü daha nerede kalır? Zira Kuran ezeli ise, daha dünya ortada yok, alem ortada yok (Alem: Allah hariç her şey demektir) bu hükümler Kuran da mevcut; daha kulların özgürlüğü nerede? Yine bu soruma derlerse ki:"Allah onların öyle yapacağını bildiği için öyledir O'nun kelamı." Onların bu itirazına yukarıda geçen izahım yeterlidir. Çünkü hem ilmi, hem kelamı ezeli olunca; biri birinden zaman olarak önce veya sonradır denemez. Yine bu hususta Mutezile mezhebi Kurana yaratılmış demektedir. Hadis (sonradan olma) demektedir ki ben de Kuranın ezeli olmadığını savunuyorum. Mutezile mezhebi kaderi inkar eden mezheptir. Onlarda kulların özgür olduklarını savunurlar. "Allah zorla kullarına günah işletmez” diyorlar. “Eğer böyle olsaydı imtihanın manası kalmazdı, Allah zalim olurdu" şeklinde, aynen Maturidilerin (yani piyasadaki dini kitapların yüzde doksan dokuzunun mezhebi) dediği gibi diyorlar. Mutezile mezhebi der ki: “Kulların fiillerini, hareketlerini Allah yaratmaz; bu fiilleri kullar kendileri yaratır. Eğer hareketlerimizi Allah yaratırsa biz cebr altında kalırız, Allah o zaman bize zorla günah işletmiş olur” derler. Dikkat edin şimdi çıngarın neden koptuğunu izah edeceğim: Devran (başka bir forumdaki özgür iradeyi savunan şahıs) da bu hususu bilmez, lakin bildiğini zannediyor ve aklınca sizi benden korumaya çalışıyor. İşte dönen dolap: Anlattığım gibi Mutezile mezhebi “Hareketlerimizi biz yaratırız” dediler ve peygamberin kader ile ilgili tüm hadislerini inkar ettiler. “Bu hadisler mütevatir olmadığı için inanç konusunda delil olmaz” diyerek bu rivayetleri reddettiler. Maturidiler ise böyle davranmadılar fakat onlar da bu hadisleri gördü; o bakımdan, bu hadislerden genelde pek bahis açmamayı kendilerine daha uygun gördüler. (Eğer siz bu konuda hadis gösterirseniz onlara şunu derler: "Allah öyle olacağını bildiği için ... ") Bu hadisler ile ilgili yorumlar yapmayı geçiştirdiler. Şimdi çıngar dediğim şeye gelelim: Maturidi mezhebine göre fiillerimizi, hareketlerimizi Allah yaratır lakin cüzi irademizi Allah yaratmaz. Bu şu demektir; örnek: Ben oturuyorum diyelim; kalkmak istediğimde, Allah kalkmak fiilini yaratıyor, ben de kalkıyorum. Fakat burada örnek verdiğim “ayağa kalkma düşüncesi" cüzi iradedir, yani cüzi irade bir fiili yapmayı istemektir. Maturidiler şunu diyorlar: “Biz fiili yapmayı hür irademizle isteriz, peşine Allah da bu fiili biz istediğimiz için yaratır. Dolayısıyla biz yine hürüz.” Burada cüzi irade diye örnek gösterdiğim, düşünceleri bu mezhebe göre Allah yaratmaz. Halbuki bunların mezhep imamımız dedikleri kişinin kitabını (Kitabu-t Tevhid) incelediğimde, o tam aksine “Herşeyi Allah yaratır” diyordu ve onların bu "cüzi iradeyi Allah yaratmaz" ifadelerini söylemiyordu. Ebu Mansur Maturidi’nin "Kitabu-t Tevhid" adkı kitabından (bu kitap üzerindeki araştırmalarım yine sitede kader konusunun sonlarına yakındır, çelişkilerini gösterdim) bir örnek daha vereyim: Ebu Mansur Maturidi kitabında imanının mahluk olduğu ( yaratıldığı) şeklinde bölüm açmıştır ve "kim iman mahluk değil derse onun sözü kabul edilmez" demektedir. Buraya kadar tamam mı? bak şimdi; günümüzdeki kitaplara baktığımızda ise şunu görürsünüz, özellikle kelam kitaplarında Maturidi mezhebine göre “iman mahluk değildir” derler, gördünüz mü çelişkiyi? Dahasını söylüyeyim: 300 yıllık fıkıh kitabı olan Fetevayi hindiyye adlı kitap piyasada çoktur, bu kitap Maturidi itikadıyla yazılmıştır, Akçağ yayınları 4. ciltte küfür lafızları bahsinde aynen şu fetva vardır : "iman mahluk (yaratılmıştır) diyen kimse kafirdir." Yine aynı kitabın 15. cildinde hem Eşari hem Maturidi mezhepleri övülüyor, aralarındaki farkların önemsiz olduğu söyleniyor, bu da tamam mı? Bak şimdi: Halbuki eşari mezhebinin temel görüşü imanın mahluk olduğudur. Bakın kelam kitaplarına der ki: Eşari mezhebine göre "iman yaratılmıştır" ne oldu şimdi? Şu oldu ki: Bunlar ne dediklerini bile bilmeyen adamlardır; bunlar kendi mezhep imamımız dedikleri adamın dedikleri şeylere inanana kafir diyorlar, sonra da yine mezhep imamlarını göklere çıkarıyorlar. Bütün bunların daha detayları sitede vardır; cüz i iradenin yaratılmamış olduğu sözü sonradan bu mezhebe eklenmiştir. Kim ekledi, niye bunu yaptılar hepsinin izahı sitede diyorum size!!!! İbn Humam bu eklemeyi yaptı; ondan öncede diyen vardı. Said Nursi diyor ki cüzi iradeye, “emr-i itibari” (itibari demek, varsayılan demektir) derim ki: Varsayılan şey adı üstünde varsayılandır yani yoktur. Yokluk ise tesirli değildir. Siz daha ne özgürlüğünden bahsediyorsunuz. *** Firavun imanının kabul edildiği konusunda bana katılmıyorsun. O halde cevap ver: Firavun iman ettiğinde hayatta mıydı yoksa ölmüş müydü? Hayattaydı dersen, soruyorum iman ettiğinde de iman etmekle mükellef miydi? (Araf 158) Size göre hem iman teklifi, var hem de iman etmesi kabul edilmiyor. Peki bu “teklifi mala yutak” (Kaldıramayacağı yükü yüklemek) değil mi? Halbuki Mutezile, Maturidiye ve siz de “teklifi mala yutak”ı kabul etmezsiniz. Çünkü bunu kabul etmek cebri kabul etmek demektir. &nb sp;
*** KADERE İMAN 4795 - Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Kul, hayrıyla, şerriyle kadere inanmadıkça, kendine (hayır ve şerden) isabet edecek şeyi atlatamayacağını, (hayır ve şerden) kaçacak olan şeyi de yakalayamayacağını bilmedikçe iman etmiş olmaz." Tirmizi, Kader 10, 2145. *** 4796 - Ubâde İbnu's-Sâmit radıyallahu anh oğluna ölümü sırasında demiştir ki: "Oğulcuğum, başına gelecek olan şeyin asla atlatılamayacağını, kaçırdıklarını da yakalayamayacağını bilmedikçe sen, imannın hakikatının tadını asla bulamazsın. Zira ben, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın şöyle söylediğini işittim: "Allah'ın ilk yarattığı şey kalemdir. Kalemi yarattı ve: "Kıyamete kadar olacak şeylerin miktarlarını yaz!" dedi." "Oğulcuğum, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'dan şunu da işittim: "Kim bu inanç dışında olarak ölürse benden değildir." Ebu Davud, Sünnet 17, (4700); Tirmizi, Kader 17, (2156). *** KADERLE AMEL 4797 - İbnu Amr İbni'l-As radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, elinde iki kitap olduğu halde yanımıza geldi ve: "Bu iki kitap nedir biliyor musunuz?" buyurdular. Cevaben: "Hayır, ey Allah'ın Resûlü! bilmiyoruz. Ancak bildirmenizi istiyoruz!" dedik. Bunun üzerine sağ elindekini göstererek: "Bu Rabbülâlemin'den (gelmiş) bir kitaptır. İçerisinde cennet ehlinin isimleri mevcuttur. Hatta onların babalarının ve kabilelerinin isimler de mevcuttur ve sonunda da icmal yapmıştır. Bunlara asla ne ilave yapılır, ne de onlardan eksiltmeye yer verilir. Hiç değişmeden ebedi olarak sabit kalır" buyurdular. Sonra sol elindekini göstererek: "Bu da Rabbülâlemin'den bir kitaptır. Bunun içinde de ateş ehlinin isimleri, onların atalarının isimleri ve kabilelerinin isimleri vardır. En sonda da icmâllerini yapmıştır. Bunlara asla ne ziyade yapılır, ne de eksiltmeye yer verilir!" buyurdular. Ashabı sordu: "Öyleyse ey Allah'ın Resûlü, niye amel ediliyor? Madem ki her şey önceden olmuş bitmiş, yazılmış ve artık yazma işinden fariğ olunmuş (bir daha yapma gayreti de niye)?" Resûlullah şu cevabı verdi: "Siz amelinizle doğruyu ve istikameti arayın! İtidali koruyun, Zira, cennetlik olan kimsenin ameli, cennet ehlinin ameliyle sonlanır; (daha önce) ne çeşit amel yapmış olursa olsun. Keza cehennemlik olanın ameli de cehennem ehlinin ameliyle sonlanır, hangi çeşit amel ile amel etmiş olursa olsun!" Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, sonra elindeki kitapları atıp, elleriyle işaret ederek dedi ki: "Rabbiniz kullardan artık fariğ oldu, birkısmı cennetlik, birkısmı da cehennemliktir." Tirmizi, Kader 8, (2142). *** 4798 - Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: "Biz bir cenaze vesilesiyle Baki'u'l-Ğarkad'da idik. Derken yanımıza Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm çıkageldi ve oturdu. Biz de etrafında (halka yapıp) oturduk. Elinde bir çubuk vardı. Çubuğuyla yere birşeyler çizmeye başladı. Sonra: "Sizden kimse yok ki, şu anda cennet veya cehennemdeki yeri yazılmamış olsun!" buyurdular. Cemaat: "Ey Allah'ın Resûlü, dedi. Öyleyse hakkımızda yazılana itimad edip ona dayanmayalım mı?" "Çalışın, buyurdular. Herkes kendisi için yaratılmış olana erecektir. Cennetlik olanlar, saadet(e götüren) amelde (muvaffak) olacaktır. Şekâvet ehli olanlar da şekâvet(e götüren) amelde (muvaffak) olacaktır!" Sonra şu ayeti tilavet buyurdular. (Mealen): "Kim bağışta bulunur, günahtan kaçınır ve dinin en güzelini tasdik ederse, biz de ona hayır ve kolaylık yolunu kolaylaştırırız" (Leyl 5-7). Buhari, Tefsir, Leyl, Cenaiz 83, Edeb 120, Kader 4, Tevhid 54; Müslim, Kader 6, (2647); Ebu Davud, Sünnet 17, (4694); Tirmizi, Kader 3, (2137), Tefsir, Leyl, (3341). *** 4799 - Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Süraka İbnu Malik İbnu Cu'şem radıyallahu anh gelerek sordu: "Ey Allah'ın Resûlü! Bize dinimizi açıkla. Sanki yeni yaratılmış gibiyiz. Şimdi amel ne husustadır: Kalemlerin kuruduğu, miktarların kesinleştiği şeylerde mi, yoksa istikbale ait şeylerde mi çalışacağız?" "Hayır (istikbale ait şeylerde değil). Bilakis kalemlerin kuruduğu, miktarların cereyan ettiği (kesinleştiği) hususta!" buyurdular. Sürâka tekrar: "Öyleyse niye amel edelim (boşa zahmet çekelim)?" diye sordu. Aleyhissalâtu vesselâm: "Çalışın! Herkes yaratıldığı şeye erecektir! Herkes, (yazıldığı) ameliyle amil olacaktır!" buyurdular." Müslim, Kader 8, (2648). *** 4800 - İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: "Sâdık ve Masdûk olan Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Sizden birinin yaratılışı, annesinin karnında kırk günde cem olur. Sonra bu kadar müddetle "alaka" olur. Sonra bu kadar müddette "mudga" olur. Sonra Allah bir meleği dört kelimeyle gönderir: (Bu melek) rızkını, ecelini, amelini, şaki veya said olacağını yazar, sonra ona ruh üflenir. Kendinden başka ilah olmayan zâta yemin olsun, sizden biri, (hayatı boyunca) cennet ehlinin ameliyle amel eder. Öyle ki, kendisiyle cennet arasında bir zirâlık mesafe kaldığı zaman ona yazısı galebe çalar ve cehennem ehlinin ameliyle amel ederek cehenneme girer. Aynı şekilde sizden biri (hayatı boyunca) cehennem ehlinin amelini işler. Kendisiyle cehennem arasında bir ziralık mesafe kalınca yazısı ona galebe çalar ve cennet ehlinin amelini işleyerek cennete girer." Buhari, Kader 1, Bed'ü'l-Halk 6, Enbiya 1, Tevhid 28; Müslim, Kader 1, (2643); Ebu Davud, Sünnet 17, (4708); Tirmizi, Kader 4, (2138). Rezin şu ziyadede bulundu: "(Resûlullah) şunu da buyurdular: "Nutfe düştü mü, kırk gün rahimde uçar. Sonra kırk günde alaka olur. Sonra kırkgünde mudga olur. Bir nefis olarak yaratılma safhasına gelince, Allah onu tasfir edecek (şekillendirecek) bir melek gönderir. Melek iki parmağının arasında toprak olduğu halde gelir. Onu mudgaya karıştırır. Sonra onu yoğurur, sonra da emredildiği üzere onu tasvir eder." *** 4801 - Âmr İbnu Vasıla anlatıyor: "Abdullah İbnu Mes'ûd radıyallahu anh'ı dinledim. Demişti ki: "Şakî, annesinin karnında iken şaki olandır. Said de başkasından ibret alandır." (Bunu işittikten sonra) Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın ashabından Huzeyfe denen zata uğradı ve İbnu Mes'ud'un söylediğini anlattı ve sordu: "Kişi amelsiz nasıl şakî olur?" Huzeyfe radıyallahu anh: "Buna hayret mi ediyorsun? Ben Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın şöyle söylediğini işittim:" "Nutfenin (rahme düşmesinden sonra) kırkiki gece geçti mi, Allah ona bir melek gönderir (ve onun vasıtasıyla) nutfeyi şekillendirir; işitmesini, görmesini, derisini, etini, kemiğini yaratır. Sonra melek sorar: "Ey Rabbim! Bu erkek mi, dişi mi?" Rabbin dilediğini hükmeder, melek de yazar. Sonra sorar: "Ey Rabbim! Eceli nedir?" Rabbin dilediğini hükmeder, melek de yazar. Tekrar sorar: "Ey Rabbim! Rızkı nedir?" Rabbin dilediğini hükmeder, melek de yazar. Sonra melek elinde sahife olduğu halde çıkar. Artık buna ne bir şey ilave eder ne de eksilir." Müslim, Kader 3, (2645). *** 4802 - İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm (bir gün) aramızda doğrulup: "(Hastalık nev'inden) hiçbir şey hiçbir şeye sirayet etmez!" buyurmuşlardı ki bir bedevi: "Ey Allah'ın Resûlü! Nasıl olur? Bir deve sürüsüne, kuyruğu ile haşefesini uyuzlamış bir deve gelince hepsini uyuzlu yapar!" dedi. Aleyhissalatu vesselâm: "Pekalâ, birincisini kim uyuzladı? Ne sirayet, ne safer (inancınızda hakikat) vardır. Şurası muhakkak ki, Allah her nefsi yaratmış, onun hayatını, ölümünü, rızkını ve uğrayacağı musibetlerini yazmıştır." Tirmizi, Kader 9, (2144). *** 4803 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm (bir gün): "Allah Teâla hazretleri bir kulun hayrını diledi mi onu istimal eder!" buyurmuştu. Kendisine: "Onu nasıl istimal eder?" diye soruldu. "Ölümden önce salih amel işlemede muvaffak kılar!" buyurdu." Tirmizi, Kader 8, (2134). *** 4804 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Kişi vardır, uzun müddet cennet ehlinin amelini işler, sonra da ameli cehennem ehlinin ameliyle hitam bulur. Yine kişi vardır, uzun müddet cehennem ehlinin ameliyle amel eder de sonunda cennet ehlinin ameliyle hitam bulur." Müslim, Kader 11, (2651). *** 4805 - İbnu Amr İbni'l-Âs radıyallahu anhümâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Allah (cin ve ins dahil) mahlukatını bir karanlık içinde yarattı. Sonra üzerlerine kendi nurundan serpti. Bu nur, kimlere isabet ettiyse hidayeti buldular, kimlere de isabet etmediyse sapıttılar. Bu sebeple diyorum ki: "Kalem, Allah Teâla'nın ilmi hususunda Tirmizi, İman 18, (2644). kurumuştur."
*** KADERE RIZA 4806 - Sa'd İbnu Ebî Vakkâs radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Ademoğlunun saadet (sebepleri)nden biri de Allah Teâla'nın hükmettiğine rıza göstermesidir. Şekâvet (sebepleri)nden biri de Allah Teâla'ya istihareyi terketmesidir. Keza şekâvet (sebepleri) nden bir diğeri de Allah'ın hükmettiğine razı olmamasıdır." Tirmizî, Kader 15, (2152). *** 4807 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Kuvvetli mü'min, Allah nazarında zayıf mü'minden daha sevgili ve daha hayırlıdır. Aslında her ikisinde de bir hayır vardır. Sana faydalı olan şeye karşı gayret göster. Allah'tan yardım dile, acz izhar etme. Bir musibet başına gelirse: "Eğer şöyle yapsaydım bu başıma gelmezdi!" deme. "Allah takdir etmiştir. Onun dilediği olur!" de! Zira "eğer" kelimesi şeytan işine kapı açar." Müslim, Kader 34, (2664). *** ÇOCUKLARIN HÜKMÜ 4808 - Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Bir çocuk ölmüştü. Ben: "Ne mutlu ona! Cennet kuşlarından bir kuş oldu!" dedim. Aleyhissalâtu vesselâm: "Sen Allah'ın cenneti de cehennemi de yarattığını, beriki için de öteki için de ahali yarattığını bilmiyor musun?" buyurdular." Müslim, Kader 30, (2662); Nesâi, Cenaiz 58, (4, 57); Ebu Davud, Sünnet 18, (4713). KADERİYE'NİN ZEMMİ 4812 - Huzeyfe radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Her ümmetin mecusileri vardır. Bu ümmetin mecusileri "kader yoktur!" diyenlerdir. Bunlardan kim ölürse cenazelerinde hazır bulunmayın. Onlardan kim hastalanırsa ona ziyarette bulunmayın. Onlar Deccal bölüğüdür. Onları Deccal'e ilhak etmek Allah üzerine bir haktır." Ebu Davud, Sünnet 17, (4692). *** 4813 - Ebu Davud'un İbnu Ömer'den gelen merfu bir rivayetinde şöyle buyrulmuştur: "Kaderiye fırkası, bu ümmetin mecusileridir. Eğer hastalanırlarsa ziyaret etmeyin, ölürlerse cenazelerine katılmayın." Ebu Davud, Sünnet 17, (4691). *** 4815 - İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Ümmetimde iki sınıf vardır ki, onların İslâm'dan nasipleri yoktur: Mürcie ve Kaderiye." Tirmizi, Kader 13. (2150). *** 4816 - Nafi rahimehullah anlatıyor: "Bir adam İbnu Ömer radıyallahu anhüma'ya gelerek: "Falan kimse sana selam ediyor!" diyerek, Şamlı birisinden selam getirdi. İbnu Ömer radıyallahu anhüma: "Bana ulaştığına göre, o kimse kaderi inkâr ediyormuş. Eğer o böyle bir bid'a fikre saplandı ise, sakın ona benden selam söyleme! Zira ben, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ı işittim: "Bu ümmette hasf (yere batırma), mesh (suret değişmesi) (ve kazf= (taş yağması) olacak. Bu musibetler kaderi inkâr edenlere gelecek." Ebu Davud, Sünnet 7, (4613); Tirmizi, Kader 7, (2153, 2154). *** 4817 - İbnu Amr İbni'l-Âs radıyallahu anhümâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Allah mahlukatın miktarlarını, semâvât ve Arzı yaratmazdan ellibin sene evvel, Arşı da su üzerinde iken yazdı." Müslim, Kader 16, (2653); Tirmizi, Kader 18, (2157), 4818 - Ebu Azze anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Allah bir kulunun bir memlekette ölmesini takdir etti mi, onu oraya -veya orada bulunan bir şeye dedi- muhtaç kılar." Tirmizi, Kader 11, (2148). İşte gördüğünüz gibi bir kaç hadisi size gösteriyorum; bunlar “Kütübü Sitte” hadisleridir. Bunun gibi ikiyüze yakınına baktım, hepsinde kulların özgür iradelerinin olmadığı inancı anlatılır peygamber tarafından; lakin ben peygamberin anlattığı gibi size anlatıyorum, bana sapık diyorlar; soruyorum onlara: Bu hadislere ne diyeceksiniz? Hepsini inkar mı ediyorsunuz? Söyleyin cevap verin? Yüzyıllardan beri süren üçkağıtları görün! Peygamberin anlattığı düşünce, yani cebr (Allah’ın zorla kuluna sevap ve günah işletmesi) piyasadaki dini kitapların neredeyse tamamı tarafından sapıklık olarak anlatılıyor ve alay ediyorlar bu düşünceyle; peygamberin lanetlediği ve kaderi inkar saydığı "kulların özgür iradesi olduğu" görüşü ise piyasadaki dini kitapların neredeyse tamamı tarafından el üstünde yutuluyor ve hak ve doğru görüşmüş gibi anlatılıyor. Tekrarlıyorum, bu yapılanlar yeni değildir yüzyıllardır aynı yol izleniyor, ne derseniz bu işe, ne!!!
*** Özgür iradeyi savunanların en çok kullandığı "Allah bildiği için yazdı" lafıyla kasdettikleri şeyin yalan olup, bu işin iç yüzünü göstereceğim. Allah’ın ilminin maluma tabi olmaması meselesi: Allah’ın ilmi ezelidir; evvelden de izah edildiği gibi ezeli olanın sebebi olmaz, halbuki “ilim maluma tabidir” denildiğinde; ilim, malumdan(bilinenden) etkilenen durumunda olmakta ve malum, ilmi etkileyen konumda bulunuyor. Dolayısıyla etkileyen malum, etkilenen ilme sebep teşkil ediyor. Zira etkileyen, etkilenene sebep konumundadır. Halbuki akli delille sabit ki ezeli olanın sebebi olmaz. O halde Allah’ın ilmine ezeli diyenlerin: "İlim maluma tabidir" lafları yanlış olmaktadır. Allah’ın ezeli ilmi asla başka bir şeye tabi değildir. Böyle olunca da cebr olduğu aşikardır. Etkilenmek demek, etkileyen olduğu varsayılan (düşünülen) şeyin, etkilenene sebep teşkil ettiğini kabullenmek demektir.
*** Geçenlerde şöyle bir bilgi edindim: Kuran’da Allah’ın "adil" şeklinde bir tanıtımı olduğu ifade edilmiyormuş. Lakin ben Allah’a zalim demem.
*** "Madem yapan bilir. Öyle de bilen konuşur. Yani, bu kainatın sahibi, bu kainatın hikmetlerini ve bizi yaratmasının gayelerini ve bu dünyaya gelmemizin gayesini bize bildirecektir" biri forumda böyle yazdı. Cevap veriyorum: Konuşmak ne ile olur? Ses ile olur. Soruyorum: Allah’ın sesi var mıdır? “Var” dersen, tekrar soruyorum: Siz "Allah’ın kelam sıfatı vardır ve ezelidir" diyorsunuz. Bak soruyorum: Ezeli ses olur mu: "Olur" mu diyeceksin? Bir daha düşün. Zamanla kayıtlanmayan ses olur mu? “Olmaz” dersen, ezeli ifadesi zaten zamanla kayıtlanmayandır. O halde sen nasıl “Allah’ın sesi var” dersin?
*** Kuran’da çok yerde "Herşeyi yaratan Allah’tır" şeklinde ayet vardır. Bunu düşünün bakalım. Düşünmek şey midir? Şey’in bir manası da (var olan, mevcut olan) demektir.
*** Allah neyi irade edeceğini biliyor muydu? Diyorsunuz ki bu dünya imtihan dünyasıdır. Hayır, bu dünya imtihan, deneme yeri değildir. Çünkü Allah kullarını yaratmadan önce de tafsilatlı olarak onların yapacaklarını bilmektedir ve Allah’ın ilmi cehle dönüşmez, yanlış çıkmaz; dolayısıyla bu işler için imtihan denemez. Lakin imtihanla ilgili birçok ayet de vardır; misal (Mülk 2) o halde ne yapacağız? Şunu yapacağız: Akli delili alacağız, yani bu dünyanın imtihan dünyası olmadığı gerçeğini; buna mukabil nakli delillerden olan imtihan ile ilgili ayetleri te’vil edeceğiz, yani bu ayetlerin zahirini bırakıp başka manasını alacağız ve ayeti böyle anlayacağız. İmtihanla ilgili ayetler hakkında şöyle bir te’vil vardır: “Allah burada, kullardan çıkan fiilleri sanki bilmiyorda, bilmek isteyen birinin muamelesi gibi muamelede bulunuyor.” Bu bir çoklarının tuhafına giderse, şu ayete bakın, (Muhammed 31) burada “bilmek için” deniyor; peki Allah bu işler olmadan önce onları bilmiyor mu? Biliyor; gördüğünüz gibi her ayetin zahiri alınamaz. Bir de şunu ifade edeyim ki: Dini kitapların tamamına yakınında Eş’ari mezhebini, Ehli Sünnet olarak kabul ederler ve bu mezhebe genelde “Hak mezhep” derler. Diyorum ki: Eş’ari mezhebi Cebriyyedendir (Cehmiyyede, Cebriyyedendir yani ikisi de Cebriyyedir). Yani “kulların özgürlüğü yoktur, Allah kullarına zorla günah ve sevap işletir” der. Lakin bu çok açık olduğu halde, yani kelam kitaplarında açıkça söylendiği halde genel olarak diğer kitaplarda pek açıklanmaz; zaten o kitapları yazanların çoğu da bunu bilmezler. Ben söyleyince bu sefer hakaret yağmuruna tutuluyorum; mesela Gazali’yi millet ekseriyetle göklere çıkarıyor, halbuki o da cebircidir (Eş’ari mezhebindendir). “Allah zorla günah işletir” görüşünü savunur. Zaten kitapta Gazali’den yaptığım alıntılarda bunları açıkladım. Özgürlüğü savunup da Ehli Sünnet olduğunu iddia edenlere, Maturidiler denir. Zaten bir çok kendine “Maturidiyim” diyen de mezhebini ve neyi savunduğunu bilmez. Niye bilmez, açıklayayım: Maturidi mezhebinde “cüzi iradeyi Allah yaratmaz” ve “imanı da Allah yaratmaz” derler (Fetevayi Hindiyye 4. cilt küfür lafızları bahsine bakın). Cüz irade şudur: Diyelim ben oturuyorum ayağa kalkmak istedim; işte bu ayağa kalkmayı istemeye cüzi irade denir. Yani bir haraketi yapmadan önce yapmayı istemek düşüncesine cüzi irade denir. İşte özgürlükçüler, bu düşünceyi Allah yaratmaz diyorlar. Fakat biz de yaratmayız diyorlar. “Nedir öyleyse?” diyoruz, bu sefer diyorlar ki “o bir haldir karıştırma!” Bu nasıl bir görüştür! Lakin Eş’ari mezhebi diyor ki: “İnsanların cüzi iradesini Allah yaratır, hareketlerini de Allah yaratır, o zaman kulların özgürlüğü olmaz” derler. İzahı şu: Hani oturuyorum ve ayağa kalktım ya, Eşari mezhebi diyor ki: “İnsanların bu ayağa kalkma düşüncelerini de, hareketlerini de Allah yaratır. O zaman kulun özgürlüğü kalmaz.” Eş’ari mezhebine göre "insanın iradesi vardır lakin tesiri yoktur, zira o irade de Allah tarafından yaratılmıştır." Şimdi bana bağırıp çağıranlar oluyor. Bunlar diyorlar ki: "Hiç öyle olur mu? Eş’ari mezhebi böyle der mi?" diye hakaret ediyorlar. Peki soruyorum: Bu işleri ben yıllarca araştırıp bulunca ve bunları ortaya koyunca ben suçlu oluyorum, siz ise taklit içinde kalıp, mezhep taassubu içinde kalıp, sizden öncekiler ne diyorsa onları aynen kabul edip, bu yanlış inançları sürdürdüğünüzde siz suçlu olmuyorsunuz öyle mi? Israrla beyan ediyorum ki, piyasadaki kader ile ilgili yazılan yazıların, gazete, dergi, kitap yüzde doksandokuzu yalandır, üç kağıttır, sahtekarlıktır. *** Dedi: "Tanrı yaratıcı olduğu için, insanı da kısmi yaratıcı özellikte yaratabilmiştir." Cevap: Allah insanı kısmi de olsa yaratıcı bir özellikte yaratamaz. Detaylı izahı kitabımdadır; çokça işledim, zira bana çok sorulan bir sorudur. Bu ve benzerleri olarak daha çok şu soruluyor: Allah insanı özgür iradesiyle fiillerini yapacak şekilde yaratamaz mı? Dediğim gibi cevap: Allah insanı özgür iradesiyle fiillerini yapacak bir vasıfta yaratamaz. Dikkat edin yaptığınız eylemlere, hareketlere; siz mesela oturuyorken ayağa kalkma fiilini örnek alalım, bu hareketi yaptığınızda kasların, eklemlerin nasıl hareket ettiğinden habersizsiniz ve bir şeyi tafsilatlı olarak bilmeyen ise o fiilin yaratıcısı olamaz. Bir de aklıma geçenlerde şöyle bir düşünce geldi; sizinle paylaşmak istiyorum ve yorumlarınızı bekliyorum: Günlük hareketlerinize dikkat edin ve şunu anlamaya çalışın: Siz bir hareketi yaparken, yaptığınız anda bu fiilin farkına varıyorsunuz; zaten farkına vardığınızda da o fiili yapmış oluyorsunuz. Yani esasında o fiillerin (hareketlerin) siz de yaratıldığını ve özgür olmadığınızı hissedin, hissetmeye çalışın. Bakın bir anda hareket ediyorsunuz, bir anda aklınıza bir fikir geliyor, televizyon izlerken birden çay içmek düşüncesini içinizde buluyorsunuz ama dikkat edin ki bu düşünce siz de bir anda meydana gelmektedir. Siz bu düşünceyi düşünmek için çaba harcamadınız, bir anda bu düşünceyi içinizde buldunuz. Ama o düşünce siz onu istemeyi istemeden direkt olarak meydana geldi; hareketlerinizde de bunu hissedin, nasıl yönlendirildiğinizi anlamaya çalışın. Arzulayın ama arzulamayı arzulayabilir misiniz? Lütfen diyorum, hadi hissedin özgür olmadınızı, işte evet bak, nasıl düşünceler aklınızdan geçmekte ve siz bu hal sizde olurken "ben şunu düşündüm, bak şimdi bunu düşündüm" diyorsunuz. *** Ben on yaşlarındayken de kader konusunu düşünür ve benden büyük kişileri bu konuda sıkıştırırdım; yani herşey madem Allah’ın dilemesiyle oluyor, o halde inanmayanlarda mı Allah’ın dilemesiyle oluyor? gibi veya daha basitce bunları düşünürdüm. Şunu da düşündüğümü hatırlar gibiyim: "Allah mutlak güç sahibidir, O'nun kudreti herşeyin üstündedir. O halde kullar özgür olmamalı" diye ufak yaşlardan itibaren düşünürdüm; sonra 20'li yaştan itibaren dini kitaplar okuyunca, hayal kırıklıkları beni sardı. Zira kitapların tamamına yakını insanın özgür iradesi olduğunu söylüyordu. İstemeye istemeye onlara inandığımı kendime telkin etmiştim. Ama şu olayı hiç unutmadım: Evet bu tür kitaplarda Cebriyye adı altında cebr görüşü önce kısaca açıklanır, sonra aşağılanırdı; bunu anlar ve bilirdim ama; onların görüşü (Cebriyye) iki cümleyle anlatılırken şöyle denirdi: "Onlar der ki: Herşey Allah’ın iradesiyle olur, kullar rüzgarın önündeki yaprak gibidir, rüzgar onu nereye sürüklerse o da oraya gider, kulların hiçbir özgürlüğü yoktur." Evet böyle anlatırlar, peşine de cebr düşüncesini aşağılarlardı. Ancak ben bu iki cümleyi okurken ve kendimi insanın özgür iradesi olduğuna inandırmaya çalıştığım dönemlerde de, bu iki cümlede asalet görür ve vicdanımda kendimi kandırdığımı hissederdim ama bunu kendime itiraf edemezdim ve bu iki cümleyi okuyunca onlara saygı duyardım ve "helal olsun adamlara, bak lafı çevirmiyorlar, kıvırmıyorlar ve Allah’ı istediğini yapan, çok güçlü bir ilah konumunda tutuyorlar" diye içimden geçirirdim. Onlara çok hayrandım ama kendime bunu itiraf edemezdim. Bana kader konusunda insanlar soru sorduklarında “insanın özgür iradesi var” derdim. Aslında inanmak istemediğim ve asla kalbimin mutmain olmadığı ( tatmin olmadığı, yatışmadığı) bir görüşü o kişiye anlatıken çok zor anlar yaşardım. Kendimin tatmin olmadığı bir görüşü, başkasına anlatmak ve aslında hayran olduğum ve aşık olduğum cebr görüşünü "kafirlik, sapıklık" olarak ona anlatmak beni çok üzmekteydi. Lakin yol bulamıyordum. Beş sene böyle geçti. Size bahsettiğim gibi bazı üç kağıtları, dönen dolapları hissettiğim anda da bütün gücümle bunları ortaya çıkarmak için uğraştım. Yani aslında ben küçüklüğümden beri bu cebr görüşüne aşıktım, tutkundum, hayrandım. *** Bu konular da kelam kitapları yani inançla ilgili kitap okumayanların durumu çok zordur. Kuran çok ince, detay kitaptır; isnad prensibine bakınca anlarsınız. Fakat orada ilk bakışta birbirine ters gibi akla gelebilen ayetlerin uygun yorumları vardır. Bunu da bilin ve tekrar ediyorum ki benim bu anlattıklarım konusunda zaten kader konusunda Eş’ari mezhebinin görüşlerini savunduğumu söylemiştim. 1200 yılllık mezheptir. Kader konusunda onlara katılıyorum, fakat katılmadığım konular da vardır. Mesela Allah’ın görülmesini ben inkar ediyorum. Bu konuda Mutezile mezhebinin görüşünü kabul ettim. Beni anlamaya çalışın. Yıllarca bu yalanları okudum ve şöyle düşündüm: “Bunlar madem ki alim adamlar, demek ki bir bildikleri var” dedim ve içimde kuşku kalarak onlara inandığımı kendime telkin ettim. Hatta askerdeyken bana kader hususunda soru soranlara “insanın özgür iradesi vardır” diyordum ve insan hür değildir diyenlerin kafir olduğunu söylüyordum. Böyle beş sene civarında geçti, fakat bu süre zarfında benim yine kader ile ilgili okumalarım çok hummalı olmasada yine de devam ediyordu. Derken 2001 yılının başlarında yine insanın özgür iradesini savunan bir kitap elime geçmişti. Fakat bu kitabın bir farkı vardı; bir itiraf vardı bu kitapta. Yazarı Maturidi olduğu halde kendi mezhebi için: “Mutezile mezhebiyle (açıkça kaderi inkar edenler) birdir, kader hususunda fazla farklı değildir” diyordu. Bu ifade beni şok etti. Kader hususunda kendi inandığı mezhep ile açıkça kaderi inkar eden mezhebin aslında aynı yolda olduklarını itiraf etmesi beni şaşırttı. (Bu yazar Muhammed İhsan Oğuz idi, kendisinin üç kitabını, kitabımda inceledim ve çelişkilerini gösterdim) O aralar, Razi'nin “Tefsiri Kebir” diye meşhur olan tefsiri de elime geçmişti. Orada insanın özgür iradesinin olmadığı detaylı olarak anlatılmaktaydı. Karar verdim, bu kader meselesini en ince detaylarına kadar incelemeye. Kelam kitaplarına daha sonra felsefe kitaplarına başvurdum ve insanların kendilerini kandırdıklarını daha iyi anladım. Samsunda önce cami görevlileriyle tartışmaya başladım, sonra üniversite ilahiyat hocalarıyla ve çok kişilerle tartıştım. Onların zayıf yanlarını daha iyi anlamaya başladım. Sonra çok övülen kişi olan Gazali’nin de meşhur eseri olan “İhya Ulumi’d din” adlı kitabını da okudum. Yine orada da insanın özgür iradesi olmadığı beyan ediliyordu. Binlerce delil buldum, kimlere anlattıysam ilk etapta genelde inkar ettiler ancak ilmi olarak cevap veremeyince de genelde kovdular, deli dediler ve benzeri şeyler de dediler. *** Diyorum ki Allah görmez ve duymaz, neden mi? Bak şimdi: Mesela Allah, bir insan yürüdüğünde görüyor mu yoksa daha evvelden görmüşmüydü? Eğer görmüştü demezsen Allah’ın görmesinin ezeli olduğunu reddettin demektir. Eğer Allah’ın görmesine ezeli dersen bak şimdi prblemlere: Bir insan bir yaşındayken ve doksan yaşındayken bin türlü hali oluyor; mesela o kişi banyoda çıplakken ve dışarıda giyinikken ki hallerini ele alalım. Eğer Allah’ın görmesi ezeli derseniz, bu çıplak hali ile giyinik hali birbirine zıt durumlardır, bunlar birleşmez. Binaenaleyh ezeli olarak milyarlarca değişik durum nasıl cem olur, yani birleşir ve manası olur. Görmesini ve duymasını onun ilmine raci etmek lazım. O meydana çıkan görüntüleri ve sesleri zaten Allah yaratıyor ve yaratan da ne yaratacağını bilir; o bakımdan Kuranda geçen Allah’ın görmesi ve duyması mecazidir. Nasıl ki Kuranda Allah’ın yüzünden ve elinden bahsediyor, bunlar nasıl mecazi ise bunlar da öyledir. Görülen herşey mekandadır, zaten ben Ruyetulllah’ı (Allah’ın görülmesi) bu ve benzer delillerle inkar ettim. Ama şuna dikkat: Gören de ancak bir yönden ve bir mekandan görebilir. Halbuki Allah yönde ve mekanda bulunmaktan münezzehtir. O bakımdan Allah görmez, duymaz.
*** Soru: Allah nerede? “Her yerde” diyen kafir olur. “Bir yerde” diyen de kafir olur. Cevap: Allah hiçbir yerde değildir. İspatı: “Her yerde” diyenlere soruyorum: O halde lağamda da mı Allah var? “Bir yerde” diyenlere gelince; onlar mesela odada oturuyorlar ya, diyorlar ki: “Allah burada” ama Japonya da oturan da aynı mantıkla kaldırıp “hayır Allah burada” demez mi? O halde şunu düşünelim; Allah parçalara bölünür mü? Bölünmez; demek ki iki yanıtta yanlış. Dediğim gibi Allah mekanda değildir, yani hiçbir yerde değildir. (yer=mekan) Çoğu insan Allah’tan bahsederken yukarı bakıyor ya da yukarıyı işaret ediyor. Onlara dense ki: “Niçin yukarıya baktın ya da yukarıyı işaret ettin?” Genelde derler ki: “Allah yukarıda da ondan.” Dünya yuvarlak ya; kuzey kutbu, güney kutbu var; sağı, solu var. Dünyanın bir ucu ve tam karşısını düşünün; bunlar zıt yerlerde değil mi? İki yerde de insan var diyelim. Her biri kendi aklınca “Allah yukarıda” diye düşününce ne oldu? Birinin yukarıyı gösterdiği yön, diğerinin aşağıyı gösterdiği yer oluyor. Demek ki "Allah yukarıda" diyenlerin hali bu. Sonra şu: "Allah her yerde" diyenlere başka bir delil getireyim: Bu yerler yani mekanlar kendi kendine mi meydana geldi? Yani kendi kendinin sebebi mi yoksa bu yerleri Allah mı yarattı? "Allah yarattı" derlerse; düşünelim, yaratma ifadesi zikredildiğinde zaten bir başlangıç lazım, yani yaratılan için düşündüğümüzde öncesinde bir yokluk söz konusudur. Yaratılanın mevcut olmadığı bir hal var demektir. “Mekanları, yerleri Allah yarattı” derseniz, demek ki; bu mekanların olmadığı bir durumda söz konusudur. O halde soruyorum: “Allah bu yerleri, mekanları yaratmadan önce neredeydi?” Demekki Allah mekandan münezzehtir, yani mekanda değildir. O zaman şu sonuç çıkıyor ki: Allah hiç bir yerde değildir.
|
Yukarı dön |
|
|
kursat Groupie
Katılma Tarihi: 24 eylul 2006 Gönderilenler: 56
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
*** Bahsettiğin (Enam 148 ) ayetin izahı şudur: Onların bu söyledileri esasen başka ayetle uyuşuyor. Zira bakın (Enam 7): "Allah dileseydi, ortak koşmazlardı." O halde Allah onları niçin kınadı? Şundan: Onlar bu sözlerle "madem herşeyi Allah bize zorla yaptırıyor, o halde biz nasıl sorumlu olacağız?" şeklinde sorumluluğu inkar edici bir anlayışla bu ifadeyi söyledikleri için Allah onları kınıyor. Enbiya 23. ayetteki düşünceyi inkar etmiş oldular, bu fikilleriyle. Enbiya 23: "O yaptığından sorumlu değildir, onlar ise sorumludur."
*** Eş’ari mezhebinin yüzyıllardır bir adı var; insanlar içinde Ehli Sünnet diye anılagelen bir ekoldür. Yüzyıllardan beri süre gelen bu ekole direkt olarak saldıramıyorlar; cebr düşüncesine karşı çıkanlar dikkat edersen, cebriyye adı altında hertürlü hakareti yapıyorlar, dalga geçiyorlar; fakat iş Eş’ari mezhebinden kader konusunda bilgi vermeye geldiğinde, bu konuyu kısa kesip, “aslında cebriyye bir kayış var bu görüşte” diyorlar ama bak cebriyyeye yaptıkları aşağılamaları ona hemen hemen hiç yapmıyorlar. Bu nokta önemli sonra “darbı mesel” adı altında bir ifade uydurup "Eş’arinin kesp anlatımı gibi" diyorlar. Böylece okuyucuların aklına gelen “Eş’arilikte yoksa cebirci mi?” anlayışını sindiriyorlar ve yüzyıllardır gelen iki hak mezhep anlayışını yani “Eş’arilik ve Maturidilik” korumaya çalışıyorlar. Dersen ki: “Bunu niçin böyle yapıyorlar?” Önceklikle taklitçilik; sonra bu husus aklına geldiğinde, “bu kadar alim bu işi anlayamadı da bu işleri ben mi anlayacağım? Bu kadar zamanın alimleri geldi geçti; onlar bu iki mezhebi övdüler, demek ki benim anlamadığım bir nokta var. O bakımdan ben bu düşüncelere dalıyorum; hiç Said Nursi’nin, Elmalılı Hamdi Yazır’ın anlayamadığı bir şeyi ben anlayabilir miyim? Aman sakın bunu hiç kimseye söylemeyeyim de bana gülmesinler. Zira bu düşünceye ben bile inanamıyorum ( Eş’ariliğin cebirci olup, Maturidi mezhebinin tersi bir düşünceyi savunması hususu) ve gülecek gibi oluyorum. Ah ah eskilere tabi olmak lazım, terbiyeli olmak lazım, haddini bilmek lazım..
*** Ebu Hanife’den bahsediyorsun. Eğer piyasada dolaşan “Fıkhı Ekber” i, o yazdıysa içinde kabul etmediğim görüşler var. Şöyle anlatılıyor: Mesela levhi mahfuza yazılanlar detaylı olarak yazılmış olmadığı ve Allah’ın eli, yüzü gibi geçen ayetleri te’vil etmenin yanlış olduğunu söylediği rivayet ediliyor. Ben diyorum ki, Allah’ın eli ve yüzü vardır diyen kafir olur. Zira bu Allah’a cisim demek olur; dolayısıyla bu ve benzeri ifadelerin te’vil edilmesi şarttır. Yine Ebu Hanife’ye nispet edilen bu “Fıkhı Ekber” adlı kitapta çelişkiler mevcuttur. Zira hem cebr şeklinde ifadeler var, mesela herşeyin Allahın iradesiyle olduğu söyleniyor. Hem de “teklifi mala yutak (kullara kaldıramayacağı yükü yüklemek) yoktur” deniyor. Bunlar çelişkidir, fakat bu kitabın şerhlerine gelince kitabı hepten tanınmaz hale sokmuşlardır. Zira şerhedenler; okuduklarımda gördüğüm kadarıyla cebre karşılar. Dolayısıyla kitabın bazı bölümlerinde kitabın aslıyla, şerhi zıtlık oluşturuyor. Razi, Gazali ve Eş’ari’den bahsediyorsun. Ben zaten bu üç şahsı ruyet meselesinden dolayı tekfir ettim. Fakat kader hususunda bunlar cebri savunurlar. Zaten bunlardan ben çok şey öğrendim; sen Eş’ari mezhebini birçok kelam kitabından incele. “Cebri Mutavassıt” (orta cebr) diyorlar. Ama bunlar laftır, neden biliyor musun? Çünkü: Soruyorum sana, cebrin ortası olur mu? Cebr cebrdir bitti. Bu işler böyle, Eş’ari mezhebinin yüzyıllardan beri edindiği yer itibariyle ona fazla yüklenemiyorlar; ona “cebri mutavassıt” deyip, sanki cebr görüşünden ayrı bir itikadı savunuyormuş gibi bir imaj verip, cebriyye adı altında hem cehmiyye’ye ve tüm cebr görüşünü savunanlara yükleniyorlar. Nasıl olsa insanların tamamına yakını Eş’ari mezhebinin gerçek görüşünü tam bilmiyor. İşte ispatı: Kitaplarda Şafilerin itikadi mezhepleri Eş’arilik diye söyleniyor. Ben iddia ediyorum ki: Çevrenizdeki en bilgili Şafi mezhebinde olanlara deyin ki: “Sizin itikadi mezhebiniz nedir?” Eğer “Eş’arilik” derse, kader hususunda benim sorduğum birkaç soruyu onlar sorun. Mesela: “Hayır ve şer Allahtan mı? Zina yapmak şer mi? Zina yapmak Allah’tan mı? Hani hayır ve şer Allah’tandı ya...” İddia ediyorum ki, kendini Eş’ari olarak tanıtan bu insanların tamamına yakını, savunduğunu söylediği mezhebin cebirci olduğunu bilmez ve size "kulların özgür iradeleri vardır" derler. Deneyin görün; yani şunu demek istiyorum Eş’ari mezhebi kitaplarda kalmış bir mezhep olup günlük hayata pek yansımamıştır. Bence bu Gazali ve Razi’nin döneminde de böyleydi. Yani kitaplarda yazdığı gibi Eş’arilik, hiçbir zaman söylendiği gibi halk üzerinde etkili olamamıştır. Bu görüşler kitaplarda, satırlarda kalmıştır. Tecrübelerim bunu gösteriyor. Mustafa Sabri’nin deyimiyle gerçek şudur: “Mutezile, Maturidilik ismi altında günümüze kadar yaşamıştır.” Bana daha evvel Mustafa Sabri’nin, Said Nursi’nin kitaplarının okunmasını desteklediğini söylemiştin değil mi? Cevap: Mustafa Sabri önceleri Maturidi idi, sonra Eş’ari olmuştur. Kendini Eş’ari görenlerin bilgilileri bile bu mezhebin savunduğunun tam tersi itikadı savunurlar. Bir de sana yaptıkları gibi laf oyunlarıyla; üstünü sisle örtüp “bu tam da Eş’ari’nin cüzi iradesini, kesbi anlattığı gibi” deyip bunun bir de darbı mesel haline geldiğini kitaplara yazıyorlar. Ne oldu? Hoooop, işte şu oldu: Millet zaten ekseriyetle Maturidi görüşünde; diyorlar ki: “Bak Eş’arilik kardeş mezheptir, bazıları ona cebirci diyorlar ama onlar bu işi hakkıyla bilmiyorlar. Onlar sığ görüşlüdür, tabi ki Eş’ari ile Cebriyye çooook ayrıdır. Hiç öyle olur mu? Zaten öyle olsaydı, bu iş bu kadar gizli kalır mıydı? Karşılıklı tekfirleşmek gerekirdi değil mi? Hem Eş’arilik, hem Maturidilik birbirlerini tekfir ederlerdi. Böyle şey olmadığına göre, siz o “Kürşat Otçu” nun söylediklerine bakmayın. Kulak bile asmayın, o kim oluyor da 7-8 sene araştırmakla bu 1000 yıldır gelen şeyi çözdüğünü söylüyor. Bu kadar Eş’ari alimi Maturidiyi anlamadı da, o mu anlamış! Bu iki kardeş mezhep yüzyıllardan beri bi’dad mezheplerine karşı kolkola mücadele etmişlerdir. Bunların arasını Kürşat açmaya çalışıyor; onu gale bile almamak lazım. Hiç bunlar düşünmeye değer mi? Akıl bunu kabul eder mi? Arapça bile bilmiyor; sonra da kalkıp “ayetlerin te’vilini yapıyorum” diyor. Buna sadece gülünür, karşılık bile verilmez...”
*** Tebbet suresinde "seyasla naran zate lehep", "leheb’i ateşe yaslayacağız" deniyor. Kuran’ın tamamına inanmak farzdır. Bu ayet mekkidir yani 114 sure içinde iniş sırası olarak 4. sırada veya o sıralarda inmiş bir suredir ve bu sure indiğinde Ebu Lehep hayattaydı ve 7-8 yıl daha yaşamış olduğunu kitaplardan öğrendim. Bu hususta ittifak vardır. Soruyorum: Ebu Lehep kendi ile ilgili bu ayet geldiğinde ve geldikten sonra da Kuran’a iman etmekle mükellef miydi? ( Araf 158-Bakara 21) “Evet mükellefti” derseniz, yine soruyorum: Peki ama Tebbet suresi de Kuran’dan bir suredir, dolayısıyla Ebu Lehep kendisinin ateşe atılacağı ile ilgili bu ayete de inanmak ile mükellefti öyle mi? Evet öyle. Şimdi bakalım, bu adam zaten inanmadan öldü. Ancak düşünelim, bu adam hakkında ayet indi ve Kuran yalana dönemez. Dolayısıyla bu adam Kuran’a inanmakla mükellef olduğundan, kendisi cehenneme gideceğine inanmakla mükellef olmuş olmuyor mu? Evet oluyor. Şimdi bu adam için düşünelim, Kuran’ı inkar etse (zaten etti) kafir olmak var, fakat Kuran’a inansa bu sefer cehenneme gideceğine inanma durumunda kalacak. Şimdi bu adamın kurtulma durumu var mı? “İnsanın özgür iradesi var” diyenler bu soruya ne diyecekler? Şimdi onlar başlarlar "bildiği için" diye, bunu tahmin ediyorum. Fakat onların bu cevaplarına da hazırlıklıyım ve onların “bildiği için” şeklindeki sözlerine bir karşı cevap kitapta vardır. *** İman mahluk mudur, yaratılmış mıdır? “Hayır” derseniz, cevap: İman etmek zaten tasdik etmektir. Tasdik etmek ise öncesinde bir tasdik olunanı gerektirir. Buradan anlaşıldı ki iman, bir şeyden zaman olarak sonra vücut bulur. Bir şeyden sonra vücut bulan ise hadistir (sonradan olan). Her hadisin, bir muhdisi vardır. Yani onu meydana getireni vardır. Zira bu hadis kendi kendisinin sebebi olamaz. Zira bunu kabul etmek, bir şeyin kendi kendisinden önce gelmesini kabul etmeyi gerektirir. O halde sonuç olarak iman yaratılmış olmalıdır. Peki bu imanı kim yarattı? Eğer “Allah yarattı” derseniz, o zaman küfrü de Allah’ın yarattığını kabul etmeniz gerekir ve ne zaman ki siz imanın ve küfrün mahluk olduğunu kabul ederseniz cebri kabul ettiniz demektir. Zaten hem Mutezile, hem Maturidi mezhebi imanın ve küfrün mahluk olmadığını savunurlar. Oysa Eş’ari mezhebi bunların mahluk olduklarını savunur, yani insanın özgür iradesini savunanlar “imanı Allah yaratmaz” diyorlar. işte örnek: Fetevayi Hindiyye 4. cilt, küfür lafızları bahsinde "imanın yaratılmış olduğunu söyleyen kafirdir" şeklinde fetva vardır. Siz bu soruma ne diyorsunuz. Soru: İman mahluk mudur? *** Soru: Düşünmek istemediğiniz halde düşündüğünüz bir düşünce oldu mu? “Evet” derseniz soruyorum: Madem siz istediğiniz düşünceyi hür olarak düşünebiliyordunuz nasıl oluyor da düşünmekten rahatsızlık bir düşünceyi düşünüyorsunuz? Demek ki bu düşüncenin kaynağı siz değilsiniz; eğer siz değilseniz kim? Cevap: Allahtır, tek yaratıcı odur. Eğer şeytan derseniz, evet o vesvese verir ancak o da yaratıcı değildir; Allah onda hangi fiil ve düşünceleri varederse şeytan ancak onu yapabilir. Kendimden bir örnek vereyim; bazen içimde, Allah’a sövmek düşüncesini hissediyorum. Fakat böyle bir düşünceyi düşününce çok bunalıyorum ve böyle düşünmek istemiyorum; böyle bir düşünceyi tasdik etmenin kafirlik olduğunu da biliyorum. Bu düşünceyi düşünmek istemediğimi kendime telkin ettiğim halde bazen ısrarla aklıma geliyor. Ben çok uğraşıyorum bunu düşünmemek için, o benim aklıma geliyor. Bakın ben düşünmek istemiyorum, rahatsız oluyorum, o halde niçin düşünüyorum? Demek ki bu düşünce benden değil. Allah’tandır. Bu düşünceyi Allah yaratıyor. Ben de Allah’ın ben de yaratmış olduğu düşünceyi, tıpış tıpış düşünüyorum. Zira Allah’ın ben de yarattığı düşünceyi, düşünmemeye kadir olamamam. (Çünkü Allah’ın yarattığı düşüncenin meydana gelmesini engelleyemem) Yine Allah ben de düşünceyi yaratmazsa, ben bu sefer düşünmeye kadir olamam. Aslında ateistlere bu delil söylendiğinde çok sıkışır ve diyecek bir şey de bulamazlar. Zira onlar şeytana da inanmazlar ki bu düşünce şeytandan desinler. “Bu düşünceler şeytanın vesvesesidir” diyenlere cevap: Evet böyle de denebilir ama unutmayın ki şeytan da hareketlerini, fiillerini ve düşüncelerini kendi yaratamaz. Onun da fiillerini, düşüncelerini Allah yaratıyor. O da tıpış tıpış Allah’ın kendinde yarattığı fiilleri yapıyor ve Allah’ın kendinde yarattığı düşünceleri düşünüyor yani o da hür değildir. *** Bu aralar aklımda şöyle bir durum var: Allahın ilmi bahsi. Şöyle ki mesela güneş tutulma olayını ele alalım: Güneş tutulmadan önce Allah güneşin tutulacağını biliyorsa, yani böyle denirse sonra güneş tutulur ve bir kaç dakika sonra güneş tutulması biter. Şimdi soruyorum, bu durumda da Allah yine güneşin tutulacağını biliyor denebilir mi? Çünkü güneş tutulmuştur. Güneş tutulması bittiğinde de, yine “güneş tutulacak diye Allah bilir” denirse, bu bilgi yanlış olmuyor mu? Çünkü bu anda güneşin tutulması bitmiştir. Yani lafın kısası Allah’ın ilmi ezeli denirse ki öyledir, o halde değişen durumlarla ilgili ilmi nasıl oluyor? Halbuki Allah’ın ilmi değişmez. (Çünkü ezeli olanda değişme olmaz) *** Dedi: “Allah sana iki seçenek vermiştir; ya iyi olursun yada kötü. Bu senin özgür iradendir.” Cevap: Peki senin neyi seçeceğini yine önceden bilmiyor mu? “Biliyor” dersen; işte sen O'nun bildiğini yapmak zorundasın, eğer O'nun bildiğinin aksini de yapabilirim dersen “Allah’ın ilmi cahilliğe döndü” demiş olursun.
*** Düşünüyorum; “Allah’ın zatı var ve alemi yarattı” diyoruz. Yani alem yokken varoldu. “Allah’ın zatı ile sonradan oldu dediğimiz alem arasında bir zaman aralığı olması lazım gelmiyor mu?” “Bu arada, mesela bir saniye kadar da olsa bir an geçmedi mi?” diye düşündüm. Ama Allah ezelidir yani başlangıcı yoktur; eğer arada bir saniye oldu dersek şöyle oluyor: Ezeli +1 saniye; ama şu var ki ezeli zaten ezelidir (başlangıcı olmayan). Yani ona bir şey zaman olarak eklenmez ki; ne kadar zaman ekleseniz de o yine ezelidir. Bu ezeli varlığa 1 saniye diye zaman geçmesini düşündüğünüzde Allah’ın ezeli olmadığını söylemeniz gerekir. Çünkü sizin 1 saniyeden bahsetmeniz için, Allah’ın zatının bir başlangıcı olması gerekir. Zira ezelilik ile bareber, bu 1 saniyeyi ölçemezsiniz ve anlamı olmaz. Dolayısıyla Allah ezeli olduğundan böyle şey söylenemez. Buradan şu sonuç çıktı ki, Allah ile alem arasında zaman kavramından bahsedemeyiz. O zaman benim bu hususta kararım bu aralar şu ki: Bence zaman mahluk (yaratılmış) değil. Yani zaman aslında yoktur. Lakin insanların algı düzeyinde zaman kavramı vardır ki, bu kavram yani zaman düşüncesi mahluktur. Yani saniye, saat; insan böyle düşünüyor. Ama sorarsan ki, Kuran’da zamandan bahsediliyor, bu nedir o halde? Derim ki: Bu da yine insanların algı düzeyiyle ilgili bir ifadedir.
*** Allah’ın görmesi ve duymasıyla ilgili bu aralar çok önemli bilgiler elde ettim. Bunlardan biri şu ki, Mutezile mezhebi de Allah’ın görmesini ve duymasını inkar ediyorlarmış ve bu konudaki ayetlerin, duyulan ve görülenleri bilmek anlamında olduğunu söylüyorlarmış. Bu arada şöyle bir delil de öğrendim, işte soru: Allah’ın görmesi var mıdır? “Vardır” dersen, soruyorum: Peki bu görme de ezeli mi? “Evet” dersen (zira kitaplarda ekseriyetle ezeli diye geçiyor) soruyorum: O halde ezelde alem yoktu; yani dünya, kainat gibi (alem demek Allah’tan başka herşey demektir). O halde soruyorum: Bu pozisyonda, yani ezelde Allah neyi görüyordu? Eğer “alemi bu durumda görmüyordu, yarattığı zaman gördü” derseniz; yine çelişkiye düşüyorsunuz. Çünkü ezeli olan şey de değişme olmaz. Halbuki demenize göre dünyayı önce görmüyor, sonra görüyor. Bu ise değişme manasına gelir ki ezeli olan zaten değişme kabul etmez. Bakın kitapların ekserisinde diyor ki: “Allah’ın görmesi ve duyması vardır ve bu sıfatları ezelidir” derler. Bu kitaplar hem aleme yani Allah’tan başka herşeye hadis (sonradan olan) diyorlar. O halde alemin olmadığı bir durum var demektir. Bu durumda Allah alemi görmüyor muydu? Eğer “görüyordu” dersen, sorarım: Daha meydanda olmayan şey nasıl görülür? Devam ediyorum: Derseniz ki, “dünya yokken Allah görmüyordu ama onu yaratınca gördü” bak ne oldu o halde: Bu Allah’ta değişmeyi savunmak olur. Çünkü dünyayı önce görmüyor, sonra görüyor olur. Bu ise bir değişmedir ve Allah’ın zatına bir eklenmedir. Halbuki mantıkla belli ki, ezeli olan şey de değişme bozulma olmaz. Değişme, eklenme olmaz; çünkü o ezeli ve başlangıcı yok, dolaysıyla onu etkileyecek bir şey yok. Yani etkilemek için etkileyen etkilenenden önce gelmelidir. Ezeli ise öncesiz demektir ve öncesizin öncesi olmaz ki onu etkileyen, değiştiren bulunsun. (Zira her değişim bir değiştiren ve etkilenen de bir etkileyen gerektirir) O halde “bir şey ezeli kabul edildiğinde onda değişme olmaz” denmelidir. Bunlar ne demek durumunda kalıyorlar: "Önce görmez dünyayı sonra yaratığında görür." Bu ise açıkça bir değişmedir. Aynı delil duyma içinde söz konusu.
*** Allah’ın sıfatları bahsini uzun zamandır yazıyorum ve uzun zamandır bu konuyu itikadi mezheplerden ve filozofların kitaplarından inceliyorum ve durumun tahminlerimden de ince olduğunu gördüm. Evvelden söylediğim gibi Allah’ın görmesini, duymasını, iradesini, konuşmasını inkar etmiştim ve bu aralar Allah’ın ilmi ve kudretini düşünüyordum ve bugün aldığım bir kararla Allah’ın kudretini de inkar ettim. Bütün bu inkar ettiklerimi Allah’ın ilmine racidir ( dönücü) dedim. İlmine raci ettim. Zaten geçenlerde Hrıstiyanların da Allah’ın görme ve duymasını inkar edip, bunu bilme, mutlak bilme manasında kabul ettiklerini öğrendim. Ben böyle bu sıfatları ilme raci ettim yani ilmine döndürdüm ( bunu Farabi ve İbni Sina’da kabul etmişler). Çünkü şöyle bir problem vardır ve incedir; inceliklerini bu aralar öğrendim: "Allah’ın sıfatları zatının aynı mıdır, yoksa gayrımıdır?" gibi bir soru vardır. Eş’ariler ve Maturidiler derler ki: “Sıfatları Allah’ın ne aynıdır ne de gayrıdır” ve bu sıfatları Allah’ın zatı ile birlikte ayrıca ezeli olarak kabul ederler. Buraya kadar tamam mı? Fakat Mutezile mezhebinin “Tevhid” adı altında prensipleri vardır ve derler ki: “Ezeli olan bir tanedir; bir den fazla ezeli olmaz” dediler ve kudreti (aklımda kaldığı kadarıyla kudretine de ezeli diyorlardı, ama emin değilim) ve ilmi ezeli dediler. İradesi hadis (sonradandır) dediler. Bu ilim ve kudret sıfatları ezelidir dediler. Ama bu sıfatları Allah’ın zatının aynıdır dediler. Fakat bu da tam beni tatmin etmedi. Madem ezeli bir tane; halbuki ilim ve kudret ise iki tanedir. Sonra baktım ki Farabi ve İbni Sina ise bütün diğer sıfatları inkar edip ilmini kabul etmişler. Bugün düşündüm ve Allah’ın kudretini inkar ettim. Teaddüdü kudema (ezelilerin çoğalması) problemi vardır. Halbuki ezeli bir tanedir. Yani ben Allah’ın kudretini de inkar ettim ve dedim ki: “Allah ilmine göre yaratıyor; ilmi yeterlidir.” Pek anlatamadım ama şunu diyorum: Yani olacak olanlar zaten Allah’ın ezeli ilminde var. İşte Allah ilmine göre yaratıyor. Yaratması ise: İlmindekilerin meydana çıkmasıdır. Dolayısıyla kudret sıfatına gerek yok. Ben de "Allah’ın ilmi zatını aynıdır" görüşünü kabul ediyorum. Yani Allah’ın ilmi aynı zamanda Allah’tır. Not: Allah’ın yaratmasıyla ilgili yazıyı da yazmıştım. Yaratmasını da şu manada alıyorum: İlmindekilerin varlık sahasına çıkması olarak.
*** Mesela en son ne dedim: “Allah’ın gücünü, kudretini inkar ediyorum” dedim, değil mi? Şimdi bakıldığında bu nasıl laf diyorlar; halbuki bu işin derinlerinde acayip detaylar mevcuttur. Mesela “kudret sıfatına ezelidir ve Allah’ın yaratması bu kudretiyle olur” denirse, bak ne oluyor: Mesela dünyanın yaratılışı, benim yaratılışımdan önce ya, bak ne oldu? Önce dünyayı yarattı, sonra beni yarattı. Neyle yarattı? “Kudret sıfatıyla yarattı” denirse ve “bu kudret sıfatı ezeli” denirse bakın probleme: “Önce beni, sonra dünyayı yarattı” dendiğinde; bu açıdan bakıldığında kudret sıfatında değişim oluyor. Yani önce farklı, sonra farklı şey yaratılıyor. Kudretin taalluku (ilintisi, bağlılığı) farklı şeylere oldu demektir. Ama ezeli olan şey de değişme olmaz ki; dolayısıyla bu kabul edilemez ve bu görüş Allah’ın zatında değişmeyi kabul etmek demektir. Halbuki Allah’ta değişme olmaz.
*** Son üç - dört yıldır düşünmekten bile kaçındığım düşünceler bunlar. Allah’ın iradesini inkar ediyorum. İspatı: Allah’ın ilmi ezeli ise ki öyle olduğuna inanıyorum; o halde hadiseleri olmadan önce biliyor demektir. O halde iradesi ne manaya gelir? İrade demek seçmektir ve seçmek için düşünmek gerekir. Mesela benim erkek olarak yaratılmam hadisesini ele alalım. Benim kız mı yoksa erkek mi olarak yaratılacak olmamın tercihini ele alalım. Bakın bu tercihte ve seçmede düşünme ve tereddüt vardır. Düşünmek ve tereddüt demek ise zaman geçmesi manasına gelir; o halde siz neden iradeye ezeli dediniz. Allah’ın iradesi ezeli diyorlar. Soruyorum: Ezeli olarak sadece Allah var; o halde Allah neyi seçecek? Eğer denirse ki: “Allah ilminde olan mümkünlerden, yani olabilmesi muhtemel olanlardan birini seçer.” Cevap: Zaten neyin olacağı Allah’ın ezeli ilminde var; daha irade neyi tahsis edecek, neyi seçecek? Allah’ın ilmine ezeli denirse bakın ne oldu? “İlmi maluma (bilinene) tabi” diyorlar. Yani “Allah’ın ilmi, ilerde olacak olaylara etki etmez ve ne yapacağınızı bilmesi sizi zorlamaz” diyorlar. Bu basit düşünce, yüzyıllardır anlatılıyor. Halbuki zaman olarak önce olan, sonradan olacak olan şeye tabi olur mu olmaz mı? İyi düşünün. Tabi olan her zaman, sonra gelmelidir. Ezeli olan şey varken, sonradan olan ise var değil ki. Bu aralar bazı kitaplarda bu konuda yol gösterici bazı deliller gördüm. Yıllardır beklediğim buymuş, 3-4 yıldır bu konuyu biliyordum ama çok ince olduğundan ve altından kalkamayacağımı bildiğimden bu konu aklıma geldiğinde, düşünmekten korkuyordum ve geçiştiriyordum. Zaten kitapların ekserisi bu konuyu geçiştirirler.
*** Ben bu en son yazdığım delil ile yıllardır inandıklarımdan vazgeçtim. Yani Allah’ın iradesi olduğu inancını bıraktım ve artık temel olarak şunu savunmaktayım: Allah’ın iradesi ifadelerini Allahın ezeli ilmine göre yaratması manasında alıyorum. (Yaratma ile ilgili daha sonradan tekrar karar aldım ve onu yazdım. Yaratmayı da Allah’ın ilmindekilerin varlık sahasına çıkması olarak anlıyorum. Detaylı olarak yazdım bu konuyu) Bu görüşleri sadece ben savunmuyorum. Mutezile’den Kabi ve Nazzam'da bu görüşteymiş; yine İbn Sina’da öyle. Ben daha evvel "bence kaderin sırrı şu" diye başlayan delilde Allah’ın iradesinin ezeli olmasıyla, O'nun dilemesinin nedeni yok diyordum. Şimdi aynı delili Allah’ın ilmi için yapacağım ve Allah’ın ilminin nedeni yoktur diyorum. Ezeli olanın sebebi yoktur. Bunun izahını yapmıştım ve Allah’ın ilmi de ezeli olunca ilmindekilerin bu şekilde varlık sahasına çıkmasının nedeni yoktur. Çünkü "Allah’ın ilmine göre bu işler oluyor." İradesini ise, yine dediğim gibi, ilmindekilerin varlık sahasına çıkması, manasında yorumluyorum. Yani hakiki manada Allah’ın iradesi yoktur. Şunu unutmayın ki "kişi bilmediğinin düşmanıdır." İnsanların anlattıklarıma ilk etapta düşmanca tavır takınmalarını zaten tahmin etmekteyim.
*** Zira “Allah benim şu anda yazacağımı ezeli olarak biliyor” dersen, cebr olur. Çünkü benim şu an yazmam mı Allhın ezeli ilmine tabi yoksa Allah’ın ezeli ilmi mi benim şu an yazmama tabi? Dikkat et ki, önce olan, sonra olana tabi olmaz. Sonradan olan, öncekine tabi olur. O halde ben bu yazıyı mecburen yazıyorum.
*** Ben de biliyorum Kuran’daki irade ile ayetleri; ancak şu var ki bu ayetleri yani irade ile ilgili ayetleri Allah’ın ilmindekilerin, ilmine göre varlık sahasına çıkması manasına alıyoruz. (Yaratma ile ilgili değişik görüşlerimi anlattım) Bu işler kolay mı? Bak neden Allah’ın iradesini inkar ettim? “Ezeli iradesi var Allah’ın” diyorsunuz; ezeli irade, seçim nasıl olur, düşün bakalım? Ezelde ne varda, ne seçilecek? Ezeli olan ancak Allah’tır; misal ezeli seçme diyorsunuz ya, zaten Allah’ın ilminde neyin olacağı yok mu? Var; daha seçmeye ne hacet; zaten Allah’ın ilminde neyin gerçekleşeceği vardır. Ezbere konuşuyorsun, bu bahsettiğim inceliklere Gazali de, Razi de, Eş’ari de ve bir çokları da vakıf olamadılar.
*** “Allah’ın ezeli iradesi var” diyorsunuz; şimdi iyice düşünelim, bir seçimden bahsetmek için ortada seçilecek olanların bulunması icab eder, bu açıktır. Fakat siz diyorsunuz ki, “bu yaratılanlar sonradan meydana geldi.” Yani Allah’ın irade ettikleri. Şimdi bakalım: Demek ki bu lafla diyorsunuz ki: “seçilenler mevcut değilken, Allah onları seçti.” Ne dediğinizi görüyor musunuz? Derseniz ki: “Allah’ın ilminde olan mümkünlerden, yani olması da, olmaması da eşit olanlardan Allah irade etti,seçti.” Zaten neyin meydana geleceği Allah’ın ilminde mevcuttur. Bir de şu var; bir seçimden, iradeden bahsetmek gerekiyorsa, muhakkak bu seçme hadistir. Zira önce seçilecekler mevcut olmalı ki, seçim gerçekleşsin. Zaten bu aralar okuduğum kitaplarda, Allah’ın iradesini kabul edenlerin düştüğü çelişkileri daha net görüyorum.
*** Soru: Allah’ın bilgisi benim davranışıma göre değişir mi? Soru: Bizim eylemlerimizin nedeni Allah’ın ezeli bilgisi mi yoksa Allah’ın bilgisinin nedeni bizim eylemlerimiz mi?
*** Allah’ın görüleceğine inananlara sorular: Cisim olmayan ve renksiz bir şeyi görebileceğinize inanırmısınız? ”Hayır” derseniz; Allah’ın görülebileceğini savunanlara soruyorum o halde: Allah ne renk?
*** Musa peygamberin kafir olması ve sonra tevbe etmesi: 7/142-“Musa tayin edilen sürede gelince ve Rabbi de onunla konuşunca: «Rabbim, bana göster, Seni göreyim» dedi. (Allah:) «Beni asla göremezsin. Ama şu dağa bak; eğer o yerinde karar kılabilirse, sen de beni göreceksin.» Rabbi dağa tecelli edince, onu param parça etti, Musa bayılarak yere düştü. Kendine geldiğinde: «Sen ne yücesin (Rabbim) . Sana tevbe ettim ve ben iman edenlerin ilkiyim» dedi.” Rüyet, görmek demektir, yani Allahı görmek. Rüyeti kabul edenler yani Allah’ı görmeyi kabul edenler "Musa eğer görmek caiz (geçerli) olmasaydı böyle bir talepte bulunmazdı; demek ki caizdir" dediler. Mutezile buna şöyle cevap verdi: (Mutezile rüyeti inkar etmişti) "Hayır Musa Allah’ın görülemeyeceğini biliyordu, ancak bazıları "Allah’ı görmedikçe inanmayız" dediler (bu anlamda ayet var lakin bulamadım, numarasını hatırlayamadım). Ama Musa onların ısrarı neticesinde onlar adına böyle bir ifade dile getirdi. (Allah’ı görmek istediğini dile getirdi) Yani “bakın görün, işte söylüyorum ama görünmeyecek manasında hareket etti" diyorlar. Musa bu sözü söyleyince ve bu düşlüncede olunca kafir olmuş oldu. Lakin ayetin sonunda tevbe ettiği bildiriliyor. Sorarsanız: Peki böyle düşünmek ve söylemekle neden kafir oldu? Cevap: Çünkü her görülen şey bir yönde olur ve yönde olan da bir mekanda yani bir yerde olur ve mekanda olan da cisim demeltir. Yani şekli şemali olan bir şey demektir. Halbuki piyasadaki kitapların da tamamına yakını "Allah cisimdir" şeklinde inanana kafir derler.
*** Arkadaşın biri uzun yıllardır dediklerimi kabul etmiştir. Ancak geçende geldi ve “seni takip ettim, dediklerine inandım ama nerelere gelmişim, tekfir konusunda artık buraya kadar. Allah’ın eli, yüzü var diyeni tekfir etmiyorum” dedi. Bana şu soruyu sordu: “Peki, son peygamberin bu rivayetlerini okuyan ve (insan biçimci rivayetlerini) resulullah’ın bu rivayetlerdeki gibi söylediğine inanan, yine de resulullah’ı tekfir (kafir kabul etmek) etmeyeni de tekfir eder misin?” “Evet” dedim. Sustu; sonra ona dedim ki: “seni de tekfir ettiğimi bil.” O da dedi ki: “Zaten biliyorum.”
*** “Ezeli irade” diyorsun, irade ne demek? Seçmek, istemek, tahsis etmek demek değil mi? Eğer ortada seçilecekler yoksa ne seçilecek? Bir kere seçmek için seçilenlerin var olması gerekir, bunu kabul ediyor musun? Ediyorsan, zaten bu alem ezelde yok, daha ezelde ne seçilecek? Eğer kabul etmiyorsan, yani “alem ezelde yok iken de Allah istediğini seçti” diyorsan; şunu demek durumunda kalırsın, yani piyasadaki kitapların % 99’u böyle der. Dersin ki: “Allah ilmine göre seçer.” Bunu da iki şekilde izah edersin: İzah 1: Dersin ki: “Allah ilmine göre seçer, ilmindekilere göre seçer.” Ben de şöyle cevap veririm: “Zaten Allah’ın ilminde nelerin mecvut bulacağı yani var olacakları yok mu?” Sen bu soruya “var” diyeceksin. Ben de diyeceğim ki: “Zaten Allah’ın ilminde bunların varolacakları belli, daha burada irade ne oluyor ve bu ifadenle ilim ile iradenin farkı ne oluyor?” Sen bu sefer izah 2’ yi söylersin ve dersin ki: “Allah ilmine göre seçiyor ama şöyle bir durum var: Allah’ın ezeli ilminde mümkünler (olması da olmaması da eşit olan) var ve bunlar sonsuz, yani sonsuz olarak Allah’ın ilminde alternatifler olarak bunlar var. Yani bu dünyanın şöyle yaratılma hali de var, böyle yaratılma hali de var, bunlar sonsuz alternatif halindedir ve Allah iradesiyle işte bu mümkünlerden yani sonsuz ihtimallerden birini tercih eder.“ Ben de: “Lakin sen sonsuz alternatif diyorsun ama sonuçta bunların hangisinin meydana geleceği yine Allah’ın ezeli ilminde belli değil mi?” diye sorarsam, sen bu sefer şaşıracaksın ve ben sana o zaman şunu söylerim: “İşte bu ikinci cevabı verenler var ve onlar şunu da savunuyorlar: Allah hadiseleri yani olayları oldukları anda bilir, ondan önce bilmez.”
*** Dedi: “O halde Allah irade etmeden mi yaratıyor? İrade etmeden bu işler olur mu hiç?” Cevap: Ben Allah’ın ilmi ve zorunluluk başlığı altında Allah’ın ilminin maluma (sonradan olacak bilinenler) tabi olmadığını açıklamıştım. Allah’ın ilmi bizim ilmimiz gibi değildir. Bizim ilmimiz sonradandır; bir şey olur ve bizim onun ile ilgili ilmimiz olur. Bizim ilmimiz maluma (bilinene) tabidir. Mesela sen bir renk tuttuğunu söylersin; ancak sen ne zaman ki bana tuttuğun rengi söylersin, ben o zaman senin ne renk tuttuğunu bilirim. Yani sen söylersin ve ben artık bilirim. Bizim ilmimiz maluma tabidir. Yani önce bilinen varlık olacak ve biz onu bileceğiz. Fakat Allah’ın ezeli ilmi farkllıdır. O ezeli olduğu için maluma bilinenlere tabi değildir. Sonradan olacak bilinenler Allah’ın ilmine tabidir. Bu önemli bir farktır. Dolayısıyla Allah’ın ilmi etkin sebeptir, oysa bizim ilmimiz etkilenendir. Bu anlaşıldıktan sonra şunu söylüyorum: Allah’ın ilmi fiili bir bilgidir. Yani tesir eden bir bilgidir. Bilmesi alemin oluşmasına yeterlidir ve bugün öğrendiğim hayati bir meseleyi de burada söyleyeyim: "Allah’ın yaratması ise bilmesidir." Yani Allah’ın bilgisi etki eden fiili bir bilgidir. Dolayısıyla alemin oluşmasına yeterli sebeptir ve iradeye yer yoktur. Zaten bir iradeden söz etmek gerekirse bu iradenin hadis (sonradan olan) olması gerekir. Çünkü seçmek için düşünmek ve tereddüt etmek gerekir. Allah ise düşünmez ve tereddüt etmez. Biz düşünürüz ve biz tereddüt ederiz. Dolayısıyla irade sonradan olur. Bizim irademiz vardır; seçiyoruz, tereddüt ediyoruz. *** Kafamda çok büyük bir sorun var; o da zaman. Zamanı Allah mı yarattı? “Evet” derseniz, soruyorum: Allah zamanı ne zaman yarattı? Eğer “zaman Allah’ın alemi yaratmasıyla mevcut oldu, ondan önce yoktu” derseniz; bu söz beni pek tatmin etmiyor. Çünkü “Allah alem yokken de vardı” diyor kitaplar. “Sonra alemi (Allah’tan başka herşey) yarattı” diyorlar. Demek ki bu anlatıma göre alem yokken de Allah var; yani alemin öncesinde Allah yine var. Alem sonradan deniyor ama her sonradan olanın öncesi olmaz mı ve zaman kavramı ne olacak ? Kitaplar da, “Allah alemden zaman olarak değil ama zat olarak öncedir” diyorlar. Çünkü şöyle sorular var: “Allah alemi bir dakika önce yaratabilir miydi?” Ne denecek bu soruya? “Evet” dersen, alemden önce zamanın varlığını bir nevi kabul etmek gibi oluyor. “Hayır yaratamazdı” dersen, bu sefer de Allah’ı, alemi bu anda yaratmaya zorlayan kim var ya da Allah böyle yapmaya mecbur muydu?” gibi sorular sorulur. Gazali’nin “Tehafütü-l felasife (felsefenin tutarsızlıkları) adlı kitabında bu soruyu gördüm: "Alemin varlığı varlığından önce mümkün müydü?”
*** Bu aralar aklımda şöyle bir durum var: Allahın ilmi bahsi. Şöyle ki mesela güneş tutulma olayını ele alalım. Güneş tutulmadan önce Allah güneşin tutulacağını biliyorsa, yani böyle denirse, sonra güneş tutulur ve bir kaç dakika sonra güneş tutulması biter. Şimdi soruyorum bu durumda da “Allah yine güneşin tutulacağını biliyor” denebilir mi? Çünkü güneş tutulmuştur. “Güneş tutulması bittiğinde de Allah, yine güneş tutulacak diye bilir” denirse, bu bilgi yanlış olmuyor mu? Çünkü bu anda güneşin tutulması bitmiştir. Lafın kısası Allah’ın ilmi ezeli denirse ki öyledir, o halde değişen durumlarla ilgili ilmi nasıl oluyor? Halbuki Allah’ın ilmi değişmez. Benim şu anki görüşüm şudur: Bence zaman yoktur. Zamanın olmadığı zaman olur mu? Devam ediyorum; “zaman yok” dedim ama “Kuranda zamandan bahis vardır, o halde nedir bu iş?” denirse cevap: Bu ifadeler bizim yaptığımız saniye, dakika gibi şeyler var ya; işte bizim kafa yapımızın anlayacağı gibi bu ayetler. Yani zaman bence yok ama, biz saniye, dakika gibi öçüleri kendimiz yaptık.
*** Sonralıktan bahsediyorsan bunun sonradan olması için bir şeyden sonra olması icab eder. Bu da öncesinde bir şey olduğu anlamına gelir. O bakımdan sonradan olanın, öncesi vardır dedim. “Ezeli olan değişmez” ifadesinin de izahı şudur: Bir kere değişme varsa, değiştiren de olmalıdır. Bu kaçınılmazdır; sonradan olan her hadisenin bir etki edeni olmalıdır. Çünkü hiçbir şey kendi kendinin sebebi olamaz. Neden? Çünkü sebep demek zaten öncelik kavramını akla getirir. Sebep sonuç ilişkisi deriz ya; önce sebep, sonra sonuç diyoruz. Bir şeyin kendi kendinin sebebi olmasını savunmak ise, o şeyin kendi varlığından önce var olmasını savunmak manasına gelir ki zaten bu imkansızdır. Hiç bir şey kendi kendinin sebebi olamazsa demek ki onun sebebi kendisinden başka bir şeydir. Ancak bu sebep, şeyin yani bahsettiğimiz eşyanın varlığından zaman olarak önce olmalıdır. Değişme için de etkeni lazım. O da başka, fakat zaman olarak önce gelen bir şey olmalıdır. Fakat ezeli dediğimiz zaman, kasdedilen şey, öncesi olmayan ve başlangıcı olmayandır. Dolayısıyla onun öncesinde, yani ezelinin öncesinde bir varlık olmaz ki onu yani ezeli varlığı etkilesin ve dolayısıyla değiştirsin. O halde ezeli olan şey değişmez, bu kesin bir kanıttır. Bir de Allah’ın varlığının şöyle bir delili vardır: Bu (alem) dünyada değişimler oluyor, (Yağmur yağıyor, peşine güneş açıyor) her değişen sonradandır. Her sonradan olanın bir yapıcısı lazım gelir. O halde Allah vardır.
*** İnsanın özgür iradesini savunanların en çok kullandıkları laf "Allah bildiği için yazdı" ifadesidir. Bununla şunu kasdederler: Mesela ben şimdi klavyede yazı yazıyorum ya, diyorlar ki: Allah ezeli ilmiyle senin bu saatte, bu vakitte bu yazıyı yazacağını bildiği için, levhi mahfuza böyle yapmanı yazdı. Yoksa O, böyle yazdığı için, sen böyle yapıyor değilsin. Sonra şunu diyorlar: "İlim maluma (bilinen) tabidir" yani Allah’ın ezeli ilmi sonradan olacak olan bilinen fiillere, hareketlere tabidir derler. “Allah’ın ilmi, bilmesi sonradan olacaklara tesirli değildir” düşüncesini savunurlar. işte bu düşünceyi anlatmak isterler. Yani “Allah’ın evvelden hadiseleri bilmesi bizi cebr altında bırakmaz, biz yine hürüz. Allah’ın ezeli ilmi, sonradan olacak olaylara tabidir” derler. Şimdi çok dikkat ediniz: Tabi olan, tabi olunandan zaman bakımından önce mi gelir, beraber midirler, yoksa zaman bakımından sonra mı gelir? İyi düşünün. Cevap şu: Tabi olan, tabi olunandan zaman bakımından sonra gelir. Şimdi duruma bakalım; bunlar ne demişti? "Allah’ın ezeli ilmi, sonradan olacak şeylere tabidir." Soruyorum: “Ezeli olan şey, hiç sonradan olan şeye tabi olur mu?” Olmaz. Bu ne o zaman? Ne olacak; kandırma, üç kağıt yüzyıllardır süren pek çok üçkağıttan biri. Ezeli olan şey başka şeyden sonra olamaz. Başka şeyden sonra olsa zaten ona ezeli (öncesiz, başlangıcı olmayan) denilmezdi. Demek ki onların "ilim maluma tabidir" lafları yalan, dolandır. Dolayısıyla insanın özgür iradesini savunan biri “Allah’ın ilmi ezelidir” dediğinde ne dediğini bilmiyor demektir. Binaenaleyh şunu şiddetle bildiriyorum ki: “insanın özgür iradesi vardır” diyen, “Allah hadiseleri olmadan önce bilmiyordu, hadiseler olurken bildi” demek durumunda kalır ve bunu dediğinde de Kuran’daki "kıyamet vaktinin sadece Allah’ın bildiğini ifade eden" ayeti de inkar etmiş olur. Mesela benim son zamanlarda okuduğum, Metin Özdemir adında üniversite hocasının, İz yayıncılıktan çıkan, Allah’ın ilmi ile ilgili kitabı var. Orada ezeli ilim kabul edilirse ve Allah hadiseleri önceden bilir denirse, kulun özgürlüğünün kalmadığını yazar anlıyor ve kendince çözüm arıyor; halden hale geçiyor.
*** Soru: Allah’ın ezeli ilmi mi bizim hareketlerimize tabi, yoksa bizim değişen hareketlerimiz mi Allah’ın ezeli ilmine tabidir? Tabi olmak şu demektir: Mesela çocuk dedesine dedi ki: Sen cimbomlu ol dede. Dede dedi ki: Ben takım tutmam, milli takımı tutarım. Çocuk diyor ki: Olsun sen yine de cimbomu tut. Dede de diyor ki: Tamam cimbomu tutacağım. İşte bu misalde dede çocuğa tabi olmuş oluyor. Aslında tabi olmak etkilenmektir. Tabi olmak sonradan olan şeydir. Ama ezeli olan sonradan değildir, dolayısıyla ezeli için “tabidir” denemez.
*** Allah, ilmidir ve ilmi aynı zaman da Allahtır. Allah’ın ilmi yeterlidir. Çünkü Allah’ın ilmi fiili bir ilimdir; yani etkin bir ilimdir. Allah bir hadisenin olmasını olmadan önce bilir ve Allah’ın ilmi cahilliğe dönemez. O halde bildiği hadise meydana gelecektir. Ayrıca kudrete ihtiyaç yoktur. Zaten kudret kabul edildiğinde oluşan problemleri anlatmıştım. Yaratması ise yine bilmesidir. Yani ilmi etkin sebeptir ve bildiği gibi hadiseler olur. Nedir bu “yaratmak?” Eğer bu yaratmak sonradan ise, onu ne yarattı? Yok eğer dersen ki "yaratmak" ezelidir. Halbuki bugün oluşan yani bu zamanlarda oluşan şeyler var: Ağaçlar gibi. Bunları Allah yarattığına göre ve siz Allah’ın yaratmasına ezeli derseniz o halde yaratılanlarında ezeli olması gerek. Halbuki bu imkansızdir. Çünkü ben yaratıldım ama ben ezeli değilim. Yani "yaratmak" ifadesini de, bir çoğu kullanıyor ama neyi kasdettiğini bilmiyor. "Yaratması da bilmesidir" dersen; ki farabi de bu görüşte imiş, problem çözülüyor. Allah’ın ilmi ezelidir ve ezeli ilim sonradan olan ilime benzemez. Bizim ilmimiz etkilenendir oysa ezeli ilim etkileyendir ve nedensizdir. Zira ezeli olanın nedeni yoktur.
*** Allah kendini yok edemez. Çünkü Allah ezelidir ve ezeli olan şey etki kabul etmez. Yok edilmekte, etkiyi kabul etmek olduğundan Allah kendini yok edemez.
*** Bu sözlerin beni düşündürdü. Zaten ben de son iki yıldır şöyle bir karakter gelişti: Anlattıklarımın insanlar üzerindeki etkilerini anlamayı unuttum; eskiden onları anlıyordum fakat zamanla aldığım tepkiler makine gibi birbirine benzeyince ben de duygulanma hadisesi azaldı. İnsanların iç dünyalarında, anlattıklarımdan ne derecede etkilendiklerini hakikaten unuttum. Fakat ne yapayım? Söylüyorum, son anlattıklarım zaten yıllardan beri benim de zayıflık hissettiğim alanlar ve ben bunları yeni anladım ve çok heyecanlandım. Neden? çünkü yüzyılllardır bunlar bilinmiyor ( ilim maluma tabidir meselelerinin iç yüzü). Bana kader hususunda anlattığım “kulların özgür iradesi olmadığı” noktasında, “sana nasıl güveneyim?” diyorsun. Yemin olsun ki bu iş çok açık benim nezdimde. Bana güvenmen için ne yapayım? yüzlerce itiraf, çelişki gördüm kitaplarda ve en ufak bir zayıflık yoktur bu görüşte. Ama insanlar sen de bilirsin ki, kolay anladığını sandığı şeylere güvenir ve inanır çoğunlukla. Onlara basitçe anlatıldığında; yani “eğer imtihan varsa özgür irade olmalı, özgürlük yoksa o halde Allah zalim olur” gibi ve benzeri yüzlerce söz söylendiğinde inanıyorlar. Mesela takvim örneği; bak ne diyorum, ben onları kelime kelime ezberledim, bunlar kolay. Ben başka konularla daha çok ilgileniyorum bu aralar. Gazali’yi övüyorlar, kitabımda Gazali’den yaptığım alıntı da zaten kendi anlatıyor insanın özgür iradesi olmadığını. Bu millet fazla bilmez bu işleri; bana bu kader husunda güven; fakat sözlerinin beni çok etkilediğini söylemeliyim. yeminle söylüyorum ki ben bazen başka forumlarda ben şöyleyim ben böyleyim böyle bilgiliyim falan ve benzeri ifadeler kullandım. Bana inanmayanların, inandıkları görüşü savunmak istemelerini anlıyorum. Ama onlar benim yıllardır bu işleri kelime kelime tetkik ettiğimi bilmiyorlar.
*** Dedi: "Allah’ın bizim neyi seçeceğimizi bilmesi ,bizim irade sahibi oluşumuzu ve irademizin neticesine göre özgürce hareket etmemize mani olmuyor. Allah biliyor, ama Allah’ın bilmesi, hareketlerimizi hiç bir şekilde engellemiyor. Neye nasıl karar vereceğimizi ve nasıl hareket edeceğimizi biz kendimiz belirliyoruz, Allah sadece biliyor. Bu bakımdan bütün davranışlarımızdan biz kendimiz sorumluyuz. Sen bu yazdığın yazıyı, verdiğin karar sonucunda yazıyorsun öyle değil mi? Yani yazmaya da bilirdin isteseydin. Allah sana her iki seçeneği de sundu az önce ve aynı zamanda hangi seçeneği tercih edeceğini de biliyordu. O’nun bilmesi senin bu yazıyı yazma isteğini değiştirdi mi? Neticede karar verip yazdın." Cevap: Senin bu dediklerini inan ki yıllarca okudum ve en sonun da onun büyük bir aldatmaca olduğunu anladım; yani bir ay oluyor bunu anlayalı. Evet ben seçiyorum ama benim bu seçmem sonradan oluyor, yani yüz yıl evvel değil, şimdi seçtim tamam mı? Benim “buraya yazı yazmayı düşünmek” düşüncesi meydanda yokken de Allah’ın ilminde benim yazı yazmayı isteyeceğim vardır. Dolayısıyla yokluk, varlığa tesir edemez. Tesir eden varlıktır ve bu çok önemlidir. Firavun örneğini ele alalım (bu aralar elimde Metin Özdemir diye birinin Allah’ın ezeli ilmi ile ilgili kitap var, orada konu detaylarıyla anlatılıyor; iz yayıncılık ) firavun yaratılmadan evvel onun yapacakları, Allah’ın ezeli ilminde vardı ve bu ilmine göre olur olanlar. O halde sen her ne kadar: "Allah onun hür iradesiyle ne yapacağın ezeli ilmiyle bilir" desen de, bu bir laf oyunudur. Zira bu lafta ilmin maluma yani bilinene (sonradan olacak) tabi olduğu anlatılıyor. Evvelden söylediğim gibi önce varlığı olan şey, sonra varlığa gelecek şeye tabi olmaz. Tabi oluş zaten sonradan gelmeye bağlıdır. Senin dediğinin olması için firavunun varlıktaki halinin, Allah’ın ilminin öncesinde olması icap etmektedir. Halbuki ezeli demek, zaten öncesinin olmaması demektir. Dolayısıyla firavun sadece, kendisinin yokluğunda da var olan Allah’ın ezeli ilmindeki neyse onu yapacaktır. Firavunun maddi hali, tabi durumundadır. Yeminle söylüyorum bu gerçektir. Ben de çok aldandım bu konuda. İbn Rüşd Allah’ın ilminin maluma tabi olmadığını belirtiyor; bir çok kimse bu ayrımı farkedemedi.
*** Soru: İnsan iradesinin kararları ezelden beri ( Allah’ın ilminde) var olan bir şey midir?
*** Sizin ekseriyetle "La ilahe illallah" ifadesine inanmadığınızı iddia ediyorum. İşte ispatı: La ilahe illah: Allah’tan başka ilah yoktur demektir. Bu da şu demektir, Allah’tan başka yaratan yok. Halbuki sizin kader hususundaki mezhebiniz olan Maturidilik “hem imanı, hem de cüzi iradeyi Allah yaratmaz” diyor. Siz de bu görüşün taraftarlarısınız. Ama “La ilahe illallah” ifadesiyle, aslında inanmadığınız halde bunu söylüyorsunuz. Çünkü “herşeyi Allah yaratıyor” dersen; bu lafın gerisine de inanmak gerekir ki o da şudur: İnsanın hareketlerini de ve düşüncelerini de Allah yaratır. O zaman kulun özgür iradesi kalmaz. Çünkü bu düşünce kabul edildiğinde “Allah ben de hangi düşünceleri yaratırsa, ben ancak o düşünceleri düşünebilirim” manası çıkar. Mesela, Allah’ın ben de "yatmak" düşüncesini yarattığını varsayalım, bu anda ben “kalkmak” düşüncesini düşünebilir miyim? düşünemem değil mi? zira ben Allah’ın yarattığı bir düşüncenin vuku bulmasını engelleyemem değil mi? O zaman Allah ben de yatmak düşüncesini yarattığında ben tıpış tıpış bu düşünceyi düşünürüm, hani o zaman özgür iradem? Bunu kabul etmeyen, zaten düşüncemizi Allah’ın yarattığını da inkar etmiş olur; sonra da inanmadığı halde “herşeyi Allah yaratır” der. Tekrar söylüyorum, ben kader hususunda sizin de hak mezhep dediğiniz Eş’ari mezhebi gibi cebri, yani kulların özgür iradesi olmadığını savunuyorum.
*** Kitap: Allah’ın bilgisinin ezeliliği ve insan hürriyeti Yazar: Metin Özdemir (İz yayıncılık) Not:”Bu kitapta Allah’ın ezeli ilmi kabul edildiğinde, kulların özgür iradesi fikrinin savunulamayacağı anlatılıyor. Üstelik yazarı da özgür iradeyi savunuyor ve zor durumlara düşüyor. “Allah hadiseleri olmadan önce bilmez” görüşünü savunmak durumunda kalıyor. Ancak bunu açık açık değil de, dolaylı yollardan yapıyor ve başka türlü olursa, yani Allah kulların fiillerini önceden bilirse kesinlikle kulların özgür iradesinin olmayacağını itiraf ediyor. Bu kitapta daha bir çok laf oyununun gerçek yüzü ortaya konuyor. “İlim maluma tabidir” lafının derinlemesine incelendiği ve kulların hür iradesini savunanların tutunacak dallarının olmadığını gösteren itiraf niteliğinde bir kitaptır.”
"Ockhamlı William der ki: İlahi iradenin yaratıklarının iradesinden önce gerçekleşmiş olması, eğer onların (kulların) iradesini zorunlu kılmıyorsa, bu onların ilahi iradenin kararının aksine bir karar verme kudretine sahip oldukları anlamına gelir ki bu durumda ilahi iradenin kararı yetersiz ve eksik kalmış olur." Metin Özdemir’in yorumu: “Bu itiraz karşısında her zaman ilahi iradenin insanların hür seçimlerini önceden bilen ilahi ilme bağlı olduğu savunması yapılabilir. Fakat bu tür bir savunma, iradeyi belirleyen ilmin ezeli olduğu kabul edildiği sürece geçersiz kalacaktır. Zira nesnesinden önce bulunan ezeli bilginin, sonradan olan (hadis) nesnesine tabi olması hiçbir açıdan mümkün olmadığı için onun nesnesi ( yani hadis olup bilinenler) zorunlu olur bu açıktır.”
*** Dedi ki: “Dünyaya neden geldik?” Cevap: Yanımda palto var, ben üşüdüm ve patoyu giydim. Baktığımızda önce üşüdüm, sonra paltoyu giydim. Demek ki paltoyu giymemin nedeni üşümekti. O halde şu anlaşılmış olur ki, sebep neticeden zaman olarak önce geliyor. Bunu kabul ediyorsanız devam ediyorum. Düşünelim, Allah’ın ilmi ezeli mi? ezeli demek öncesiz demektir ve başlangıcı olmayan demektir. Şmdi soruyorum: Öncesiz olanın öncesi olur mu? olmaz değil mi? Evet, devam ediyorum; ama demin verdiğim örnekte anladık ki, bir şeyin sebebinin olması için zaman olarak önceliğinin olması gerekir. Ancak öncesizin öncesi olmadığına göre demek ki sebebi de yok. Siz Allah’ın ilmine ezeli dediniz ya; o zaman ne oldu? Allah’ın ilmi de ezeli olunca, demek ki onun da yani Allah’ın ilminin de nedeni yoktur. Bu sonuç çıktı. O halde düşünelim; Allah ilmine göre yaratacağına göre ve Allah’ın ilminin de sebebi olmadığına göre demek ki Allah’ın yaratmasının, yani yaptıklarının da bir nedeni olmaz.. Yani Allah’ın yaptıklarının nedeni yoktur. Evvelden Allah’ın iradesini inkar etmediğim zamanlarda aşağıdaki delilli yapmıştım ve Allah’ın yaptıklarının nedeni olmadığını anlatmıştım. Ancak artık Allah’ın iradesini inkar ettim. Aşağıdaki örnekte ezeli olanın nedeni olamayacağı anlatılıyor. “Bence kaderin sırrı şudur: Allah’ın dilemesinin nedeni yoktur. Yani cenneti, cehennemi, dünyayı, insanı yaratmasının aslında hiçbir nedeni yoktur. İşte ispatı: “Ezeli (öncesiz, başlangıcı olmayan) olan bir şeyin sebebi yoktur.” Şu demektir: Mesela biri üşür, palto giyer. Kişi palto giymeden önce üşümüştür. O halde görünüşte baktığımız zaman, palto giymenin sebebi üşümektir. Lakin üşüme olayı, paltonun giyilmesinden zaman olarak öncedir. Dolayısıyla bir şeyin sebebi, her zaman sebepliden, neticesinden önce gelir. Bu kabul edildiğinde devam edelim. “Öncesiz (ezeli) olan bir şeyin sebebi yoktur” dedik. Soruyorum: “Öncesiz olan bir şeyin, öncesi olur mu?”, “Olmaz” denecektir. Zira eğer onun da öncesi olsaydı, ona öncesiz denmezdi. Görüldügü gibi öncesiz olanın öncesi olmuyor. Lakin yukarıda ispat ettiğimiz üzere, bir şeyin sebebinin olmasi için muhakkak zaman olarak önceliğinin olması ve önceden olması gerekiyordu. Dolayısıyla öncesizliğin öncesi yoksa, o halde sebebi de olmaz. Sebebinin olmasi için daha öncesinin olması gerekir. Hal böyle olunca ”Ezeli olan bir şeyin sebebi yoktur” önermesinin doğrulugu sabit olur. Soruyorum: “Allah bu dünyayı yarattı ama, isteyerek mi yarattı, istemeyerek mi yarattı?”, “İsteyerek yarattı” denecek. Yani yaratmasi hadis ise de, ezeli iradesiyle oluyor. Soru: “Allah ezeli olarak mı irade sahibiydi, yoksa sonradan mı irade sahibi oldu?”, “Ezeli olarak irade sahibiydi” derler. Lakin sizin de gördüğünüz gibi ”Ezeli olan bir şeyin sebebi yoktur” önermesine göre, Allah’ın iradesi de ezeli olduğu için, onun da sebebi yoktur. Allah’ın yaptıkları ise, O’nun iradesiyle olunca; “O’nun yaptıklarının nedeni yoktur” demek durumundayız. İşte, kaderin sırrı budur diyorum. Yani nedensizlik, illetsizlik. Bununla beraber Kur’an’da ve hadislerde Allah’ın sanki amacı olduğu ya da yaptıklarının bir sebebi varmış gibi olduğunu ilk bakışta akla getiren ifadeler görüyoruz. İşte bu ifadeleri te’vil etmek, yani akla gelen ilk anlamı bırakıp, başka bir mana vermek lazımdır. Bu dünya imtihan dünyası da değildir. Mesela Hz. Adem’i yaratmadan önce de, onun yasak ağaçtan yiyeceğini biliyordu. Zaten rızık da Allah’tan. Ona zoraki yedirdi. Böyle imtihan olur mu? Olmaz elbette. Böyle ayet ve hadisleri uygun bir şekilde yorumlamak lazım geliyor.
*** Siz şunu kabul ediyor musunuz? Bizim hareketlerimizi yaparken kullandığımız gücü (istitaa), sonra hareketlerimizi ve düşüncelerimizi yani cüzi irademizi Allah’ın yarattığına inandığınızı söylemiyor musunuz? bunları iyi düşünün bak (güç, hareket ve düşünce) bu üçünü Allah mı yaratıyor? ben diyorum ki: “bu üçünü de Allah yaratır.” Bak eğer bu üçünü Allah yaratıyorsa daha benim hür iradem nerede kalır ki? İyice düşünün. Daha bana şunu demeyin: “Sen hangi düşünceyi düşünmek istersen, Allah da o düşünceyi yaratır.” Çünkü şunu soruyorum: “Ben oturuyorum ya; evet, şimdi kalkmayı istedim ve kalktım. İşte bu örnekteki (ayağa kalkma) isteğini Allah mı yarattı? “evet” dersen, Allah ben de bu düşünceyi yani kalkmak düşüncesini yarattığı (anda) ben bu düşünceyi düşünmemeye ya da başka bir düşünceyi düşünmeye kadir olabilir miyim? olamam değil mi? Ya bak iyi düşünün. Çünkü Allah’ın yarattığına hiç kimse engel olamaz; yani Allah’ın yarattığı her neyse meydana gelir. Bu düşünce olsun ya da hareket olsun farketmez. Daha nerede hür iradem?
*** Ben Allah’ın görmesi ve duymasını inkar etmiştim ya; kitapların ekserisinde diyor ki: “Allah’ın görmesi ve duyması vardır ve bu sıfatları ezelidir.” Bu kitaplar aleme ( Allah’tan başka herşey dünya, uzay gibi) hadis diyor yani sonradan olan. O halde alemin olmadığı bir durum var demektir. Bu durumda Allah alemi görmüyor muydu? Yani dünyayı görmüyor muydu? eğer “görüyordu” dersen, sorarım: Daha meydanda olmayan şey nasıl görülür? devam ediyorum, derseniz ki: “Dünya yokken Allah görmüyordu ama onu yaratınca gördü” bak ne oldu o halde; bu Allah da değişmeyi savunmak olur. Çünkü dünyayı önce görmüyor, sonra görüyor olur ki değişmedir ve Allah’ın zatına bir eklenmedir. Ezeli olan şey de değişme, eklenme, bozulma olmaz. Çünkü o ezeli ve başlangıcı yok dolayısıyla O’nu etkileyecek bir şey yok. Yani etkilemek için etkileyen, etkilenenden önce gelmelidir. Ezeli ise öncesiz demektir ve öncesizin öncesi olmaz ki onu etkileyen, değiştiren bulunsun. (Zira her değişim bir değiştiren ve etkilenme de bir etkileyen gerektirir) O halde “ezeli varlıkta değişme olmaz” denmelidir. Bunlar ne demek durumunda kalıyorlar: "Önce görmez dünyayı, sonra yaratığında görür." Bu ise açıkça bir değişmedir; bu ne şimdi, çelişki değil mi? Aynı delil duyma içinde söz konusudur.
*** Bakın ben Allah’ın konuşma işini de inkar ediyorum. Yani Allah konuşmaz. Bana sorarsanız: “Kuran da Allah’ın kelamından bahsediyor ve dahası ayette "Allah, Musa ile konuştu" deniyor, sen ne diyorsun?” Cevap: Olan şudur: Musa’nın duyacağı sesi Allah yarattı. Yani Allah’ın sesi yoktur. Musa’nın duyacağı ses yaratıldı ve bu ses mahluktur (yaratılmıştır) sonradandır, ezeli değildir tamam mı? Mecazen ayette Allah’ın konuştuğundan bahsediyor. Ben “Kuran ezeli değildir” diyorum. Eş’ari ve Maturidiler ise “Kuran mahluk değil, ezelidir” diyorlar. Bunlar ayakta rüya görüyor neden mi? Bak şimdi "elhamdülillahi rabbil alemin" bu ayettir. Harflerden meydana geliyor ve bu ise sonradan olmaktır. Harfler birbirini takip ediyor. Hiç böyle ezeli olur mu? Dersen ki: “Onlar kelamı nefsi olan manaya ezeli diyorlar.” Cevap: Bunlar uydurma laflardır; zaten Allah’ın ilminde Kuran vardır. Daha kelamı nefsi ne oluyor?
*** “Allah’ın ezeli iradesi var” diyorsunuz; şimdi iyice düşünelim, bir seçimden bahsetmek için ortada seçilecek olanların bulunması icab eder bu açıktır. Fakat siz diyorsunuz ki: Bu yaratılanlar sonradan meydana geldi. Yani Allah’ın irade ettikleri. Şimdi bakalım: Demek ki bu lafla diyorsunuz ki, “seçilenler mevcut değilken Allah onları seçti.” Ne dediğinizi görüyor musunuz? Derseniz ki: “Allah’ın ilminde olan mümkünlerden yani olması da olmaması da eşit olanlardan Allah irade etti yani seçti.” Neyin meydana geleceği Allah’ın ilminde zaten mevcuttur. Bir de şu var: Bir seçimden, iradeden bahsetmek gerekiyorsa muhakkak bu seçme hadistir yani sonradandır. Zira önce seçilecekler mevcut olmalı ki seçim gerçekleşsin.
*** Ben Allah’ın ilmine ezeli dedim yaratmasına değil. Allah’ın yaratması hadistir yani sonradandır ve evet bizim duygularımız var olduğu müddetçe yaratılma halindedir. Tekrarlıyorum düşüncelerimizi, seçimlerimizi, hareketlerimizi Allah yaratır. Mesela bir renk seç, seçtin mi? ben diyorum ki: şu an kafandaki renk bir düşüncedir. İşte bu düşünceyi sen de Allah yarattı; olay bu ve bu düşünce varolduğu müddetçe yaratılması devam eder.
*** Yeni aldığım kararlardan biri de şu ki; mümkün meselesini de inkar ediyorum. Mümkün, olması da olmaması da eşit olan demektir. Allah’ın ilminde varolacağı bilinenlerin, meydana gelmesi vaciptir diyorum yani zorunludur. Ama Allah’ın ilminde varlığa gelmeleri şeklinde bir durum olmayanların, meydana gelmesi muhaldir (imkansızdır) diyorum. O bakımdan olanlar böyle olmak zorundaydı ve "Allah ilminin zıttına bir şey yapmaya kadir değildir" ( yani ilminde hadiselerin nasıl olacak olmaları var ise, hadiseler öylece cereyan eder. Eğer böyle olmazsa O'nun ilmi cahilliğe dönmüş olur ki bu kabul edilemez) diyorum. Allah’ın ilmindekiler nasılsa, meydana gelecek olan olaylar da Allah’ın ilmine göre cereyan eder. O bakımdan bir şey ya vaciptir yani zorunludur ya da muhaldir yani imkansızdır. Allah’ın ilmi ezeli olup nedeni yoktur ve Allah ilmine göre yaratır. *** Dedi: "Madem insanın özgür iradesi yok. Ööyleyse ne diye sesleniyor Allah Kur'an-ı Kerimde. "Bakmaz mısınız...Görmez misiniz.. Düşünmez misiniz." NEYİ DÜŞÜNECEĞİZ O ZAMAN. DÜŞÜNCELERİMİZİ ve HAREKETLERİMİZİ ALLAH YARATMIYOR MU? ALLAH KENDİSİNE Mİ SESLENİYOR?" Cevap: Allah’ın sesi yok ki seslensin. Bu zaten başka bir konu. Bu ayetler ve bu hitaplar yaratılmıştır yani vahiyle geldi ya vahiy zaten mahluk, işte böyle. Bu hitaplar evet bizedir, fakat bunlar uyarı niteliğinde olup düşünmeyenleri kınama manasını içerir. Fakat böyle ifadeler Kuran’da var diye bizim hür olduğumuz anlamı çıkmaz. Zira bu konuyu kitapta önemine binaen isnad prebsibi adı altında çokça açıklamıştım. Orada derin izahları mevcuttur. Kısaca şöyle; mesela Maide 38. ayette hırsızlık yapanların elinin kesilmesi emrediliyor. Ancak bu hırsızlık yapanların fiillerini de Allah yaratıyor. Kişi bu fiili yapmaya mecbur oluyor. Bununla beraber böyle ifadeler Kuranda var. Yani hem hırsızlığı yaptırıyor, hırsızlık fiilini o kişide yaratıyor, hem de ayette "hırsızlık yapanlar"dan bahsediliyor. Burada fiili kişiye Allah isnad, nispet ediyor. “O yaptı” manasında. Bu fiili “Allah yarattı” denebileceği gibi, “kişi de yaptı” denebilir. İki yönlü bir ilişkidir. Bu mesele çok derin olup zaten bir çok kişi bu meseleyi bilmediğinden kaderi inkar eder.
*** Ben Allah’ın görülmesini inkar ediyorum. Fakat piyasadaki kitapların % 99’u ahirette Allah’ı görmeye inandıklarını söylüyorlar. Bu kafadaki insanlara soruyorum: Allah dokunulabilecek bir varlık mıdır? “hayır” derseniz, yine soruyorum: dokunamadığın ve dokunamayacağın bir şeyi nasıl görürsün?"
*** Allah’ın ilmi ezeli olunca nedeni yok demektir. Daha evvel ezeli olanın nedeninin olmadığının izahını yapmıştım. Allah da ilmine göre yaratır. O halde sonuç şudur: Allah’ın yaptıklarının nedeni yoktur. Zaten Eş’ariler ( ki bu mezheb de cebircidir) Allah’ın yaptıklarının nedeni olmadığını savunurlar. Yine Eş’ariler Allah’ın amacının olmadığını da söylerler. Bir de şu ayet: "Allah bir şeyin olmasını irade ederse "ol" der oluverir" hakkında diyeceklerim çok ince: Düşünelim, bu hitap yani "ol" hitabı eğer varlıktakine yapılıyorsa o zaten varlıktadır. Yani varlıktakine tekrar "ol" denmez. Eğer bu "ol" hitabı var olmayana, yani yokluğa yapılıyorsa yokluğa "ol" demenin manası yoktur. Zira ne var da, o, hitabı anlamlandıracak? Dolayısıyla aslında böyle bir hitap yoktur. O halde bu ayeti şöyle yorumluyorum: ( zira ben Allah’ın iradesini de inkar ettiğim için şöyle yorumluyorum) Bir şeyin olması Allah’ın ilminde varsa onu yaratır, o da oluverir." Yani ben buradaki irade etmeyi ilminde olması, "ol, der” ifadesini de yaratır manasına alıyorum. Not: Artık yaratmasını da ilmindekilerin varlık sahasına çıkması olarak alıyorum; yani bilmesi, ilmindekilerin varolmasına yeterlidir.
*** Bugün anlatacaklarım hakikaten çok ince mevzudur. yüzyıllardır bu da pek bilinmemektedir. Ancak bu da benden kaçmadı. Konu Allahın yaratması olayı; bak düşünün Allah yaratıyor deniyor. Düşünün, Allah nasıl yaratıyor? Yani mesela ağaçtan bahsedersek, ağaç nasıl yaratılıyor? Bakın bu milletin ekserisi bu olayı şöyle düşünür; mesela ağacın yaratılması olayı: Bu ağacın yaratılması olayında, Allahı ayrıca bir etki yapıyor diye düşünürler, yani ne yaratılırsa Allah ayrıca ona bir etkide bulunur diye inanırlar. Fakat burada anlatmak istediğim şu yani: Burada, “Allah evvelden yapmadığı bir şeyi yapar” diye inanırlar. Yani kısacası “Tekvin” diye bir ifadeden bahsediyorlar tamam mı? Bu yaratmak manasına gelir. Bakın şimdi; Maturidilere göre yani özgür iradeyi savunanlara göre tekvin, ezelidir; yani Allahın yaratma sıfatı ezelidir derler. Bu saçmadır; işte cevabı: Yaratma ezeli olsaydı; mesela ben oldum ya, halbuki benim varlığa gelişim dünyanın varlığa gelişinden sonradır. Halbuki bu işleme, yani varolma hadisesine Allahın ezeli yaratmasıyla oldu derseniz, önce bir şey yaratıldı, sonra başka bir şey yaratıldı olur ve bu ezeli kabul edilen şey de değişiklik olduğunu akla getirir. Halbuki ezeli olan şey de değişme olmaz. Diğer şıkka bakalım: Eşariler ne dedi? şunu dedi: Allahın ezeli bir kudreti vardır dediler ve tekvine yani yaratmaya şunu dediler: Kudret sıfatının hadis olan yani sonradan olan ikinci taalluku. (ilgisi, bağlantısı) Yani bu sonradan olan tekvin ile Allah yaratıyor dediler tamam mı? Halbuki burada da acayip bir yanlış var. O da şudur: Bu tekvin denilen şey, eğer sonradan ise yine problem var, bu sonradan dediğiniz tekvin nereden geldi?( ya da onu ne yarattı diye de sorulabilir, yani o yaratma vasfını (tekvini) ne yarattı şeklinde) Çünkü her sonradan olanın sebebi olmalıdır. O halde bu tekvinin yani yaratma ile ilgili Allaha atfettikleri bu ifadenin, bu özelliğin sebebi nedir? Yani onu ne meydana getirdi? Derlerse ki: Onu da başka bir tekvin meydana getirdi. Derim ki: Peki onu ne meydana getirdi? bu böyle gidemez. O halde sonradan olan yaratma vasfından da bahsedilemez. Demek ki ezeli olarak yaratma sıfatından bahsedilemediği gibi sonradan olan yaratma sıfatından da bahsedemiyoruz. o halde ne olacak? Şu olacak: Kuranda geçen bu yaratma ile ilgili ayetlerde mecazidir demek lazım. Bu yaratma ifadelerini Allahın bilmesi, ilmindekilerin ilmine göre varlık sahasına çıkması olarak kabul edeceğiz. Örnek: Şimdi ben bu yazıları yazıyorum ya; manası şu: “Allah’ın ezeli ilminde benim yazı yazacağım bilindiğinden, işte Allah’ın ilmine göre meydana gelen, bu benim yazı yazma fiilime mecazen “yaratıldı” denmiştir” diyorum. İşte mecazen yaratma ifadesi de Allah için kullanıldı diyorum. Allah’ın ilmindekilerin varlık sahasına, ilmine göre çıkması mecazen yaratma olarak nitelenmiştir diyorum. Ne dersiniz? Fakat bu yazılarımdan Allahın amacı olduğunu savunduğum zannedilmesin.
*** Yanılmalarımızın nedeni Allah mıdır? “Evet” derseniz, Allah’ın aldatıcılığını kabul ettiniz demektir. Çünkü bir çok yanlış fikirde insan var ki kendi fikirlerini hak ve doğru olarak kabul eder; onları bu düşünceye sevkeden ise Allah’tır. Öyleyse onları aldatmıştır. *** Allah yanlışlarımızın varedicisi midir? *** Kitap: Felsefenin İlkeleri &nbs p; Yazar: Descartes _(Sayfayı almamışım) : Tanrı’ya bunlar da yükletilemez. Tanrı bize, her şeyi bilen bir anlayış vermemiş olsa da, bunun yanısıra, O’nun yanlışlarımızın yaratıcısı olduğuna inanmamalıyız. Çünkü insan anlayışı sınırlıdır ve her şeyi bilmemek sınırlı düşüncenin özünde vardır _ Yorum: Descartes’in “Allah aldatıcı değildir” düşüncesinin vardığı yer budur. Yani düşüncelerimizi Allah’ın yarattığını inkar etmek durumunda kalıyor; “Allah aldatıcı değildir” diyen, düşüncelerimizi de Allahın yarattığını inkar etmek durumunda kalır.
*** Soru: Seçimlerimiz nedenli mi yoksa nedensiz mi? “Nedeni yok” derseniz; soruyorum: O halde ahirette ceza ve mükafat görecek olmanız da bu nedensizlikle ilgili demektir. Bu ise “A şahsı nedensiz olarak öyle yaptığı için cezalandırılıyor, B şahsı da nedensiz olarak öyle yaptığı için mükafatlandırılıyor” manasına gelir. Bunu mu savunuyorsunuz? Eğer “nedenlidir” derseniz, demek ki sizden önce de mevcut olan, başka bir nedeni var demektir; madem öyle sizin özgür iradeniz nerede? *** Soru: Elektrik cisim midir? Bu soruya onu göremediğiniz halde “evet” derseniz; bu fikrinizle baş gözünüzle göreceğinizi iddia ettiğiniz Allah’ı cisim kabul etmiş olmuyor musunuz? *** “Bilmeye cüret et. Kendi aklını kullanmaya cesaret et” sözü aydınlanmanın şiarıdır.” (Kant) *** Bir ingilizce söz vardır: “He is looking for a black cat in a dark room, which is not there.” (Karanlık bir odada, orada olmayan kara kediyi aramak) *** Kitap: Makasıdu’l Felasife (Filozofların Maksatları) & nbsp; Yazar: Gazali _ Sayfa 149: Amacı olan her şey eksiktir. Çünkü bu amacın gerçekleşmesi, gerçekleşmemesinden hayırlıdır. Öyleyse, nesnede henüz elde edilmemiş hayırlar vardır ve bu eylemin gerçekleşmesi, kayıp hayırların meydana gelmesini sağlar. Bu amacın gerçekleşmesi ile nesne tamamlanır. Bu amaç gerçekleşmeden nesne, tamamlanmış olmaz. “Eylemde bulunan kişi, kendisine değil, başkasına faydası dokunan bir eylemde bulunmaktadır” diyen, yanılmaktadır. Böyle diyen kişiye; başkası için bu faydanın temin edilmesi, yapan açısından, eylemin yapılmasından daha mı iyidir? diye sorulabilir. Söz konusu eylemin yerine getirilmesi, yapan açısından daha uygun ve öncelikli ise, başkasını faydalandırmakla kendisi de faydalanmış olur. Öyleyse fail başkası için hayırlı olan bu eylemi gerçekleştirmeden, bu hayırdan mahrumdur ve eksiktir. Bu eylemi gerçekleştirmek, yapan için bir fayda sağlamasaydı; niçin bu eylemi gerçekleştirdi? sorusuna dönüş yapmak gerekir ve bu sorudan kaçış yoktur. Öyleyse her failin bir amacı vardır. Amaç, faili tamamlar, amacın gerçekleşmesiyle failde var olan kusurlar ortadan kalkar ve fail olgunlaşır. (58) Başkalarının varlığı kendisinden taştığı için, zatı gereği nedenlileri gerektiren bir zatın varlığı mümkün olsaydı, zorunlu olarak amaçsız olurdu. Bu tür bir etkin olma biçimi bir amaç ve seçimle meydana gelen etkinlikten üstün ve daha uygundur. Etkin olmayıp sonradan etkin olan her şey yeni bir şart, yapı, irade, amaç, kudret, durum veya bunların yerine koyabileceğin yeni bir şey meydana gelmeden fail olmuş değildir. (59) _Dip not 58: Filozoflar bu şekilde problemden kurtulmuşlardır: Yukarıdaki ifadeden açıkça anlaşıldığı gibi fiilin bir gaye için olması eksiklik olduğuna ve fiil, ihtiyara eşlik eden bir gaye (garaz) için olduğuna göre felsefeciler, gaye ve ihtiyarın ikisinden birden kurtulmaktadırlar. Bundan dolayı filozoflar Allah’tan gaye ve ihtiyarı nefyediyorlar. Allah’tan ihtiyarı nefyetmeleri dolayısıyla hasımları kendilerine saldırmıştır. Zira ihtiyarı olmayan bir fail, zorunlu faildir, zorunluluk ise bir eksikliktir. Kelamcılar da Allah’tan gayeyi nefyetmişlerdir. Bu konuda felsefeciler ile aynı görüştedirler. Fakat Allah için ihtiyarı tespit etmişlerdir. Gayeyi nefyettikten sonra ihtiyarı tespit etmek nasıl mümkün olmaktadır? sorusu ise ortada kalmaktadır. Bu poblemi çözmede takip ettikleri metodun bir sonucu olarak her grup problemin farklı bir yönü ile yüzleşmiştir. Yukarıda zikredilenler alemin kıdemi konusunda başlı başına bir delil olarak değerlendirilebilirler. Çünkü gayenin nefyedilmesi, ihtiyarın nefyedilmesini gerektirir. Failden ihtiyarın nefyedilmesi ise, failin zatını - iradesini değil - fiildeki illet konumuna getirmektedir. Zat, illet olduğuna göre, zat var olduğu sürece fiil de O’nunla birlikte varolacaktır. Zat kadim olduğuna göre, fiil de kadimdir. _Dip not 59: Bu, alemin kıdemine dair başka bir delildir. Fakat bu delil, hulfi bir delildir. Gazali bunu “Tehafütü’l - Felasife” adlı eserinde açıklamıştır. _Sayfa 168: Zorunlu Varlığın değişmesi imkansızdır. Çünkü değişim, daha önce Zorunlu Varlıkta bulunmayan bir sıfatın meydana gelmesidir. Sonradan meydana gelen her şey bir sebebe ihtiyaç duyar. Zorunlu Varlığa başkasının neden olması ise yukarda geçtiği gibi, imkansızdır. Bu niteliğin Zorunlu Varlığın zatından meydana gelmesi de imkansızdır. Çünkü zata gerekli olan her sıfat, zatla beraber bulunur ve ondan ayrılamaz. Biz, yapanın, kabul eden olmadığını ve kesinlikle Zorunlu Varlığın zatında bir şey yapmadığını yukarda zikretmiştik. _sayfa 187: İlk Varlığın kendisi için değil, diğer varlıklara hayrı akıtmak için bizim gibi bilgi ile birlikte bir kastının olması neden olmasın? Örneğin boğulmakta olanı kurarmayı amaçlarız, bununla boğulmakta olanı kurtarmaktan başka bir amaç da gütmeyiz denilirse; Denilir ki: Kast eden açısından kastedilen şeyin, terkedilen şeyden öncelikli olması, kasdın gereklerindendir. Bunun farkına da amaç ile varılır. Amaç ise eksikliğe delalet eder. Bir sevap veya övgü almak, hayır işleyerek erdem ahlakını kazanmak gibi bir istek olmaksızın biz, herhangi bir şeyi kastetmeyi tasavvur etmeyiz. Bizim için eylemin olması ile olmaması aynı konumda olsaydı, bizim onun için bir kasdımızın ve yönelimimizin olması imkansız olurdu. _ Sayfa 82 veya 182: "Fakat biz kendi özünde mümkün olan her şeyin sebebiyle zorunlu olduğunu yukarıda açıkladık. Nesnenin var olmasının sebebi bilinirse varlığı mümkün değil, zorunlu olmuş olur." Yorum: Madem Alem mümkün değildir. O halde mümkün değilse, varlığı zorunlu demektir. Dolayısıyla varlığı zorunlu olanın, kadim olması yani ezeli (öncesiz, başlangıcı olmayan) olması gerekmez mi? Yüzyıllardır kelam kitaplarında şöyle denir: “Ezeli olan Allahtır, Alem ise (yani Allah’tan başka her şey, genelde uzay kasdedilir) sonradandır.” Şu bilgi de eklenir: Alem mümkündür; yani (mümkün demek şu demektir: Olması da olmaması da eşit olan. Yani “bu Alemin böyle olmasını Allah istedi. O isteseydi bu Alemi yaratmayabilirdi ya da başka türlü de yaratabilirdi” diyorlar. Burada unutulan ve atlanan çok önemli nokta şudur: Bunlar da Allah’ın ezeli ilmini kabul ediyorlar. Ancak bunun ne manaya geldiğini göremediler. Çünkü mana şudur: Madem Allah’ın ezeli ilmi var; olacak her şeyi ezelde biliyor denirse, şu sonuç çıkar: O halde olacak her şey Allah’ın ilmine göre olacak demektir. Çünkü böyle olmazsa, başka türlü olsa o halde Allah’ın ilmi yanlışa dönmüş olur ki bu ise kabul edilemez. O bakımdan Alem böyle olmak zorundaydı. Olan olaylar böyle olmak zorundaydı. Ancak bu dendiğinde şu sonuç çıkıyor: Demek ki Alem "mümkün" değildir. Varlığı zorunludur (vacip). Buraya kadarını evvelden ben bulmuştum. Ancak bugün bulduğum şu: Bir şey "mümkün" değilse varlığı zorunludur dedik ve Allah için varlığı böyle olmak zorundaydı dedik. (Vacibul Vücud) Yani varlığı zorunlu demektir. Ama şu problem ortada; o halde varlığı zorunlu olan şey kadim (öncesiz, başlangıcı olamayan) olmaz mı? Çünkü bize yüzyılarca böyle anlatıldı. İki türlü varlık var dendi; "Mümkün ve Vacip." Vacip olan Allah’tır ve O ezelidir dendi. Alem ise hadistir, yani sonradandır ve mümkündür dendi. Öyleyse Alem mümkün olmadığına göre, geriye tek seçenek kalıyor. Kadim olması. Şimdi şunu mu diyeceğiz: Alem kadim mi?
*** Konu: Allah’a dua etme olayı. Zaten bu konu meşhurdur, kitaplarda yüzlerce kez gördüm. Ben şunu diyorum, dua etmek doğru değildir. Neden mi? bakın şimdi: Mesela bir kişi otobüse bindi ve şöyle dua etti diyelim: “Allah’ım kazasız belasız ,sağ sağlim İstanbul’a gitmemi nasip et.” Şimdi düşünelim, bu dua da bir kere Allah’a irade ispat etme var. Çünkü Allah’tan istiyor, sonrasında dikkat edilirse şu incelik vardır. Burada Allah’a hadis bir irade ispatı da var. Bu dua da mana şu; “Allah’ım sen bunu benim için dilememişsen, şimdi dile Ya Rabbi.” Yani “benim kazasız belasız olarak İstanbul’a gitmemi dile Ya Rabbi” gibi bir mana var. Bakın burada sonradan olma bir iradeden bahis vardır. Halbuki kitapların ekserisi Allah’ın iradesinin ezeli olduğunu söyler. Peki ama ezeli bir irade kabul edildiğinde bu duanın ne manası kalır ki? Çünkü zaten ezeli olarak, ne meydana gelecekse onun irade edilmiş olduğuna inanılıyor. Ezeli olan şey ise değişmez; demek ki, duayı edenlerin çoğu farkına varmadan Allah’a hadis bir irade ispat ediyorlar. Eğer bu dualar için şöyle bir yorum yapılacak olursa: “Ben böyle dua ediyorum ama Allah’ın ilminin değişmeyeceğini de biliyorum; ancak ben şunu kasdediyorum, yani ben bu duayı etmekle bu işin böyle gerçekleşmesini temenni ediyorum.” Buna şöyle cevap verilir: Ancak zorunlu olarak meydana gelecek olaylar için temenni sözkonusu değildir. Zaten olacak olan olacaktır, temenni burada kulanılamaz. Zira ezeli ilimde belli olan şeyden başkası varolamaz.. Dua etmenin bir mahzuru da şudur ki; zaten meşhurdur. Allah’ın ilminde bir değişmenin olabileceğini ihsas ettiriyor. Zaten Allah’ın ilminde değişme olmaz, o halde bu duanın bir manası yoktur. Dua etmemek gerekir. Ama sorulursa Kuran da ayet var, “Dua edin ki size icabet edeyim” buna ne dersin? Cevap: Yukarıda da izah ettiğim gibi bu Allah’ın kullarını aldatmasına bir örnektir. Çünkü dua edildiğinde ortaya çıkan mahzurları anlattım; buna karşılık böyle bir ayet var. İşte burada kullarını aldatıyor Allah. Evet peygamberlerin de dua ettikleri Kuran’da vardır. O halde onlar da bu inceliklerin farkına varamamışlardır demek gerekir. Denirse ki, o halde bu ayetin manası nedir? şöyle diyorum: Yukarıda nedensizlik prensibini anlatmıştım. Yani Kuran ayetleri de Allah’ın ezeli ilminde vardır ve bu yönüyle nedensizdir, dolayısıyla manasızdır demek gerekir. Ancak Kuran okurken bu gibi dua ile ilgili ayetleri de elbette okuyacağız. Ancak ayet oldukları için ve bir mana kasdetmeyeceğiz, manası yok, nedensiz diyeceğiz. Yani Allah’ın ezeli ilminde bilinmesi hasebiyle nedensiz diyeceğiz yoksa elbette ki bu ayetlerin nedeni Allah’ın ilmidir yani Allah’tır. *** Allah’ın iradesini reddetmiştim ve bu konuda bir kısım deliller getirmiştim. İşte bu da başka bir delil: Allah’ın ilmi ezeli olduğuna göre ve ilmindekiler de varlık sahasına ilmine göre çıkacağına göre, sonradan olacak olan olayların meydana gelmesi zorunlu demektir. O halde soru şu: Allah zorunlu olarak varlığa gelecek şeyleri mi istedi? Bu soruya “evet” demenin bir manası yoktur. Zorunlu olarak meydana gelecek olan şeyleri istemenin anlamı yoktur. Bu soru Allah’ın iradesini, istemesini reddedici bir ilzamdır. *** ”Allah dilediğini saptırır, dilediğini doğru yola iletir” şeklinde bir çok ayet var. Bunların tevili şudur: Allah’ın ezeli ilminde sapacağı olan kişi sapar, hidayete ereceği bilinen şahısda hidayete erer, manasındadır. *** Allah’ın yalan söylemesi hususu: Bize sorulursa madem öyle dua meselesinde dediğiniz gibi Allah aldatıcı dediniz, bu söz Allah yalan söyledi manasına gelmez mi? Denirse, Cevap: Biz Allah’ın konuşmasını nefyettiğimizden yalan söyledi denemez. Ancak aldatıcıdır dendiğinde, Kuran bir haber verme olduğundan bazı ayetlerde kullarını aldatma olayı caridir. O bakımdan yalan söyledi denemez. Zaten yalan söylemek için konuştuğumuzda bu durumda sanki doğruyu da söyleyebileceği halde yalan söylemeyi tercih etti, durumu olur. Ancak Allah’ın iradesi olmadığından “yalan söylemek” Allah için kullanılamaz.   ;   ;   ;
|
Yukarı dön |
|
|
kursat Groupie
Katılma Tarihi: 24 eylul 2006 Gönderilenler: 56
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
*** Allah çabalar mı? Hayır derseniz; ama demenize göre alem hadis ise yani önce yoktu da sonra alemi meydana getirmek için çabalamış olmadı mı? *** Kitap: Farabi felsefesi ve ortaçağ düşüncesine etkisi Yazar: Robert Hammond _Sayfa 51: İnsanlar Tanrı’nın dünyayı yarattığını söylediklerinde basitçe Tanrı’nın dünyayı maddeden, belli bir formla kuşatarak meydana getirdiğinidemek isterler. Dünya gerçekten Tanrı’nın eseridir ve her ne kadar dünya O’ndan (Tanrı’dan) sonra bir dünya formu olarak gelse de, gene de zamanda ona eşittir yahut ebedidir, çünkü Tanrı onu meydana getirmeye zaman içinde başlayamazdı. Bunun sebebi, bir sebep etkisine kesinlikle ne ise, Tanrının da dünyaya öyle olmasıdır. Bu durumda sebep etkiden ayrılamayacağından, Tanrı’nın belli bir anda onu yapmaya başlayamayacağı sonucu çıkar. Çünkü yapabilseydi, bu O’nun hesabına, mükemmellikten yoksunluk olurdu; zira gayesine ulaşmaya çabalamış olurdu. Bu şüphesiz, Tanrı’nın mutlak mükemmelliği ile uyuşmaz. *** “Daima var olan bir başlangıç” bu ifadeyi alemin kıdemi bahsinde detaylı düşünmeliyim. *** Allah’tan yardım istiyor musun? “Evet” derse, de ki: bu ifadelerin cebr anlayışı değil mi? *** Allah’a tevekkül etmenin manası; hadiselerin sebebinin Allah olduğunu kabul etme manasındadır. *** Allah’ın zatı muhtaç olur mu? “hayır” derse, sıfatlarına muhtaç mı? “hayır” derse, Allah’ın zatı kemalde eksik mi? “hayır” derse, o halde sıfatı var demek, O’na sahip olmadığı bir kemali mi kazandırıyor ki sıfatı var diyorsunuz. *** Allah’ın bir şeyin vukuundan önceki bilgisi ile sonraki bilgisi birbirinden farklı mıdır? *** Zaman ne zaman yoktu? Zaman ne zaman başladı? *** Zaman, zamansızlığın ölçütü mü? Hani “Allah zamanı yarattı” diyorlar ya, demelerine göre zamandan önce zamansızlık kavramı sözkonusuydu. Ve zaman yaratılınca zamansızlık kavramı bitti. Bu zamansızlık ne kadar zaman sürdü? *** Kuran’ın esasen manası yoktur; bu anlamı biz kendimizce vermeye çalışıyoruz, gerçekte Allah, Kuran ile hiç bir mana kasdetmemiştir. Hiç bir amacı yoktur ve Kuran’ın böyle olmasının da gerçekte illeti, nedeni yoktur. Dolayısıyla bazı ayetlerin zahiri akli delillere zıt gibi durumlar olduğunda, ille de bu ayeti tevil etmek şart değildir. Şöyle denir: Bu ayetin İndallah (Allah katında) manası yoktur. Allah aldatıcıdır ve Kuran ayetleriyle aldatır. Soru: “Allah, Kuran ile hiçbir şey kasdetmedi ve İndallah manası yoktur; Allah aldatıcıdır” dedin, peki o halde Kuran’la Allah insanları aldatmayı mı kasdetti? Zira teşbihi, tecsimi zahiren belirten ayetler var? Cevap: Allah, Kuran ile kullarını aldatmayı da kasdetmemiştir. Biz çevremize bakarsak akli delille Allah’ın aldatıcı olduğunu anlıyoruz ve biz Kuran’dan kendimizce manalar çıkarmaya çalışıyoruz. Zira Kuran’a inandığını söyleyenlerin tamamına yakını, bu ayetlerle bir mananın kasdedilmiş olduğunu düşünür. O bakımdan bu gibi ayetleri yorumlamaya kalkar ve durumlar ortadadır. Kuran’daki antropomorfist “insan biçimci” ve Allah’ın duygusunun olduğunu akla getiren ifadeler vardır. Merhamet, intikam, sevmek gibi, işte bu ayetlerin zahirine inanan kafir olur. O bakımdan Allah’ın aldatıcı olduğu hükmünü çıkardım. Ama tekrarlıyorum: Allah aldatıcı olmayı irade etmemiştir. Allah aldatıcı olmayı irade etmemişken, aldatıcıdır. İradesi olmadığından aldatmayı da isteyemez. Allah’ın hükmetmesi (karar vermek) yoktur. İradesi olmayan nasıl hükmeder, karar verir? (hükmetmeyi, karar verme anlamında kullanarak bu sonuca vardım) Hükmetme ile ilgili nassları “bilme” anlamında alırız. Madem, Kuran’ın İndallah hakiki olarak manası yok, anlamı yok; ancak Kuran muhdestir (sonradan varedilmiştir) ve sebebi Allah’tır, ilmidir. Ama diğer insanların yazdıkları kitaplar, yine insanların konuşmaları, fiilleri, düşünceleri de bu kapsamdadır. Yani bunlar da muhdestir ve ezeli ilim - Allah bunların sebebidir. Bu açıdan bakarsak, o halde bunlar da manasız, anlamsız demek gerekir. Cevap: Evet, hakiki anlamda onlarda manasız, anlamsızdır. Yani alem anlamsız, manasızdır. Ancak bizler bunlara anlam yüklüyoruz; Tabii ki bu da Allah’ın varetmesiyle oluyor. Yani İndallah bizim anlam yüklememiz de, anlamlandırmamız da bu yönüyle anlamsızdır. (Not: bu delili yazdım ama, bu delili yazdıktan sonra Allah’ın aldatıcı olamayacağına sonradan karar verdim. Onu da ekleyeceğim.)
*** Allah zalim değildir ama Allah adaletsizdir diyorum. Bu gelişim şöyle oldu: Yakın zaman önce yani iki ay önce Kuran’da Allah’ın adaletli olduğunun geçmediğini öğrendim. Bu gelişmenin ardından Allah’ın adaletli olması hususunun, bize hadislerden nakledilmiş olduğunu anladım ve zaten benim hadislere karşı bakış açım çok değişmişti ve hem de son peygamberin imanı meselesinden sonra artık hadislere yaklaşımım çok şüpheci hal almıştı. Durum buydu; bir zaman sonra biriyle konuşuyordum, kendisi cami görevlisiydi. Allah’ın adaletini konuşuyorduk. Kendisi açık açık “ben Dünya’da Allah’ın adaletine inanmıyorum, benim anam, babam ben bir yaşındayken öldü, benim ne suçum var” dedi. Açık açık “bu Dünya’da Allah’ın adaletine inanmıyorum” dedi. Bu beni etkileyen bir konuşma oldu. Zaten ben dört ay önce Allah’ın iradesini inkar etmiştim, sonra şunu düşündüm: Adalet Birinci vecih: Adalet şudur: Ona şunu vermek, buna şunu vermek. O zaman ben baktım ki adaletten bahsedildiği yerde iradeden de bahsedilmesi gerekiyor; ben ise evvelden Allah’ın iradesini inkar etmiştim. O zaman nasıl bir adaleti savunacaktım? İkinci vecih: Adalet dendiği zaman akla şu geliyor: Özellikle Allah’ın adaleti dendiği zaman; sanki Allah’ın uyması gereken bir kurallar bütünü var da O bunlara uyarsa adaletli, uymazsa adaletsiz şeklinde bir tehditle karşı karşıya gibi bir mana var. Ancak Allah ezelidir ve ezeli varlığı başka bir varlık etkileyemez, Allah’ı hiç bir varlık zorlayamaz, baskı altına alamaz. Hal böyleyken daha nasıl ben “Allah adaletli” deyip O’nu kayıtlarla kayıtlamaya uğraşayım. O hiç bir kurala bağlı değildir, hiç bir şey O’nu etkileyemez ve O değişmez. “Allah adaletlidir” demek şu demektir: Adalet bir kurallar bütünü olup ona uyulduğunda adaletli olunur; aksi halde adaletsiz olunur gibi tehdit var. Soruyorum: Allah’ı ne tehdit edebilir? Üçüncü vecih: Dolayısıyla “Allah adaletlidir” diyenler bu laflarının ne manaya geldiğini göremiyorlar. Çünkü Allah’ın uyması zorunlu olan bir kurallar bütünü ortaya çıkarıyor bunlar. Mesela “Allah bu kurallar bütününün dışına çıkabilir mi?” gibi soru soralım bunlara, acaba ne derler? Ben söyleyeyim; şunu derler: “Allah böyle şey yapmaz, yapsa O’na ilah denmez.” Yani kafalarında bir şablon var. İlah ancak bunu yaparsa bizim gözümüzde ilahtır, aksi halde O’nu ilah olarak kabul etmeyiz gibi bir manayı açıkça savunuyorlar. Bunu da ambalajlayarak “Allah adaletlidir” diyorlar. Bu ifade aslında insan biçimci ilah düşüncesinin bir sonucudur. İnsanlar ilah anlayışlarını ekseriyetle kendi yaşayışlarına kıyas ediyorlar ve bu kıyas bir zaman sonra artık onlara bütünüyle gerçek gibi görünüyor ve bu inançlar yüzyıllardır süregeliyor. Artık kırılması çok zor bir zincir haline geliyor. Bu öyle bir zincir oluyor ki onu bırakın kırmayı, kırmayı aklından geçirmek bile insanların kendilerini lanetlenmiş hissetmelerine neden oluyor. Neden Allah’a adaletsiz dedim? Ben düşündüm, Allah’ın iradesini inkar ettiğimde rahatlıkla Allah’a iradesiz demiştim, yine kudretini inkar ettiğimde O’na kudretsiz, dolayısıyla güçsüz demiştim. O halde dedim ki kendi kendime: Neden O’nun adaletle vasıflanamayacağını söylediğim halde O’na “adaletsiz” ifadesi kullanmayayım? Nasıl ki, adalet ile vasıflanmak noksan sıfattır; zira açılımını yukarda yaptım, o halde bu noksan sıfatın O’nda mevcut olmadığını söylemenin nesi yanlış ki? Dolayısıyla adalet Allah’ın vasıflanamayacağı bir sıfat olduğuna göre “Allah adaletsizdir” demem gerekir. Bunu idrak ettim. Mesela sevgi kavramı; bir kere sevgi olayı düşüncedir. Allah ise düşünmez; zira düşünmek değişmektir. Hal böyleyken “Allah sevgisizdir” neden denmesin ki? Hatta “düşüncesiz” ifadesi Allah için niye kullanılmasın? Düşünmek eksikliktir, ihtiyaç içindir; yani amaç edinmek içindir. İhtiyaçtandır ya da kararsızlıktandır. Karar işine gelince; zaten Allah’ın ezeli ilminde sonradan olacak olaylar bellidir, daha Allah neyin kararını alacak? O halde Allah’a düşüncesiz de denebilir. Ve bu denmelidir ki insanların kafalarındaki antropomorfist (insan biçimci ilah tasavvuru) düşünce yani Allah’ı böyle düşündüklerini onlara göstereyim. Zira böyle laflar kullanınca içlerine dönüp rahatsız oluyorlar; neden? Çünkü “düşüncesiz” ifadesi insanlar arasında aşağılama ifadesidir. Peki bu kişiler ekseriyetle ben böyle ifade kullanınca neden rahatsız oluyor? Çünkü onlar bunu açıkça söylemeseler de onların iç dünyalarında insan biçimci ilah düşüncesi yatıyor da ondan. Genelde Allah’ı kendilerine kıyas ediyorlar. Bu onların kıt anlayışlarındandır. Allah adaletli olmak zorunda mıdır? “Evet” derseniz, O’nu buna zorlayan nedir? Ya da O adaletli olmazsa O’nu yine ilah olarak kabul eder misiniz? Yeryüzünde adalet yoktur. Madem her şeyin sebebi Allah’tır, o halde Allah adaletsizdir. Allah’ın aklı var mıdır? “Yoktur” derseniz aklı olmayan düşünür mü? “Hayır” derseniz, düşünmeyen, irade edebilir mi? “Hayır” derseniz, demek ki Allah irade edemez. Konuşalım Allah’ın aklı neden yoktur? Bunun cevabını arayalım. Bir şahıs bazı problemler karşısında düşünüp doğruyu bulduğunda ona akıllı deriz. Ama Allah ezelidir, problem çıkarsa ifadesi de önemli. Bu problemler ezeli mi yoksa hadis mi? Eğer “hadis” derseniz, Allah zaten ezelidir, önce problem yoktu sonra Allah için problem oldu manasına gelir bu laf. Bu ise, yani problem üzerinde düşünmek ise bir değişmedir. Allah ise değişmez, bir problemi çözmeye uğraşmaz. Bu gibi düşünceler antropomorfist düşüncelerdir; yani insan gibi bir ilah fikrinin getirileridir. Zahiren konuşursak, o halde Allah için akıllı ifadesi kullanılamaz. Merhamet meselesi de benzer bir konudur. Çünkü merhamet de bir duygudur, duygulanmak ise değişmektir. O halde Allah için hakiki manada merhametli ifadesi de kullanılamaz. Benim bu aralar temelde aklımda olan husus şudur: Allah sonradan bir şey yapar mı? Bu beni çok düşündürüyor. Çünkü “sonradan bir şey yaptı” denirse O’nda bir değişiklik olmuş olmuyor mu? Çünkü O cisim değil ki değişiklikle kastedilen O’nun fiziki durumu olsun. Madem O’nda değişme olmaz; o halde sonradan bir şey yapmaması düşüncesi aklıma gelmektedir. Alemin hudusunu nasıl açıklayacağım o vakit? Allah’ın ilmindekilerin, ilmine göre varlık sahasına çıkması dedim ama, çok karışık durumlar bunlar. Zaten Allah’ın ilmi de çok derin bir konu. Evvelden bahsetmiştim. Mesela benim burada yazacağımı ben yazmadan evvel biliyordu denirse; ben yazmayı bitirdim, artık yazmaz oldum. Peki soru şu: (Yazmış olduğum yazı ile ilgili konuşursak) Bu pozisyonda da yine yazacak olduğumu mu biliyor yoksa yazmış olduğumu mu? Güneş tutulması örneği veriliyor çoğunlukla bu konu için. Güneş tutulmadan önce tutulacağını biliyor denirse, “peki tutulurken de yine tutulacağını mı biliyor?” denir. Halbuki tutulacak şeklindeki bu andaki bilgi yanlış olmuyor mu? (Bahsettiğimiz andaki tutulma için konuşuyoruz) Zira o anda zaten tutulma oluyor. Devam edelim; tutulma sona erdiğinde tutuluyor diye mi biliyor yoksa tutuldu diye mi biliyor? Eğer “tutuluyor diye bilir” denirse bu sefer bu bilgi yanlış değil mi? Oysa biz O’nun ilmine ezeli dedik ve ezeli olan şey değişme kabul etmez. Bu problemi nasıl çözeceğim? Allah’ın aldatıcılığı: Tanrı aldatır mı? Bazen asfalt yola bakarız ve ilerde su gibi bir şey görürüz; ancak oraya vardığımızda oranın ıslak olmadığını görürüz. Yine suya batırılmış bir düz sopayı kırık olarak görürüz. Oysa sopa düzdür ve bize bu düz sopayı kırık olarak gösteren Allah’tır. Yine bazı yanlış inanıştaki kişiler vardır; ancak onlar kendilerinin doğru yolda olduklarına inanırlar. Onları bu inanca sevkeden de yine Allah’tır. Dolayısıyla Dünya işlerinde Allah’ın aldatıcı olduğu kesinliğe kavuşmuş demektir. Şimdi bu konuyla ilgili daha derin bir konuyu ele alacağım. Madem Dünya işlerinde Allah’ın aldatıcılığını kabul ettik, aldatıcılık aldatıcılıktır. O halde dini husularda niçin bu aldatıcılık cari olmasın? Mesela bana sorulsa “sen son peygamber ile ilgili bu görüşlerine göre o eğer bu sözleri söylemişse ( söylemese bile onun bu konuları yani Allah’ın cisim olmaması, hareket etmemesi gibi konuları doğru olarak bildiğinden nasıl emin olcağız? ) ve bu sözleri söyledikten sonra ( o bu inancını sürdürürken) ayetler ona vahyolur mu?” Ya da şöyle sorulabilir: Kafire ayet vahyolur mu? Cevap: Musa Allah’ı görmek isteyince ona cevap niteliğinde ifade var: “Beni göremezsin.” Musa’nıın bu soruyu sorması küfrü gerektirir. Çünkü Allah’ı görmeyi caiz kabul etmek O’nun cisim olabileceğine inanmak demektir ki bu açıdan küfür olur. Peşine bu “Beni göremezsin” şeklindeki ifade, Musa küfür halindeyken cereyan etti. Bu hadise caiz olunca; küfür halinde ayetlerin vahyedilmesi haydi haydi caiz olur. Sonuçta bu konuda ve son peygamberin bu halinde de ona ayetlerin vahyolması ise hem onu yani son peygamberi hem de çevresindeki insanların çoğunluğunu Resulullah’ın mümin olduğu tarzında bir genel kabule götürmek suretiyle Allah’ın aldattığı sonucu çıkmaktadır ki bu sonucun yukarıda izah ettiğim gibi Musa olayı da göz önüne alındığında imkansız bir olay olmadığı ortaya çıkar. Allah’a şükretme meselesi İradesi olmayana Allah’a şükredilir mi? Allah’ın ezeli ilmine göre bu işler oluyor. Yani Allah ona imanı, ona küfrü tercih ederek vermiyor. Hal böyle iken biz Allah’a nasıl şükredeceğiz? Zaten nedensiz bir ilme göre bu işler oluyor. Yani iradesi olmayana şükredilir mi? “Edilmez” denirse, Kuran’da geçen ayeti nasıl yorumlamak gerekir? Kuran’da Allah’ın iradesinden bahsediliyor. Ancak O’nun iradesi yoksa; aynı şekilde O’na şükürden bahsediliyor buna binaen “esasen Allah’a hakiki manada şükredilmez” ifadesi kullanılamaz mı? Madem hakiki manada Allah’a şükredilemiyor; o halde Kuran’daki bu ayetleri nasıl yorumlamak gerekir? Şöyle bir tevil aklıma geldi: “Allah’ın ilminin bu şekilde olmasına razı olun manasında bir emirdir.” Nasip etmek irade ile olur, madem ki Allah’ın iradesi yok, o halde “Allah hakiki manada nasip eder” denemez. Allah’ın iradesini inkar etmek, bu sonucu da beraberinde getiriyor. *** Şimdi söyleyeceklerim çok derin olup temel çözüm yolu olarak sunuyorum: Olay şu, Kuran’daki ayetlerinin zahiriyle, bazen yaptığım akli delilerin zıtlığı mevzu bahis olunca, ben evvelden hep bu ayetleri nasıl akli delile göre tevil ederim diye düşünürüm. Ancak her zaman gerekli izahı yapamazdım. Sonra düşündüm; madem ki Kuran hadistir ve bunun da sebebi Allah’ın ezeli ilmidir ve Allah’ın ilmi ezeli olduğundan nedeni yoktur. Madem ki ilminin nedeni yok, o halde bu ilmin sebep olduğu şeylerin de sebebi yoktur. Dolayısıyla mantık olarak şu kural çıkıyor: Kuran’daki ayetlerin de böyle olmasının nedeni yoktur. Durum bu olunca ille de benim, akli delile karşı zahiri zıt düşen bu ayetleri tevil etmem lazım gelmez. Çünkü zaten bu ayetlerin böyle olmasının nedeni yoktur. Bu açıdan bakarsanız şu sonuç çıkar: Kuran’daki namaz kılma ve zekat verme emrinin de nedeni yoktur. Zaten Allah’ın amacı olmaması hususu bilinen bir şeydir ve izahı bu kitapta vardır. Sonuç olarak yaptığımız akli istidlallere zahiren zıtlık teşkil eden ayetlerin olması hususunu genel olarak böyle değerlendirmek gerekir. Aksi halde her bulunan akli delil için, ayetlere yapacağımız teviller bir çok insan tarafından komik bulunur ve onlar bu işin ciddiyetinin farkına varamazlar.
*** Görmek etkilenmektir. Allah ise etkilenmez. O halde Allah görmez. (sonradan görür dedim)
*** Kitap: Din, Bilim ve Felsefe   ; Yazar: Howard Selsam _Sayfa 55: Occam’ın ilkesinin dayandığı nokta, bir şeyin varolduğu ya da başka bir şeyin nedeni olduğu varsayımının eğer böyle bir varsayım yapmadan işimizi görebiliyorsak istenilir ve mantıksal olmadığıdır. Örneğin, bir doğum ya da ölüm, bir buluş ya da bir deprem olayını, varolduğunu gerçekten bildiğimiz şeylerle açıklayabiliyorsak bunları bir Tanrı’nın oluşturduğunu niçin varsayalım? İnsanların dünyaya gelmelerini ve belirli dinsel düşünüler kazanmalarını gerçek yoluyla açıklayabilirsek, niçin bu olguları dünyayı denetleyen bilinmeyen bir güçten kaynaklanmış olarak açılayalım? Sayfa 70: Değişiklik söz konusu olunca Tanrı ya daha iyi, ya da daha kötü yönde değişmek zorunda kalacağı için Tanrı’nın değişemeyeceği kabul edilir. Tanrı mükemmel olduğu için daha iyi olamaz ve aynı nedenle daha kötü yönde değişemez. *** Kitap: Felsefe Aracılığıyla Düşünme Yazar:Chrıs Horner – Emrys Westacott _Sayfa 3: Belirlenimciliğe göre meydana gelen her şey, daha önce gelen nedenler tarafından belirlenmiştir. Burada “belirlenmiştir” kelimesi iki olay veya şeylerin iki durumu arasındaki bir ilişkiye işaret etmektedir. A nın, B yi belirlediğini söylemek hem A nın, B nin nedeni olduğunu hem de A nın, B yi zorunlu kıldığını (yani A bize verildiğinde B nin onu takip etmesinin zorunlu olduğunu) söylemek demektir. Böylece belirlenimcilik her olayın, bu olayı doğuran nedenler zincirinin, sonsuza kadar geçmişe geri giden bir zincirin zorunlu bir sonucu olduğunu savunur. Daha genel bir biçimde ortaya koyarsak, bu görüşe göre, evrenin herhangi bir andaki durumu bu andan doğrudan doğruya önce gelen andaki durumu göz önüne alınırsa, başka türlü olamazdı. Bu görüşün bir sonucu, evrenin herhangi bir andaki durumundan ancak tek bir mümkün geleceğin çıkabileceğidir. Bir başka sonuç evrenin gelecekteki bütün durumlarının - hiç olmazsa ilke olarak - bütünüyle önceden tahmin edilebileceğidir. _Sayfa 4: Şimdi S nin içinde bulunduğumuz anda tüm evrenin durumu olduğunu farz edelim. Yeter sebep ilkesine göre bunun da tam bir açıklaması vardır. Bu açıklama evrenin daha önceki bütün zamanlarda hangi durumda olduğu yanında zamanla evrenin değişme tarzını idare eden doğa yasalarının tasviri olacaktır. Ancak eğer bu gerçekten tam bir açıklamaysa, o zaman evrenin şimdi içinde bulunduğu durum daha önce içinde bulunduğu durumlarla doğa yasalarının zorunlu sonucudur. Onun başka türlü olması mümkün değildi. Onun başka türlü olmasının mümkün olduğunu söylemek şu andaki durumda evrenin bazı özelliklerinin açıklanamaz olduğunu söylemek demektir. Onların herhangi bir neden olmaksızın sadece öylece ortaya çıkmaları demektir. Bu imkan ise işte tam da yeter sebep ilkesinin reddettiği şeydir. _Sayfa 13: Belirlenimcilikle bağdaşmaz olduğunu düşünseler bile özgür iradenin varlığını savunan herkesin karşı karşıya bulunduğu ana problem basit olarak şöyle ifade edilebilir: Özgür irade nasıl mümkündür? Bu soruyu cevaplamanın bir yolu, özgürlüğü nedensel belirlenim yokluğuna özdeş kılmaktır. Bu bazen belirlenimsizcilik diye adlandırılan görüştür. Bu görüşe göre (filozofların bir “istem” diye adlandırdıkları) bir irade fiili, basit olarak nedeni olmadığı için özgürdür. Bu görüşün yol açtığı özgür eylem modeli aşağı yukarı şöyle bir şeydir: Ben sürekli olarak gerek fiziksel gerekse psikolojik her tür nedensel etkiye tabiyim. Bunlar benim birçok özelliğimi, tercihlerim, arzularım ve eylemlerimi belirlemektedir. Ancak hiç olmazsa bazen herhangi bir şeyin eseri olmayan bir istemi harekete geçirmekteyim. O sadece öylece, kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Bir nedeni olmamasına rağmen bu istemin kendisi bir neden olabilir. O beni belli bir şekilde fiilde bulunmaya iter. Örneğin çay ile kahve arasında bir seçim yapmakla karşı karşıya kaldığımda bu istem kendisiyle çayı veya kahveyi seçtiğim zihin fiilidir. Bu durumda bu isteme uygun olarak davranırım ve eylemim belirlenmemiş olan bir istemin sonucunda ortaya çıktığı için onu özgür diye adlandırırız. Bu tür bir belirlenimsizcilikte apaçık bir problem vardır. Eğer söz konusu istek benim harekete geçirdiğim bir şeyse, o zaman sadece öylece, kendiliğinden ortaya çıkmamaktadır. Benim onu “harekete geçirme” eylemimin sonucudur. Öte yandan eğer o gerçekten öylece nedensiz bir şekilde ortaya çıkıyorsa o zaman benim başıma öylece gelen bir şeyden fazla bir şey değildir. Ancak bu durumda o bilinçli bir eylemden çok kendiliğinden birdenbire ortaya çıkan bir kas seğirmesine benzer. Bu durumda da o özgür, sorumlu bir seçim diye düşündüğümüz şeyin temeli olamaz. Sonra istemim, onu harekete geçiren eylemimin eseri olmasına karşılık, harekete geçirme eylemimin kendisinin belirsiz olduğunu farz etmek, belirlenmemiş olayın durumunu değiştirmez. O sadece güçlüğü bir adım geriye itmeye yarar. Şimdi aynı itiraz bu istemi harekete geçirme veya meydana getirme yönündeki belirlenmemiş eyleme yöneltilebilir. Eğer bir nedeni yoksa, o, seçtiğimiz veya meydana getirdiğimiz bir şey değildir, benim başıma gelen bir şeydir. Dolayısıyla kendisinden sorumlu tutulabileceğim bir şey değildir.
*** Bu yazı bir forumda vardı. 2005 de yazmışım, çok komik, değiştirmeden buraya alıyorum. -biri dedi ki: dedi ki: "ışık hızı fotonların iki nokta arasındaki hareketlerini ne kadar sürede bitirdiklerini ölçüp buradan birim zamandaki foton hareketinin bulunmasıyla ölçülür bi şeyi soruyorsan bütün araştırmaları yapıp gerçekten cevap bulamazsan sor ya da inkar et" cevap: böyle sallamayla olmaz ben bunu da esasen bi yerlerde okumuştum şöyle ki: adam diyo ki ya ışık hızı nası ölçülsün ki diyo bikaç öneri getiriyo yok kardeş bu olmaz ya diyo, , foton muş ne fotonu? açıkla bakalım o fotonu bakalım ışığın hızını ölçebilir mi, iddia ediyom ya yalan bu, ışık hızı ölçülmez ya : iki nokta arasını ne kadar sürede katettiğini ölçüyorlarmış, yuh be nası ölçecen, hem o iki nokta arası kaç kilometreymiş hadi diyelim buradan amerika arası diyelim bu arası ne kadarda ışık hızının bitirdiğini nası ölçeceniz bak şimdi basitçe şöyle olur, aha bu , mesela istenbuldan dev bi fener yaparsın ışık yayan cinsinden olacak okey mi cep telefonuyla haberleşecen vaşiktondaki birine dicenki ben saat 1 de ( ama gece 1 de ki boşa gündüz beklemesin, ışık gece daha iyi görülüyo ya ondan gece yapmalı deneyi) feneri çalıştırıyom sen de bak bu ışığa ne zaman görecen artık 1 saniyemi 5 saniyemi çıkan sonucu bana bildir ve ona göre ışığın hızını saptayalım dersin , okey mi yani böyle ölçülür bu , ama gelgelelim kazın ayağı öyle değil : çünkü o fenerin ışığını amerikadaki nası görecek , bak örnek veriyim 1945 deki hroşimaya atom bombası düştü ya, ha orada ne oldu ışık oldu patladı ya eeeeee o ışığı türkiyeden kim gördü ama fotoğraf televizyon demiyom yani patladığı anda bu ışığı kim gördü yaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaa gören yok olsa söyler yani, demek ki uzaktan görünmüyo böyle ufak ışıklar yani, yani bizim yaptığımız ışık uzaktan görünmüyo, güneş gibi olunca bak görüyoz demek ki biz ışık hızını ölçemeyiz, derseniz ki: güneşin ışığını ölçelin cevep: ya siz gittinizde güneşin dünyadan uzaklığını mı ölçtünüz ya, kitaplarda yazıyo şu kadar güneş uzakta, yalan ya kim gitmiş de ölçmüş, yanında mezura mı var ?
biri bana şöyle cevap yazmış abi ya rezil etti beni:
-Abi sen iyi misin Bu kadar yazı içinde bu kadar hata yapılamaz ki?
Karışık gideyim; İstanbuldan gece fener yaksanda Washingtonda adam güneş ışığından göremez çünkü orada saat farkından dolayı gündüzdür, güneşlidir hava Hadi diyelimki saat farkı falan yok iki taraftada gece.. Dünya tepsi şeklinde değil ki.. Hani sizin kitapta falan öyle anlatılabilir ama bilimsel olarak dünyanın bir nevi küre şeklinde olduğu ispatlandı. Hatta ilkokul kitaplarında var bak, önce geminin bacasını görürsün, sonra gövdesini vs... Bunuda geçtik, birşeyin hızını ölçebilmen için illa görebilmen mi gerekir. Sen bir odada ışığın hızını göremezsin tabi, saniyede 300.000 km hızla giden bir ferrariyi görebilir misin? Ama illa görmem gerekir diyorsan önce bana tanrının var olduğunu ispatla Güneşe uzaklığı ölçmek için mezura gerektiğini söylemende epey eğlendirdi. Abi, sizin zaman geçti artık çok teknolojik olduk. Başka gezegenlerin yapısını bile çözebiliyoruz gitmeden artık. Bak ölçülebildiğine inanırsan eğer, güneş ışınlarının dünyaya sekiz dakikada geldiğinide öğrenirsin. Demek ki neymiş, ışık bir anda gelemezmiş.. Geçenlerde bir yazı okumuştum, eğer ışıklar anında geliyor olsaydı, dünya evrendeki yıldızların ışıkları yüzünden ışıl ışıl olurdu diye. yaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaa öyle işte
*** Soru: Allah’ın bilgisi benim davranışıma göre değişir mi? *** Soru: Bizim eylemlerimizin nedeni Allah’ın ezeli bilgisi mi yoksa Allah’ın bilgisinin nedeni bizim eylemlerimiz mi ? ***Allahın görüleceğine inananlara sorular: Cisim olmayan ve renksiz bir şeyi görebileceğinize inanır mısınız ya da şöyle sorayım: Renksiz bir şey ve cisim de olmayan şey görülür mü? “hayır” derseniz, Allah’ın görülebileceğini savunanlara soruyorum: O halde Allah ne renk? *** Musa peygamberin kafir olması ve sonra tevbe etmesi: Rüyet (görmek demektir, yani Allah’ı görmek) Rüyeti kabul edenler yani Allah’ı görmeyi kabul edenler "Musa eğer görmek caiz (yani geçerli demektir) olmasaydı böyle bir talepte bulunmazdı, demek ki caiz" dediler. Mutezile buna şöyle cevap verdi: (Mutezile rüyeti inkar etmişti) "Hayır Musa Allah’ın görülemeyeceğini biliyordu, ancak bazıları "Allahı görmedikçe inanmayız"dediler. Ama Musa onların ısrarı neticesinde onlar adına böyle bir düşünceyi dile getirdi. (Allah’ı görmek istediğini dile getirdi) Yani, “bakın görün işte, söylüyorum ama görünmeyecek” manasında hareket etti" diyorlar.
Cevap: Halbuki bu tevilin ardında acayip çıkmazlar vardır. Şöyle ki, zaten bu kimseler inanmayı Allah’ı görme şartına bağladılar. Hal böyle iken düşünelim: O adamların bakış açısıyla bakalım: Musa burada Mutezile’nin dediği gibi "Allah’ın görülemeyeceğini bile bile bu istekte bulundu" denirse, durum şu hali alır: O kişiler şöyle düşünürler: "Bak peygamber olduğunu iddia eden şahıs bir şey istiyor, talep ediyor Allah’tan. Ancak istediği gerçekleşmiyor demek ki yalan söylüyor" inancı olur onlarda. O bakımdan Mutezile bu tevili kabul edilemez. Demek ki Musa bu sözü söylerken Allah’ın görülebileceğinin caiz olabileceğine inanarak söylemiş demektir ve Musa bu sözü söyleyince ve bu düşlüncede olunca kafir olmuş oldu. Lakin ayetin (Araf 143) sonunda tevbe ettiği bildiriliyor.. Peki böyle düşünmek ve söylemekle neden kafir oldu? Derseniz, cevap: Çünkü her görülen şey bir yönde olur ve her yönde olan da bir mekanda yani bir yerde olur ve mekanda olan da cisim demektir. Yani şekli şemali olan bir şey demektir. halbuki piyasadaki kitapların da tamamına yakını "Allah cisimdir" şeklinde inanana kafir derler. (Sonradan ben de Allah’a cisim dedim.)
*** Ben nasıl var oldum? Cevap: Allah’ın ezeli ilminde benim var olmam var idi. Dolayısıyla ben Allah’ın ilmine göre, yani benim ne vakitte var olacağımı biliyor idiyse, işte o vakit ben var oldum. Benim var olma sebebim Allah’ın ezeli ilmidir. Çünkü Allah’ın ilmi yanlış olamaz. Benim var olacağımı önceden biliyordu ve ben O'nun ilmine göre var oldum. Allah’ın, ilminden ayrı olarak yaratma sıfatı yoktur. Allah yaratıyor deniyor. Düşünün Allah nasıl yaratıyor? Mesela ağaçtan bahsedersek, ağaç nasıl yaratılıyor? Milletin ekserisi bu olayı şöyle düşünür: Ağacın yaratılması olayında, Allah’ı ayrıca bir etki yapıyor diye düşünürler. Yani ne yaratılırsa Allah ayrıca ona bir etkide bulunur ve evvelden yapmadığı bir şeyi yapar diye inanırlar. Tekvin diye bir ifadeden bahsediyorlar. Yaratmak manasına gelir. Maturidilere göre tekvin sıfatı ezelidir. Yani Allah’ın yaratma sıfatı ezelidir derler. Bu saçmadır; yaratma ezeli olsaydı, mesela ben varoldum, halbuki benim varlığa gelişim Dünya’nın varlığa gelişinden sonradır. Dolayısıyla bu işleme, yani yaratılma hadisesine Allah’ın ezeli yaratmasıyla oldu derseniz; önce bir şey yaratıldı, sonra başka bir şey yaratıldı olur ve bu ezeli kabul edilen şey de değişiklik olduğunu akla getirir. Halbuki ezeli olan şey de değişme olmaz. Diğer şıkka bakalım: Eşariler ne dedi? Allah’ın ezeli bir kudreti vardır ve tekvin, kudret sıfatının hadis olan yani sonradan olan ikinci taalluku (ilgisi , bağlantısı) dediler. Yani bu sonradan olan tekvin ile Allah yaratıyor dediler. Halbuki burada da acayip bir yanlış var. O da şudur: Tekvin denilen şey, eğer sonradan ise yine problem var. Sonradan dediğiniz tekvin nereden geldi ya da onu ne yarattı diye de sorulabilir. Yani o yaratma vasfını (tekvin’i) ne yarattı, şeklinde. Çünkü her sonradan olanın sebebi olmalıdır. O halde tekvinin yani yaratma ile ilgili Allah’a atfettikleri bu ifadenin, bu özelliğin sebebi nedir? Onu ne meydana getirdi? Derlerse ki: Onu da başka bir tekvin meydana getirdi. Derim ki: Peki onu ne meydana getirdi? ve bu böyle gidemez. O halde sonradan olan yaratma vasfından da bahsedilemez. Demek ki ezeli olarak yaratma sıfatından bahsedilemediği gibi sonradan olan yaratma sıfatından da bahsedemiyoruz. O halde ne olacak? Kuran’da geçen yaratma ile ilgili ayetler de mecazidir demek lazım. Bu yaratma ifadelerini Allah’ın bilmesi manasına alacağız. Örneğin şimdi ben bu yazıları yazıyorum; bunu manası şudur: Allah’ın ezeli ilminde benim yazı yazacağım bilindiğinden, Allah’ın ilmine göe meydana gelen bu benim yazı yazma fiilime, mecazen yaratma denmiştir. Allah’ın ilmindekilerin varlık sahasına ilmine göre çıkması mecazen yaratma olarak nitelenmiştir diyorum.
*** Şu aralar elimde bir kitap var. İbn Teymiyye’nin, yazdığı kitapta Allah’ın sıfatlarından bahsediyor ve “Allah’ın iki eli vardır;.iki gözü vardır, Allah yukarıdadır, Allah’ın yüzü vardır ve bunlar gerçek manasıyladır” diyor. Açıkça Allah’ı cisim gibi anlatıyor ve böyle kabul etmeyene sapık diyor. Gördün mü durumları ve genelde hadisleri delil gösteriyorlar bunlar. Yani sen her ne kadar son peygamber bunları dedi ama mecazi mana kasdetti desen de, insanlar içinden bu lafların zahirini yani dış anlamını alanlar var ve kendileri gibi düşünmeyenlere sapık diyorlar. Dolayısıyla son peygamber bu ifadelerini yani insan biçimci ilah anlatışını velev ki zahirini kasdetmeden söylese bile bak insanlardan bir grup bu lafları kendi görüşlerine delil aldılar ve Allah’a cisim demeye vardılar. Halbuki son peygamberin ne yapması gerekiyordu biliyor musun? Şunu yapması gerekiyordu: Kuran’daki bu gibi ayetlerin (el, yüz, göz gibi) zahirinin alınamayacağını, bu ayetlerin tevil edilmesi gerektiğini anlatmalıydı. (Bu şekilde bir rivayete rastlamadım)
*** Allah’ın varlığını kanıtlayacağım. Sıra sıra dizilmiş sandalyaler düşünün. Ancak bu sandalyeler iki ayaklı, bunlar yüz tane bile olsalar düşerler mi? Evet düşerler. Fakat biz bu sandalyelerin başını göremeyecek kadar olduklarını yani çok sayıda olduklarını, fakat buna karşın yine de hepsinin ayakta olduğunu görürsek ne düşünürüz? Şunu düşünmemiz lazım: En başta, başka bir sandeyeye dayanmadan duran bir sandalye olması gerekir. Yani bu silsile sonsuza gidemez, bir noktada durmalıdır. Evet burada, başka bir konuya geçiyorum: Evvelden çok anlatmıştım. Konu şu: "Hiç bir şey kendi kendinin sebebi olamaz.” Sebep ve sebepli dersek, sebep her zaman sebepliden önce gelmelidir. Bu açık bir şeydir. O halde bir şeyin kendi kendinin sebebi olması için kendi varlığından önce var olması gerekir. Ancak bu imkansızdır. O halde hiç bir şey kendi kendinin sebebi olamaz. Dolayısıyla sonradan olan şeyin sebebi kendisinden başka, ancak zaman olarak önce olan bir şey olmalıdır. Mesela "soba" örneğini alalım. Soba neyden oluyor? Demirden. Demir neyden? Dağdan çıkıyor. Dağ nerden? Dünyadan. Dünya nerden?......... demek ki burada Dünya’nın varlığının sebebi Allah’tır. Yani bu silsile bir noktada durmalıdır ve bu nokta ise sebepsiz sebep olan Allah’tır. Evvelden söylediğim sandalye silsilesinin örneğine dönersek, bu sandalyeler ayakta ise hani o bir öncekine dayanarak ayakta duruyor, o da yine bir öncekine dayanıyor ama en başta başka bir sandalyeye dayanmadan ayakta duran bir sandalye vardır. İşte bu örneğe benzeterek şu sonuca varıyorum: Madem ki Dünya da ayakta, yani bir düzen içinde devam ediyor. Yaz, kış, yağmur yağıyor, yani düzen var. Demek ki bu silsileyi başa doğru çevirirsek (başa doğra gidersek ) sonuçta sebepsiz sebebin olduğunu anlarız. Bu zorunlu varlığın sebebi yoktur. Çünkü O'nun öncesinde O'na sebep teşkil edecek bir şey yoktur. Bu delil Allah’ın varlığını kanıtlamada kullanılan en meşhur delildir. (Sonraları Aleme ezeli dedim.)
*** Ben sorumluluğu Allah’a atmadım. İnsanların ve cinlerin yaptılarından mesul olduklarını ifade ediyorum. Enbiya 23. ayette bu konuda izah vardır. (O yaptıklarından mesul değildir. Onlar ise sorumludurlar.) Allah’ın ezeli ilmi ise sonradan olan ilim gibi değildir. Bu ezeli ilim zorlayıcıdır. Yani etkin bir ilimdir. Allah’ın ilmi mi bizim fiillerimizin sebebi yoksa bizim fiillerimiz mi Allah’ın ezeli ilminin sebebidir? Siz "ilim maluma tabidir." Yani Allah’ın ezeli ilmi sonradan olacak hadiselere tabidir, demekle kendinizi aldatıyorsunuz. Çünkü sonradan var olan, önce olana tabi olur. Önceden olan sonradan olana tabi olmaz. Bu açık bir mantık kuralıdır. Tekrar ve ısrarla soruyorum: Allah’ın ilmi mi bizim fiillerimize yani yaptıklarımıza tabidir, yoksa bizim fiillerimiz mi Allah’ın ezeli ilmine tabidir? Eğer “bizim fiillerimiz Allah’ın ilmine tabidir” derseniz, "özgür irademiz yoktur" demiş olursunuz.
*** Allah’ın bağışlamasını inkar ediyorum. Bağışlama zahiren yani dış anlamında alınırsa Allah da değişme kabul edilmiş olur. Evvelden böyle durum yoktu sonradan oldu gibi olur. İnsan biçimci bir durumdur. Demek ki bağışlama ifadesi de mecazidir. Zaten bağışlama irade ile olur. Allah’ın ise iradesi yoktur. Zaten ezeli ilminde kimin ne yapacağı ve hangi çeşit muamele göreceği; yani cennet, cehennem bellidir. Daha sonra "şu bağışlansın, şu bağışlanmasın" düşüncesi ne ki? Kulun yaptığı isyanlara karşılık, cezalandırılmaması mecazen bağışlama olarak nitelendirilmiştir, diyorum.
*** Allah düşünür mü? Cevap: Düşünmez. Çünkü düşünür derseniz, Allah’ın değiştiğini savunmuş olursunuz ve düşünmek ise kararsızlıktan, ihtiyaçtan olur. "Onu mu bağışlasam yoksa bunu mu bağışlasam" olayı ise görüldüğü gibi düşüncedir.
*** Allah’ın razı olması ve gazaplanması, kinlenmesi, kızması gibi kavramlar için şunu diyorum: Bu kavramlar da Allah için hakiki manasında kullanılamaz. Razı olma: Mükafatlandırma anlamında, gazaplanmak, kızmak ise cezalandırmak manasında kabul edilir. Kulun yaptığı isyanlara karşılık cezalandırılmaması mecazen bağışlama olarak nitelendirilmiştir, diyorum.
**** Madem Allah sonradan bir şey yapmadı demeye getiriyorum. O halde Alem (Allah’tan başka herşey) nasıl sonradandır diyeceğim. Bu laf Alem ezelidir manasına gelmiyor mu? Bu işi bir anlasam var ya.. Benim temel amaçlarımdan birisi şudur: Alem’in ezeli ya da sonradan oluşu konusunda çok bilgili olup bu hususta sorulan her soruya cevap verecek kadar bu konuya hakim olmak istiyorum. ( Sonradan bu konuda çok üst seviyede bilgi sahibi olup Alem’e ezeli dedim.) Elimde bu konuda yazılmış derin yazılar, kitaplar var. Ancak kendime güvenemiyorum; bu yazıları anlayacak olduğumu pek düşünmüyorum. Kendimi bu yazıları okumaya hazırlıyorum. Yani bu tip yazıları okumaya kendimi hazırlıyorum. Daha kolay konuları okuyorum. Samimiyetle söylüyorum: Bu konuyu anlamak için her türlü fedakarlığa hazırım. Bu da benim son zamanlardaki tutkum. Gördüğünüz gibi kimseye başvuramıyorum, kimseden yardım isteyemiyorum. Bu konuları pek kimselerle konuşamıyorum. Bakalım bu işi anlayacak mıyım? Yani Alem’in nasıl olduğu; ezeli mi, sonradan mı? Ezeliyse nasıl oluyor? Sonradansa nasıl oluyor? Gerçi benim şu anki fikrim Alem’in sonradan var olduğu şeklinde. Ancak detaylı incelemek gerekli. (Altı ay bu konuyu gece gündüz derin kitaplardan, Tehafüt kitaplarından inceledim sonradan.)
*** Dedi: "Kürşat sana göre Allah hiçbir şey yapmıyor. Ne düşünüyor, ne iradesi var, ne affedebiliyor. O zaman Allah'ın varlığına neden inanıyorsun onu anlamadım. Hiç bir şey yapmıyorsa olması ile olmaması farketmiyor senin için. Allah'ın varlığına neden inanıyorsun çok merak ettim." Cevap: Benim bu dediklerimin çoğunu sadece ben söylüyor değilim. Çoğunu zaten kitaplardan bulup size aktarıyorum. Kitaplarda bulamadıklarım ise mantık kuralları çerçevesinde benim diğer konulara benzeterek yaptığım çıkarımlardır. Ben şuna inanırım: Mantığı, aklı atamam. Ona da güvenemezsem ne yapacağım? Mantık kuralları çerçevesinde gidebildiğim yere kadar gitmek istiyorum. İcabında kimse benim dediklerimi dememiş olsa bile. Çünkü benim için temel ölçü akıldır. Şunu gördüm ve samimiyetle söylüyorum: Özellikle Ehli Sünnet diye bilinen Maturidilik ve Eşarilik mezhepleri insan biçimci düşünceye çok açık mezheplerdir. Bunu artık net olarak görüyorum ve şunu da söylemeliyim ki eskiden yaşayan insanlar içinde çok derin düşünüp ince konularda doğruyu bulanlar olmuş. Ama piyasadaki hakim görüş olan Eşarilik ve Maturidilik Allah’ın sıfatları konusunda, Kuran’ın yaratılması konusunda, Allah’ın görülmesi konusunda ve çok konuda hakikaten insan biçimci olarak Allah’ı tanımlamışlar. Basit düşünmüşler. Bunu her gün daha iyi anlıyorum. Size de tavsiyem diğer mezhepleri de inceleyin (itikadi) ve şunu kulağınıza küpe edinin ki mezhep taassubu ( yani körü körüne bağlanmak, hatasını görmemek) çok şiddetlidir. Diğer mezhepleri genelde yalan yanlış anlatırlar. Türlü iftiraları rahatlıkla atarlar. (Örnek: Mesela Cebriyye’den olan Cehmiyye’nin veya direkt Cebriyye’nin kulların sorumluluğunu inkar ettiklerini söylerler ki bu bir iftiradır ve bu iftira çok yaygındır, çok kitapta geçer) O bakımdan detaylı olarak inceleyin. Bugün bir söz öğrendim: “(Kendine) soru sormak, kendini rahat uykulara bırakmamaktır.”
*** Kitapların tamamına yakını "zamanı Allah yarattı" derler. Ancak hiçbirinin "zaman cisimdir, şekli vardır" dediğini görmedim. Yaratılan ( sonradan var olan) herşey cisimdir, bu genel kabuldür. Bu cisim yer kaplar, bir yönde olur ve sınırlı olur. “Zamanı Allah yaratmıştır” diyenlere soruyorum. O halde siz zamanın bir cisim olduğunu mu savunuyorsunuz? Buna ne diyeceksiniz? Ben ne demiştim: “Zaman yok” demiştim. Bizim yaptığımız saniye, dakika gibi şeylerdir ve itibari yani varsayılan bir şeydir diyorum. “Zamanı Allah yaratır” diyenler, bu zamanın cisim olduğunu pek düşünmediler. Ama söylüyorum bu laf buraya varır ve her cismin rengi olur, biz görmesek de. Mesela meleklerin rengi vardır. Onları biz göremiyoruz ama onlar cisimdir ve renksiz cisim olmaz.
*** Seçimlerimiz nedenli midir yoksa nedensiz midir? “Nedenlidir” derseniz, neden nedenliden önce geleceğine göre demek ki sizin seçimleriniz esasen sizin özgür seçiminizle olmuyor. Çünkü sizin seçimlerinizi sizden önce varolan başka bir şey etkiliyor demektir. Eğer "seçimlerimiz nedensiz" derseniz, o halde sizin ahirette cezalandırılmanız ve mükafatlandırılmanız da (zahiren konuşursak) sizin bu sebepsiz, nedensiz olarak yaptıklarınızla ilgili olduğuna göre, bu cezalandırma nedensiz olmuş olur. Yani söylediğinizin sonucu bu olur. Siz bu manayı savunuyor musunuz? (Ben de Allah’ın sebep olduğu şeyler nedensizdir diyorum. Ama ben bunların sebebinin ezeli olan Allah’ın ilmi olduğunu söylüyorum.)
*** Konu: Allah’a şükretme meselesi. Mesela insanlara sorsanız “Müslüman mısın?” diye çoğunlukla "Elhamdülillah müslümanım" derler. Yani “Allah’a şükrolsun müslümanım” der ve bu sözle şunu kasdeder: "Bana müslümanlığı nasip ettiği için O’na şükürler olsun.” Fakat ben Allah’ın iradesini inkar etmiştim. İrade olmadan nasip etme olur mu? O’na nasip etmek buna nasip etmemek için irade lazım değil mi? İrade olmayınca bu ayrım nasıl olur? Lafın özü, ben bugün Allah’a şükretme meselesini de inkar ettim. Fakat üzerinde düşününeceğim. Şükretme ile ilgili ayetleri de şöyle yorumladım: “Allah’ın ezeli ilminin böyle olmasına razı olun" manasında bir emirdir."
**** Allah’a hür denir mi? Bence denemez. Çünkü iradesi olmayana nasıl hür denilsin ki? Biz Allah’ın ilmine ezeli dedik ya, ezeli olunca bu ilmin nedeni yok demektir ve Allah’ın ilmine göre olaylar olacağına göre, esasen Allah’ı zorlayan olmamasına rağmen nedensiz olan ilmine göre olaylar olacağından, Allah’a hür de denemez diyorum. *** Descartes’i okurken aklıma takıldı. Descartes “Tanrı aldatıcı değildir” demişti ve bir kaç örnek verdi. Ama ben şu görüşü görmeden edemedim: Mesela düz bir sopa düşünün, suya sokulunca biz onu kırık görüyoruz ve onu bize böyle gösteren Allah değil mi? Yine asfalt yola bakınca yolun uzak kısmında yeri ıslak görüyoruz. Ancak oraya vardığımız da ıslak olmadığını görüyoruz.
*** Artık kıldığım namazda bile değişiklik yapmaya başladım. Örneğin rükuya eğiliyoruz ya, kalkınca ne deniyor: “Semi Allahulimen hamideh” yani "Allah hamdedeni duydu" veya benzeri bir anlam. Ben ise Allah’ın duymasını inkar etmiştim. O bakımdan rükudan kalkarken bu ifadeyi söylemiyorum ve sessizce kalkıyorum ve son oturuşta salli, barik okumuyorum. Nedeni ise son peygamberden rivayet edilen insan biçimci Tanrı anlatımlarıdır. Ettehiyyat yerine Fatiha okuyorum. Vitirde kunut duası okumuyorum. Fatihayı da dua niyetiyle okumuyorum. Dua anlamı gütmeksizin, kıraat bakımından okuyorum.
*** “Zamanı Allah yarattı” diyenlere soruyorum: Allah zamanı ne zaman yarattı? Zamanın olmadığı zaman olur mu? Zamanı Allah yaratttı diyenlere soru: Bir saniye evvel yaratabilir miydi? Eğer “yaratamazdı” dersen, zamanı varolduğu vakitte yaratmaya Allah’ı zorlayan neydi?
*** Dedi: Mesela ses yoktur. Çünkü cisim değildir, yer kaplamaz. Işık da yoktur, cisim değildir. Isı da yoktur." Cevap: Ses, ışık ve ısı bunların hepsi cisimdir. Her sonradan olan cisimdir; bu bilinen bir husustur.
*** Dün hayatımın kararını aldım: "Allah adaletsizdir." "Allah adaletlidir" demek, adalet adı verilen soyut kurallar bütünü var da Allah bunlara uyarsa adaletli olur, uymazsa adaletsiz olur gibi bir tehdit var gibi. Allah’ı hiç bir güç zorunlu kılamaz. O'nu belli kurallara uymaya zorlayamaz. Düşünmeden irade etmek olur mu? (hayır derseniz) Allah düşünür mü? (düşünmez derseniz) Nasıl "Allah irade etti" dersiniz?
*** Allah’a inanmayanların, aslında neye inandıklarını bilmediklerini size göstereceğim: Konu; determinizm yani insanların özgür iradelerinin olmadığı meselesi. Ateistlere sorarsanz nedir bu iş? Derler ki: “Bu Alem (Allah’tan başka herşey) ezelden beri vardı ve sonsuza kadar gidecektir. Alem’in sebebi Allah değildir.” Onlara soruyorum: Her olayın bir nedeni var mıdır? Mesela telefon çaldı ya, niye? Biri aradı da ondan. Niye aradı? Aramak istedi. Niye aramak istedi? Canı sıkıldı, gibi. Yani böyle sebep sonuç ilişkisine inanıyor musunuz? Genelde bu soruya "evet" derler. Madem ezelden (öncesiz, başlangıcı olmayan) beri böyle geldi böyle gidecekse ve her olayın bir nedeni varsa, o zaman bakın, mesela biz 2005’deyiz ya, 100 yıl önceki bir olay, bir sonrakinin, o da bir sonrakinin nedeni diye bakarsak sonuç olarak bu silsilede 100 yıl sonraki olayları etkileyen bir taraf var demektir. Mesela anne babanız nasıl birleştiler? Nerede tanıştılar? Örneğin düğünde tanıştılar. Demek ki tanışmaları için ikisinin de düğüne gitmesi gerekiyordu. Yani 100 yıl önceki olay, 100 yıl sonraki olayları belirliyor demektir. Tamam mı? Bunu kabul ediyor musunuz? Anlayanlar "evet" der zaten. Bu belirlenimciliktir yani determinizm. Ama sizin yaşadığınız tarihten 10 yıl sonrası da, bu bakış açısıyla belirlenmiştir. Sizin hareketleriniz de belirlenmiş demektir. Hani özgür iradeniz? Ateist de olsan inancın gereği yine özgür iradenin olmadığını bil.
*** Beni yanlış anlıyorsunuz. Allah’ı noksan sıfatlardan tenzih maksadıyla böyle ifadeler kullanıyorum. Allah’a karşı saygısızlık niyetim yoktur. Mesela ben Allah’ın sıfatlarını inkar ettim. Ancak bu sizin sandığınız gibi değildir. Çok derin meselelerden biri olan “Allah’ın sıfatları” bahsinde son dönemlerde elde ettiğim birtakım ince bilgilerin ışığında böyle davrandım. İnsanların çoğu Allah’ı insan biçimci olarak düşünür. Benim bu dediklerimin bir kısmını diyenler oldu. Farabi, İbni sina.. Allah’ın sıfatlarını inkar ettim ve ilmi var ve ilmi kendisidir dedim. Yani zatının ayrı değil, zatının aynıdır dedim. Piyasa kitaplarının ekserisinde anlatılanlar nedir biliyor musunuz? Bunlar müşriktir (ortak koşuyorlar) neden mi? Bu kitaplarda Allah’ın sıfatlarından bahsediliyor. Görmesi, duyması, iradesi, kudreti, kelamı gibi 7- 8 tane; ezeli sıfatları kabul ediyorlar. Ne oldu o zaman? Birden fazla ezeli oldu. Halbuki mantıken ancak bir tane ezeli olur. Bu problemden kurtulmak için ne dedim? (ve diyenler de oldu) Bir tane ezeli vardır. Soruyorum: Her ezeli ilah mıdır? “evet” derseniz, Eşariler ve Maturidiler 7- 8 tane daha Allah’ın zatından ayrı ezeli kabul ediyorlar. Ne oldu? Birden fazla yaratıcı kabul etmiş oldular.
*** Size bir misal vereyim. Bunu Hrıstiyanlar yapıyor. Bir hristiyan Kuran’a inandığını söyleyene soruyor: İsa Allah’ın kelimesi midir? O da “evet” diyor. Bu sefer Hristiyan: Kuran Allah’ın kelamı mıdır? Diyor. O “evet” diyor. Hristiyan diyor ki: “Kuran ezeli midir?” O “evet” diyor. Her ezeli olan ilah mıdır? diyor. O “evet” diyor. O zaman “İsa da ilahdır” diyor.
*** Allah’ın aldatıcı olduğuna karar verdim. Yeryüzünde adaletsizlik vardır. Madem ki herşeyin sebebi Allah’tır. O halde Allah adaletsizdir.
*** Yanılmalarımızı Allahmı varediyor? “Hayır” derseniz, kim varediyor?
*** Konu telefon: Bu cep telefonu ya da öbür telefondan konuşuluyor ya; soruyorum: Oraya giden bizim sesimiz mi? “evet” derseniz, araştırdım saniyede 150 metre sesin hızı. Ama Amerika uzak. Şimdi demek ki oraya ulaşan ses hızı değil, ışık hızı olduğunu zannetmiyorum. Ne hızı bu? Diyorum ki: O hızla olmuyor. Sen telefonla Amerika’yla konuşurken, diğer şahısın telefonun da senin sesinin benzeri varediliyor; bunu da Allah yapıyor. Olay bu; yani ses hızı olsa hızını söyledim. O ses Amerika’ya bu kısa sürede ulaşamaz. Demek ki başka bir şey var. Eğer radyo dalgası gidiyor falan derseniz. Aynı soruyu sorarım. Bu radyo dalgaları ışık hızıyla mı yoksa ses hızıyla mı yol alıyor? Derseniz ki, “bu ses uyduya gider oradan oraya gider.” Ben onu sormuyorum ki. Sonuçta bu ne hızıyla gider ses mi, ışık mı? Bunlar değilse ne o halde?
Dedi: kursatotcu, senin sesin elindeki telefona kadar ses hızında, telefondan karşı telefona kadar ışık hızında, karşı telefondan karşındaki kişinin kulağına gene ses hızında gider. Işık hızı saniyede dünya çevresini 7-8 kez dolaşabilecek hızdadır. Doğrudur oraya giden sesin değil sesinin bilgisidir. Uygun aygıtlarla sesin orada yeniden oluşturulur. Cevap: Ses hiç ışık hızıyla gider mi? “Gider” dersen, madem öyle, ohalde ses ile ışık hızı niye ayrı? Bu saçma bir cevap. Ses nasıl olur da ışık hızıyla gider? Böyle şey olur mu?
Bunu biri yazmış forumda: Şimdi telefonla konuşurken ses ışık hızına çevrilip gönderiliyor, anladım. Demek bu yüzden çok hızlı. Peki mesaj nasıl gidiyor? Mesaj daha yavaş geldiğine göre, o ışığa çevrilmiyor demek mi oluyor?
*** Bakın size bir anımı anlatayım. Ama anlamını söylemeyeceğim, bakalım bulabilecek misiniz. ( yani anlamını) Zira bu olayı millete komik diye başta söylüyorum. Millet komik bir şey bekliyor. Ben her anlatışımda gülmekten yerlere yatıyorum, ama aaaaa o ne, kimse gülmüyor. Niye anlamıyorlar ne kastettiğimi? İşte olay. Hadi bakalım anlayabilecek misiniz? Bundan yedi sene evvel. Bir şahısla konuşuyorum. Onun cep telefonu masa üzerinde duruyor. Diyorum ki: Bu telefon senin mi? “evet” diyor. Diyorum ki: "eski model galiba." O ise "neden?" diye soruyor. Diyorum ki: "Numaraları yokta…" Bu kadar. Bakalım niye güldüğümü bulabilecek misiniz? Çok komik diyorum. Biri dedi ki: “Kapaklı model miydi?” Cevap: Evet Not: Ben espri olsun diye değil. Ciddiyetle böyle demiştim. Not: Msn’den Yazışmalarımı kaydettim ve düzeltip buraya yazdım.
*** kursat: ama söyleyeyim kursat: mesela hapse giriyor ve bizi buraya rızkımız getirdi diyor kursat: rızık Allahtan olduğuna göre oraya girmek zorunda demektir ama o özgür iradeyi savunuyor SERHAN: bir hayrın vücuda gelmesi için binlerce sebep vardır. Cüzi irade o sebeplerden sadece birisidir kursat: peki onu Allah mı yaratır SERHAN: cüzi iradenin harici bir vücudu olmadığı için Allah yaratmaz kursat: peki cüzi irade ne demek SERHAN: insanın meyletmesi kursat: peki bu sence yok mu, var mı? SERHAN: aklen ve mantıken vardır SERHAN: fakat, harici bir vücudu yoktur kursat: var olan şeye nasıl yok dersin SERHAN: Allah Cehennemi yaratıyor. Cüzi irade olmasa neden insanları cehenneme atsın kursat: ben cüzi irade yoktur demedim ki SERHAN: mahiyetini tarif edemeyiz kursat: bak serhan sana şunu sorayım: sen maturidi mezhebindesin değil mi SERHAN: evet kursat: maturidi mezhebine göre cüzi iradeyi Allah yaratmaz, bunu biliyorsun değil mi SERHAN: evet kursat: sen maturidinin “kitabut tevhid” ini okudun mu SERHAN: hayır kursat: ben okudum ve ne gördüm dersin SERHAN: ne gördün kursat: böyle bir şey demiyor aksine her hadis mahluktur diyor SERHAN: cüzi irade mahluk değil SERHAN: itibari bir emirdir kursat: ama maturidi, sonradan olan her şey mahluktur diyor kursat: başka ne çelişkiler var bilsen şaşarsın SERHAN: maturidiye göre cüzi iradenin harici bir vücudu yok kursat: iman meselesini biliyor musun SERHAN: evet kursat: şimdi afallayacaksın kursat: maturidi mezhebinde iman mahluk mu? SERHAN: evet kursat: halbuki fetevayi hindiyyede 4. ciltte şu fetva var, küfür lafızları bahsinde: imanın mahluk olduğunu söyleyen kafirdir SERHAN: kimin kitabı o kursat: 300 yılık meşhur fıkıh kitabıdır. maturidi akaidiyle yazılmıştır çok camide bulursun SERHAN: peki kalbimize iman nasıl geliyor kursat: yani lafın özü kelam kitaplarına bakarsan şunu görürsün maturidi mezhebine göre iman mahluk değildir derler SERHAN: peki kalbimizdeki iman nereden geliyor kursat: gördün mü kursat: cevap: bak benim inancıma göre bu imanı Allah var eder kursat: maturidinin “kitabut tevhidi” nde bir bölüm var orada şu deniyor: imanın mahluk olduğu diye bölüm açıyor ve bunu kabul etmeyenlerin sözü dinlenmez diyor kursat: yani sizin imamınızın dediğini bugünküler kabul etmiyor ve onun dediklerine kafirlik diyorlar bu seni düşündürmedi mi SERHAN: Kur'anda ''bize döndürüleceksiniz'' gibi ayetlerle uzaklık ifade ediliyor. Fakat diğer bir ayette ''biz size şah damarınızdan daha yakınız'' diyor. Yani yakınlık ifade ediliyor. Allah bize yakın mı, uzak mı? kursat: Allah hiç bir yerde yoktur. o bakımdan bu ayetler mecazdır SERHAN: peki bize döndürüleceksiniz ne demek kursat: yani hesaba çekileceksiniz demektir kursat: bak Allah görür mü SERHAN: seni görmemesi noksanlık olur. Fakat senin ve benim gibi değil kursat: yukardan mı görür, aşağıdan mı SERHAN: yani Allah yarattığı kainatı görmeyecek, bu imkansızdır SERHAN: sen Allah zaman ve mekanda değildir demedin mi kursat: evet SERHAN: Allah bizim sıfatlarımızı onu tanıyabilmek için vermiş. Yani bizde görme ve ilim ve irade gibi cüzi sıfatlar olmasaydı, Allahın bu sıfatlarını anlayamazdık ve Allahı tanıyamazdık SERHAN: fakat, Allahın sıfatları bizim sıfatlarımıza benzemez kursat: olmayan şey görülür mü SERHAN: nasıl yani kursat: sen cevap ver SERHAN: görülmez kursat: peki alem ezeli mi hadis mi SERHAN: hadis kursat: Allahın görmesi var diyorsan bu ezeli mi, hadis mi SERHAN: ezeli kursat: eeeeeeeeeeeee kursat: ne oldu şimdi SERHAN: sen ezeli tabirini sonsuz yıl olarak hayal ediyorsun, yani sen yine Allaha zaman isnad ediyorsun. Allah indinde kainattan önce ve sonra diye bir şey yoktur kursat: yani alem yokken Allah neyi görüyordu SERHAN: zaman kainat ile başladı, yani Allah senin düşündüğün gibi kainattan önce kainatın yaratılmasını beklemiyordu. SERHAN: yani sana göre Allah kainatı yaratmadan önce böyle bekliyordu, sonra kainatı yaratmaya karar verdi, bu yanlıştır SERHAN: yani ezeli demek sonsuz yıl demek değildir kursat: bak alemin olmadığı durum var mıydı SERHAN: elbette kursat: onu soruyorum o durumda iken Allah neyi görüyordu SERHAN: sen Allaha önce ve sonra diye manalar yüklüyorsun. Allaha göre kainatta önce ve sonra diye bir şey yoktur SERHAN: yani mesela Allah bekliyordu, sonra kainatı yarattı diye bir şey yoktur kursat: peki Allah bizi görüyor mu yoksa gördü mü SERHAN: Cenab-ı Hakka göre bütün zamanlar ve mekanlar bir anda nazarındadır kursat: yani gördü öyle mi SERHAN: görmesi ezelidir SERHAN: yani ezeli olan ebedidir kursat: o halde görülenlerinde ezeli olması gerekmez mi SERHAN: hayır SERHAN: görülenleri Allah yaratmıştır. Fakat, senin hayal ettiğin gibi ezeli tabirini sonsuz yıl olarak düşünüp, sonra o sonsuz yılın birinde Allah kainatı yarattı düşüncesi yanlıştır kursat: ama biraz önce olmayan şey görülmez demiştin SERHAN: evet kursat: eee SERHAN: fakat, iyi düşün sen Allaha zaman ve mekan yüklüyorsun. Yani, kainattan önce de bir zaman hayal ediyorsun kursat: bak Allahın görmesi ezeli dedin değil mi SERHAN: ezeli ne demek kursat: öncesiz, başlangıcı olmayan SERHAN: evet, fakat, bunu zaman olarak hayal etme SERHAN: yani aklın ve fikrin sonsuz yıl önceye gitmesin hata edersin kursat: o halde ezeli olan şey değişir mi SERHAN: değişmez kursat: demene göre Allah bizi ezeli olarak gördü öyle mi SERHAN: evet kursat: yani biz yokken öyle mi SERHAN: senin hatan, Allahın bu görme sıfatını kendine benzetmen SERHAN: biz yokken zaman da yoktu SERHAN: dediğim gibi iyi düşün. kainattan önce ve sonra Allah diye, Allaha zaman yükleme kursat: o halde ezeli olarak bizi gördü ise benim burada klavyede seninle yazışacağımı da gördü öyle mi SERHAN: evet SERHAN: bak Allah hakkında zaman düşünmezsen bu iş hallolur kursat: peki o halde nerde benim özgür iradem? çünkü ben buraya gelmeseydim eeeeeeeeee Allahın görmesinde değişme olmaz mı o zaman SERHAN: Kur'anda neden Allah görür ve duyar diyor kursat: mecaz kursat: yani görülebilecekleri bilir manasında SERHAN: yanılıyorsun, sen buraya gelmeseydin, senin buraya gelmeyeceğini görürdü kursat: o halde sen ezeli kabul ettiğin bir şeyde değişmenin olabileceğini savunuyorsun halbuki yukarıda ezeli olan değişmez demiştin SERHAN: Allah senin buraya geldiğini görüyor. Değişmiyor ki kursat: ama sen, buraya gelmeyebilirdin dedin biraz önce, o zaman beni başka yerde görecek demene göre SERHAN: ben senin yarın mesela sinamaya gideceğini görsem sen gitmeseydim diyebilir misin, kursat: sen nasıl göreceksin ki SERHAN: temsil de kusur yok, temsilde anlatılmak istenene bakılır kursat: konuşur mu Allah SERHAN: Vücub-u Vücuduna ve kudsiyyetine has bir konuşması vardır. SERHAN: yani yine senin hayal ettiğin gibi değil kursat: sesi var mı O nun SERHAN: hayır kursat: sessiz konuşma olur mu SERHAN: olur SERHAN: Allahın şefkat ve merhameti var mı kursat: yok SERHAN: neden sana doğduğun anda süt gönderiyor kursat: Allahta duygu olur mu SERHAN: olur, fakat yine mecaz anlamda kursat: gerçek anlamını sordum SERHAN: var, fakat bizim duygularımıza benzemez kursat: küfür lafzıdır bu SERHAN: neden SERHAN: bismillahirrahmanirrahim ne demek kursat: rahman ve rahim olan Allahın adıyla SERHAN: rahman ve rahim ne demek kursat: esirgeyen bağışlayan diye çeviriyorlar kursat: mecazdır SERHAN: işte ben de onu diyorum, SERHAN: peki sorun ne SERHAN: neden bu mecaz manaları inkar ediyorsun. Allah görür fakat görmesi bize benzemez demen lazım değil mi kursat: yani hakiki manada alamazsın kursat: bunlar kendini kandırmaktır SERHAN: önündeki bilgisayarın bu şekilde olması için kaç ihtimal vardır kursat: tek SERHAN: neden, bir metre boyunda da olabilir ve üç santimetre eninde de olabilir SERHAN: değil mi kursat: hayır SERHAN: neden SERHAN: bu bilgisayarı yapan öyle irade etmiş değil mi kursat: çünkü Allahın ilminde benim bu bilgisayarın başında olacağım vardı o bakından başka türlü olamaz aksi halde onun ilmi cehle döner ki bu olmaz SERHAN: ben onu demek istemiyorum. Bu bilgisayarın ustası, binlerce şekil içinden bu şekli seçmiş değil mi SERHAN: temsili anlamaya çalış kursat: mecbur yaptı çünkü Allahın ilminde bunun böyle olacağı vardı SERHAN: fakat, Allah onun cüzi iradesiyle bu şekli seçeceğini de biliyordu, öyle ise mecbur değil kursat: Allahın ilmindekilerin varlığa gelmesi zorunlu mu değil mi SERHAN: Allah senin cüzi iradeni nasıl kullanacağını biliyor ve ona göre bir kader çiziyor SERHAN: bak konumuz kader değil, Allahın sıfatları kursat: forumlarda Allahın ilmi ve zorunluluk yazımı okudun mu SERHAN: evet kursat: ne diyorsun SERHAN: bak sen Allaha noksan bir sıfat yüklüyorsun SERHAN: çünkü, Allah istemeden, zorunlu olarak kainat var oluyor diyorsun kursat: Allahın ilmi mi bizim fiillerimize tabi yoksa bizim fiillerimiz mi O nun ilmine tabidir kursat: bu konu çok derin SERHAN: derin fakat, halledilmiş kursat: ben Allah zorunlu değildir diyorum, ancak şunu da ekliyorum O hür de değildir SERHAN: peki delilin ne kursat: O nun ilmi ezelidir ve ezeli olan şey sebepsizdir bunun izahı ayrıdır. Neyse, sebepsizdir ve olaylar O nun bildiği gibi olmak zorundadır ve iradesini inkar ettim çünkü irade demek seçmek demektir halbuki ilminde neyin olacağı zaten bellidir dolayısıyla bunları seçmesinin manası yoktur. dolayısıyla O ezeli olduğu için Ondan önce varlıkta olan olmadığı için şunu bunu yap diye zorlayan olmaz ancak ilmindeki şeyler varlığa gelmek zorundadır ve O ilminin zıttına bir şey yapmaya kadir değildir bu bakımdan hür değildir zira iradesi yoktur bu karışık SERHAN: peki kainatı kim yaratmıştır kursat: yaratma işi de karışık
***
kursat: Allahın iradesini inkar ettim onu konuşalım kursat: sence Allahın iradesi var mı ALLAHIN NURU: ne diyorsun sen ya kursat: Allahın iradesi var mı dedim ALLAHIN NURU: tabi var ALLAHIN NURU: bu ne biçim soru kursat: peki ezeli mi bu irade ALLAHIN NURU: evet kursat: peki irade seçmek demek değil mi ALLAHIN NURU: hayır kursat: ne o zaman ALLAHIN NURU: dilemek kursat: o da var ALLAHIN NURU: sadece bir anlam vermek yanlış kursat: devam ediyorum kursat: seçmek için seçilenlerin var olmaları gerekir mi, gerekmez mi ALLAHIN NURU: yaşadığımız alem için mi konuşuyorsun kursat: yok direkt soruyorum ALLAHIN NURU: Allahın katındaki seçimin veya dilemenin nasıl olduğunu Allah bilir kursat: biz akli delillerle konuşuyoruz, kesip atma hemen ALLAHIN NURU: dedim ya o deliller yaşadığımız dünyada geçerli kursat: bak net soruyorum seçmek için seçilenlerin mevcut olması şart mı, değil mi ALLAHIN NURU: hala aynı şeyi söylüyorsun ALLAHIN NURU: bizim için geçerli kursat: peki o zaman taktik değiştiriyorum, zaten herşey Allahın ilminde belli değil mi? daha Allah neyi irade edecek ki ALLAHIN NURU: sen Allahın iradesi ezeli değil diyorsun o halde kursat: ben direkt iradesini inkar ettim ALLAHIN NURU: irade seçmek demektir diyorsun sonra kendi yaptığın tanıma göre Allahın iradesi hakkında yorum yapıyorsun kursat: çünkü zaten herşey ilminde var ve bu işler ilmine göre olacak daha bunları irade etmenin ne anlamı ve manası var ki ALLAHIN NURU: Kuranda Allahın iradesiyle ilgili ayetlere ne diyelim o zaman kursat: onları ilim manasına alıyorum ALLAHIN NURU: iradeyle ilim aynı anda olamaz mı kursat: yok kursat: bak bunları sadece ben demiyorum İbn sina ve farabi de bunu dedi kursat: bak ezeli bir tane olur ALLAHIN NURU: şimdi ben Allahın iradesi ezelidir deyince Allahtan başka bir de "irade" diye bir ilahın olduğunu mu söylüyorum yani ALLAHIN NURU: bunu mu demek istiyorsun kursat: evet ALLAHIN NURU: peki sen de ilim diyorsun ALLAHIN NURU: ilim ezeli mi kursat: ama ben ilmi aynı zamanda kendisidir diyorum kursat: evet ALLAHIN NURU: yani hem ilmi var hem kendisi öyle mi kursat: bak ilmi zaten kendisidir diyorum ben, sen ise 7- 8 tane ezeli kabul ediyorsun, müşrik oluyorsun ALLAHIN NURU: senin mantığına göre Allahın tüm sıfatlarının, onun aynı olduğu da söylenebilir. neden sadece ilim sıfatını Onun zatıyla aynı görüyorsun... kursat: bak ezeli olan ilah mıdır ALLAHIN NURU: önce ben sordum kursat: ne sordun ALLAHIN NURU: senin mantığına göre Allahın tüm sıfatlarının, Onun aynı olduğu da söylenebilir neden sadece ilim sıfatını Onun zatıyla aynı görüyorsun... ALLAHIN NURU: bunu sordum kursat: cevap: bak ehli sünnet mezhebi diyor ki bu sıfatlar Allahın ne aynıdır, ne gayrıdır diyorlar ALLAHIN NURU: yahu sen ne diyorsun onu söyle kursat: şunu, ezeli olan bir tanedir birden fazla ezeli olmaz ama hepsi ezeli dersen ayrı ayrı ezeli kabul edersin ki Hrıstiyanların teslisi gibi olur kursat: zira konuşma, işitme, görme farklıdır bütün bunlar birdir, aynıdır denemez ALLAHIN NURU: ilim aynıdır diyorsun ama kursat: evet , ama sonuçta bir tane ezeli kabul ettim kursat: bak bu mesela ayrı kursat: biz iradeyi konuşuyoruz ALLAHIN NURU: niye ayrı olsun ALLAHIN NURU: ilim de Onun irade de kursat: bu meselenin adı şudur : teaddudu kudema yani ezelilerin çoğalması meselesi ALLAHIN NURU: bunu biliyoruz zaten niye söyledin ki şimdi kursat: bunu sen incele ALLAHIN NURU: bu konuda bir sıkıntım yok ki sen incele kursat: bak ben ne dedim: zaten olacak olanlar Allahın ilminde belidir o halde bunların irade edilmesi ne oluyor ki ALLAHIN NURU: yahu sorun şu: sen benim birden çok ezeli olduğuna inandığımı iddia ediyorsun ama kendin "Allahın ilmi" diyorsun ve ilim aynı zamanda Onun zatıdır diyorsun. ALLAHIN NURU: Allahın ilmi olduğuna göre, iradesinin de olması doğal değil mi kursat: mantık icabı ezeli irade olmaz çünkü seçmek düşünmeyi duraksamayı gerektirir dolayısıyla iradenin mutlaka hadis olması gerekir ALLAHIN NURU: iradeye neden sadece seçmek diyorsun? hem seçmek bile olsa Allahın seçmesi ile bizim seçmemiz aynı mıdır? ilim ezeli oluyorsa irade de ezeli olabilir. neden olmasın kursat: olamaz mantıklı ol ALLAHIN NURU: biz seçerken düşünmemiz duraksıyor ama Allah için böyle birşey söz konusu olabilir mi kursat: bak ben Allahın görmesini de inkar ettim bunu konuşalım ALLAHIN NURU: Allahın görmesini inkar ettim demek Allah görmüyor demektir bunu mu kasdediyorsun kursat: evet ispatlarım ALLAHIN NURU: ”Allah yaptıklarınızı görür” ne demektir o zaman ALLAHIN NURU: bu bir ayet kursat: evet kursat: görülebilecekleri bilir manasına alıyoruz kursat: olmayan şey görülür mü ALLAHIN NURU: görmek olan şeylerle ilgili bir kavram olarak kullanıldığında, olmayan bir şey görülmez kursat: alem ezeli mi, hadis mi ALLAHIN NURU: hadis kursat: Allahın görmesi sence ezeli mi ALLAHIN NURU: ilmi ezeli olduğuna göre o neden olmasın kursat: alem yokken Allah neyi görüyordu ALLAHIN NURU: neyi biliyorduysa onu kursat: ama olayan şey görülmez demedin mi az önce ALLAHIN NURU: varlıkta olmayan şey bilinir mi kursat: evet ALLAHIN NURU: o zaman görülür de kursat: ikisi bir değil ki ALLAHIN NURU: bilinen şeyin görünen bir şekli de vardır her zaman kursat: Allah kendini bilir mi ALLAHIN NURU: yahu ben ne bileyim Allahın bileceği şeyleri bana niye soruyorsun? şimdi biz Allah kendini biliyor deyince bilecek bilmiyor deyince bilmeyecek mi? kursat: Allah herşeyi bildiğine göre kendini bilir demektir kursat: kabul mu ALLAHIN NURU: dedim ya Allah bilir kursat: evet de ALLAHIN NURU: eeee kursat: sen kendini biliyor musun ALLAHIN NURU: evet kursat: o halde Allah nasıl kendini bilmesin ki ALLAHIN NURU: ben bilmez dedim ki kursat: bilir de o zaman ALLAHIN NURU: Allah bilir dedim ALLAHIN NURU: ben bilmem Allah bilir ALLAHIN NURU: yetmiyor mu kursat: "bilinen şeyin görünen bir şekli de vardır her zaman" yukarıda bunu dedin kursat: Allahın şekli mi var ALLAHIN NURU: varsa da ben bunu bilmiyorum kursat: bu laf küfürdür ALLAHIN NURU: ben bilmiyorum demek mi kursat: Allah cisim olabilir demeye varır ALLAHIN NURU: ben öyle mi dedim ALLAHIN NURU: bilmiyorum dedim kursat: Allah görülür mü ALLAHIN NURU: bak durmadan küfürle itham edeceksen bırakalım konuşmayı bu iki oldu. benim imanıma sen karar verecek değilsin kursat: konuşuyoruz ALLAHIN NURU: küfürsüz konuş kursat: uyardım ALLAHIN NURU: bu nasıl uyarı kursat: böyle ALLAHIN NURU: senin demenle mi kafir olacak insanlar kursat: ben beş yıldır cuma namazı neden kılmıyorum sanıyorsun ALLAHIN NURU: ne alakası var şimdi ALLAHIN NURU: onu mu konuşuyoruz kursat: yani millet böyle ben bunları çok gördüm ALLAHIN NURU: neyi çok gördün kursat: yani küfür fiillerini ALLAHIN NURU: o yüzden mi cuma namazı kılmıyorsun kursat: evet ALLAHIN NURU: diğer namazları niye kılıyorsun o zaman kursat: mesela onlara sorsan; mesela sana sorayım: şöyle dua ediyor musun: Allahım beni yanlışa düşürme ve yolumu saptırma diye dua ediyor musun ALLAHIN NURU: evet kursat: demek ki yolumuzu saptıran ve yanlışa düşüren kimmiş ALLAHIN NURU: bizmişiz kursat: o halde neden böyle diyorsun ALLAHIN NURU: doğru yolu bulmamızda bize yardım etmesi için kursat: doğru yolu bulamayanlar var mı ALLAHIN NURU: yok mu kursat: var mı ALLAHIN NURU: bulunduğun yerde sana inanan kaç kişi var kursat: bir kaç ALLAHIN NURU: söylediklerinin hepsini kabul eden kursat: bir kişi var ancak o da son peygamberin imanı konusunda dediğimi kabul etmedi ALLAHIN NURU: sen kim oluyorsun da peygamberin imanı hakkında konuşuyorsun kursat: ” doğru yolu bulmamızda bize yardım etmesi için” yukarda böyle dedin soruyorum: doğru yolu bulamayanlara yardım etmedi mi ALLAHIN NURU: o yazını ben de okudum kursat: ne diyorsun ALLAHIN NURU: az önce dediğimi ALLAHIN NURU: yani sen kim oluyorsun da peygamberin imanı hakkında konuşuyorsun kursat: delilime ne diyorsun ALLAHIN NURU: sen kim oluyorsun da peygamberin imanı hakkında konuşuyorsun kursat: ezbere konuşmak olmaz kursat: oradaki delillerime ne diyorsun kimse bir şey diyemiyor öyle sallıyorlar ilmi konuşan yok ALLAHIN NURU: bana ne senin delilinden ben sana sen kim oluyorsun da peygamberin imanı hakkında konuşuyorsun diyorum kursat: peygamber korunmuş biri mi ALLAHIN NURU: evet ALLAHIN NURU: hata yaptığı zaman düzeltilmiştir ALLAHIN NURU: ona vahiy geliyordu
|
Yukarı dön |
|
|
kursat Groupie
Katılma Tarihi: 24 eylul 2006 Gönderilenler: 56
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
***
kursat: son peygamberin imanı meselesini konuşalım kursat: çıldıracaksın ALLAHIN NURU: hayır kursat: çıldırtacam seni ALLAHIN NURU: yapamazsın kursat: uyku uyuyamayacaksın kursat: görürsün kursat: bak sence Allahın cisim olduğunu kabul etmek küfür mü ALLAHIN NURU: evet kursat: emin misin kursat: o halde sen son peygamberin Allahın zatı ile ilgili hadislerine bakmışsan insan biçimci bir ilah anlayışını anlattığını görmüşsündür ALLAHIN NURU: sen her hadis denen şeyin gerçekten peygamberin sözü olduğuna mı inanıyorsun kursat: gördün mü? hani Allahın dünya semasına inmesini anlatan onun eli avucu bacağı gözü olduğunu anlatan hadisleri gördün mü? büyük bölümü kütübü sitte de var ALLAHIN NURU: sen her hadis denen şeyin gerçekten peygamberin sözü olduğuna mı inanıyorsun kursat: bak buhari müslimin hadislerinden bahsediyorum sahih denen hadislerden bahsediyorum ALLAHIN NURU: buhari ve müslimdeki her hadis sahih midir kursat: bak işi yokuşa sürme ALLAHIN NURU: ne yokuşu ALLAHIN NURU: cevap ver kursat: bütün bu yüzlerce rivayeti inkar mı ediyorsun yoksa tevil mi ediyorsun yoksa tevil etmeden kabul mu ediyorsun ALLAHIN NURU: soruma cevap vermedin kursat: değildir ALLAHIN NURU: peki bahsettiklerinin sahih olduğuna emin misin ALLAHIN NURU: bu konuda ayetlerle konuşsan daha iyi olur kursat: bak kitaplar bir kısmına sahih diyor hatta şu hadise mütavatir diyorlar 37 sahabiden rivayetmiş kursat: "gecenin üçte biri geçince Allah dünya semasına iner ve yok mu isteyen vereyim der" ALLAHIN NURU: bundan Allahın cisim olduğu sonucu mu çıkar kursat: evet ALLAHIN NURU: hayır, o senin düşüncen kursat: bak her hareket eden mekandadır çünkü hareket bir mekandan diğer mekana geçmektir ve her mekanda olan ise cisimdir ALLAHIN NURU: Allah mekandan münezzehtir kursat: peki şunu der misin Allah hiçbir yerde değildir ALLAHIN NURU: hayır kursat: halbuki dediğin bu manaya gelir çünkü mekandan münezzeh demek mekanda olmaktan uzaktır yücedir manasına gelir ki bu da mekanda değil manasına gelir bu ise Allah hiçbir yerde yoktur anlamındadır ALLAHIN NURU: hayır öyle demek değildir kursat: ya nedir ALLAHIN NURU: Allah herhangi bir mekandadır denilemez demektir ALLAHIN NURU: bu yoktur anlamına gelmez kursat: mekanda değilse mekanda yoktur niye denilmesin ALLAHIN NURU: çünkü mekan bizler için geçerlidir kursat: Allah mekanda mıdır değil midir ALLAHIN NURU: mekan nedir kursat: yer ALLAHIN NURU: yani mekan derken dünyevi bir yeri mi kastediyorsun kursat: bak mekanın manası sadece “yer” demektir bunu dünyevi münyevi diye düşüme ALLAHIN NURU: Allah belli bir yerdedir denilemez ALLAHIN NURU: onu ancak Allah bilir ALLAHIN NURU: nerde olduğunu bilince yanına mı gideceksin, hayırdır kursat: bak şimdi bu mekanları Allah mı yarattı ALLAHIN NURU: başka kim yaratacak kursat: peki bu yaratılanlar hadis mi ALLAHIN NURU: ya baksana sana sadece bir kişi inanıyordu değil mi kursat: evet ALLAHIN NURU: o halde ikiniz dışında herkesin kafir olduğuna inanıyorsundur sen kursat: ben ona da kafir diyorum kursat: o da bana ALLAHIN NURU: o zaman benimle bir daha konuşma kursat: neden ALLAHIN NURU: çünkü bana da kafir demen için hiçbir engel yok kursat: bak sen bir kere kadere inanmayan birisin, sana nasıl mümin derim? ALLAHIN NURU: bak gördün mü kursat: öyle ALLAHIN NURU: halbuki ben kadere inanıyorum ALLAHIN NURU: sadece senin inandığın gibi inanmıyorum o kadar kursat: peki benim seninle yazışmam kader mi ALLAHIN NURU: sen ise senin gibi inanmayanlara kafir diyorsun ALLAHIN NURU: bu yüzden benimle konuşma diyorum kursat: başka alternatifim yok kursat: böyle olmaz bu işler ALLAHIN NURU: evet böyle olmaz kursat: bak yukarda sordum ben. mekanları yerleri Allah mı yaratıyor diye sen evet dedin peki bu mekanlar bu yaratılanlar hadis mi ALLAHIN NURU: abuk subuk şeylerle uğraşıyorsun kursat: lütfen soruma cevap ver ALLAHIN NURU: senden başka herkese kafir diyorsun kursat: cevap verir misin ALLAHIN NURU: cevap vermiyorum artık kursat: bak sıkıştıracağım seni ALLAHIN NURU: beni gaza getiremezsin kursat: bak göreceksin çelişkini, ver cevap ALLAHIN NURU: bu kadar konuştuk ortada bir şey yok ALLAHIN NURU: sadece herkesi kafir görüyorsun o kadar kursat: bak göreceksin, bu mekanlar yaratılmadan önce Allah neredeydi ALLAHIN NURU: benim için faydalı olmayacağına inandığım bir konuşma şeklidir bu kursat: bak son soruma cevap ver kursat: kapatacağım şimdi kursat: haydi zor değil kursat: evet cevap şu: mekanlar yokken Allah hiçbir yerde değildi ALLAHIN NURU: hayır vermiyorum vermeyeceğim. herkesi kafir görerek konuşuyorsun kursat: sonradan yer değiştiremeyeceğine göre yine hiçbir yerde değil kursat: böyle olmaz kursat: ne diyorsun son yorumuma kursat: ahhhhhhhhhha be bunlar inan ki basit konular kursat: bunda bile yanlıştasın ya
***
kursat: ben yıllarca bu kitapların içindeyim ve çok dolap dönüyor ama bunları anlamak zor. Ben gerçekten yardım etmek istiyorum ve tahminlerinizin ötesinde acı çektim ben bu konu üzerinde çok uğraştım bunları bulmak çok zor ve bana insanlardan yol gösteren olmadığı gibi kitapların ekserisi, tamamına yakını bu konuda yalan dolandır. Bu kitapları okuya okuya bu çelişkileri göre göre okumaya devam ettim, ben bu işleri yani sahtekarlıkları anladığım dönemde yani beş yıl önce bunları anlamış olmakla seviniyordum ve kitaplardaki çelişkileri gün geçtikçe daha iyi anlamaya başlıyordum; onların çelişkilerine artık gülüyordum. Ancak bir zaman sonra gülememeye başladım. Çünkü bu benim vakıf olduğum şeyleri insanların çoğu bilmiyordu. Onlar aldatılmaya devam ediyordu; artık gülemez olmuştum. gece: Bu dinde beni çeken şey "yalınlık" ve "sadelik, gösterişsizlik" oldu çelişkiler beni ilgilendirmiyor. Çünkü ben kimsenin çelişkilerini gidermek için doğmadım kursat: ama insanın bildiklerinde tatmin olması için çelişkileri halletmesi lazım. Kader konusunda dediklerime yorum yapmıyorsun; dediğime inandın mı gece: bir kez daha tekrar et kader konusunda dediklerini; ben de at gözlüğü yoktur. Aklıma yatarsa inanırım tıpkı dine inandığım gibi kursat: bak sen Allah'ın olayları olmadan önce bildiğine inanıyor musun gece: elbette kursat: peki Allah'ın bildiği şeylerin varlığa gelmesi zorunlu mu değil mi gece: bunu açalım biraz. Çok geniş cümle oldu kursat: Allah'ın bildiği şey yanlış çıkar mı gece: cümlenin açılmışı bu mu? kursat: hayır bu basiti gece: cevabım Allah'ta asla yanlış yoktur kursat: peki o halde benim burada yazacağımı biliyordu ise ben mecbur yazmış olmuyor muyum gece: sistemin bir parçası olduğuna göre mecbur yazmış oluyorsun. Sen hiç sistemin neresinde olduğunu düşündün mü kursat: ben bunu diyorum. O halde zina yapan da mecbur mu oluyor gece: zina olayları sistemin neresinde ise sistemin o bölümünün işleyişi gerçekleşir. Burda senin eksiğin çıkıyor; bakıyorum sadece din başlığına yazabiliyorsun; hiç bir tarihi başlıkta görmedim yazını; tabii ki bunlar giderilebilir kursat: ben metafizik seviyorum; felsefe ve kelam bunları seviyorum. sorgulamayı, düşünmeyi seviyorum gece: İslam da bir söz vardır. İnsan Allah'a kalben, ilmen, aynen yakın olabilir. Yani metafizik şart değil kursat: soruyorum: "Allah hiçbir yerde" der misin gece: hiçlik diye bir şey yok ki, hiç bir yer olsun kursat: yani bir yerde değil demek, hiçbir yerde yoktur demek değil midir gece: bir yerde değil demek her yerde demektir kursat: ciddi misin kursat: her yer de, içinde bir yeri barındırmıyor mu gece: düşünsene; bir yerde olan başka yerde olamayacağına göre bir yerde olmayan her yerde olur
***
kursat: bana çok karşı çıktın seni merak ettim SaFa_Cihad : Şimdi konuş bakalım nedir senin derdin? kursat: evet ne diyorsun SaFa_Cihad : Ateistsen ateistim de SaFa_Cihad : Öyle müslüman tavırlarıyla yaklaşıp kursat: hayır ateist değilim SaFa_Cihad : bu şu yanlış diyenleri çok gördük biz SaFa_Cihad : Vehhabiliği gördük biz kursat: Allahın ilmi konusunda dediklerime ne diyorsun SaFa_Cihad : Ama bunların hiçbiri prim yapmadı SaFa_Cihad : Ben senin mantığına, yaklaşımına baştan karşı çıkıyorum SaFa_Cihad : Örneğin ilk okuduğum mesajlarından birisi her şeyin Allah'ın mı kulun mı elinde olduğu konusuydu SaFa_Cihad : Yani cüz'i ve külli irade mevzusu SaFa_Cihad : Sen şu hikayecik hakkında ne düşünüyorsun: kursat: ne hikayesi SaFa_Cihad : Adamın biri gece yatmaya giderken kapısı çalıyor. (bu arada adamın yatağının altın bir yılan var, adam yatmaya gitse yılan adamı sokacak) Adam kapıya çıkıyor ve kapıya gelenin kötürüm bir adam olduğunu ve sadece bir lokma ekmek istediğini söylüyor. Adam da içinden gelerek ekmek ve su veriyor daha sonra kapıdaki adam "Allah seni bu gece her türlü beladan korusun" diye dua ediyor. kursat: eee SaFa_Cihad : Sonuçta o gece yılan evden uzaklaşıyor. İşte burada iki türlü iradeden bahsedilir. kursat: ne SaFa_Cihad : Birinci insanın kendi elinde olan irade: İnsan dilenciye ekmek verip vermemekte özgürdür SaFa_Cihad : İkincisi külli irade: Yılanın sokup sokmamasına Allah karar verir kursat: o halde yılan özgür değil öyle mi SaFa_Cihad : evet SaFa_Cihad : Dünya'da İnsan dışındaki hangi mahlukat yaptıklarından sorumludur ki kursat: cin kursat: bak seninle Allahın ilmini konuşmak istiyorum tamam mı SaFa_Cihad : ok SaFa_Cihad : konuşalım bakalım, bu konu kalsın diyorsan kursat: Allahın ilmi ezeli mi SaFa_Cihad : Evet kursat: o halde bizim bütün yapacaklarımızı biz yapmadan önce bilir mi SaFa_Cihad : amenna kursat: peki bildiği şeyler yanlış çıkar mı SaFa_Cihad : çıkmaz SaFa_Cihad : haşa kursat: o halde sen orada mecbur yazı yazıyorsun demektir çünkü evvelden yazacağını biliyordu SaFa_Cihad : bak bu nasıl bir şey biliyor musun? kursat: söyle SaFa_Cihad : diyelim ki bir araba son sürat uçuruma gidiyor, ve uçurumdan uçması an meselesi ve durması imkansız sen bu kıt ilminle o arabanın uçacağını anlarsın değil mi? Peki burada suçlu kimdir? Arabayı o süratle yokuşa süren değil mi? SaFa_Cihad : Peki bunu Allah'ın sonsuz ilmiyle ilişkilendirebilir misin? SaFa_Cihad : Biz bu aciz halimizle anlıyorsak yani... kursat: cevap vereyim mi SaFa_Cihad : evet lütfen kursat: öncelikle şunu bilmeni istiyorum ki ben bu cevapların binlercesini görmüş biriyimdir SaFa_Cihad : ben de senin iddialarının binlercesini okudum kursat: buradaki esas problem ezeli olan ilimle bizim hadis olan yani sonradan olan ilmimizi kıyas etmektir kursat: yani şöyle biz bu arabanın düşeceğini nasıl bildik? çünkü önceki tecrübelerimiz gereği bu kadar süratle giden araba duramaz diye çok defa görmüştük kursat: sonra da bu bilgimiz ışığında aklettik ve bu sonuca vardık kursat: yani şunu demek istiyorum bizim bu olay hakkında hüküm vermemiz için öncesinde bir takım tecrübeler yaşamamız gerekir kursat: yani bu olaydan önce biz, arabayı tanımamız bilmemiz gerekir kursat: hal böyle olunca bizim ilmimiz etkilenen bir ilimdir kursat: bu tamam mı SaFa_Cihad : bir şey ekleyeyim mi kursat: evet SaFa_Cihad : Burada biz arabayı tanımıyorduk, hızı bilmiyorduk, düşmesini tahmin edemezdik (tecrübelerimiz olmasa) çünkü bizim ilmimiz kısıtlı ve sürekli yeni şeylerle güçlendirilmesi gerek SaFa_Cihad : Ama burada sen haşa yaratanla yaratılanı aynı kefeye koyuyorsun SaFa_Cihad : Arabayı da hızı da yani kısacası bütün bu olayların sıralamasını da yaratan Allah'tır... Allah yaratmıştır ve der ki "hızlı sürersen araba uçar" kursat: ben devam edeyim mi SaFa_Cihad : Yani bu olayı bilir ama gelişmesine karışmaz SaFa_Cihad : ok kursat: halbuki Allahın ilmi ezelidir ve etkilenen bir ilim değildir ve bu arabanın düşmesini bilmek için önceden arabayı da bilmesi gerekmez SaFa_Cihad : evet kursat: dolayısıyla bizim ilmimizle Allahın ilmini kıyaslayamazsın bizim ilmimiz etkilenen bir ilimdir oysa Onun ilmi etkileyen bir, etkin ilimdir SaFa_Cihad : dediğime geldin işte kursat: dolayısıyla Onun bu olayı bilmesi olayın sebebidir kursat: dolayısıyla cebr olur SaFa_Cihad : neden sebebidir güzel kardeşim SaFa_Cihad : Sen bir noktaya geliyor ve orada takılıyorsun kursat: çünkü sebep sebepliden önce gelir ve Allahın ilmi ezeli olunca her şeyin sebebi Allahın ilmi demektir kursat: Allahın ilmi mi bizim hareketlerimize tabidir yoksa bizim hareketlerimiz mi Onun ilmine tabidir SaFa_Cihad : İkinci şık doğru ama sen yine yanlış yorumlayacaksın SaFa_Cihad : çünkü sabitlenmişsin aynı noktaya kursat: o halde açıkla dediğini SaFa_Cihad : Açıkladım zaten ama anlamak istemedin SaFa_Cihad : Bak şimdi kursat: evet SaFa_Cihad : Allah senin bildiğin ve bilmediğin soyut ve somut her şeyin yaratıcısıdır SaFa_Cihad : Buraya kadar tamam mı? kursat: bu dediğine inanmadığını ispatlayayım mı SaFa_Cihad : ok SaFa_Cihad : açıkla kursat: sence düşüncelerimizi Allah mı yaratır SaFa_Cihad : evet düşüncelerimizi de Allah yaratmış ve karar verme yetkisini bize vermiştir SaFa_Cihad : Hayır da şerde Allah'tandır seçimi bize aittir kursat: seçimimizi Allah mı yaratır SaFa_Cihad : Seçtiğimiz şeyleri Allah yaratır kursat: seçimimizi de mi? diye sordum SaFa_Cihad : O ne demek ya kursat: mesela seç önündeki klavyeden bir harf ve ona bas SaFa_Cihad : Buna ben karar veririm SaFa_Cihad : Fakat Allah o tuşa basacağımı önceden bilir kursat: bu karar, sonuçta düşünce midir SaFa_Cihad : evet kursat: biraz önce düşüncemizi Allah yaratır demiştin değil mi SaFa_Cihad : evet SaFa_Cihad : Allah yaratmasaydı düşünemezdik kursat: o halde senin hangi harfi seçeceğinin düşüncesini de Allah yaratıyor demektir öyle mi SaFa_Cihad : Burada takılıyorsun işte SaFa_Cihad : Allah cüz'i irademizi de yaratmıştır kursat: eeeeee SaFa_Cihad : Yani karar verme yetkimizi de kursat: eeee SaFa_Cihad : Yani Allah verdiğimiz kararı değil SaFa_Cihad : Karar verme yetimizi yaratmıştır SaFa_Cihad : Fakat ilmi sayesinde vereceğimiz kararı bilir SaFa_Cihad : Amenna ve saddakna kursat: hani düşüncelerimizi Allah yaratıyordu SaFa_Cihad : Yani A ve B şıkkı var SaFa_Cihad : İkisini de Allah yaratmıştır SaFa_Cihad : Ama sen karar verirsin ya A'dır ya B kursat: bak şimdi diyelim ben içki içmek istedim ve içmeye karar verdim bu kararımı Allah mı yarattı SaFa_Cihad : İçki içme ihtimalini de içmeme ihtimalini de Allah yaratmıştır SaFa_Cihad : İçersen günahkar olursun SaFa_Cihad : Bu karar sana aittir SaFa_Cihad : Anladın mı kursat: içmeye karar verdim ve içtim diyelim bu isteğimi ve kararımı Allah mı yarattı SaFa_Cihad : Evet dedim ya kursat: o halde ben bunu istemeye mecburum demektir SaFa_Cihad : hayır değilsin kursat: ben Allahın ben de yarattığı düşünceyi nasıl olur da düşünmeyebilirim SaFa_Cihad : çünkü öbür kararı da Allah yaratmıştır kursat: ama birini yaratırsa ben de, ben onu düşünmek zorunda olmam mı SaFa_Cihad : Cüz'i iraden var dedik ya SaFa_Cihad : ve onu da Allah yaratır dedik ya SaFa_Cihad : onu hep boş geçiyorsun kursat: ancak senin mezhebin bunu kabul etmiyor SaFa_Cihad : Neymiş benim mezhebim kursat: maturidi SaFa_Cihad : Ben külli iradeye de cüzi iradeye de inanıyorum SaFa_Cihad : İkisi de Allah'tandır ve Hak'tır kursat: onlar da inanıyor ancak onlar cüzi iradeyi Allah yaratmaz derler kursat: 5 yıldır cuma kılmıyorum SaFa_Cihad : neden dar'ul harp'cimisin kursat: çünkü imamların tamamı kadere inanmaz neredeyse SaFa_Cihad : kadere inanmaz mı? SaFa_Cihad : kimmiş onlar? kursat: evet senin gibi SaFa_Cihad : kader ve kaza kursat: mesela burada yazışmamız kader mi SaFa_Cihad : evet kursat: kader mi SaFa_Cihad : Aynı konuya başlayalım SaFa_Cihad : Evet burada yazmamızı Allah nasip etmiştir kursat: Allahım beni yanlış yola düşürme ve yolumu saptırma diye dua ediyor musun SaFa_Cihad : Evet SaFa_Cihad : Çünkü biliyorum ki Allah ezelden benim bu duayı edeceğimi biliyordu SaFa_Cihad : Bak sana bu olayı anlatayım mı? kursat: demek ki yanlış yola düşüren ve yolumuzu saptıran kimmiş SaFa_Cihad : Allah (cc) ailemin önüne belli yollar koymuş ailemde bu çocuğu müslüman bir genç olarak yetiştirmeyi tercih edeyim demiş daha sonra ben büyümüşüm Allah(cc) benim de önüme yollar koymuş ben de İslamı tebliği tercih etmişim vs. SaFa_Cihad : Ben bunları tercih ederken Allah müdahale etmez SaFa_Cihad : fakat sonsuz ilmiyle sonumuzu bildiği için kaderimizi bu seçimlerimize göre yazar kursat: yani iradesi bunlara şamil değil diyorsun öyle mi SaFa_Cihad : hayır öyle bir şey demedim iyi oku SaFa_Cihad : seçimlerimizin ne olacağını biliyor diyorum Allah'u alem kursat: bildiği gibi mi olmasını irade etti yoksa bildiğinin hilafına olmasını mı irade etti SaFa_Cihad : bildiğinin aksinin olması imkansızdı. farzı misal bütün yaşadıklarını (geçmiş, bitmiş) video da izlediğini düşün SaFa_Cihad : düşün ki Allah(cc) bu olayları bittikten sonrasını da, öncesini de görüyor kursat: yani bildiği gibi olmasını mı irade etti diyorsun SaFa_Cihad : iradesini bu olayda kullanmaz çünkü o olaylarda cüz'i irade vardır kursat: peki bu cüzi irade Allahın iradesi dışında mı meydana geliyor SaFa_Cihad : evet Allah'ın iradesi dışında değil tabi ki kursat: eeeee SaFa_Cihad : Baştan beri konuşup hep başa dönüyoruz SaFa_Cihad : SEn şimdi bu olaydan bir şey anlamadıysan kursat: bildiği gibi mi irade ediyor? Evet mi hayır mı SaFa_Cihad : pes doğrusu SaFa_Cihad : ya sorun yanlış SaFa_Cihad : olayı iyi bir tahlil etsene SaFa_Cihad : ya da şöyle diyeyim bildiği gibi irade ediyor çünkü bu olayların bittiği (yani cüz'i iradenin sonucunda) bu olayları görüyor kursat: ben ne sorduğumu biliyorum SaFa_Cihad : Hepsi Allah'ın iradesinde SaFa_Cihad : Allah istemeseydi bu olaylar olamazdı SaFa_Cihad : Ama Allah insanın istediği gibi davranmasına irade ediyor SaFa_Cihad : ok? kursat: bu aldanıştır kursat: madem öyle neden maturidi mezhebi cüzi iradeyi Allah yaratmaz dedi kursat: onlar şunu gördüler eğer düşüncelerimizi Allah yaratırsa cebr olur dediler o bakımdan bunu inkar ettiler SaFa_Cihad : Ben sana daha ne diyeyim açıklıyorum konu değiştiriyorsun kursat: kader hadislerine baktın mı SaFa_Cihad : evet kursat: ne gördün SaFa_Cihad : anlattıklarımı kursat: ya etme hepsine baktım hepsinde özgür iradesi yoktur insanın diyor
***
SERHAN: bir tanesini söylesene kursat: tamam söyleyeyim kursat: mesela gazaliyi ve raziyi övüyor halbuki bunlar cebircidir yani “insanın özgür iradesi yok” derler SERHAN: İmam-ı Gazalinin insanın iradesi olmadığını nerede söylüyor kursat: kader risalesinde ehli sünneti cebr düşüncesinin karşısında diye tanıtıyor halbuki eşari cebircidir bunu bilmiyor başka yerde imam eşari diyor kader risalesinde cebir itikadına sapık fırka diyor sonra tüfek atmasaydı ölmesi meçhul diyor halbuki ölen ölmek zorundadır zira ecel ileri geri gitmez başka yerde hapse düşüyor rızkımız bizi buraya getirdi diyor rızık Allahtan olduğuna göre hapiste yedikleri rızık olduğundan onları yemesi lazım demek ki oraya düşmesi lazım kursat: kitabımda gazalinin ihya adlı kitabından alıntı yaptım orada “insanın özgür iradesi yoktur” diyor SERHAN: kürşat, 1.eşari cebirci değildir. 2. kader, senin cüzi iradenle o tüfeği ateşleyeceğini biliyor ve ecelini tayin ediyor. Yani, Allah o tüfeğin ateşlenmesine bakarak ecelini tayin ediyor. Eğer o adam cüzi iradesini tüfeği ateşlemeye kullanmasaydı, ölen adam hakkında Allahın nasıl bir kader tayin edeceğini biz bilemeyiz. kursat: ecel vakti değişir mi SERHAN: 3. Allah senin cüzi iradeni nasıl kullanacağını biliyor ve ona göre bir kader tayin ediyor. Allah Bediüzzaman ve talebelerinin zalimlerin eliyle hapse düşeceğini biliyor ve o hapiste rızıklarını tayin ediyor kursat: peki bildiği gibi mi diliyor yoksa bildiğinin hilafına mı diliyor SERHAN: ecel vakti değişmez. Fakat, Allah o adamın cüzi iradesiyle tüfeği ateşlendireceğini biliyor. Ve ölen adamın ecelini tayin ediyor. Yani, o adamın tüfeği ateşlendireceğini Allah ezeli ilmiyle biliyor. Yani, ecel değişmez. kursat: ecel değişmez de o halde said nursi neden ölüp ölmeyeceği bizce meçhul diyor SERHAN: elbette..çünkü, eğer o adam silahı ateşlemese Allahın o adama nasıl bir kader yazacağını bilemeyiz. Fakat, o adamın o tüfeği ateşleyeceğini Allah bildiği için, ecel değişmez. SERHAN: yani kader, cüzi iradeye ve sonuca bir bakıyor. Eğer kader cüzi iradeyi nazara almasaydı, o zaman cebir olurdu kursat: ecel değişmezse said nursinin, adamın ölmesi lazım demesi gerekirken neden ölmesi veya ölmemesi bizce meçhul dedi bunu soruyorum bu ayetten şüphe etmek demektir SERHAN: fakat, eğer o adam bir sebep olmadan ölse, cebir olur kursat: cüzi iradeyi Allah yaratmaz diyorsun peki bu nasıl var oluyor . emri itibari yani itibari (varsayılan) bir şey diyorsan, varsayılan yok demektir daha nasıl sen iradenin özgürlüğünü savunuyorsun SERHAN: yani, senin cüzi iradeni nazara alıyorum SERHAN: mesela, yerçekimi nedir kursat: Allahın varetmesidir SERHAN: bir vücudu var mıdır kursat: bak ben yerçekimini kabul etmiyorum ki kursat: cisimin haraketini Allah vareder diyorum SERHAN: Yerçekimi, Allahın Kudretinin bir tecellisidir, fakat harici bir vücudu yoktur SERHAN: yani sadece itibari ve ilmi bir vücudu vardır SERHAN: bir de, cüzi iradenin mahiyetini tam olarak bilemememiz, onun olmadığını göstermez. Bizce mahiyeti bilinmeyen çok şey var ki, varlığını kabul ediyoruz SERHAN: fakat aklen ve mantıken, Allah bize bir seçme hakkı vermiş, yoksa cehennem adaletsiz olurdu kursat: sence cüzi irade var mı yok mu SERHAN: var kursat: peki mahluk mu SERHAN: değil kursat: yaratılmayan hadis bir şeye var diyorsun öylemi SERHAN: harici bir vücudu olmayan ve sadece ilmi vücudu olan bir şey. kursat: harici vücudu olmayan derken neyi kasdediyorsun SERHAN: mesela bir haritadaki ekvator çizgisinin hakiki vücudu var mı veya paralel çizgilerinin veya ülke sınırlarının SERHAN: hepsi farazi bir hattır değil mi kursat: evet SERHAN: cüzi iradenin de sadece itibari ve ilmi bir vücudu vardır. Aynı haritadaki çizgiler gibi farazi bir vücudu vardır kursat: ama haritadaki çizgiler harita haricinde yoktur farazidir ama bu "yok " demektir. oysa sen cüzi iradeye "var" diyorsun. fark bu görmezden gelme SERHAN: fakat olmadıkları ve yaratılmadıkları halde kabul ediliyor ve onlara ilmi bir vücud veriliyor SERHAN: dikkat et, farazi ve ilmi bir vücud kursat: sen cüz iradeye "var" diyorsun ve "etkisi var" diyorsun oysa olmayan şey etkili olamaz SERHAN: bak dikkat et, etkisi var demiyorum. Sadece meyelan var. Yani bu meyelanın sadece ilmi bir vücudu vardır, harici bir vücudu yoktur. Ayrıca, haklısın bunlar ilmi tabirlerdir. Cüzi iradenin mahiyetini sadece böyle ifade edebiliriz, yoksa hakiki ve tam mahiyetini bilmek çok zordur, aynı ruh gibi, SERHAN: sence cüzi irade var mıdır kursat: halbuki inan ki cüzi iradenin tanımı da basittir ve böyle dolambaçlara gerek yoktur bunu sizde bilirsiniz ancak işinize gelmiyor SERHAN: söyle öğrenelim kursat: çok kolay: bir fiili yapmayı istemektir. örneğin ben oturuyorum ve kalkmayı istedim ve kalktım. işte bu örnekteki kalkmayı isteme’me yani bu düşünceme cüzi irade denir ve bu bal gibi de vardır ve Allah varetmiştir bu kadar basit. istediğin kelam kitabına bak bunu görürsün SERHAN: Peki, senin o istemeni Allah varediyorsa cebir olmaz mı kursat: zaten o yüzden ben cebirciyim ya SERHAN: peki Allah Cehennemi neden yaratmış kursat: nedeni yoktur geniş izahı kitabımda ama istersen burada da açıklayayım SERHAN: cehennemi yaratması ve sonra insanları onun içine atması zulüm olmaz mı, eğer cebir varsa kursat: cevap: zaten ben Allaha adaletsiz demiştim ama zalim demem izahı şu kursat: zulüm: işi yerli yerinde yapmamak manasındadır dolayısıyla Allahı kimse sen şunu yap, şunu yapma diye zorlayamaz, o bakımdan onun yaptıkları yerli yerinde değildir şeklinde hüküm verilemez kursat: adaletsiz oluşu ise şöyledir: öncelikle şunu söyleyeyim ki Kuranda Allahın adil olduğu geçmiyor hadiste var ancak benim hadislere bakış açım çok değişti SERHAN: ”kim zerre kadar iyilik yapmışsa mükafatını ve kim zerre kadar kötülük yapmışsa cezasını görecek”. Sence bu adalet değil mi kursat: şöyle oluyor: adalet demek sanki soyut kurallar bütünüdür. bu kurallara uyarsa adaletli ama uymazsa adaletsiz şeklinde sanki Allahı tehdit eden birşey gibi oluyor. o bakımdan Allahı hiçbir şey tehdit edemez ve Allah ezeli olduğundan ve ezeli olanın nedeni olmadığından Allahın yaptıkları için bir ölçü konulamaz nedeni olmayan şey için niye böyle niye şöyle diye soru sorulamaz SERHAN: peki Kürşat, Allahın rahmeti o insanların Cehennemde azap çekmesine nasıl müsade ediyor SERHAN: eğer onlar cehennemi haketmemişse, bu kadar şefkatli Allah onlara neden azap etsin kursat: bak Allahın şefkati yoktur kursat: çünkü bu duygudur Allahta duygu olmaz kursat: Allah ezeli olduğundan nedensizdir
***
kursat: daha evvel görüştükmü a l i d e m: bi kez a l i d e m: sizi listeme eklediğimde sitenizi incelemiştim kursat: ne düşünüyorsun a l i d e m: Allah'ın Kadir-i mutlaklığının tabii sonucu ama hiç düşünmemiştim kursat: inandın mı a l i d e m: yani özgür iradenin olmaması kursat: evet a l i d e m: sorumsuz kılmaz mı beni kursat: yok, sorumlusun a l i d e m: Allah beni kafir yaparsa benim suçum ne kursat: detaylı izahı kitapta var a l i d e m: bu reformist protestanların "seçilmişlik öğretisi"ne çok benziyor o yüzden biraz daha dikkatli bakıyorum cüz-i irade konusu daha "mantıklı" gibi kursat: ne demek istediğimi anladın mı yada kitabı okudun mu a l i d e m: burada benim sorum "sorumluluk" konusu kursat: o kolay kursat: bak Allahın ilmi ezeli mi a l i d e m: evet kursat: ezeli olan şeyin öncesi olur mu a l i d e m: olmaz kursat: o halde ona sebep olacak bir şey de yok demektir öyle mi a l i d e m: sebebe ihtiyacı yoktur ezeli olarak ebedi olarak kursat: buraya kadar tamam mı a l i d e m: tamamdır kursat: peki dünyadaki olaylar Allahın ilmine göre mi olur a l i d e m: evet kursat: ilminin dışında bir hadise olur mu a l i d e m: ilmi her şeyi kapsar kursat: o halde cebri kabul ettin öyle mi a l i d e m: bilmesi istemesi midir? a l i d e m: istemediğini de bilemez mi? kursat: çok güzel soru ancak onu seninle bu konunun ardından konuşmak isterim a l i d e m: peki, a l i d e m: o zaman şöyle diyeyim a l i d e m: Allah mutlak egemen olarak her şeye gücü yeten olarak vardır a l i d e m: başka türlü olsa Allah olamaz kursat: bak bunlar başka konular, devam ediyorum a l i d e m: evet kursat: eğer hadiseler Allahın ezeli, sebepsiz ilmine göre olacaksa o halde bu olayların böyle cereyan etmesi de nedensiz demektir anladın mı a l i d e m: Allahın varlığı var etmesi ilk neden değil mi kursat: bak ben diyorum ki Allahın zatı ve aynı zamanda ilmi, hadiselerin nedenidir ancak bu neden yani Allahın zatı ve ilmi nedensiz olduğundan, sonradan olan herşey de bu açıdan bakıldığında nedensiz demektir. Evet, nedeni Allah ama onun illetsiz olması dolayısıyla öyle dedim a l i d e m: illiyet bağı olmak zorunda değil. evet burada anlamakta zorlandığım kötülüğün nedensiz kalması belki karıştırıyorum a l i d e m: anlamsız geliyorsa biraz daha okur sonra yazarım kursat: şunu diyorum hadiseler Onun ilmine göre oluyor ve ilmi nedensiz. o bakımdan hadiselerin böyle cereyan etmesi nedensizdir dolayısıyla Allahın bizi mükellef tutması da nedensizdir. yani niye böyle oluyor madem, O yaptırıyor fiillerimizi niye bizi sorumlu tutuyor sorusunun cevabı bu. yani böyle olmasının nedeni yok. kursat: seninle Allahın iradesini konuşmak istiyorum. ben onun iradesini inkar ettim bunu konuşalım tartışalım a l i d e m: hep itiraz eder oluyorum kusuruma bakma. o zaman "Allahın yaratışı keyfidir" anlamına gelmiyor mu? a l i d e m: Allahın iradesini inkar mı? kursat: bak şimdi ben Allah "hür değildir" diyorum. ama Onu zorlayan da yoktur. seninle, Onun iradesini konuşalım a l i d e m: olur. ama bu kafamı daha da karıştıracak, ona göre kursat: kitabımı yazdığım dönemde Allahın iradesini kabul ediyordum ancak şimdi anladım ki çok çocukça bir düşünce kursat: bak şimdi irade ne demek a l i d e m: yapabilme gücü ya da yapmama kısaca bu kursat: irade demek istemek ve seçmek demektir a l i d e m: evet kursat: seçmek için konuştuğumuzda, seçmek için seçilenlerin mevcut olması gerekir mi gerekmez mi a l i d e m: seçilecek olanların olması lazım kursat: doğru a l i d e m: alternatif olmalı kursat: peki Allahın iradesi sence ezeli mi yani öncesiz mi a l i d e m: ezeli a l i d e m: dünya var olmadan önce de var a l i d e m: yaratmayabilirdi a l i d e m: yaratmayı seçti kursat: böyle diyorsun yanıldığını göstereceğim a l i d e m: buyur kursat: yani alem (yani Allahtan başka her şey demektir) ezeli mi a l i d e m: hayır kursat: o halde ezelde Allah var ve başka bir şey yoktu öylemi a l i d e m: evet kursat: o halde ezelde Allahtan başka şey yoksa Allah neyi seçecek a l i d e m: yaratmayı . yani önce "akletti" zihninde kurguladı ve yarattı kursat: bak yukarıda dedim ki seçmek için seçilenlerin varolması gerekir mi . evet dedin. Ben de dedim ki ezelde bunlar yani alem var mı dedim yoktu dedin a l i d e m: yoktu. ama Allah onları fikretti kursat: şimdi diyorum ki ezelde seçilecekler yokken bu seçim nasıl olur a l i d e m: yaratılmış a l i d e m: hiçbir şey yokken Allah yaratmayı seçti a l i d e m: hiçbir şey yaratılmayabilirdi kursat: mesela senim benimle yazışacağını Allah mı seçti a l i d e m: sen ve ben seçtik . fiil ikimizin fiilidir kursat: Allahın iradesiyle mi oldu peki bu olay a l i d e m: evet a l i d e m: öğrencilerimle tanıştıktan bir süre sonra bu öğrenci sınavlarda ne yapar, gelecekte ne iş yapar az çok tahmin ediyorum ben ona falanca işi seç demiyorum o seçiyor ama ben biliyorum kursat: ben onu demiyorum konuyu dağıtma kursat: mesela senim benimle yazışacağını Allah mı seçti a l i d e m: bunu Allah biliyordu, seçim ikimize ait kursat: bak Allah seçti diyorsun ya, ama zaten neyin olacağı onun ilminde yok mu a l i d e m: var kursat: peki zaten ilminde olacağı belli şeyleri seçmenin ne manası var a l i d e m: gökyüzünü mavi yarattı, yeşil değil. gökyüzünün mavi olması bir seçim değil mi kursat: ancak onun mavi olacağı ilminde yok mu a l i d e m: var ama yeşil yapmak da var. O maviyi seçmedi mi? kursat: "yeşil yapmakda var" dedin. o halde Allahın ilmi yanlış mı çıktı a l i d e m: yok. Allah gökyüzünün mavi olmasını da yeşil olmasını da isteyebilirdi. ikisi veya daha çoğu da ilminde var kursat: bak ezeli olan şey değişir mi a l i d e m: kutsal kitaplar bile değişmiyor mu? kursat: Allah ilminin zıttına bir şey yapabilir mi a l i d e m: ilmini "kanun" olarak mı anlıyorsun a l i d e m: ilim nedir? kursat: bak cevap ver ilminin zıttına bir şey yapmaya kadir mi a l i d e m: Allah istediğini yapar. kursat: ilminin haricinde de olsa mı a l i d e m: ilminin haricinde bir şey yok ki. bence şuna bir cevap ver. İlmi dediğin şey ne? kursat: o halde seçimi araya neden sokuyorsun a l i d e m: seçim olmadan eylem olur mu? kursat: bak Onun ilmi etkin sebeptir kursat: çok güzel soru a l i d e m: gökyüzünün mavi olma nedeni bizatihi seçimdir kursat: ancak ilahlık böyle olur a l i d e m: değil mi kursat: seçim değil a l i d e m: ilahlık ile padişahlığı karıştırmamak lazım kursat: ezeli ilimde onun öyle olacağı vardı ve bildiği gibi gerçekleşti kursat: bak ezeli seçim olur mu? seçmek için duraksamak gerekmez mi düşünmek gerekmez mi a l i d e m: insan için duraksama olur a l i d e m: ama Allahın hızına kim yetişebilir kursat: hız mı a l i d e m: sınırlı aklımıza Allahı sığdırmaya çalışıyoruz kursat: Allahın düşünmesi hızlı mı olur, diyorsun a l i d e m: düşünmede duraksama dedin ya kursat: Allah düşünür mü a l i d e m: Allah yaratandır kursat: neyle yaratıyor a l i d e m: bigbang mesela a l i d e m: ol dedi ve oldu kursat: yanlış, Allah konuşmaz a l i d e m: istedi yani kursat: sesi var mı Onun a l i d e m: iletişim için ses şart mı? kursat: konuşmak için şart değil mi kursat: cevap ver a l i d e m: cevap için soru olmalı kursat: sessiz konuşma olur mu a l i d e m: olur kursat: nasıl a l i d e m: şimdi konuşmuyor muyuz kursat: hayır kursat: yazışıyoruz a l i d e m: ama anlaşmıyor muyuz kursat: ama konuşmuyoruz a l i d e m: Allah ol deyince oluvermiyor mu a l i d e m: burdan konuşmaya ve sese gittin kursat: ol demiyor ki oluversin a l i d e m: teşbih konunun önüne geçti kursat: o ayetin başka izahları var kursat: Allahın eli olur mu a l i d e m: olmaz. eyleme işine atıftır kursat: eli var diyen kafir olur mu a l i d e m: ben tekfiri sevmiyorum
***
kursat: acayip bir şey buldum SaFa_Cihad : neymiş o kursat: Allahın iradesini inkar etmek için süper delil SaFa_Cihad : buyur bakalım kursat: bak şimdi Allahın ilmi ezeli ya, Allahın ilminde değişiklik olur mu SaFa_Cihad : olmaz kursat: o halde hadiselerde Onun ilmine göre olacak öyle mi SaFa_Cihad : evet kursat: süper soru şu kursat: o halde Allah varlığa zorunlu olarak gelecek şeyleri mi istedi SaFa_Cihad : hayır, Bak güzel kardeşim geçen konuşmamızda da aynı şeyi açıklamıştım Allah'ın ilmi sonsuzdur Bizim ne yapacağımızı bilir Ancak yapacaklarımıza karışmaz kursat: onu demiyorum ben SaFa_Cihad : Yani biz kararlarımızda özgürüzdür ama Allah'ın iradesinin izin verdiği kadarıyla kursat: olaylar Onun ilmine göre olur mu olmaz mı onu söyle SaFa_Cihad : olayların olması Onun ilmini belirlemiştir, ve değişmez kursat: yoksa Onun ilmi mi olayların sebebidir ne dersin ? kursat: herşey Allahın iradesiyle oluyorsa Ona sövenler de Onun iradesiyle mi sövdü? SaFa_Cihad : evet SaFa_Cihad : o izin vermeseydi sövemezlerdi, ama sövüp sövmemeyi kendilerine bırakmış kursat: kendine mi sövdürmüş oldu SaFa_Cihad : evet, daha doğrusu kendisine sövenleri serbest bırakmış oldu kursat: peki kullar Allahın iradesinin taalluk ettiği bir şeyi yapmamaya kadir olabilirler mi? SaFa_Cihad : hayır az önce verdiğim örnek gibi, mesela ben sana geçmişte küfür ettim bu senin ilmin içindedir ben bunu da değiştirmeye kadir değilim kursat: seçmek aynı zamanda düşünmek midir SaFa_Cihad : konuyu niye değiştirdin anlamadım ama, seçmek düşünmenin son haddidir kursat: seçmeye de düşünmek denir mi SaFa_Cihad : evet kursat: o halde seçimlerinide Allah yaratıyor öyle mi SaFa_Cihad : evet ben seçiyorum, Allah yaratıyor kursat: senin seçimlerini soruyorum. mesela klavyeden herhangi bir harf seç ve bas SaFa_Cihad : bunu ben seçtim Allah basmamı sağladı SaFa_Cihad : o dilemeden seçemezdim de basamazdım da kursat: mesela hangi harfi seçtin ve bastın SaFa_Cihad : a olsun kursat: senin basma fiilini Allah yatıyor öyle mi SaFa_Cihad : evet kursat: peki bu kadar harf varken, sen de “a” harfini seçmek düşüncesini kim yaratıyor SaFa_Cihad : Allah (cc) kursat: emin misin SaFa_Cihad : Dünya'da var olan her şeyi Allah yaratı SaFa_Cihad : Aksini söyleyen inkarcılardandır, Şirk koşmaktadır kursat: o halde devam edelim kursat: sen de “a” harfine basma düşüncesini Allah yarattıysa bu düşünceyi yarattığı (anda) sen “b” harfine basmayı düşünebilir misin kursat: iyi düşün, tekrar düşün SaFa_Cihad : hayır çünkü zaten ben kararımı o an vermişimdir, Allah'da bu dileğimi yaratmıştır SaFa_Cihad : ”b” yi düşünseydim, “b” yi yaratırdı SaFa_Cihad : ve “c” yi isteseydim “c” ye basmamı kursat: bak ya anlamak istemiyorsun SaFa_Cihad : Sen anlamak istemiyorsun kursat: peki samimiyetle bana cevap ver SaFa_Cihad : Allah bizlere irade vermiştir. Der ki: ya kulum ben, sen ne dilersen yaratacağım. Ancak hakkı seçersen cennetlik kursat: ben bu örnekle sana ne anlatmaya çalışıyorum dersin SaFa_Cihad : batılı seçersen cehennemlik olacaksın SaFa_Cihad : Allah'ın yaratışının sürdüğüne inanmıyor musun? SaFa_Cihad : Ayrıca sen diyorsun ki Allah'ın ilmi insanın ilmiyle kıyaslanamaz kursat: benim yaratma ile ilgili düşüncelerim değişik SaFa_Cihad : Peki o zaman Allah'ın senin bunu anlayabileceğin bir ilmi sana verdiğini nerden biliyorsun kursat: sence ben bu örneği vermekle sana ne anlatmak istiyorum kursat: bak bu cebr konusu pek zor değil SaFa_Cihad : Haşa Allah'la mücadele olmaz kursat: Allahın irade ettiği fiili yapmamaya kadir olabilir misin SaFa_Cihad : Ya Allah benim yapmak istediğim fiili irade ediyor diyorum, Hep aynı yerde takılıyorsun, sen yaratmakla ilmi eş tutuyorsun, Yaratmak başka ilim başka, İlmi de yaratan Allah'tır kursat: peki senin yapmak istediğin fiili Allah irade etmek zorunda mı yoksa başka bir fiili yapmanı da dileyebilir mi SaFa_Cihad : dileyebilir tabi ki. ama dilemiyor, zaten dünya imtihanı budur kursat: o halde sen Onun iradesini kendi iradene tabi kıldın demektir öyle mi SaFa_Cihad : hayır, Allah öyle diyor diye öyle dedim kursat: bak senin iraden hadis ya, Onun iradesine ezeli diyorsun değil mi SaFa_Cihad : anlamadım? kursat: bak seni iraden var mı SaFa_Cihad : var kursat: ezeli mi hadis mi yani sonradan mı SaFa_Cihad : sonradan kursat: Allahın iradesi var mı SaFa_Cihad : var ezeli ve ebedi kursat: yani bu dünya yokken de Onun iradesi var diyorsun öyle mi SaFa_Cihad : evet SaFa_Cihad : Allah'ın ilminin ebedi olduğunu unutmadan sorunu sor kursat: şimdi iyice düşünelim lütfen, benimle yazışmanda senin inancına göre Allahın iradesiyle vuku buldu değil mi SaFa_Cihad : evet kursat: ve aynı zamanda senin de iradenle oldu değil mi SaFa_Cihad : evet kursat: şimdi iyice düşünelim, iki iradeden bahsettin biri senin sonradan olan iraden biri de ezeli olan Allahın iradesi kursat: peki bu iki iradenin de etkisini kabul ediyor musun yani hem senin hem de Allahın iradesini SaFa_Cihad : evet kursat: ”kursat: Allahın irade ettiği fiili yapmamaya kadir olabilir misin SaFa_Cihad : Ya, Allah benim yapmak istediğim fiili irade ediyor diyorum” böyle demiştin yukarda SaFa_Cihad : evet, arkasındayım kursat: ” Allah benim yapmak istediğim fiili irade ediyor diyorum” dedin SaFa_Cihad : ben istemesem Allah irade etmezdi, Allah irade etmese gerçekleşmezdi. çünkü Allah böyle irade ediyor kursat: halbuki seninde şimdi kabul ettiğin gibi senin iraden sonradan oldu Allahın iradesine ise ezeli dedin SaFa_Cihad : Allah ebedi ilmiyle benim bunu irade edeceğimi bilir , Ebedi!!! kursat: ama senin bu sözünden şu anlaşılıyor “sanki sen bir fiili yapmayı istiyorsun ve sen istedikten sonra da Allah da aynı fiili yapmanı istiyor” gibi bir mana akla geliyor ne dersin bunu mu kabul ediyorsun SaFa_Cihad : yoo, bak şimdi, ben diyorum ki, Allah'ın ilmi ezeli ve ebedidir, Allah ezelden, benim şu anda ve gelecekte yapmak istediklerimi bilir ve yapmamı irade eder kursat: bildiği gibi mi SaFa_Cihad : Evet SaFa_Cihad : Şimdi diyeceksin ya fikir değiştirirsen, ama unutma Allah ezelden bu fikir değişikliğimi de bilir kursat: peki bu fikir değişikliğini O’mu yaratıyor SaFa_Cihad : hayır ben fikir değiştiririm Oda buna izin verir kursat: bak sen Maturidimisin, inançtaki mezhebin yani SaFa_Cihad : Ehl-i sünnet ve'l cemaattenim kursat: bak özgür iradeyi savunanlara Maturidi denir. hem ben ehli sünnetim hem de özgür iradeyi savunuyorum diyor musun SaFa_Cihad : evet kursat: o halde sen Maturidi mezhebindensin tamam mı buraya kadar SaFa_Cihad : hehe SaFa_Cihad : ne güzel bitirdin işi, iyi de mezhebimin ne önemi var, bak ben sana okuduklarımdan anladığımı söylüyorum sen hemen konu değiştiriyorsun, sen mezhebi değil kursat: ama sen mezhebinin dedikleriyle uyuşmuyorsun SaFa_Cihad : beni eleştir, eleştirceksen kursat: bak senin mezhebin cüzi iradeyi Allah yaratmaz der kursat: peki neden bunu dediler biliyor musun kursat: onlarda Kuran okudu onlarda "herşeyi yaratan Allahtır" ayetini gördü ama neden bunu dediler dersin. çünkü çareleri yoktu SaFa_Cihad : hayır böyle demediler, sen yanlış çıkarımlar yapıyorsun, onlar ilimle yaratılışı ayırdılar, benim gibi kursat: iki saattir sana anlatmaya çalışıyorum ama anlamazdan geliyorsun kursat: bak kaç tane kelam kitabında Maturidi mezhebinin görüşlerini okudun SaFa_Cihad : okurken ön yargısız bir kez daha oku kursat: bir tane var mı, benim okumadığım kelam kitabı kalmadı SaFa_Cihad : bana internetten bir örnek bulup gönder kursat: yüzlerce SaFa_Cihad : Allah'ın iradesini veya insanın iradesini reddeden bir yazı SaFa_Cihad : ben sana savunan gönderdim bakmadın kursat: bak ben anlamam öyle, sana şunu diyorum iyi dinle kursat: istediğin kelam kitabına bak kütüphadenede bulursun, kelam kitabı olacak. Maturidilerin cüzi irade konusunda dediklerini oku ve şunu da oku onlar cüzi iradeyi Allah yaratıyor mu diyor yoksa yaratmaz mı diyor bir öğren kursat: şimdi samimi soruyorum iyi dinle kursat: eğer bakar da Maturidi mezhebinin cüzi irademizi Allahın yaratmadığını savunduklarını görünce ne yapacaksın? onları tekfir edecek misin ya da onları tekfir eder misin? yani onlara kafir der misin? kursat: cevap ver SaFa_Cihad : haşa ben o mertebede değilim, ben kimseyi tekfir edemem, sen de kursat: bak bunlar düşüncelerimizi Allah yaratmaz diyor. “herşeyi yaratan Allahtır” ayetini inkar ediyorlar. onları tekfir etmeyende kafir olur ona göre SaFa_Cihad : o zaman tabi ki tekfir ederim, buna ne şüphe kursat: ha şöyle SaFa_Cihad : Kur'an'ın bir harfi değiştirilemez kursat: bak eşari mezhebini bilir misin SaFa_Cihad : evet bilirim, ne olmuş onlara kursat: nasıl bilirsin SaFa_Cihad : iyi bilirim SaFa_Cihad : anlat işte kursat: onlarda “kulun özgür iradesi yoktur” derler kursat: bak Gazali, Razi bunlar eşaridir ve cebircidir kursat: bak imanı Allah mı yaratır SaFa_Cihad : herşeyi Allah yaratır kursat: halbuki Maturidi mezhebi “imanı Allah yaratmaz” der ama mezhep imamları “imanı Allah yaratır” der yaaa SaFa_Cihad : ne yaaa kursat: yani öyle sahtekarlıklar dönüyor ki SaFa_Cihad : eğer öyle deseydi merak etme bizden önce bütün mezhep imamları onu tekfir ederdi SaFa_Cihad : demek ki dememiş, iftira, hep anlatıyorsun hiç kaynak göstermiyorsun, hadi bir yerden kaynak göster okuyayım ama yok , netten bir kitap göster, veya islam ansiklopedisi gibi bir kaynak ver hemen bakayım, ama yok kursat: bak Ebu Mansur Maturidi “imanı Allah yaratır” dedi ancak şu anda onun mezhebini anlatan kitapların hepsi “imanı Allah yaratmaz” diyorlar SaFa_Cihad : hep kendi çıkarımların. “bak o imanı “Allah yaratır dedi” ifadesini kullandın, bak işte ilk itiraf , ben onun dediğine bakarım kursat: fetevayi hiddiyye 4 cilt küfür sözleri bahsinde imanı Allah yaratmıştır diyene kafir diyorlar SaFa_Cihad : bakıyorum şimdi kursat: ama o kitabında "kitabut tevhid" imanı Allah yaratır dedi SaFa_Cihad : kendi dediğine bak, güzel kardeşim. kendi ne demiş? kursat: bak, sen ne biçim adamsın. benim kitabımda yüzlerce kaynaktan örnek verdim. orada Maturidinin kitabından örnek var. baksana oraya; hala kaynak vermiyorsun diyorsun ayıp ayıp, kaynaklar orada SaFa_Cihad : mevzu ne o zaman kursat: ama o ne dediğinin farkına varamadı SaFa_Cihad : gülünç olma
***......................................................... ..
kursat: Allahın iradesi mi bizim irademize tabi yoksa bizim irademiz mi Onun iradesine tabi SERHAN: bizim irademiz onun iradesine tabi. O irade etmese, bizim irademiz işe yaramaz kursat: o halde SERHAN: mesela, Allah sen neyi irade edersen onu yaratıyor. Mesela, cüzi iradenle bilgisayarı açmak istedin, yarattı. Fakat, o bilgisayarı açmanı irade etmeseydi, sen istediğin kadar irade et, açılmazdı. kursat: bu cebr değil mi SERHAN: hayır SERHAN: çünkü, adeti, senin cüzi iradene göre yaratmak. Fakat eğer o istemese, sen yerinden hareket edemezsin. fakat böyle bir Âdeti yoktur. kursat: nerden biliyorsun SERHAN: çünkü, şimdi bilgisayarı kapatmayı istesen, yaratır. Bilgisayarı kırmak istesen yine yaratır. kursat: zorunda mı yaratmaya SERHAN: Yani, senin cüzi iradenle, Allahın iradesi aynı anda olmalıdır. Sen istesen Allah istemese, iraden işe yaramaz. kursat: son dediğin cümleler üzerinde konuşalım tamam mı işte seni gerçek yüzün bu, göstereceğim sana kursat: "Yani, senin cüzi iradenle, Allahın iradesi aynı anda olmalıdır. " dedin. özellikle bu cümle üzerinde konuşalım kursat: önce sen başla bu lafla neyi kasdettin açar mısın SERHAN: Mesela, sen birisini öldürmek istedin. Fakat, Allah o adamın ölmesini istemedi. Sen istesen de o adamı öldüremezsin kursat: daha ne kasdettin SERHAN: Allahın kötülükleri engellemesi cebir değildir. Çünkü, ortada şer değil, hayır vardır. Hayırda cebr olur. Fakat, bir adamdan bir kötülük çıktıysa, o adam sorumludur. Çünkü, mutlaka cüzi iradesi karışmıştır. Çünkü Allah şerlere sebep olmaktan münezzehtir kursat: "Çünkü Allah şerlere sebep olmaktan münezzehtir" dedin. peki dünyadaki böylesine şerleri Allah yaratmıyor mu o yaratmıyorsa kim yaratıyor? SERHAN: Evet,ama kul, cüzi iradesiyle sebep oluyor. Allah ise, o şerrin neticesindeki büyük hayırlar için o şerri yaratıyor. Kul, zulmetmiş oluyor, kader adalet ve rahmet etmiş oluyor. kursat: kulun cüzi iradesiyle sebep olması Allalhın iradesinin dışında mı gerçekleşiyor ki böyle ifadeler kullanıyorsun SERHAN: Allah, kulun cüzi iradesiyle ne yapacağını ezeli ilmiyle biliyor ve ona göre bir kader çiziyor. Yani, Kader, cüzi iradeye ve sonuca bir bakıyor. kursat: Yani, senin cüzi iradenle, Allahın iradesi aynı anda olmalıdır. " dedin. özellikle bu cümle üzerinde konuşalım kursat: senin iraden sonradan mı oldu ezeli mi SERHAN: kesinlikle ezeli değil kursat: Allahın iradesi ezeli mi SERHAN: kesinlikle ezeli kursat: "yani, senin cüzi iradenle, Allahın iradesi aynı anda olmalıdır. " dedin. ezeli ile sonradan olan nasıl aynı anda olur? SERHAN: aynı anda demedim kursat: "senin cüzi iradenle, Allahın iradesi aynı anda olmalıdır." bu ne demek o halde SERHAN: yani hem istemen lazım hem de Allahın istemesi lazım kursat: soru şu: senin istemen mi öncedir yoksa Allahın istemesi mi; yani zaman olarak öncelikten bahsediyorum SERHAN: Allah, senin cüzi iradenle neyi isteyeceğini biliyor ve sana bir kader tayin ediyor kursat: soru şu: senin istemen mi öncedir yoksa Allahın istemesi mi; yani zaman olarak öncelikten bahsediyorum SERHAN: Allahın iradesi ezeli olduğu için, onun indinde önce ve sonra yoktur kursat: ezeli olan şey sonradan olan şeyden önce midir değil midir SERHAN: ezeliyet, kainata göre değişmez. SERHAN: ezeliyette, kainattan önce ve sonra diye bir mana yoktur kursat: ezeli olan ben yokken de var mıydı SERHAN: vardı. Fakat zaman yoktu. kursat: o halde ezeli varlık benden önce de vardı demek olur SERHAN: Mesela, senin anlayacağın dille anlatayım kursat: evet SERHAN: Allah kainatı yaratmadan önce böyle bekliyordu. Sonra bir zaman sonra kainatı yaratmaya karar verdi diye düşünmek yanlıştır. Yani ezeliyet sonsuz yıl demek değildir kursat: nedir SERHAN: Zaman, kainata göre vardır. Allahın indinde kainattan önce ve sonra diye bir şey yoktur.Yani, tabiri caiz ise, kainattan önce ve kainattan sonra, her şey onun indinde bir andır. kursat: o halde alem ezeli mi SERHAN: değil SERHAN: bize göre bir başlangıcı vardır. Fakat Allahın indinde zaman olmadığı için, sonsuz yıl bekleyip, sonra zamanın birinde kainatı yaratmamıştır. Yani, Allahın kendini tanıtma ve sevdirme duygusu da ezelidir kursat: nasıl, o zaman beklemedi ise ezeli olmuyor mu alem. kursat: Allahın duygusu olur mu SERHAN: elbette,kendine has ve vücub-u vücuduna layık tabir edemediğimiz duyguları vardır SERHAN: Bu duygular, kainatın yaratılmasını iktiza ediyor kursat: bu duygular değişir mi SERHAN: hayır , ezelidir, zamandan ve mekandan münezzehtir kursat: duygu mu değişmez SERHAN: elbette kursat: peki mesela ben inandım ona sevinir mi SERHAN: evet kursat: sonra inkar ettim diyelim üzüldü mü o zaman SERHAN: bütün bunlar onun indinde bir anda oluduğu için Allaha göre önce ve sonra diye bir şey yoktur.Çünkü sıfatları ezelidir. Ayrıca, bu sevinmek ve üzülmek tabirleri, kendi vücub-u vücuduna has ve sıfat-ı Kudsiyesine layık bir tarzdadır. kursat: sevinmek ve üzülmekte ezeli mi diyorsun yani SERHAN: evet SERHAN: bunlara şuunat-ı ilahi diyoruz kursat: ezelde ne var da ona üzülecek ve yine ne var da ona sevinecek SERHAN: Allah, kainatı ezeli ilmiyle biliyor ve ezeli olan görmesiyle görüyor. Fakat, senin aklın yine sonsuz yıl öncesine gidecek. Yani, ezel tabirini sonsuz yıl olarak anlayacaksın kursat: peki Allah güler mi SERHAN: mecaz olarak kullanılırsa, yani ''rahmetinin tebessüm etmesi'' diye olur. Fakat, hakiki manada olmaz kursat: bu konuda hadisler var güler diye SERHAN: işte dediğim gibi ''rahmetinin tebessüm etmesi'' gibi manalara geliyor kursat: peki bu mananın zahirini alan ve böyle inanana kafir der misin SERHAN: evet SERHAN: yani, bilerek ve isteyerek söylese itikadı bozuk demektir kursat: peki Allahın eli, gözü, bacağı var diyen, Allah iner diyen, hareket eder diyene kafir der misin SERHAN: hakiki manada böyle itikad eden, kafir olur. Fakat, bunların mecaz manaları ile söylenirse o zaman doğru olur kursat: son peygamberden rivayet edilen ve buhari , müslim ve kütübü sitte tarafından rivayet edilen 37 sahabiden rivayet edilen şöyle bir hadis var kursat: rivayet şu: gecenin üçte biri kalınca Allah iner ve yok mu bağışlanma isteyen bağışlayayım der kursat: yüzlerce insan biçimci ilah anlatımı rivayet ediliyor . bu rivayetlerle ilgili yorumun nedir SERHAN: Gerçek bir müminin aklının ucundan , Allah zatıyla yere iner manası geçmez. kursat: ama bu rivayete ne dersin SERHAN: işte mecaz dedik ya SERHAN: mesela ben sana bir hadis söyleyeyim SERHAN: Allah, insanı rahman suretinde yaratmıştır kursat: peki ama bir tane bile şöyle rivayet yok. “ben böyle diyorum ama başka mana kasdediyorum” şeklinde bir rivayet yok kursat: işte benzerleri çok . insanların ekserisinin anlayışı kıttır ve bu rivayetlerin zahirini alırlar SERHAN: Olur mu öyle şey, Kur'an baştan başa Allahın zamandan ve mekandan münezzeh olduğunu söylüyor ve bütün noksan sıfatlardan münezzeh olduğunu söylüyor.
*** Bugün aldığım bir kararla "dua etme" işini inkar ettim. Zaten Allah’ın ilminde olacak olayların nasıl olacağı bellidir ve diyelim şöyle dua edildi, mesela: birisi istanbula gitmek için otobüse bindi ve dedi ki: yarabbi sağ sağlim istanbula ulaşmamı nasip et dedi varsayalım . bakın zaten ezeli ilminde bu kişinin sağ sağlim mi yoksa sakat olarak mı ve ya yolda mı öleceğini Allah bilir ve Allahın bu ilminde olanlar ilmine göre olur yani ilmi değişmez hakbuki bu duayı etmek şu manaları beraberinde taşır: 1_ Allaha hadis yani sonradan olan irade nispet edlliyor, yani benim İstanbula sağ sağlim olarak gitmemi iste, manasında. Yani bu duayı ettikten sonra, Allahın böyle bir istekte bulunması istenmiş oluyor ki sonradan olan bir irade manasına gelir. Halbuki çok kitapta Allahın ezeli iradesi olduğu yazılıdır. 2 _ Sanki bela gelebilir de bu dua sayesinde bu bela önlenmiş olur gibi bir manayı savunduğu akla gelir. Halbuki gelecek olan bela gelir. Gelmeyecekse gelmez. Bunlar Allahın ilminde zaten bellidir ve değişmez. Bu duayı etmekle sanki Allahın ilminin değişebileceği ima ediliyor. Eğer denirse ki Kuranda dua eden peygamberler örnek veriliyor ve şöyle ayet var: " Dua edin ki icabet edeyim" yani karşılık vereyim cevap : Kuran ayetlerinin hakiki manada anlamlarının olmadığını açıklamıştım ya da açıklayacağım
*** Allah başka türlü bilebilir miydi ya da ilmi (ilmindekiler) başka türlü olabilir miydi?
burdayımsssssssssssssss ***
kursat: insan fiillerinde Allahın iradesinin etkisini nasıl algılıyorsun SaFa_Cihad : İmtihan dünyasında insan ister, istediği fiilerini Allah yaratır SaFa_Cihad : Namaz kılmak istiyor, namaza başladı, tekbir getirmek istedi Allah yarattı, rüku secde istedi Allah yarattı, selam vermek istedi Allah yarattı kursat: peki ama namaz kılmak istemesi de sana göre Allahın iradesiyle olmadı mı SaFa_Cihad : insanın iradesi doğrultusunda Allah'ın iradesiyle oldu SaFa_Cihad : İnsan irade etmese Allah'da etmezdi kursat: bu ifadenle Allahın iradesinin ezeli olduğunu inkar ettiğini görüyorum SaFa_Cihad : Allah ezelden insanın ne irade edeceğini bilir kursat: yani sen Allahın ilmi de ve iradesi de ezeli diyorsun değil mi SaFa_Cihad : evet kursat: şimdi lütfen dikkat kursat: bildiği için mi irade etti o halde SaFa_Cihad : evet kursat: emin misin bak sıkıştıracam seni SaFa_Cihad : bliyorum şimdi diyeceksin ki eğer insan karar değiştirirse ne olur? SaFa_Cihad : Allah yanılmış mı olur kursat: yok SaFa_Cihad : Veya karar değiştirse de Allah iradesini değiştirecek değildir, diyeceksin ama buyur sor kursat: yok değil, daha derin SaFa_Cihad : söyle kursat: sen dedin ya bildiği için irade etti SaFa_Cihad : evet kursat: dikkat edersen “bildiği için” ifadesinde şu mana var: sanki önce biliyor sonra irade ediyor gibi bir mana var zira bildiği için ifadesinden bu anlaşılıyor ne dersin SaFa_Cihad : ikisini aynı anda yapıyor, ezelin başlangıcı yoktur, bu nedenle buna karar veremezsin kursat: ”bildiği için irade etti” diyemezsin o halde SaFa_Cihad : ikisini aynı anda yapıyor -Allahu Alem- diyebilirim kursat: çünkü bunu dersen yani "bildiği için irade etti" o zaman şunu da dersin "irade ettiği için bildi" kursat: çünkü ikisine de ezeli deyince fark kalmıyor bu lafların SaFa_Cihad : evet kursat: o halde sen mantık olarak, “bildiği için irade etti” diyemezsin; bunu kabul ediyor musun SaFa_Cihad : bildiği anda irade etti derim kursat: ezeli için an ifadesini kullanamazsın ki SaFa_Cihad : bildiğinde irade etti derim o zaman SaFa_Cihad : daha doğrusu buna sen de, ben de karar veremeyiz, Çünkü ilmimiz yetmez, Biz ezeli bilemeyiz kursat: yani “bildiği için irade etti” diyemiyorsun öyle mi kabul ettin mi SaFa_Cihad : irade ettiği için bildi de diyemiyorum kursat: evet okey mi safa SaFa_Cihad : ok kursat: şimdi bak dönelim geriye SaFa_Cihad : dönelim kursat: bizim şu an ki yazışmamız sana göre Allahın iradesiyle oldu ya, ve bizim irademiz sonradan oldu ya SaFa_Cihad : bizim irademizin de etkisiyle SaFa_Cihad : Allah ezelden bizim irademizi biliyor, bunu az önce ki sohbet engellemez SaFa_Cihad : Allah iradesi doğrultusunda mı bilir, bilgisi doğrultusunda mı irade eder? sonuç ne, ikisini de bilemeyiz kursat: bak alem yokken de bizim yazışacağımızı Allahın irade ettiğini kabul ediyorsun ya SaFa_Cihad : bildiğini de kabul ediyorum aynı zamanda kursat: bak bu konudan sonra neden benim Allahın iradesini inkar ettiğimi konuşuruz. çünkü sen bayağı anladın bir şeyler SaFa_Cihad : ben her şeyi zaten biliyorum da sen anlayamıyorsun kursat: bildiği gibi olmasını mı irade etti yoksa bildiğinin aksine olmasını mı irade etti? ne dersin SaFa_Cihad : bildiğinin aksi olamaz çünkü bir insanın bütün ömrünü biliyor, aldığı kararı, değiştirdiği kararı ve sonra yine değiştirdiği kararı da SaFa_Cihad : bildiğini aksi diye bir şey yok, kursat: yani bildiği gibi öylemi SaFa_Cihad : evet kursat: ve bizim yazışacağımızı değişmez bir ilimle biliyor öyle mi SaFa_Cihad : evet kursat: biz Allahın olacağını bildiği bir şeyi engelleyebilir miyiz SaFa_Cihad : hayır kursat: o halde biz burada mecburen yazışıyoruz desene SaFa_Cihad : hayır, biz istedik Allah irade etti, şu anda vazgeçtik, Allah onu da bilir kursat: bak hem ilmi hem sana göre iradesi bu fiillerimize taalluk etti, daha bizim özgürlüğümüz nerede açıkla bakalım SaFa_Cihad : Açıklıyorum ama anlamak istemiyorsun kursat: geçen bir soru sormuştum, Allahın ilmindekiler başka türlü olabilir miydi diye ne dersin SaFa_Cihad : evet olabilirdi kursat: unutma değişmez bir ilimden bahsediyoruz SaFa_Cihad : evet kursat: demene göre değişebilir öyle mi SaFa_Cihad : değişebilir evet SaFa_Cihad : ezelde değişirdi yani bu kursat: sence ilim Allahın sıfatı mı SaFa_Cihad : evet kursat: peki Allah için değişme caiz midir SaFa_Cihad : hayır değildir. senin dediğin manada kursat: o halde ilim bir sıfatsa onun da değişmemesi icap etmez mi SaFa_Cihad : değişmiyor ki zaten kursat: ama başka türlü de olabilirdi diyorsun SaFa_Cihad : evet, olabilirdi kursat: bu değişebilirdi manasındadır SaFa_Cihad : bizim için değişiyor, Allah için değil kursat: Allahın ilminden bahsediyorum SaFa_Cihad : Allah o değişikliği de ezelden bildiği için onun için bir değişiklik yok kursat: diğer konuya geçelim SaFa_Cihad : geçelim SaFa_Cihad : bu üç oldu kursat: Allahın iradesinin inkarı meselesi SaFa_Cihad : söyle bakalım kursat: çok incedir, dokuz yılda anladım SaFa_Cihad : bunlar kadarsa fazla da ince sayılmaz kursat: çok ince SaFa_Cihad : söyle bakalım dokuz yılını boşa mı geçirmişsin kursat: irade ne demek SaFa_Cihad : istemek dilemek kursat: tecih etmek seçmek gibi manaları da var mı SaFa_Cihad : evet kursat: sence Allah ezelde mi tercih etti seçti SaFa_Cihad : evet kursat: şimdi düşünelim seçmek için seçilenlerin mevcut olması şart mıdır SaFa_Cihad : bizim için şarttır kursat: Allah için şart mıdır SaFa_Cihad : Hayır kursat: peki Allah olmayan bir şeyi nasıl seçer SaFa_Cihad : Olacağını bilir ve seçer, Çünkü Onun ilmi sonsuzdur kursat: evet burası önemli, yani ilmine göre seçer diyorsun değil mi SaFa_Cihad : evet kursat: soruyorum bomba soruyu SaFa_Cihad : sor da aynı noktaya gelecek kursat: ama ilminde zaten neyin meydana geleceği yok mu SaFa_Cihad : evet kursat: eeeeeeeeeee SaFa_Cihad : var kursat: daha bunu seçmek ne manaya geliyor ki SaFa_Cihad : ben bu olayı yanış yorumladım yaratmakla karıştırdım, Allah neden seçsin ki, Allah'ın değil bizim seçimlerimizin olduğu bir dünya bu kursat: zaten Allahın ilminde belli olan şeyi, seçmesinin manası yoktur SaFa_Cihad : İmtihan dünyası kursat: ama sen Allahın iradesini kabul etmiyor musun SaFa_Cihad : Ediyorum SaFa_Cihad : bu seçim değildir ki kursat: eeeeeeeee SaFa_Cihad : İstemesidir kursat: seçim olmadan irade nasıl olur SaFa_Cihad : Şöyle olur, Hep insanın seçtiğini seçerse olur kursat: peki son peygamberi o kadar insan içinden seçmedi mi SaFa_Cihad : evet , bu külli irade işte kursat: bak şimdi seçme var diyorsun, yukarda yok demiştin SaFa_Cihad : SADECE SEÇME yok diyorum SaFa_Cihad : Bu konuyu cüz'i irade ve külli irade olarak incele kursat: Kuranda Allahın, Musayı seçtiği ifade ediliyor bu ayete ne dersin o halde SaFa_Cihad : Külli irade derim SaFa_Cihad : Yani Allah'ın karışılmaz seçimi kursat: demin “seçme yok” dedin ya SaFa_Cihad : sonra açıladım ya, okumadın mı? kursat: ama ilminde bunlar zaten belli, belli olan şeyi seçmenin ne anlamı var SaFa_Cihad : seçimi de ilminin içindeyse SaFa_Cihad : ezeli olan şeylerin hangisi önce bilemeyiz; konusunda anlaşmıştık hani? kursat: işte ben bu ve benzeri delillerle iradesini inkar ettim SaFa_Cihad : bu bir delil değil ki kursat: sence ezeli seçim olur mu iyi düşün SaFa_Cihad : Evet olur kursat: seçmek için duraksamak gerekir SaFa_Cihad : bu senin benim için böyle kursat: Allah için farklı mı diyorsun SaFa_Cihad : evet , her şey de olduğu gibi kursat: o halde Kuranda geçen Allahın eli ifadesini düşünelim Allahın eli mi var SaFa_Cihad : hayır kursat: Allahın görüleceğine inanıyor musun SaFa_Cihad : evet kursat: cisim olmayan mekanda olmayan şey nasıl baş gözümüzle görülür SaFa_Cihad : Buna bizim ilmimiz yetmez bizim ilmimiz sadece bu dünya da gördüklerimizle sınırlı, Daha fazlasını bilmeyiz kursat: hep kestirip atıyorsun
***
kursat: çok önemli, dün aldım bu kararı kursat: alemin kıdemine karar verdim, yani ezeli, bunu konuşalım kursat: alem hadis mi ALLAHIN NURU: evet kursat: neyden sonra peki ALLAHIN NURU: nasıl yani kursat: hadis diyorsun ya, yani sonradandır diyorsun ya, neyden sonra diye sordum ALLAHIN NURU: sonradan olan şey illa başka bir şeyden sonra mı olmalıdır kursat: evet ALLAHIN NURU: öncesi yoksa o sonradandır kursat: çünkü her sonradan olanın mutlaka öncesi olmalıdır ki ona sonradan denmiş olsun ALLAHIN NURU: sonradan olanın sonradan olduğu bellidir kursat: nasıl bellidir ALLAHIN NURU: sen alemin ezeli olduğunu nasıl söylüyorsun kursat: oraya geleceğiz ALLAHIN NURU: ne zaman oluşmaya başladığını bilim bile ispatladı nerdeyse kursat: sen bakma o bilime, mantığa bak ALLAHIN NURU: herkesin mantığı aynı değil ki kursat: soruyorum Allah alemi varetmek için bekledi mi ALLAHIN NURU: senin mantığına mı bakacağız kursat: soruyorum Allah alemi varetmek için bekledi mi ALLAHIN NURU: Allahın bileceği bir şey bu kursat: bak şimdi mesela Allah'ın zatı ile O'nun gayrısındaki ilk varolan arasında 1saniye de olsun bir an geçmedi mi kursat: sen yaratma ifadesininden ne anlıyorsun, yaratma nasıl oluyor sence ALLAHIN NURU: yaratma anlıyorum kursat: ne ile oluyor ALLAHIN NURU: Allahın ol demesiyle kursat: mesela düşüncelerimiz nasıl varoluyor kursat: Allah “ol” der mi, kursat: ”ol” demek için ses lazım değil mi kursat: Allahın sesi mi var , var dersen ezeli ses olur mu ALLAHIN NURU: Gökleri ve yeri yoktan var eden Allah'tır. O, bir işin olmasını dilerse, ona ancak «ol» der ve olur. (Bakara 117) ALLAHIN NURU: demek ki Allah “ol” diyor kursat: ben de biliyorum o ayeti ama sana “ol” demediğini göstereceğim kursat: ”ol” hitabı varolana mı oluyor yoksa yokluğa mı oluyor ALLAHIN NURU: yani Allah, Kuranda "Allah ol der" diyor, sense böyle olmadığını söylüyorsun kursat: ona bakarsan arşa istiva etmesinden de bahsediyor Kuran ALLAHIN NURU: tamam kursat: istiva oturmak demektir ALLAHIN NURU: ne var bunda kursat: Allah arşa mı oturdu yani ALLAHIN NURU: onun mahiyetini biz bilemeyiz ki kursat: evet mi hayır mı ALLAHIN NURU: "Allahın eli" de deniyor Kuranda kursat: peki el var mı ALLAHIN NURU: şimdi Allahın bizim gibi eli mi var diyeceğiz kursat: var mı yok mu ALLAHIN NURU: Allah olduğunu söylüyor ama bu bizim elimiz gibidir diyemeyiz kursat: eli yoktur ALLAHIN NURU: aynı şekilde Allah "ol" der ama bunun illa bir ses olması gerekmez kursat: zira gözünden de bahseden ayetler var yüzünden de kursat: soruyorum “ol” hitabı varolana mı oluyor yoksa yokluğa mı oluyor ALLAHIN NURU: bunların mahiyetini Allah bize bildirmemiş ki sen niye bunları anlamak için uğraşıyorsun kursat: varolan ise, o zaten var kursat: yokluğa ise yokluk hitaptan anlamaz kursat: yaratma diyordum, ben yaratmayı şöyle anlıyorum: ilmindekilerin varlık sahasına çıkması olarak ALLAHIN NURU: neden ayetlerden deliller getirmiyorsun söylediklerine kursat: yani ayrıca yaratma sıfatı yok kursat: bak ayetler konusunda diyeceklerimi dinle, diyorum ki aslında Kuranın manası yok kursat: neden mi ALLAHIN NURU: senin söylediklerinin manası var mı kursat: esasen yok , o manaları biz yüklüyoruz ama bize de Allah yüklüyor kursat: iradeden bahsedelim kursat: Allahın iradesini inkar etmiştim, sana bunu kanıtlayayım mı ALLAHIN NURU: sen Allahın iradesini değil sıfatların gayrılığını inkar ediyorsun kursat: hayır ben ilmini kabul ediyorum diğer bütün sıfatlarını inkar ediyorum ilmi de zatıdır diyorum kursat: sana Kuranın nasıl bir kitap olduğunu göstereceğim kursat: Bakara 6 ve 7. ayetleri yazda görelim ALLAHIN NURU: Kuranın nasıl bir kitap olduğunu bir tek sen mi biliyorsun kursat: belki, Allahtan gayrı olarak ALLAHIN NURU: 6-Şüphe yok ki, inkar edenleri, başlarına gelecekle uyarsan da uyarmasan da birdir, inanmazlar. 7-Allah onların kalblerini ve kulaklarını mühürlemiştir, gözlerinde de perde vardır ve büyük azab onlar içindir. ALLAHIN NURU: sorun ne ALLAHIN NURU: önce sen ne anladığını söyle kursat: gördüğün gibi Allahın mühürlemesi var ALLAHIN NURU: eeeee kursat: sen şimdi şunu dersen: bunlar çok diretti de ondan mühürlendi bunlar kursat: şunu soracam ALLAHIN NURU: evet kursat: mühürlenme anında bu şahıslar iman edebilir mi ALLAHIN NURU: mühürleme inkardan sonra oluyor kursat: ama ben başka soru soruyorum ALLAHIN NURU: ayette bahsedilenler inkar edenler kursat: mühürlenme anını soruyorum, bu anda iman edebilirler mi ALLAHIN NURU: olabilir kursat: mühürlenme diyorum, ayete bir daha bak ALLAHIN NURU: tamam anladım kursat: eeeeeeeeeeeee kursat: mühürleme sana göre neden oluyor, maksadı var mı ALLAHIN NURU: Allahın maksadı var mı diyorsun yani kursat: bence yok sana göre konuşuyorum ALLAHIN NURU: Allah maksadsız iş yapar mı kursat: maksadı yok kursat: bu başka konu ALLAHIN NURU: niye kursat: öyle, onu da konuşuruz konu dağılmasın kursat: mühürlenme anında bu şahıslara iman teklifi var mı? Araf 158 e bakabilirsin ALLAHIN NURU: Araf 158 - De ki: «Ey insanlar! Doğrusu ben, göklerin ve yerin hükümranı, O'ndan başka tanrı bulunmayan, dirilten ve öldüren Allah'ın, hepiniz için gönderdiği peygamberiyim. Allah'a ve okuyup yazması olmayan, haber getiren peygamberine -ki o da Allah'a ve sözlerine inanmıştır- inanın; ona uyun ki doğru yolu bulasınız.» kursat: demek ki ALLAHIN NURU: teklif var değil mi? kursat: mühürlenme anında da bu insanlara iman etme emri var değil mi kursat: şimdi düşünelim mühürlenme anında onlar iman edemezler. buna karşıllık iman etmekle mükellefler, kabul mü? ALLAHIN NURU: iman etme emrine ısrarla karşı geldikleri için mühürleniyorlar kursat: sonuçta ben bu mühür anındaki tekliften bahsediyorum ALLAHIN NURU: ben anlıyorum da sen nasıl anlıyorsun onu merak ediyorum kursat: burada bu kullara Allah kaldıramayacakları yükü yüklemiş olmuyor mu kursat: hem mühürleme var hem de teklif var kursat: iyi düşün kursat: o şahıs da iman değil de küfür varedilirse durum ne olur kursat: sonuçta teklifi mala yutak vardır, kaldıramayacakları yükü yüklüyor Allah ALLAHIN NURU: Allah Kuranda, insana kaldıramayacağı yükü yüklemeyeceğini söylüyor, çelişiyor mu yani kursat: onu söyleyecem zaten şimdi, bu ayetin zahirini alamayız, esasen yüklüyor ALLAHIN NURU: yani Allah hem öyle hem de böyle diyor öyle mi kursat: bu ayetin tevili, izahı kitabımda var kursat: Bak Araf 2. ayeti aç, sonra İsra 46 yı aç, Kehf 29 aç, sonra Yunus 100 aç ALLAHIN NURU: Araf 2-Sana bir Kitap indirildi. Onunla insanları uyarman ve inananlara öğüt vermen için kalbine bir darlık gelmesin. kursat: Kuran'a ben inanırım yanlış anlama ALLAHIN NURU: nasıl inanıyorsun, çelişki var diyorsun kursat: karışık bu işler, çelişki yok kursat: zaten sana dedim esasen Kuran'ın anlamı yok ALLAHIN NURU: sen Kuran'a inandığını söylüyorsun ama inanmıyorsun kursat: inanıyorum, ama manası hakiki anlamda yoktur diyorum
***
kursat: bak sen aleme sonradandır diyorsun değil mi SERHAN: sonradan biraz noksan kalıyor. Fakat, bir başlangıcı var diyebiliriz kursat: evet işte problemler burada çok var, mesela sence zamanı Allah mı yarattı SERHAN: evet kursat: bu zamandan önce Allah mı vardı SERHAN: vardı, fakat zaman yoktu kursat: bak burada büyük çelişki içindesin SERHAN: neden, Allah, kainattan sonsuz uzaktır. Zaman kainatla başlamıştır. Allah için kainattan önce Allah veya kainattan sonra Allah düşüncesi yanlıştır. kursat: bak çelişkin şu, Allah vardı hiç birşey yoktu diyorsun, sonradan da Allah vardı ve alem oldu diyorsun ve şunu da ekliyorsun zaman alemin sonradan yaratılmasıyla oldu, ancak sen şunu zaten diyorsun alemden önce Allah vardı kursat: okey mi buraya kadar SERHAN: evet kursat: bak alemden önce Allah vardı ne demek, şu demek değil mi, öncelikten bahsediyorsan zamandan da bahsediyorsun demektir, yani demene göre Allah zamanı yaratmadan önce de zaman vardı bu mana çıkıyor SERHAN: kainat yokken zaman yoktu ki, Allahın indinde şimdi de zaman yok kursat: ama Allah kainattan önce var diyorsun, zaman olmadan öncelikten bahsedilir mi SERHAN: Allah zamandan ve mekandan münezzehtir. Allah var, fakat zaman yok. kursat: süper soru sana SERHAN: Yani, ezel senin düşündüğün gibi sonsuz yıl demek değildir kursat: bak sen Allah alemi yarattı diyorsun ya, ama önceden alem yoktu diyorsun, sonradan var oldu diyorsun ya, sence bu bir değişmemidir, bomba soru şu: zamansız bir değişmeden bahsedilebilir mi, zaman kavramı olmadan öncelikten bahsedilebilir mi, bir şey başka şeyden öncedir demek şu demektir: zaman bakımından önce SERHAN: Ezel tabirini sen sonsuz yıl olarak anlıyorsun. Yani, senin hayal ettiğin gibi, Allah sonsuz yıldan beri bekliyordu, sonra kainatı yaratmaya karar verdi diye bir şey yoktur. Allahın indinde önce ve sonra yoktur kursat: zaman yokken, bir şey başka şeyden öncedir nasıl denir, zamanı yarattı diyorsun ya, zamanı ne zaman yarattı, istediği bir zaman mı SERHAN: Allah sonsuz yıldan beri bekliyordu, sonra zamanın birinde kainatı yarattı diye bir şey yanlıştır kursat: bu laf ne demek SERHAN: sen ezeli, sonsuz yıl olarak hayal ediyorsun. Bu da yanlıştır. kursat: Allah zamandan münezzehdir ne demektir SERHAN: Yani, zaman ve mekan onun zatında yoktur kursat: zaman sonradandır ne demek , sonradan bahsediyorsan öncelikten de bahsetmen lazım ki bunlar zaten zaman birimleridir SERHAN: Şu demektir: Yani, kainatın bir başlangıcı vardır demektir. kursat: peki ama sen diyorsun ki bu başlangıçtan önce de bir şey vardı yani Allah'ı kasdediyorsun, zaman dan önce Allah vardı demek zamandan önce zaman vardı manasına gelmez mi SERHAN: Peki sen neden Allaha zaman veriyorsun. Yani, Allah hep varsa, zaman vardır demek değildir. Yani, zaman kainat içindir. Allah ise, zamandan münezzehtir, Sen Allah'ı düşününce hep zaman ve mekan hayal ettiğin için bu hatalara düşüyorsun. kursat: bence zaman yok, varsayılan bir şey SERHAN: Yani, Allah indinde kainat yaratılmadan öncesi ve sonrası, hep bir andır (tabiri caiz ise) kursat: en son lafın aleme ezeli demeye gelmiyor mu SERHAN: kainat ezeli değildir ve olamaz kursat: bu noktada bir sorum daha var, Allah alemi sonradan yarattı dedin ya SERHAN: sonradan yarattı diye bir şey demedim kursat: peki yaratmak için bekledi mi beklemedi mi SERHAN: sonradan yarattı diye bir şey demedim. Ben de bunu anlatmaya çalışıyorum kursat: sonradan yarattı demiyorsan nasıl aleme sonradan diyorsun SERHAN: bak bunu iyi anla: Allah, zamandan ve mekandan münezzehtir. Yani, ezel, senin hayal ettiğin gibi, sonsuz yıl demek değildir. Yani ezele, yine zaman veriyorsun. Allah sonsuz yıldan beri haşa bekliyordu, sonra kainatı yarattı diye düşünmek yanlıştır kursat: beklemedi mi diyorsun SERHAN: beklemek veya beklememek zaman ve mekanda olanlar için kullanılır kursat: peki Allah ezelden beri fail miydi,fail yapan, etkileyen demek SERHAN: Allahın bütün sıfatları ezelidir kursat: o halde etkilemeside mi ezeli SERHAN: evet SERHAN: yani kudreti de ezeli kursat: etkilemesi ezeliyse etkilenen de ezelde etkilenmiş olmuyor mu SERHAN: kainatın bir başlangıcı vardır. Fakat, Allah zamandan münezzeh olduğu için, Allah kainatı ne zaman yarattı diye soramayız. Çünkü, zaman yok kursat: peki etkilemesi zatından sonra mı aynı anda mı kursat: ezeli olanın nedeni olur mu SERHAN: Elbette...Allah ne kadar büyük ve yüksekse, O’nun o kadar büyük ve yüksek gayeleri vardır kursat: Allahın gayesi yoktur, zira gaye edinmek acizliktir, zira gaye edinen, gayesiyle kendisindeki eksikliği tamamlamak ister rahata kavuşmak ister ki bu onun rahatsız olduğu anlamına gelir SERHAN: Peki kainatı niçin yaratmış, Kur'anı ne için indirmiş, Peygamberleri ne için göndermiş, İnsanları ne için yaratmış kursat: dedim ya nedeni yoktur,bunu sana ispatlayayım mı SERHAN: Yanılıyorsun. Mesela, çok şefkatli ve zengin bir zat, şefkat etmek ve muhtaçların ihtiyacını karşılamak ister. Bu onun ihtiyacından gelmiyor. Şefkatinin iktizasından geliyor. Yani,o şefkatli ve zengin zat, o fakirlere muhtaç değil kursat: şöhret ya da cömert olma düşüncesi ya da bunu yaparsa kendisini daha iyi biri olarak görme gayesi SERHAN: fakat öyle bir gayesi olmayan ve zengin ve şefkatli bir adamın fakirlere yardım etmesinin sebebi nedir, Anne neden evladını besleyip, büyütüyor, gayesi ne, neden sütüyle onu besliyor kursat: annenin sütüyle beslemesi, beslememesinden daha mı hayırlı SERHAN: annenin beslemesi daha hayırlı kursat: demek ki gayesi olan gördüğün gibi bir hayıra ulaşmak için bunu yapıyor bunu kabul ediyor musun SERHAN: evet kursat: emin misin SERHAN: evet kursat: bak şimdi sıkışacaksın, sen Allahın gayesi var diyorsun değil mi SERHAN: evet kursat: peki hayıra ulaşan, ulaşmadan önceki halinden daha mı efdaldir SERHAN: evet kursat: o halde Allahın gayesi var dersen Allah hayıra ulaşmak için bunu yapıyor demiş oluyorsun öyle mi? kabul ediyor musun? kursat: bak gayesi var dersen hayıra ulaşmak için bunu yapıyor demiş olursun ve bu halde daha efdal dedin yani bu laf şuna varır Allah eksikte daha iyi olmak için gaye ediniyor gibi mana çıkar SERHAN: Eğer Allah kainatı yaratmasaydı ve bu kadar hayırlar yapmasaydı haşa o zaman noksanlık olurdu, yani mesela Hz Muhammed aleyhissalatü vesselam ortaya çıkmazdı. Bu da büyük bir şer olurdu. kursat: dediğin lafların nereye gittiğini görmüyor musun SERHAN: biliyorum, gayet ulvi hakikatler kursat: ”Eğer Allah kainatı yaratmasaydı ve bu kadar hayırlar yapmasaydı haşa o zaman noksanlık olurdu” dedin SERHAN: evet, yani Allahın isim ve sıfatları kainatın yaratılmasını iktiza ediyor kursat: ama senin inancına göre Allah vardı ve alem yoktu, böyle bir pozisyon oldu, peki bu halde iken O'nda noksanlık mı vardı? SERHAN: yine Allah zaman verdin, Allahın zatını düşünürken zaman ve mekan düşünüyorsun. Bunda da hata ediyorsun, Allahın zatını düşünmemiz sırf bu sebeple yasaklanmış, çünkü, benzeri, zıddı yoktur kursat: bak Gazaliye güvenir misin SERHAN: hüccetül İslam kursat: senden bilgili olduğunu kabul ediyorsun yani SERHAN: elbette kursat: o Allahın amacı, gayesi yoktur diyor, eşari mezhebi de böyle der, Razi de böyle der SERHAN: Allah Kur'anı niçin indirdi kursat: nedensiz SERHAN: mantıklı mı kursat: zaten ben geçen de şunu da dedim: Kuranın hakikatte anlamı yok SERHAN: Peki Kur'anda Allah neden insanları ancak ibadet için yarattığını söylüyor, yani insanları yaratmasının gayesini neden söylüyor kursat: dedim ya nedensiz kursat: zaten bu ayetin zahirini alamazsın ispatlayayım mı SERHAN: ispatla bakalım kursat: bu ayeti direkt alırsan Allahın insan ve cinlerin ibadet etmelerini gaye edindiği manası çıkar değil mi, halbuki dünyada ibadet etmeyeler de var o halde Allahın gayesine ulaşamadığını söylemek gerekir ki insan ölçülerinde düşündüğümüzde gayesine ulaşamayan aciz demektir SERHAN: Allah, insana bir cüz-i irade vermiştir. Bazı insanlar nefis ve şeytanla mücadele ederek cüzi iradelerini Allahın isteği doğrultusunda sarf ediyorlar. Allahın gayesi gerçekleşmiş oluyor kursat: peki bu doğrultuda kullanmayanlar Allahın isteğinin dışında mı kullanmış oluyorlar cüzi iradelerini SERHAN: Allah, onların cüzi iradelerini böyle kullanacaklarını bildiği için onları yaratıyor. Yani, onların cüzi iradelerini bu şekilde şerre kullanmalarına ÇOK HAYIRLAR İÇİN izin veriyor. SERHAN: mesela karşındaki bilgisayarın bu şekilde olma ihtimali sonsuz ihtimalden birdir. Fakat, bu şekli seçen bir insan vardır. Bu bilgisayar bu sebeple bu şekilde. SERHAN: Kainat neden bu şekilde, yani bu şekli kim tercih etmiştir kursat: kimse tercih etmedi SERHAN: o halde neden bu şekilde kursat: nedensiz SERHAN: olmadı kursat: ispatlarım SERHAN: ispatla bakalım nedensiz olduğunu kursat: bak sen insan biçimci düşünüyorsun, şöyle ki: sen diyorsun ki bu alem için konuştuğumuzda, sonsuz ihtimalden birini Allah seçti diyorsun değil mi SERHAN: bu kainatın bu şekilde olması, sonsuz ihtimalden birdir. Öyle ise, bu şekli iradesiyle tercih eden bir zat vardır kursat: bu düşüncenin çok hatalı olduğunu sana göstereceğim, bak iyi düşün Allah başka türlü bilebilir miydi, yani ilmi başka türlü olabilir miydi, fakat değişmez bir ezeli ilimden bahsediyoruz unutma SERHAN: Allah kainatı bu şekilde en ufak ayrıntısına kadar irade ettiği için böyle kursat: Allahın olaylar olduktan sonraki bilgisi ile olaylar olmadan önceki bilgisi aynı mıdır SERHAN: söylediklerin alakasız, ben diyorum ki neden kainat bu şekilde, hayvanlar, insanlar, çiçekler, böcekler neden bu şekildeler, onların bu şekilde olmasını irade etmese neden bu şekilde olsunlar kursat: işte onu diyorum ben de SERHAN: alakası yok kursat: Allahın ilmi bunların nedeni, ilmi ezeli olduğundan etkin bir ilimdir SERHAN: etkin bir ilim ne demek, mesela ben bilgisayar yapmayı biliyorum, fakat hiç bilgisayar olmuyor kursat: ancak iradeye yer yok ki zaten neyin mevcut olacağı ezeli ilminde belli. belli olan şey daha irade edilir mi, sen hadissin ilminde öyle ama ben ezeli ilimden bahsediyorum o farklı, bak sen bildiği için mi irade etti diyorsun SERHAN: Allah, seni yaratmasının iyi ve yaratmamasının kötü olduğunu biliyor. Neden senin yaratıyor, Seni neden biliyor kursat: yaratmasını ben senin anladığın anlamda anlamıyorum, ilmindekilerin varlık sahasına çıkması olarak anlıyorum yani ayrıca yaratma sıfatı yoktur diyorum SERHAN: saçma kursat: bak sence Allahın yaratma sıfatı varmı SERHAN: kesinlikle evet kursat: ezeli mi yoksa hadis mi SERHAN: ezeli kursat: bak o halde, şimdi biz burada yazışıyoruz ya bu fiillerimizi Allah yarattı diyorsun ya, ezelde mi yarattı bu fiillerimizi SERHAN: Sen bu soruya önce cevap ver sonra devam edelim. Kainatı kim yaratıyor kursat: ben şöyle cevap vereyim, kainatı vareden Allahtır, SERHAN: varetmek ne demek kursat: yani varlık sahasına çıkarmak, ancak bunu tercihsiz, iradesiz yapıyor, SERHAN: senin amacın anlaşılmıyor, tercihsiz, iradesiz yarattığına en ufak bir delil yok, sen bunu nereden çıkarıyorsun, yani, kainatın neresine bakıp bunu çıkarıyorsun, ayrıca hangi ayete, hangi hadise bakıp bunu söylemeye çalışıyorsun. kursat: inan ki yıllar evvel bu dediklerimin benzerlerini ince,detay kitaplarda okurken üstünde düşünmezdim bile güler geçerdim ama şimdi iradesini inkar etim SERHAN: Kusura bakma ama kafan çok karışık. Kur'andan, akıldan çok uzaklaşıyorsun, Bunlar muvazeneli bir tarzda öğrenilir ve tartışılır. Fakat, senin bütün ölçülerin kaybolmuş. Yani, apaçık ayetlere muhalefet ediyorsun, Şöyle diyebilirsin. Evet Allahın iradesi var. Fakat bizim irademize ve hiç bir şeye benzemez. Fakat Allahın iradesi yok diyen dinden çıkar kursat: samimiyetle söylüyorum ki bunu kavradıktan sonra artık Allahın iradesi var diyenleri okurken şimdi daha net anlıyorum bazı şeyleri, onların düştüğü çelişkileri daha net görüyorum. beni anlamamanı da doğal karşılıyorum. ben senin gibi de değildim evvelden, böyle konuşmalara hiç dayanamazdım SERHAN: hayır ben dayanıyorum. Fakat, sen de mantıksız ve ispatsız bir inkar var, yani söylediklerinin hepsi saçma şeyler, akılla ve mantıkla en ufak bir alakası yok
*** Zamanın yaratılmış olduğunu söyleyenlere soruyorum: 1- Zamanın yaratılması zaman alır mı? 2- Zamanın yaratılması zaman içinde mi oldu? 3- Zamandan önce zamansızlık mı vardı? "evet" dersen, "önce" terimi zaman kavramı değil mi?
***
kursat: şimdi kısaca görüşümü bildireyim Zafer: ok kursat: ben yaratmayı da çoğunun anladığı anlamda almıyorum onu da konuşuruz kursat: yaratmayı da ben Allahın ilmindekilerin ilmine göre varlık sahasına çıkması olarak anlıyorum, ve diyorum ki, evet Allalh ezelidir ve ilmi kendisidir ancak bu ilmindekilerin varlık sahasına çıkması alemdir ve Allahla birlikte madde de vardı, bu madde, yani Allah ezeli ya Zafer: yani alemin, insanların maddeden bir şeyler yapması gibi mi olduğunu söylüyorsun kursat: yok öyle de değil Zafer: o madde nasıl vardı kursat: işte onu diyeceğim zaten, ince konu o Zafer: işte iş yine Allah'a gidiyor, O vardı hiçbir şey yoktu, çünkü madde varsa maddenin sahibi de olmalı yaratıcısı da kursat: Allahın ilmi ezeli olunca sonuçta o ezeli maddeyi de yine varlık sahasına çıkaran Allah ancak bu çıkma ifadesi mecazi, yani Allahla beraber varlıktaydı, bilmesi ezeli olunca öyle oldu, sonradan maddeler oldu yani sen ben gibi insanın varoluşu gibi bunlar yine Allahın ilmindekilerin ilmine göre varlık sahasına çıkmasıyla sonradan oldu kursat: bundan önce bir de yaratma konusuna değinelim istersen Zafer: ok kursat: Allahın yaratma sıfatı var mı Zafer: evet kursat: peki bu sıfat ezeli mi yoksa hadis mi, yani sen O’nun görme sıfatına ezeli diyorsun ya işte bunu gibi kursat: şunu soracağım sana Allah ezelden beri mi yaratıcıydı yoksa sonradan mı yaratıcı oldu Zafer: sonradan yaratıcı olabilmesi için yaratma sıfatını sonradan yaratması lazımdı, tabi onu da yaratırken daha önceden yaratma sıfatı olması lazımdı, böyle böyle gider, kursat: yani ezeli bir yaratma sıfatı vardır mı diyorsun Zafer: tam diyemeyiz kursat: ne öyleyse Zafer: buradan çıkamazsın asla, madde O’ndan önce olamaz kursat: bak ben sana diyeyim, Maturidi mezhebi yani özgür iradeyi savunanlar diyor ki yaratma sıfatı yani tekvin ezelidir diyorlar. Eşari mezhebi yani cebirciler ise diyor ki: Allahın ezeli kudret sıfatı vardır ancak bu kudret sıfatının sonradan olan ikinci taalluku ( ilgisi, bağıntısı) tekvindir, işte onunla yaratma olur diyorlar kursat: sen ne diyorsun bunların görüşlerine birazdan onları eleştireceğim Zafer: peki Eşariler kudret sıfatının yaratılmasına, varolmasına ne cevap veriyorlar kursat: ezeli diyorlar, mahluk değil diyorlar Zafer: kudret ezeli ama kudretin de yaratılmış olması gerek değil mi onlara göre, onların böyle düşünmeleri gerekir, madem kudret ezeli olamaz, yani kudretin de yaratıcısı olması lazım kursat: hayır öyle değil, zaten hem Maturidiler hem Eşariler kudret sıfatına ezelidir derler ve mahluk değil derler Zafer: nasıl mahluk değil, kudreti bir kavram olarak düşünüyolar öyleyse kursat: bak böyle işte, onlara göre görmesi de duyması da ezelidir ve mahluk değildir Zafer: ezeli olabilir, o ezeli ise sıfatlarının da ezeli olması gerekmez mi kursat: öyle diyorlar işte Zafer: öyle diyebilirler, zaten sonradan olsa mahluk olurdu kursat: evet öyle diyorlar Zafer: sen ne diyorsun kursat: sen şimdi yaratma sıfatına ezeli mi diyorsun onu söyle Zafer: eğer yaratma sıfatını mahluk olarak görmüyorsan, evet, başka çare yok kursat: tamam mı Zafer: sen söyle, hadi kursat: bak burada büyük bir çelişki var, kitaplarda pek geçmez Zafer: çelişki olan nedir kursat: önce Eşarilikle başlayalım kursat: onlar ne demişti? kudret sıfatının ikinci olan, sonradan olan taalluku yani ilgisi olan tekvinle Allah yaratıyor demişti ya, peki bu sonradan olan tekvin nasıl meydana geliyor Zafer: evet kursat: bunu söylemediler Zafer: ben bu soruyu soruyorum onlara kursat: sende zaten bunu farkına vardın, derlerse ki o tekvinde başka bir tekvinle meydana geldi deriz ki: o tekvin nasıl meydana geldi Zafer: yani kursat: yani teselsül olur, teselsül demek zincirleme gitmek demek Zafer: evet Zafer: sonuçta yine ezeliyete gelir kursat: dolayısıyla onlar sonuçta ezeli bir yaratma sıfatını kabul etmeye mecbur kalırlar Zafer: evet kursat: okey mi Zafer: ama yaratma sıfatını yaratma meselesi var yine kursat: yok öyle değil Zafer: ezelde varlığı kendisindendir derler, vacibül vücud kursat: bak demek ki senle sıfatlar konusunu da konuşmak gerek Zafer: yaratma sıfatının ondan önce olduğunu düşünemeyiz, Ondan sonra yaratıldığını da düşünemeyiz zaten ondan önce bir şey yoksa kursat: o halde ben sana onların sıfatlar konusunda ne dediklerini bildireyim mi Zafer: evet bildir kursat: bak biliyorsun ki Eşariler ve Maturidiler 1000 yıla yakındır ehli sünnet diye bilinirler ve baskın bir görüştür dünyada kursat: ben sana sıfatlar konusunda onların dediklerini bildireyim, bu da ince bir konudur Zafer: söyle kursat: şimid ehli sünnet diyor ki: Allahın sıfatları ezelidir, bunlar 7 veya 8 tanedir, Maturidi tekvini de yani yaratmayı da ezeli kabul eder Eşari ise ona hadis der, kursat: bu sıfatlar şunlardır Zafer: biliyorum onları kursat: görmesi işitmesi kudreti iradesi kelamı yani konuşması kursat: okey mi Zafer: evet kursat: ancak burada şöyle bir durum var, ehli sünnet diyor ki bu sıfatlar Allahın zatının ne aynısıdır ne de gayrısıdır, bununla şunu kasdederler: yani bu sıfatlar tek başına ele alındığında Allah denemez ancak bu sıfatlar olmadan da ilahlık olmaz o bakımdan bu sıfatlar tek başına ( Allahın zatı olmadan) Allahın zatı olmadığı gibi Allah da bu sıfatlar olmaksızın ilah olamaz derler yani bunu kasdederler okey mi Zafer: şu an da ben konuşabiliyorum görebiliyorum işitebiliyorum bu özelliklerim olmazsa ben insan olamam ama bunlar da tek başına insan olamaz aynı bu hesapla düşünürsen tamam yani bu şekilde düşünebiliriz fakat sıfat kavramı hala açıklığa kavuşmadı bu cevap bana yetmiyor kursat: zaten bu kadar değil ki esas meseleler başlıyor şimdi Zafer: başla kursat: ezeli kaç tane olur Zafer: ezeli başlangıcı olmayan demek kursat: ben ezeliyi sordum kaç tane ezeli olur dedim, bak ben devam edeyim o halde, Mutezile mezhebi var ya hani kaderi inkar eden, onların tevhid prensipleri vardır, yani olay şu Zafer: ezelinin sayısı önemli mi? ama bir tane olması lazım başta çünkü biri diğerini yaratacak kursat: ezeli bir tane olur diyorlar. halbuki bak ehli sünnete 7 - 8 tane sıfat kabul ediyor ezeli olarak, bir de Allahın zatını kabul ediyor bak 8 - 9 tane ezeli kabul ediyorlar gördün mü, buna "taaddüdü kudema" yani ezelilerin çoğalması adı verilir kursat: beni ise şunu yaptım sıfatlarını inkar ettim ve ilmini kabul ettim ama şunu dedim bu "ilim" zatının kendisidir zatının aynıdır dedim ve bir tek ilahı kabul ettim bunu bazı filozoflarda yaptı İbn sina, Farabi kursat: onlar yaratma işine ezeli demek durumunda kalıyor ya Zafer: evet kursat: burada da büyük problem var, o da şu: mesela biz şimdi yazışıyoruz ya, bu fiilimiz şimdi oldu yani bir yıl önce değil yani sonradan oldu ya Zafer: evet kursat: soruyorum o halde madem ki ezeli yaratma ile oluyor bunlar, bizim şimdi olan fiillerimiz de ezelde mi yaratıldı? kursat: bak bizim bu fiilimiz ezelde yaratıldı mı yaratılmadı mı Zafer: fiil ezelde yaratılsa idi ezelde de yaşanmış bitmiş olurdu, vuku bulan her fiil o anda yaratılmıştır, vuku bulduğu anda yaratılmıştır kursat: o halde sen bu lafınla hadis bir yaratmadan bahsettiğinin farkında mısın Zafer: yaratabilme ve yaratma, farklı o, yaratabilme yetenek, yaratma ise fiildir kursat: ben direkt yaratmadan bahsediyorum Zafer: şu vuku bulduğu anda yaratılmıştır fiil, çünkü yaratılmazsa vuku bulmaz kursat: neyle yaratılmıştır Zafer: bilmiyorum Zafer: daha önce var olan bir şeyden yaratılmış diyebilir miyiz ya da yoktan kursat: biraz evvel yaratmayı kabul edenler ezeli bir yaratmayı kabul etmeye mecbur kalırlar demiştirn kursat: ezeli bir yaratma ile mi yoksa hadis bir yaratma ile mi? İkisi de olmuyor gördüğün gibi yani Allahın yaratma sıfatı yoktur, mecazi diyorum Zafer: peki onu yaratan kimdir, sonuçta yaratabilme özelliği hep vardı fakat şu anda yaratıyor mesela fiilleri kursat: neden şu anda yaratıyor da bizi neden 100 yıl önce yaratmadı dersem ne dersin Zafer: yüz yıl önce başkalarını yarattı sıra bize yeni geldi Zafer: bilmem derim ama istese yaratırdı derim kursat: yani böyle olmasını irade etti diyorsun değil mi Zafer: evet kursat: peki ben sana Onun iradesinin olmadığını ispatlarsam ne diyeceksin Zafer: ispatla kursat: irade ne demek Zafer: istemek kursat: peki tercih etmek seçmek manasına da geli rmi Zafer: gelebilir kursat: bu manayı da ezeli olarak Allah için kabul ediyorsun değil mi Zafer: Allah olduğu için o sıfat var diyorum O olmasa sıfat da olmayacaktı kursat: ezeli iradesi var demiyor musun Zafer: Onunla birlikte diyelim kursat: seçmek için seçilenlerin mevcut olması gerekir mi gerekmez mi, şart mı değil mi Zafer: evet seçmek için seçilenlerin olması lazım kursat: mesela senin kız veya erkek olarak doğman gibi Zafer: fakat kız ve ya erkekliği yaratan da Odur kursat: Musanın seçilmesi gibi, yani seçmek için seçilenlerin olması şart diyorsun değil mi Zafer: evet kursat: sana göre alem yokken Allah ne olup olmayacağını hatta ikimizin dün değil de bugün görüşmemize varana kadar senin okuduğun okulun o değil de bu oluşuna kadar hepsini tercih etiğine inanıyorsun değil mi Zafer: bunu alem yaratıldıktan sonra da yapabilir kursat: ilminin zıttına bir şeyi isteyebilir ya da seçebilir mi Zafer: ilmi de istemesine göre diyemez miyiz kursat: ilmine ezeli demedin mi Zafer: ilmine ezeli dersek istemesine de ezeli diyemez miyiz kursat: bak ilminde olayların nasıl olacağı belli değil mi Zafer: ilminin özelliği o, ilmi olacakları bilmek; istemesi ise olayları planlamaktır, olacaklar isteğe göre belirlenmiş olamaz mı, olaylar isteğe göre belirlendiyse ilim de onu bilmek zorundadır kursat: bu ifadenden sanki önce irade ediyor sonra biliyor gibi bir mana çıkmıyor mu Zafer: hepsinin aynı anda olduğunu düşünsek, ilim irade yaratmak, hepsi bir anda kursat: o halde iradenin ilmiden ne farkı var bana söyler misin Zafer: ilim bilir, irade ise seçer kursat: peki irade ilminde var olacağı belli olan şeyi mi seçer Zafer: ilim irade de olmayan bir şeyi kapsar mı kursat: ben zaten iradesini inkar ettim Zafer: ilmi niye inkar etmedin kursat: zira Kuran ayetlerinde olmadan önce ki olayların Allah tarafından bilindiği geçiyor Zafer: evet kursat: dolayısıyla inkar etmedim ilmini zaten bunu evvelden söyleyenler olmuş Zafer: iyi de “O isteseydi herkes iman ederdi” ayeti yok mu, o halde iradeyi nasıl inkar ediyorsun kursat: bak bunların cevabını elbette ki verdim ve buldum, bu ayetleri bilmesi manasında alacağım, yani bahsettiğin ayeti eğer Allahın ilminde herkesin iman etmesi olsaydı herkez iman ederdi manasına alıyorum, bir de ben Allahın ilminin etkin bir ilim olduğunu söyledim. Yine bunu diyenler oldu elbette. yani Onun ilmi zorlayıcı bir ilimdir Zafer: ilmi istediği istediği de ilmidir, ilim yerine isteği de kullanabilirsin o halde, bildikleri bildiği gibi olur, istedikleri de istediği gibi kursat: hayır olmuyor, çünkü tercih olayında demin dedim Zafer: ben de tercih diye bir şey yok dedim kursat: bizim burada yazışmamızı sence ezeli olarak mı tercih etti Zafer: tercih etmedi istedi, O seçim yapmak zorunda değil kursat: mesela o kadar kişi varken Musayı peygamber göndermek sana göre bir seçim değil mi Zafer: hayır sadece bir yaratma, Musayı yarattı, Musa olarak yarattı o kadar kursat: bak ayette ise Musa’nın seçildiği geçer Zafer: onu istiyordu onu yarattı ve onu seçti kursat: bak Onun ilmini kabul ediyor musun Zafer: ilmini kabul ediyorum, ama iradesini de kursat: zaten bunlar ilminde belli değil mi, belli olan şeyi mi seçti, belli olan şey seçilir mi Zafer: evet, niye seçilmesin ki kursat: ne manası var ki kursat: ben Allahın hür olduğunu da inkar ettim Zafer: peki Onu hür kılmayan şey nedir, başka bir ilah mı kursat: hiçbir şey, bak Onu zorlayan olmaksızın O hür değildir ilahlık bunu gerektiriyor, neden mi Zafer: evet dinliyorum kursat: soru: Allah'ın olaylar olduktan sonraki ilmi ile olaylar olmadan önceki ilmi aynı mıdır Zafer: ilmine göre olaylar olmaz mı kursat: evet olur Zafer: o halde sen Allah'ın varlığını da inkar edebilirsin kursat: bilemem, Allah'ın ilminde nasıl olacağı biliniyorsa öyle olur, Allah'ın ilmin de değişme olur mu? Zafer: olmaz kursat: o halde olayların nasıl olacağı ezeli ilimde belli değil mi? Zafer: ezeli ilmi neye göre belli peki kursat: ilminin böyle olmasının nedeni yok, çünkü ezeli olanın nedeni olamaz, bak Allah ilminin zıttına bir şey yapabilir mi? kursat: bak şimdi bizim burada yazışacağımızı ezeli olarak biliyordu ya, bu fiil gerçekleşmeyebilir miydi? Zafer: Allah dilemese gerçekleşmezdi kursat: iyi düşün dediğin lafı Zafer: Onun istemesi mecburidir diyebiliriz kursat: biraz önce sen dedin ki Onun ilmi değişmez, şimdi diyorsun ki isteseydi bu fiil olmayabilirdi çelişkiye düştün Zafer: ama ilim ona göre belirlenir, ilim iradeden sonra desek kursat: ilim iradeye göre mi belirlenir Zafer: niye belirlenmesin kursat: o zaman sen ilmine hadis demiş olmuyor musun kursat: bak sana süper bir soru soracam: (Zafer: ilim iradeden sonra desek kursat: ilim iradeye göre mi belirlenir Zafer: niye belirlenmesin) demiştin Zafer: eeee kursat: soruyorum: Allah neyi irade edeceğini biliyor muydu Zafer: tamam aynı anda diyelim, kursat: o zaman irade ilmi belirliyor diyemezsin ki Zafer: şunu diyebilir miyiz ilim vardı, ilimde iradenin olacağı ve iradeye göre ilmin belirleneceği, ilim de iradenin ilme hükmedeceği varsa kursat: Allah olacak bütün olayları ezeli bir ilimle bilmiyor mu ve demene göre konuşursak: sonradan neyi bileceğini de ezeli olarak bilmiyor mu Zafer: yani Onun bir şeyi isteyip istememesi bir şeyi değiştirmez diyorsun kursat: yani istemesine gerek de yok ve zaten ezeli bir istek de olamaz Zafer: niye olamasın kursat: ilmi yeterli ve etkin bir ilimdir bizim ilmimiz gibi değil Zafer: ilminde irade de gizlidir deriz öyleyse kursat: bende derim ki: o gizli olduğunu söylediğin iradeyle neyi isteyeceğini zaten bilmiyor mu ve bildiği şeyler bildiği gibi gerçekleşeceğinden iradenin burada hükmü nedir, bu arada bir konuya değinmek istiyorum kader meselesinde ilim kursat: sen bizim fiillerimizde hür olduğumuzu mu savunuyorsun Zafer: tam değil ama bize göre hürüz, aklımıza göre hürüz çünkü aklımızın istediğini yapabiliyoruz kursat: yani günahları Allah zorla mı yaptırıyor Zafer: niye yaptırmasın kursat: ben zorla olduğunu zaten savunuyorum Zafer: biliyorum senin savunduğunu, fakat zorla kavramı varsa kitap niye indi kursat: nedeni yok Zafer: nedeni vardır. kursat: zira ilmine göre oldu bu işler ve ezeli olanın nedeni olmaz Zafer: her şeyi bu kalıba sokuyorsun, öyle ise hiçbir şeyin nedeni yok dersin kursat: evet Zafer: nedensizlik alemi mi diyorsun kursat: evet Zafer: peki sonra ne olacak, artık ilminin sonuna geldin galiba artık ne yapacaksın, nedensizlik kavramına ulaştıysan daha bir derdin yok demektir kursat: evet çok problemi bu yolla çözdüm şimdi alemin ezeliliği konusunu araştırıyorum, yani aslında bu bakış açısıyla baktığımdan Kuranın da bu yönüyle de nedeni yok ve bu yönüyle yani hakikat anlamda manasızdır diyorum, Zafer: ne diyeyim kolay gelsin, kursat: ne diyorsun bu bakış açısına Zafer: bence nedensizlikte neden araştırılmaz, peki sen neden araştırıyorsun, nedensizliğe neden hizmet ediyorsun Zafer: yani nedensizliğin bir parçasıyım diyorsun kursat: evet
*** Dedi: “Hadi sana bir soru: Ezeli kaç tanedir?” Cevap: Şu anki görüşüm şu: Ezeli maddeye inanıyorum. Ancak bu öyle bir şey ki onu da varlık sahasına çıkaran Allah. Şimdi hemen üstüme geleceksiniz değil mi? nasıl olur da ezeli olan bir şeyi, başka bir şey etkiler, onu varlık sahasına çıkarır? bunu mu soracaksınız? küreği suya vurursun küreğin suya teması anında su da hareket etmez mi? ya da elinde yüzük var sen elini sallayınca yüzük de aynı anda hareket ediyor. Elin hareket ediyor ama bak yüzükte aynı anda hareket ediyor, yani böyle misaller var. Bakın bir örnek var ama o eleştireye çok açık. Bunu belirterek onu da bildiriyorum. Mesela sen güneşli bir havada yürüyorsun ama yerde senin gölgende seninle beraber hareket ediyor. İşte bu örnekteki şeylerle şunu kasdediyorum ki ben yaratmanın insanların çoğunun anladığı manada almıyorum. yaratma ifadesi de esasen mecazi. ben ona şu anlamı veriyorum: ilmindekilerin varlık sahasına ilmine göre çıkması şeklide. O halde Allah ezelidir, ilmi de kendisidir dedim. Bakın ezelde de Allah biliciydi, ancak ilmindekilerin varlık sahasına çıkması meselesi can alıcı noktadır. İşte ezeli madde de Allahın bu ezeli ilminde vardı ve Allahın nasıl başlangıcı yoksa bu ilk ancak ezeli maddenin de başlangıcı yok. Yani ezeli olarak beraber varlıktalar. Ancak kelimeler bu hususu anlatmakta yetersiz kaldığından sudur (çıkma) gibi taşma gibi ifadeler kullanılıyor. Her ne kadar ilk maddeyi de varlık sahasına çıkaran Allah ise de bu zaman alan bir şey değildir. Allahın ilmindekileri, bilmesi zaman almaz.
*** Hani Kuran’da “Sünnetullah” diye ayet var ya, manası Allahın adeti demektir. Ben Allahın adeti olmaz diyorum. Çünkü adet demek alışkanlık demektir ve bu adet, alışkanlık ise zamanla kazanılan şeylere denir. Kazanılan şeyler ise değişmeyi akla getirir, Allah da ise değişme olmaz. Yani önce böyle adeti yoktu da sonradan bunu adet edindi manası olur. Dersen ki ezelden beni bu adeti var, kelime manası olarak, zamanla yapılan işlerin sonucunda şahsın bu işini daha kolay yapması sonucu bunu adet edinmiş deriz veya hoşuna gittiği için. Ama dediğim gibi bu değişmektir. Allah niye değişsin ki? değişmek ya daha iyiye doğru olur, ya kötüye doğru olur. Allah için kötü yönde değişmeyi pek diyen olmaz. Ancak daha iyiye doğru değişmek ise şu manaya gelir: Demek ki daha iyi, efdaldir. Yani daha faziletlidir. Bu ne demek? şu demek: Bu değişme olmadan önce, bu daha faziletli bir durumdan Allah yoksundu manasına gelir. Bu ise eksikliktir. Bu açıdan Allah için değişme olamaz. Bu ayeti nasıl anlayacağız? şöyle anlayacağız : Yani "Allahın ilminde olayların genellikle böyle cereyan edeceği vardır" manasına alınır ayet .
*** Kitap: "Türlerin Kökeni" (Türkçeye çevrilmiştir.) Yazar: Charles Darwin Bu belkide teoriye karşı öne sürülebilecek en aşikar ve ciddi itirazdır öyleyse neden her jeolojik oluşum ve her katman bu tür ara bağlar ile dolu değil?... inancıma göre bunun açıklaması jeolojik kayıtın son derece kusurlu ve noksan oluşunda yatmaktadır (53) … Bu jeolojik kaydın kusurlu olduğu görüşünü reddeden haklı olarak tüm teoriyi de reddedecektir (54) Bununla akraba olan bir başka zorluk vardır ki çok daha ciddidir demek istediğim hayvanlar alemnin birkaç ana kısmına ait olan türlerin bilinen en altaki fosilli kayalarda birdenbire ortaya çıkması hali. Aynı gruptaki tüm mevcut türlerin tek bir atanın soyundan geldikleri yolundaki beni ikna eden argümanların çoğu eşit oranda bir kuvvetle bilinen en erken türler içinde geçerlidir mesela kambriyen ve silüryen döneme ait trilobitlerin kambriyen dönemden çok önce yaşamış olması gereken ve de muhtemelen bilinen herhangi bir hayvandan çok farklı olan bir kabuklunun soyundan türediği şüphe götürmez sonuç olarak eğer teori doğruysa en alttaki kambryen katman tortullaşmadan önce kambryen çağdan günümüze dek geçen tüm süre kadar veya belki de bundan çok daha uzun dönemlerin geçtiği ve bu uzun dönemler esnasında dünyanın canlı yaratıklarla dolup taştığı tartışılmazdır. niçin kambriyen sistemden önce var olduğu düşünülen bu en önceki dönemlere ait fosilce zengin tortular bulamadığımız sorusuna hiç bir tatmin edici cevap veremiyorum… mevcut durum anlaşılmazlığını korumak zorunda ve bu durum burada ele alınan görüşlere karşı geçerli bir argüman olarak haklı bir şekilde öne sürülebilir. (55) (53):Charles Darwin, the origin of species (türlerin kökeni), ( Chicago Britannica,1952) s: 152 (54) s: 179 (55): s:163-164 Kitap: İnsanın Türeyişi Yazar: Charles Darwin _ Sayfa:226: her evrimci beş büyük omurgalı sınıfının yani memelilerin, kuşların, sürüngenlerin, ikiyaşayışlıların ve balıkların bir tek ilk örnekten (prototyp) türediğini kabul eder çünkü hepsinin özellikle embryonel dönem boyunca ortak yanları pek çoktur balıklar sınıfı organlanma bakımından en aşağı durumda bulunduğu ve yeryüzünde öbürlerinden önce belirdiği için omurgalılar aleminin bütün üyelerinin balığa benzer bir hayvandan türediği sonucuna varabiliriz. Maymun, fil, kalibri, yılan, kurbağa, balık vb. gibi birbirinden pek başka hayvanların hepsinin aynı ana-babadan türeyebildiği inancı doğa tarihindeki son ilerlemeyi izlememiş kimselere pek garip görünecektir. çünkü bu inanç bugün birbirine hiç benzemeyen bu biçimlerin hepsini birbirine sıkıca bağlayan canlıların eskiden yaşamış olduğunu üstü kapalı olarak söylemek demektir. _Sayfa: 232: bütün memeliler sınıfının atalarının iki eşeyli olmaktan VAZGEÇTİKTEN uzun zaman sonra her iki eşeyinde süt verdiği, ve yavrularının böylelikle beslendiği keselilerde ise her iki eşeyinde yavrularını keselerinde taşıdığı başka bir görüş olarak söylenebilir. _Sayfa 235: omurgalılar aleminde belli belirsiz tanımayı başarabildiğimiz en eski atalar görünüşe göre bugünkü tulumluların (Ascidians) kurtçuklarına (larvae) benzeyen bir grup deniz hayvanından oluşuyordu. Bu hayvanlar batrak gibi az organlanmış bir grup balığın doğumuna yol açmış olabilir ve onlardan parlak pullu balıklar ve onlardan da karamaruya benzer başka balıklar gelişmiş olmalıdır böyle balıklardan iki yaşayışlılara (Amphibia) geçmemize küçük bir adım yeter. Kuşların ve sürüngenlerin bir zamanlar sıkı sıkıya birbirlerine bağlı olduklarını ve tekdeliklilerin bugün memelilerle sürüngenleri önemsiz ölçüde birleştirdiğini görmüştük ama bugün daha yukarı olan üç hısım sınıfın yani memelilerin kuşların ve sürüngenlerin daha aşağı omurgalı sınıflarından yani iki yaşayışlılardan ve balıklardan hangi türeme çizgisini izleyerek doğduğunu hiç kimse söyleyemez. Memeliler sınıfında eski tekdeliklilerden eski keselilere ve onlardan etenlilerin (placental mammals) ilk atalarına çıkan basamakları izlemek güç değildir. Böylece makigillere (Lemuridae) yükselebilmekteyiz. Ve onlarla insanımsımaymungiller (simiadae) arasındaki uzaklık çok büyük değildir. İnsanımsımaymungillerde iki büyük dala, Yeni dünya ve Eski dünya maymunlarına ayrılmıştır. Ve sonunculardan çok uzak bir dönemde evrenin mucizesi ve övüncesi olan insan türemiştir. Böylece insana pek uzun ama soylu nitelikte olduğu söylenemeyecek bir soyağacı (pedigree) bağışlamış oluyoruz. Dünya sık sık söylendiği gibi insanın doğumu için uzun zaman hazırlanmış gibi görünmektedir. Ve bu bir bakıma tam anlamı ile doğrudur. Çünkü insan doğumunu uzun bir atalar dizisine borçludur. Bu zincirdeki halkalardan bir teki varolmasaydı insan tam bugün olduduğu gibi olmazdı. Gözlerimizi bile bile kapamadıkça bugünkü bilgimizle soyumuzu aşağı yukarı tanıyabiliriz. Bundan utanç duymamız da gerekmez; en aşağı organizma ayaklarımızın altındaki inorganik tozdan çok daha yukarı bir şeydir. Ve önyargısız hiç kimse herhangi bir canlı varlığı o varlık ne kadar aşağı olursa olsun onun olağanüstü yapılışı ve özellikleri karşısında coşkuya kapılmadan inceleyemez.
Not: “İnsanın Türeyişi” kitabında insanın maymundan geldiği savunulurken şu hususla ifade edildi; 1: Vücut kılları, tüyleri nasıl yok oldu? cevap: güneşin etkisiyle 2: Çeneler ve dişler nasıl küçüldü? cevap: insan ateşi bulunca sert olan yiyecekler artık ısıtılarak yumuşadı ve dolayısıyla çene ve dişlere eskisi gibi fazla iş düşmeyince veya zorlanmayınca otomatik olarak çene ve dişler küçüldü. 3: Maymunlardaki kuyruk nasıl insanda yok oldu? cevap: devamlı üstüne otura otura aşındı, çok uzun zaman sonra. Tabi ki sonraki kuşaklara etkisiyle beraber yok denecek pozisyona gelmiş oldu. Bundan şüphe edilmemeli. Not: “Bundan şüphe edilemez” ifadesi kitapta çokça kullanılıyor. Örnek: sayfa: 219: bundan dolayı insanın Eski dünyanın gerçek maymunlar soyunun bir dalı olduğundan soykütüğüne uygun bir görüşle dar-burunlu maymunlarla birlikte sınıflanması gerektiğinden pek de şüphe edilemez.
Yorum: Ben evvelden bu evrim konusunu araştırmıştım, orada edimdiğim hayati bilgi şuydu: Bahsedilen kambriyen tabakasında milyonlarca tür birden bire araştırmacıların karşısına çıkıyordu. Yani bu katmandan önceki katmanlarda bu birden bire karşımıza çıkan türlerle ilgili olan fosil yoktu. İşte bu buluş evrim teorisinin gerçek yüzünü gösterdi. Zira bu teoriye göre ortak bir atadan gelme kabul edilir. Miyonlarca yıl süren bir süreç sonucu canlılar daha iyiye doğru gelişiyor ve mesela balıklar diyelim, suda yaşarken yavaş yavaş sürüngenleşmeye başlıyor. Yine kara hayvanları yavaş yavaş kanatlanmaya başlıyorlar gibi bir düşünceyi savunur bunlar. Ancak sudan karaya geçişte ve karadan havaya geçiş meselesinde ara geçiş formu olması icap eder. Mesela yarı kuş yarı sürüngen gibi, yani böyle milyonlarca ara geçiş formu yani fosili olması gerekir bu teoriye göre. Ancak Darwin kendi zamanında böyle bir ara formu bulamadıklarını söylemiş ve bilim ilerlerse ilerde bulunabileceğini ifade etmiştir 1850 yılında yayımladığı “Türlerin Kökeni” adlı kitapta. Yani bu kambriyen tabakası meselesi çok önemlidir. Geniş bilgi almak için mesela Harun Yahya’nın kitaplarında bu konuda geniş bilgi vardır (Evrim Aldatmacası) Bir önceki katmanlarda olmayan milyonlarca tür var. Bu ne demek? Bu katmanda bu hayvanlar varedildi demek. İşte evrimcilerin en sıkıştıkları konulardan biridir bu. Size tavsiyem bu konuyu araştırın. Ateistler hemen bugün araştırmanız gerek bu konuyu. Ve Darwin nasıl da kolayca insanın türeyişindeki zincirleri bize anlatıyor gördünüz. Bir adım yeterli diyor türlerin değişiminden bahsederken. Ne diyor bu adam? Ama dünyada bu adam nasıl anlatılıyor değil mi?
***
kursat: hani sünnetullah ayeti var ya, orada ki manaya Allahın adeti diyorlar, işte ben Allahın adeti olmaz diyorum ancak bunu İbni Rüştten öğrendim, adet demek bir nevi alışkanlık demektir, bak ben bunu niye inkar etim söyleyim çünkü adet alışkanlık demektir ve alışkanlık kazanılan bir şeydir, ve kazanmaktan bahsedildiğinde evvelden bu sıfata sahip değildi de sonradan bunu elde etti manasını akla getirir ve bu da Allah da değişme olduğunu akla getirir Zafer: alışkanlık neden sonradan olsun ki kursat: ezeli bir alışkanlık olur mu sence Zafer: alışkanlık diye neden diyorsun peki kursat: çünkü adet demek bu demektir Zafer: senin anladığın adetle, kullanılan adet farklı olabilir kursat: zaten ben onu mecbur şu manaya hamlediyorum: "Allahın ilminde olayların ekseriyetle bu şekilde vuku bulması var" manasını veriyorum Zafer: ee kursat: mesela firavunun suda boğulması hadisesini örnek alalım Zafer: sen zaten sadece ilmi kabul ettiğin için diğer şeyleri de hep ilme bağlayabilrisin. kursat: Yani azap geldiğinde inanmaları fayda vermez deniyor ayette, ancak sünnetullahın yani adetullahın böyle olduğu ifade ediliyor. Yani bu ayet işte böyle azap gelince ekseriyetle yani çoğunlukla azap geri çevrilmez manasındadır Firavun iman ettiğinde sünnetullah olarak ifade edilen durum gereğince sulardan kurtulamadı yani azap geri çevrilmedi Zafer: peki peygamberi kabul ediyormusun kursat: peygamberlik müessesini kabul ederim Zafer: peki neden onun imanı hakkında laflar yapıyordun kursat: ancak son peygamberin imanı meselesinde söylediklerimin de arkasındayım Zafer: hangi peygambere inanıyosun, Kuranda övülen bir peygamber hakkında laf ediyorsun bu senin inancına ters değil mi kursat: son peygamberin imanı konusu aslında o kadar da derinliği olan bir konu değildir (daha çok psikolojiktir) Yani hadislere bakarsan göreceksin yüzlerce insan biçimci rivayet var ama yüzyıllardır insanlar hep bu zahiri (dış görünüşü) Allaha cisim demeye gelen rivayetleri hep başka manaya yorumladılar. Ancak sana şunu söyleyim ki bir tane bile şöyle hadis yok "ben bunları diyorum ama başka mana kasdediyorum" anladın mı? Zafer: yanlış anlıyorsun ve yanlış düşünüyorsun, duyduğun gibi anlıyorsun mecazi kavramı göremiyorsun
***
kursat: ne diyordun [TT] MasteR: Allah nedir? diyordum sence kursat: basit birliktir, çokluk olmayan birliktir, düşünmeyen, hareket etmeyen, hiç biryerde olmayan, duygusu bulunmayan [TT] MasteR: sıfatları yok mudur kursat: yoktur sıfatları, çünkü sıfat kabul edilince sana soru soracağım hazırmısın bakalım [TT] MasteR: sor bakalım kursat: Allah sıfatları olmadan da ilah mıdır [TT] MasteR: bence sıfatları vardır kursat: sıfatlarına muhtaç mıdır [TT] MasteR: muhtaçdır demedim, Allah vardır diyorsam kafamdaki Allah, sıfatlarıyla var kursat: peki sıfatları bulunmasa da Ona ilah der miydin [TT] MasteR: sıfatları olmasaydı, tanımlanamazdı, yani birşey yapan bir faailiyeti olan, bir rolü olan her şeyin sıfatı vardır [kursat: peki Allahın zatı yani kendisi ezeli mi [TT] MasteR: ezeli [TT] MasteR: sonsuzdur, her yerde vardır kursat: bilgisayarın içinde de var mı [TT] MasteR: var kursat: lağamda var mı [TT] MasteR: var kursat: peki bu yerleri Allah sonradan mı yarattı [TT] MasteR: mekan yoktu başta, sonradan yarattı kursat: peki bu yerleri yaratmadan önce neredeydi [TT] MasteR: mekan yoktu o zaman kursat: işte onu soruyorum ya bende [TT] MasteR: yani beynin 3 boyutun ötesine geçemez, şu anki terimlerle tanımlayamazsın ki bu olayı kursat: yani mekanlar yokken yersiz miydi [TT] MasteR: mekansızdı kursat: sonradan mekana mı yerleşti [TT] MasteR: hem öncesinde olduğu yerde hem sonrasında olacağı yerde, zaman yoktu ki o anı önce ya da sonra diye tanımlayamazsın kursat: sen demedin mi mekanlar önce yoktu Allah sonra yarattı diye, sonra yarattı dediğine göre bu sonranın öncesi olması lazım değilmi [TT] MasteR: mekan ve zaman yoktu kursat: zaman ne zaman yoktu? kursat: ben diyorum ki dua etmemek lazım, ancak Kuranda dua etme ile ilgili ayetler var biliyorum, bunu ispatlayacağım, sence Allahın ilmi de ezeli iradesi de yani dilemeside ezeli değil mi [TT] MasteR: ne demek dilemesinin ezeli olması? kursat: bak şimdi ezeli demek şu demektir yani başlangıcı olmayan, öncesi olmayan yani öncesinde zaman geçmemiş olan demektir yani hep vardı demektir [TT] MasteR: onu biliyorum,dilemesinin ezeli olması yada olmaması ne demek kursat: ben zaten Onun iradesini dilemesini inkar etmiştim kursat: bak irade nedemektir, hani Allahın iradesi deniyor ya [TT] MasteR: taktiri kursat: yani anlam olarak istemek ve seçmek demek değil mi [TT] MasteR: evet kursat: seçmek için seçilenlerin mevcut olması lazım mı değil mi [TT] MasteR: lazım değil kursat: iyi düşün [TT] MasteR: senin seçmen için yaratman lazım, mesela elinde çamur var ama çamurla ne yapacağın yok, şimdiye kadar yapılmamış bir heykel (maddi hiç bir şeye benzemeyen) yapabilirsin, sınırlı hayalgücünle bile yapabilirsin kursat: normal sordum işte [TT] MasteR: bende cidden düşündüğümü söylüyorum kursat: bak sence bizim burada yazışmamız Allahın seçmesiyle mi oldu yani başkasıyla değil de benimle konuşuyorsun ya bunu Allah mı seçti [TT] MasteR: kader konusuna mı giriyoruz, bence Allah ne yapacağımızı biliyor ama ne yapacağımıza karışmıyor, seninle konuşmam benim özgür seçimim ama Allah seninle konuşacağımı biliyordu çünkü o zamandan bağımsız kursat: ben seçmesini sordum [TT] MasteR: benim seçmemle oldu dedim zaten kursat: yani Allahın seçmesi iradesi yok mu diyorsun [TT] MasteR: var ama benim hayatımda yok kursat: Allahın iradesinin dışında bir olay olur mu ki [TT] MasteR: Allah bizleri doğa kanunlarıyla başbaşa bırakmış, doğa kanunlarını seçmiş, yani bir borunun içinden akan su damlası düşün çıktığın yer belli varacağın yerde belli ama geniş bir boru istediğin kadar yer değiştirebildiğini varsay kursat: yani Allahın seçmesi iradesi yok mu diyorsun [TT] MasteR: vardır ama üzerimde seçme iradesi yoktur diyorum, Allah karışmamayı seçmiş o yüzden, karışamadığı için değil kursat: peki senin yapacaklarını ezeli ilmiyle biliyor mu [TT] MasteR: biliyor kursat: Onun olacağını bildiği bir olay olmayabilir mi [TT] MasteR: Onun olacağını bildiği olay olur kursat: olayları önceden bilir dedin madem, Onun ilmi yanlış çıkar mı [TT] MasteR: çıkmaz kursat: o halde bizim bugün konuşacağımızı da ezeli olarak biliyordu öyle mi [TT] MasteR: evet kursat: madem bildiği şey yanlış çıkmaz bizim hür irademiz nerde? çünkü ezeli olarak bizim konuşacağımız belli [TT] MasteR: belli ama biz bilmiyoruz, Allah biliyor, biz bilmiyoruz kursat: senin bilmemen durumu değiştiriyor mu [TT] MasteR: değiştiriyor, ben özgürüm kendi açımdan ama Allah açısından ne yapacağım belli kursat: rızık Allahtan mı [TT] MasteR: hayır, çalışan kazanır, rızıklanır kursat: rezzak değil mi O [TT] MasteR: dünyadaki bolluk Ondan, ama müdahele etmez [TT] MasteR: elma ağacını o vermiş, elma bahçesindeki biz insanlar ise onu toplayıp yemeliyiz, toplamazsan Allah sana vermez kursat: ecel vakti değişir mi [TT] MasteR: değişir (bize göre) kursat: indallah, yani Allah katında [TT] MasteR: Allah katında zaman yok kursat: zamanı sormadım ki [TT] MasteR: zamanı sordun, ecel vakti=zaman kursat: mesela ben birini öldürdüm ölen kişi eceliyle mi öldü [TT] MasteR: ecel ne sence kursat: ölüm anı [TT] MasteR: ecel=ölme vakti mi kursat: evet kursat: yani eceliyle mi öldü [TT] MasteR: evet kursat: ecel vakti değişir mi değişmez mi [[TT] MasteR: bize göre değişir dedim ya kursat: peki Allah onun ölüm anını bilir mi [TT] MasteR: Allah herşeyi bilir kursat: o halde o kişi ölmek zorundaydı öyle mi [TT] MasteR: yine zamana takıldın kursat: Kurana inanırmısın [TT] MasteR: evet kursat: inanmadığını ispatlayayım mı [TT] MasteR: inanıyorum ki, yapabiliyorsan ispatla kursat: Allah kulların saptırır mı [TT] MasteR: Kurandaki her yazan birebir değildir, mecazidir, sapkın kullar vardır, ama Allah saptırmaz kursat: Nahl 93. ayeti inkar ettin [TT] MasteR: inkar etmedim, farklı yorumluyorum kursat: ”dilediğini saptırır dilediğini yola getirir” diyor ayet [TT] MasteR: Allahın dileyeceğini nereden çıkardın kursat: ben zaten Onun dilemesini inkar ettim, bu ayeti farklı yorumluyorum [TT] MasteR: nasıl kursat: yani Allahın ilminde sapacağı olan sapar, hidayete gelecek olanda gelir, manasına alıyorum ayeti kursat: ben muattılayım, yani iptal eden [TT] MasteR: o ne? kursat: sıfatları inkar eden manasında, sadece ilmini kabul ediyorum ve ilmine de zatının aynıdır diyorum bir tek ilah vardır diyorum, halbuki sen sıfatlarını kabul ediyorsun ve 7- 8 tane ezeli kabul ediyorsun kursat: mesela sence imanı Allah mı nasip eder [TT] MasteR: hayır kursat: müslümanmısn diye sorsam ne cevap veriyorsun [TT] MasteR: müslümanım kursat: elhamdülillah demiyor musun, Allaha şükürler olsun demektir [TT] MasteR: çok şükür de derim elhamdülillah da ya da demem, Müslüman mısın deyince müslümanım derim kursat: peki neden şükrediyorsun bu soru karşısında [TT] MasteR: soru karşısında şükretmedim, cevap verdim kursat: ne için şükredersin o halde [TT] MasteR: doğru yolda ilerleyebildiğim için, sağlığım yerinde olduğu için gibi kursat: doğru yolda ilerleyebildiğin için mi? peki seni doğru yolda ilerleten Allah mı ki? [TT] MasteR: hayır kursat: o halde neden şükrediyorsun [TT] MasteR: şükür ki doğru yoldayım diye kursat: kime şükrediyorsun [TT] MasteR: gidişata kursat: Allaha değil mi [TT] MasteR: Allaha da, bana özgür irade verdiği için kursat: peki senin düşüncelerini Allah mı yaratıyor [TT] MasteR: hayır kursat: sen mi yaratıyorsun [TT] MasteR: Allahın izniyle kursat: sen mi yaratıyorsun evet mi hayır mı [TT] MasteR: evet dedim ya kursat: Allahtan başka yaratıcı olur mu ki kursat: Kuranda çok ayette "her şeyi yaratan Allahtır" deniyor. Oysa sen düşüncemizi Allah yaratmaz diyorsun ayeti inkar mı ediyorsun [TT] MasteR: ben özgür düşünüyorum kursat: düşünmek istemediğin halde düşündüğün bir düşünce oldu mu [TT] MasteR: oldu kursat: madem sen özgür iradeliydin de neden düşünmek istemediğin bir düşünceyi düşündün [TT] MasteR: laf oyunu yapıyorsun kursat: yooooooooo kursat: demek ki bu düşünce senden değil, kimden o zaman [TT] MasteR: istediğini düşünebilir misin? kursat: ben cebri savunuyorum yani Allahın ilmin de benim ne düşüneceğim var ise ben onu düşünürüm özgür değilim [TT] MasteR: istediğini düşünemez misin? kursat: biraz evvel düşüncelerini kendinin yarattığını söylemiştin ama daha şimdi düşünmek istemediğin şeyi düşündüğünü söyledin. O halde soruyorum sen düşünmek istemediğin düşüncelerini mi yaratıyorsun? evet dersen seni buna ne zorladı? [TT] MasteR: iblis Allaha itaat etmediğinde yeni bişey mi yarattı da yaratmak ile düşünmeyi kıyaslıyorsun? kursat: anlamadım [TT] MasteR: iblis Allaha itaat etmeyip secdeye varmadığında özgür düşüncesi yok muydu iblisin kursat: elbette yoktu [TT] MasteR: o zaman neden Allah'a karşı çıktı kursat: mecburen, zira Allahın ilmi öyle idi [TT] MasteR: öyle olmasını Allah’mı istedi kursat: hayır, ben Allahın iradesini inkar ettim [TT] MasteR: sence o zaman (haşa) Allah kendi duygularını mı tatmin etti böyle yaparak kursat: cevabı şu: Allahın ilmi ezeli olunca mantık icabı ezeli olanın nedeni olmaz bunu kabul ediyor musun yoksa açıklayım mı [TT] MasteR: açıkla, cümlelerin çok karmaşık kursat: bak dünyada sebep ve sonuç var ya, mesela üşüyorsun palto giyiyorsun burada sebep üşümek sonuç palto giymek anladın mı [TT] MasteR: anladım kursat: bu örneğe göre sebep sonuçtan önce geliyor değil mi bu açık yani [TT] MasteR: evet kursat: Allahın ezeli ilmini sen kabul ettin ya, ezeli demek öncesi olmayan demek ya, soruyorum o halde, öncesi olmayan şeyin öncesi olur mu [TT] MasteR: olmaz kursat: biraz evvel kabul ettiğin gibi bir şeyin sebebinin olması için zaman olarak öncesinin olması gerek demiştik hatırladın mı [TT] MasteR: verdiğin örnekte evet kursat: halbuki sen Allahın ezeli ilminin öncesinin olmadığını da kabul ettin. eee ne oldu o zaman düşün bakalım? [TT] MasteR: ezeli olanın öncesi yok kursat: o halde sebebi de yok değil mi, sen bunu kabul ettin mi onu söyle, yani ilminin böyle olmasının sebepsiz olduğunu [TT] MasteR: evet kursat: şimdi kabul ettiğin şey çok önemli, büyük bir adım attın yani, şunu sana söyleyim bu adımı attın ya artık özgür iradeyi savunamayacaksın onu sana göstereceğim hatta Allahın iradesini bile savunamayacaksın
|
Yukarı dön |
|
|
kursat Groupie
Katılma Tarihi: 24 eylul 2006 Gönderilenler: 56
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
***
kursat: bak bugün dediğimi diyorum akıl esasen Allahın bizde var ettiği düşüncedir yani bize baştan verilip daha sonra bizim onunla düşüncelerimizi varettiğimiz şey değildir ne diyorsun bu yoruma kursat: sen nasıl; düşündüğünü bilmiyorsan, nasıl bilinçli, hür şekilde düşündüğünü iddia ediyorsun SERHAN: mesela, ben şu anda annemi düşünmek istiyorum, düşünüyorum,mesela, sana ne yazacağımı düşünmek istiyorum, düşünüyorum kursat: iyi de bunu nasıl becerdiğini biliyor musun SERHAN: Allah yaratıyor kursat: serhan bu son dediğin cevabın üzerinde duralım, sen bu cevapla ne kasdettin açar mısın örnek ile SERHAN: sen cüzi iradenle düşünmek istediğin şeyi Allah yaratıyor kursat: bu cüzi iradeyi açar mısın örnek ile SERHAN: mesela, ben cüzi irademi sana ne yazacağımı düşünmek için sarfediyorum, Allah da yazacağım şeyi aklıma ilham ediyor yani yaratıyor kursat: peki " ben cüzi irademi sana ne yazacağımı düşünmek için safediyorum" dedin. ama bu sarfı nasıl yaptığını biliyormusun SERHAN: Allah bize mahiyeti bizce meçhul bir cüzi irade vermiş kursat: mahiyeti bizce meçhul derken, nasıllığını bilemeyiz mi demek istedin SERHAN: mahiyetini bilemeyiz kursat: yani bunun ne olduğunu tam manasıyla bilemeyiz diyorsun öyle mi SERHAN: yani varlığını aklen ve naklen biliriz, fakat mahiyetini tam olarak bilemeyiz kursat: madem bilemiyoruz diyorsunda ne diye üstüne basa basa her konuşmamızda “harici vücüdü yoktur, emri itibaridir” gibilerinden kesin tavırlarla konuşuyorsun. senden neden böyle konuştuğunun itirafını yapmanı bekliyorum. ben aslında biliyorum ama önce senden itiraf bekliyorum SERHAN: fakat mahiyetini bilemememiz, onun harici bir vücudu olmadığından da dolayıdır. kursat: peki harici vücüdü olmaması sence bir mahiyet değil mi SERHAN: değil kursat: mahiyet ne demek ki SERHAN: Allah adil-i mutlak ve rahim-i mutlak ve hakim-i mutlaktır. Bu sebeple, insanda bir cüzi irade olması lazımdır. Fakat, bu cüzi iradenin nasıl bir şey olduğunu tam olarak anlayamıyoruz. kursat: peki kısaca buna istemek, yapacağımız bir fiili istemek desek olmaz mı SERHAN: evet kursat: sence bu istemekte Allahın yaratıcılığının dışında kalan bir şey mi? yani yaratmasının dışında kalan bir şey mi SERHAN: cüzi iradenin harici bir vücudu olduğu için, abde verilebilir. Yani, Allahın yaratmasına gerek yoktur, çünkü, hakiki bir vücudu yoktur kursat: sahte bir vücudu mu var SERHAN: haritadaki farazi hatlar gibi kursat: peki haritadaki çizgiler var mı yok mu, haritada yani SERHAN: mesela dünyanın çevresini çepeçevre kuşatan bir ekvator çizgisi varsayılıyor. Fakat, bu varsayılma çoğu meselenin çözülmesine sebep oluyor kursat: soruma yanıt verirmisin SERHAN: hakikatte vücudu yok, sadece ilmi, ve itibari ve nazari bir vücudu var kursat: peki haritadaki çizgiler var mı yok mu haritada yani yani haritada bu çizgiler, varsayılan şeklinde mi var, yoksa hakiki olarak mı var SERHAN: hakiki olarak yok. fakat, ilmi ve itibari ve nazari bir vücudu var kursat: bak serhat anlatamıyormuyum ben. harita için konuşuyorum: bu çizgiler harita da hakiki olarak var mı yok mu SERHAN: var kursat: gelelim ikinci şıkka, peki dünya üzerinde bu çizgiler (hakiki) anlamda var mı yok mu SERHAN: yok kursat: işte bu kıyası şimdi cüzi irade için yapacağız aynen okeymi SERHAN: Tamam kursat: (kursat: peki kısaca buna istemek, yapacağımız bir fiili istemek desek olmaz mı SERHAN: Evet) yukarıda böyle dedin SERHAN: Evet, yani meyletmek kursat: yani cüzi iradeye bir nevi istemek yapacağımız fiili istemek dedin kabul ediyormusun SERHAN: evet kursat: peki bu fiili yapmak istemeye "hakiki" anlamda var der misin SERHAN: harici bir vücudu yok kursat: hakiki anlamda var mı dersin yok mu dersin, hakiki anlamda var ile yok’ un dışında bir durum olur mu SERHAN: mesela, nasıl ki, haritaki çizgiler paralel meridyen diye isimler alıyorlar. Yani, harici bir vücudtları yok, sadece itibari ve ilmi bir vücutları var. Öyle de cüzi irade dahi bu ismi almış. Yani, itibari ve nazari ve nisbi bir vücudu vardır kursat: bak yine döndün aynı noktaya, şunu soruyorum: itibari (varsayılan) olarak var denen şey,"hakiki anlamda yoktur" manasına gelir mi gelmez mi? SERHAN: dediğim gibi, sen şunu anlamak istemiyorsun. cüzi iradenin aklen ve mantıken olması lazımdır kursat: ben zaten var diyorum SERHAN: fakat, mahiyetini tam olarak bilemeyiz kursat: bütün kelam kitaplarında anlatılıyor iki satırda SERHAN: yani, bizim bir hür irademiz olması lazım, sen ise Allah bizi zorluyor diyorsun, sen iradeyi kabul etsen burada anlaşacağız kursat: neden hür irademiz olması lazım ki SERHAN: demin bir irademiz var diyen sen değilmiydin kursat: evet var, hakiki manada var diyorum SERHAN: Şimdi de neden hür bir irademiz olması lazım ki diyorsun kursat: evet öyle diyorum SERHAN: fakat hem irademiz var diyorsun hem de cebriliği savunuyorsun, bu çelişkidir kursat: hayır değildir, izahı da basittir SERHAN: izah et bakalım kursat: bütün kelam kitaplarında bin yıldır cüzi irade şöyle tanımlanır: bir şahsın bir fiili, eylemi yapmadan önce yapmak istemesine, meyletmesine cüzi irade denir. örnek vereyim: ben sandalyede oturuyorum ya, birden kalkmak istedim. İşte bu örnekteki cüzi irade, kalkmak istememdir. "itibari, harici vucudu yoktur" gibi kavramlar kelam kitaplarında geçmez. Bu nurcuların, nursinin uydurmasıdır. Ama nursi de bunun benzerlerini başkalarından almış olabilir, onların kim olduğunu da biliyorum. Sorun şöyle başladı: ehli sünnet adı verilen iki mezhep vardı biri Maturidi biri Eşari, bu iki mezhep kader konusunda “efali ibad” yani kulların fiilleri bahsinde dediler ki “kulların fiillerini Allah yaratır” bunda ittifak ettiler, iki şahısta kitaplarında cüzi irade tabirini kullanmadılar ancak kitaplarında Eşari devamlı Allahın mutlak iradesinden bahsetti ve kitabında sonucun cebr olduğunu ortaya koyan izahlar yaptı, buna karşılık Maturidi kitaplarında özelikle "Kitabu-t Tevhid" de kulun özgür iradesi olduğundan bahsetti, cüzi irade tabirini o da kullanmadı ancak yine kitabında Allahın iradesinin herşeye şamil olduğunu söylüyordu, yani sonuç olarak Maturidinin kitabı çelişkilerle doluydu, bunun üzerine Hanefiler; “fıkhı ekber” deki yazılardan (Ebu Hanefi’nin kitabı) ve Maturidinin hanefi mezhebinde olmasıya beraber itikatta biz ona tabiyiz dediler, ancak pek araştırmadılar, yani bu böyle bir 500 yıl gitti, yani Maturidi de, Eşari de ehli sünnet görüldü ama Eşarilik baskındı, sonra baktılar ki Maturidiler bundan 500 yıl kadar önce bu böyle olmayacak; eğer biz “fiillerimizi Allah yaratır” dersek bu cebr olur bir çözüm lazım dediler ve ilk olarak İbn Humam ( Fethul Kadir” 'i yazan Hanefi fıkıhçısı) adlı kişi bundan 500 yıl önce “cüzi iradeyi Allah yaratmaz” dedi, oysa Ebu Mansur Maturidi "her hadis mahluktur" demişti. ama bunu Maturidinin yazılarına dayanarak yaptı ibn humam ve böyle geldi bu düşünce. Sonra “nasıl olur da sonradan olan birşeyi Allah yaratmaz” diye soru soruldu, evet bu önemli soruya cevap bulmaları gerekmekteydi, ama bununla pek uğraşmadılar çünkü zaten bu işleri ince araştırıp da bu konuyu anlayacak pek insan yoktu, onlara denseydi ki: “fiillerimizi Allah yaratıyor ama biz meylediyoruz, istiyoruz Allah da yaratıyor” onlar zaten “peki o meyletmeyi Allah yaratmıyor mu” gibilerden bir soru zaten sormazlardı, ancak yine de neme lazım belki bir anlayan çıkabilir bu inceliği gibilerden şöyle bir cevap bulabildiler: dediler ki; bu cüzi irade denen şey zaten hafif bir şey, şart-ı adi, eee dolayısıyla ona "yok" da denebilir. böyle deyince de onun Allah tarafından yaratılmas gerekmez ki... Böylece Allahın yaratması mutlak olur ve herşeyi yaratır ama cüzi irade denen şey yok mu? hah işte onu yaratmaz, buna da şöyle bir kılıf yaptılar; zaten bu konuda Mutezileye bakmaları kafi idi, dediler ki: eğer cüzi irade yaratılmış olsa iş cebr olur, cebr olsa o zaman imtihanın ne manası kalır, o zaman Allah adil olmaz, zalim olur gibilerinden aynı harfi harfine Mutezile gibi konuştular, ancak onlara Mutezileyi nasıl buluyorsunuz diye sorulduğunda hemen laf hazır: “onlar sapık, çünkü onlar kullar fiillerini yaratır dedi. halbuki olur mu öyle şey herşeyi Allah yaratır” dediler. halbuki Maturidiler de, Mutezile de aynen hür iradeyi savunuyorlardı, ama Mutezile mezhebi Maturidilerden şu yönüyle ayrılıyordu, bu mezhep dediğinin arkasında durabilmek için bazı şeyleri de söylemek gerektiğini hissediyordu. SERHAN: önce eş'ari cebri değil yanılıyorsun, ikincisi fikirlerin net anlaşılmıyor, çünkü, cebriydin, daha sonra mutezile oldun, bunlar birbirne zıt fikirler kursat: ben Mutezile değilim ki SERHAN: şimdi sana sorum şu: insanda bir irade var mıdır kursat: var SERHAN: varsa, neden cebriyim diyorsun, çünkü bunlar birbine zıt şeyler kursat: çünkü bu irade ve onun kullanımı Allahın varetmesiyle vücut bulur SERHAN: şimdi sana soru, cüzi iradeyi Allah yaratıyorsa, sen nasıl seçiyorsun kursat: bak şimdi önümde harfler varya SERHAN: evet kursat: mesela ben "h" harfine basmayı istedim diyelim okeymi SERHAN: evet kursat: benim bu "h" harfine basmak isteyişim sonuçta düşüncedir ve bu vardır ve bu hadistir ve bunu Allah varetmiştir diyorum ve ben ben de Allahın varettiği düşünceyi düşünmemeye kadir olamam, o bakımdan bunu düşünmeye mecbur olurum SERHAN: peki, mecbur olurum diyorsun, sonra da iradeden söz ediyorsun bunlar çelişki, iraden var mı yok mu varsa, neden mecburum diyorsun kursat: bak Kuranda da böyle kullanımlar var mesela Tekvir suresi son ayetlerine bak SERHAN: ilk başta soruma cevap ver, irade var mı yok mu varsa, neden mecburum diyorsun kursat: dedim ya hem iradem var hem mecburum çünkü benim seçimlerimde düşüncedir dolayısıyla onları da Allah varediyor. ne var bunu anlamayacak çok zor değil yani SERHAN: ona irade denmez, zorlama denir kursat: kurtul şu taklit bağından sen SERHAN: irade kişinin şeçme hakkıdır, sen irade var dedin yani, insanda bir seçme hakkı var dedin daha sonra da mecburum dedin kursat: dediğim ayetlere bak Tekvir son ve İnsan suresi son ayetler SERHAN: bunlar tam birbirine zıt kursat: iki saattir ben ne anlatıyorum burda SERHAN: karmakarışık kursat: çok basit SERHAN: hem irade var diyorsun hem de mecburum diyorsun kursat: öyle, Eşari mezhebinin görüşü budur SERHAN: iradeyi bana tarif etsene kursat: kesb derler buna SERHAN: Eş'ari, cüzi iradeyi insana vermiyor, fakat o cüzi iradedeki tasarruf insana aittir diyor. Yani, yine zorlama yok kursat: bak benim okumadığım kelam kitabı kalmamış ve sen bir adet kelam kitabı okumadığını söylüyorsun sonra kalkmış bana Eşariliği öğretiyorsun bu insaf mı sence SERHAN: sana diyorum ki, yerinden kalkmak istesen kalkabilir misin....sen evet diyorsun, sonra da diyorsun ki, beni zorla kaldırıyorlar kursat: istemiyorum ve evet kalkmadığını gördüm SERHAN: böyle ölürsen kurtulamazsın kursat: aklıma bir soru geldi, yellenme ile ilgili, yellenmeyi Allah mı yaratıyor SERHAN: evet kursat: insan içinde kalabalıkta biri böyle otururken yellendi sesli şekilde diyelim, peki bu şahıs cüzi iradesini yellenmek için kullandı mı şimdi ve utandı bu şahıs, o kişi rezil oldu orada, o zaman onu Allah rezil etti SERHAN: evet kursat: hani onun hür iradesi
***
kursat: yani şunu soruyorum mesela bizim burada yazışacağımızı önceden biliyormuydu SERHAN: Allahın bilmemesi diye bir şey var mı kursat: bildiği şeyler bildiği gibi mi gerçekleşir SERHAN: evet kursat: peki bildiği şeylerin yani var olacaklarını bildiği şeylerin, varlığa gelmesi zorunlu mu SERHAN: Allah, olacak bir şeyi biliyor. Yani, olacağı için o şeyin olacağını biliyor, zaten bütün kainat onun nazarında bir sayfa gibidir, yani geçmiş ve geleceği bir anda görür kursat: peki bildiği şeylerin yani var olacaklarını bildiği şeylerin, varlığa gelmesi zorunlu mu, ısrarla soruyorum SERHAN: mesela, sen burada benimle yazışıyorsun. Allah bunu biliyor. Eğer yazışmasaydın, yazışmayacağını bilirdi. Bildiği şeylerin vücuda gelmesi zorunlu değil, irade de lazım kursat: Allah yazışacağımızı biliyorsa ben senle yazışmazsam O yanlış biliyor olmaz mı SERHAN: YAZIŞACAĞIN İÇİN BİLİYOR. EĞER YAZIŞMASAYDIN YAZIŞMAYACAĞINI BİLİRDİ kursat: sen Onun ilmine ezeli demedin mi SERHAN: bunu ezeli olarak biliyor, yani senin yazışacağını ezeli ilmiyle biliyor kursat: ezeli bilgi değişir mi sence SERHAN: hayır kursat: olaylar olduktan sonraki bilgisiyle olaylar olmadan önceki bilgisi aynımıdır Allahın SERHAN: önce ve sonra sana göre vardır, bir ayna düşün, sağ tarafı geçmiş ve sol tarafı da gelecek olarak düşün, bu aynayı ne kadar yukarı kaldırırsan geçmiş ve geleceği o kadar geniş görür. Peki aynada görülen şekillerin hangisi önce va hangisi sonra kursat: aynı SERHAN: kader de kainata öyle bakıyor, yani, ezel ve ebed, Allahın indinde bir andır kursat: bildiği şey bildiği gibi meydana gelirse bu olacakların başka türlü olamayacağı açıktır SERHAN: ilim maluma tabidir. Yani, Allah bildiği için olmuyor. Olduğu için Allah biliyor kursat: ilim maluma mı tabidir, ne demek bu SERHAN: dediğim gibi, Allah bildiği için olmuyor. Olacağı için Allah biliyor. yani, kainatta olacak her şeyi, en ince ayrıntısına kadar Allah biliyor. yani ilim kudret değildir kursat: Allahın ilmi mi bizim fiillerimize tabi yoksa bizim fiillermiz mi Allahın ezeli ilmine tabi SERHAN: Mesela, senin cüzi iradeni benimle yazışmak için kullanacağını biliyor ve o fiili yaratıyor. Yani, senin yazışacağını biliyor. Yani Allahın ilmi kainata tabi. kursat: önce olan şey sonra olana tabi olur mu yoksa sonradan olan mı öncekine tabi olur SERHAN: o ayna misalini hatırla, önce ve sonra senin için geçerli. Allah ise ezel ve ebedi bir anda görür ve bilir kursat: ezeli olan şey sonradan olan şeyden önce değil mi SERHAN: önce ve sonra sana göredir. Cenab-ı Hakka göre kainattan önce ve kainattan sonra olmaz, yani Allah ezelidir. Onun indinde zaman yoktur kursat: sence Allah kainattan önce varmıydı SERHAN: vardı. kursat: ezeli olan şey sonradan olan şeye tabi olur mu, bunu anlat bana SERHAN: Mesela, karşında bir bilgisayar yok ve bilgisayar diye bir şey de yok. Sen dünyada bilgisayar olmadığı halde, bilgisayar olduğunu bilsen olmaz. Yani, sen bilgisayar olduğu için bilgisayarı biliyorsun kursat: evet SERHAN: Cenab-ı Hak da, kainatta olacak bütün her şeyi en ince ayrıntısına kadar biliyor. Bu kadar basit kursat: ama onun bu ilmine nasıl tabi dersin sen SERHAN: fakat izah ediyorum, yani benim izah ettiğim şekilde kursat: sonradan olanın ezeli olana tabi olması sence mantıksız mı, ezeli olanın sonradan varolan şeye tabi olması daha mı mantıklı yoksa, karar ver SERHAN: Allahın ilmi ezelidir. Kainatta olacak bütün olayları bilmesi kadar normal bir şey yok kursat: soruma cevap değil bu SERHAN: fakat tabi olmayı açıklıyorum. Peki sana göre nasıl kursat: evet açıklayayım, sana şunu söylemeliyim ki bu meseleyi dört ay önce öğrendim, bak serhan samimiyetle söylüyorum bu anlatacağımı said nurside, fetullah gülen de bilmez yani çoğu bilmez, yüzyıllardır dönen bir üç kağıt vardır, belki 700 yıldır o da şudur: “ilim maluma tabidir” lafıdır kursat: ibni rüştten öğrendim bu konuyu sonra çok kitapta gördüm, önce şunu bilelim; tabi olan ve tabi olunan, sence hangisi sonradan gelir SERHAN: bize göre mi, Cenab-ı hakka göre mi kursat: senin mantığına göre işte SERHAN: değişir kursat: söyle SERHAN: mesela, ben senin yarın tekrar benimle konuşacağını bilsem, benim ilmim, senin yarın benimle konuşmana tabi olmuş olur. Fakat, benim ilmim senin yarın benimle konuşmandan daha önce olmuş olur SERHAN: tabi ki bu bize göre kursat: bak tabi olan tabi olunandan sonra gelen değil midir SERHAN: gördüğün gibi, benim ilmim senin yarın benimle konuşacağından daha önce olabiliyor, yani, tabi olunan, tabi olandan daha sonra olabiliyor kursat: ezeli ilim için konuş bakalım örnekleri ona göre ver SERHAN: Mesela, sen bir mühendissin. Bir ev yapacaksın. Mutlaka bir plana ve projeye göre yapman lazımdır. Yani, sen evin nasıl olması gerektiğini bildiğin için o evi o plana göre yapıyorsun. Öyle de, Allah kainatın en hayırlı ve mükemmel tarzının bu oludğunu bildiği için kainatı bu şekilde yaratıyor. kursat: tabi olmayı sordum ben, yani temel konu şu: Allahın ilmi mi bizim fiillerimize tabi yoksa bizim fiillerimiz mi Onun ilmine tabi? Bunu konuşalım SERHAN: hep onu izah ediyorum zaten, ilim ile kudreti karıştırma kursat: mantıkan ezeli olan ilim başka şeye tabi olmaz, çünkü tabi olma sonralıkla ilgili bir şeydir, dolayısıyla aslında ilim maluma tabi değildir tersi yani sonradan olan olaylar ilme tabidir, dolayısıyla cebr olur, olay bu, yıllardır görmezden gelinen basit bir mantık hatası yani SERHAN: bak sen bildiğin için mi bir ev yapıyorsun, yoksa ev yaptığın için mi biliyorsun kursat: ev yapacağımı düşünüyorum ve yapıyorum SERHAN: yani senin ilmin evden önce değil mi kursat: evet SERHAN: Allah kainatı bilmeden yaratması sence mantıklı mı kursat: ben yaratmasını, bildiklerinin varlık sahasına çıkması olarak anlıyorum SERHAN: peki neden biliyor kursat: nedeni yok SERHAN: peki, sen cebir diyorsun. Cehennemi neyle izah edeceksin kursat: nedensizlikle SERHAN: olmaz mantıksız, çok büyük bir mantıksızlık kursat: ben Allahta seçim yapmadı diyorum ispalayayım mı SERHAN: Allah zalim olur mu kursat: zalim demiyorum ancak adaletsiz diyorum SERHAN: yine noksan bir sıfat kursat: hayır SERHAN: peki, sen hiç suçu olmayan bir insanı yaksan, zalim olmaz mısın kursat: olursun SERHAN: Allah neden suçsuz insanları ateşe atıyor ve yakıyor kursat: dedim ya bak önce şunu anlatayım, Allah da seçim yapmaz , bunu anlatayım mı SERHAN: hayır, önce soruma cevap ver kursat: bunula alakalı ama SERHAN: bununla alakalı değildir kursat: alkalı SERHAN: söyle kursat: bak şimdi sen ezeli bir ilmi vardır Allahın dedin ya, işte bunu diyen bir şahıs daha Allahın iradesini artık savunamaz, çünkü ezeli olan şey değişmez, dolayısıyla şimdi şu sorum önemli, Allah ilminin zıttına bir şey yapabilir mi SERHAN: yapar kursat: işte yanlış cevap veriyorsun, SERHAN: izah edeyim. Mesela, seni yaratması hayırlı, yaratmaması hayırsız olduğunu biliyor. Fakat, seni yaratıyor. yani bunu demek istiyorum kursat: onu demiyorum, olacak olan olaylar ile ilgili ilmini diyorum SERHAN: yani iradesiyle tercih ediyor. benim demek istediğim bu, peki, Allah insanları cehenneme atmaya neden mecbur olsun kursat: olacak olaylar var ya, onları ezeli ilmiyle biliyor ya, onu diyorum sana SERHAN: neden insanları cehenneme atacağını biliyor, neden kursat: bak anlamak istemelisin, anlatıyorum sana, olacak olaylar ile ilgili ilmi diyorum, bu ilim değişir mi, olacağını bildiği şeyler olmak zorunda mı SERHAN: senin dediklerinin hiç bir mantığı yok. Allah istemeden ve insanlar haketmeden insanlar cehenneme gidiyor. Yani, Allah bunun bir zulüm olduğunu bildiği halde, onu engellemeye gücü yetmiyor diyorsun. mantıktan son derece uzak kursat: olacağını bildiği şeyler olmak zorunda mı SERHAN: sen Allahtan bahsetmiyorsun. Noksan ve hatalı ve aciz bir varlıktan bahsediyorsun kursat: olacağını bildiği şeyler olmak zorunda mı SERHAN: evet kursat: evet mi SERHAN: yani senin ne zaman öleceğini biliyor. bu bilmesi değişmez. bildiği vakitte ölürsün kursat: peki benim öleceğim vakiti istese değiştirebir mi SERHAN: senin öleceğin vakit, Allahın ilmindedir. Yani, senin öleceğin vakti biliyor kursat: onu sormadım SERHAN: yani, Allah bildiği şeyde yanılır mı diye soruyorsun kursat: açıkça şunu soruyorum: olacağını bildiği şeylerin olmamasını irade edebilir mi SERHAN: neyi niçin bilecek, işine gelmeyen sorulara nedensiz diye cevap veriyorsun kursat: ezeli ilim olduğu için nedeni yok zaten, mantıken bu böyledir SERHAN: peki sen buna cevap ver. Noksan sıfatı olan bir şey, ilah olabilir mi kursat: noksan sıfatı yok ki SERHAN: haşa Allaha demediğini bırakmadın kursat: açıkça şunu soruyorum: olacağını bildiği şeylerin olmamasını irade edebilir mi şu sorumu cevapla SERHAN: senin dediklerinin hiç bir mantığı yok. Allah istemeden ve insanlar haketmeden insanlar cehenneme gidiyor. Yani, Allah bunun bir zulüm olduğunu bildiği halde, onu engellemeye gücü yetmiyor diyorsun. mantıktan son derece uzak, sonrada noksan sıfat yok diyorsun. bunlar hep noksan sıfat kursat: açıkça şunu soruyorum: olacağını bildiği şeylerin olmamasını irade edebilir mi SERHAN: sorun mantıksız kursat: çok süper bir sorudur SERHAN: çok mantıksız kursat: iradesi olmadığını kanıtlayan bir sorudur SERHAN: sen öyle sanıyorsun kursat: o halde cevap ver SERHAN: mesela ben bilgisayar yapmasını biliyorum. Fakat, bu bilgisayarı çok değişik şekillerde yapabilirim. Fakat, ben irademle tercih edip, sevdiğim şekilde bir bilgisayar yapabilirim. eğer ben tercih etmesem, bu bilgisayar neden bu şekilde olsun ki kursat: sen hadis bir varlıksın biz ezeli bir varlıktan bahsediyoruz SERHAN: neden elma o şekilde kursat: nedensiz SERHAN: mantıksız, birisi tercih etmeden elma neden o şekilde olsun ki, neden Hz Muhammed aleyhisselam peygamber olmuş sen olmamışsın
*** Allah neyi tercih edeceğimizi de ezelde mi (ezeli olarak) irade etmişti?
***
SERHAN: madem Allah haşa insanları zorluyor. Öyle ise, Kur'anda neden onlardan şikayet ediyor ve tehdit ediyor. kursat: cevap: bunlar hep isnaddır SERHAN: ne demek kursat: şu: zaten bunu bulmam yıllar sürdü, bak her ne kadar bu fiilleri de onlara Allah yaptırıyorsa da onlara nispet ediyor, kitapta çok açıkladım bunu SERHAN: fakat haşa suçlu Allah olduğu halde neden insanlardan şikayet etsin ki. kendi kendinden şikayet etmiş olmuyor mu, mesela kursat: mesela bir kral birinin ölümünü emrediyor ve cellat da öldürüyor hem kral için hem de cellat için adamı öldürdü denebilir SERHAN: mesela, zinaya yaklaşmayın diye bir emir var. Fakat, Allah insanlara zorla zina yaptırıyor. Yani, hem yasaklıyor, hem de zorluyor. nasıl oluyor bu kursat: öyle oluyor SERHAN: nasıl kursat: ilmine göre yani SERHAN: anlamadım kursat: bak ikide bir bana diyorsun ki neden hep işi nedensizliğe getiriyorsun onu bir anlatayım mı sana SERHAN: fakat bediüzzaman bu sorulara duraklamadan cevap vermiş, sen bediüzzamandan daha iyi bilmiyor musun yoksa kursat: o bu işleri bilmez ki okudum diyorum onun kitabını SERHAN: fakat cevap veremiyorsun, o bunlara kesin ve net bir şekilde cevap vermiş kursat: bak önce sana ezeli olanın nedeni olmadığını göstereyim SERHAN: peki Allah neden Hz Muhammedi peygamber yapmış, Kur'anını ona indirmiş. kursat: diyorum ya nedeni yok kursat: onu göstereyim mi SERHAN: peki sen bu cevaplardan tatmin oluyor musun kursat: tabiî ki, çünkü bunlar kanıtlanmış akli deliler SERHAN: peki Allah neden ''Allah bir şeyi irade ederse'' cümlesini Kur'anda kullanıyor kursat: evet güzel bir soru buna cevap: biz bu ayeti de ilmine göre vareder manasına alıyoruz SERHAN: neden öyle alıyorsun kursat: çünkü evvelki konuşmamızda Allahın iradesinin olamayacağını gösterdim sana SERHAN: göstermedin, çünkü, ben sana dedim ki, noksan sıfatı olan bir şey ilah olur mu, sen olmaz dedin, fakat, adaletsizlik ve zulüm ve acizlik hep noksan sıfattır, bu sebeple senin düşüncen temelden yıkılmış olur, sen bunu bir anla kursat: bak ezeli olan varlık için irade olmaz bu mantıken böyle, zira ilminde zaten neyin olacağı belli dah neyi seçecek, ilminde olayların nasıl olacağı beli değil mi SERHAN: ilim kudret nevinden değildir. yani, bilmek yapmak değildir. kursat: mesela bizim konuşacağımızı biliyordu ya, isteseydi biz konuşmayabilir miydik SERHAN: eğer bir varlığın kendi isteği ve iradesi dışında bir şeyler oluyorsa, o ilah olamaz. kursat: bu senin insan biçimci ilah düşüncendir SERHAN: çünkü acizdir. yani, insanların cehenneme gitmesini engelleyemiyor, onların orada acı çekmesini engelleyemiyor, haşa ve kella, hatta onları cehennemle tehdit ediyor, masum insanları, bunlar çok mantıksız şeyler. Allah bu noksanlıktan sonsuz derece münezzehtir kursat: isteseydi bizim bu konuşmayı yaptığımız esnada, mesela benim dışarıda gezmemi irade edebilir miydi SERHAN: kainat, zerreden yıldızlara kadar onun izni, iradesi, kudreti ve ilmiyle idare ediliyor. Her şeyi bilerek ve isteyerek yaratıyor. mesela sen Eş'ari mezhebine bile cebir veriyorsun. yine yanılıyorsun. kesinlikle Eş'ari mezhebinde cebir yoktur kursat: nerden biliyorsun SERHAN: çünkü Risale-i Nur'da kader bahsinde bunu açıklıyor kursat: orada ne diyor Eşari ile ilgili, kader bahsini belki beş kez okudum SERHAN: Eş'ari mezhebinde cüzi iradeyi Allah yaratıyor. Bu sebeple cüzi irade abde verilmez. Fakat,(dikkat) CÜZİ İRADEDEKİ TASARRUF ABDE AİTTİR. kursat: bak şimdi Serhan, cüzi iradeyi Allah yaratıyor diyor gördün mü ne demek bu sence, ne demek cüzi irade söyler misin bana SERHAN: FAKAT TASARRUF KİME AİT kursat: bak o zaten isnad meselesi, yani biz bu fiilleri sonuçta yapıyoruz ya onu diyor yani, sana bir soru Maturidi mezhebi cüzi iradeye yaratılmış mı diyor sence kursat: rica edeceğim anlamaya çalış, iyi aklıma getirdin bundan böyle sana mezheplerden soracağım SERHAN: FAKAT SEN BU KADAR İNCE DÜŞÜNÜYORSUN. FAKAT, MASUM İNSANLARIN CEHENNEME GİTMESİNİ ÖNLEYEMİYOR DİYORSUN. BUNU NASIL KABUL EDEBİLİYORSUN, biraz mantıklı düşün, herkes vicdanen kendinde bir irade hissediyor kursat: bak şimdi serhat ben evvelden kelam okurdum, hala da okurum; kelam bir yerden sonra artık fazla gitmiyor SERHAN: gider, fakat, Allahın masum insanlara azap vermesi, derin bir mesele değil kursat: yani şunu diyeceğim kelamda mezhepler anlatılır bunun daha ilerisi felsefedir SERHAN: felsefe Kur'anın hakikatlerine yetişemez, sen sadece akıl yoluyla hakikate ulaşmaya çalışıyorsun. Fakat, akıl tek başına bu meseleleri ihata edemez. Kur'an güneşi ile aklı kullanmak lazımdır, yani, Kur'anı kendine rehber yap kursat: bak mesela geçen elimde bir kelam kitabı vardı kader ile ilgili, arkasına baktım hani alıntı yaptığı kitaplara şunu sana söyleyeyim ki türkçeye çevrilmiş kitapların tamamına yakınını okumuşum SERHAN: işte kafan bu sebeple karışmış, yani her bulduğun şeyi okuyorsun kursat: yani kelam kitaplarını hemem hemen hep okudum SERHAN: Allaha adaletsiz ve zalim diyecek kadar kafan karışmış kursat: bak onlar elbette karışık ancak ben zalim demedim SERHAN: masum insanları ateşe atmak zulüm değil mi, ya buna neden cevap vermiyorsun, sen bu soruya cevap versene, masum insanları ateşe atıp, onlara azap vermek zulüm değil mi, lütfen samimi olarak cevap ver kursat: bak zulüm değil çünkü zulüm demek işi yerli yerinde yapmamak demektir. oysa Allah ezelidir ve Onun yaptıklarının yerli yerinde olduğunu denetleyecek yoktur, bu bakımdan yaptıkları zulüm olmaz SERHAN: masum insanları ateşe atıp, yakmak yerli yerinde bir davranış mı kursat: bak ilmine göre bu işler oluyor ve ezeli olan birşeyi hiç bir güç niye böyle yaptın diye sorgulayamaz, zira nedeni yoktur SERHAN: bu daha da kötü..masum insanları nedensiz ateşe atmak ve azap vermek çok büyük bir zulümdür kursat: ben sana ezelinin nedensiz olduğunu anlatayım mı SERHAN: fakat temel halledilmedi ki kursat: bunu anlarsan büyük yol aldın demektir SERHAN: sen daha ezelin ne olduğunu bile bilmiyorsun, yani kafanda canlandırdığın ezel fikri bile yanlış kursat: cüzi irade ne demek SERHAN: insanın meyletmesi, yani, seçme hakkı kursat: peki buna düşünce denir mi SERHAN: mesela düşünüyorsun. fakat kötü bir şey düşünüyorsun. istersen iradeni o kötü düşünceye meylettirmeyebilirsin, yani, irade düşünmek değildir kursat: mesela ben içki içmeyi istedim buna cüzi irade denir mi SERHAN: istedin fakat, istediğin halde cüzi iradenle meyletmedin. yani istemek ayrıdır, her istediğin şeyi yapmayabiliyorsun kursat: içki içmeyi istemek meyletmek değil mi SERHAN: değil kursat: neden SERHAN: mesela sen içki içmeyi çok istediğin halde, içmeyebiliyorsun kursat: içiyorum diyelim SERHAN: fakat, o isteğini yerine getirmeye meylettiğin zaman, Allah o meylini yaratıyor, o zaman cüzi iradenle içki içtiğin için mesul oluyorsun kursat: sence cüzi iradeyi Allah mı yaratır SERHAN: Maturidi mezhebine göre, cüzi irade kula aittir. Yani, mahluk değildir, Eş'ari mezhebine göre ise, cüzi irade mahluktur, fakat cüzi iradeki tasarruf abde aittir, mahluk değildir kursat: sence diye sordum SERHAN: ben itikatta Maturidi mezhebine bağlıyım kursat: yani SERHAN: yani mahluk değil kursat: bunu mu savunuyorsun SERHAN: evet kursat: sen Ebu Mansur Maturidinin yolundan gittiğini mi düşünüyorsun şimdi SERHAN: evet kursat: bir soru daha sorayım sonra bombayı patlatacağım SERHAN: bomba patlata patlata kendi itikadını sarsmışsın ama kursat: sence iman mahluk mu SERHAN: evet kursat: iyi düşün SERHAN: kainatta vücudu bulunan her şey mahluktur, yani kainatın içindeki her şey mahluktur kursat: var olan şeylere vücudu var der misin SERHAN: bazı şeylerin hakiki bir vücudu bulunmayabiliyor. Kainattaki kanunlar gibi, yani sadece ilmi ve itibari bir vücudu var kursat: itibari ne demek SERHAN: yani, farazi bir vücudu var, haritadaki hatlar gibi kursat: Maturidi mezhebine göre imanı alah yaratmaz derler araştır, Eşarilik mahluk der SERHAN: sonra görüşürüz. Fakat Cehennemin var olması cebri mezhebini kökünden sarsıyor. bunu iyi düşün kursat: fetavayi hindiyyede 4.ciltte imana mahluk diyene kafir derler, küfür sözleri bahsinde, araştır
***
kursat: bak kadere hayrın ve şerin yani iyilik ve kötülüğün Allahtan geldiğine inanıyor musun umut: inanırım, ama Tanrının ayrı bir varlık mı yoksa evren mi olduğu noktasından düşünürsek, bilmiyorum bunu, ama inanırım kadere kursat: zina yapmak şer mi umut: bence aldatmak şer zina değil, aldatmak zinaysa zina şer kursat: zina yapmak Allalhtan mı umut: bence herşey Tanrıdan, hatta belki biz Tanrıyız, belki diyorum belki de değil kursat: zinayı Allah mı yaptırıyor yani umut: Allah bize iyilik ve kötülük potansiyelini vermiş ama potansiyel kilitlilik var, insanlar takılı kalıyorlar, her insan isteseydi en güzelini yapardı ama yapamıyor çünkü takılı kalıyor, bu nedenle Allah insanı yarattığı için herşey Allahtan bence kursat: kısaca zinayı da O mu zorla yaptırıyor umut: zorla yaptırmıyor, ama zinayı yaptıracak potansiyel veriyor, o potansiyel Allahtan, o potansiyele takılı kalmak insanın işi, ama her insan Tanrının verdiği potansiyele takılı kalıyor, öyleyse Allahın işi bu da kursat: hani hayır şer Allahtandı ya umut: evet Allahtan kursat: o halde Allaha sövenler var bu da Allahtan öyle mi umut: potansiyel olarak Allah bunu insana veriyor, insan da bunu gerçekleştiriyor, evet Allahtan kursat: Allah günahların işlenmesini diler mi umut: günah diye bir şey yok bence, hata var kursat: hataların işlenmesini diler mi, ister mi umut: hataların işlenmesini ister Tanrı, çünkü insan hatayı yaşaya yaşaya karanlığı anlayacak karanlığı anladığında ise Tanrısal değerleri anlayacak, ışığı kendisini anlayacak kursat: Allah olayları olmadan önce bilir mi umut: tabi ki bilir, çünkü zaman Tanrının gözünde yoktur, sadece an vardır, bize göre zaman ama Tanrıya göre an kursat: peki Allahın bildiği şeyler bildiği gibi mi gerçekleşir umut: tabi ki, O herşeyi biliyor kursat: o halde sen orada yazı yazmaya mecbur olmadın mı umut: Tanrı bana özgürlük vermiş, ama zaten ne olacağını O biliyor ama ben bilmiyorum kursat: sen bilmesende sonuçta olaylar Onun bildiği gibi olmayacak mı umut: olacak tabi, hatta bence olayları dünyaya gelmeden önce Tanrıyla birlikte kararlaştırdık bir ihtimal, bence yüksek bir ihtimal, çünkü Tanrı insanların istemediği bir şeyi yapmaz, birlikte kararlaştırmak Onun tamlığıdır kursat: Allahın ilmi ezeli mi yani öncesiz mi yani hep var mıydı umut: sonsuz kursat: yani biz yokken de O herşeyi biliyordu değil mi umut: evet kursat: bildiği gibi mi olmasını diledi yoksa bildiğinin dışında olmasını mı diledi umut: birlikte kararlaştırdık gerçeği, benim istediğim gibi kötülük yada iyilik gerçekleşiyor kursat: sen ezelde var mıydın peki umut: bilmiyorum belki vardım ama doğmadan önce olduğumu düşünüyorum kursat: o halde seni Allah varetmedi mi umut: iki ihtimal var, ya insanı Allah var etti ya da insan Tanrının kendisi kursat: onu sormadım, ezelde var mıydın umut: ezelde belki vardım, Ttanrı isem hep vardım değilsem yaratıldım kursat: Tanrı sence istediğini yapar mı umut: yapar, her şeyi kursat: peki her istediğine kavuşur mu umut: kavuşur, aslında zaten kavuşmuş kursat: sen her istediğini yapabiliyor musun ya da her istediğine kavuşabiliyor musun umut: mesela istediğim şimdi havai’ye gitmek ama bu olmuyor, ama insan ve Tanrı, doğmadan önce birlikte karar verirler olan olaylara, yüksek bir ihtimal bu, ama olmayabilir de kursat: demek ki sen Tanrı değilsin bu sonuç çıkmıyor mu umut: Tanrı olmayabilirim, şöyle düşün, Tanrı milyonlarca bedene girdi ve girerken kendi gerçeğini sildi ve şimdi yaşıyor yani hatırlamıyor, belki bu olabilir, belki O ayrı bir varlık, bunu bilmem çok zor kursat: biraz evvel Tanrıyla insan ortak karar verdi dedin neyi kasdettin umut: tüm davranışları birlikte karar verdik diyorum ama yüksek bir ihtimal, belki yanlış olabilir ama bence doğru, çünkü Tanrı tam ve mükemmel, insanın istemediği bir şeyi yaptırtmayacak kadar mükemmel ve yüce kursat: dünya da yaşamından memnun olmayan insanlar yok mu umut: bence insanlar dünyaya gelmeden önce memnun olmamayı istediler bu gerçekleşti, ya da gelecekte bir gün memnun olmamanın kendi istekleri olduğunu, Tanrı amacını açıkladığında anlayacaklar kursat: dünya da mutlu olmayan herkes sence mutlu olmamayı mı seçti umut: Tanrıyla birlikte evet ya da gelecekte Tanrıya göre gelecek yok, öyle bir zamanda amaç açıklandığında anlayacaklar kursat: dua ediyor musun umut: ediyorum umut: çünkü kendimi en iyi yolla gerçekleştirmek istiyorum var olanın en iyisini yapmak istiyorum geleceğimi bilmiyorum çünkü kursat: şöyle ediyor musun: Allahım yolumu saptırma yanlışa düşürme umut: böyle etmiyorum, çünkü kendime güveniyorum, yanlışa gitmem üstelik yanlış yok bence hata var, hataya düşmek de gereklilik bazen kursat: Allaha şükreder misin umut: minnettar olurum, şükrederim güzel an yaşadığım için kursat: güzel anları sana yaşattığına mı inanıyorsun umut: belki O yaşatıyor, belki de ben Tanrıyım, bunu bilmek çok zor kursat: Tanrı dayak yer mi umut: eğer ben Tanrıysam yiyebilirim dayak, kursat: peki ama dayak atanda başka bir Tanrı mı o halde umut: aynı Tanrı, Tanrı tek ve mutlak güç umut: güzel olanı tekrar anlamlandırmak için karanlıkta kalmalıyız ama Tanrı ayrı bir varlıksa dayak yemez çünkü dayak atma dünyanın fizik kuralı ile alakalı kursat: Allah nerede diye sorsam umut: belki evrenin kendisi, belki evrenin dışında bir varlık, belki sensin, sen Tanrı olmasan bile Tanrısalsın bence kursat: senin tam olarak inandığın aklının yattığı görüş hangisi umut: tam olarak inandığım: Tanrısal varlık olmak Tanrı değil ama Tanrının bir parçası, inanmıyorum bildiğimi iddia ediyorum, yanıldığımı düşünmüyorum, ama ihtimaller var tabi kursat: gerçekten senin gibisi azdır umut: az, her insanın bir öyküsü vardır, benim yaşadıklarımı her insan yaşamadı ben de onlarınkini kursat: kendini bunca ihtimallere bağlamış biri gerçekten düşündürücü umut: haklısın, körükörüne kabul etmemeye çalışıyorum, içim rahat, Tanrı biliyor her şeyi, bu ihtimal değil kursat: iki saattir ihtimal sıralıyorsun bana "belki böyle, belki şöyle, ama olmayabilir de" gibilerden, bu korkunç bir şey umut: evet ama ihtimal olmayanlar da var, Tanrının herşeyi bildiği, insanın Tanrısal olduğu, günahın olmadığı, yargılamanın hata olduğu, sevginin tek gerçek olduğu, bunlar ihtimal değil kürşat bey, bazı şeyler ihtimal değil bunları görmenizi istedim kursat: sevgi tek gerçek mi ya nefret umut: nefret egosal bir şey, Tanrısal değil, bu mesela ihtimal değil
***
SERHAN: önce insanda bir irade var mı yok mu onu konuşmak lazım, daha sonra o iradenin mahiyeti hakkında konuşmak lazım kursat: dedin ki sen, Maturidi mezhebi cüzi iradeyi Allah yaratmaz dedin SERHAN: evet kursat: peki Maturidinin kitabını okudun mu SERHAN: hayır kursat: ben okudum, “Kitabut Tevhid” i ve şok oldum, orada böyle bir ifade yok tam tersi diyor ki sonradan olan herşey mahluktur SERHAN: zaten öyle, fakat cüzi iradenin hakiki bir vücudu yok, bu sebeple abde verilebilir eğer vücudu olsaydı, abde verilmezdi kursat: yani bu cüzi iradeyi Allah yaratmaz ifadesini Maturidi demedi onu diyorum SERHAN: melekler var mı kursat: evet SERHAN: meleklerin mahiyetini bana tarif edebilir misin kursat: görmedim ama cisimdir şekli vardır SERHAN: cüzi iradede var. fakat mahiyetini tam olarak tarif edemeyiz fakat sadece farazi ve ilmi bir vücudu vardır. hakiki vücudu yoktur, haritadaki farazi hatlar gibi kursat: sen şimdi iman mahluk mu diyorsun SERHAN: evet kursat: hem de Maturidiyim diyorsun değil mi SERHAN: evet kursat: peki baktın mı Maturidi mezhebinin görüşü ne bu konuda SERHAN: ben risale-i nur ile amel ediyorum kursat: sen Maturidiyim demedin mi SERHAN: evet kursat: bende onu diyorum işte baktın mı ne diyor Maturidi mezhebi imanın yaratılması konusunda SERHAN: iman ve Kur'an hakikatlerini risale-i nur izah etmiş ve açıklamış. Maturidinin kitabını hiç okumadım kursat: ben Maturidinin kitabını demedim kelam kitaplarında yazılanları dedim SERHAN: zaten Maturidinin söylediği şeyleri risale-i nur izah ediyor. onu okumama gerek kalmıyor, başka kelam kitaplarına da ihtiyaç bırakmıyor kursat: bak kelam kitaplarına bakarsan şunu görürsün Maturidi mezhebinde "iman mahluk değil" derler SERHAN: dediğim gibi, benim ölçüm risale-i nurda.. kursat: o zaman neden Maturidiyim dedin çünkü onların dediğinin tersini diyorsun SERHAN: çünkü, risale-i nur, ihtilaflı konuları tashih, ittifaklı konuları tasdik etmiş hem de izah edip, isbat etmiş kursat: nursi kelamcı mı SERHAN: risale-i nur baştan sona kadar kelam ilmini ders veriyor kursat: niye yalan konuşuyosun bende okudum diyorum risaleyi SERHAN: fakat, diğer kelamcıların halledemediği bir çok konuyu tam olarak halletmiş, istersen sana sayfa numarası vereyim kursat: bak kelam demek daha çok itikadi mezhepleri anlatan kitaplara denir, risale de hangi kelam mezhebi anlatılıyor SERHAN: mesela kelam ilminde bir mesele söyle ben risale-i nurda nasıl geçtiğini sana söyleyeyim kursat: istitaat SERHAN: o ne demek kursat: güç yeterliliği kursat: yani kulun gücü fiilden önce mi yoksa fiille beraber mi SERHAN: risale-i nur bir çok yerde bu konuyu ders veriyor kursat: hiç geçmez risalede kursat: bak serhan insanın gücü var mı SERHAN: mesela, kader risalesinde şöyle diyor: irade-i cüz'iye-i insâniye ve cüz'-i ihtiyariyesi çendan zaîftir, bir emr-i itibarîdir, fakat Cenâb-ı Hak ve Hakîm-i Mutlak, o zaîf cüz'î iradeyi, irade-i külliyesinin taallûkuna bir şart-ı âdi yapmıştır. Yâni mânen der: "Ey abdim! İhtiyarınla hangi yolu istersen, seni o yolda götürürüm. Öyle ise mes'uliyet sana aittir!", yani, insan meylettiği zaman Allahın kudreti o işi yaratıyor kursat: onu sormadım sana, insanın gücünü sordum, bak serhan insanın gücü varmı SERHAN: insandaki güç, Allahın kudretinin cilvesidir. Allahın kudreti olmazsa, insan parmağını bile kımıldatamaz kursat: peki insanın fiillerini Allah mı yaratıyor SERHAN: evet kursat: şimdi soruyorum: insanın gücü mahluk mu SERHAN: evet kursat: peki insanın gücü fiillden önce mi yoksa fiille beraber mi SERHAN: insan bir şeye meylediyor. Aynı anda Cenab-ı Hakkın kudreti o fiili yaratıyor kursat: onu demiyorum ki SERHAN: insanın kendi başına bir gücü yok ki kursat: var diyor senin mezhebin SERHAN: insandaki güç, Allahın kudretinin bir cilvesidir. insanın ruhu, nefsi ve zerreleri hep Allahın kudret elindedir, peygamberimiz aleyhisselam yemin ederken en fazla şu yemini kullanır. vellezi nefsi Muhammedin biyedihi, yani, Muhammedin nefsi kudret elinde olan zata yemin ederim ki kursat: bak şöyle diyeyim o halde mesela ben oturuyorum diyelim ve ayağa kalktım, burada ayağa kalkma fiilimi Allah yarattı dedin SERHAN: evet kursat: peki bu fiili yapma kudretim var mı? varsa bu kudret fiil yokken de ben de var mı yoksa fiil meydana gelirken mi bu güç varediliyor SERHAN: her şeyi doğrudan doğruya Allahın kudreti yaratıyor. Yani, Allahın kudreti daima senin vücudunu ayakta tutuyor ve devamlı hareketlerini yaratıyor. Yani, Alahın kudreti bir an olsun senin üzerinden kalkmıyor kursat: sorumacevapver SERHAN: dediğim gibi..neyi anlamadın, yani, sende hiç bir zaman müstakil bir kudret yok kursat: kader hadislerine baktın mı SERHAN: bakmama gerek yok, çünkü, risale-i nur hepsini halletmiş kursat: risalede pek kader hadisi yok SERHAN: fakat, ayet ve hadislerin tefsiri var. yani, o kader bahsi ayet ve hadislerin tefsiri kursat: bak bu kader hadislerinde senin dediğinin tersi anlatılıyor SERHAN: sen yanlış anlamışsındır kursat: 200 den fazlasına baktım hepsi aynı şeyi söylüyor SERHAN: mesela kursat: bak kitabımda var belki 50 tane yazdım mesela forumda "ne dersiniz" başlığında var mesela 15 tane falan, anasının karnında cehennemlik cennetlik yazıldığı gibi çok var yani, ve hiçbirinde bildiği için yazdı gibi bir izah yok SERHAN: risale-i nurda var kursat: ne var SERHAN: mesela, bir öğretmen, sınavda senin 0 alacağını biliyor ve defterine yazıyor. Sen sınavda sıfır alıyorsun. Öğretmene diyebilir misin ki, ''sen yazdın diye ben sıfır aldım'' elbette diyemezsin, çünkü, öğretmen senin 0 alacağını bildiği için 0 yazıyor kursat: bak bunlar çok kitapta olan örnekler ancak hadislerde böyle şeyler yok, yani bu izahlar sonradan çıkmıştır, özgürlüğü savunabilmek için SERHAN: mesela ben sana bir ayet söyleyeyim kursat: evet SERHAN: kim bir iyilik yaparsa Allahtandır. Fakat kim bir kötülük yaparsa nefsindendir kursat: bir öncekini de söyle SERHAN: nedir kursat: Nisa 78 miydi bu ayet o civarda bak bul SERHAN: bak İslamiyette şu düstur vardır, akıl ile nakil çakıştığı zaman, akıl asıl itibar, nakil ise tevil olunur kursat: evet SERHAN: öyle ise, aklen ve mantıken Allah sonsuz adil ve sonsuz hakim olduğu için, insanda mahiyetini bilemediğimiz bir cüzi irade vardır. Yoksa, Allah insanları neden imtihana tutsun ki, yani neden ben sizi imtihan ediyorum desin ki kursat: imtihan değil zaten SERHAN: fakat, Kur'an imtihan diyor kursat: biliyorum, tevil edeceğiz SERHAN: fakat tevil etmek, belirli ölçülere göre olacak, ayrıca kesin ayetler tevil edilemez, ayrıca bu tevili yapacak olan biz değil, islam alimleridir kursat: ben alimim SERHAN: değilsin, sarih ayetleri bile inkar ediyorsun, yani, itikadın bile sağlam değil, şu anda sen bir filozofsun İslam alimi değilsin, çünkü, Kur'an ve iman hakikatlerinin hiç birini halledememişsin karıştırmışsın senin sonun ne olacak kursat: imtihan olmadığını ispatlayayım mı, sonuç baştan belli şey için imtihan denir mi, bak ne olacağımız baştan belli ilminde böyle imtihan olur mu SERHAN: o öğretmen misalini hatırla kursat: ne olmuş öğetmene SERHAN: öğretmen senin sıfır alacağını biliyor, sen sınavda sıfır alıyorsun kursat: öğretmen yanılamaz mı SERHAN: mesela görse ve bilse, temsil kursat: yok öyle şey, normal konuş SERHAN: Allah, senin sonunu ve bütün hayatını biliyor kursat: evet SERHAN: bilmek, zorlamak değildir kursat: ya nedir SERHAN: bilmek, kudret değildir, senin hayatını bilmesi, seni zorlaması değildir, o zaman sen bir imtihandasın kursat: olaylar bildiği gibi gelişmeyecek mi ama SERHAN: evet kursat: eeeee SERHAN: fakat senin cüzi iradeni nasıl kullanacağını bilmesi seni zorlaması değildir. Yani, Allah, senin cüzi iradeni nasıl kullanacağını biliyor. kursat: kullanmadan mı SERHAN: önce ve sonra gibi tabirler senin için geçerli, Allahın indinde bütün zaman ve mekanlar bir andır kursat: anlaşamıyoruz, bu kader mi SERHAN: evet kursat: o halde bu anda anlaşabilir miydik SERHAN: anlaşamamamız kader, fakat, biz cüzi irademizi hatalı kullanıyoruz, bu sebeple anlaşamıyoruz kursat: bizim cüzi irademizi böyle kullanmamız da kader değil mi SERHAN: kader senin cüzi iradeni böyle kullanacağını biliyor ve ona göre bir hüküm veriyor. yani, kader, cüzi iradeyle sonuca bir bakıyor kursat: önce biliyor sonra mı hüküm veriyor SERHAN: önce ve sonra,,,,,,,ALLAH EZELİDİR, sıfatları da ezelidir, zamandan ve mekandan münezzehtir kursat: o zaman demene göre hükmü de ezeli öyle mi SERHAN: evet kursat: hükmü ezeliyse burada yazışmamız Onun ezeli hükmü demek, bunu diyorsun değilmi SERHAN: evet kursat: peki biz Onun hükmünü değiştirebilir miyiz SERHAN: hayır kursat: peki ezeli hüküm değişir mi SERHAN: hayır kursat: yani başka türlü bir hüküm olabilir miydi SERHAN: farz-ı muhal olarak sen cüz-i iradeni bilgisayarda yazışmaya değil de başka bir şey için kullansaydın, Allahın sana nasıl bir kader yazacağını bilemeyiz kursat: biraz evel ezeli hüküm değişmez dememiştin SERHAN: fakat Allah senin cüzi iradeni böyle kullanacağını biliyor, ona göre hüküm veriyor. bu sebeple hüküm değişmez Allah senin cüzi iradeni kesinlikle bu şekilde kullancağını bildiği için hüküm veriyor. Bu sebeple hüküm değişmez kursat: yani bildiği için mi hükmediyor SERHAN: evet kursat: sen Onun hem ilmine hem de iradesine ezeli demedin mi SERHAN: evet kursat: şimdi de diyorsun ki “bildiği için irade etti” öyle mi SERHAN: ben sana önce bildi, sonra irade etti dedim mi kursat: onu demeye getirmedin mi SERHAN: deminden beri sana ezel kelimesini anlatmaya çalışıyorum, Allahın iradesi ve ilmi ezeli, yani, önce şu sonra bu olmaz kursat: o zaman niye “bildiği için hüküm verdi” diyorsun SERHAN: her ikiside ezeli kursat: o zaman niye bildiği için hüküm verdi diyorsun SERHAN: ne diyeyim kursat: yaaaaaaaaaaaaaaa , anladın mı şimdi SERHAN: ne diyeyim kursat: yani şunu demeki stiyorum Serhan, kitaplarda hep denir “Allah bildiği için irade etti”, gördüğün gibi bu tabir ezeli irade kabul edildiğinde uygun düşmüyor SERHAN: sen öyle anlıyorsun kursat: ben işte bu yüzden Onun iradesini inkar ettim SERHAN: fakat soru sorulunca da nedensiz dersin kursat: bak bunu açıklayayım istersen sana SERHAN: bir şeyi kabul etmek için bütün sorulara cevap vermek lazımdır kursat: okey, vereceğim SERHAN: dün sana sorduğum bir çok soruya nedensiz dedin kursat: işte onu açıklayayım sana SERHAN: yani, işine gelmeyince cevap vermekten kaçıyorsun kursat: yani neden nedensiz dediğimi izah edeyim mi SERHAN: sen cevap ver. mesela, Allah neden Hz Muhammedi peygamber seçti, iradesiz mi neden ayetlerini ona indirdi kursat: seçmedi ki, ilminde öyle vardı, ilminde belli olan şey daha neden seçilsin ki SERHAN: neden Hz Muhammedi peygamber olarak seçeceğini biliyor kursat: işte onu anlatacam istersen SERHAN: Peki, Allah neden kendisini kadir olarak tanıtıyor kursat: aldatıcıdır Allah SERHAN: aldatıcılık noksan bir sıfattır kursat: hayır SERHAN: Allahın öyle bir sıfatı yoktur kursat: diyorum ya nedensiz SERHAN: aldatmak, yalan söylemek çirkin bir sıfattır kursat: nedensiz olanı yargılayamazsın SERHAN: yargılarım kursat: neden böyle oldu diye soramazsın SERHAN: sorarım kursat: bunu açıklayayım mı SERHAN: hayır SERHAN: Allah Kur'anı insanlara neden indirdi kursat: nedeni yok SERHAN: saçma kursat: ilminde öyle olması vardı SERHAN: Allah Hakîmdir kursat: O da ilmindekinin tersini yapamaz SERHAN: abes ve hikmetsiz hiç bir işi yoktur kursat: hikmet ne ki? SERHAN: faydaları gözeterek, israfsız ve ölçülü işler yapmak kursat: Allah hik mete mi tabi? SERHAN: evet kursat: Onu yani Allahı hikmet mi kontrol ediyor SERHAN: eğer hikmetli işler yapmasa idi, o zaman noksan bir sıfatı olurdu haşa, Allah hakimdir. Hakim ismi, hikmetli işler yapmasını iktiza ediyor zorunlu olduğu için değil, hikmeti iktiza ettiği için kursat: bak serhan genelde hikmetle kasdedilen şudur: sebep. Halbuki ezeli ilahın varlığının sebebi olmaz ve ilmine göre bu işler olduğundan, bu işlerin de sebebi yoktur, hikmeti sebep olarak anlarsan; o halde yaptıklarında hikmet yok derim. biz hikmeti bilmesi manasında alırız SERHAN: Allahın kendi vücub-u vücuduna layık ve sıfat-ı kudsiyesine has sonsuz gayeleri ve hikmetleri vardır kursat: biraz evvel Allah hikmete mi tabi diye sordum, evet dedin, ezeli ilah başka şeye tabi olur mu SERHAN: siz kimsiniz kursat: muattıla, iptal edenler, yani sıfatları reddedenler, tevhidçiler SERHAN: ilim de bir sıfattır kursat: ama biz ilmi zatının aynıdır yani kendisidir diyoruz, sizin gib zatının ne aynıdır ne de gayrıdır demiyoruz SERHAN: isim takmakla bu iş halledilmez ki kursat: isim değil bunlar ekol kursat: kaç tane ezeli var SERHAN: 1 tane kursat: sen sıfatlarına da ezeli demedin mi SERHAN: sıfatları ezelidir. Allah deyince zaten bütün isim ve sıfatları içine giriyor kursat: kaç sıfatı var, Maturidiye göra 8 tane, bir de kendi 9 tane, bak 9 tane ezeli kabul ediyorsun, hrıstyanlar 3 ilah kabul etti sen 9 SERHAN: sen öyle anlamak istiyorsan, benim yapacağım bir şey yok kursat: sen ilim sıfatı, zatının aynısıdır demiyorsun SERHAN: aldatıcı, zalim, aciz gibi sıfatlar kursat: aldatıcı değilmi SERHAN: haşa ve kella, aldatmak ve yalan söylemek çirkin bir sıfattır kursat: kalpleri mühürleyen O değil mi SERHAN: elbette O kursat: eeeeeee SERHAN: ne alakası var aldatmakla kursat: mühürleme anında iman teklifi var, bu ne o halde SERHAN: çok normal kursat: o kişi o anda iman edebilir mi SERHAN: hayır kursat: peki o anda da teklif var mı o şahsa SERHAN: var kursat: bu teklif-i mala yutak yani kaldıramayacağı yükü yüklemek değil mi SERHAN: hayır kursat: iyi düşün, hem teklif var hem de mühür, bunlar sence birleşir mi, yani hem iman hem mühür SERHAN: Allah, onların kalbi tamamen tefessüh ettiği için onların kalbini mühürlüyor. Yani, onların kalbi artık iman etmez. kursat: iman edemeyeceği halde teklif var değil mi SERHAN: onlar itiraz ederse Allah onlara kalplerinin hallerini gösterecek ve siz zaten iman edecek kabiliyette değildiniz diyecek, onlarda susacak, işaretül icazda şöyle geçer: Ve keza خَتَمَ اللّهُ عَلَى قُلُوبِه 16;مْ cümlesiyle kalb ile vicdan, nûr-u îman sayesinde hakaik-i İlahiyenin tecellisine mazhar olmakla menba-ı kemalât, hayattar ve ziyadar oldukları halde, küfrün ihtiyar edilmesiyle zulmetli, ıssız, haşarât-ı muzırra yuvasına inkılâb ettikleri için mühürlenmiş, kilitlenmiş ki; o korkunç yuvadaki akreblerden veya yılanlardan ictinab edilmesine işaret edilmiştir. kursat: peki onlar: “ama Yarabbi sonra bizi niye kendi halimize bırakmadın, bir de üstelik mühürledin sonra da teklifini devam ettirdin” derlerse? (demezler de örnek olması açısından böyle dedim, yani ahirette demezler) SERHAN: zaten onların kalbi mühürlü olmasa bile, kalpleri iman etmeye kabil değil kursat: neden SERHAN: çünkü, tamamen tefessüh (bozulmuş) etmiş, yani imana kabiliyeti kalmamış, cüzi iradeleriyle kalplerini tamamen bozmuşlar kursat: bunu Allah mı irade etti peki SERHAN: kendi cüzi iradeleriyle, kalplerinin bozulmasına sebebiyet vermişler, yani günah kalbe işleye işleye kalbi tamamen öldürmüş kursat: bunu Allah mı irade etti peki ya da bildiği için mi öyle diledi SERHAN: onlar cüzi iradelerini bu şekilde kullandılar ve Allah onların kalplerini ceza olarak öldürdü. Fakat, Allah şerleri çok büyük hayırlar için yaratıyor. yani, insan zulmeder, kader adalet eder SERHAN: Allaha adaletsiz, zalim, aciz diyorsun kursat: zalim ve aciz demedim SERHAN: insanları cehennemden kurtaramayacak kadar aciz, masum insanları kursat: bak dün de sordum cevap vermedin: Allah ilminin zıttına bir şey yapmaya kadir mi SERHAN: sen ilmin ne olduğunu bilmiyorsun ki, karıştırıyorsun kursat: yani ilminde belli olan şeyleri öyle yapmayabilir mi istese SERHAN: mesela Allah kainatı biliyor..yani, en iyi şeklinin bu olduğunu biliyor. onun için bu şekilde yaratıyor. Yani Allah kainatı sadece ilmine göre yaratmıyor. Rahmet, adalet, hikmet gibi sıfatları da tecelli ediyor. yani, Allah her şeyi biliyor. Hikmet, rahmet ve adaletinin iktizası üzerine bildiği şeyleri yaratıyor. Mesela, Allah sonsuz tane kainat şekli biliyor diyebiliriz. kursat: seçti mi yani birini SERHAN: Fakat o sonsuz şekilden ilim ve irade ve adalet ve hikmet ve rahmetinin iktizası üzerine bu şekli seçiyor, akla yanaştırmak için bu kelimeler kursat: önce biliyor sonra mı seçiyor yoksa ezelde mi seçiyor SERHAN: yani, ilim zorunluluk değildir, zaten sen bu konuda yere çakılmışsın kursat: seçmek zaman da olan bir şey değil mi SERHAN: o senin için...yani senin her şeyin zamanla oluyor. Fakat, Cenab-ı Hak ezelidir. Zamandan ve mekandan münezzehtir kursat: ezeli seçim olur mu? olur dersen nasıl olur? SERHAN: ezel ne demek kursat: hep vardı manasında SERHAN: hep vardı ne demek kursat: yani öncesinde yokluk yoktu SERHAN: yani Allah sonsuz yıldan beri mi var kursat: onu demedim şunu dedim: öncesinde bir şey yok ve başlangıcı yok, yokluğu muhal olan demektir SERHAN: yani Allah sonsuz yıldan beri mi var kursat: ısrarla bunu soruyorsun bende ısrarla cevap verdim diyorum SERHAN: fakat senin kafan bu manaya gidiyor. soruların hep bu itikada göre oluyor, bu sebeple soruların hatalı oluyor, yani, ezel tabiri senin kafanda canlandırdığın bir şey değildir, sen Allahı ve ezeli düşünürken mutlaka ve mutlaka zamanı ve mekan sınırları içinde düşünüryorsun Not: bu konuşmada Allahın aldatıcı olduğunu savunmuşum, ama bu görüşümü değiştirdim. Allah aldatıcı değildir şeklinde, ve bu görüşümü de yazacağım son kısımlara, bir de bu konuşma sırasında bir tane ezeli var diye inanıyordum, halbuki sonra aleme de ezeli dedim, yani madde de ezelidir dedim. Diğer konuşmalarda da böyle eski inançlarım olabilir, o bakımdan uyarıyorum, yeni görüşlerim bunlardır.
***
kursat: ben dua etmeyi inkar ettim bunu konuşalım ALLAHIN NURU: Allah seni ıslah etsin kursat: etmedi mi yani ALLAHIN NURU: etmesi için dua ediyorum. hani sen duayı inkar etmişsin ya kursat: peki beni etmedi de başkalarını niye etti diye sorsam ne dersin ALLAHIN NURU: Allah adildir yaptığını doğru yapmıştır yapmadıysa da niye yapmadığını biz bilemeyiz, seni etmemişse ıslah edilmeyi hak etmemişsindir kursat: peki bu ayrımcılık olmuyormu o halde ALLAHIN NURU: sana göre öyle olabilir ama dediğim gibi Allah adildir, haksızlık yapmaz kursat: adil midir ALLAHIN NURU: değil midir kursat: sen dünyaya bir bak ve bana tekrarla dediğin lafı bakalım ALLAHIN NURU: dünyada bir adaletsizlik var gibi görülebilir belki ama bu bizim adalet anlayışımıza göredir ALLAHIN NURU: Allahın adaleti şaşmaz ALLAHIN NURU: hem dünyadaki adaletsizlik insanların adaletsizliğidir, Allahın değil kursat: her şeyin sebebi Allah değil mi ALLAHIN NURU: cümleyi yanlış kuruyorsun, her şeyin sebebi Allahtır demek, tüm yanlışlıkları, tüm kötülükleri haşa Allahın üzerine yıkmak demektir, oysa Allah kötülüğün sebebi olamaz, kötülüğün sebebi insandır kursat: herşeyi yaratan O değil mi ALLAHIN NURU: tabiki her şeyi yaratan O kursat: eee, kötülük şey değil mi?
***
kursat: nerde kaldık ALLAHIN NURU: her şeyi Allah yaratmıştır demiştik kursat: peki şerleride mi ALLAHIN NURU: sen de böyle demiştin kursat: ne diyorsun ALLAHIN NURU: her şeyi Allah yaratmıştır diyorum kursat: küfrüde mi ALLAHIN NURU: her şey deyince ne anlıyorsun kursat: Allahın gayrı ne varsa manasında anlıyorum kursat: düşüncelerimiz nedenli mi nedensiz mi ALLAHIN NURU: nedenlileri de vardır nedensizleri de kursat: sonradan olan herşey nedenli değil mi ALLAHIN NURU: evet kursat: o halde bütün düşüncelerimiz de nedenli demektir öyle mi ALLAHIN NURU: denebilir ama bazı düşüncelerin nedenini bilemeyebiliriz kursat: bilmemeni sormadım nedenli mi diye sordum ALLAHIN NURU: nedenli olması lazım kursat: o halde sen durup dururken aklına bir düşünce geldi ve sen "bu düşünce aklıma nerden geldi” dediğin oldu mu, yani şaşırdığın ALLAHIN NURU: nedenini bilemeyebiliriz derken bunu kastettim zaten kursat: oldu mu ALLAHIN NURU: oldu tabi kursat: o halde bu düşünce de nedenli ise bunun nedeni nedir ALLAHIN NURU: bilemeyebiliriz dedim ya kursat: Allah değil mi ALLAHIN NURU: niye kursat: sen demedin mi her sonradan olanı Allah yaratır diye, bak en başta ne dedin, herşeyi Allah yaratır dedin ALLAHIN NURU: tamam, öyle değil mi sence de kursat: her sonradan olanı Allah vareder diyorum, madem öyle demek ki düşüncelerimizi Allah varediyorsa bizim özgürlüğümüz nerede kalır sence, iyi düşün cevap bekliyorum ALLAHIN NURU: o halde her türlü kötülüğün her türlü haksızlığın v.s sebebi Allahtır mı diyorsun kursat: evet ALLAHIN NURU: o zaman biz niye yaratıldık, Kuran niye indirildi kursat: bunun cevabı uzun ama istersen vereyim ALLAHIN NURU: ver tabi kursat: önce ezeli olanın nedeni olmadığını sana kanıtlamam gerekiyor, kursat: sebep ve sonuç var değil mi mesela ben üşüdüm ve palto giydim diyelim burada sebep üşümek ve palto giymek sonuç değil mi ALLAHIN NURU: evet kursat: yani bu örnekle ben sana sebebin muhakkak sonuçtan zaman olarak önce geldiğini kanıtladım değil mi kabul mu ALLAHIN NURU: bu derece önemli bir konuyu bu basit örnekle anlatmayacaksın değil mi kursat: kabul mü, evet mi ALLAHIN NURU: evet kursat: ezeli şu demektir yani başlangıcı olmayan ve öncesi olmayandır yani öncesizdir, soruyorum: öncesi olmayanın öncesi olur mu ALLAHIN NURU: bu soruyu sana başkası sorsa ne dersin kursat: olmaz derim, evet öncesizin öncesi mantıken olmaz devam edelim, biraz evvel sen dedin ki sebep sonuçtan önce gelir dedin, yani bir şeyin sebebinin olması için muhakkak önceden gelmesi gerekir doğru mu ALLAHIN NURU: nasıl yani kursat: bir şeyin sebebi varsa muhakkak önceliği vardır yani başka bir şey o nesneden önce varlıktadır onu diyorum kursat: okey mi ALLAHIN NURU: evet kursat: ama sen biraz önce ezeli olanın yani öncesiz olanın öncesi yok demiştin değil mi ALLAHIN NURU: ezeli demek öncesi olmayan demektir. burda bir sorun mu var kursat: bu mantıkla baktığımızda madem ezelinin öncesi yok o halde sebebi de yok bu çıkmıyor mu, kabul ettin mi ezelinin sebebi olmadığını ALLAHIN NURU: ezelinin öncesi olmadığı gibi sebebi de olmaz kursat: kabul ettin yani ALLAHIN NURU: sen devam et kursat: peki Onun ilmi ezeli mi ALLAHIN NURU: evet kursat: ve olaylar bildiği gibi cereyan eder değil mi, yani bildiğinin aksine gerçekleşmez ALLAHIN NURU: evet kursat: o halde olayların böyle olması ilmine bağlı. bu sonuç çıkar mı sence kursat: evet ALLAHIN NURU: olayların, Onun ilmi dahilinde olması ayrı şeydir; olayların sebebinin, Onun ilmi olması ayrı şeydir. sen olayların sebebi Onun ilmidir diyorsun kursat: evet iyi anladın, ve ilminin böyle olması nedensiz olunca, ilmine bağlı olarak meydana gelen şeyler de nedensiz demektir yani dünyanın, cennetin, cehennemin olması, Kuranın indirilmesi yani her şeyin böyle oluşu nedensizdir bunu anladıysan kaderin sırrı bu diyorum
*** Allah’ın ilmi ezeli ya, mesela benim şu an yazı yazacağımı biliyordu ya, bu tamam mı? Peki O’nun bildiği şeyler bildiği gibi mi meydana gelir yoksa bildiği gibi meydana gelmese de olur mu? "gelmese de olur" dersen ilmi cahilliğe dönebilir demiş olursun farkına var. "bildiği gibi meydana gelmesi lazım" dersen şimdi soruyu iyi dinle: Allah isteseydi ilmindekilerin yani varolacaklarını bildiklerinin yerine başka bir şey yapmayı seçebilir miydi? Yani benim şu anda burada yazacağımı ezeli ilmiyle biliyor ya tamam mı ha, diyorum ki isteseydi benim şu anda yazmak yerine dışarıda gezmemi isteyebilir miydi, yani irade edebilir miydi? İyi düşün bak! "edebilirdi" dersen gördün ne olduğunu, ilmi cahilliğe dönebilir diyorsun o zaman. Ezeli olan şey değişir mi? yani ilmi değişir mi? değişmez dersen, o halde şu sonuç çıkar: Allah ilmindekilerin ( ilminde meydana gelceklerine dair ilim olanların) dışında bir şeyi yapmayı isteyemezdi manası çıkar, dur bağırma iyi düşün! O halde madem ilmindekilerin dışında bir şey isteyemiyor, o halde soruyorum: Sizin kabul ettiğiniz irade ile yani isteme ile diğer kabul etiğiniz ilmin ne farkı kaldı? madem bir fark söyleyemiyorsunuz, o halde önünüzde iki seçenek var. Ya ilmini kabul edip iradesini inkar etmek ya da iradesini kabul edip ilmini inkar etmek. Ben ilmini kabul ettim ve iradesini inkar etim. Zira Kuran da, ilerde gerçekleşecek olayları Allahın bildiğine dair ayetler var. İrade ile ilgili ayetler de var, ancak ben onları yine bilmesi ve ilmindekilerin varlık sahasına çıkması olarak anlıyorum, ne diyorsunuz?
***
kursat: senle bugün bir konu konuşmak istiyorum kursat: emri itibari SERHAN: ben emri itibari hakkında düşüncemi sana söyleyeyim, sonra mantıksız bulduğun bir yer varsa sorarsın kursat: söyle SERHAN: mesela cüzi irade bir emr-i itibaridir, Allah sonsuz adil ve sonsuz hakîm ve sonsuz merhametlidir, Bu sebeple insana cüzi irade namında bir şey vermiştir, Eğer insanda bu cüzi irade olmazsa, Cehennem, Allahın rahmetine, hikmetine ve adaletine zıt olur, Öyle ise, insanda cüzi irade vardır, Fakat, tevhidin gereği, bu cüzi iradenin hakiki bir vücudu olmaması gerekir. Çünkü, hakiki vücudu olan bir şey, Allahın kudretinden başka şekilde meydana gelemez, Veya eğer cüzi iradenin hakiki vücudu varsa, o cüzi iradedeki tasarruf insana ait olması lazımdır. şimdilik söyleyeceklerim bunlar kursat: peki itibari demek varsayılan demek değil mi SERHAN: biz bir çok şeyin varlığını biliyoruz, fakat mahiyetini tam olarak bilemiyoruz. Cüzi irade de, aynı haritadaki hatlar gibi veya kainattaki kanunlar gibi itibari ve nazari ve farazi bir şeydir. mesela yer çekiminin hakiki bir vücudu var mı kursat: dedim ya yerçekimine inanmam, hareketi Allah vareder diyorum SERHAN: fakat, mesela, cismin kütlesine göre bir ağırlığı var. O ağırlık nereden geliyor kursat: bize öyle geliyor SERHAN: yani, yerçekimi itibari bir kanundur. hakiki bir vücudu yoktur, mesela dünya neden güneşin çevresinde dönüyor kursat: Allah döndürüyor SERHAN: Allah her şeyi belirli kanunlarla ve sebeplerle yaratıyor. Mesela, bulut olmazsa yağmuru yağdırmıyor, elbette her şey Allahın kudretiyle olur, fakat, Allah sebepleri kudretine perde yapmış kursat: kelime olarak itibari, varsayılan demek değil mi SERHAN: olabilir, var farzedilen kursat: var farzedilen yok manasına gelmez mi SERHAN: mesela, sen zihninde bir köşk canlandırıyorsun. Fakat, o evin sadece ilmi bir vücudu var. hakiki bir vücudu yoktur, dediğim gibi, çok şeyler var ki, varlığını biliyoruz fakat mahiyetini bilmiyoruz. cüzi irade bunlardan olabilir kursat: emin değilsin galiba SERHAN: fakat aklen ve mantıken cehennemi yaratan Allah, insana bir cüzi irade vermiştir, cüzi iradeyi ancak bu tabirlerle anlatabiliriz, başka olmaz kursat: biraz evvel dedin ki biz ev düşünsek hakkiki vücüdü yok dedin değil mi SERHAN: temsilde kusur olmaz, kursat: peki bu evi düşündüğümüz vakit "biz de bu düşünce var" denebilir mi SERHAN: evet denebilir, mesela, haritada gösterilen paralel ve meridyenlerin hakiki vücudu var mı, yoksa farazi ve itibari midirler kursat: peki "bizde bu düşünce var" diyorsan daha neden hala bu düşünceye varsayılan manasında "itibari" diyorsun çelişki değil mi? çünkü senin demene gör bu laf "düşüncelerimiz hem var, hem de varsayılan dolayısıyla yok demeye gelmiyor mu ve bir şey aynı anda hem var hem yok olabilir mi? SERHAN: mesela haritadaki ekvator çizgisi gerçekte var mı kursat: harita için soruyorsan o çizgiler var eğer dünya için konuşuyorsak o çizgiler yok SERHAN: farazi ve itibaridirler değil mi, yani sadece ilmi vücutları var kursat: onu demedim ne dediysem o SERHAN: yani farzediliyor kursat: evet SERHAN: cüzi irade de böyledir kursat: ama dünya için biz bu çizgilerin olmadığını açıkça söylüyoruz SERHAN: biz de cüzi iradenin hakiki vücudu olmadığını açıkça söylüyoruz kursat: peki siz cüzi iradenin olmadığını açıkça söylüyor musunuz kursat: olmadığını diye ısrarla sordum SERHAN: fakat nasıl ki, o haritadaki hatlar farazi ve itibaridir. Yani, sadece ilmi bir vücudu vardır. Öyle de, cüzi iradenin de öyle farazi ve itibari bir vücudu vardır. Veya vücudu varsa bile, o cüzi iradedeki tasarrufun itibari bir vücudu vardır kursat: bak sen açıkça hatların dünta için gerçekte olmadığını söylüyor musun SERHAN: fakat farazi olarak var kabul ediliyor kursat: ben gerçekte diye sordum SERHAN: gerçekte yoktur kursat: şimdi dikkat et kursat: buna kıyas ettiğin cüzi irade için konuşursak, gerçekte ona da yok diyor musun SERHAN: evet hakiki bir vücudu yoktur, yani harici bir vücudu yoktur kursat: açıkça cüzi iradeye "gerçek manasında" yok diyormusun demiyor musun SERHAN: insanda bir cüzi irade vardır. Fakat, bu cüzi iradenin itibari ve farazi bir vücudu vardır. Dediğim gibi, cüzi irade başka kelimelerle izah edilemez. Çünkü, mahiyeti bizce meçhul kursat: bak çok kolay bir soru sordum ve bu soruyu sorduğumda haritadaki hatlar için, kolayca "gerçekte yoktur" dedin ancak aynı soruyu cüzi irade için sorduğumda "açıkça yok" diyemedin neden? SERHAN: çok açık söylüyorum, haritadaki hatlar, gerçekte yoksa neden var diye kabul ediliyor kursat: sen bilirsin onu SERHAN: olmayan bir şeyi neden çizsinler ki kursat: ama hatlara açıkça yok dedin neden cüzi iradeye açıkça yok demedin zira sen ikisini kıyas etmiştin SERHAN: olmayan bir şeye neden isim versinler ki, meridyen ve paralel diye, meridyen var mı yok mu, paraleller var mı yok mu, yoksa, paralel kelimesi nereden geliyor kursat: bak benimle oyun mu oynuyorsun sen SERHAN: hayır kursat: gerçekte yok diyorum SERHAN: fakat neden kabul ediliyor, yani, neden paralel ve meridyen gibi isimler takılmış kursat: haritada var, yön bulmak için vesaire için yapmışlar işte SERHAN: doğru, fakat, hakiki vücudu olmayan bir şeye nasıl isim takabilirler kursat: yani haritada var, gerçekte yok, temsil SERHAN: olmayan bir şeyin temsili mi kursat: evet SERHAN: yani, haritadaki o çizgilerin hakiki bir vücudu olmadığı halde, insanlar belirli gayeler için farazi ve itibari bir vücud vermişler fakat farazi ve itibari bir vücutları var kursat: evet, yalnız haritada o çizgiler gerçekte var, gerçek hayatta yok bu farkı gör yani, açıkça diyorum bu çizgiler haritada gerçekte var, ama dünyada gerçekte yok. açık değil mi SERHAN: yani, insanlar dünyanın çevresini saran bir ekvator çizgisinin varlığını farazi ve itibari bir şekilde kabul ediyorlar. Fakat, o çizginin hakiki ve harici bir vücudu yoktur kursat: evet SERHAN: insanda da namında hakiki ve harici bir vücudu olmayan, sadece itibari ve farazi bir vücudu olan cüzi irade namında, sevap ve ikaba sebep olacak bir cüzi irade vardır. Çünkü Allah adil-i mutlak ve hakîm-i mutlak ve rahîmi mutlaktır kursat: peki gerçekte böye bir irade varmı SERHAN: sen bu noktayı anlamıyorsun ki, sen cüzi iradenin mahiyetini tam olarak bilmeyi istiyorsun. Dediğim gibi, cüzi iradenin mahiyetini tam olarak bilemeyiz. Fakat, aklen ve mantıken öyle bir iradenin varlığını hissederiz ve kabul ederiz kursat: senin bu cüzi irade dediğin şey bu dünyada yer tutuyor mu, mekanda mı değil mi SERHAN: haritada farzedilen hatlar mekanda mı kursat: farzedilen şey "yok" manasında kabul edildiği için mekanda değil SERHAN: mesela,sen oturduğun yerden kalkmak istesen kalkar mısın kursat: tahminim kalkarım SERHAN: gözünü kapamak istesen kapar mısın kursat: tahminim kapatırım SERHAN: öyle ise sende bir irade var kursat: ever var, ama ben buna direkt var diyorum itibari demiyorum SERHAN: cüzi iradenin vucudu varsa bile, cüzi iradedeki tasarruf abde aittir, yani, insanda ceza ve mükafata sebep olacak bir cüzi irade vardır kursat: sen açıkça "itibari" demeden cüzi iradeye "var" diyor musun onu söyle SERHAN: eş'ariye göre emr-i itibarinin hakiki vücudu vardır. Bu sebeple abde verilmez. Fakat, o cüzi iradedeki tasarruf bir emr-i itibaridir. Bu sebeple abde verilebilir. Maturidiye göre ise, cüzi iradenin hakiki bir vücudu yoktur, bir emr-i itibaridir, bu sebeple abde verilebilir, ikisi de aynı kapıya çıkıyor yani kursat: peki o zaman neden eşari mezhebi cüzi iradeye mahluk diyorda maturidi mezhebi mahluk değil diyor SERHAN: içtihad kursat: bu sence önemli bir fark değil mi SERHAN: içtihadda isabet eden 2 sevap, isabet etmeyen 1 sevap alır. Tabi ki, ehil olanlar kursat: ama bu itikadi konu dikkat et SERHAN: bence teferruat bir konu, itikadi fakat, herkesin bilmesi gerekmez, yani, ilim ehline mahsus bir hakikat kursat: peki bu konuda yanılan sence mazur mu SERHAN: evet, fakat, Allah niyetine göre muamele eder kursat: o halde, mutezile mezhebi de itikadi konularda içtihat etmedi mi? onlarda mı mazur SERHAN: mutezile mezhebi, teferruattaki bir konuda hatalı bir içtihad etmemiş, kaderi inkar etmiş kursat: peki onlar kafir mi SERHAN: mesela, zemahşeri gibi imamlar kurtulurlar, kursat: Allah kulları için iyi (aslah) olanı yapmaya mecburdur dediği için mi SERHAN: çünkü, onların niyeti ehli sünnet mezhebine muaraza etmek değil, güya Cenab-ı Hakkı tenzih etmek, yani, hayvanların ve insanların çirkin olan fiillerini Allaha yakıştıramadıklarından, insanların ve hayvanların fiillerini Allaha vermemişler kursat: sanki siz verdiniz de SERHAN: fakat, mutezilenin bazı imamları sırf ehl-i sünnete muhalefet için, insanların ve hayvanların fiilerini Allaha vermemiş, bunlar dalalet ehlidirler kursat: kafir midir SERHAN: öyle diyebiliriz, çünkü, tevhide zıt bir fikirdir kursat: neden? fiillerini insan kendi yaratır dediği için mi, yoksa insanın hür iradesini savunduğu için mi SERHAN: fiilerini kendi yaratır dediği için, tevhidde, her şey doğrudan doğruya Allahın kudretiyle yaratılır kursat: senin, "düşüncelerimizi Allah yaratmaz" demen onlardan aşağı mı kalıyor SERHAN: ben öyle bir şey demedim, cüzi iradeyle düşünceyi karıştırma kursat: düşüncelerimizi Allah yaratmaz demiyor musun SERHAN: hayır kursat: cüzi irade sonuçta düşünce değil mi SERHAN: değil, düşündüğüne meyletmedir, yani her düşündüğün şeyi yapmayabilirsin kursat: bana bir tane cüzi irade örneği versene SERHAN: mesela, önünde bir içki şişesi var. O anda melek ilhamı ile şeytan vesvesesi sana sözler söyler. Sen hangi sözü kabul edip, ona meyledersen Allah o fiili yaratıyor kursat: cüzi irade burada hangisi daha açıkça söyle SERHAN: senin meyletmen kursat: peki bu bir düşünce değil mi sence SERHAN: meyletmen düşünce değil, düşündüğünü uygulaman kursat: düşündüğünü uygulamaya sen fiil demiyor musun, ve fiillerimizi Allah yaratır demiyor musun SERHAN: mesela sen hırsızlık yapmayı düşünüyorsun. Fakat sadece bu düşünmenle günah kazanmazsın, ne vakit cüzi iradeni hırsızlığa meyledersen, Allah o fiili yaratır kursat: peki cüzi iradeni hırsızlığa meyletmen, düşünce değilse fiil midir, fiilde değilse nedir SERHAN: meyletmen cüzi iradedir. Meyletmenin sonucunda meydana gelen şeyler fiildir. Fakat, meyletmen sadece hırsızlığın başında olmuyor. Mesela her adım atışın, cüzi iradenin isteğiyle yaratılan fiilerdir kursat: cüzi iradenin isteği dedin. her istek düşünce değil midir, varlığı varmıdır yok mudur? Yoksa, neden eşariler ona mahluk dedi SERHAN: onu eş'ari hazretlerine sormak gerekir. Fakat, dikkat et, ondaki tasarruf bir emr-i itibaridir diyor kursat: sen onun kitabını okudun mu ki, cüzi iradeden bahsetmiyormuş bile SERHAN: bir çok düşünce de senin cüzi iradenin sarfından sonra aratılan şeylerdir. Yani, istediğini düşünebiliyorsun kursat: istemen düşünce değil mi SERHAN: istemen düşüncedir. Fakat, o isteğini yerine getirmek için o şeye meyletmen, cüzi iradedir kursat: meyletmen düşünce değil mi? mesela ben ayağa kalkmak istedim şimdi bu düşünce değil mi SERHAN: istemen düşünce, fakat, o düşünceni yapmak için meyletmen cüzi irade.. tabi ki, bunlar hep aynı anda oluyor.
*** Konu: Atom. Ben atomu inkar ettim. Atom, matom yok. Çünkü atom demek bölünemeyen parça demektir. Bunlar yalancı. bu atom var mı? “var” diyorlar ya, Peki bu atom yer kaplıyor mu? “var” dediğine göre, “evet yer kaplar” demiş olursun. Yer kaplıyorsa bunun kapladığı yerin yarısı var mı yok mu? Mantıken yer kaplayan her şeyin yarı yeri de vardır. Demek ki bölünemeyen bir parçadan yani atomdan söz edemeyiz. Nötron, proton yok şu yok bu ne bunlar, kim görmüş. Bunlar mikroskopta görülmez ki bu ne, yalan be. Bunlar sembolikdir diyorum. Bana derseniz ki "Sen ne diyorsun ya, nötron, proton var." Ben Atom demekle zaten şunu diyorum: Atom bölünemeyen parça manasındadır. Felsefe dilinde bu manadadır.
*** Yeni karar aldım; meğer yanılmışım. Konu: Allah’ın aldatması, ben evvelden demiştim ya, “Allah aldatıcıdır” diye. Bu dediğimde yanıldığımı anladım. Yeni kararım şu: Allah aldatmaz, aldatamaz. Çünkü hakiki anlamda aldatmaktan söz ettiğimizde aldatılan için hür irade olması gerekir ki onun aldatıldığından bahsedebilelim. Ama insanın ve cinin hür iradesi yoktur. O bakımdan Allah’a saptırıcı demek uygundur.
*** Bir şahıs tarafından bir şeyin nasıl yapılacağı bilinmiyorsa onun bilinçli bir şekilde o eylemi yapacağından söz edilebilir mi? Bir şeyi yapmak için nasıl yapıldığını bilmek gerekmez mi ? “Gerekir” dersen, yani şunu diyorum: Sorsam, nasıl düşünüyorsunuz? Der ki: be”ynimle veya ruhumla” sorarım ona: Peki nasıl düşündüğünü biliyor musun? “Yok” der. Derim ki: Bir şeyi bilinçli bir şekilde yapmaktan bahsedildiğinde, yapanın yapacağını nasıl yapması gerektiğini bilmesi gerekmez mi? “Evet gerekir” der. Madem öyle, sen nasıl düşündüğünü bilmiyorsan, daha o halde nasıl hür iradenle ve bilinçli bir şekilde düşündüğünü iddia edebiliyorsun?
*** Rüya görüyomusunuz görüyorsanız orada karar verdiğinizi görüyor musunuz? Görüyorsanız kendinizi hür hissediyor musunuz? Hissediyorsanız, peki o rüyayı berlirleyen siz misiniz? “Hayır” diyorsanız, eeeeeee orada da düşünce var, günlük hayatta uyanıkken de düşünceniz var. Siz uyandığınızda yanıldığınızı anlıyorsunuz, rüyaymış be diyorsunuz. (Hanginiz rüyadayken rüyada olduğunun farkındadır) ama kendinizi hür hissetmiştiniz. Ancak böyle hissetmenizin hür olduğunuz anlamına gelmediğini (rüyada) gördünüz. Madem öyle uyanıkken de hür olduğunuzdan nasıl emin olabiliyorsunuz? Düşünceyse uykuda da düşünce var, seçim var...
*** Yeni karar aldım: Kuran hakiki anlamda Allah’ın kelamı değildir, O konuşmaz ki kelamı olsun, sesi yok ki konuşması olsun. Kurandaki bu ayeti şu manaya alacağım: Bize haber veriyor Kuranda ya, mecazen kelamı deniyor diyorum.
*** Aleme hadis diyenlere soru: Alemin yaratılmasıyla Allah’ın zatı arasında zaman geçti mi? bizim ölçülerimize göre 1 saniye olsa dahi? derler ki: hayır. Çünkü zaman alemle başladı, ondan önce zaman yoktu. cevap: O halde alem kadim olmaz mı? çünkü demenize göre Allah’ın zatı ile alemin varlığa gelmesi arasında zaman geçmedi. O halde siz neden aleme hadis diyorsunuz, bununla ne kasdediyosunuz? diye sorunca, derler ki: “Allah alemden zaman olarak değil zat olarak öncedir.” de ki: dediğiniz gibi ezeliliğin manası, öncesinde zamanın olmadığı şey demek değil mi? işte siz diyorsunuz ki: "alemin öncesinde zaman geçmedi." bu laf ise alem hep vardı manasına gelir. Zira Allah alemden zaman olarak değil, zat olarak öncedir demek şu demektir: Allah alemden zaman olarak önce değil manasına gelir. Bu da şu sonucu çikarır, o halde Allah ya alemle beraber varlıktaydı ya da alemden sonra varlıktaydı. Alemden sonra varlıktaydı denemeyeği için tek seçenek Allah alemle beraber varlıktaydı demek gerekir. yani alem öncesizdir demek gerekir.
*** Allah olacakları ezeli olarak biliyorsa aleme ezelidir, öncesizdir demek gerekmez mi? Zaten yaratmasını ilmindekilerin varlık sahasına ilmine göre çıkması manasında alırsak bu anlam çıkıyor zaten
*** Aleme ve zamana hadis diyenelere (yani zamanı Allah yarattı diyenlere) sorarız: her sonralığın öncesi vardır ama öncelikte zaman kavramıdır. O bakımdan bu, şu manaya gelir: Zamandan önce de zaman vardı manasına gelir ki manasızdır.
*** Zaman yok diyenlere soruyorum: O halde neye göre aleme hadis diyorsunuz
*** Eğer derlerse ki : "Alem ile Allah’ın zatı arasında zaman geçmiştir ancak ne kadar geçtiğini bilemeyiz" cevap: sorarız, bu süre sonlu mu yoksa sonsuz mu? Sonsuz derse, deriz ki: Sonsuz zaman tüketilemez ve sonuna varılamaz. Buna göre alemin varlığa gelmemesi gerekirdi, varlıkta olduğuna göre bu sözünüz yanlış demektir. Eğer bu geçen süre sonlu derlerse, cevap: Sorarız, Allah’ın zatı ezeli mi? “evet” der, ezeliyetten sonra ifadesi kullanıldığında , bu sonralıktan, sonlu bir zaman dilimi kasdediliyorsa, o halde bu ifade çelişki olur. Çünkü, bir sonlu zaman dilimine sonlu demek için bu zaman diliminin bir başlangıç ve bitişi gerekir. Evet, bitişine alemin varlığa gelişini delil getirebilirler ancak başlangıcına delil getiremezler. Çünkü ezelden sonra ifadesi önemlidir. Zira ezeliyetin başlangıcı yoktur dolayısıyla bu aradaki süre sonludur denemez. çünkü ölçülemeyen, başlangıcı olmayan süreye sonlu sınırlı süre denemez. O yüzden bu sonlu zaman dedikleri dilimin, sürenin, başı ve başlangıcı olmadığından bu süreye sonlu denemez, sonsuz demek durumunda kalırlar. Eğer bu aradaki süreye sonsuz derlerse, cevap: sonsuz bir süre tüketilebilir mi, sonuna varılabilir mi? Diye sorarız. “hayır” derler.
*** Allah ezeli, ilmi ezeli, bilmesi ezeli. Yaratmayı ilmindekilerin ilmine göre varlık sahasına çıkması olarak tanımladık. Soruyorum: Allah’ın bilinenleri bilmesi zaman alır mı? “zaman almaz” denirse, o halde ilk ( madde veya maddelerin, cisim veya cisimlerin soyut veya somut madde, düşünce latif cisim, elma kesif cisim ) cisim veya cisimler, ezeli, öncesiz olarak varlıktaydı demektir.
*** Atom meselesinde açıklama yapmıştım. Atom yani bölünemeyen parça yok demiştim. Ancak sonsuza kadar bölünmeside imkansız olduğundan, çünkü sonsuz tüketilemez , tüketilemeyeni tüketmek imkansız olduğundan, sonsuza dek bölünme de imkansız demektir. Öyleyse atom yoktur.
*** Zaman ezeli diyenlere soruyorum: Ezelilik ölçülmez ki zamana ezeli diyorsunuz, ve ezeliliğin başlangıcı yok ki ölçülsün? Başlangıcı olmayan şeyin ölçüsü olmaz. Zaman ise ölçü demektir. O halde ezeli zaman olamaz, imkansızdır. Yani sonuç olarak zaman yoktur. Ama biz de olan zaman kavramlarını (saat, gün, önce, sonra gibi) Allah vareder. Hakiki anlamda ise zaman yoktur.
*** kursat: alem yani (Allah’tan başka herşey demektir) sonradan mı varoldu yoksa ezelden (başlangıcı olmayan, hep vardı ) beri var mıydı umut: sonrası öncesi yok bana göre sadece Tanrı için tek bir zaman dilimi var şimdi kursat: zamanı Allah mı yarattı umut: evet kursat: anar ne diyorsun Anar : evet. Allahdan önce denilen bir kavram yoktur kursat: sonradan mı yarattı zamanı umut: bana göre geçmiş ve gelecek insanın illüzyonu, zaman da bir illüzyon, zaman yok bence zihnimizin yanılsaması Anar : aynen kursat: bencede zaman yok, ama sorularıma kısa net cevap verin siz, sonradan mı yarattı zamanı Anar : evet umut: sonra yok ki Tanrı için, insan için sonra var, zaman insana göre var bence kursat: madem zaman sonradan yaratıldı o halde bu sonranın da öncesi olması gerekmez mi umut: sonradan yaratılmadı diyorum ben Anar : tamam yanıtlayayım, kursat sen Kurana inanıyor musun? kursat: evet Anar : lem yelid ve lem yuled ve lem yekullahu kufuven ahed. ne anlama geliyor sence? kursat: doğmamış doğurmamış eşi ve benzeri yoktur Anar : yani Allah ezeli ve ebedidir değil mi? kursat: evet Anar : afferin dine geliyorsun ha, e o zaman bunu tartışmanın anlamı var mı? kursat: en derin konulardandır desem ne dersin umut: din tartışılmaz ki tartışılsa din değil felsefe olur kursat: tartışılır, konuşulur, düşünülür, neye inandığını bilmelisin kursat: bak devam edelim çok şaşıracan Anar : edelim hocam kursat: madem zaman sonradan yaratıldı o halde bu sonranın da öncesi olması gerekmez mi Anar : zaman kendiliginde ortam icin değişen bir şey, yani bizim için zamanın öncesi olabilir fakat Allah için böyle bir şey söz konusu değil kursat: sorumu anlamadın galiba diyorum ki alem sonradan ise her sonradan olanın öncesi yok mu ve neye göre sonradan Anar : aslında güzel soru. Zaten Allah ol diye yaratdı deniyor Kuranda, ee o zaman hiç bir şey yok muydu ki? kursat: sen cevap ver? sonradan ise neyden sonra? Konuyu mu değiştireyim? Anar : Yok, öncekinin cevabı ne oldu? kursat: ben biliyorum zaten, çok zor konu dedim sana Anar : e o zaman yaz biz de bilelim. cahillik işte. Hoş gör. kursat: neydi konu, şey mi Anar : zaman kursat: hani zaman sonradan yaratıldı derlerse o mu? Bak şimdi: sonradan "yaratıldı zaman" sözü aslında saçmadır çünkü Anar : çünkü zaman görecelidir kursat: her sonradan olanın öncesi olması gerekmez mi sence Anar : gerekir kursat: peki ama önce dediğimiz vakit, zaten bir zaman kavramını kabul etmiş olmuyormuyuz Anar : oluyoruz kursat: o halde mana şu olmuyor mu: "zamanın yaratılmasından önce de zaman vardı" bu mana çıkmıyor mu Anar : öyle oluyor biraz kursat: ama bu saçma değil mi Anar : saçma kursat: demeki "zaman sonradan yaratıldı" denemiyor, bunu kabul ettin mi Anar : Ettik, saçma olduğunu kabul etdik. kursat: yani zamanın yaratılmış olduğunun saçma bir görüş olduğunu değil mi Anar : evet kursat: o halde bana söylermisin alem ( Allahtan başka herşey ) sonra derken neyi kasdediyorsun Anar : dur bi dakika. yani sen alemin Allah tarafindan yaratılmadıgını mı iddia ediyorsun? Anladım miı kursat: heyecanlandın mı? ben zaten Allahın yaratma sıfatı yok diyorum Anar : İlginç, o zaman bunları kim yarattı? kursat: ama alemin sebebi Allahtır diyorum. alemi vareden Allahtır diyorum Anar : kabul edelim ki. Allah bunları sonradan yaratmadı. zaten "sonradan" olamaz. önceden olmadığı için. kursat: ne diyorduk Anar : o halde bana söylermisin alem ( Allahtan başka herşey ) sonra derken neyi kasdediyorsun, dedin kursat: haa, eğer derlerse ki bize: alemden önce zaman vardı derlerse, sorarız bu zaman sonlu mu, sonsuz mu, devam ediyorum, sonlu derse şöyle sıkıştırırım: peki size göre bu sonlu zamanın bitiş vakti belli değil mi? ve bu bitiş vakti de alemin varolması değil mi derim evet derler . anladın mı anar Anar : evet öyle derler kursat: derim ki ancak size göre bu sonlu zaman diliminin başlangıç vakti belli mi diye sorarım ne diyecekler o zaman sence Anar : yok belli değil derler. kursat: neden öyle derler sence Anar : çünkü o zaman tüm alemin yaşını bilmiş olurlar kursat: bak anar, şundan belli değil derler, çünkü Allahın zatından sonra ve alemin başlamasından önce zaman var dediler ya Anar : ee? kursat: Allah zaten ezeli başlangıcı olmayan, öncesinde zaman geçmemiş olan dolayısıyla bir başlangıç veremiyorlar bu bahsettikleri sonlu süreye, okey mi? Anar : okey kursat: peki ama başlangıcı olmayan bir süreye, sınırlı ve sonlu süre denebilir mi, sonlu süre için bir başlangıç ve bitiş lazım değil mi Anar : lazım kursat: o halde bunların bahsettikleri süreye mantıken sonlu denemez değil mi Anar : Denemez, başı belli değil, sonu belli değil nasıl sonlu olur? kursat: sonuna belli diyorlar, sonu alemin varlığa gelmesi diyorlar karıştırma, peki bunlar bu süreye sonlu diyemeyince sonsuz demeye mecbur kalmadılar mı Anar : kaldılar hocam kaldılar kursat: şimdi onlar bu süreye sonsuz dediler ya bak ne diyeceğim Anar : ne? kursat: sonsuz zaman tüketilebilir mi, sonuna varılabilir mi Anar : sonsuzsa yok, zaten sonsuz ne demek tükenmez demek kursat: ama eğer bu aradaki zaman dilimi sonsuz olsaydı alem varlığa gelebilir miydi Anar : mantıkca yok kursat: neden Anar : aradaki dilim tükenmez. dolayısıyla sonlu olmaz. ve sonu olmadıgı için şimdiki zamanın başlangıcı olamaz kursat: ama alem varlığa geldiğine göre bu aradaki zaman dilimine sonsuz da diyemiyoruz öyle mi Anar : aynen. kursat: bak şimdi ne noktaya geldin anar. iyi düşün ve bana bundan sence ne sonuç çıkabileceğini söyle, senin geldiğin bu noktayı çevrendeki insanların tamamına yakını seni sapık görürler.
***
kursat: alem hadis mi ALLAHIN NURU: evet kursat: neyden sonra ALLAHIN NURU: neyden sonra olduğunu Allah bilir. eğer yaratılmış bir şeyse ki öyledir o sonradandır kursat: neden sonradan olsun ALLAHIN NURU: çünkü bir öncesi vardır. Allah onu bir zamanda yaratmıştır ve o zamandan beri vardır kursat: peki zaman alemle beraber mi yaratıldı ALLAHIN NURU: Allah bilir kursat: sen zamana mahluk diyormusun ALLAHIN NURU: evet kursat: peki bu zaman alemden önce mi yaratıldı alemle birlikte mi ALLAHIN NURU: dedim ya Allah bilir kursat: bak kitaplarda genelde şöyle geçer: alemle beraber zaman da yaratılmıştır diye geçer. ehli sünnet böyle der hatta mutezile bile, sen de böyle diyor musun ALLAHIN NURU: bunun ne önemi var kursat: var ALLAHIN NURU: zaman mahluk olduktan sonra ne zaman yaratıdığı önemli mi kursat: peki zaman sonradan mı yaratıldı ALLAHIN NURU: evet kursat: bu sonranın öncesi var mı peki ALLAHIN NURU: sonradan olduğuna göre vardır tabi kursat: peki bu önce kavramı zaten zaman kavramı değil mi ALLAHIN NURU: evet kursat: o halde bu lafın şu manaya gelmiyor mu: zaman bir zamanda yaratıldı ALLAHIN NURU: hayır kursat: ya ne ALLAHIN NURU: zaman yoktan varedildi, ve bizim için geçerli olan zamanda "önce ve sonra" kavramları olduğundan mecburen bu kavramları kullanmak zorunda kalıyoruz, başka türlü ifade edebilir miyiz kursat: bak senin lafın şu manaya geliyor: yaratılan zamandan öncede zaman vardı, bu manaya geliyor lafın. ALLAHIN NURU: hayır bu manaya gelmiyor kursat: Serhan bu anlamadı sana sorayım: zaman mahluk mu ALLAHIN NURU: "yaratılan zamandan önce" sözü içinde yaşadığımız zaman için geçerli bir sözdür. yani yaşadığımız zamandan önce zaman var mıydı sorusu yanlış SERHAN: katılıyorum ALLAHIN NURU: zaman sonradan yaratıldığı için yoktan var edilmiştir kursat: sen zamandan önce tabiriyle neyi kasdediyorsun ki ALLAHIN NURU: onu sen dedin SERHAN: zamanı ve mekanı Allah yaratmıştır. Zaman ve mekan kainat ile başlamıştır. Bu sebeple kainat ne zaman yaratıldı sorusu yanlıştır, nur kardeşe katılıyorum kursat: bu yaratma zaman içinde mi oldu SERHAN: hayır kursat: o halde ezelde mi oldu SERHAN: ezelde mi oldu sorusu yanlıştır. Çünkü, hem ezeli olan hem de yaratılan bir şey yoktur kursat: o halde ALLAHIN NURU: zaman sonradan yaratıldı diyoruz. artık bu yaratma zaman içinde mi oldu sorusunun ne anlamı var? onu Allah bilir SERHAN: sen Allahı düşünürken haşa zaman ve mekanda düşünüyorsun senin yanlışın bu, yani, ezel tabirini sonsuz yıl olarak hayal ediyorsun, bu da yanlıştır kursat: yani önce zaman yoktu sonra Allah zamanı yarattı, öyle mi diyorsunuz SERHAN: senin kafanda hayal ettiğin ilah, Allah değil. Sen haşa Allahı kainatı yaratmadan önce bekliyordu, sonra kainatı yaratmaya karar verdi, diye Allaha zaman düşünüyorsun. Oysa ki, Allah zamandan ve mekandan münezzehtir. Onun indinde kainattan önce ve sonra diye bir şey yoktur kursat: ben zaten aleme ezeli, öncesiz diyorum ALLAHIN NURU: Allahtan başka ezeli olur mu kursat: evet SERHAN: zaman demek zaten Allahın devamlı yaratması demektir. kursat: o halde zaman yok de SERHAN: sen bu yukarıdaki cümleyi kaç saniyede yazdın kursat: iki SERHAN: demek ki zaman varmış kursat: ben hakiki anlamda zamandan bahsediyorum SERHAN: mecazisi nasıl olur, hakikisi nasıl olur, sen yüz yıl önce var mıydın kursat: yani bizdeki zaman kavramlarını Allah vareder : saniye, dakika, gün, önce, sonra gibi, bunlar evet bu anlamda vardır ALLAHIN NURU: biz ne dedik kursat: ben hakiki manada zamanı sordum SERHAN: Allah, sen yokken seni bir nutfeden yarattı. Öyle ise ezeli değilsin kursat: ben tabi ki ezeli değilim SERHAN: sen de alemin bir parçasısın kursat: evet SERHAN: öyle ise alem ezeli değil kursat: ama benim alem ezelidir ifademi sen yanlış anladın, geçende de böyle yaptın adama gülerler ya SERHAN: ezeli ne demek, ezel senin düşündüğün gibi sonsuz yıl demek değildir kursat: sonsuz yıl diyen kim SERHAN: kainat ne zamandan beri vardı kursat: ezeli olarak SERHAN: yani kursat: çünkü zaman yok ispatlayım mı SERHAN: kainatta bir zaman vardır. Zaten mekan olan bir yerde zaman vardır, ben sana soru sorayım. neden Kuranda kainatı altı günde yarattık ifadesi var kursat: nedeni yok SERHAN: nedeni yok olduğunu ispatla kursat: kaç kere ispatladım SERHAN: Allah sonsuz hakimdir. Abes iş yapmaz. Her şeyi bilerek ve istiyerek yapar kursat: zamana hem hadis hem mahluk diyosunuz ya SERHAN: evet kursat: peki bu zaman nerede SERHAN: kainatın her yerinde kursat: kainatın dışında var mı ALLAHIN NURU: ne biçim bir soru bu SERHAN: kainatın dışı diye bir yer yok ki kursat: kainat sınırlı mı sınırsız mı SERHAN: elbette sınırlı, yaratılmış bir şey sonsuz olamaz kursat: bu sınırlı kainatın ötesi var mı SERHAN: yok ALLAHIN NURU: Allah bilir SERHAN: kainatın dışı diye bir şey yok kursat: ok ALLAHIN NURU: belki de vardır Allah bilir kursat: biraz önce diğeri dedi ki ne biçim soru bu ALLAHIN NURU: evet ben dedim SERHAN: doğru söylüyor kursat: bak her hadis cisimdir doğru mu ALLAHIN NURU: hayır SERHAN: yanlış kursat: niye SERHAN: melekler var kursat: melek cisim değil mi SERHAN: değil kursat: eminmisin SERHAN: yani senin hayal ettiğin gibi bir madde değil kursat: nasıl bir made SERHAN: mesela ruh bir madde değildir kursat: ya nedir SERHAN: mahiyetini bilemeyiz kursat: bal gibi maddedir ALLAHIN NURU: kursat cisim nedir kursat: şudur: yer kaplayan şeye cisim denir şekli vardır. iki türlü cisim vardır: kesif cisim latif cisim ALLAHIN NURU: bu şekil görünmek zorunda mıdır kursat: hayır kursat: kesif cisim mesela ev, araba, elma gibi gördüğümüz, latif cisim ise düşünce, ruh, melek gibi göremediğimiz. ALLAHIN NURU: o zaman niye nerde diye soruyorsun kursat: bakın bir şeye hadis derseniz onun yer kapladığını kabul ettiniz demektir SERHAN: mesela, ruh nedir ve neden yaratılmışır, ruhun maddesi nedir kursat: ruhun maddesini bilmem ancak cisimdir şekli vardır SERHAN: ruh nerede kursat: yerinide bilmem ancak yeri vardır. siz zamana hadis derseniz yer kaplar demeniz gerekir SERHAN: peki, yerçekimi kanunu cisim midir kursat: o bir kanun değildir. yani yerin çekmesi yoktur SERHAN: sen ne zaman doğdun kursat: 1976 SERHAN: aradan 29 yıl geçmiş kursat: evet SERHAN: yani 29 yıllık bir zaman kursat: evet, size zamanın hakikatta olmadığını ispatlayım mı SERHAN: ispatla kursat: işi yokuşa sürmek yok ama SERHAN: sen mantıklı şeyler yazarsan işi yokuşa sürmeyiz kursat: zaman mahluk mu SERHAN: elbette kursat: peki zamanın varlığa gelişi sonradan mı SERHAN: zaman ve mekan kainatla başlamıştır. Bu sebeple kainat ne zaman yaratıldı diye sormak mantıksızdır kursat: peki zamanın varlığa gelişi sonradan mı , ısrarla soruyorum sonradanmı? yani zamandan önce zaman yoktu diyorsun öyle mi ve zaman alemin yaratılmasıyla beraber varoldu diyorsun değil mi serhan SERHAN: zaman alemin yaratılmasıyla başladı kursat: yani alemden önce zaman yok öyle mi SERHAN: Alemden önce ne zaman ve ne de mekan yok. kursat: peki öyleyse bomba soru geliyor SERHAN: dikkat et senin başında patlamasın kursat: o halde neye göre aleme hadis diyorsun SERHAN: çünkü bir başlangıcı vardır. Başlangıcı olan her şey hadistir kursat: neye göre hadis SERHAN: başlangıcı var, başlangıcı olan her şey hadistir kursat: bunun öncesi yoksa niye sonradan diyorsun SERHAN: yani, yaratılan her şey hadistir, ben sonradan demiyorum ki, ben kainatın bir başlangıcı vardır diyorum. kursat: olsun ben de ilk madde var diyorum ama bu ezeli diyorum SERHAN: nerden çıkardın kursat: anlatayım mı SERHAN: anlat kursat: ama hiç yardımcı olmuyorsun SERHAN: fakat, sen akla ve Kur'ana muhalefet ediyorsun kursat: zaman yaratıldıysa ve öncesinde zaman yoksa sen nasıl aleme hadis dersin SERHAN: çünkü yaratılan her şey hadistir kursat: bak ondan önce yaratma sıfatını inkar ettiğimi bilmen lazım SERHAN: peki seni kim yarattı kursat: bu işler şöyle oluyor, Allahın ilmiyle, yani bilmesi, bildiği olayların varlığa gelmesinde yeterli sebep oluyor SERHAN: İspatla, bunu nereden çıkarıyorusn kursat: ondan önce sizin çok kullandığınz bir laf oyununu anlatmak istiyorum kursat: “ilim maluma tabidir” SERHAN: evet kursat: bununla ne kasdediyorsun SERHAN: Allah, mesela sen benimle burada yazışacağını biliyor. Eğer sen burada benimle konuşmasaydın, Allah senin benimle konuşacağımı bilirse olmaz. yani, Allah, senin burada benimle konuşacağını biliyor. Eğer konuşmasaydın neyi bilirdi. kursat: bak ben anlatayım, özgürlükçüler bu lafla şunu kasdederler: olayların levhi mahfuza yazılma meselesinde derler ki oraya öyle yazıldığı için sen yapıyor değilsin, ancak Allah ezeli ilmiyle senin özgür iradenle öyle yapacağını bildiği için öyle yazıldı levhi mahfuza derler ve şunu da eklerler: “ilim maluma (bilinene) tabidir” yani Allah’ın ilmi sonradan olacak olan bilinen olaylara tabidir derler. “ilim etkileyen değil etkilenendir. bu ilmin doğasında olan bir şeydir” derler. tamam mı buraya kadar serhan anladın mı?
|
Yukarı dön |
|
|
kursat Groupie
Katılma Tarihi: 24 eylul 2006 Gönderilenler: 56
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
*** “Zamanı Allah varetti” diyenlere soruyorum: Allah’ın her varettiği cisim midir? Yani şekli var mı? “Evet” dersen, peki bu şekli olan bir mekan kaplar mı? Yani bir yerde mi? “Evet” dersen, soruyorum: O halde zaman nerede?
*** kursat: dün sizle konuşurken bir soru çıkmasına vesile oldunuz: “zaman nerede” diye ALLAHIN NURU: konuşmanın bir bölümüne katılamamıştım kursat: bu soruya ne diyorsun ALLAHIN NURU: ne biçim bir soru demiştim herhalde kursat: evet, ama süper soru, neden mi ALLAHIN NURU: neden kursat: sana bu nikinle hitap edemem kursat: başka birşey diyeyim ALLAHIN NURU: olur kursat: ne deyeyim ALLAHIN NURU: ne istersen kursat: sen deyeyim mi ALLAHIN NURU: olur kursat: sen dediğimde anla ki sana sesleniyorum ALLAHIN NURU: anladım kursat: çünkü benim inancıma göre Allah’ın nuru yoktur ispatlayayım istersen ALLAHIN NURU: başka bir şey diyordun kursat: zaman nerede sorusu önemli, çünkü kelam kitaplarına bakarsan şunu görürsün, derler ki her hadis mahluktur. Okey mi ALLAHIN NURU: evet kursat: ama şunu da derler: yaratılan herşey cisimdir ALLAHIN NURU: ama cisim nedir sorusu da önemli kursat: cisim demek bir yer kaplayan şekli olan bir yönde olan demektir: iki tür cisim vardır, latif cisim ruh melek düşünce gibi göremediğimiz, bir de kesif cisim var gördüğümüz insan, bina gibi, bunları Allah vareder. Ancak ayrıca bir yaratma sıfatıyla değil. bunların varolacağını bilmesi, bunların varlık sebebidir. kelam kitaplarında hem her hadis mahluktur derler hem zaman mahluktur derler ancak hiçbir vakit ben zamanın cisim olduğunu söyleyenleri görmedim. halbuki prensipleri icabı ona da cisim demeleri gerekirdi. neden demediler biliyor musun ALLAHIN NURU: cisim değildir diyen var mı kursat: hiçbir şey demiyorlar. sadece mahluktur, alemin yaratılmasıyla birlkte yaratıldı diyorlar. kesip atıyorlar fazla bilgi yok. Neden mi? çok basit, çünkü basit düşünüyorlar, herşeyi Allah yaratır ayetine binaen, ne varsa akıllarına gelen Allah yaratır diyorlar. sana ince bir bilgi vereceğim ALLAHIN NURU: ver bakalım kursat: bunlar der ki yani ehli sünnet, aslında filozoflar hariç hepsi: Allah alemden zaman olarak değil zat olarak öncedir derler. ne demek bu sence ALLAHIN NURU: öncelik kavramı zamanın yaratılmasından sonra geçerli bir kavramdır. o yüzden zaman yaratılmadan, "önce" diye bir kavram kullanamayız. kursat: işte bu yüzden Allah alemden zaman olarak öncedir demediler. ALLAHIN NURU: çünkü zaman yaratılmadan önce de Allah var kursat: peki ama soruyorum sana: madem Allah alemden zaman olarak önce değil, neden bunlar aleme hadis diyor. ne dediklerini bilmiyorlar da ondan. çünkü Allah alemden zaman olarak önce değil demek alem ezeli demektir. anladın mı? bak bunları sana anlatacak bulamazsın anlamaya çalış. çelişkilerini sana gösterdim işte ALLAHIN NURU: anlıyorum da senin gibi değil kursat: nasıl anlıyorsun, bugün camiye gittiğinde hocaya şunu sor: zamanı Allah mı yarattı? tahminim evet der. de ki bu yaratılan zamandan önce zaman var mıydı de. der ki: yok. de ki: o halde neden aleme (yani Allah’tan başka herşey) hadis diyorsunuz de. ALLAHIN NURU: Allah alemden zaman olarak öncedir demek, yaratılan zamandan önce de başka bir zamanın var olduğunu kabul etmek demektir. ancak "önce, sonra" kavramları, yaşadığımız zamanın yaratılmasıyla birlikte geçerlilik kazanmıştır. yani "önce, sonra" kavramları da zamanla birlikte yaratılmıştır. zaman yaratılmadan önce "önce, sonra" gibi tabirler geçersiz olduğundan Allah alemden zaman olarak önce değildir demişlerdir kursat: öncesinde zaman geçmemiş birşey için sonradandır denebilir mi, o halde neye göre aleme hadis diyorlar ALLAHIN NURU: hala aynı şeyi söylüyorsun. "önce ve sonra" kavramları yaratılan zamanla ilgili kavramlardır. bunu başka bir şekilde ifade edemediğimiz için mecburen kullanıyoruz bu kavramları
*** Seçimleriniz sebepli mi değil mi? evet dersen yani sebepli dersen, peki o sebebin sebebi var mı? evet dersen. ben de böyle sormaya devam ederim ne dersin? Onun sebebi ne diye soracağım. Sizce bu silsile sonsuza dek geri gider mi? ya da bir yerde bu silsile durmalı mı ne dersiniz? eğer ilk soruma cevap veren şahıs seçimlerimiz sebepsiz derse soruyorum: bir şey kendi kendinin sebebi olabilir mi? açıklayayım bak: biz dünyada sebep sonuç ilişkisi görüyoruz, yemek yiyoruz doyuyoruz gibi önce sebep sonra sonuç olmuyor mu? (aslında bu kadar basit değil bunu araştıracağım) evet dersen, sonuç şu: o halde bir şeyin kendi kendinin sebebi olması için varlığının, kendi varlığından önce varlıkta olması gerekirdi, çünkü sebep sonuçtan zaman olarak öncedir. (aynı andadır diyende var araştıracağım) halbuki hiçbir şey varlığından önce varlıkta değildi, dolayısıyla hiçbir şey kendi kendinin sebebi olamaz, Allah bile. O halde sonradan olan herşeyin, onu varlığa geriren bir sebebi olduğu açıktır ve bu silsileyi başa doğru çevirirseniz en başta sebepsiz sebep olan Allah’ın olduğunu anlarsınız. Ancak Allah ile beraber ilk madde veya maddeler de vardı. Bu maddeler de Allah’ın bilgisiyle varlığa geldi ancak zaman olarak Allah’tan sonra değil, beraber.
***
kursat: dün hayatımın istidlalini yaptım, sende buna vesile oldun, teselsülün batıl olduğuna dair delil yaptım, süper, biliyor musun o konuyu SERHAN: ilm-i kelamın bir düsturu, Allah’ın varlığını teselsülün muhaliyetiyle ispatlamışlar kursat: evet ama kitaplarda bunun pek delili verilmez ve verilse de karışık, ben buldum hem de basit bir anlatımla, anlatayım mı SERHAN: evet, o delil bu asırda tam kafi gelmiyor, anlat kursat: hani derlese ki bu sebep sonuç silsilesi sonsuza kadar geri gider derlerse derim ki: bu sonsuz silsile bize gelinceye kadar sonsuz diyolar ya, bu sonsuz silsile tüketilebilir mi? diye sorarım, ne diyecek? hayır diyecek mantık olarak değil mi? SERHAN: evet kursat: ben derim ki: ama bize bu silsilede sıra geldiğine göre demek ki bu geçmişe doğru uzanan silsile sonsuz olamaz o halde sonlu diyeceğiz, madem sonlu o halde en başta sebepsiz sebep olmalı diyeceğiz. bu da Allah diyeceğiz. Nasıl? SERHAN: çok güzel kursat: hem basit SERHAN: evet kursat: hem anlatımı hem anlaması kolay, sen vesile oldun buna. SERHAN: neden, ben ne söyledim ki kursat: iki de bir bana ezeli, sonsuz geri giden değil diye diye kafama bunu çaktın, ben de bu konuyu değil, başka bir konuyu düşünürken birden farkettim ki bu delil tesellsülün batıllığını ispatlıyor yani ben de farkında olmadan yaptım bunu, aslında ben bu konuyu çözmeyi yıllardan beri istiyordum SERHAN: buna çok sevindim. Hakikati gerçekten araştıran biri olduğun anlaşıldı kursat: çünkü dikkat edersen kitaplarda teselsül batıldır diyorlar genelde delil vermiyorlardı SERHAN: evet kursat: verdiklerinde çok karmaşıktı. bak bu delil öyle önemli ki neden mi? çünkü Allah’ı inkar etmede aslında kullanılan en önemli yol bu konudur. derler ki: geçmişe sonsuz yıl giden bir ezeliyet düşün işte alem de böyledir başlangıçsızdır böyle geldi böyle gider derler ve Allah’ı işe karıştırmazlar. oysa bu yaptığım delille geçmişe doğru sonsuz bir geri gidişin olmadığı ispatlanmış oldu. böylece onlar da bu silsilenin sonlu dolayısıyla bir etken sebebi, sebepsiz sebebi olduğunu kabul etmeye mecbur kalacaklar. hayati önemi olan bir delildir. Ne diyorsun? SERHAN: evet, gerçekten çok büyük bir delil.
*** Bu diyalaogta bir özgür iradecinin kader hadislerine yaptığı yorumları göreceğiz.
kursat: kader hadislerine ne diyorsun SERHAN: Kaderden bahseden hadislerin hepsi, ehl-i sünnet itikadına destek veriyor kursat: hepsini inkar mı ediyorsun, hepsi cebr, bak gör SERHAN: inkar ediyorum demedim. Ehl-i sünnet ve cemaate kuvvet veriyor dedim kursat: senin ehli sünnet anlayışın Maturidilik değil mi SERHAN: iki mezhep de haktır kursat: maturidiklik özgür iradeyi savunur, eşarilik cebri SERHAN: değil kursat: hadislerde cebr anlatılır, baktın mı kader hadislerine SERHAN: birazını biliyorum. Fakat, risale-i nur hepsini izah etmiş ve açıklamış kursat: bildiklerinden bir tane anlatsana bakalım cebr mi yoksa özgür irade mi anlatılıyor SERHAN: elhamdülillah elimde r.nur gibi bir kitap var, mesela annenin duası makbuldür. kursat: kader hadisi dedim SERHAN: mesela, kim benden bilerek yalan bir şey haber verirse Cehennem ateşinde yerini hazırlasın. kursat: dalga mı geçiyorsun benimle SERHAN: neden kursat: kader hadisi diyorum SERHAN: Peygamber aleyhisselam, yalan söyleyeni tehdit ediyor. Eğer Allah zorluyor olsaydı tehdit etmezdi kursat: yani hadis kitaplarında kader bölümünde yer alan hadisleri diyorum SERHAN: sen söyle ben sana izah edeyim kursat: ok kursat: Ubade bin es-Samit’den “O ölürken oğluna dedi ki: ”Yavrum! Eğer sen başına gelmesi takdir olunanın mutlaka geleceğini; gelmemesi takdir olunanın da mutlaka başına gelmeyeceğini bilmedikçe imanın tadını tadamazsın. Ben peygamberin şöyle buyurduğunu duydum: “Allah’ın ilk yarattığı şey kalemdir, ona “Yaz” dedi. “Ya Rabbi ne yazayım” dedi. “Kıyamete kadar olacak olan her şeyin kaderlerini yaz.” Yavrum! Ben yine peygamberden şöyle duydum: ”Kim bu inanç dışında ölürse o, benden değildir.” (Ebu Davud) SERHAN: izah edeyim mi kursat: et SERHAN: Allah, senin cüzi iradeni nasıl kullanacağını biliyor ve ona göre bir kader yazıyor. O kalem, senin cüzi iradenden hariç şeyleri yazmıyor. Hem senin cüzi iradeni, hem de cüzi iradenin neticesini bir olarak yazıyor. Yani, zorlama yoktur kursat: Cabir’den Allah Resulü buyurdu ki: “Biriniz kaderin hayrına da, şerrine de iman etmedikçe iman etmiş olmaz. Başına gelecek olanın mutlaka geleceğini, başına gelmemesi mukadder olanın da mutlaka gelmeyeceğini bilmedikçe (iman etmiş sayılmaz). (Tirmizi)
SERHAN: izah edeyim mi kursat: ne yazarsam izah et SERHAN: Allah herşeyi hayır için yaratıyor. Şerleri de Allah yaratıyor. Şerleri yaratmasını hikmeti ise, şerlerin neticesindeki hayırlardır. Çünkü, o şer olmasa, neticesindeki büyük hayırlar meydana gelmemiş olacak, bu da büyük bir şer olur. Mesela, sen cüzi iradenle bir günah işledin. Bu bir şerdir. Fakat, Allah o şerri neticesindeki büyük hayırlar için yaratıyor. Yani, hayır ve şer Allahtandır kursat: İbn Amr bin el As’dan Allah Resulü buyurdu ki: “Allah yaratıkları karanlık içinde yarattı ve sonra onların üzerine nurundan gönderdi. Kime bu nurdan isabet etmişse doğru yola erdi. Kime isabet etmediyse saptı. Onun için ben diyorum ki; kalem Allah’ın ilmine göre vazifesini yapıp mürekkebi kurumuştur.” (Tirmizi) SERHAN: Allah, herşeyi bilerek ve isteyerek yapar. Allahın o nuru, cüzi iradesini doğru yolsa kullanan insanlara geldi. Yani, Allah kimin cüzi iradesini nasıl kullanacağını bildiği için o nuru ona gönderdi. yani, o nurun isabeti tesadüfi değildir. kursat: Resul-i Ekrem buyurdu ki: ”Melek rahme girer nutfeyi eline alır ceset olarak suretlendirir. Sonra ”Ey Rabbim erkek mi, dişi mi, sağlam mı, kusurlu mu?“ diye sorar. Allahu Teala nasıl emrederse öyle suretlendirir. Sonra ona ruh üfler, said veya şaki olduğunu yazar.” (Bezzar) SERHAN: Allah, o kimsenin cüzi iradesini said olmak için kullanacağını bildiği için ona said yazar. Diğer kimsenin ise, cüzi iradesini şaki olmak için sarfedeceğini bildiği için ona şaki yazar kursat: Tedavi ve rukyenin, Allah’ın kaderinden bir şeyi değiştirip değiştiremeyeceği kendisinden soruldukta, Resul-i Ekrem şöyle buyurmuştur: ”Onlar da Allah’ın takdiri iledir” (Tirmizi, İbn Mace) SERHAN: Allah, senin cüzi iradene göre kaderini yazar. Yani, senin cüzi iradeni nasıl kullanacağını bildiği için, kaderini ona göre çizer. Mesela, sen cüzi iradenle tedavi oldun. Allah senin cüzi iradeni tedavi olmak için kullancağını bilir ve ona göre sana bir kader çizer. Hikmeti iktiza ederse şifa verir. Yani, yine Allahın takdiri kursat: (İbn Şahin, Ebu Umame’den rivayet etmiştir. İhya da vardır.) “Allahu Teala: “Hayrı ve şerri yarattım. Hayır için yarattığım ve hayrı kendi ellerinde icra ettiğim kimseye müjdeler; şer için yarattığım ve kötülükleri kendisine yaptırdığım kimseye de yazıklar olsun. Tekrar tekrar veyl ve yazıklar da, “Niçin ve nasıl” diyene olsun.” SERHAN: Allah, bir insanı neden şer için yaratıyor. Çünkü, o insanın cüzi iradesini şer yolunda kullanacağını biliyor. Burada açıkça cüzi irade ispat ediliyor. Eğer, bir insanı Allah günaha zorlarsa neden ona yazıklar olsun desin ki, masum olduğu halde kursat: Resul-i Ekrem buyurdu ki: “Ey kalpleri evirip çeviren Allah’ın kalbimi dinin üzerine sabit kıl“ (Tirmizi) SERHAN: çok açık. Allah, insana bir cüzi irade vermiştir. Cüzi iradesiniyle kim hidayeti isterse Allah ona hidayet verir. Kim de dalaleti ve şerri isterse Allah onun kalbini sapıtır kursat: “Müzeyne veya Cüheyne kabilesinden bir adam sordu: “Ey Allah’ın Resulü, hangi işi yapıyoruz, olup bitmiş (levh-i mahfuza kaydı geçmiş) bir işi mi yoksa (henüz levh-i mahfuza geçmemiş) şu anda yeni başlanacak olan bir işi mi? Resulullah: “Olup biten işi” dedi. Adam - veya cemaatten biri - yine sordu: “Öyleyse niye çalışılsın ki?” Hz. Peygamber şu açıklamada bulundu: ”Cennet ehli olanlara cennetliklerin ameli müyesser (kolaylaştırmak) kılınır, ateş ehli olanlara da cehennemliklerin ameli müyesser kılınır” (Ebu Davud) SERHAN: Allah, cüzi iradesiyle Cenneti isteyen kişilerin Cennete gitmesini kolaylaştırır. Cüzi iradesiyle Cehenneme gitmek isteyen bir kimsenin de Cehennemini kolaylaştırabilir kursat: Abdullah b. Abbas’tan rivayet edilmiştir: Bir gün Resulullah’ın arkasında idim. Bana şöyle dedi: ”Ey oğulcağızım! Sana bazı kelimeler öğreteyim: Allah’ı koru ki, seni korusun. Allah’ı koru ki O’nu karşında bulursun. Bir şey istediğin zaman Allah’tan iste, yardım istediğin zaman Allah’tan yardım iste. Bil ki sana yardım etmek için bütün ümmet bir araya toplansa, Allah sana o yardımı yazmamışsa, sana yardım edemezler. Kalemler kaldırıldı, sahifeler kurudu. (Tirmizi) SERHAN: Elbette çok açık. Bu hadis de, cüzi iradenin varlığına kesin delildir. Çünkü, insan cüzi iradesiyle Allahtan yardım dilemesini söylüyor. Ayrıca, Allah kimin cüzi iradesini nasıl kullanacağını bildiği için kaderde ona yardım yapılacağı yazılmıştır kursat: Ebu’d-Deylemi’nin şöyle dediği rivayet edilmektedir: “Ubey b. Ka’b’a geldim. İçimde kader hakkında bir tereddüt var. Bana bir şeyler söyle; belki Allah onu benden ve kalbimden giderir, dedim. O da bana: ”Allah semalarda ve yeryüzünde bulunanlara azap etseydi, yine onlara zalim olarak azap etmiş olmazdı. Şayet onlara merhamet etmiş olsaydı, onun rahmeti kulların fiillerinden dolayı, onlar için bir hayır olurdu. Sadaka olarak Uhud dağı kadar altın dağıtsan, kadere iman etmedikten sonra Allah onu senden kabul etmez. Biliyorsun ki sana isabeti yazılmış olan kötülük senden şaşmaz. İsabet etmemesi yazılmış olan da sana isabet etmez. Bunun dışında bir şeye inanarak ölürsen, cehennemlik olursun.” (Hakim) SERHAN: Mesela, sana isabet eden bir kötülük, yine senin cüzi iradenle olur. Çünkü, Allah o kötülüğü, senin cüzi iradenle yaptığın bir hataya göre verir. kursat: Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm (bir gün): "Allah Teâla hazretleri bir kulun hayrını diledi mi onu istimal eder!" buyurmuştu. Kendisine: "Onu nasıl istimal eder?" diye soruldu. "Ölümden önce salih amel işlemede muvaffak kılar!" buyurdu." Tirmizi, Kader 8, (2134). SERHAN: Allah, neden bir kuluna hayır diler. Çünkü, cüzi iradesini hayırda kullanacağını bildiği için. kursat: - Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Bir çocuk ölmüştü. Ben: "Ne mutlu ona! Cennet kuşlarından bir kuş oldu!" dedim. Aleyhissalâtu vesselâm: "Sen Allah'ın cenneti de cehennemi de yarattığını, beriki için de öteki için de ahali yarattığını bilmiyor musun?" buyurdular." Müslim, Kader 30, (2662); Nesâi, Cenaiz 58, (4, 57); Ebu Davud, Sünnet 18, (4713). SERHAN: Elbette, zaman gösterdi ki, Cennet ucuz değil, Cehennem dahi lüzumsuz değildir. Allah zalimleri bildiği ve gördüğü için Cehennemi yaratmıştır kursat: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Allah bir kulunun bir memlekette ölmesini takdir etti mi, onu oraya -veya orada bulunan bir şeye dedi- muhtaç kılar." Tirmizi, Kader 11, (2148). SERHAN: O muhtaçlık o adamın orada ölmesi için bir şart olduğu gibi, o adamın cüzi iradesini oraya gitmek için sarfetmesi ayrı bir şarttır. allah, o adamın cüzi iradesini oraya gitmek için sarfedeceğini bildiği için, onun cüzi iradesine göre bir kader yazmış.
Not: Görüldüğü gibi kader hadislerini nasıl yorumluyor ve hep “bildiği için” ifadesini kullanıyor. Yani “ilim maluma tabidir” ifadesini zikrediyor. Bunun ise izahı geçmişti.
*** kursat dedi: “Zamanı Allah varetti” diyenlere soruyorum: Allah’ın her varettiği cisim midir? Yani şekli var mı? “Evet” dersen, peki bu şekli olan bir mekan kaplar mı? Yani bir yerde mi? “Evet” dersen, soruyorum: O halde zaman nerede? Dedi: Aklı Allah yarattı diyorsan Kursat, simdi sana soruyorum: Allah'ın her yaratttıgı cisim midir? Yani şekli var mı? Evet” Dersen , Peki şekli ve mekanı olan YER KAPLAR MI, yani “kafam da evet” dersen, SORUYORUM? O zaman sendeki akıl Nerede KURSAT ? Cevap: Evet biri böyle bir soru sordu. Bakınız ben şunu iyice anladım ki; aslında bu milletin ekserisinin anladığı anlamda akıl yoktur. Çünkü milletin ekserisinin anladığı akıl şudur: Sanki Allah kullarına onları varettiğinde veya belli bir yaşta iken onlara bir şey veriyor buna akıl deniyor. Öyle ki o kullar bu kendilerine verilen şey ile yani akıl ile istedikleri düşünceyi yapabiliyorlar. Bu esnada Allah onlara müdahalede bulunmuyor, başta verdi ya, daha düşünmelerine müdahale etmiyor. Kullar istediklerini düşünüyor. Bazen iyi bazen kötü düşünüyor, bazen doğru bazen yanlışı seçiyorlar tamam mı? İşte kulun bu seçimi tamamen kendi hür iradesinde oluyor ve sadece Allah başta akıl denen şeyi veriyor. Yani kul seçiyor, işte millet çoğunlukla akıl kavramından bunu anlıyor. Bakın buradaki ince nokta şudur: Eğer kul bu düşünmeleri sonucu seçtiklerinde doğruyu bulduğuna inanıyorsa "aklettim, doğruyu buldum, ben akıllıyım" diyor. Eğer yanlışı seçtiğini, hata ettiğini düşünüyorsa diyor ki: "nefsime uydum, ben akıllı değilim." Mesela zina edince, hırsızlıkyapınca ne diyor "nefsime uydum." Namaz kılınca Kuran okuyunca nediyor: "akıllı davrandım." Evet bu anlattıklarımdan çıkan sonuç şudur: Esasen bizim akıl dediğimiz ve nefis dediğimiz şeyler ayrıca bir varlığa sahip değildir. Yani hakiki manada söylersek; akıl ve nefis yoktur. sadece iyiyi seçerse kul iyi yönde düşünürse onun için akılı deniyor akletti deniyor. Kötüyü seçerse, kötüyü planlarsa, nefsine uydu ve akılsız, akletmiyor deniyor. Ben şunu diyorum: Aslında bunların temel manası düşünce olmalarıdır ve düşüncelerimizi Allah vareder. Dolayısıyla bana soruluyor: “ee akıl nerde o zaman, nefs nerde o zaman, madem hür değiliz, o halde Kuranda niye "akletmez misiniz" deniyor. Eğer hür değilsek niye böyle densin ki” gibi sorular soruluyor. Bakın bu ayetlerin manası şu deriz: Bu düşünme eylemini her ne kadar Allah varediyorsa da kullara isnad ediyor, mesela kula yanlış seçimi, yanlış düşünceyi yaptırtan da Allah’tır, fakat sonuçta "bu kul düşündü, seçti” de, denebileceğinden dolayı, Kuran’da "akletmiyor musunuz" şeklinde kınama vardır. Sonuç: Aslında milletin anladığı manada akıl ve nefs yoktur. Nefs meselesi de aynen akılı anlattığım gibi, ama onun tersi yönde. Yani kul kötülük düşündüğünde "neden nefsine uydun" denir. Halbuki o sonuçta düşündü, yani bu nefs dedikleri de akıl gibi düşünceden başka bir şey değil. Sadece düşüncelere yerine göre takılan bir mana ve düşüncelerimiz cisimdir latif cisimdir yer kaplar ama nerede olduğunu ben bilmiyorum. Göremediğimiz cisim türündendir. aynı eğer varsa, ruh ve melek gibi.
***
kursat: bütün kelam kitaplarında olan yazılar bunlar, sen şaşırdın, onun yazılarını daha göndermedim SERHAN: bütün kelam kitaplarında bu karşılaştırma geçmez kursat: ne biliyorsun baktın mı SERHAN: Baktım, Risale-i nur kursat: bırak Serhan, kelam kitabı diyorum sana SERHAN: Risal-i Nur ilm-i kelamı ders veriyor, hem de mükemmel bir şekilde, bu sebeple kimin ne dediği beni ilgilendirmez. Çünkü, risale-i nur her şeyi halletmiş. kursat: Mutezileyi anlatıyor mu bütün görüşlerini SERHAN: Anlatıyor, bir çok yerde kursat: “Vucup alAllah” görüşleri nedir peki söyle SERHAN: anlamadım kursat: anlamazsın tabii, hani kelam kitabıydı risale, bak bilmiyorsun SERHAN: önce şunu bil ki, mutezile imamlarının her fikri ve her düşüncesi yanlış olacak diye bir şey yok. Ayrıca, Risal-i Nur, sadece hakkı ders veriyor. Batıl şeyleri gerekmediği sürece ders vermez, neden mutezileden gerekmediği sürece bahsetsin ki, fakat gerektiği yerlerde bahsediyor kursat: “el menzile beynel menzileteyn” bu mutezile’nin temel görüşüdür. nedir söyle bakalım SERHAN: bilmem kursat: bunu da biliyorsan benimle nasıl kelam tartışıyorsun, en bilinen görüşlerindendir, bütün kelam kitaplarında vardır yani temel beş esaslarından biridir SERHAN: bütün konuları risaleler halletmiş, ben neden boş yere onların fikirlerini okuyayım ki kursat: gördüğün gibi kelamdan anlamıyorsun, bir de kalkmış risele kelam kitabı diyorsun SERHAN: ben Risale-i Nurdan başka ehl-i sünnet kitabı dahi okumuyorum. Mutezileyi neden okuyayım, Fakat, sen bütün kitapları okuduğun için kafan karışmış kursat: ben diyorum ki nursi kelamdan anlamaz, o kadar SERHAN: Risal-i Nur bütün kelam mevzularını halletmiş. Bu sebeple başka kitaba ihtiyaç duymuyorum kursat: mezheplerin görüşlerini bilmez SERHAN: delil kursat: kitabını incelerken gösterdim, eşari mezhebinin imamını övüyor, sonra cebr görüşüne sapık diyor, bilmiyor ki eşarilik cebircidir SERHAN: bak Bediüzzaman İstanbula geldiği zaman kapısına ''burada her soruya cevap verilir, her müşkil halledilir, fakat sual sorulmaz'' ibaresini asmıştır. Bilmeyen biri bu yazıyı asar mı? Eş'ari kesinlikle cebirci değildir kursat: hala ısrar ediyorsun, oysa mutezilenin en bilinen meselesini bile bilmiyorsun SERHAN: neden bileyim, bana fayda verir mi kursat: o zaman ne diye eşarinin cebirci olmadığın da ısrar ediyorsun, bilmiyorsan bilmiyorum de. SERHAN: çünkü eş'ari cebirci değildir, cebir sapık bir meslektir, fakat, eş'ariyi bütün ehl-i sünnet alimleri kabul etmiş, eğer cebri savunsaydı, kabul etmezlerdi, cebir aklen ve mantıken ve şeriaten saçma bir fikir zaten, çünkü, Allah’a zulüm isnad ediyor, bu ise zahir bir çelişkidir kursat: belki yirmi kelam kitabında onun cebirci olduğunu okudum, hala şu anda elimde var bir sürü kitap onun cebirci olduğunu söyleyen. bende biliyorum bunları, nedeni de açık, eşarilik bin yıldan bu yana gelen bir mezheptir, Gazali bu mezhepte, Razi bu mezhepte, ona pek laf edemiyorlar, anla bunları safdil olma, artık bir şeyler değişti ama onu sana diyebilirim. SERHAN: ya bunlarla niye uğraşayım ki, bütün meseleleri risaleler halletmiş diyorum. Neden bunlarla boş yere vakit kaybedeyim ki kursat: o da şu: eskiden yani yirmi yıl öncesine kadar, eşariliğin cebirci olduğu pek söylenmezdi, söylensen de üstü kapalı ifade edilirdi, ancak son dönede ki araştırmacıların yazılarına bakıyorum, özellikle üniversite hocalarının kitaplarına, hemen hemen tamamı artık açıkça eşariliğin cebirci olduğunu söylüyorlar. SERHAN: onlar alim değil ki, üniversite hocaları avam-ı nas kursat: bak bu işler ezbere olmaz, git araştır bak kelam kitaplarına, eşari cebirci mi değil mi SERHAN: herkes alim olamaz, herkes eş'ariyi anlayamaz. Bu asrın müceddidi değil diyor ve bunu ispatlıyor kursat: yıllarım bu işte geçmiş diyorum, hala aynı lafı ediyorsun ya SERHAN: yazık olmuş kursat: bu eşariyi bir tek nursi mi biliyor yani SERHAN: bu kadar yıllarını vermişsin, hala Allahı takdis edemiyorsun, yani, hala Allah’a noksan sıfatlar veriyorsun, ya bu çok açık bir konudur aslında, yani, insanın kendine ait bir cüzi iradesi bulunması o kadar zor ve anlaşılmayacak bir şey değil. Çünkü, insan vicdanen kendinde bir cüzi irade hisseder zaten kursat: bakacak mısın kelam kitaplarına SERHAN: bakmıyacağım, çünkü ihtiyacım yok kursat: iki saat boşuna mı anlattım ben bunları yani SERHAN: yok, sen sordun ben de cevap verdim. Yani güzel bir sohbet oldu. Fakat, şunu bil ki, noksan ilminle büyük alimleri tenkid etme. Fakat, sadece “bunu neden demiş, bu nasıl olur” gibi sorular sor. yani, hemen hüküm verme, önce sor
*** Konu Allah’ın ilmi; şöyle bir durum var. Allah’ın ilmiyle ilgili olarak kitaplarda deniyor ki: “Olacak olayları Allah biliyordu ancak olmayacak olayları da biliyordu.” Mesela şu an burada yazı yazıyorum ya, deniyor ki: “yazıyı yazdığında dışarı da gezemeyeceğimi de biliyor ya da denize giremeyeceğimi de biliyor, yani on metre sağda ya da solda olamayacağımı da biliyor.” Bu bence çocukça bir bakış açısı; benim burada yazı yazdığımda denize giremeyeceğimi bilmesinin manası nedir? Zaten bunlar zıt durumlardır. Biri varken diğeri zaten olamaz. O halde Allah bunu yapmayacağımı biliyordu gibi laflar uygun düşmemektedir diyorum ve şunu ekliyorum: Allah’ın kendi zatıyla ilgili şeyler hariç diğer konularla ilgili olarak meydana gelecek olanlardan başkasını bilmez diyorum. Bu noktada gözden kaçırılan çok önemli bir nokta var, o da şudur: Mesela biri şöyle derse: “senin yazı yazacağın anda Allah senin denize girmeyeceğini de bilir.” İnce nokta şudur, esasen burada şahsın “Allah senin denize girmeyeceğini de biliyordu” ifadesi bir cümledir ve sestir sonuçta, bu ses ise cisimdir ve zaten o ses varlıktadır ve varlıkta olması açısından biliniyor, yani “Allah senin denize girmeyeceğini de biliyor” diyen bunu pek düşünmüyor, zaten senin bu sözün cisimdir ve bunu söyleyeceğini biliyordu. Ancak sıra Allah’ın kendi zatını bilmesine geldiğinde, keyfiyetini bilemeyeceğimiz şekilde bunu biliyor. Yani sadece kendi zatıyla ilgili bilgiler müstesna, alemde ne varsa (zaten alem Allah’tan başka her şey demektir) onlara ait bilgisi sadece onlarla sınırlıdır diyorum. Meydana gelecek ne varsa alem olarak, meydana gelecekleri biliyor. Zaten bu alem de O’nun ezeli ilmine göre meydana geliyor. Dolayısıyla “sen Ankara’ya gittiğinde Allah senin İstanbul’a gitmeyeceğini de biliyordu” lafının manası yoktur. Çünkü o zaman şu da denir: “sen Ankara’ya giderken O senin İzmir’e gitmediğini de biliyor.” Yani bu çocukça bir bakış açısı. Bazen bana şu denirdi mesela: “sen ankaraya giderken Allah senin istanbula gidecek olma halini de biliyordu.” Bu yanlıştır, ben ankaraya gidiyorken nasıl Allah benim istanbula gidecek halimi de bilir denir. Eğer bu denirse ben istanbula gitmediğimden Allah’ın bu ilmi yanlış çıkmış denir ki bu olamaz.
*** “Zamanı Allah yarattı” diyelere şunu diyorum: O halde yaratılan zamandan önce zaman kabul etmiyorsun ve sen sanırım “alem yaratıldığında zaman da aynı anda yaratıldı” diyorsun. (Ehli sünnet böyle der) Eğer bunu diyorsan, soruyorum: Madem sen yaratılan zamandan önce zaman kabul etmiyorsun, o hade sen nasıl “alem sonradan yaratıldı” diyorsun. Çünkü her sonranın öncesi olmalıdır. Eğer öncesi yoksa ona neden “sonradandır” densin ki? Sen yaratılan zamandan önce zaman kabul etmediğinden, bu zamandan “önce” yi de kabul etmiyorsun demektir. O halde aleme nasıl “sonradandır” diyorsun.
***
kursat: alemin ezeliliğini araştırıyorum bu aralar SERHAN: iyi, Allah muvaffak etsin kursat: Allah mı muvaffak ediyor SERHAN: elbette, bütün hayırlar biliyorsun ki Allahtan, kursat: muvaffak olmayanları muvaffak etmeyen de O mu o halde SERHAN: elbette, fakat eğer o muvaffak olmayan olayda şer varsa, kul bundan sorumlu, zaten bütün zerrelerimiz, hayatımız, yaşamamız Allah’ın elinde, o muvaffak etmese kim edecek kursat: bu ayrım değil mi onu başarılı o kılıyor bunu başarılı yine o kılımıyorsa yani SERHAN: değil. onu başarısız kılmasının sebebi, neticesindeki çok büyük hayırlar. Mesela, sen bir ev istedin, Allah vermedi. Fakat, sen bilmiyorsun ki, o ev eline geçseydi, senin için hayır omayacaktı. Fakat Allah biliyor, Ayrıca, yoktan yaratıldığımız için, Allah’a hak dava edemeyiz, çünkü, her şeyi Allah vermiş, mesela, Allah ateşi yaratmış, yemeğimizi pişirelim ve ısınalım ve ışık elde edelim diye. Fakat, bazı insanlar cüzi iradeleriyle yemeğini pişiren ateşe elini soksa, ve o hizmetçisini kendine düşman etse, ateşin yaratılması şerdir diyemez. Çünkü, ateş sadece onu yakmak için yaratılmamış. kursat: peki Allah’ın her fiili sence bir hayır için mi SERHAN: evet kursat: peki bir şahsa zahiren onun için kötü görülen bir şey yapılmış olsa da sonuç da o şahıs için bir hayır var mıdır bu işte? mutlaka vardır diyebilir misin SERHAN: evet hayır vardır kursat: peki şeytanın kovulması olayın da şeytan için bir hayır var mıydı SERHAN: şeytan kendi cüzi iradesiyle o kötülüğü işlediği için, şeytan o olaydan sorumludur. Fakat, şeytana kıyamete kadar izin verilmesinde çok büyük hayırlar var. Şeytanla mücadele ve mücahede neticesinde insanın mertebesi yükseliyor kursat: şeytan için hayırın olup olmadığını sordum SERHAN: şeytan için hiç bir hayır yok, cehenneme gidecek kursat: eeeeeeee SERHAN: fakat ona kötülük yapılmamış ki, sen kötülük yapılan kişiyi sordun, fark var kursat: hani Allah’ın bütün fiillerinde bir hayır vardı kul için, şeytan kul değil mi SERHAN: Hayır var dedim ya. Şeytan kendi cüzi iradesiyle şer yapıyor. Fakat, Allah o şerre izin veriyor. Çünkü, şeytan insanların mertebesinin yükselmesine sebep oluyor. Yani, yine o şerde büyük hayırlar var kursat: anlatamıyor muyum, şeytan açısından soruyu sordum, şeytan açısından hayır nedir SERHAN: sen kendine kötülük yapılan birini sormuştun bana. Mesela, biri seni dövdü, o adamın senin dövmesin de senin için çok hayırlar vardır, eğer masumsan. Şeytan için hiç bir hayır yok. ÇÜnkü, kendi suçlu. yani, şeytan zulmetmiş. Kader adalet etmiş kursat: bak bugün senle şeytanı konuşmak istiyorum, şeytan kul mu değil mi SERHAN: kuldu, isyan etti, yani isyankar bir kul kursat: insanlar isyan etmiyor mu SERHAN: evet kursat: ama insanlar için geri dönüş olabiliyor, şeytan için bu var mı SERHAN: şeytan için de belki vardı, fakat dönmedi, yani, kendi cüzi iradesiyle dönmüyor kursat: var mıydı iyi düşün Kuran ayetlerini hatırla bakalım SERHAN: vardı kursat: ona denmedi mi ki: “sen ve seninle beraber olanları cehenneme atacağım” diye ayet yok mu SERHAN: Evet, fakat, şeytan kıyamete kadar izin istedi Allah da verdi. Yani, burada şeytan suçlu kursat: peki bu izin onun cehennemlik olduğu ona bildirildikten sonra mı yoksa önce mi gerçekleşti SERHAN: Şeytan kıyamete kadar izin istedi. Yani, ''sana kıyamete kadar tövbe etmeyeceğim' dedi. Allah da onun tövbe etmeyeceğini ezeli ilmiyle bildiği için, sana uyanları cehenneme atacağım dedi kursat: şeytan Allah’tan korkuyor muydu SERHAN: önceleri çok ibadet etmiş. Fakat daha sonra gurura girip, Allah’a isyan etmiş. Yani, eğer Allah’tan korksaydı isyan etmezdi. kursat: Kuran da Allah’tan korktuğu bildiriliyor SERHAN: nasıl bildiriliyor kursat: ayet numarası hatırımda değil ama var yani öyle ayet ben Allah’tan korkarım diyor SERHAN: keşke ayeti söylesen, birşey diyemeyeceğim kursat: biliyorum ya, var yani, biraz hatırladım gibi, şöyleydi galiba: “şeytan onlara vaad etti ve sözünden caydı ve ben Allah’tan korkarım dedi.” buna benzer bir şeydi. SERHAN: fakat bu söz şeytanın günahkarlara alay etmesi manasına geliyor kursat: yo alay değil ayeti çok okumuştum alay manası değil yani, peki şeytan için tevbe kapısı açık mı yoksa bu kapı ona hiç mi açılmadı SERHAN: açık fakat, fikri devamlı olarak küfür ve dalaleti telkin ile meşgul olduğu için, kalbinde tövbe edecek kabiliyet yok, düşün, sen insanları günah işlemeye sevkediyorsun ve onları kandırıyorsun sonra da suçu kendinden atmak için ''ben Allah’tan korkarım'' diyorsun. Yani, burada şeytanın kafirlerle alay etmesi var kursat: yok diyor ki biz azap çekeceğiz diyo kendide bu azabı tadacağını belirtiyor, sen Kuran’ın ezeli olduğunu söylemiyor musun SERHAN: Kur'an ezelidir elbette kursat: Kuran da onun cehenneme gideceği bildirildi, SERHAN: Allah şeytanın tövbe etmeyeceğini bildiği için, yani Cehenneme gideceğini bildiği için ''sen cehenneme gideceksin'' diyor. Yani, Allahın bilmesi ve söylemesi, şeytanı zorlaması değildir. kursat: sen Kuran’a ezeli demiyor musun SERHAN: evet kursat: o halde bildiği için mi böyle söyledi diyorsun SERHAN: evet kursat: ancak sen hem ilmine hem kelamına ezeli demiştin ya, ezeli olan şey başka şeyden sonra olur mu SERHAN: başka şeyden sonra değil ki, Allah’ın ilmi ezeli kursat: sen cevap ver :ezeli olan şey başka şeyden sonra olur mu SERHAN: hem ezeli olacak, hem de başka şeyden olacak nasıl oluyor bu kursat: olmaz değil mi SERHAN: olmaz kursat: halbuki senin şu lafın o manaya gelmedi mi: “bildiği için söyledi,” önce biliyor sonra söylüyor manası yok mu bu lafta SERHAN: elbette, fakat, sen kainatta Cenab-ı hakkın icraatıyla, Allah’ın ezeliyetini karıştırıyorun. Bütün kainat onun indinde bir an gibidir. Ayrıca, Allah zamandan da münezzehtir,bildiği için söyledi kelimene cevaptı kursat: sen yukarıda “bildiği için mi söyledi” dedim de evet demedin mi SERHAN: evet kursat: neyi kasdettin bu lafla SERHAN: sen bana şunu sormuştun: Allah, Kur'anda şeytana ''cehenneme gideceksin'' demiş. Bu cümleyle şeytanın kesin olarak cehenneme gideceği bildiriliyor. ben de sana cevaben dedim ki: Allah onun tövbe etmeyeceğini ezeli ilmiyle biliyor ve bu sebeple öyle söylüyor kursat: o halde “bildiği için söyledi” diyorsun. şunu da der misin: “söylediği için bildi” SERHAN: Kainat, Allahın ezeli sıfatlarının ve isimlerinin tecelli ettiği yerdir. Allah, şeytana öyle bir cümle söyleyeceğini biliyor diyebiliriz kursat: soruma yanıt bekliyorum SERHAN: diyemeyiz kursat: bak şimdi çelişkiye düştün. ben mi anlatayım yoksa sen anladın mı? Bir şeyler anladıysan bir yazar mısın çelişkini SERHAN: senin burada iki tane sıfatı karşılaştırman var. Fakat, benim söylediğimde, kainatla Allah’ın ilim ve kelam sıfatının karşılaştırılması var. yani, sorun hatalı kursat: bak sen iki adet ayrı ezeli sıfattan bahsetmedin mi SERHAN: Evet, fakat şuna dikkat et. Bu sözüm herşeyi açıklıyor. ALLAHIN BÜTÜN SIFATLARI EZELİ kursat: peki bunların ikisi de ezeli derken birinin diğerine bir üstünlüğünü kasdettin mi SERHAN: hayır kursat: durum böyle olduğu halde, sen rahatça “bildiği için söyledi” diyorsun ama SERHAN: elbette kursat: “söylediği için bildi” diyemiyorsun, bu ayrımı neye göre yapıyorsun, onu soruyorum SERHAN: neyi bildiği için söyledi dedim onu da söyle kursat: şeytanın cehennemlik olduğu şeklindeki ayet var ya SERHAN: yani, Allah’ın bütün sıfatları ezeli. Fakat, biz zaman ve mekanda olduğumuz için, bu tabirleri ancak bu şekilde anlarız. Yani, senin hatan kainat ile Cenab-ı Hakkı birbirine karıştırman kursat: çok açık bir soru sordum ve bu ayrımı neye göre yaptığını sordum, ikisine de ezeli diyorsun da birine öyle diyosun diğerine neden öyle demiyorsun SERHAN: sen kainattaki hadislerle Allahın ezeliyetini birbirine karışyırıyorsun. Kainata Allahın ezeli isim ve sıfatlarının tecelli ettiği yerdir. Yani, kainatta zaman vardır. Bu bütün konuştuklarımız hep bize göre ve bizim aklımıza yakınlaştırmak için söylenilmiş sözler kursat: “bildiği için söyledi” diyorsun da neden “söylediği için bildi” demiyorsun? bunun cevabını ver SERHAN: çünkü, soru çelişkili. Ben, şeytanı bildiği için öyle söyledi diyorum. Şeytan söylediği için bildi demek cerbezeli bir cevap olur kursat: ısrarla soruyorum bu soruyu, bu farkı neye göre belirliyorsun: zamana göre mi, halbuki ikisine de ezeli demiştin SERHAN: Şöyle diyebiliriz. Allah söyleyeceğini biliyor. kursat: bu lafta yine önce biliyor sonra söylüyor manasına gelmiyor mu SERHAN: Hayır, ben önce ve sonra diye bir şey söylüyor muyum. Tam tersine bütün sıfatları ezeli kursat: “söyleyeceğini” demek gelecekte olan şeyler için kullanılan sözdür. ama sen söylemesini ezeli kabul etmiştin, peki Allah bileceğini söylüyor diyebilir misin SERHAN: kainatta her şey sırayla ve zamanla oluyor. Fakat, Allahı indinde zaman yotur. Bunu karıştırıyorsun. sen soruna cevap istiyorsun. Kesin ve net bir cevap şudur. Allahın bütün sıfatları ezelidir, Fakat, biz insanlar zaman ve mekanda olduğumuz için bazı şeyleri ancak bu şekilde anlayabiliriz kursat: "Şöyle diyebiliriz. Allah söyleyeceğini biliyor." dedin, peki Allah bileceğini söylüyor diyebilir misin SERHAN: çok saçma bir kelime kursat: öyle diyorsun da neden böyle demiyorsun bu fark neden açıkla SERHAN: saçma bir soru kursat: neden SERHAN: yani, soruda çelişki var kursat: ikisine de ezeli demiştin SERHAN: evet veya hayır denmez
***
kursat: alem ezeli diyordum ya Zafer: evet kursat: bugün vazgeçtim Zafer: iyisin hadi, tebrik ederim, anlat dinliyorum kursat: süper bir delil yaptım ve ibn sina, farabinin göremediğini gördüm Zafer: helal kursat: bak şimdi kursat: önce şunu bir daha anlatayım sana, teselsül batıldır, hani olaylar geriye doğru silsile olarak gider deniyor ve bu sonsuza kadar gider deniyor ya Zafer: Biliyorum anlatmıştın kursat: ben onu çürütmüştüm bir delille hani Zafer: evet kursat: onu kullanarak bak ne diyorum Zafer: sonsuzda bize sıra gelmez diyordun kursat: bu ibn sina diyor ya: sudurla yani Allah ile alem aynı anda varlıktaydı diyor ya Zafer: evet kursat: halbuki ben geçen sana anlattığım delille bu silsilenin sonlu olduğunu göstermiştim, hal böyle olunca bu sonlu silsile bizim ölçülerimize göre sonlu bir zaman olarak değerlendirilebilir değil mi Zafer: evet kursat: ama bunlar sudur yani Allahtan çıkması olarak niteledikleri alem için düşünürsek bu sonlu olarak nitelediğimiz alemle beraber Allah’ta, o halde sonlu bir zaman dilimi öncesinde varlıktaydı demek olur, hani sudur yani çıkış oldu ya, ama ezelde diyorlar ya anladın mı, yani bu anlayışa göre sonlu bir zaman öncesinde bu sudur gerçekleşti anladın mı, ancak onlar bunu göremedi anladın mı kursat: anlamadın değil mi Zafer: Alemin ezeli olmadığına nasıl ulaştın onu anlat kursat: ezelde Allah’tan sudur etti diyorlar ya Zafer: evet kursat: halbuki olaylar silsilesi sonlu ya, dolayısyla bir sudur olmuşsa bu sonlu bir zaman öncesinde oldu demektir Zafer: sonlu derken başlangıcını mı yoksa sonunu mu kastediyorsun kursat: başlangıç Zafer: evet kursat: dolayısıyla Allah’ı da sonlu bir zaman öncesinde düşünmek manasına gelir bu, anladın mı Zafer: Evet şimdi anladım kursat: ciddi mi, bu çok karışıktır Zafer: zaten silsilenin sonsuz olmadığını ispatladığımızdan kursat: dolayısıyla biz ilk maddeyi kabul etmek zorundaydık ya sudurda, yani başlangıcı olan madde anlayışı, anladın mı Zafer: Evet, yani sen öyle diyordun kursat: o halde başlangıcı olan bir ilah da kabul etmek anlamına gelir bu, anladın mı Zafer: evet buraya kadar anladım kursat: bu da bu sudurdan önce ilahın olmadığı anlamına gelir, dolayısıyla başlangıcı olan ilah anlayışı demek bu, kabul edemem (bu yazışmadan belki iki hafta sonra bunu kabul ettim, yani Allah’ın varlığının başlangıcının olduğunu)
***
kursat: ezeli ilah anlayışını anlat SERHAN: Allah ezelidir. Yani, başlangıcı yoktur. Allah’ın bütün sıfatları ve isimleri de ezelidir. Bu sebeple bütün sıfatları noksansızdır. Fakat, bizim sıfatlarımız ezeli olmadığı için ve Allah tarafından verildiği için noksandır. kursat: şunu soruyorum: hep vardı demek acaba zamanda hep vardı anlamına mı geliyor ? eğer zaman yoksa “hep var” demek, ne demek SERHAN: Allah zamandan ve mekandan münezzehtir. Ezeli ve ebedidir. Hep vardı gibi tabirler, sadece bizim aklımıza yanaştırmak için kullanılan cümlelerdir. Yani Allah ezelidir. Ezeli kelimesini bizim aklımız ihata edemez. Çünkü, zaman ve mekanda kayıtlı olan bir insan, Allahın ezeliyetini ihata edemez. Fakat, aklen ve mantıken ve naklen Allah ezelidir kursat: ezeli ifadesinden sen ne anlıyorsun SERHAN: bunları işte kursat: yani öncesiz anlamı mı SERHAN: ezeliyet, Allah’ın bir başlangıcı yoktur manasındadır. Zamandan ve mekandan münezzehtir. Bizim sıfatlarımız başjası tarafından verildiği için ve başlangıcı olduğu için noksandır. Fakat, Allah’ın sıfatları ezeli olduğu için noksansızdır. kursat: bak şimdi serhan geçen bir düşünce dolayısıyla arada kaldım, alem ezeli mi yoksa sonradan mı diye, ne dersin SERHAN: Allah ezelidir kursat: alem ezeli mi SERHAN: Değil, alem yoktan yaratılmıştır, ezeli değildir, bir başlangıcı vardır kursat: yoktan yaratmak ne demek SERHAN: yoktan yaratmak, kainatı benzeri ve örneği olmadan ve hiç bir malzeme kullanmadan yaratmak demektir. kursat: zamanda bir başlangıcı mı var yani SERHAN: kainat yoktan yaratıldığı için, zaman kainatla başlamıştır kursat: burası önemli, sen kainat yoktu sonra Allah yarattı diyor musun SERHAN: şöyle diyorum. Allah kainatı yoktan yaratmıştır. Zaman, kainatla başlamıştır. Yani, “kainatın ilk başlanıcından önce kainat yoktu, fakat zaman vardı” düşüncesi yanlıştır. Eğer sen zihnen Allah’a haşa zaman veriyorsan ve öyle düşünüyorsan, bu yanlıştır kursat: yoktan yaratmıştır demek kainat öncesinde yokluk vardı demek mi SERHAN: yokluk nasıl var olur kursat: yani yokluk yoktu öyle mi SERHAN: yokluk nasıl yok olur kursat: yokluk yoktur, şunu net soruyorum açıkça söyle kursat: alem hadis mi SERHAN: evet kursat: hadis, sonradan olan demek biliyorsun bunu değil mi SERHAN: DEĞİL kursat: nasıl SERHAN: HADİSİN KELİME MANASI SADECE O DEĞİL kursat: ne SERHAN: HADİS, EZELİ OLMAYAN DEMEKTİR kursat: ezeli olmayan sonradandır demek değil mi SERHAN: mesela, kardeşin senden sonra yaratıldı. Fakat, zaman kainatla başladığı için, kainat şundan sonra yaratıldı diyemeyiz kursat: zamanın kainatla başladığına delilin nedir SERHAN: ÇÜNKÜ, KAİNAT ZAMAN VE MEKAN YERİDİR. zAMAN VE MEKAN OLAN YERDE BİR BAŞLANGIÇ VARDIR. AYRICA, KAİNAT OLMAZSA ZAMAN NASIL OLACAK kursat: itibari (varsayılan) bir kavram olarak alınamaz mı SERHAN: sonuçta kainatın her yerinde zaman vardır. fakat hükmü değişiktir. ezeliyet deyince zaman aklımıza gelmemeli kursat: ne gelmeli SERHAN: ihata edemeyiz. Yani, zamandan ve mekandan münezzehiyet gelmeli kursat: sen şimdi aleme sonradan varedildi demiyor musun SERHAN: alem yoktan yaratıldı ve bir başlangıcı vardır kursat: Allah’ın başlangıcı var mı SERHAN: Ezeli, başlangıcı yok kursat: ama alemin başlangıcı var dedin değil mi SERHAN: evet kursat: başlangıcı olmayan ve başlangıcı olan diye iki ayrı varlık düşündün değil mi SERHAN: elbette kursat: peki sen bu ayrımı yaparken nasıl oluyor da aleme sonradan demeden bu ayrımı yapıyorsun bunu açıkla SERHAN: çünkü Allah’ı düşünürken zaman veriyorsun. Bu sebeple bir türlü kafana yerleştiremiyorsun bu meseleyi kursat: soruma yanıt değil bu SERHAN: yanıt. çünkü sen Allah’ı düşünürken zaman veriyorsun.bu kesin kursat: peki sen bu ayrımı yaparken nasıl oluyor da aleme sonradan demeden bu ayrımı yapıyorsun bunu açıkla SERHAN: açıkladım kursat: zamansal fark olmadan bu ayrım nasıl yapılır “kursat: başlangıcı olmayan ve başlangıcı olan diye iki ayrı varlık düşündün değil mi SERHAN: Elbette” kursat: ne demek bu? SERHAN: zamansal kelimesiyle Allah hakkında zaman düşündüğünü ispatlamış oldun kursat: düşünüyorum, sen cevap ver soruma SERHAN: işte düşünürsen hata edersin, bu soruya da cevap bulamazsın, çünkü, Allah zamandan ve mekandan münezzeh. Onun için kainattan önce ve sonra diye bir şey yoktur kursat: başlangıcı olmayan ve başlangıcı olan; bunlar zamansal bir beraberlikte mi varlıktaydılar SERHAN: zamansal? kursat: evet, problemler burada SERHAN: zaman kainat için geçerlidr. kursat: anlamak istemiyorsun SERHAN: anlıyorum kursat: yüzyıllardır bu konu neden tartışıldı madem böyle kestirip atmak vardı da SERHAN: kestirip atmak değil ki, deminden beri anlatıyoruz kursat: ne anlatıyorsun SERHAN: ben kendi alemimde bu meseleyi halletmişim. Elhamdülillah, fakat sen kafanda noksan bir ilah düşünürsen, bu işin içinden çıkamazsın kursat: başlangıcı olmayan ve başlangıcı olan kabul ettiğini söyledin, bunların farkı zamansal mı, değilse bu fark ne o halde SERHAN: Allah için kainattan önce ve kainattan sonra diye tabirler yoktur. Çünkü, ezelidir. Zamandan ve mekandan münezzehtir. Zaman denen şey kainatta vardır sadece kursat: kainatın olmadığı bir durum var mıydı SERHAN: kainatın bir başlangıcı vardır. Kainatın olmadığı durumu neye göre belirleyecez kursat: soru açık SERHAN: cevap açık kursat: lütfen, evet mi, hayır mı SERHAN: çünkü, sen kainat ile Cenab-ı Hakkı haşa karıştırıyorsun. Yani, vacib-ül vücudu haşa kainatı düşündüğün gibi düşünüyorsun. Fakat, şunu bil ki, Allah’ın zatını kavramaya bizim aklımız yetmez kursat: kainatın olmadığı bir durum var mıydı? çok açık bir soru SERHAN: cerbezeli bir soru, bu sebeple açıklama yapıyorum kursat: sen nasıl ehli sünnetsin, sen şu hadisi duymadın mı: “Allah vardı ve hiçbir şey yoktu” SERHAN: fakat, sen havadan nem kapacak birisin. Söylediğim her şeyi yanlış anlıyacak ve kendine bir pay çıkaracaksın. Oysa ki söylediklerim çok açık işte sen bu hadisi, anlamak istediğin gibi anlıyorsun kursat: kelam ıstılahında hadis demek sonradan meydana gelen demektir SERHAN: fakat, bu deyim senin için kullanılabilir. Çünkü, sen mesela Hz Musa’dan sonra yaratıldın diyebiliriz. Fakat, kainat ne zaman yaratıldı diyemeyiz. Çünkü, zaman kainatla başladı kursat: bak ehli sünnet aleme hadis der bununla da, alem yoktu sonradan varedildi manasını kasdeder nursi de böyle inanır SERHAN: sonradan kelimesinden ne anladığına bağlı kursat: yoktu sonradan varedildi derler bütün ehli sünnet böyle inanır senin dediğini diyen yok onlardan SERHAN: benim söylediğim mana var, senin anladığın mana değil kursat: “Allah vardı ve hiçbir şey yoktu” bu hadis ne demek SERHAN: Allah’a zaman vermek manasında değil haşa...Evet Allah var.. Fakat, senin hayal ettiğin gibi zaman vermiyoruz Cenab-ı Hakka... kursat: alemin olmadığı hal var mıydı SERHAN: neye göre? alemin başlangıcı vardır. yani alem yoktan yaratıldı kursat: bu başlangıçtan öncesi var mıydı SERHAN: başlangıçtan önce ne zaman vardı ne de mekan... kursat: yani öncesiz miydi SERHAN: hayır başlangıcı var kursat: öncesi var mıydı, ya öncesizdi ya da değildi başka alternatif var mı SERHAN: kainatın bir başlangıcı vardır. Kainatın öncesi, ilk yaratıldığı saniyedir kursat: ya öncesizdi ya da değildi başka alternatif var mı
SERHAN: öncesizdi ne demek kursat: soru bu kadar SERHAN: benim sözlerim çok açık, benim ne demek istediğim çok iyi anlaşılıyor. Fakat, sen Allah’ı yanlış tanıdığın için, anlayamıyorsun kursat: sen aleme öncesiz diyor musun SERHAN: öncesizden kastın nedir kursat: yani öncesinde bir şey yok SERHAN: elbette yoktan yaratılan bir şeyin öncesinde bir şey de olmaz kursat: Allah’ da mı yok SERHAN: Yaaaa, Allah ezelidir. Biz kainat için konuşuyoruz kursat: evet kainat için konuşuyoruz, "elbette yoktan yaratılan bir şeyin öncesinde bir şey de olmaz" dedin ne kasdettin kursat: Allah şey değil mi SERHAN: cerbeze yapıyorsun. Biz kainat için konuşuyoruz. Sen ise, haşa Allah’ı kainatın içinde hayal edip, O’na zaman ve mekan veriyorsun. kursat: alemin içinde demedim ben Allah’a, soruyorum: alemden önce Allah mı vardı SERHAN: Allah ezelidir. Onun yokluğu düşünülemez. kursat: alemden önce kavramı kullanılabilir mi SERHAN: senin anladığın şekilde kullanılmaz. Çünkü, sen illa ki Allah’a zaman veriyorsun. Beni de oraya getirmeye çalışıyorsun. neden anlamak istemiyorsun ki, sözlerim gayet açık. Kainatın bir başlangıcı vardır. Yani, yoktan yaratılmıştır. Fakat Allah ezelidir. Zamandan ve mekandan münezzehtir. Allah için kainattan önce veya sonra diye tabirler yanlıştır kursat: Allah’ın başlangıcı yok diyorsun, alemin başlangıcı var diyorsun bu fark neye göre bir farktır SERHAN: fark şuradadır. Kainatın bir başlangıcı vardır. Kainatta zaman ve mekan vardır. Kainatı Allah yaratmıştır. Fakat, Allah ezelidir, zamandan ve mekandan münezzehtir...Bütün noksan sıfatlardan münezzehtir. Farkı anladın mı kursat: Allah hep vardı diyorsun ya, alem de hep vardı diyor musun SERHAN: kaçıncı kez tekrarlayacağım kainatın yoktan yaratıldığını ve başlangıcı olduğunu kursat: bu fark zamansal bir fark değil mi, ezeli olan şey ezeli olmayandan öncedir denemez mi SERHAN: Allah için önce ve sonra yoktur kursat: alem ezeli değil demiyor musun SERHAN: evet kursat: Allah ezeli diyorsun değil mi SERHAN: evet kursat: düşünelim ezeli olan ile ezeli olmayan: bu ikisi de ezeli olma da aynıdır denebilir mi, bir fark var mı yok mu SERHAN: vücub ve imkan kadar fark var kursat: yani biri varken diğeri yok mu SERHAN: Allah’a zaman düşünmezsen evet. kursat: yani demene göre Allah varken alemin yokluğu vuku buldu öyle mi
***
kursat: zamanı Allah mı yarattı Zafer: Evet, ama o zaman kavramı sadece dünya için geçerli bizler için kursat: peki bu zaman Allahın zatından sonra mı yaratıldı Zafer: evet kursat: Allah vardı ve hiç birşey yoktu sonra Allah ile beraber alem de oldu, böyle diyor musun Zafer: önce ve sonra kavramı dünyadaki gibi olmayabilir kursat: bak Allahın zatı ile alemin arasında zaman geçti mi, bizim ölçülerimize göre bir saniye bile olsa Zafer: bizim ölçülerimizle kıyas yapamıyoruz kursat: neden Zafer: oradaki zaman kavramı bizim aklımıza ve mantığımıza uymuyor çünkü kursat: sonuçta bu arada zaman geçti mi geçmedi mi mantığına göre konuş Zafer: biz bazı şeyleri insan mantığına uydurarak yorum yapıyoruz bu yüzden yanılıyoruz kursat: sonuçta bu arada zaman geçti mi geçmedi mi mantığına göre konuş Zafer: Geçti diyeim kursat: geçti mi diyorsun Zafer: evet kursat: peki ama sen şunu demiyor musun: zaman alemle beraber yaratıldı demiyor musun Zafer: zaman dünya ile yaratıldı diyorum, bizim bulunduğumuz zaman kursat: ama biraz evvel zaman alem yokken de geçti dedin Zafer: nasıl kursat: anlamadın mı Zafer: şöyle diyelim, dünya zamanı dünya ile geçerli olan zaman, biz şu anda iki adet zamanı yaşıyoruz, bir dünya zamanı, iki genel zaman, ezelden beri, gelen zaman, bu ikisi birbirinden farklı kursat: ne yönden farklı Zafer: onu göreceğiz öldükten sonra kursat: böyle tartışma olmaz Zafer: öldükten sonra yani, çünkü tamamen ilmimizin dışında kursat: niye dışında olsun ki, çok açık, eğer zamanı Allah yarattı dersen sorum şu: bu zaman sonradan mı oldu kursat: ne diyeceksin, şaşırdın mı Zafer: Yok, niye şaşırayım ki, sonradan oldu diyebiliriz kursat: pek sonra kavramı kullanıldığında bunun bir öncesi olması gerekmez mi Zafer: öncesinde zaman yoktu diyebilir miyiz kursat: bence zaten zaman yok, senin kafa yapına göre konuşuyorum, peki sonra kavramı kullanıldığında bunun bir öncesi olması gerekmez mi kursat: net cevap ver basit soru sordum Zafer: Evet ama her sonranın öncesi yoktur kursat: niye Zafer: ezel kursat: ezel sonra mı ki Zafer: ezel önce, ama daha öncesi yok kursat: ezele sonra denir mi ki bana böyle cevap verdin, o halde her sonranın öncesi olduğunu kabul ettin mi Zafer: evet mantıken, insan mantığına göre yani kursat: ama sen zaman sonradan yaratıldı dediğinde ne oldu peki? Zafer: sonradan yaratılamaz mı kursat: gördüğün gibi yaratılamaz Zafer: yani ezelden beri zaman var diyorsun kursat: zaman yoktur Zafer: önce ve sonra kavramı varsa zaman olması gerekmez mi kursat: bizim zihinlerimizdeki zaman kavramı varedilmiştir (önce, sonra, 1 saniye gibi) ancak hakikatte zaman yoktur Zafer: ben sana varsayılan bir şeydir, bunu demiştim zaten, zaman dünya içindir kursat: o halde şu soruma ne diyeceksin kursat: sen şimdi hakiki anlamda zamanın olmadığını kabul ettin mi Zafer: bizim anladığımız manada zaman değildir kursat: hakiki manada diyorum, biz de varedilen zaman kavramını demiyorum Zafer: ebedi kavramı varsa zaman da olması gerekmez mi kursat: bu ebedi kavramı sende bende varedilen bir manadır, hakikisini soruyorum, zaman hakiki olarak var mı ve sonradan mı, evet dersen soru geliyor Zafer: evet kursat: peki yer kaplar mı bu zaman dediğin Zafer: hacim olarak kaplamaz, ağırlığı da yoktur kursat: o zaman neden ona “yok” demiyorsun ki, hacmi yok yer de kaplamıyorsa ve sonradansa, bu yok anlamındadır Zafer: Aynı şeyi Allah kavramı ile de düşünebilirsin, neden yok demiyorsun kursat: Allaha neden yok demediğimi mi soruyorsun Zafer: evet kursat: şundan dolayı Allah var diyorum çünkü O ezelidir. hacmi olmasa da ezeli varlık vardır sonradan olan gibi değildir Zafer: ruh da yok diyorsun kursat: ruh var ve cisimdir yer kaplar, düşüncemizde cisimdir yer kaplar Zafer: nerede yer kaplar kursat: neredeyse orada Zafer: zaman da yer kaplar diyebilirsin öyleyse, neredeyse orada diye kursat: hayır, çünkü zamana sonradandır diyemezsin, çünkü sonradanın öncesi olması gerekir. o halde şu sonuç çıkar: "zaman, zamanda yaratıldı" gibi sonuç çıkar ki anlamsızdır Zafer: ama bizim bildiğimiz zaman bizimle vardır kursat: o sende varedilen bir manadır düşüncedir Zafer: insan gibi yani kursat: evet, aynen, insan nasıl varediliyorsa düşüncede öyle varedilir ancak Allahın ayrıca yaratma sıfatı yoktur Zafer: zaman da o şekilde varedilemez mi kursat: zaman özel birşey onu anlattım, yaratılamayacağını Zafer: o halde niye saat var kursat: saat zaman mı ki Zafer: ama zamanı gösterir kursat: o bizim anlayışımıza göre,
***
kursat: önce cevap ver: Allahın varlığının başlangıcı var mı NURULLAH: yok kursat: alemin varlığının başlangıcı varmı NURULLAH: var kursat: bu bir fark değilmi NURULLAH: evet kursat: zamansal bir fark mı NURULLAH: bilmem kursat: düşün NURULLAH: zaman da yaratılmış kursat: birine başlangıcı var dedin diğerine yok dedin bu fark zamansal değilse başka ne olabilir NURULLAH: zat olarak da olabilir, bunun mahiyetini bilemem kursat: zat olarak olabilir dedin ya onu konuşalım bak, neden mi NURULLAH: neden kursat: eğer zat olarak bir önceliği kabul edersen zamansal birlikteliği kabul ettin demektir öyle mi NURULLAH: zaman yok ki, zat olarak farklılıktan bahsettiğimiz anda zaman yok kursat: o halde zamansal bir ayrılıktan sözedemezsin öylemi NURULLAH: zaman da yaratıldığı için zamansal bir farktan bahsedemiyoruz zat olarak değerlendirildiği anda zaten zaman yok kursat: o halde alem, Allah varlıkta olduğu gibi ondan sonra olmayarak alemde varlıktaydı öyle mi , iyi düşün NURULLAH: zat olarak sonra dedik ya kursat: anladım onu NURULLAH: eee kursat: o halde alem, Allah varlıkta olduğu gibi ondan sonra olmayarak alemde varlıktaydı öyle mi , iyi düşün, evet demen gerekir, başka çaren yok NURULLAH: bu soruda zamansal bir sonralıktan bahsediyorsun kursat: hayır, sen dedin ki zamansal sonralık yok, öyle mi NURULLAH: orasını bilmem dedim. şu an yaşadığımız zaman da yaratıldığı için yaşadığımız zaman anlamında bir sonralıktan bahsedilemez dedim kursat: zamansal sonralık yoksa zamansal birliktelik var demektir mantık olarak bu çıkar iyi düşün, bu dediğimi filozoflar göremedi NURULLAH: zaman yaratılmadan zamansal bir birliktelikten nasıl söz edilebilir kursat: o bakımdan gazaliyi sıkıştırdılar rahatça ama kendileri aynı durumda kaldı yani Allahın varlığının başlangıcını kabul ettiler ama haberleri olmadı, senin de olmadığın gibi NURULLAH: nasıl yani kursat: çok basit aslında sende Allahın varlığının başlangıcını kabul ediyorsun ispatlayayım mı, zaten ispatladım NURULLAH: nasıl isbatladın kursat: ama önce sen anladığını yaz, acaba ben neden senin Allahın başlangıcını kabul ettiğini düşünüyorum bir düşün NURULLAH: işte onu anlamadım zaten kursat: bir düşün anlatacam ama düşün yani, bende forumlara bakıyom bu arada kursat: noldu, yazmıyormusun bir şey NURULLAH: senin yazman lazım. iddiada bulunan sensin kursat: ok, bu dediğimi bulan olmadı daha önce, bak şimdi: bir kere önce alemin hudusu (sonradan meydana gelme durumu) konusunu tekrar ele alalım, yani sonradan yaratıldığı iddiası NURULLAH: evet kursat: bir kere Allah vardı ve hiç bir şey yoktu sonra Allah alemi yarattı demek ne demek? açıkça alemden önce Allah vardı demek değil mi NURULLAH: hiçbirşey yokken vardı. sen de böyle düşünmüyor musun kursat: yo, ben arayıştayım NURULLAH: o zaman ne düşündüğünü yaz kursat: konuşuyoruz, bir kere Allah vardı ve hiç bir şey yoktu sonra Allah alemi yarattı demek ne demek? açıkça alemden önce Allah vardı demek değil mi NURULLAH: Hiçbir şey yokken vardı demek kursat: alemden önce Allah vardı demek değil mi NURULLAH: Hiçbir şey yokken vardı demek kursat: alem sonradan olmadı mı NURULLAH: evet kursat: o zaman neden şunu demiyorsun: alemden önce Allah vardı demek değil mi NURULLAH: "hiçbir şey yokken vardı" daha kapsamlı da ondan kursat: şu manaya gelmiyor mu, o zaman neden şunu demiyorsun: alemden önce Allah vardı demek değil mi NURULLAH: "hiçbirşey yokken vardı" dan ne anlıyorsun kursat: Allah tekdi sonra alemi varetti anlıyorum NURULLAH: hala tek kursat: ancak siz diyorsunuz ki önceden varolmayan alem onunla birlikte varlığa geldi NURULLAH: ben öyle bir şey mi dedim kursat: öyle demiyor musun NURULLAH: demiyorum kursat: şu an zaten önce bunu diyenlerin durumunu sana göstermek istedim, bunu bir konuşalım sana geleceğiz NURULLAH: hadi bakalım kursat: onlara göre konuş NURULLAH: kimlere göre kursat: aleme hadis diyenlere göre, alem sonradan yaratıldı diyorlar soruyorum neyden sonra? bu soruya ne diyecekler NURULLAH: her konuşmamızda bu soruyu soruyorsun. bunda farklı bir cevap mı çıkacak? hep aynı soruları sorup duruyorsun, ben böyle deyince de olsun sen cevap ver diyorsun kursat: cevap ver: alem sonradan yaratıldı diyorlar soruyorum neyden sonra? bu soruya ne diyecekler NURULLAH: bunu onlara sor kursat: sana soruyorum NURULLAH: ya ben merak etmiyorum ki bu konuları? kelamcıların meseleleri bunlar kursat: onlar şu cevabı veriyor: Allahtan sonra, okey mi NURULLAH: Eee , ya bak bu tartışmayı daha önce de yaptık hep aynı şeyler kursat: o halde bunlar bu sözleriye Allah ile alemin başlangıcı arasında Allahın alemi yaratmadığı bir beklemeyi kabul etmiş olmuyorlar mı NURULLAH: öyle görünüyor kursat: şimdi bak soruyoruz: bu bekleme süresi sonlu bir süre mi sonsuz bir süre mi NURULLAH: ya benim söylemediğim şeyleri bana soruyorsun. merak etmiyorum ben bunları bizim bilemeyeceğimiz konular kursat: senin dediğine mi geleyim NURULLAH: bilmem kursat: sen ne diyorsun söyle bakalım NURULLAH: neye ne diyorum kursat: alem nasıl oldu hadis mi değil mi NURULLAH: alem yaratıldı kursat: öncesinde yokluktan bahsedebilir misin NURULLAH: nasıl bir yokluk bu kursat: yani sen şuna inanıyor musun: Allah vardı ve hiçbir şey yoktu NURULLAH: evet kursat: o halde alemin bulunmadığı bir durumun varlığını savunuyorsun NURULLAH: alem yoktu deyince mecburen o sonuç çıkıyor kursat: dolayısıyla aslında sen biraz evvel ben onların dediğini demiyorum dediğin kişilerin dediğinin aynısını demiş oluyorsun NURULLAH: Yani ne demiş oluyorum kursat: şunu demiş oluyorsun: “kursat: o halde bunlar bu sözleriye Allah ile alemin başlangıcı arasında Allahın alemi yaratmadığı bir beklemeyi kabul etmiş olmuyorlar mı NURULLAH: öyle görünüyor” kursat: ne diyorsun NURULLAH: bekleme zamanla alakalı birşey. zaman yaratılmadan böyle bir şeyden bahsedemeyiz kursat: ama dediğin buraya geliyor: sende : "öyle görünüyor" demiştin baksana kursat: ne diyorsun NURULLAH: herhalde anlatamıyorum. boşver kursat: zamanı yaratılmış kabul edersen yine Allahın varlığının başlangıcını kabul ediyorsun ispatı çok kolay filozofların göremediğini sana diyeyim mi NURULLAH: de kursat: onlar suduru kabul etti, yani Allahtan alem taştı, çıktı ancak bu çıkış zamansal olarak Allahtan sonra olmadı, Allah zat olarak yani alemin sebebi olması açısından, kademe olarak alemden öncedir dediler, tamam mı buraya kadar NURULLAH: bunlar kelamcıların tartıştıkları konular ve ben bunların bilinemeyeceğini savunuyorum. delilim de şimdiye kadar bu meselelerden birinin bile halledilememiş olmasıdır. ayrıca ayetlere farklı anlamlar yüklüyorsun ve ayetleri delil getirerek konuşmuyorsun, bu tartışmalar bir noktadan sonra ilgi alanıma girmiyor, çünkü dediğim gibi bilinemeyeceğini düşünüyorum, tartışınca da boşuna tartıştığımı düşünüyorum kursat: çok önemli bir şeyi kaçırdılar: halbuki onlar bu laflarıyla alem ile Allah arasında zamansal birlikteliği kabul edip aleme öncesiz demişlerdi ancak şunu göremediler ki olaylar zinciri geçmişe doğru sonsuza dek gidemez, sonludur ve dolayısıyla başlangıcı vardır halbuki onlar Allahı başlangıçsız kabul etmişlerdi, ama dedikleri lafa göre yani sudura göre madem zamansal bir farklılık yok alemin varlığa gelişi ile Allahın varlığı arasında. o halde madem alemin başlangıcı var o halde Allahın varlığının da başlangıcı olması gerekir. lafları buraya gidiyor, iki görüşte bunu kabul etmedi, filozoflar alemin hudusunu ( yoktu sonradan meydana geldi diyenleri) savunanları rezil etti ama filozoflar da dedikleri bu lafın bu manaya geldiğini göremedi kursat: kapatalım istersen NURULLAH: tamam sonra devam edelim. ama bence bir kelamcıyla tartışsan belki daha faydalı olur senin için. ben pek ilgilenmiyorum bu konularla. sadece okulda gördüğümüz birkaç dersten öğrendiklerim ve kendi düşüncelerim bunlar. daha fazlasını merak etmiyorum zaten
***
kursat: neyini anlamadın delilin kökten dinsiz : bir kere ben zaten Allaha inanmıyorum kursat: evet kökten dinsiz : yani sen sürekli Allahtan bahsetmişsin evrenin başlangıcını nasıl ispat edeceksin? kursat: kolay kökten dinsiz : big bang mı? kursat: yo , şöyle: biz şu saat itibariyle a noktası diyelim okey mi kökten dinsiz : iyi kursat: b yönü ise geçmişe doğru giden olaylar silsilesi olsun ve bunu sonsuza kadar giden bir silsile varsayalım okey mi kökten dinsiz : tamam kursat: sana göre biz buraya b yönündeki olaylar sona erdiği için bu a noktasına geldik değil mi kökten dinsiz : evet kursat: ama sana göre b yönünden a noktasına kadar sonsuz olaylar zinciri var değil mi kökten dinsiz : evet kursat: peki sonsuz sayıda olaylar zincirinin sonuna varılabilir mi kökten dinsiz : hayır kursat: çelişkiye düştün kökten dinsiz : iyi de biz b yönündeki olayların sadece bir kısmını yaşadık, yani b yönünün sadece sonsuzda birini yaşadık, biraz kötü anlattım kursat: sen bu a noktasından gerisinde sonsuz bir olaylar silsilesi kabul etmedin mi kökten dinsiz : evet kursat: sonsuz silsilenin sonsuzda biri olur mu kökten dinsiz : b yönünde sonsuz olay var ve biz çok az kısmına şahit olduk bunun neresi ilginç ki? kursat: bu a noktasına varıncaya kadar geçmişte sonsuz olay oldu diyen sen değil misin kökten dinsiz : zaman kavramı insanla başlamıştır kursat: sonsuz sayıda olay diyelim o halde kökten dinsiz : evet geçmişte sonsuz olay oldu ben bunu inkar etmiyorum kursat: ve bu sonsuz sayıda olay sona erdi ve bu a noktasına varıldı öyle mi kökten dinsiz : evet ama sonsuz sayıda olaylar devam ediyor kursat: sonsuz sayıda olay sona erer mi kökten dinsiz : örnek çok acayip bir kere kursat: bak kimse sana böyle anlatmaz, bunların değerini bil işi yokuşa sürme kökten dinsiz : evet sonsuz sayıda olay sona erdi ve sonsuz sayıda olay devam ediyor
*** Allahın kudretini kabul edenlere soru: Bu kudret cisim mi değil mi? değil derseniz, cisimsiz kudretten bahsedilebilir mi? - Olaylar olacağı için mi Allah bilir yoksa Allah bildiği için mi olaylar vardır? - Allah varettiği için mi bilir yoksa bildiği için mi vareder? - Alem sonradan yaratıldı dilyenlere soru: Allah alemi yaratmadan önce ne yapıyordu? - Allaha irade kabul edip hem de alem hadistir ( sonradan meydana gelmiştir) diyenlere soru: Allah önce yaratmadığı alemi niçin birden bire yaratmak istedi? - Alem hadistir diyenlere soru: Allah alemi yarattıktan önce ve sonraki durumları ile ilgili olarak iki ayrı iradesi mi var? yoksa değişmeyen tek bir iradesi mi var? Tek iradesi var derseniz, madem öyle neden alem önce yokken sonradan varlığa geldi dediniz? alemin varlığı ezeli olarak mı irade edildi yoksa hadis irade olarak mı irade edildi? - Allaha irade kabul edenlere soru: Ezeli olan Tanrısal irade de alemi yaratma kararı nasıl olupta Allah da bir değişikliğe yol açmaz? - Yaratma Tanrının hür bir fiili midir? isteseydi ilminde meydana geleceği belli olan şeyleri yaratmayabilir miydi? yaratmayabilirdi denirse bu sefer Allaha cahil denmiş olmuyor mu? &nb sp;
*** Farabi diyor ki: “Eğer bir kimse istediğini, beğendiğini yaptığını sanırsa keşfetmeye çalışsın ki, bu kasıt ve irade yok olduktan sonra onda sonradan olma mıdır? Yoksa hadis değil midir? Eğer, onda hadis değil ise gerekir ki, bu iradesi o kimsenin var olduğu günden beri kendisiyle birlikte olmuş olsun. Ve o durumda bu iradenin ondan ayrılmaksızın o kimsede basılmış olması gerekir. Şimdi, onun iradesi kendinden başka bir kişi tarafından onda bulunmuş olması gerekir. Eğer, bu ihtiyar (seçme) hadis ise, her hadis bir hadis olan sebep ister. O durumda onun seçmesi bunu gerektiren bir sebebe ve bu sebep de onu ortaya çıkaran bir hadis olana nazar eder. Bu seçilmiş olan ya onun seçimidir ya ondan başka birinin seçimidir. Eğer bu seçim bizzat onun kendi nefsinde ise, onun ortaya çıkışına da başka bir seçimi sebep olmuştur, ki bu biteviye silsile halinde gider. Ya da bu seçim onda kendi seçiminden başka bir biçimde ortaya çıkar. O durumda kendinden başka birisi tarafından bu seçime yüklenip gönderilmiş demektir. O halde iş onun seçimine tabi olmayan ve zatı dışında olan sebeplere son (sebep) olur. Yani problem, her şeyin, dışta bulunduğu durum üzere olan heyeti tayin eden Ezeli İrade’de son bulur. Neticede belli olur ki, hayır ve şer her ne varsa, ezeli iradeden gönderilen sebeplere dayanmaktadır.”
*** Ateistler olaylar zincirinin yani sebep sonuç zincirinin geçmişe doğru sonsuza dek gittiğini ve bu zincirin başlangıcının olmadığını dolayısıyla başlangıcı olmadığı için de başlatıcısının gerekmediği yani bir ilaha gerek olmadığını savunurlar. Aslında ateizmin en fazla dayandığı delil budur. Yani “madde öncesizdir, başlangıçsızdır” düşüncesi onların dayandıkları tek delildir, Darwin meselesi aslında onlar için çüzüm değildir. Çünkü bu meselenin en başını hallemiyorlar, yani dünyada ilk canlı suda bir uzun zaman sonunda oluştu diyorlar, ama biz onlara şunu evvelden sormuştuk: dünya nasıl oldu? kainat nasıl oldu? buna cevap vermemek için şunu diyorlar: Yukarda anlattım. Yani madde başlangıçsızdır dolayısıyla onu başlatan da yoktur, yani Allah yoktur derler. Şimdi sizlere şöyle bir yardımda bulunacağım: Geçmişe doğru giden bu olaylar zincirinin aslında sonsuza kadar gitmediğini, esasen sonlu bir olaylar zinciri olduğunu çok kolay şekilde göstereceğim. Bu dediğimi kitaplarda bulamazsınız, zira onlar bunu kanıtlamak için çok karmaşık deliller ortaya koyuyorlar. Ancak benim yaptığım bu izah çocukların bile anlayabileceği tarzdadır: Mesela A noktası 2005 de bugün şu bulunduğumuz an olsun. B yönü ise geçmişe doğru sonsuza giden bir zincir varsayalım, bu sola doğru giden yani geçmişe doğru giden olaylar zinciri olsun ve sonsuza dek geri gittiğini varsayalım okey mi? Ateistlere soruyorum: A noktasından B yönüne doğru sonsuz sayıda olaylar zinciri kabul ettiniz, o halde size göre B yönünden A noktasına doğru sonsuz sayıda olaylar zinciri var kabul mü? bu soruya evet demek zorundalar. Devam ediyorum. Yani bu B yönünden A noktasına doğru bu sonsuz sayıda olaylar zinciri sona eripte bu A noktasına varıldı öyle mi? Halbuki sonsuz olaylar zinciri düşünüldüğünde bunun sonuna varılamaz. Adı üzerinde "sonsuz". sonu yok ki sonuna varılabilsin. Yani bu zincir sonsuz kabul edildiğinde sonuna varılamaz kabul mu? kabul demek zorundalar. Halbuki bu A noktasına varılmıştır. Yani 2005 deyiz. Demek ki sonsuz silsile kabul edilemeyeceğinden, mecburen geçmişe doğru giden bu silsileye (olaylar zinciri, sebep sonuç) sonlu demek zorundalar. Bunu anladıysanız, geçmişe doğru giden bu silsileye sonlu dediyseniz, mecburen bu sonlu silsilenin başlangıcını kabul edeceksiniz. Yani sonlu bir silsilenin hem başı hem de sonu belli olmalıdır. Sonuna A noktası dediniz, 2005 dediniz. Başına da mesela X diyelim. Bu baş noktasını kabul etmek zorundasınız, ve ne zaman ki siz, bir başlangıçtan bahsederseniz muhakkak bu başlangıç, bir başlatana muhtaç demektir ve biz buna Allah deriz.
*** "Dedi: “Kürşat bu bir faraziyedir. Sonuç olarak sen bu yazıyı yazdın ve Allah da sen bunu yazmadan önce de bilmekteydi. Eğer sen bu yazıyı yazmayacak olsaydın onu da bilirdi. Mesela bu yazıyı yazdığın sırada bu yazıyı yazmayıpta kitap okuyacak olsaydın, kitap okuyacağını bilmiş olacaktı. Sonuç olarak Allah senin yapacağın tüm fiilleri önceden bilmektedir. Söylediğin akıl yürütmenin ciddiye alınacak bir tarafı yok." Cevap: Sonuç itibariyle Allah hangi fiili ne vakit yapacağımı tam olarak biliyor mu? evet diyorsan devam ediyorum: Allahın olacağını bildiği fiilin varlığa gelmesi zorunlu mu değil mi? yani varlığa gelmese de olur mu? "varlığa gelmese de olur" demek Allah cahil de olabilir demektir. Dolayısıyla sen bu fiilin varlığa gelmesi zorunluydu demek zorunda kalıyorsun. Dikkat ediniz, Allah’ın iradesi olduğunu kabul edenlere soruyorum: O halde Allah zorunlu olarak meydana gelecek olan bu fiili mi irade etti, istedi? “evet” derseniz, zaten o fiil zorunlu olarak meydana gelecekse bu fiili tekrar meydana getirmek istemenin ne manası vardır?
*** Allah’ın iradesi kesin, kat'i, değişemez bir irade mi? “evet” der, peki Allah başka türlü de irade edebilir miydi?, “tabi ki” der. De ki: Hani Allah’ın iradesi değişemez bir iradeydi?
*** Bakın bunlar demiyor mu: mesela şu anda saat 14: 16, bunlar diyor ki: bu, 14:16 dan önce sonsuz sayıda olaylar zinciri geçti ve şu andaki yaşadığımız olay şu an yaşanmaktadır diyorlar tamam mı? Halbuki çok basit bir mantık hatası var, o da şu: sonsuz sayıda olaylar zincirinin sonuna varılabilir mi? varılamaz değil mi? ama bunlar ne diyor: “varılabilir” ve “varılmıştır” diyor. “şu anı yaşıyoruz” diyor. Ama bundan önce sonsuz sayıda olaylar zinciri vardı, onlar sona erdi diyolar. Sonuç olarak, madem şu an ki olayı yaşıyoruz, demek ki, evvelden geçen olaylar zinciri sona erdi değil mi? Bakın şimdi, madem önceki olaylar zinciri sona erdi ve bu olay yani şu an ki olay yaşanıyor, demek ki geçmişteki olaylar zinciri sonsuza kadar gitmiyor demektir. Sonsuza kadar gitmiyorsa, demek ki sonludur. Bu olaylar sonlu olunca sonlu bir silsileden bahsedersek, sonlu olması için bu silsilenin hem başının hem sonunun belli olması gerekir, sonuna 14: 16 dedik ya, ama başına da sonlu dediğiniz için onun da başının belli olması lazım yani başlangıcı olması lazım. Başlangıcı olunca da başlatıcısı lazım, o başlatıcı ise Allah’tır. *** Determinizm, belirlenimcilik demektir, yani özgür irade yoktur kainatta demektir . Siz bunu bir araştırın, ben biraz anlatayım. Sebep sonucunu zorunlu kılar demektir, ama o sebebi de meydana getiren başka bir sebep vardır diye inanılır. Sebep sonuç ilişkisi herşeye şamildir yani kapsar denir. Dolayısıyla geçmişe doğru sonsuza dek giden bir olaylar zincirinde öncekiler sonrakileri etkiler diye inanılır. Ancak burada determinizm devreye giriyor. Yani ufak tefek dediğiniz bir olay, bir düşünce dahi sonrasında olan şeyleri etkiliyor. Böyle bakıldığında 100 yıl önce birinin sokağa çıkması bakın olayları nasıl etkiliyor. Adam sokağa çıkmak istedi yolda yürüyor, görünüşte önemsiz denebilir ama yolda bir kız görüyor, tanışıyor ve evleniyor; çocukları oluyor gibi… Ya da yolda biriyle kavga ediyor, öldürüyor hapise düşünüyor, ya da öldürülüyor. Yani ufak dediğiniz bir olay bakın olayları nereye taşıyor. İşte determinizm şunu diyor: Madem ki bizim hareketlerimiz ve düşüncelerimiz kendi kendinin sebebi olamaz, mutlaka onu meydana getiren sebebe muhtaçtır, ancak o sebep de başka sebebe muhtaçtır ve böyle sonsuza kadar giden bir olaylar zinciri vardır. O halde diyor, bu determinizm, hür irade yoktur. Zira sizin hareketleriniz ve düşünceleriniz önceki sebepler silsilesinin bir sonucudur. Kısaca anlatmaya çalıştım. Daha fazla detayı araştırın bulun. Ansiklopedilerden determinizm konusunu araştırın. Unutmayın ki, muhakkak bir ateist: "ben determinist'im" demek zorundadır. Eğer bunu demiyorsa o cahil cühalanın biridir. Kendine göre bir anlayışı var demektir. Şunu diyorum: madem ki sen bir ateistsin, o halde hür iradem var deme. Bilmiyorsan öğren. Bakalım böyle bir anlayışla yani hür iradenin olmadığı inancıyla yaşamak nasıl bir duygu...
*** Dedi: Peki sokakta gördüğü kızla evlenip evlenemeyeceğine karar veren kendi hür iradesi değil mi? Bu zinciri sonuçta kendi hür iradesiyle seçtikleri oluşturuyor. Yazıdaki bu açığa ne diyeceksin peki? _ Cevap: Zaten determinizmde sebepsiz olan bir olay kabul edilmez. Madem ki sebepsiz olay olmuyor, o halde evlenip evlenmeyeceğine ilişkin kararının da bir sebebi olmalıdır. Ancak bu sebebin de bir sebebi olmalıdır. Görüldüğü gibi hangi olaydan, davranıştan, hareketten ve düşünceden, seçimden bahsedersen et bu zincirin dışına çıkılmıyor. Madem böyle, bu evlenip evlenmeme kararı da evvelden olan olaylarla belirleniyor demektir determinizme göre, yani Ateizme göre. O bakımdan iddia ediyorum: Ateist olduğunu söyleyenlerin tamamına yakını bunu bilmezler. “Ne diyon sen ya, ben istediğimi düşünürüm, bana kimse karışmaz” derler. Halbuki bu lafla öyle bir şey söylemiş oluyor ki haberi yoktur. Söylediği ise şudur: “Benim düşüncelerim, seçimlerim hiç bir sebep olmadan meydana gelir” demiş oluyor aslında. Yani şunu söylemiş oluyor: “bu düşünce kendi kendinin sebebidir.” Bu ise zaten çok saçma bir şeydir. Sorsan onlara: bir şey kendi kendinin sebebi olur mu? diye, yok ya olur mu öyle saçmalık derler.
*** Dedi: "BİZ NE YAPIYORUZ, BİZE SUNULANLARLA SEÇİM YAPIYORUZ." Cevap: Bu seçimlerin sebebi var mı? Varsa, onun sebebi var mı? Demek ki bu seçimlerinde de hür değilsin, başka şeye tabisin. -- Not: Allah’a sövenlere soruyorum: Bu sövmeleriniz, mevcut mu değil mi? mevcut değil mi? devam ediyorum: bu mevcut, başka bir mevcuttan mı meydana geldi yoksa yokluktan mı meydana geldi? "hiçten hiç birşey çıkmaz" akli delili gereğince, bu mevcut başka bir mevcuttan çıkar demelisin. Yani sen iraden de yine hür değilsin. Çünkü bu davranışın senden önceki varlık tarafından yapılıyor. Hani senin özgür iraden…
*** Dedi: Kürşat Otçu, amacın nedir? Bu anlattığın olayla ateizmi çürütmeye çalıştığın belli ama ben zaten senin anlattığın durum yüzünden ateist-satanist arası bir insan oldum. Cevap: Seni imtihan etmiyor ki. Böyle imtihan olur mu? baştan bilecek ne yapacağını, bir de seni imtihan edecek, buna çocuk bile güler de yüzyıllardan beri bazı şeylerden dolayı böyle inanılıyor. Derin konular bunlar. Ama şuna emin olun ki aslında piyasadaki kitapların ekserisinde Ehli Sünnet’in dediği gibi değil yani bu işler. Bunar çok basit düşünürler, insan gibi bir ilah tasavvur ederler ve sizin gibi şahısları bu sözler tatmin etmez, etmemeside lazım. Aslında. doğruyu bulmak zordur. Ama siz bunu bulmaya gayret edeceğinize sövüp saymaktasınız. Evet anlatılanların çoğu saçma ama siz de gayret gösterin, inceleyin, felsefi ve kelami eserlerini. Mesela anlatılıyor: Allah adaletli diye. Bak ben Allah’a inanıyorum ya, ne diyorum: Allah adaletle vasıflanamaz, Allah merhametli değildir, Allah’ın iradesi yoktur, Allah görmez, duymaz. Bakın bu bilgileri ben kolay elde etmedim ama hala bir determinizm meselesini bile anlatamıyorum, sizi inandıramıyorum ki bu konular daha derindir. Denebilir ki sen böyle diyorsun ama bak Kuran böyle. Sen ne diyorsun? cevap: Ben Kuran’a inanıyorum ancak bununla bir mana kasdedilmemiştir diyorum. Delillerim var, kolay değil bu işler. Ama samimiyetle şunu söylemek istiyorum: Kendilerine teist diyen Allah’a inandığını söyleyen insanların önlerindeki engeller zaten ortada, ben bunu biliyorum. Siz ise daha bu engellerle yüzleşmediniz. Bunu yarış olarak düşünürsek, millet bir kaç metre yol almış, siz daha hala doğru yerde miyim değil miyim diye hesap yapıyorsunuz. Yani bu kolay değil, siz daha Allah’ın varlığını kabul etmemişsiniz. Durumunuz çok zor; bak beni her ortamdan kovarlar mesela. Neden? çünkü cevap veremezler. Yani ben bunları çok gördüm. Kendinize yazık ediyorsunuz. Şunu unutmayın: Allah düşünmez, plan yapmaz, imtihan etmez, duygusu yoktur, acıması yoktur, sevme duygusu yoktur, kin duygusu yoktur; yani kızması ve sinirlenme olayı yoktur. Kuran ise "antropormorfik" insan biçimci anlatımlarla doludur. Yani inandığını söyleyenler neden bu kadar çatışma içinde dersiniz. Bakın biri Kuran’a o anlamı veriyor, öbürü bu anlamı veriyor. Yani Allah kulların Kuran’la saptırıyor. (Nalh 93) Bunlar gerçekler, siz felsefe okumalısınız. Eski ve yeni dönem felsefe, özellikle metafizik, din felsefesi okuyun. Derin bilgiler genelde oradadır. Kelamda da fazla derin bilgi yoktur. Filozoflar kelamcıları bu bakımdan küçümser. İbn Sina İbn Rüşd gibi..
*** Biri dedi ki: "herşeye niye sebep arıyorsunuz?” bir olay olabilir, biz bu olayı değerlendirip A deriz ama eminim ki aynı olay aynı şartlarda tekrar olsa bir B cevabı alınırdı. Etkileşim her şeydir ama kararı olaylar değil, biz veririz. Karar verme eylemini hissederek gerçekleştiririz. Esas olan budur. İnsan sebepsiz yere gülebiliyorsa sebep aramanın gereği yoktur." cevap: Sebepsiz sonucu kabul edenleri kimse kabul etmez. Eğer sen sebepsiz sonucu kabul ediyorsan, o vakit boş bir odada kendiliğinden bir buzdolabının olmasını da normal karşılaman gerekir. Bunu normal karşılarsan, seni normal karşılamazlar.
*** Dedi: “Evrim teorisiyle ilgili olarak okudun da ne anladın? Sonuç ne?” Cevap: Darwin, gençliğinde gemiye biniyor, Galapagos adasına gidiyor, burada araştırmalar yapıyor. Beş yıl inceliyor ve şu sonuca varıyor: türler birbirinden türedi, çünkü türlerin benzerliklerini görüyor, ancak 1850 de çıkarttığı Türlerin kökeni’ni o zamanlar daha teknik geride olduğundan, detaylı inceleme olanağı yoktu. Kendisi çok emin ifadeler kullanıyordu. Daha sonra dedikleri teknik ilerlediğinde çürütülecekti (yani insan vücudunun çok karışık olduğu gibi konular anlaşıldı). Bu kitabı yayınlanınca; zaten Ateizm bilinen bir şeydi, ancak Darwin bu görüşü daha evvel de yaşayanlardan almıştı, Lamarc’tan. Lamarc, türler, zor altında gelişir demişti. Mesela zürafanın niye boyu uzun? Çünkü kaldığı yerde yiyecekler ağaçtaydı, o da kendini zorladı ve boyu uzadı. Geyik niye hızlı? Çünkü aslan peşinde gibi açıklamalarda bulunuyordu, Lamarc. Ancak Darwin’in en önemli orjinal görüşü şuydu: “Güçsüz olan elenir” mesela canlı türleri var ya, güçlü güçsüzü yiyor ya, güçlü kalıyor ya; sonra bu güçlüler çiftleşiyor ve tür güçlülerin çiftleşmesi ile daha güçleniyor. Bir önceki nesilden daha iyi oluyor ve böyle böyle, gelişe gelişe türler evrim geçiriyor diyor Darwin. Fakat buna kendi zamanında delil bulamıyor ve şunu itiraf ediyor: “Eğer dediğim gibiyse yani tek bir türden (o da denizde olan bir hücreyle başlıyor) yani tek türden böyle gelişe gelişe hayvanlar olduysa, mesela denizden karaya çıkma, sürüngen olma, karadan havaya çıkma ve kuş olma. Yani bunlar bir türden ise diyor, geçiş formu denen yani sürüngen-memeli karışımı, yani karadan - havaya geçerken kalan, ölen hayvanların fosilleri kalması lazım ve çok olması lazım bu ara fosillerin diyor. Bulamadık bunları, yani ara geçiş formlarını diyor. Sonra diyor ki: “Ama tahmin ediyorum ki, teknik ilerlediğinde kazılacak ve bulunacak”. Ama 150 yıl geçti ve bulunamadı, hatta öyle oldu ki evrimciler şaşırdı, bir delil lazımdı onlara; ne yaptılar? şunu yaptılar; yani kendileri yaptılar bu delili. Örnek vardı: Pitdown mıydı neydi. Hani adamın biri, insan kafatası ile orangutan çenesini birleştirmiş, onlara bir madde ile eski görünümü vermişti. Bunu bulduğunu söylediğinde bütün evrimciler bayram yaptı. Elli sene sonra mı, 30 sene sonra mı adamın biri, yeni bir şey keşfetmiş, kemik yaşını gösteren bir şey bulmuş. Müzedeymiş bu kafatası. Ona bunu yapmışlar yani yaşını ölçmüşler, meğer birkaç yüzyıllıkmış bu kemikler. Bu kafatası yani, çene de öyle. Adam orangutan çenesinin dişlerini eğelemiş, düzeltmiş ve bunun üç kağıt olduğu saptandı. Zaten ateistler bu görüşe sözde bağlıdırlar. Çünkü onlar buna dayanmaz. Zaten onlara: “Bu dünya nasıl oldu?” dersen, zaten orda şaşırıyor bunlar. Madde ezeli, başlangıcı yok derler esas. Bu Darwin olayı onların esas delili değildir yani.
*** İlk olarak hür iradeyi savunanların delili alay metodudur. Derler ki: Bunlar anlayışsızdır, hür irademiz olduğunu anlamıyorlar mı? Mesela ayağa kalkmak istiyorum ve kalktım. Ne yani ben başka bir şey yapamaz mıydım? Elimi kaldırmak istiyorum, işte kaldırdım. Beni kim zorluyormuş? Benim hür olduğum bu kadar açık. İstediğimi yapıyorum, istemediğimi yapmıyorum. İnsan kendinde bunu zaten hissediyor. Şu da onların sorduğu kuvvetli bir sorudur: “Kadere rıza göstermek vaciptir, yani gereklidir. Ama size göre zina yapmak da Allah’ın iradesiyle oluyor. Yani Allah zorla yaptırıyor. O halde kul zina yaptığınada mı rıza gösterecek? Çünkü size göre zina yapmak da kaderdi. Kişi zina yaptığına ve Allah’a sövdüğünede mi rıza gösterecek? Halbuki küfre (kafirlik) rıza göstermek de küfürdür. Bu bir çelişki değil mi?” derler.
Not: Bunların cevaplarını verdim. Gazali’nin İhya adlı kitabından göstermiştim.
Bir de şunu derler: “Allah ezeli ilmiyle bizim ne yapacağımızı bildiği için yazdı. Yani Allah’ın ne yapacağımızı bilmesi, bizi zorlamaz. Çünkü ilmin görevi bilmektir; o zorlayıcı bir etkiye sahip değildir” derler. Takvim örneğini verirler ki meşhurdur: “Bu takvimi hazırlayanlar şu tarihte güneş tutulacak diye yazıyolar ya, onlar yazdığı için mi güneş tutuldu, yoksa tutulacağını bildikleri için mi takvime yazdılar?” diye sorarlar. İnsanların çoğu der ki: "bildiği için yazdılar." Onlar da der ki: “İşte Allah da bizim hür irademizde ne yapacamızı önceden biliyor ya, işte ondan dolayı, kulların hür iradeleriyle ne yapacaklarını bildiği için, levhi mahfuza yazılıyor. Yoksa öyle yazıldığı için, kul o yazılanları zorla yapmış olmuyor.” Sonra şunu derler: "İlim maluma (bilinen olaylara) tabidir." Yani ilmin özelliği tabi olmaktır; eğer ilim, tabi olmuyorsa ona bilgi değil, bilgisizlik denir. O bakımdan Allah’ın yapacaklarımızı önceden bilmesi, bizi zorlamaz derler. Bu onların en fazla kullandığı yoldur.
*** kursat: son görüşümü bilmiyorsun değil mi zafer: anlatsana kursat: bu sefer şaşıracaksın zafer: nerde kalmıştık, haydi kursat: Allaha zalim dedim Zafer: Daha önceden de demiştin kursat: yo, ilk zafer: daha önceden adaletsiz diyordun galiba kursat: adaletsiz demiştim, bak zalim ama bu O’nun için eksiklik değil kursat: alem sonradan mı oldu zafer: evet kursat: neyden sonra zafer: Allah’tan sonra kursat: ne kadar sonra? sonlu bir süre sonra mı sonsuz bir süre sonra mı zafer: sana desem ki sonlu bir süre sen diyeceksin ki: ezelden sonraki sonlu süre de ezelidir. sonsuz süre dersem henüz gelmemiştir. kursat: ne diyorsun zafer: ikisini de demiyorum kursat: ya sonlu diyecekceksin ya sonsuz zafer: bilmiyorum kursat: madem ikisini de demiyorsun, o halde neden aleme sonradan diyorsun zafer: öncemi ya? önce de değil. neysen önce mesela zafer: sen aleme ezeli mi diyorsun kursat: ben aleme öncesiz diyorum, başlangıcı var ama ( bu görüşümü sonradan değiştirdim, başlangıcı yok dedim sonradan) zafer: hem başlangıcı var, hem de öncesiz nasıl diyebiliyorsun kursat: şöyle, sudur görüşü vardır, Plotinos çıkardı bunu eskiden, 300’ lü yıllarda. taşma demek zafer: yani kursat: alem Allah’tan taştı, çıktı dedi. ancak alem Allah’tan zaman olarak sonra değildir, beraberdir dedi. Bu görüşü Farabi ve İbn Sina’da savundu. ancak bir problem var, bu görüşe göre Allah’ın başlangıcı kabul edilmiş oluyor. onlar bunu göremedi ben gördüm. napacağım bilmiyorum. zafer: he he kaldın mı ortada kursat: he kursat: üç haftadır bu düşüncedeyim milim ilerleme yok, napacağım (neden bu durumdaydım? çünkü teselsül meselesi kafamı zorluyordu. Çünkü ben o zamanlar şunu anlamıştım: teselsülü reddetmek, Allah’ın varlığının başlangıcını kabul etmeyi gerektiriyordu ve kitaplarda devamlı teselsül batıl diye okuyordum ve arada kalmıştım ama sonra yani bu durumdan üç ay sonra filozofların da, kelamcıların dediği manadaki teselsülü kabul ettiklerini öğrendim ve rahatladım. Yani adamlar bunu gördüler de pek fazla açıklanmıyor bu husus. O bakımdan ben tesesülü kabul etmediğim için Allah’ın varlığının başlangıcını savunmak durumunda kaldım ve üç ay bunu savundum, ama içim yana yana… kursat: aleme sonradan diyenlerde aslında Allah’ın varlığının başlangıcını kabul ediyor ama farkında değil ispatlayayım mı zafer: ne kadar sonra meselesi ile direkt olarak ispatlanmış oluyor kursat: evet, anlatayım da daha iyi anla, yukarda şöyle dedik: Allah’tan sonra; ne kadar sonra, sonlu bir süre sonra mı yoksa sonsuz bir süre sonra mı zafer: evet kursat: eğer sonsuz süre dersen şunu soracağım: sonsuz süre tüketilebilir mi sonuna varılabilir mi zafer: hayır kursat: o halde sonsuz süre olsaydı alem varlığa gelemezdi değil mi? halbuki alem varlıkta o halde sen ne demeye mecbur kalacaktın? Sonlu süre geçti demeye mecbur kalmayacak mıydın? zafer: evet kursat: bende diyeceğim ki: sonlu süre diyorsan başı ve sonu belli olması lazım değil mi zafer: evet kursat: sonuna alemin başlangıcı diyorlar değil mi zafer: evet kursat: başına ise Allah dedikleri için yine Allah’ın varlığının başlangıcını kabul etmiş olmuyorlar mı? Anladın mı? zafer: anladım kursat: yani hiç kimsenin görmediğini gördüm ve tıkandım. bütün deliller Allah’ın varlığının başlangının varlığını gösteriyor napacağım, yani suduru kabul edenler şunu göremedi. onlar bunu kabul ettiler ve Allah’ı başlangıçsız kabul ettiler ama sorun şuydu zafer: başlangıç varsa başlangıcın öncesi de olması lazım değil mi kursat: evet problem o işte; sorun şuydu: onlar aleme de, Allah’a da ezeli dediler ama problem şu; olaylar geriye doğru sonsuza dek gitmiyor bu kesin delille sabit, hal böyle olunca, Allah ile alem zaman olarak farklı değil diyen sudura göre nasıl ki alem geçmişe doğru sonludur ve başlangıcı vardır, o halde Allah’ın da başlangıcı olmalıdır. işte tıkandığım nokta bu, kimseye anlatamıyorum zafer: sen iyi tıkanmışsın kursat: napacağım, ne tavsiye ediyorsun zafer: dinlen biraz kursat: ama bir karar vermeliyim, delillerimi nasıl buldun, bir mantıksızlık gördün mü zafer: güzel, her zaman ki gibi kursat: peki sence ne mana çıkıyor zafer: bence bir şey çıkmıyor kursat: yani Allah, alemi yoktan yarattı nasıl denecek zafer: vardan yarattı da denemez kursat: sudur görüşüne göre zaten Allah’ın yaratma sıfatı yok ki, bilmesiyle oluyor bu olaylar, yeniplatonculuk, kurucusu Plotinos, Farabi bundan aldı bu görüşleri, İbn Sina’da Farabi’den, ben o bakımdan hep Allah’ın ilmiyle oluyor bu işler diyordum. işte bunlardan öğrendim. Yani ehli sünnet var ya bunlar çocuk gibi, bu adamlar çok ince bilgiler veriyor. zafer: nereden biliyorsun ehli sünnetin bütün bunları geçip tekrar bulundukları noktaya gelmediklerini kursat: ya ehli sünnet çok basit düşünür zafer: düşünmez kursat: onların içinden geliyorum ben kursat: Allah bizim burada yazışacamızı önceden biliyor muydu Veysel: Evet biliyordu. kursat: O’nun olacağını bildiği şey başka türlü olabilir miydi Veysel: hayır. Çünkü hem biliyor hem de öyle olmasını istiyordu. kursat: o halde bizim burada yazışmamızı mı istemişti Veysel: yazıştığımıza göre evet istemişti. kursat: Allah’ın meydana gelmesini istediği birşeyin meydana gelmesini bir kuvvet engelleyebilir mi Veysel: hayır kursat: o halde biz de burada yazışma fiilimizin meydana gelmesini engelleyemezdik değil mi Veysel: Allah engellememizi istememizi istediyse biz de bunu isteyip yazışmayı kesebiliriz. kursat: ya istemediyse Veysel: o zaman devam ederiz. kursat: o halde biz öyle kafamıza göe hareket edemiyoruz öylemi Veysel: "Kafamıza göre" lafı çok muğlak. Ama kaderden ya da Allah'ın isteğinden bağımsız ya da isteğinin tersine hareket edemiyoruz bence bu doğru. kursat: Allah’ın isteğinin tersine hareket edemiyorsak bizim hür irademiz nerede Veysel: Son soru dediğim buydu, sende cevap var mı? Ben kendiminkini yazarken sende cevap varsa onu yazabilirsin. kursat: ne cevabı, cevap açık zaten Veysel: Yani sorunun geniş hali şu: "Hür değilsem, yaptıklarımdan da sorumlu tutulup mesela cehenneme atılırsam, bu adalet midir?, bu zulüm olmaz mı?" sorusu. kursat: Allah zalimdir zaten, ama O’nda bir eksiklik değil bu Veysel: Kürşat, Senin çözüm için dediğin şey işin kolayına kaçmak, bence çözemeyince saçmaladın. Allah zalimdir demek, "Allah geleceği olmadan önce bilemez" demekle benzer bişey. Begenmediğin ayetleri yalanlarsan her problemi aklın sıra çözmüş mü olacaksın. kursat: Allah zorla günah işletmiyor mu, ispatlamadım mı 10.000 delili var bunun Veysel: Yani haşa Kuran’da "Allah zalim değildir" anlamındaki ayetleri inkar mı ediyorsun? kursat: ayetlerin anlamını inkar ettim, başka yol yok, çıkış yok, manasız dedim albatros: sevapta öyle değil mi ona bakarsan kursat: evet albatros: eee kursat: yani mana yok bu hayatta albatros: tamam işte, Allah iyi ya da kötü olamaz, merhametli de olamaz kursat: Kuran’a mana vermeye kalkanın ayağı kayar ( manasızlık ile ilgili görüşümü sonradan değiştirdim. Yine Allah bir şey kasdetmedi bu ayetlerle ama bu ayetlerden anlam çıkabilir diyorum; ama baktım akli delillerle zıt bir mana var ayette o halde ayeti ya tevil ediyorum, yani başka bir mana veriyorum. Bunu da yapamıyorsam, bu sefer diyorum ki: “Allah bu ayetle kullarını saptırıyor” ) kursat: Allah’a kötü denebilir iyi de denebilir albatros: ne kötü olabilir ne iyi kursat: çünkü kötülük yapana kötüdür denebilir, iyilik yapana iyi dendiği gibi, bizim bakış açımıza göre düşünürsek bunlar Allah’a denebilir. Ancak O’nda bunlar kusur olmaz, eksiklik olmaz neden mi albatros: bizde de kusur değil ki kursat: biz de kusur albatros: yaşamın anlamı bunlar kursat: neden Allah için bunlar eksiklik değil biliyor musun? Çünkü bir şeyin eksik olduğunu söylediğimizde onun tam da olabileceğini hesaba katarak konuşulur. yani daha iyi olabilirdi şeklinde ( aslında bu lafta yanlıştır, çünkü hiçbir şey olduğundan başka türlü olamazdı), ancak Allah başka türlü olamazdı, çünkü onu etkileyen yoktur, o bakımdan bunlar onun için eksiklik değildir kursat: bir anımı anlatayım mı albatros: peki kursat: bu samsun merkezde cami hocalarının hemen hemen hepsi beni ya tanır ya duymuştur, neyse bu hocalar içinde ancak merkezde değil bir genç hoca var, onunla daha önce konuşmuştum, bir gün bu bir arkadaşıyla izin yaparken camileri geziyor, bir camiye geliyorlar merkezde ancak bu şahıs bana benziyor, yanındakine hoşgeldin falan diyolar buna bir şey demiyorlar, bu kızmış “bende hocayım, bana niye böyle davranıyorsunuz” demiş. “sen kürşat değil misin” demişler. kursat: daha çok böyle anım var yani, bu şahıs beni bir yere götürdü merkezden uzak bi yer, ilk tanıştığımız gün, gittik. ben tam konuşacağım birkaç kelime konuştum, dediler ki: “biz yatacağız” saat akşam 8 yani, kızdım, tam giderken bunlara bir soru sordum, o ara oraya beş kişi gelmişdi, ben soruyu sorunca, “sen şu beden öğretmeni varmış, o musun” dediler, “evet” dedim, “gelin konuşalım” dedim, “sen yanlışsın, ya bu, biri var onunla konuşmuş ( Şam’da eğitim görmüş biriydi bu) adamı konuşturmamış” dediler, aslında ben adama tek soru sormuştum, yarım saat cevap alamamıştım. soru: “cüzi iradeyi Allah mı yaratır” idi. neyse bu arada nasıl oldu anlayamadım, beni dışarı doğru itmeye başladılar albatros: olacağı bu kursat: ve bir anda kapı yüzüme kapanıverdi, ayakkabımı bile zor buldum, yani çok olay başıma geldi, o bakımdan benimle konuşmazlar. daha dün Samsun’da nurcuların lideri var, telefon açtım konuşmak istediğimi söyledim, “müsait değilim” dedi, “ne zaman müsaitsiniz” dedim, “bilmiyorum ki” dedi. Halbuki gün boyu evde kendisi. Veysel: Kürşat, sen de biliyorsun ki Kuran mana verilmeye en değecek kitap, yoksa sen dahil bu kadar akıllı adam üzerinde kafa patlatmazdı. Bence sadece şu anda psikolojik olarak iyi değilsin. Bazı şeyleri çözemedin diye ayetleri inkar etmen gerekmez. Ben herşeyi delilli konuşurum diyorsun: Allah ben zalim değilim diyor, sen yok zalimsin diyorsun. Haşa Allah yalancı mı. Bunun delili nedir? Kürşat sende soru çok, güzel, fakat cevap yok. Sen itikadi mezhepler arasındaki kader ile ilgili tartışmaya: "Herşey cebridir, Allah zalimdir" diyerek bir çözüm bulduğunu söylüyorsun. Başka birisi de çıkıp dese ki "Herkes Cennete gidecek, kimse cehenneme gitmeyecek", bu da mı bir çözüm olacak, hangisi daha doğru ya da yanlış? kursat: bak soruyorum sana: iradesi olmayan bir şey kasdedebilir mi? Veysel: Sorma, mantıklı cevap üret kursat: sordum albatros: sormadan öğrenilmez Veysel, kürşat’ı takdirle izliyorum ve yolunu doğru buluyorum. Veysel: Kürşat, televizyona çıkıp öğrenmek için soru mu soracaksın? kursat: öğretmek, ben ilahiyata, ünivesiteye gittim iki yıl önce, bir kapı aralıktı girdim içeri, adam fıkıhçı, ona kaderi anlattım, iki dakika oldu, adam bana dedi ki: “öğrenmeye mi yoksa öğretmeye mi geldin” “öğretmeye” diye cevap verdim. “ben bilmiyorum” dedi albatros: öğrenmeye deseydin keşke.. kursat: çıkarken bir soru sorayım dedim: Allah günahların işlenmesini irade eder mi dedim, etmez dedi, günahlar işleniyormu dedim, evet dedi, o halde dünyada Allah’ın iradesinin dışında bir şey mi oluyor dedim, birden güldü ve sustu, bende gittim. Veysel: Gücüne gitmesin ama Kuran manasızdır, Allah zalimdir diyen birinden yanlış şeyler öğrenebilirim diye düşünüyorum. kursat: olabilir, ben çok hataya düştüm, belki yine hatadayım albatros: bu güzel işte kürşat. kursat: ama uğraştım didindim, bu noktaya geldim, bildiğim bu kursat: bir defasında gençlerle konuşuyorum, bana dediler ki “bize kafir mi diyorsun”, “evet” dedim, kızdılar, kursat: ben gidiyordum, beni çağırdılar, dövme planları var, çevremi sardılar albatros: yaaaa kursat: o ara ben Said Nursi kadere inanmaz demiştim, kızdılar, biri dedi ki: madem her şeyi biliyorsun, birazdan dayak yiyeceğini de biliyor musun” dedi, ben de o zamanlar Allah’ın iradesini inkar etmemiştim. Allah dilerse döversiniz, dilemezse dövemezsiniz demiştim, birden bire şamar vurdu biri bana, var onbeş kişi, diğerleri öbürünü tuttular, öyle bitti. Veysel: Çok kibirlisin. Soruları cıkarmakta en iyisisin, ama afedersin çok külüstür bir cevap çıkarıcısın. Senin de dediğin gibi itikadi konular şakaya gelmez. Millete kafir diyorsun, ama senin demin hata olabilir dediğin cevapda küfür olamaz mı ("Kuran manasızdır, Allah zalimdir" lafları). kursat: aslında bana insanların inanmaması çok normaldir, öyle yani, şaşırmam albatros: heralde yani, çünkü onlara göre;din akıl işi değil nakil işidir.. kursat: hatta inanırsa biraz şaşırırım, çünkü benim bu dediklerim piyasada satılan kitaplardan pek değildir, daha çok kütüphane raflarındaki pek okunmayan kitaplarda yazar bunlar, derin konular. Bak mesela şu an okuduğum kitabı beş sene önce okudum ve bir cümle anladım anlamadım, şimdi ise hem anlıyorum hem eleştiriyorum, kolay değil, bir sayfası yirmi dakika alıyor bunu okuması, “Tehafüt’ül Tehafüt” yani “Tutarsızlığın Tutarsızlığı” İbn Rüşd yazdı, çok zor, mesela Said Nursi’nin kitabları bunların yanında alfabe kitabı gibi kalır. albatros: kürşat, oruç zamanı neden güneşle alakalı olarak belirlenmiş? kursat: nedensiz albatros: oruç neden peki? kursat: öncesiz ilme göre olduğundan diyorum ya, her şey nedensiz albatros: oruç tutulmalı mı? kursat: evet albatros: güneşe göre mi? kursat: evet albatros: Kuzey İskandinav ülkelerinde olanlar ne yapacak peki, yirmi saati aşan güneşli günler oluyor. kursat: ona bir cevap veriliyor, yakınındaki normale yakın yerin saatini kullanacak o vakitlerde yapacak ibadetini, takvimine göre albatros: hangi yakın kursat: normale yakın bir durumu olan yerin takvimini alacak kullanacak, beş vakit namaz vakti olan yerin albatros: normale yakın.. kursat: evet albatros: Kuranla çelişmez mi o zaman, süresi belirtilmiş. kursat: öyle bir çözüm önerilmiş, kabul edilmiş albatros: kafasına göre yani.. kursat: evet albatros: bu da sana göre doğru. kursat: öyle
*** Resulullah dedi ki: “Hayrı ve şerri ile kadere iman etmeyen kimseyi Allah ateşte yakar.” (Ahmed)
*** Aleme hadis diyenlere soru: Yaratıcı evreni niçin daha önce yaratmadı da sonra yarattı?
*** Kuran 17:44 bu ayete şöyle mana verilebilir: Göklerde ve yerde olanların tümü Allah’ın varlığına delil teşkil eder.
*** Augustinus demiş ki: “Bu dünya olmasaydı biz bilmezdik. Tanrı bilmeseydi bu dünya var olmazdı.” *** Alışkanlık, adet kazanılan bir şeydir. Kazanılan şey ise zaman içinde olur, yani alışkanlığı olan bir varlık evvelden bu alışkanlığa sahip değildi de zaman içinde bunu kazandı manasına gelir. Bu ise bu varlıkta değişme olduğu manasına gelir. Zira evvelden böyle alışkanlıkları yoktu, sonradan kazandı anlamına gelir. Halbuki Allah için değişiklik olamaz. O bakımdan bu ayetin zahirini alamayız. Yani Allah’ın adeti, alışkanlıkları yoktur. Bu terim de antropomorfiktir.
*** Allah başka türlü bilebilir miydi? Yani Allah’ın öncesiz ilmi, ilmindekiler başka türlü olabilir miydi?
*** Allah Kuran ile hiçbir mana kasdetmedi, sadece ayetlerin böyle olacağını biliyordu. İradesi olmayan neyi kasdedebilir ki?
*** Kitap: Ortaçağ İslam felsefesine Giriş Yazar: Oliver Leaman _Sayfa 41: Böyle bir görüşe göre, Tanrı’dan başka her şeyin yok olacağını söyleyen ayet, ya Tanrı’nın biricikliği ve kendi kendine yeterliliğini ifade etmenin mecazi bir şekli olarak yorumlanabilir. __Sayfa 54: Gazali, kainatın belli bir zamanda varlık alanına çıkması imkanını savunmak zorunda olduğunun farkındadır. O eğer Tanrı isteseydi alemin gelecekte belli bir zamanda varlık alanına çıkmasını ezelde dilemesinin kolaylıkla mümkün olduğu şeklindeki Eşari görüşü tekrar eder. Kaldı ki Kuran’a göre Tanrı’nın tüm söyleyeceği şey “Ol o da oluverir” (Yasin 82)’dir. Alemin varolmasını niçin erteleyemesin? Bu durumda dünyanın gelecekte belli bir zamanda varolması pekala mümkündür. Böyle bir imkana karşı filozoflar tarafından yöneltilen geleneksel itiraz, bir şeyi belli bir zamanda yapabilecek güce sahip olan birinin bu işten vazgeçmesi için bir nedenin bulunması gerektiğidir. Eğer O, X’i istiyorsa ve onu elde edebilecek gücü de varsa, yapılan işin O’nun isteğini tatmin edebilmesi için niçin belli bir süre beklemek zorunda kalsın ki? Her şeye gücü yeten bir Tanrı’yı bu maksadı gerçekleştirmekten alıkoyacak herhangi bir şeyin bulunması kesinlikle mümkün değildir. Farabi’nin de ifade ettiği gibi: O’nun bir şeyi yapmasını geciktiren şey, onu yapmasına engel teşkil eder. Dolayısıyla onu ilerideki bir zamanda yapacak olursa, ortaya çıkacağını düşündüğü ve bildiği başarısızlık O’nun o şeyi yapmasını önleyen bir engel oluşturur. Eğer başarısızlığın hiçbir sebebi yoksa, o şeyin yokluğunu varlığına tercih etmek mümkün değildir. Öyleyse o niçin vuku bulmadı? Eğer O başarının kişisel olarak tek sebebi idiyse, fiilin icrasının zaman bakımından ertelenmesi değil her ikisinin birlikte vuku bulmaları gerekirdi. Bu bakımdan fail bir şeyin kendi elinden meydana gelmesinde başlı başına yeterli olduğunda, bundan o şeyin varlığının failinin varlığından daha sonra olmadığı sonucu çıkar.
*** Blondel demiş ki: “İstemek istemiyorum, gerçekte istememeyi istiyorumu ifade eder.”
*** Dedi: Evet doğruları söylemişsin, inanmayan çogu insanın başlangıçta vardığı çelişkilere varmışsın da anlamadığım inancını halen nasıl kaybetmediğin. Dedigin gibi Allah kullarını saptırıyor olabilir bir nedenle, nedeni neyse sen söyle ya da bütün bunlar insanların uydurdugu bir saçmalıktır. Allah’a inanmanı anlayabiliyorum da halen Kuran’a nasıl inandığını anlayamıyorum; bütün çelişkilere rağmen. Şu an inanılandan farklı bir Tanrı olamaz mı sanki. _Cevap: Bu cevabı okuyunca tutuldum kaldım. Şunu diyeyim ki, ben bu kadar kitap okudum. Ancak inanın ki okuduğum kitapların toplamının detayı Kuranı’n inceliğinin yanında milyarda biri etmez. Bakın Kuran nedensizdir; bütün olaylar gibi. Ve Allah kullarını saptırmayı irade etmedi. Zaten O’nun iradesi yok. Şimdi soruyorum: O neyi irade edeceğini ezeli (öncesiz) ilmiyle biliyor muydu? “evet” derseniz, gördünüz ki O’nun iradesinin hükmü kalmıyor. Zaten ilminde neyin olacağı bellidir. Daha belli olan tekrar belirlenir mi? Bu işler süper derindir ama ateistler elbetteki klasik anlamda anlatılan Teizm düşüncesinde çok gedik bulur ve bulmalıdır da zaten. Kuran kesinlik her zaman arzetmez. Ancak bu ayetler akli delil ile sabit olursa ancak o zaman kesinlik ifade eder. Hem herşeyi Allah olmadan önce bilecek hem de bu dünya imtihan dünyası olacak? Hem herşey O’nun iradesiyle olacak hem de merhametli olacak? Merhamet acımak demektir, zaten bu anlayışa göre kulları bu hale koyan kendisidir. Böyle acıma olur mu? Yani aslında Allah’ın duygusu yoktur, etkilenmez, kin gütmez, sevme ve sevmeme duygusu olmaz. İntikam gütmez, yardım etmesi yoktur. Zaten herşeyin sebebi Allah’tır. Yani kulların hareketlerini de o yaptırıyor. Ne yardımı? Görmez, duymaz. Görür diyorlar, nerden görüyor o halde? Arada mesefe mi var? Bakın gördünüz, bunlar insanbiçimci ifadelerdir. Kuran’da bunlar çoktur. Ancak nedensiz bir ilimle olan Kuran’da bu yönüyle nedensizdir; yani “Allah niye saptırıyor, niye böyle yaptı?” diye sorarsanız, alacağınız cevap şudur: Nedeni yok. Çünkü mantıken öncesizliğin nedeni olamaz. Unutmayın ateaistler böyle sövüp saydığında Allah onlara kızmaz. Ama onlar iman etse sevinmez de...
Müslüman bir insan akli delillerle ulaşabildiği şeylere emin olarak inanmalıdır. Ancak akli olarak sabit olduğuna inandığı konulardaki ayetlerden, evet bunlardan şu mana çıkıyor diyebilir. Ancak şunu unutmasın bu manayı kendisi çıkarıyor yoksa Allah bu ayetle bir şey kasdetmedi. Zira iradesi olmayan mana kasdedemez. Yani Kuran’ın antropomorfik bir anlatımı sergilediğini unutmamalı, yani insanbiçimci. Kişi bu konuda iyice bilgi edinmek istyorsa Kelamdan ziyade Din felsefesi, metafizik okumalıdır. Geçmişteki ve bugüne kadar ki gelen mirasdan faydalanmalıdır. Herşeyi kendi bulmaya çalışmamalıdır. Ben burada determinizm başlığında ateizmin temel görüşünü söylemiştim ve bunun yanlışlığını anlatmıştım, bence siz bu konuya iyice eğilin. Anlattığım şey şuydu: Olaylar zinciri yani sebep sonuç zinciri geçmişe doğru sonzuz olarak mı gider? Bakın ateizm evet der. Ben diyorum ki bu çok açık bir hatadır. Çünkü bu düşünceye göre bizim geçmişimizde sonsuz sayıda olay oldu ve bunlar bitti ve sıra bize geldi demektir. Oysa sonsuz sayıda olay sona eremez; madem geçmişimizdeki olaylar sona erdi demek ki bunlar sonsuz sayıda değil, sonlu sayıdadır. Madem sonlu sayıda, sonlu sayı ise sonlu olur. Yani başı ve sonu bellidir. Sonuna mesela şu anki olay dersek başına da bir olay veya aynı anda olan olaylar diyeceğiz; dolayısıyla bu olayların bir başlangıcı vardır. Ateizmin dediği gibi başlangıçsız değildir.
Not: Sonradan alemin ezeli olduğunu ben de savundum ve teselsülü kabul ettim.
*** Dedi: Resullulah s.a.s şöyle buyurmuştur. ”Nefsim elinde olan ALLAH’a yemin ederim ki”
_Cevap: Allah’ın eli mi var? bu Allah’a cisim demek değil mi? siz Mücessime’ye ( Allah’a cisim diyenler) kafir demediniz mi? Ben şu kararı aldım: Cennet, cehennem, yeniden dirilme olabilir de olmayabilir de bilemem. (Sonradan cennet, cehennem kesin vardır dedim.) Çünkü ben bu ayetlerle Allah’ın beni saptırıp, saptırmadığını bilemem, ancak Allah’ın ilminde bunların olacağı belliyse bunlar olur. Neden böyle dedim? Çünkü Allah kularını Kuran ile saptırıyor. Bir örnek vereyim; iddiam şudur: Allah Kuran ile kullarını saptırıyor. İspat: Kuran’da dua etmek emredilmektedir. Kuran okuyan ne diyor “bu bize emredilmiş, o halde dua etmeliyim” halbuki Allah, Kuran ile kullarını saptırıyor. ( hem de saptırmak isteği olmadığı halde, zira iradesi yoktur. Mesela ben şu an bu yazıyı yazıyorum, bunu yazacağımı ben yazmadan önce de değişmez ilmiyle biliyordu. Peki isteseydi benim bu yazıyı yazma eylemimi varetmeyebilir miydi? Bazı safdiller "tabi ki isteseydi bu fiili, eylemi varetmeyebilirdi" diye atılacaklardır, onlara sorum şu: Bu takdirde sizin de değişmez dediğiniz O’nun ilminde değişiklik olmuş olmuyor mu? ve O cahil olmuş olmuyor mu? Çünkü O değişmez ilminde bu yazıyı yazacağımı biliyordu, eğer bu yazıyı ben yazmayacak olursam Allah yanlış bilmiş olur ki buna cahillik denir.) İşte delil: Dua etmek ne demek? örnek vereyim; mesela biri İstanbul’a gidecek, otobüse biniyor ve dua ediyor diyelim, diyor ki: “Allah’ım sağ salim İstanbul’a gitmemi nasip eyle.” Şimdi sorsam size, “ne var bu işte sakınca olarak?” diye, bana diyeceksiniz ki: "yo hiçbir sakınca yok ki" bakın şimdi:
Dua etmek Allah’a irade kabul etmek demektir, çünkü O’ndan isteniyor, şunu ver, bunu verme diye. Çoğunuz "ne var bunda, zaten Allah’ın iradesi var, ne saçmalıyorsun" dersiniz. Devam ediyorum, ama bu lafta Allah’a değişen, sonradan olma bir irade kabul etme var. Bu duayı edenler çoğunlukla, hem Allah’ın ezeli, öncesiz iradesi olduğunu kabul ediyor, hem de dua ediyor. Yahu size göre zaten ezeli olarak, öncesiz olarak nelerin meydana geleceği Allah tarafından irade edilmiştir; daha neden tekrar "Allah’ım bunu bana nasip et" diyorsunuz? Yani bu şu demek: "Allah’ım eğer dilemediysen önceden, şimdi dile yarabbi, benim sağ sağlim oraya varmamı" demektir . Bu da Allah’ın iradesinde değişme kabul etmek olur. Dua eden, “sonradan da Allah irade edebilir” demek istiyor; haberi yok. Bu kadar değil! Bakın daha neler var: Dua edenler çoğunlukla Allah’ın ezeli, öncesiz ilmini de kabul ederler. Zaten olaylar O’nun değişmez ilmine göre olacaktır, daha dua etmek ne oluyor? ve dua etmekle Allah’ı etkilediklerini düşünüyorlar, yani "ben dua ettim de öyle oldu bu iş", diyor. Sanki Allah onların yaptıklarından etkileniyormuş gibi, durun daha bitmedi, dua etmek şu problemi de beraberinde taşıyor: Allah’ın ilminin değişebileceği savunulmuş oluyor. Çünkü çoğu dua eden şöyle düşünür: "ben dua ettim de olaylar ondan dolayı öyle oldu, eğer dua etmeseydim böyle olmazdı" yani çoğunluk böyle düşünür. Halbuki bu, şu demektir: "ben dua etmeseydim olaylar başka türlü gelişirdi, dua ettiğim için böyle oldu" manasına gelir ki Allah’ın ilminin değişebileceğini savunmak demektir ve Allah’ın ilminin değişebileceğini savunmak ise kafirliktir, zira başka şeyin Allah’ı etkilediği manasını taşır. Yani Allah bu ayette dua etmeyi emretmekle kullarını saptırmış oluyor. Yani şunu diyorum size, dua etmeyin!
Mesela Allah merhametli midir? desem “evet” dersiniz. Merhametli değildir. Neden mi? Merhametin bir anlamı da acımaktır. Halbuki acımak ifadesi Allah için kullanılamaz; çünkü zaten o şahısları o hale koyan kendisidir, hep O’nun değişmez, nedensiz ilmine göre oluyor olaylar. Kuran baştan başa antropomorfik bir anlatım sergiler, yani insanbiçimci ilah anlatımı ve bu anlatımın dış görünüşüne inanan kafir olur. Zira Kuran’da Allah’ın gözlerinden, yüzünden, elinden, arşa oturmasından bahseden ayetler vardır. Kuran’da nedensiz ilme göre olduğundan onun da hakikatta nedeni yoktur. Mesela Kuran’da “Allah’tan başka ilah yok” diye ayet var. Bu akli delille sabittir. Bundan şüphe etmeye yer yok. Zira kanıtları var. Ancak nakli delille bize bildirilen ve akli delil ile ispatlanamayan şeylerden emin olamayız. Haber verildiği gibi olabilir de, olmayabilirde. Zira bu ayetlerle kullarını saptırabilir Allah. Zira dua ayeti nasıl ayetse, yeniden dirilmeden bahsedenlerde ayettir. Bu konuda fark yoktur.
Not: Bu görüşümü de bıraktım. Yani yeniden dirilme ve cennet, cehennem olabilirde, olmayabilirde dedim ya, o görüşü bıraktım ve cennet, cehennem, yeniden dirilme vardır diyorum. Ancak ayetler konusunda şu düşünceyi savunuyorum artık: Akli delille sabit konulardaki ayetlerin direk zahiri manasını kabul ediyorum. ( Mesela Allah’tan başka ilah olmadığı ile ilgili ayet ) Akli delillere zahiri zıt manalar taşıyan ayetleri tevil edebilirsem ediyorum, yok edemezsem “Allah kullarını bu ayetle saptırıyor” diyorum. Şunu diyorum, Allah bu ayetle bir mana kasdetmedi, ancak Kuran ayetlerinin böyle olacağını ezeli olarak biliyordu ve bu ayetler bundan dolayı böyle oldu. Yani bilmesinden dolayı.
*** Önce soruyorum: Allah’ın varlığının başlangıcı var mı? genelde “yok” derler. Tekrar soruyorum: Allah alemi (Allah’tan başka herşey) varetmek için bekledi mi beklemedi mi? eğer "beklemedi" derlerse şu sonuç çıkar: nasıl size göre Allah başlangıçsızsa, o halde alem de başlangıçsız demektir. Halbuki size göre alem başlangıçlıdır ve sonradan yaratılmıştır. Dolayısıyla siz şunu demek durumunda kalıyorsunuz: "Allah alemi yaratmak için bekledi." Eğer böyle derseniz soruyorum: Sonlu bir zaman mı bekledi yoksa sonsuz bir zaman mı bekledi? eğer "sonsuz bir zaman bekledi" derseniz, sonsuz zaman beklemeyle sonuna varılamaz. Öyle olsaydı alemin varlığa gelmemesi lazımdı, oysa varlıktadır. Demek ki siz "sonlu bir süre bekledi" diyeceksiniz. Böyle derseniz soruyorum: Sonlu sürenin hem başının hem sonunun belli olması gerekir. Sonuna alemin varlığa gelmesi derseniz başına ne diyeceksiniz? mecbur “Allah” diyeceksiniz. Yani bu düşünceye göre: "Allah alemden sonlu bir zaman önce önce varlıktaydı; daha önce değil" manası çıkar ki bu ise sizin de Allah’ın varlığının başlangıcını kabul ettiğiniz manasına gelir. İnanın ki ben aslında sizin de haberiniz olmaksızın bunu savunduğunuzu size göstermek istedim. Evet Allah’ın varlığının başlangıcını kabul etmek durumundaki bir şahıs elbette çevresindekiler tarafından alaya alınır, “deli” denir. Zira başlangıcı var denildiği zaman, denecek ki: "O’nu kim başlattı" gibi sorular sorulacak. Bu şahıslar bu anda kendilerini güçlü hissederler ancak yukarıdaki delille aslında onların da Allah’ın varlığının başlangıcını savundukları açıktır. Ancak onlar bunu bilmez ve kendi düşüncelerinde mutludurlar. Ama onlar bilmiyor diye bende mi bunu bildikten sonra bilmezmiş gibi davranayım?
|
Yukarı dön |
|
|
kursat Groupie
Katılma Tarihi: 24 eylul 2006 Gönderilenler: 56
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
*** Soru: Allah alemden önce miydi? "evet" derse, sonsuz bir zaman önce de varlıkta mıydı? "evet" der. Derim ki: Yani sonsuz bir zaman önce varlıkta olan Allah’tan bugüne sonsuz bir zaman geçti ve alem oluştu öyle mi? "evet" derse, soruyorum: sonsuz zaman, sona erebilir mi?
*** Soru: Allah alemden zaman olarak önce mi? "evet" derse, sonlu bir süre önce mi yoksa sonsuz bir süre önce mi? "sonsuz bir süre önce" derse, derim ki: O halde alemin varlığa gelmemesi gerekirdi. Zira sonsuz sürenin sonuna varılamaz. Ama alem varlıkta olduğundan, "Allah alemden sonlu süre öncedir" demek durumunda kalıyorlar. Bu ise Allah alemden sonlu bir zaman önce varlıktaydı; daha önce değildi demek olur ve Allah’ın varlığının başlangıcını kabul etmek manasına gelir.
*** Bak durum çok acayip bir hal aldı. Ben kimsenin bulamadığını buldum. O bakımdan millet dediğimi anlamıyor, bu derin kitapları okuyorum ve onların da bu konuyu görmezden geldiklerini ya da anlamadıklarını şimdi daha iyi anlıyorum. O da şu: Aleme hadis yani sonradan diyor bir çok kişi yani “Allah alemi yoktan yarattı” gibi anlatıyorlar. “Yoktan yarattı” demek alemden önce yokluk bahis konusudur demektir ki alem sonradan yaratıldı demektir; ama burada şu problemler var, şöyle ki: aleme sonradan diyorlar ya, soruyorum: neyden sonra? Mecburen Allah’tan sonra diyecek başka çaresi yok. Yine soruyorum: Sonlu bir süre sonra mı sonsuz bir süre sonra mı alemi yarattı? Sonsuz süre sonra diyemez, zira sonsuz süre beklemeyle sona eremez. Alemin varlığa gelmemesi lazımdı öyle olsaydı. Ancak alem varlıktadır, demek ki sonlu süre sonra alemi yarattı diyecek. Ancak burada şu problem var: Sonlu süre demek başı ve sonu belli olan süre demektir. Sonuna alemin varlığa geldiği anı diyorlar ancak başına mecburen “Allah” diyecekler. Yani bu laf Allah’ın varlığının başlangıcını savunmak oluyor. Bu çok açıktır. Zaten bundan dolayı filozoflar, Ehli Sünnet’i rezil etti, dalga geçtiler. Aleme “sonradan yaratıldı” diyenleri yani. Gazali’nin "Filozofların Tutarsızlığı" kitabında, Gazali onların delillerine karşı cevap vermiyor ama işi yokuşa sürüyordu. Zaten kitapta bunu itiraf da ediyor. Ancak filozoflar da şunu göremediler: Bu filozofların içinde Farabi ve İbn Sina da var: Onlar sudurcuydu, sudur nazariyesini savundular. Plotinus kurdu bunu, bunlar geliştirdiler. Sudur demek taşma, çıkma demektir. Yani “alem Allah’tan taştı” diyorlar. Ancak bu alemin varlığa gelişi Allah’tan zaman olarak sonra değildir dediler. Bunu da bir takım şeylerle anlattılar ve şunu dediler: Allah ve alem ezelidir dediler. Yani Allah’ın başlangıcı yok dediler. Aslında onlar şunu göremedi: Sudur prensibine göre “alem ile Allah birlikte hep varlıktaydı, alem zaman olarak sonradan olmadı; bilmesi olayların sebebidir” diyorlar. Halbuki şu delillerle alemin yani olaylar zincirinin yani sebep sonuç zincirinin geçmişe doğru sonsuza dek gidemeyeceği açıktır. Eğer geçmişimizde sonsuz sayıda olaylar zinciri olsaydı, şu mana çıkardı: Geçmişte sonsuz sayıda olay oldu, bunlar bitti ve sıra bize geldi; yani şu an ki olaya geldi, bu ise denemez. Çünkü sonsuz sayıda olay sona eremez. Ama bu olaylar sona erip bize sıra geldiğine yani şu an ki olaya sıra geldiğine göre demek ki geçmişimizde sonsuz sayıda değil sonlu sayıda olay oldu demektir. Bu ise şu manaya gelir: Madem sonlu sayıda olaylar zinciri oldu geçmişte, o halde bu sonlu sayının; mesela sonu şu an. Çünkü geçmişteki olaylardan bahsediyoruz. Bir başı ise olmalıdır; çünkü sonlu sayıda olay için bir baş olması gerekir. Ancak sudur nazariyesini benimseyenlere göre, yani bu düşünceye göre nasıl alemin bir başlangıcı varsa, Allah’ın da varlıkta başlangıcı olmalıydı. Çünkü onlara göra alem sonradan varlığa gelmedi. Hep Allah ile birlikteydi. Yani onlar da ne dediklerini göremedi. Onlar açıkça Allah’ın varlığının başlangıcı var demedi. Ama dedikleri laf buraya geldi. Şunu diyorum: İster aleme sonradan varoldu deyin, ister filozoflar gibi, sudur nazariyesini benimseyin, Allah’ın varlığının başlangıcını kabul etmeden siz bu alemin varlığını açıklayamazsınız. Durum bu; ancak çoğunluk insanlara bu durumu anlatamıyorum. Onlar bu sorularımı düşünmedikleri takdirde kendilerince bir çözüm yolu bulduklarını düşünüyorlar. Ancak onlar da tam olarak bilmiyorlar ne düşündüklerini, çözüm üretme çabası içinde olmuyorlar.
*** Önce uzayı sonsuz bir cisim kabul edelim ve ondan sonlu bir parça kopardığımızı varsayalım. Bu parçayı (mesela 10 metrekare) kopardığımızda geriye kalan sonlu mu yoksa sonsuz mudur? Eğer sonlu denirse, _Cevap: Geriye kalan sonlu ise ve kopardığımızda sonlu olduğuna göre, sonu + sonlu = sonlu düşüncesine göre uzay sonlu demektir. Eğer sonlu miktarda parçayı kopardığımızda geriye kalan miktar sonsuzdur denirse devam ediyorum; bu kopardığım parçayı tekrar yerine koyuyorum. Şimdi soruyorum: Şimdiki hali kopardığım andaki halinden daha mı büyük yoksa eşit mi? Eşit derse, halbuki "bir cisme sonlu bir cisim eklenince, eklenmeden önceki halinden büyük olur" akli delili gereğince bu cevabı yanlış demektir. Dolayısıyla şahıs bu soruya, yani: “kopardığım parçayı eklediğimde, bu parçayı eklemeden önceki halinden büyük olur mu?” şeklindeki soruya: "evet büyük olur" demek zorundadır. Ama siz bu parçayı eklemeden önceki haline de sonsuz demiştiniz. Soruyorum: Sonsuzdan daha büyük bir boyut olur mu? mantıken olmaz. Dolayısıyla eğer siz parçayı eklediğimde, eklemeden önceki halinden büyüktür diyorsanız, parçayı eklemeden önceki haline de sonlu demek zorundasınız ve ben sonlu miktardaki uzaya, sonlu miktar ekleyince yine sonlu miktar uzay olur. Yani bu delil uzayın ve bütün cisimlerin sonlu boyutta olduğunu ispatlıyor. Not: Sonradan Alemin hacim olarak sonsuz olduğuna inandım.
** Tatbik delili adı verilen ve olayların geçmişe doğru sonsuza dek gidemeyeceğini ispatlayan bir delildir :
neden.........................................eser A silsilesi
neden.......................eser B silsilesi
A (2005 yılı) silsilesi ve B (2000 yılı) silsilesi düşünelim. İkisi de geçmişe doğru sonsuza dek olaylar zinciri şeklinde gittiğini varsayalım. Ancak B silsilesi, A silsilesinden sonlu miktarda eksik olan bir silsile olsun. Düşünelim: B olaylar silsilesi , sayıca A silsilesinden küçük mü, eşit mi? "eşit" denirse, olmaz, çünkü başta kabul ettik ki, sonlu miktarda küçük bir silsiledir bu B silsilesi (2000 yılı), dolayısıyla B olayları, A olaylarından sayıca küçük diyeceksiniz. soru: Siz B'yi sonsuz olaylar zinciri kabul ettiniz. A' dan olayların sayısı küçük derseniz, daha siz nasıl B 'ye sonsuz sayıda olay diyeceksiniz? Çünkü bir olaylar silsilesinden (A' dan) küçük dediğiniz silsileye sonsuz sayıda diyemezsiniz. sonlu sayıda demek zorundasınız. Bunu kabul ettinizse, şimdi A'ya bakalım, siz B'yi sonlu sayıda silsile kabul edince, B 'den yani sonlu sayıdaki olaylar silsilesinden, sonlu miktar büyük olan silsile de sonludur. Demek ki A silsilesi de sonludur. Yani iki silsile de aslında sonludur. Bu delil olayların geçmişe doğru sonsuza dek gitmeyeceğini gösteren tatbik delilidir. Aslında tam böyle değil ama ben basitçe anlattım. Ateistlerin savunduğu, olayların sonsuza dek geri gittiği görüşünü çürüten bir delildir.
_Not: Benim şimdi bu görüşüm değişti. Bu delili eleştireceğim: A ve B silsileleri başta sonsuz kabul edilyordu ve tatbik edilmesi sonrasında A silsilesi fazla sayıda izlenimi verildi ve bu tatbik olamaz, yani A silsilesinin bir kısım fertleri boşta kalır dendi. Halbuki biz başta bu iki silsileleri sonsuz kabul etmiştik. Bu tatbik olayını mesela 2005 yılı ile 2000 yılı olayları itibariyle tatbik yapabiliriz; ve ama iki silsileyi sonsuz kabul ettik ve böyle bir tatbikin sonsuza dek gittikleri varsayabiliriz. Yani çapaz bir tatbik yapmış oluruz.
*** Alem sonradan yaratıldıysa ve zaman da onunla birlikte yaratıldıysa, siz o halde aleme neye göre sonradan diyorsunuz? Çünkü her sonranın öncesi olmalıdır ki ona sonradan denebilsin. Öncelikte zaman kavramıdır. O halde dediğiniz şu manaya geliyor: Zaman, zamanda yaratıldı.
*** Bugün aldığım bir kararla Allah’a zalim diyorum. Zalim olmak Allah için eksiklik olmaz; çünkü eksiklikten bahsetmek için bu bahsedilenin tam da olabileceği düşüncesinden hareket edilir. Oysa nedensiz Allah başka türlü olamazdı. Bu yüzden zalim olması O’nu eksik yapmaz. Bana kızanlara şu soruya cevap vermelerini teklif ediyorum: Herşeyin sebebi Allah değil mi? “hayır” derseniz; ek soru: Allah yaratmadan bir şey vücuda gelir mi?
*** Ben zamanı böyle algılamıyorum bu Aristo’nun görüşüdür. O’na göre zamanın tanımı şudur: zaman hareketin ölçüsüdür. Ben bunu kabu letmeyerek şu anlamda bir zamanı soruyorum ısrarla sizlere: Ben 1, 2, 3 diye sayıyorken 2 ile 3 arasındaki geçen bekleme süre olarak bizim ölçülerimize göre bir saniyelik ölçüyü soruyorum; bana deniyor ki “alemden önce zaman yok ki, çünkü hareket yok, dolayısıyla hareketin ölçüsü olan zaman da yok” bakın benim sorduğum şu: Size göre sorarsam, yan siz aleme “sonradan yaratıldı” diyorsunuz ya, bakın şimdi size göre Allah ile alemin varlığa gelmesi arasında bizim ölçülerimize göre bir saniye de olsa bir süre geçmedi mi? İyi düşünün çok önemli ayrıntı bu. İzah: “Süre geçmedi” derseniz, siz alemin varlığa gelişine “Allah’ın varlığından zaman olarak sonra değil” demiş oldunuz ve size göre Allah başlangıçsız olduğundan aleminde başlangıçsız olması gerekirdi. Ancak size göre alem başlangıçlıdır. Yani başlangıçlı ve başlangıçsız kabul ettiğin iki şeyin varlıkta birlikteliğini savunuyorsunuz ki büyük çelişkidir, dolayısıyla siz bu lafla hep dediğim gibi madem alemde geçmişe doğru olaylar dizisi sonlu yani başlangıçlı o halde bu lafla siz Allah’ın da başlangıcı olduğunu demiş oluyorsunuz. Kabul etmek istemesinizde. Eğer “bir saniye geçti” derseniz bu laf yine yani “Allah ile alemin varlığı arasında bir saniye geçti bizim ölçülerimize göre” derseniz, olaylar zinciri geçmişe doğru sonsuz gitmeyip bir noktada durduğundan ve demenize göre; bu andan bir saniye önce Allah’ın varlığını kabul ettiniz, zira Allah’ın varlığıyla alem arasında sonlu süre olan bir saniyeden bahsettiniz, demek ki Allah alemden bir saniye önce varlıktaydı, ondan önce değil manası çıkıyor. Yani bu lafı da derseniz Allah’ın varlığının başlangıcını kabul etmekten kaçamıyorsunuz. Bu örnek bir saniye ama tabi ki bir salise de olsa değişmiyor.
*** Dedi ki: kursatotcu, Senin düşüncelerin deist Tanrı inancına benziyor tıpa tıp. Yani görmez, düşünmez, merhamet etmez vs.. Ancak bunlar İslamın Tanrı anlayışına uymuyor. Seni deizmden ayıran ve müslüman yapan nedir? Biraz da düşüncelerinin İslamla olan ilişkilerini anlat istersen. _Cevap: Bildiğim kadarıyla deizm, Tanrı’yı kabul eden bir görüş; ancak onlar Tanrının olaylara müdahale etmediğini düşünürler. En baştan alemi yaratıp sonra ona müdahale etmediğini söyleyen görüştür. Ancak bu olamaz, çünkü en basitinden şöyle örnek vereyim; düşüncelerimiz ya da hatırlamalarımız. Hep şu soruyu sordum yine soruyorum: Düşünmek istemediğin halde düşündüğün bir düşünce oldu mu? çoğu “evet” diyor, soruyorum, madem düşünmek istemiyordun neden düşündün? demek ki senden değil bu. Yani hür iradenle değil. Neden oldu öyleyse? dolayısıyla burada Tanrı’nın varlığını kabulden başka yok yoktur. Bir örnekte hatırlama ile verelim: Bir konu aklına takılıyor ve düşünüyorsun ama bulamıyorsun; kendini zorluyorsun ama çıkaramıyorsun. Sonra kendini salıyorsun ve bir müddet sonra bulmak istediğini hatırlıyorsun. Örnekvereyim ben televizyonda Zeki Müren’i gördüm ve bir an ismini hatırlayamadım. “bu kadar meşhur birinin ismini hatırlayamıyorum” dedim; bulmaya gayret ettim ama bulamadım. Sonra yoruldum ve bıraktım; belki beş dakika sonra birden aklıma geldi, soruyorum demindenberi uğraştım nedereydi bu düşünce? Sonra ben kendimi zorlamayı bırakınca aklıma geldi; nereden geldi ve eğer gelivermediyse yani hep kafamdaysa ben o ismi beş dakika önce o kadar uğraşmama rağmen neden hatırlayamadım? Demek ki bu düşünceleri etkileyen benden başka bir şey var. İşte Tanrı’yı kabul etmeden bu ve benzeri olayları açıklayamazsınız. Dolayısıyla benim inandığım Tanrı olaylara müdahale eden bir Tanrıdır. Deizm değil. Teizm ancak ben Allah’ın sıfatları yoktur; bilgisi vardır, o da zatının aynıdır dedim; bunlar esasen önceden söylenmiş şeyler. Meşşailik adı altında gelişen felsefe akımında yer alır. Farabi ve İbn Sina bu görüşü sistemleştirdi. Kelam kitaplarında ise dediğim gibi insan biçimci ilah anlayışı hakimdir. Yani çok büyük hatalar yapılır. Mesela Mutezile mezhebine akılcı diyorlar ya, aslında öyle değildir. Bakın Mutezile mezhebinin atladığı şudur: Onlar Allah’ın ezeli, öncesiz ilmini kabul ediyorlar, onlar da bu ilim zatının aynıdır diyor. Allah olayları olmadan önce bilir diyorlar; buna karşılık insan özgür irade sahibidir de diyorlar. Bu mu akılcılık? Öncesiz olan bir ilme göre sen bu fiilleri yapmıyor musun, ne hürriyeti? Onların dediği şudur: “Allah’ın ilmi bizim fiillerimize tabidir” derler. Ama öncesiz olan ilim sonradan olan fiile tabi olmaz; tersine sonradan olan fiiller öncesiz ilme tabi olmalıdır. Yani cebr, zaten cebr felsefede çok hakim bir görüştür. Mesela artık ben şöyle bir tavır yapıyorum: Size tuhaf gelebilir; okuduğum kitapta eğer Allah’ın iradesi kabul ediliyorsa, ben diyorum ki bu adam bu işi bilmiyor. Çünkü Allah’ın iradesinin olmadığı felsefe eserlerinde aslında söyleniyor. Bazen açıkça, bazen imalı şekilde. Yani size tavsiyem meşşai akımını inceleyin. Plotinos’tan beri gelen bir akımdır. Aristo ile Platon’un görüşlerini birleştirdi Plotinus; bunu ise Farabi ve İbn Sina geliştirdi. Ancak sudur nazariyesinde çok derinlik var. Yani şunu diyorum size: Siz kelamcıların yani bir takım şahısların Tanrı anlatışına bakıpta “Tanrı böyleyse ben buna karşıyım” deyip kestirip atmayın. Çok derin bilgiler felsefe kitaplarında mevcuttur, onlara bakın . Allah’ın merhametli, adaletli olduğunu söyleyenler elbette sizi tatmin etmez. Bu dünyanın imtihan olduğunu söyleyenler sizi tatmin etmez elbet. Allah’ın yaptıklarında hikmet vardır ancak biz anlayamıyoruz demeleri de sizi tatmin etmez, ama siz de eleştirmeye yer arayan tavrı bırakıp araştırmaya koyulmalısınız. Yoksa olduğunuz yerde sayarsınız.
***
kursat:
Allah vardı ve hiçbir şey yoktu diye bir inanç var,buna Ehli sünet inanır ve şuna da inanır, “Allah alemi sonradan yarattı”
kursat:
bu sefer soru soruyorum: neyden sonra yarattı? Bu sefer şaşırıyorlar, zira zamanı Allah yarattı diyolar. peşine alemi (Allah’tan başka her şey) sonradan yarattı diyorlar, yani zamanı alemle birlikte yarattı diyorlar.
mcin:
zamanı yarattıktan sonra mı alemi yaratmış diyorlar
kursat:
yok, aynı anda, Ehli sünnet diyor bunu
mcin:
ok.
kursat:
bu lafa göre onlara göre alemden önce zaman yok değil mi
mcin:
sanırım.
kursat:
peşine alem sonradan yaratıldı diyorlar, sonradan diyorsa bir öncesini kabul ediyor demek değil mi
mcin:
hmmm
kursat:
cevap ver
mcin:
anladım, bir çelişki var gibi, eğer senin söylediğin gibiyse düşünceleri
kursat:
önceyi kabul ediyor değil mi, ancak öncelikte zaman kavramı zaten
mcin:
şimdi doğru mu anladım bir bakalım, Allah zamanı ve alemi aynı anda yarattı diyorlar. ve sonra da alem sonradan yaratıldı diyorlar öyle mi?
kursat:
evet, ehli sünnet ve mutezile
mcin:
çelişki var evet. bu laflarına göra Allah ile alem zamanda birlikte olmadı mı
mcin:
şimdi bak, ben bunları senin onları anlatmana göre anlıyorum. Ben onların kitaplarını açıp okumadım.
kursat:
Allah ile alemi zamanda birlikte kabul etmiş olmadılar mı
mcin:
Hayır
kursat:
neden
mcin:
Allah alemi ve zamanı bir anda mı yarattı?
kursat:
onlar öyle diyor
***
PELIPE:
zaman yoksa beklemekte yok, ama beklememekte yok
kursat:
o halde alemde mi ezeli
PELIPE:
ezeli değil
kursat:
ya
PELIPE:
Allah’tan sonra
kursat:
sonlu bir zaman sonra mı, sonsuz bir zaman sonra mı
PELIPE:
bilmem, Allah bilir
kursat:
ama ikisiniden biri mi
PELIPE:
fark etmez ki, daha önce söylemiştim zaman yoksa sonsuz süre ile an farksızdır
kursat:
zaman olmadan sonralık olur mu
PELIPE:
işte bu süreyi boş ver, alem, Allah olmasaydı olmazdı, yani varlık sebebidir, sebep önce olur mantıken
kursat:
Allah zaman olarak alemden önce mi, değil mi
PELIPE:
öncedir herhalde
kursat:
zaman olarak mı
PELIPE:
hayır
kursat:
ya
PELIPE:
sıra olarak
kursat:
zat olarak mı
PELIPE:
Allah’tan sonra,
kursat:
yani zaman olarak alem, Allah’tan sonra değil diyorsun öyle mi?
PELIPE:
sıra olarak Allah’tan sonra diyorum, çünkü Allah onun varlık sebebi, yaratıcısı
kursat:
net cevap istiyorum, yani zaman olarak alem, Allah’tan sonra değil diyorsun öyle mi?
PELIPE:
sonra demek değil mi bu
kursat:
hayır, birliktelik demek, sudur nazariyesi
PELIPE:
bilmiyorum onu, mantık yürütüyorum sadece
kursat:
Farabi ve İbn Sina bunu savunur, ben de
kursat:
eğer sen alem zaman olarak sonra değil diyorsan, mecburen Allah ile beraber diyeceksin, başka seçeneğin yok
PELIPE:
Allah var, başka hiçbirşey yok, Allah alemi ve onunla birlikte zamanı yaratıyor, dolayısıyla alem zamanın sıfırında ama ezelde değil, ondan öncesi var, şimdi konuş
kursat:
alemden zaman olarak mı önce Allah
PELIPE:
zaman yok ki, göreceli bir şey bu
kursat:
o halde neden sonra diyorsun aleme
PELIPE:
çünkü insanım, beyin ancak buna müsade ediyor, çünkü zamansız bir ortamı hayal etmek çok güç
kursat:
madem alem ile Allah arasında zaman geçmedi, soruyorum: Allah başlangıçlı mı
PELİPE:
başlangıçsız
kursat:
alem başlangıçlı mı
PELIPE:
evet
kursat:
çelişkiye düştün, şöyle: O halde sen mecburen Allah alemden zaman olarak önce demek zorunda kaldın, çünkü başlangıçlı ve başlangıçsız kabul ettin, bunlar aynı anda diyemezsin
kursat:
sana Allah’ın başlangıçlı olduğunu ispatlıyorum. Allah alemden önce de varlıkta mıydı?
PELIPE:
evet
kursat:
sonsuz zaman önce de varlıkta mıydı
PELIPE:
evet
kursat:
yani Allah’tan bugüne gelene kadar sonsuz zaman geçti öyle mi
PELIPE:
hayır
kursat:
ya
PELIPE:
alemden bugüne belli zaman geçti, Allah sonsuzdan bugüne kadar vardı, yine sonsuza kadar varolacak
kursat:
yani sonsuzdan bugüne kadar vardı Allah öyle mi
PELIPE:
evet, zaman olarak değil ama çünkü zamanı Allah yarattı
kursat:
geldiğim nokta Allah’ın varlığının başlangıcını gösteriyor, Dört adet delilim var, çürüten olmadı, çok güçlü anlatayım sana ( daha sonra Allah'a ezeli dedim)
PELIPE:
ok
kursat:
problem şu: alemin kıdemi, yani alem ezeli mi değil mi, ancak ehli sünnet ve mutezile dedi ki: Allah vardı ve hiçbir şey yoktu
PELIPE:
evet, benim gibi
kursat:
Allah alemi yani Allah’tan başka her şey demektir, sonradan yarattı dediler
PELIPE:
evet
kursat:
ama şu çelişkiye düştüler, öncelikle, zamanı Allah yarattı dediler, bu çelişkiydi
PELIPE:
bence değil
kursat:
çünkü zamanı alemle birlikte yarattı dediler, yani onlara göre alemden önce zaman yoktu. buna karşılık sonradan yarattı alemi dediler, sonradan olması için öncesi olmalıydı, halbuki önce kavramı da zaten zaman kavramıydı, alem sonradan dediler ya, soruluyor onlara: neyden sonra yarattı, bu sefer şaşırıyorlar, mecburen şunu diyorlar: “bir müddet yaratmadı sonra istediği vakitte yarattı” bu sefer şu soru soruluyor: bu yaratmama süresi sonlu bir süre mi yoksa sonsuz bir süre mi, bu sefer sonsuz süre derse bak ne oluyor: sonsuz süre beklemeyle biter mi, tükenir mi, sonuna varılır mı,
PELIPE:
ama soru saçma
kursat:
hayır, mükemmel soru, sonsuz süre bekledi diyemeyeceklerine göre mecburen sonlu süre sonra alemi yarattı diyolar
PELIPE:
ok
kursat:
burda ipler kopuyor işte
PELIPE:
eeee
kursat:
çok önemli burası
PELIPE:
ok
kursat:
sonlu süre sonra yarattı demeye mecbur kaldılar ya, sonlu sürenin başı ve sonu belli olmalı değil mi, bak sonlu zaman diyolar ya bunun sonuna alemin başlangıcı diyorlar, başına ise Allah diyorlar. Yani daha önce Allah yok bu düşünceye göre. Allah’ın varlığının başlangıcını savunuyolar, yani alem sonradandır diyen, Allah’ın varlığının başlangıcını savunmuş oluyor
*** kursat: kızına tecavüz edenlerin bu hareketi Allah’ın dilemesiyle mi oluyor? mcin: bilemeyeceğim, sence. kursat: iradesi yok mcin: Allah’ın bir tek ilmi mi var? kursat: evet mcin: başka kursat: yok mcin: bu alemin varlığa gelmesi hangi sıfatıyla oluyor? kursat: sıfat değil bilmesi yeterli mcin: yani bilmesiyle alem de varlığa mı gelliyor? kursat: evet mcin: ilginç kursat: meşşailer böyle derler mcin: onlar kim? yeni duydum. kursat: Farabi ve İbn Sina onlardandır, Plotinus kurdu bu akımı mcin: eski Yunanda mı kuruldu? kursat: bilmiyorum, 300 yıllarında kuruldu, yani bunları tek ben demiyorum mcin: peki akıl ile vahiy çatıştığında sen hangisini tercih ediyorsun kursat: akıl mcin: akıl vahiyden üstün mü sana göre kursat: onu demedim, ama böyle yaparım, genel kural bu zaten mcin: vahiyin kaynağı ezeli ilme sahip olan Allah kursat: evet mcin: oysa ilmin kaynağı her zaman yanılabilecek olan insan. nasıl aklı daha önce tutabiliyorsun? akıl ise kimin aklı? şeytan da akıl verir ama yanlış akıl. kursat: bak bilinen bir şey bu zaten. sence Allah alemden önce varlıkta mıydı mcin: Allah hep vardı. Daima. kursat: peki alem mcin: Alem yaratıldı diye biliyorum. kursat: alemden önce diyon ya, sonlu bir zaman önce mi sonsuz bir zaman önce mi mcin: Zaman alem ile birlikte varlığa geldiği için. alem yaratıldıktan sonra ancak önce ve sonra kavramlarını kullanabiliriz. alem yaratılmadan önce öncelik ve sonralıkdan bahsedemeyiz. öncelik ve sonralık alemin içindedir. kursat: o halde neden aleme sonradan yaratıldı diyorsun mcin: öyle mi demişim. nerede? kursat: sen alemi sonradan yarattı demiyormusun mcin: alemi yarattı diyorum. kursat: peki kendi varlığından sonra mı mcin: alem yaratılana kadar zamansızlık vardı. o yüzden sonra önce kavramı yok burada. zamansızlık içinde yaratıldı. kursat: o halde alemin varlığı Allah ile birlikte mi varlığa geldi mcin: Allah zaten varlığa gelmedi. O hep varlıktaydı. kursat: peki alem mi varlığa geldi mcin: Alem ise zamansızlık içinde varlığa geldi. tabi zaman ile birlikte. alem varlığa gelene kadar önce sonra yok. kursat: o halde sen mecburen zaman olarak alemden önce de Allah vardı diyeceksin mcin: alemden öncesi zaman olarak yok. alemden önce zamansızlık var. zamansızlık içinde varoldu. kursat: bu zamansızlık bir zaman aldı mı mcin: zamansızlık adı üstünde zaman almaz. kursat: o halde Allah’ın varlığı ile alemin varlığı arasında zaman geçmedi öyle mi mcin: Allah hep vardı. alem ise yaratıldı. ama zamansız bir ortamda yaratıldı. kursat: sen Allah, alemden zaman olarak önce değil diyor musun
mcin: demiyorum. kursat: ne peki mcin: zamansızlıkta yaratılan birşeyi önce mi sonra mı diye soruyorsun. zamansızlıkta öncelik sonralık olurmu? kursat: olmaz mı mcin: zaman olmazsa önce sonra da olmaz. kursat: o halde neden aleme sonradan yaratıldı diyorsun mcin: hatırlamıyorum. nerede demişim. mcin: yani sen Allah yaşlanıyor mu demek istiyorsun kürşat kursat: evet mcin: Peki ömrü var mı sana göre? kursat: yok mcin: başlangıcı varsa ömrü de olmalı mı? kursat: ebedi albatros: mcin, bir şey yaratıldıysa yaratandan sonra olur benim bildiğim, öyle değil mi? mcin: ama bundan sonra seni nereye getirecek bak iyi izle kürşatı, Allah’ın varlığının başlangıcı olduğuna getirecek seni. sen Allah’ın varlığının başlangıcı olduğunu kabul ediyor musun? albatros: önce şuna bir açıklık getir. mcin: Kürşat sen bu yazdıkların sonucunda Allah’ın varlığının başlangıcı olduğunu ispata çalışmıyor musun? nihai amacın bu değil mi? kursat: evet mcin: peki sen kabul ediyor musun bunu albatros? albatros: konu bu değil mcin: peki albatros, Allah için zaman geçer mi sence? yani Allah yaşlanır mı? albatros: benle değil, kürşatla tartışıyorsun.. mcin: iyi de zaman akmıyorsa geçmiyorsa nasıl önce sonra diyebilirim. kursat: sen alemi yoktan yarattı demiyor musun mcin: öyle biliyorum. kursat: yani alemden önce yokluk mu söz konusuydu mcin: Allah vardı. kursat: yoklukta var mıydı mcin: yoklukla varlık ters sözcükler zaten kursat: Allah yalnız mıydı mcin: evet kursat: sonra bu yalnızlığı bozuldu mu mcin: sonra bozulmadı zamansızlık da bozuldu. kursat: yani hep mi bozulmuştu mcin: zaman sonralık öncelik senin benim için. Allah için tüm zamanlar her an onun emrinde kursat: cevap ver mcin: sorun neydi? kursat: yukarıda mcin: “yani hep mi bozulmuştu” ne demek bu kursat: yani hep mi bozulmuştu yalnızlığı, yani hiç yalnız olmadı mı mcin: söyledim ya yalnız diye kursat: uzun süre mi yalnızdı kısa süre mi mcin: zamansız süre, çünkü süre yok. kursat: zamansız süre nasıl oluyor mcin: süre yok demek, zaman da yok demek. kursat: o halde yalnız değildi demek zorundasın mcin: şimdi kürşat sen zamanda yaşıyorsun diye Allah da zaman da mı yaşamak zorunda. Zaten zamanın yaratıcısı. yaratılan yaratanı idare mi ediyor? kursat: zamanın yaratılması zaman aldı mı almadı mı mcin: almadı. kursat: o halde zamanda mı ezeli mcin: çünkü zaman yoktu yaratılmadan evvel, zaman yaratıldı diyorum. kursat: ezeli mi peki mcin: hayır, yaratıldı. kursat: ezeli değil mi mcin: ama zamansızlıkta yaratıldı. kursat: sonradan mı yaratıldı zaman mcin: Bak şimdi. Allah için zaman sözkonusu değildir. Hala da değil. Her an herşey ve tüm zamanlar Allah indinde sabittir. Allah şu anda 10 milyar yıl öncesini de, 20 milyar yıl sonrasını da yaşıyor. kursat: biz burada ne kadardır yazışıyoruz mcin: yarım saat diyelim. kursat: yarım saattir Allah ne yapıyor peki mcin: yarım saat değil trilyonlarca yılı izliyor belki de Allah şu anda. yarım saati sen ben yaşıyoruz. kursat: peki alemi Allah’mı yarattı mcin: evet. kursat: yaratmak için hazırlık yaptı mı mcin: ne hazırlığı? Allah bir şeye ol diye emretti mi o şey olur. kursat: yani yaratmak için bir eksiği yoktu değil mi mcin: o noksanlıklardan münezzehtir. kursat: o halde alemin yaratılması için beklemesine de gerek yoktu öyle mi mcin: yani zaten beklemesi için zamanın geçmesi lazım, zaman da geçmiyordu onun için. kursat: yani alemi beklemeden yarattı öyle mi mcin: zaman olmayınca bekleme de olmaz. kursat: evet mi mcin: evet. kursat: o halde sen “Allah ile alem varlıkta beraberdi” mi diyorsun, iyi düşün mcin: demediğimi defalarca söyledim yukarıdaki satırlarda. kursat: ama dediğin laf buraya gelmiyor mu mcin: Peki sen hep soruyorsun soruları. Allah’ın varolmasını, başlangıcını sana göre kim veya ne tetikledi? kursat: onu izah edemiyorum mcin: edemezsin. çünkü böyle bir şey yok. kursat: ama deliller bunu gösteriyor mcin: bilemiyorum. bence biraz daha kafa yor bu konulara.
*** Aleme hadis yani, yoktu sonradan var oldu diyenler: şunu demiyor mu: Allah’ın iradesi ezeli ve ezeli iradesiyle alemin sonradan var olmasını irade etti, yani ezeli olarak alemi sonradan yaratmayı irade etti. _Soru: Peki ezeli iradesiyle alemi sonradan yaratmayı irade etti dediniz, soruyorum, sonlu bir zaman sonra mı yoksa sonsuz bir zaman sonra mı alemi yaratmayı irade etti? - Eğer "sonsuz bir zaman sonra alemin varlığa gelmesini ezeli olarak irade etti" derseniz, sonsuz zamanın sonu olmadığından alemin varlığa gelmemesi gerekirdi. Halbuki varlıktadır, demek ki bunu diyemezsiniz. - Eğer alemi sonlu bir zaman sonra yaratmayı ezeli olarak irade etti derseniz _Cevap: Sonlu süreden bahsetmek için bu sürenin hem başının hem de sonunun belli olması gereklidir. Siz bu sonlu sürenin sonuna alemin varlığa gelmesi anı diyeceksiniz, peki ama bu sürenin başına ne diyeceksiniz? Mecburen “Allah” diyeceksiniz ki yine "alemden sonlu bir zaman önce Allah varlıktaydı, ondan önce değil" demiş oluyorsunuz. Yani yine Allah’ın varlığının başlangıcını kabul etmiş oluyorsunuz.
*** Geçmişimizdeki olaylar bitti mi? “Evet” der. Sonsuz sayıda olay biter mi? “hayır bitmez” der, demek ki geçmişimizdeki olaylar bittiğinden sonlu sayıda olay oldukları anlaşılır.
_ Size zamanın geçmişte başlangıcı olduğunun delillerini vereceğim. Üç adet delil:
_Delil 1: Geçmişimizde sonsuz bir zaman mı geçti de bitti ve şu an ki zaman yaşanmakta? “evet” derse, sonsuz zaman biter mi? “hayır” derse, demek ki geçmişteki zaman bitip şimdiki zaman yaşandığına göre geçmişimizdeki zaman sonsuz olmayıp sonlu yani başlangıcı olan bir zamandır.
_Delil 2: Saat 1 diyelim, geçmişimizde geçen zamanı düşünelim, soruyorum: Bu zaman sonsuz muydu? “evet” derse derim ki: Peki aradan bir saat geçti, oldu saat 2, soruyorum: Bu anda saat 1 deki ana göre daha mı çok zaman geçti? “evet” der, derim ki sonsuz zamandan daha çok zaman olur mu? “olmaz” der, madem öyle sen “saat 2 deki zaman saat 1 deki zamandan daha çok geçti” dediğine göre, demek ki saat 1 deki zaman sonlu bir zaman manasına gelir. Dolayısıyla sonlu bir zaman için başlangıç ve bitiş gerekli olduğundan, saat 1 deki sonlu zamanın sonuna saat 1 dedik ama başı da belli olması gerekiyor; sonlu olduğu için. Demek ki geçmişte bu zamanın da başlangıcı vardı.
_Delil 3: 2003 ten 2005 e geldik. 2003 e göre daha mı fazla zaman geçti ve dolayısıyla 2003 e göre zaman miktarı arttı mı? “evet“derse, soru: Sonsuz zaman artar mı? “hayır” derse, demek ki 2003 teki zaman da geçmişten beri sonlu olduğu anlaşılmış oldu.
*** Soru: Teselsülü (yani olaylar zincirinin geçmişe doğru sonsuza gittiğini ve başlangıcının olmadığını savunan görüş) kabul edene soruyorum: Sizce hareket ettiricisiz hareket olur mu? “olur” derse, bu hareket kendi kendisinin mi sebebi o halde, bu ise batıldır, derim. Bu sefer der ki: “Hareket ettiricisi olmadan hareket olmaz.” Derim ki: Halbuki sen bu dediğini de kabul etmemektesin işte ispatı: Eğer olaylar zincirinin başlangıcı olmasaydı, demenize göre bu olayların hepsini bir bütün olarak varsayarsak, bu olayları yani bu olaylar zincirindeki her halka yani sebep sonuç ilişkisindeki her olay, sizce aynı zamanda hareket edendir. Dolayısıyla bu olayların bütününe hareketli denebilir. Oysa eğer bu olaylar yani hareketler bütünü dışında, bir hareketsiz hareket ettici olan varlık, yani Allah’ı kabul etmezseniz, siz yine hareket ettiricisi olmadan, hareketi kabul etiniz demektir. _Not: Sonradan görüşüm değişti ve teselsülü ben de kabul ettim.
- Hareket başlangıçsız olur mu? “olmaz” derseniz, şunu kabul etmediniz mi? başlangıçsız bir başlangıç.
Allah’a zalim dememek için çok sözler söylendi ancak Allah’ın savunulmaya ihtiyacı yoktur.
Cebre inanmayanlara ve Allah’ın iradesi olduğunu kabul edenlere soru: Allah neyi irade ettiğini ya da edeceğini öncesiz ilmiyle bilyor muydu? “biliyordu” derse, derim ki: o halde neyi irade edeceğini öncesiz olarak biliyorsa; olacağını bildiği olayları da öncesiz olarak irade etmiş olmadı mı? Zira irade edeceğini öncesiz olarak bilmek; öncesiz olarak irade etmek manasına gelmez mi? “evet, o manaya gelir” derse, o halde senin yapacakların da bu düşünceye göre öncesiz olarak irade edilmiş demektir. Soruyorum: Sen, senden önce ne olacağı öncesiz bir şekilde irade edilmiş bir fiili mi yapmaktasın?
***
mcin: sen şunu söylüyorsun. sonsuz zaman geçipte alemin varlığa gelmemesi gerekirdi diyorsun değil mi? sonzuzluğu kavrayamıyorsun. Senin söylemine göre sonsuz zamandan hiç bir şekilde bu zamana gelinemez. sen burada yanılıyorsun. bir ezeliyet bir de ebediyet var değil mi, biri sonsuz geçmiş biri sonsuz gelecek ve biz bunun arasındayız. sen sonsuzluğu tahayyül edemiyorsun. sonsuzluk üzerindeki ara noktalara gelinemeyeceğini iddia ediyorsun. pekala gelinebiliyor. geçmişten geleceğe giden bir sonsuzluk varsa bu sonsuzluk hattı üzerinde şimdiki zaman da olmalıdır. kursat: ama şimdiki zamandan önce sonsuz bir zaman geçipte bize mi sıra geldi mcin: evet ve sonsuz zaman geçerekte sonsuzluğa gidecek, sonsuz bir geçmiş ve sonsuz bir gelecek, biz bu arada bir noktayız. eğer sen bu olmaz diyorsan, sonsuzluk kavramını reddediyorsun demektir. kursat: geçmişte bir başlangıç olmalı mcin: o zaman senin sorunun sonsuzluğu algılayamamak, açıklayamamak. sonsuzluğa anlam verememek. kursat: Allah sonsuz zaman önce de varlıkta mıydı? mcin: evet, eğer Allah için zaman var ise kursat: peki alem sonsuz zaman önce varlıkta mıydı mcin: bilemiyorum. ama ekseri görüş yaratıldığı yönünde. kursat: senin görüşün ne mcin: ekseri görüşe yakınım. kursat: yani hep varlıkta değildi sonra varlığa geldi öyle mi mcin: evet kursat: peki Allah ezel de yani başlangıçsızken de yaratmaya kadir miydi mcin: dur ben yazını okuyayım daha kolay olacak biraz bekle kursat: ok mcin: forumdaki yazında demişsin ki: “eğer sonsuz bir zaman sonra alemin varlığa gelmesini ezeli olarak Allah irade etti" derseniz, sonsuz zamanın sonu olmadığından alemin varlığa gelmemesi gerekirdi. halbuki varlıktadır, demek ki bunu diyemezsiniz”   ; sorun burada. sonsuz geçmişten buraya gelinebilir, bir trilyon yıl önceye de gelinebilir. bir trilyon yıl sonraya da, ama sonsuz geçmişe gitmek istersen gidip te bitiremezsin. sonsuzluğun özelliği bu. adı üstünde sonsuz. sona ermiyor. burası geçilen milyarlarca noktadan sadece birisi. kursat: ama ben geçmişimizden bahsediyorum, yani diyorum ki: geçmişimizde sonsuz zaman geçmedi mcin: şimdi ben diyorum ki: sen sonsuz geçmişten bu noktaya gelinemez diyorsan bu demektir ki, sonsuz geçmişten geleceğe doğru hiç bir noktaya gidilemez demektir değil mi? kursat: hayır o değil (mcin mükemmel soru sordu) mcin: o anlama geliyor ama kursat: zaten şu zaman da sonlu diyorum, geçmişe doğru gidildiğinde mcin: tamam, sen sonsuzluğu kabul etmek istemiyorsun. kursat: evet, geçmiştekini mcin: sonsuz kavramı anlaşılmaz geliyor sana. “bu sonsuz sayıda olayın sonu gelebilir mi”, demiştin değil mi? kursat: evet mcin: gelmez kursat: o halde sıra biz geldiğine göre, demek ki geçmişimizdeki olaylar sonsuz değil sonlu sayıda demektir öyle değil mi mcin: biz son muyuz sence? biz son değiliz ki, sonsuz sayıdaki olaylar devam ediyor. kursat: geçende de anlatmadım mı bunu, ısrarla soruyorsun mcin: bak geçen sefer de son demiştin. biz hala buradayız ve yazıyoruz. Demek ki son değilmiş o zamanda kursat: geçmişimizdeki olayları soruyorum, şu an saat kaç mcin: 21:39 kursat: diyorum ki: 21:38 den önceyi düşün, okey mi mcin: sonrasını da sen düşün. 21:38 de bitirme. kursat: bu ana gelinceye kadar sonsuz sayıda olay mı oldu yani mcin: sonsuz sayıdaki olayın bu zamana kadar ki kısmı oldu. kursat: sonsuz sayıda olayın kısmı olur mu mcin: olmaz; sen parçaladın, ben parçalamadım kısımlara. 21:38 de parçaladın zamanı, dediğim gibi sonsuz sayıda olayı parçalamayı sen tercih ettin. o devam ediyor. kursat: bak 21:38 den önce sonsuz sayıda olay olup bitti mi mcin: sonsuz sayıda olayın 21:38 e kadar olan kısmı bitti. 21:38 den sonraki kısmı da gelecek. kursat: onu sormuyorum mcin: ya kürşat 21:38 olmazsa, 22:56 olmazsa, 23:59 olmazsa bu sonsuz sayıdaki olay nasıl olacak açıklar mısın. dün olmazsa, bugün olmazsa, yarın olmasa bu sonsuz olay nasıl oluşacak. sonsuz olay bunların biraraya gelmesi. (yine mükelemmel bir açıklama yaptı mcin) kursat: dediğim vakitten önce sonsuz sayıda olay olup bitti mi bitmedi mi mcin: ya niye bu nokta. bu vakit. niye kesiyorsun. sen kesintiyi suni olarak yapıyorsun, gerçekte böyle bir kesinti yok. geçen zaman var sadece. ( yine süper bir izah yaptı) kursat: soruya cevap ver( velakin sorum çok güçlü, net cevap veremiyor) mcin: fakat olaylar kesilmedi. bugüne geldik. Bugün de kesilmeyecek, 2016 yılı gelecek mesela, ezeliyet ebediyet çizgisini düşün kursat: senin geçmişin yokmu mcin: geleceğim de var. kursat: geçmişin var mıydı mcin: vardı kursat: geçmişindeki olaylar sona erip sana sıra geldi mi mcin: eee kursat: sonsuz sayıda olay sona erebilir mi peki mcin: ermez. kursat: o halde mcin: ermedi ki, sen bir noktada ermiş farzettin. kursat: sen doğmadın mı mcin: doğdum. kursat: belli bir vakitte değil mi mcin: evet kursat: onu soruyorum, geçmişindeki yani sen yokken meydana gelen olaylar eğer sonsuz sayıda olsaydı sıra sana gelebilir miydi dersin mcin: sonsuzdan gelip, sonsuza giden bir ip var önünde, sen bu ipi tam önünde kesiyorsun ve diyorsun ki: bu ipin sol tarafı sonlu. kursat: evet mcin: iyi de o ipi bağla tekrar, şimdi nasıl bu ip kursat: bağlı mcin: yani sonsuzdan gelip sonsuza gidiyor. kaldı ki geçmişimdeki olaylar dahi sonsuzdur. çünkü başlangıcı yoksa bu noktaya gelsen bile geçmiş olayların sonuna varamıyorsan sonsuzdur. mcin: matematik gördüysen bilirsin. Sonsuzun, sonlu herhangi bir sayıya bölümü sonsuzdur. sen sonsuzu ikiye böldün, sonsuzun ikiye bölümü de sonsuzdur.
Not: Daha sonra ben de teselsülü yani geçmişte sonsuz sayıda olay olduğu görüşünü kabul ettim. Burada mcin ilginç izahlar yaptı.
|
Yukarı dön |
|
|
kursat Groupie
Katılma Tarihi: 24 eylul 2006 Gönderilenler: 56
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
*** Dedi: “Delil getirdim” diyen sensin! Başlangıçsız başlangıcın haraketini başlatanın başlangıcını kim başlattı? Aklım yatarsa Ben sana Uyarım, çok uzattın kursatotcu, Sen ne diyorsun? de bakalım...
Cevap: Başlangıçsız başlangıç olmaz. O halde başlangıç kabul edilmelidir. Ben Allah’ın da başlangıcı var deyince tabii ki şu soru gelecekti: Peki O’nu ne başlattı? Dikkat ediniz, aklen düşündüğümüzde nasıl ki cisimlerin sonlu, yani kainatın sonlu olduğunu vehimlerimiz bir türlü kavrayamıyorsa; yani üstü olmayan bir üst; ancak bu aklen kabul edilmiş olmaktadır. Cisimler için düşündüğümüzde bu delili daha önce yazmıştım. “Uzay sonludur” başlığında, ama vehimler üstü olmayan bir üstü bir türlü kabul etmek istememektedir. Ancak akli delil bunu şart koşunca vehimin bu çırpınışlarına kulak vermemek durumundayız. Aynı şekilde siz eğer Allah’ın da bir başlatıcısı var derseniz ve O’nu başlatan da başka bir şey, yine onu da başka bir şey başlattı derseniz, bu başlangıçsız bir başlatanı kabul etmeyi gerektirir ki aslında BAŞLAMAYAN ŞEY YOK DEMEKTİR. Ve bu lafla bu silsilenin başına başlamayan şeyi, yani yokluğu koymuş oldunuz ve şu kuralı da ihlal ettiniz "hiçten hiçbir şey çıkmaz." Yani “bu sisile böyle sonsuza dek geri gider” derseniz; bu akli delille sabit olan, teselsülün batıl olduğu delilini görmezden gelmek demektir. Yani “geçmişimizde sonsuz sayıda olay oldu ve şu an ki olaya sıra” geldi demek durumunda kalırsınız. Ama sonsuz sayıda olay sona eremez, o halde mecburen şunu kabul etmelisiniz: Geçmişimiz de sonlu sayıda olay oldu, o halde siz sonlu sayıda olayı öncemizde kabul edince, çaresiz bu sonlu sayıda olay da, sonlu bir zaman önce başladı demek zorunda kalırsınız. O halde bu olaylar zincirini bir yerde kesmeye mecbur kalırsınız. Akıl bunu söyler ve buna karşı çıkmak akla karşı çıkmaktır. Nasıl vehimler öncesi olmayan bir önceyi kabul etmekte zorluk çekiyor ise, bunu cisimlerde (uzay) verdiğim örneğe uyarlarsak; cisimlerin sonlu olduğu akli delille sabit ama vehim bunu kabul etmek istemiyor ve vehmin dediklerine kulak asılmaz bu durumda. Yine burada vehim öncesiz bir başlangıcı anlamakta zorluk çekse de, aklen durum bu olduğundan vehmin bu durumuna da kıymet verilmemelidir. Başka çare olmayınca çaresiz tek çareyi kabul edeceğiz. *** Size Kuran’ın vahyolduğuna dair orjinal bir açıklama: Mantıken düşündüğümüzde, bir insan sahte peygamberlik iddiasında bulunacağı zaman neye dikkat eder? Yazdığı veya yazdıracağı kitapta insanların bir öyle, bir böyle ifadeler görmemesini amaçlar değil mi? Mümkün mertebe buna özellikle dikkat eder. Ancak Kuran’da on yaşındaki bir insanda okusa, ayetin bir öyle, bir böyle olduğunu rahatlıkla görür, dolayısıyla burada başka bir olay var. Kuran ayetlerinin önemli bir durumu var; o da şudur: Kuran’da anlatılan İlah, dikkat edilirse insan biçimcidir. İmtihandan bahseder ve olayların önceden bilindiğininden de bahseder. (Hadid 22) Hakbuki mantıken önceden bilinen bir işe imtihan ifadesi kullanılamaz. Başka bir ayette mana olarak şöyle denmekteydi, tam meali hatırlayamıyorum "Eğer Kuran Allah’tan başkasından olsaydı içinde çelişkiler olurdu." Dikkat ediniz böyle bir kitabı insan yazmaz. On yaşında bir çocuk bile bu mantıkla, yani uydurma bir kitap yazıp Allah’a isnad etmeye kalksa, çocuk bile bunu yapmaz. O halde şu sonuca varıyoruz: Allah, Kuran ile kullarını saptırmaktadır. Bu inceliği anlamak gerekir, hal böyleyken Ateistler şöyle yapıyor:"Bakın ben şunu buldum, Kuran’da bir yerde böyle, ama bakın bakın başka yerde tersini yazıyor. Böyle ilahi kitap olur mu ya?" diyorlar ve bunu delil getiriyorlar Kuran’ın uydurma olduğuna. Ama Kuran’daki bu tip ayetler zaten çok sayıdadır ve kulları Allah tarafından Kuran ayetleriyle saptırılmaktadır. İşte bu delil, Kuran’ın vahyedildiğinin güçlü bir delilidir. Şunu da söylüyorum: Allah peygamberini de saptırdı, zira onun sözlerinde anlatılan ilah, insan gibi bir ilah anlatımıdır. Bu dediklerimi iyi anlayan çok şey anlamış demektir.
*** Dedi: "Öyleyse zamanın yaratıcısı için nasıl bir başlangıç düşünülebilir? Geçen günlerin ilkini de o yarattı? Geçen günlerin sonu olan bu günü de O yarattı. O zamandan münezehtir" _ Cevap:"Geçen günlerin ilki" dedin, peki bu ilk gün Allah’tan sonlu bir zaman mı yoksa sonsuz bir zaman sonra mı yaratıldı? Sonsuz zaman sonra yaratıldı diyemezsin, çünkü sonsuz zamanın sonu gelmez. Sonlu zaman sonra demeye mecbur kalırsın ve sonlu bir zamanın başı ve sonu belli olmalıdır. Bu zamanın sonuna: “İlk gün” dedin mesela, peki ya başı? İşte ona ise Allah’ın varlığı demek zorunda kalırsın. Yani Allah’ın varlığının başlangıcını kabul etmiş olursun. Ancak bu konudaki durumum çok zor; açıklayıcı izah yapamıyorum şu an. Ancak başka bir yoldan yakında bu konuyu tekrar irdeleyeceğim.
*** Daha önce Cennet, Cehennem, yeniden dirilme gibi Kuran’da bildirilen şeylerin, yani haber verilen şeyler, haber verildiği gibi olabilirde veya olmayabilir de demiştim. Yani yeniden dirilme, cennet, cehennem olabilir de, olmayabilir de demiştim. Bunu söyleme dayanağım Allah’ın, Kuran ile insanları saptırmış olmasıydı. Ancak bu düşüncemi değiştirdim ve Kuran’a şöyle bakıyorum artık: Önce şu: Allah’ın iradesi olmadığı için Kuran ile hiç bir şey kasdetmedi ancak Kuran ayetlerinden insanlar, mana anlıyorlar; bu açıdan bakıldığında şu şekile düşünüyorum: Kuran’da anlatılan şey ile eğer akli deliller zıt değilse onu direkt kabul ediyorum. Yani cennet, cehennem, yeniden dirilme gibi şeylerin varlığını mantık inkar etmez. Ancak Kuran’daki bazı ayetlerin dış anlamı yani zahiri, akli delillere zıttır. İşte bu ayetlerin dış anlamını kabul etmeyeceğim. Mesela bu dünyanın imtihan dünyası olması, Allah’ın arşa istivası yani oturması, Allah’ın eli, gözleri, merhameti gibi geçen ayetler vardır. Ama Allah’ın duygusu olmadığı için bu ayetler böyle geçse bile ben akli delillerle sabit olan gerçeği bırakamam. Böyle olduğunda, ben akli delillerle sabit olanı kabul edeceğim ve ayette bu anlamın zıttı şekilde anlatılan ayeti, lafız olarak kabul edeceğim ancak dış anlamını kabul etmeyeceğim. Yani cennet, cehennem, yeniden dirilme var diyorum. "Olmayabilir de" ifadesini artık kullanmıyorum.
*** Dedi: "Bu işler şeytandandır deseydin ya" _Cevap: Her şeyin sebebi Allah değil mi? “evet” dersen, şeytanın yaptıklarının da sebebi Allah değil mi? Ya da sizin inancınıza göre her şey Allah’ın iradesiyle olmuyor mu? dolayısıyla şeytanın yaptıkları da bunun içine girmiyor mu?
*** kursat: sana süper bir soru buldum mcin: sor bakalım. kursat: aslında ateistlerin delilini sana uygulayacağım mcin: ateistlerin delili mi? kursat: sence her olayın bir sebebi var mıdır mcin: silsile mi yoksa, teselsül yani kursat: evet ama bu başka mcin: Galiba olaylarda bir neden sonuç ilişkisi var. kursat: bunu soruyorum, yani olayların birbirleri üzerinde etkisi var mıdır, soba yandı ve ısındık örneğinde ısınmamızın sebebi soba mıdır mcin: sobada yanan kömürdür evet kursat: o halde olayların sebebi ondan önceki olaydır diyorsun öyle mi mcin: her zaman böyle midir bilmiyorum ama zaman zaman böyle kursat: bak olayı anlatayım ben sana, tahminim gibi çıkmadın mcin: daha iyi olur anlatman. kursat: genelde Allah’a inandığını söyleyenler, olaylar arasındaki ilişkiyi kabul eder, yani sebep sonucunu zorunlu kılar, onu varlığa getirir derler okey mi mcin: evet kursat: ben bu sefer şunu soruyorum bunlara: peki bu sebeplerin de sebepleri var mı, onlar buna da evet derler mcin: zincirleme yani kursat: ben devam ederim, bunlarında sebebi var mı, yine “evet” der, bu sefer derim ki, “bu mantığa göre 100 sene önceki veya 1000 sene önceki olay senin şu an ki hareketlerini etkilemiş ve belirlemiş olmuyor mu” diye sorarım, bu sefer “evet” demek durumunda kalır okeymi mcin: evet kursat: ben de, madem senin fiillerini sen değil senden önceki olaylar etkiliyor dolayısıyla belirliyor senin bu görüşüne göre senin hür iraden kalır mı derim, mcin: fiilleri yoktu bunu sonradan sokuşturdun araya. sebep sonuç vardı. kursat: anlamadın mı mcin: sonuç olan kişidir. kişini fiili, kişinin sonucudur. kursat: ancak o da bir olaydır mcin: anlaşamadık yine. kursat: basitce anlattım mcin: ama fiil kelimesini kullanmmaman lazımdı. fiil yüzyıl önceki olayların değil mcin: kişini hür iradesinin sonucudur. kursat: zaten ben bu delili hür irademizin olmadığını ispat için verdim mcin: anlıyorum ama ispatlayamıyor işte gördüğün gibi.
*** Allah’ın iradesinin olmadığını sana göstereyim mi? Eğer biri “Allah olayları önceden bilir” derse, zaten Kuran’da bundan bahsedilir. O halde şunu söylemesi gerekir: Olaylar olmadan önce Allah’ın ilminde yani bilgisinde bellidir demektir. Belirlenmiş olan şey tekrar belirlenir mi? Mantıken belirlenmez değil mi? O halde tekrardan isteme, seçme ve belirleme anlamını taşıyan iradeye ne gerek var ve manası ne olur ki? Zaten ilminde bunlar belli. Bir de şu var; önemli bir ayrıntı elbette, ama bunları kelamcılar da göremedi. Gazali de dahil. Mesela bugün yapmur yağdı, sorsam: Allah isteseydi bu yağmuru bugün yağdırmayabilir miydi? Bu soruya “evet” diyenler ne dediğini bilmeyen şahıslardır. Çünkü eğer bu yağmurun bugün yağacağını önceden Allah biliyorsa, bu yağmurun bugün yağacağı Allah’ın bilgisinde belli demektir. Madem öyle soruya verilen cevapta "isteseydi yağmuru bugün yağdırmayabilirdi" demek ise şu sonucu doğurur; yani bugün yağmurun yağmaması demek, Allah’ın yanılması demek olur. Hani biliyordu ya yağmurun bugün yağacağını, ne oldu? Yağmazsa Allah’ın ilmi yanlış çıktı ve Allah cahil oldu manası çıkar. Bu olamayacağına göre tek sonuç olarak şu kalıyor: Allah’ın iradesine yer kalmaz. Yani iradesi yoktur. Bu ince bir konudur. Ancak bilenler bunu biliyor. Eskiden yaşamış insanlardan bunu söylüyenler var. Mesela İbn sina ve Farabi’de Allah’ın iradesi, ilmi gibi düşünülür; yani irade inkar edilir. Aslında bütün sıfatları inkar edilir. İlmi kabul edilir ve ilmine de kendisidir denir.
*** Dedi: Ben yazdığın örnekle, bundan çıkardığın sonuç arasında hiç bir bağlantı göremiyorum. Yağmurun yağacağı ya da yağmayacağı önceden bellidir evet. Bugün yağmur yağmışsa, Allah böyle belirlediği içindir. Eğer isteseydi bugün yağmur yağmayabilirdi ama yine bunu da kendisi önceden belirlemiş olurdu. Biz insanlar tam olarak Allah'ın neyi belirlediğini bilmiyoruz; yani Allah'ın bugün yağmur yağdırmamış olmasının, kendi belirlediği şeyleri sonradan değiştirmesi şeklinde yorumlayabilmemiz mümkün değil. Tabii ki, isterse yağmur yağdırmayabilirdi ama bu da O’nun iradesi ile alakalı, demek ki önceden yağmur yağmayacağını belirlemiş diyebiliriz sadece.
_Cevap: Senin demek istediğini anlıyorum. Zaten kelamcılar bunu der, ancak burada önemli ayrıntı şu: Sonuçta Allah’ın değişmez ve başka türlü olamayacak bir ilmi vardır. Bunu zaten kabul ediyorsun, dolayısıyla ilim belirleyicilik özelliği taşıyor tek başına. Zira ilerde olacak olaylar ilminde bellidir, yani ilim bunları tek başına belirler. Dolayısıyla burada artık iradeye gerek kalmaz ve Allah ilmindeki olacağı belli olan şeyi değiştiremez. Zira ilminin değişmesi demek, yani olacağını bildiği şeyin meydana gelmemesi demek, O’nun yanılması demektir. Dolayısıyla Allah olacağını bildiği şeyin meydana gelmesini engelleyemez. Yani O olayın başka türlü meydana gelmesini de isteyemez. Zira ezeli ilim görüşüne göre iradeye yer kalmaz.
*** Dedi:"Allah sonsuz süre beklemiştir ve alemi yaratmıştır. Bekleyişi sona ermiştir." _ Cevap: Bu arkadaş en fazla beni anladı sanki; ancak dikkat: Sonsuz zamanın beklemekle sonuna varılmaz ki; dolayısıyla alemin varlığa gelmemesi gerekirdi ,dolayısıyla bunu diyemezsiniz ve mecbur sonlu süre bekledi diyosunuz. Bu sefer anlattığım gibi Allah’ın varlığının başlangıcını kabul etmiş oluyorsunuz.
*** Dedi: Ben senin dediklerini anladım da sen inatla aynı şeyi yazıyorsun. Diyorum ki "Allah'ın beklediği sürenin uzunluğu sonsuzdur" bu uzunluğun sonsuz olması, başlangıcının olmamasından kaynaklanır. İyica somulaştırayım, diyorum ki, bu eksi sonsuzdan gelip ( dikkat et gelip diyorum, başlayıp demiyorum) +9'da biten bir süreç olsun. +9 dediğim yer, alemin yaratıldığı an olsun. Olay bize bildirildiği kadarıyla böyle değil mi? Bu durumda Allah'ın varlığının başlangıcı yoktur. Alemi yaratmadan önce sonsuz süre beklemiştir; çünkü başlangıç tarafı eksi sonsuzdan gelmektedir. Ama yarattığı anda bekleyişi sona ermiştir. Bu süreç ( bekleyiş) sona ermiştir. Ancak uzunluğu büyüklüğü süresi zaman açısından sonsuzdur.
_ Cevap: Ön kabulle yola çıkıyorsun ve tartışmayı bu ön kabulün doğruluğunu kabul ederek sonlandırıyorsun. Zira başlangıçsız dedin Allah’a ve verdiğin örnekte artı 9’ da alem yaratıldı dedin ve bunu diyerek Allah sonsuz süre bekledi diyorsun. Ancak ilk kabulün burada yanlış oluyor. Zira eksi sonsuzdan sence beklemeyle artı 9’ a varılabilir mi? Bunu bir düşün istersen? Ben diyorum ki madem bu artı 9’a gelinmiştir. O halde Allah’ın da mutlaka varlığının başlangıcı olmalıdır. Sol taraf başlangıçsızlık olduğunu farzet sağ taraf artı 9 okey mi? bak şimdi sol tarafın başlangıcı yoksa ordan başlayıp nasıl artı 9 a gelinir .( başlangıçsız olan başlayabilir mi ) ve bu örnekte başlangıçsızlıktan artı dokuz arası sonsuz bir zaman mıdır? evet diyeceksin. soru: bak kolay soru bu: sonsuz zamanın beklemekle sonuna varılır mı? sonuna varılan şey adı üzerinde sonludur. sonsuz ise adı üzerinde sonu olmayandır. dolayısıyla sonsuz, sonu bulunmayan olunca, onun sonuna da doğal olarak varılamaz.
*** Sana şunu soruyorum: Kuran’a inanıyor musun? “evet” dersen, şunu soracağım: Kuran’da kıyametin vaktinin sadece Allah tarafından bilindiğinden bahseden ayet vardır. Buna göre şunu soruyorum: Kıyamet vakti ilerde mi, geride mi? “İlerde” dersen, şunu da soruyorum: Allah ilerde olacak bir olayı biliyorsa, o halde ilerde vuku bulacak her olayı biliyor demektir. Zira olay olma noktasında aralarında fark yoktur; bu örneğime mantıklı diyorsan, şuna ne dersin: Senin burada yazacağını da, sen yazmadan önce biliyor muydu? Bu soruya artık ne cevap vereceksin bekliyorum…
*** Dedi: "Hem Allah’a inanacaksın, hem de Allah’ın bundan sonra alacağı kararlara ambargo koyacaksın. Allah son peygamber kararını değiştirse ya da yeni bir kitap gönderme kararı alsa, itiraz mı edeceksin. Allah’ın alacağı kararlar kulların tekelinde olabilir mi. O zaman nerde kaldı Allah’ın her şeyi bildiği ve her şeye gücünün yettiği inancı. Daha önce de pekala karar değiştirmiştir. Örneği de Kuran'da vardır. Önce içki içilmesini normal gören Allah, sonra karar değiştirip haram kılmıştır. Bunu çelişki gören ateistlere verilen cevap ise: “Allah’ın bir hikmeti vardır” olmuştur. Şimdi sen Allah’ın hikmetine inanmayacak mısın kursatotcu? Bu yazıya cevap vereceksen, zorlamalı yorumlara girmeden ver lütfen." _ Cevap: Arkadaşın yazısında can alıcı nokta şu: "önce içki içilmesini normal gören Allah, sonra karar değiştirip haram kılmıştır." Bakınız halbuki bu şahıs Allah’ın olayları önceden bildiğine de tahminim inanır. O halde şunu soruyorum: İçki içmek serbest iken yani haram kılınmamışken de Allah, Kuran’da yer alacak olan içkinin haram kılınacağına dair ayeti bilmiyor muydu? Bu soruya: “biliyordu” dersen, şunu derim: Madem ki Allah’ın ezeli yani öncesiz ilminde bu ayet de biliniyordu, o halde ezeli olarak Allah içkinin haram edileceğini de biliyordu. Dolayısıyla bu olay, Allah için karar değiştirme değildir. (Zaten sizler yani “Ehli Sünnet” Allah’ın ezeli yani öncesiz ve değişmez bir iradesini kabul ediyorsunuz. Yani size göre de Allah karar değiştiremez) İçkinin serbest olduğu dönem itibariyle, bu ayetin vahyedileceğini biliyordu, ancak daha sonraları da, ezeli ilmiyle haram kılınacağına ilişkin ayetin de vahyedileceğini biliyordu. Kısacası Allah karar değiştirmez. Zira karar değiştirmek, gelecekten haberi olmayan varlıklara özgüdür. Geleceği bilenin karar değiştirmesi söz konusu değildir. Zaten ezeli ilim (öncesiz ilim) kabul edidiğinde iradeye yer kalmaz. Tekrarlıyorum bu ince bilgidir ama felsefe tarihinde bunu çok kişi anlamıştı. Hatta ben kendimden örnek vereyim: Bir kitapta Allah’ın iradesinin olduğundan bahseden bir yazar görsem, baştan, “bu adam bu konuları bilmiyor” derim.
ek not: İradesi olmadığının şöyle bir delili daha vardır: İradesi olanın amacı da vardır. Halbuki amaç edinmek acizliktir. Zira amaç edinen için, amaç edindiği şeye kavuşmak onun için amaç edindiği şeye kavuşamamaktan daha efdaldir, daha iyidir, daha mükemmelliktir. Dolayısıyla amaç edinen, amaç edindiği anda eksiktir. Eksikliğini, bu amaç edindiği şeyle tamamlamak ister. Allah eksik olmadığına göre, kendisiyle daha mükemmel olacağı bir şeyi amaç edinmez. Amaç edinmediği için de iradesi olmaz.
*** Zamana sonradandır ve bunu sonradan Allah yaratmıştır diyenlere sorular; bu soruları Alaaddin Ali Tusi’nin “Kitabuz-Zuhr” adlı kitabından aldım. not: Bu deliller aleme başlangıçsız diyen filozofların delilidir. - Zaman şayet zorunlu olarak hadis (sonradan) olsaydı yokluğu varoluşundan önce olurdu. - Zaman konusundaki önce geliş zamanla olsaydı zamanın yok olduğu farzedildiği durumda var olması gerekirdi - Alem eğer hadis (sonradan) olsaydı, yaratıcısı ittifakla ondan önce olurdu. Bu önce oluşta ya sonlu bir miktardır. Bu da yaratıcının hadis olmasını gerektirir. Zaten O’nun sonlu olacak bir şekilde önce oluşunun bu miktardan önce var bulunmadığından başka bir anlamı yoktur. _ Yorum: Burada dehşet derecede beni donduran durum şudur: Dikkat edin ki Ehli sünnet ve bir çoğu “Allah alemi sonradan yarattı” diyor ve filozoflar sordukları sorularla onların aslında Allah’ın varlığının başlangıcını savunduklarını gösteriyorlar. Ama şu nokta yüzyıllardır es geçiliyor ve hala geçilmektedir. Olay şu: Bu filozoflar aleme başlangıçsız diyorlar. “Alem, Allah’tan zaman olarak sonra değil” diyorlar. Ancak bunu derken önlerinde iki seçenek vardır. Birincisi: Ya tesesül batıldır yani olayların geçmişe doğru gidildiğinde başlangıcı vardır diyeceklerdi. Ancak bunu deyince de suduru (alemin Allah’tan zaman olarak sonra olmaksızın taşması, çıkması) kabul ettikleri için yani alem, Allah’tan zaman olarak sonra olmadı, birlikteydi diyen görüşü savunduklarından; nasıl alemin başlangıcını kabul edeceklerse Allah’ın varlığının başlangıcını da kabul etmek durumunda kalacaklardı. Ancak onlar birinci şıkkı tercih ettiler. O da şu: Direk olarak Allah’ı başlangıçsız kabul ettiler ve suduru kabul ettiklerinden dolayı alemi ezeli, başlangıçsız kabul etmek durumunda kaldılar. Halbuki yüzyıllardır şu anlatılır kitaplarda: “Teselsül batıldır” denir. Olaylar geçmişe doğru sonsuz gider görüşü batıldır denir. Yani ne oldu? bunlar çelişki içinde kaldılar. Aslında aleme ezeli demekle, yani başlangıçsız anlamını kasdederek ezeli dediklerinden direkt olarak teselsülü kabul etmiş oldular. Yani olayların başlangıcı yoktur, geçmişe doğru bu silsile böyle gider demiş oldular. Zor bir durumda kaldım. Kısaca insanın önünde iki seçenek var bu konuda: Ya Allah başlangıçsızdır deyip teselsülü kabul edecek ya da teselsül batıldır deyip (nasıl savunma yaparsa yapsın: ister filozoflar gibi suduru kabul etsin; isterse diğerleri gibi alemin hudusunu yani sonradan varlığa geldiğine inansın ) mecburen Allah’ın varlığının başlangıcı olduğunu kabul edecek. Ben teselsül batıl dediğim için ikinci şıkkı tercih etmek zorunda kaldım.
*** Sana güçlü bir soru soracağım: Bakara 6 ve 7’ nci ayetlere bak ve bana söyle, Allah’ın kalplerini mühürlediği insanlar var mı? “evet” dersen, şunu soracağım: Bu insanların kalpleri mühürlenme anında da iman etmekle mükellef tutuldular mı? (Araf 158) “evet” dersen, soruyorum: Hem mühürlenme var, hem de iman teklifi. Peki mühürlenen şahıslar mühürlenme anında iman edebilir mi? Mühürlenme anını soruyorum, sonrasını değil. Bana "hayır o anda iman edemezler" dersen, şunu diyorum: O halde iman edemeyecekleri halde iman etmeleri teklif edilmiş olmadı mı? Buna “evet” dersen, şunu sorarım: Bu ise onlara kaldıramayacakları yükü yüklemek olmaz mı? Buna "öyle olur" dersen, bakBbakara 286. ayete; ancak şunu diyorum: Her ayetin direkt olarak manası alınamaz, bunu gösterdim sana ve bu mühürlenen şahıslar zorla kafir yapılmış olmadı mı?
*** Şöyle bir yazı gördüm ve heyecanlandım ama sizden bunun yorumunu bekliyorum. yazı şu: "Nedensellik düşüncesi saçmadır. Neden sonuçtan önce olamaz, sonuçla zamandaş olamaz, sonuçtan sonra olamaz. Zamandaşlık her ikisini aynılaştırır. "Nedenin sonuçtan önce olması da birinin varlığı öbürünün yokluğunu gerektireceğinden mümkün değildir. Neden, neden olduğu sürece sonuç ortada yoktur ve sonuç, sonuç olarak meydana çıkınca nedenle ilişiği kalmamış demektir.”
Bu yazıda özellikle nedenin sonuçtan önce olamayacağına ilişkin izah önemli. Ben de bu görüşteyim aslında. Olaylar arasında hakiki anlamda nedensellik yok diyorum. Bütün olaylar öncesiz bir ilimle oluyor diyorum. Yani bence soba yandığı için ben ısınmıyorum ya da yemek yediğim için doymuyorum ya da musluğu açtığım için su akıyor değildir. Şöyle inanıyorum: Musluğu açmam ve suyun akması; bunlar Allah’ın öncesiz ilminde belli olduğu için olmaktadır, diyorum. Bu olaylar aslında birbirine etkide bulunmuyor şeklinde inanıyorum ne dersiniz?
*** Benim şu anda odaklandığım konu gerçekten alem ile Allah ilişkisinde zaman meselesidir. Yani alem, Allah’tan sonra mı varlığa geldi yoksa birlikte mi vardılar? Ben ikinci şıkkı tercih ettim ama şunu anlatıyorum size, birinci şıkkı da seçseniz siz şunu göremiyorsunuz: Allah’ın varlığının başlangıcını savunuyorsunuz! Bunu anlatıyorum ama hiç kimseden bu konuda bana yardımcı olacak fikirler alamadım ve filozofların da çelişkiye düştüğünü gördüm. Yani onlar suduru kabul etti. Yani alem sonradan olmadı, Allah ile birlikteydi dediler. Aleme ezeli dediler; yani başlangıçsız. Ama şunu görmediler ve hiç kimse de bunu ortaya koymadı: Bu laflarıyla filozoflar teselsül'ü yani "olaylar zincirinin başlangıcı yoktur, geçmişe doğru gider, başı yoktur" anlayışını savunmuş oldular. Halbuki onlar da teselsül yanlış diyorlar. Yani bunu kimse ortaya koymadı. Ben ise arada kaldım ve Allah’ın varlığının başlangıcını savunmak durumundayım ve bana yardım etmiyorsunuz.
Not: Aslında onların teselsülü kabul ettiklerini sonradan öğrendim. ** Daha evvel Allah’ın varlığının başlangıcı var demiştim. Ancak yeni araştırmalarım sonucunda yanıldığımı anladım. Kararım şu ki: Allah’ın varlığının başlangıcı yoktur. Allah başlangıçsız ve öncesizdir. Ancak alem yani Allah’tan başka herşey de aynen Allah gibi başlangıçsız ve öncesiz yani ezelidir diyorum ve teselsül adı verilen ve yüzyıllardan beri batıldır denen teselsül'ü kabul ediyorum. Yani olaylar zincirinin başı yoktur diyorum. O da başlangıçsızdır diyorum. Şunu anladım ki: Her kim ki “teselsül batıldır” derse, yani “olaylar zincirinin geçmişe doğru gidildiğinde bir başlangıcı vardır” derse, geçmişe doğru gidildiğinde sonlu bir zaman önce alem başladı derse; o kimse Allah’ın varlığı ile alemin varlığı arasındaki ilişkiyi açıklayamaz ve bu kişi ister sudur'u (alemin, Allah’tan çıkması, taşması) kabul etsin, yani alem Allah’tan zaman olarak sonradan varlığa gelmemişti, birlikte varlıktaydılar desin, ya da alemin sonradan varedildiğine inansın, bu kişi ister istemez Allah’ın varlığının başlangıcını savunuyordur ve bundan kurtulamaz. Bunu anladım, geniş izahı yakında yapacağım. Yani alem de ezeli, Allah da ezeli. Sudur’a inanıyorum ama benim anladığım sudur, geleneksel olarak anlatılan şekli değil. Direkt madde olarak düşünüyorum alemi. Yani İbn Sina ve Farabi’nin dediği gibi değil. İlk akıl, sonra ikinci akıl gibilerinden değil yani..
***
kursat: albat seninle konuşalım, sen önce Allah’a inandığını söyleyen biri gibi cevap ver albatros: tamam kursat: alemi yoktan mı yarattı albatros: evet kursat: alemden önce de varlıkta mıydı peki albatros: tabii ki kursat: sonlu mu yoksa sonsuz zaman önce miydi albatros: hımm, iyi düşünelim sonsuz diyemeyiz, çünkü bitmez. sonlu zaman önce. kursat: sonlu sürenin başı ve sonu belli olması lazım mı, değil mi albatros: evet. kursat: emin misin albatros: başına Allah, sonuna alemi koyuyoruz. kursat: dur albatros: sonu = alemin başlangıcı kursat: emin misin albatros: evet kursat: peki sonuna alemin başlangıcı dedin ya albatros: evet kursat: başına ne diyeceksin albatros: Allah’ın varlığı. kursat: peki bu lafa göre Allah’ın varlığının başlangıcını savunmuş olmadın mı albatros: hımmm.. kursat: albat ne diyorsun albatros: yaratmaya kadar geçen süreden bahsetmiş olmuyor muyuz? kursat: evet albatros: yani Allah’ın beklediğini. kursat: evet kursat: Allah yaratmak için bekledi mi, beklemedi mi albatros: bu önermeye göre, Allah’ın başlangıcı değil, alemi yaratmak için beklediği anlamı ortaya çıkıyor. kursat: bak albatros: öyle değil mi? kursat: ben diyorum ki, alemi yoktan yaratmıştır diyen ne dediğini bilmiyor, aslında yoktan yaratılmadı alem, hep vardı albatros: işte vahdet-i vücud.. kursat: hayır, sudur. Allah’ın bilmesiyle beraber, alemin varlığa gelmesi beraberdi, ancak Allah’ın bilmesinin başlangıcı yoktu, dolayısıyla alemin de başlangıcı yoktur. “Var” diyen, alemin varlığı ile Allah ilişkisini yapamaz, ehli sünnet rezil oldu, anlatayım bak, ama aranızda yarışma yapacağım okey mi, kim anlayacak diye, yapayım mı albatros: tamam. Barchina : ok kursat: çok önemli ancak yüzyıllardır anlaşılamıyor bu, ehli sünnet diyor ki: “Allah, alemi sonradan yarattı”, peşine diyor ki: “zamanı da sonradan alem ile beraber yarattı”, şimdi bu açıklamadaki mantık hatası nedir, bunu Gazali de diyor, hadi bakalım albatros: zamanı sonradan yaratmak demekle, yine bir zaman kavramı ortaya koyuyor. zaman olmadan "sonra" olur mu? kursat: albat buldu, yüzyıllardır bu anlaşılamadı, halbuki çok açık değil mi albatros: "önce" zamanla birlikte vardır. "sonra" da. kursat: tabi kursat: bak şimdi albat sana dönelim mi albatros: evet kursat: bu anlattıklarımdan sonra Allah’ın varlığının başlangıcı olabileceğini savunabilir misin albatros: zaten Allah kavramıyla çelişiyor başlangıcı olması. kursat: evet, dolayısıyla ben alem başlangıçsız dedim ama sen Allah olmayabilir dedin ya albatros: evet kursat: bunu dediğinde olaylar zinciri başlangıçsız diyor musun yine albatros: evet, başlangıcı kabul edersek, başlatan bir şeyi de kabul etmeliyiz, başlangıçsızdır kursat: peki bunu dediğinde bir şeyin sebebi kendisi olamaz da diyorsun değil mi albatros: bildiğimiz öyle evet. kursat: peki bu görüşüne göre herşey raslantısal olmuyor mu albatros: evet ve tuhaf da değil bu kursat: ama bu evrende sen raslantı mı, dağınıklık mı yoksa genel manada düzen mi görüyorsun albatros: çok yanlış, dar bir bakış bu kürşat kursat: neden albatros: düzen neye göre düzen kursat: çok basit albatros: evrenin elinde bir çekiliş var, trilyarlarca bilet, trilyarlarca ihtimal, ama bu çekilişin tüm biletleri, yine evrenin kendi elinde, ne çıkarsa çıksın, bilet kendinde zaten. kursat: eeeeeeeeee albatros: eee ne? o ihtimallerden biri de bu "düzen!" denilen oluşum ve tesadüf! kursat: nedensiz mi sence bu albatros: hangisi? düzen mi, oluşumlar mı? kursat: bu düzenin böyle oluşu albatros: nedenli. kursat: onu nedenleyen de, nedenlenmiş miydi albatros: evet, bunu demek durumundayız tabi. kursat: o halde bizim fiillerimiz de bahsettiğimiz eski nedenlerle nedenlendi öyle mi albatros: tabi, öncekiler şimdikileri doğurdu. kursat: o halde bizim hür irademizden bahsedilebilir mi albatros: hımm, kendi yaptıklarımızın sonucunu kendimiz yaşıyoruz kursat: soruma yanıt mı bu albatros: paradoks bir durum kursat: yani şu an şu yazdılarını yazmayabilir miydin sence albatros: seni görmem yazmama sebep oldu kursat: yazmayabilir miydin sence albatros: yazmayabilirdim, yazmayı istemişim ama. kursat: yazmayabilir miydin bu yazıyı, net sordum albatros: yazmayabilirdim kursat: ama çelişkiye düştün ya, açıkla önce sen çelişkini albatros: anlıyorum kursat: anlat albatros: ama buradan çıkarımımız ne olabilir? hür olmak durumundayız yoksa varlığımızı nasıl idrak edebiliriz kursat: ama inancına göre bu olamıyor değil mi, nedenini açıkla albatros: sebep-sonuç ilişkisi Kürşat, etki-tepki kursat: bak inancın gereği sen robot olduğunu kabul etmen lazım, robotum ben gibisinden yani, kabul mü albatros: etkiye karşı yorum yapıyorum ama, tepkimde buna göre kursat: ama yorumunda başka bir etkiden olmuyor mu
***
kursat: sence olayların nedeni öncekiler ve öncekilerinki daha öncekiler ya albatros: aksi nasıl olabilir? kursat: dolayısıya bizim hareketlerimiz de eski nedenlerle nedenlenmiş olmadı mı kabul ettin mi bunu albatros: evet kursat: o halde bizim hür olduğumuzu nasıl iddia edebilirsin, sen deterministsin, yani sen hür olamazsın albatros: peki kursat: bunu kabul etmelisin inancın gereği, kabul mü albatros: kabul kursat: bu zamana kadar kabul etmemiştin değil mi albatros: Allah var ve biz hür müyüz? fiillerimizin sebebi yok mu? kursat: bence var albatros: ne kursat: Allah’ın ilmi, sence ise önceki olaylar öyle mi albatros: sana göre her olay bir öncekinin sonucudur ama ilk sebep Allah mıdır? kursat: hayır, ben olaylar arasında hakiki tesiri kabul etmiyorum albatros: olaylar bunun sonucu meydana geliyor ama. kursat: Allah’ın bilmesi esas sebeptir albatros: bardağı elimden bıraktım, kırıldı. kırılmasının sebebi kimdir? kursat: Allah’ın bilmesi albatros: çocuk öldürdüm sebebi? kursat: hepsi aynı kursat: siz var ya, Allah’ın iradesini de kabul etmiş görünüp aslında yok sayanlardansınız, ispatlayayım, herşey Allah’ın iradesiyle mi olur SERKAN_IN_TURKEY: evet kursat: peki kızına tecavüz edenler var değil mi mcin: vardır sanırım. SERKAN_IN_TURKEY: var kursat: bu da mı Allah’ın iradesiyle oldu peki mcin: şeytanın ve nefsin tahrikleriyle. kursat: soru açık mcin: cevapta öyle. kursat: Allah bu tecavüz fiili olmadan önce, bu fiili irade etmiş miydi, etmemiş miydi? kursat: izle albat, öğren mcin: İrade etmek değil de. Olacağını önceden biliyordu? kursat: irade başka zayıf yanlarıdır, gödüğün gibi bu konu açılınca işi ilme getirirler, anlıyorsun değil mi, başka çareleri yok çünkü mcin: ben de güleyim bari. kursat: iradesi var mı Allah’ın mcin: Bilmiyorum açıkçası. kursat: dinle albat dediğim gibi ilme getirecek işi, şimdi böyle deyince hasıma şu soru sorulur, dedi ya, iradesi var mı bilmiyorum diye, sorulur: alemi Allah mı yarattı albatros: hımm.. mcin: Evet. kursat: şimdi şu sorulur: isteyerek mi yarattı, istemeyerek mi yarattı mcin: istemiştir herhalde, istemeseydi yaratmazdı sanırım. kursat: hemen denir ki, demek ki iradesini kabul ettin öyle mi mcin: sence de kabul mu etmem lazım bunların ışığında. kursat: ben sana göre konuşuyorum mcin: sanırım evet oluyor. kursat: şimdi şu soru sorulur can alıcıdır: Allah’ın iradesi ezeli mi ( başlangıçsız mı) sonradan mıdır kursat: gerisini deyim bak, derler ki: allah ezeli olduğu için irdadesi de ezeli derler. bak bu soruyu da şöyle savuşturacağız. Diyor ya, “ezeli mi değil mi iradesi bilmiyorum” şunu soracaksın: “peki sonradan neyi irade edeceğini ezeli olarak biliyor muydu” ezeli ilmi kabul ediyorsa “evet” diyecek, böylece onlara göre ezeli irade manasına gelecek, ve diyeceğim ki: o halde burada olacağımızı ezelde irade etmiş olmadı mı? “evet” diyecek ve cebr olacak, bir üç kağıt daha var o da şu: hem ilmi hem iradeyi ezeli kabul etti ya, özgür iradeyi savunmak için diyecek ki: “bildiği için irade etti” yani kulların özgür iradeleriyle ilerde ne yapacaklarını ezeli ilmiyle bildiği için irade etti diyecek, biz şunu diyeceğiz: ama bildiği için irade etmek demek şu manaya gelir, sanki önce bildi, sonra irade etti manasına gelir, halbuki sen hem ilme, hem iradeye ezeli demiştin ve ezeli olan şey başka şeyden sonra olmaz diyeceğiz.
*** Kuran ve hadislerin zahirine bakarsan zaten orada insan gibi bir ilah anlayışı mevcuttur. Allah’ın duygusu mu olur? Hadislerde Allah’ın kızması, hoşlanması, kıskanması ve daha niceleri vardır. Ehli sünnet zahirciliktir, antropofomorfisttir, insan biçimci Tanrı anlayışı üzerine kuruludur. Hem Allah mekanda değildir derler, hem de Allah’ı ahirette baş gözümüzle göreceğiz derler.
*** Dedim, yine diyorum, iş Kuran’dan delil getirmeye kaldığında bir çokları kendine Kuran’dan delil bulur. Sen hep Enam 148. ayeti delil getirdin, (evet, özgür irade savunucuların çok kullandığı temel delillerdendir bu ayet) değil mi? Şimdi sana Kuran’ın nasıl bir kitap olduğunu göstereceğim: Aynı surenin 107. ayeti: “Allah dileseydi ortak koşmazlardı. Biz seni onların üzerine bir bekçi kılmadık. Sen onların vekili de değilsin.” Gördün mü bu kitabın nasıl bir kitap olduğunu. Benzeri lafı müşrikler söylüyor ve azarlanıyorlar. Peki bu 148. ayeti nasıl yorumlamak gerekir? Evvelden ben Allah’ın iradesini inkar etmediğim zamanlarda şöyle yorumlamıştım: "Burada müşrikler aslında doğru söylediler, ancak bu laflarıyla; yaptıklarından ötürü sorgulanacak olmalarını kabul etmediklerinden dolayı bir kınama vardır" demiştim ve şunu eklemiştim: "Enbiya 23’ deki "O yaptığından sorumlu değildir. Ancak onlar yaptıklarından sorgulanırlar" ayetindeki hususu inkar ettiklerinden kınandıklarını söylemiştim. Ama artık Allah’ın iradesini kabul etmediğimden şöyle diyorum: Allah, Kuran ile hiç bir mana kasdetmedi ve Kuran da hadistir (sonradandır) ve böyle ayetlerin olacağı ezeli ilminde belliydi. Bu bakımdan bu ayet böyle oldu diyorum ve sana şunu hatırlatıyorum; kader hadislerine ne diyeceksin? Hepsinde de “kulların özgür iradesi yok” dedi peygamber. Ama bunu inkar ettiniz ve utanmadan ona inandığınızı söylüyorsunuz. Bunu yüzyıllardan beri yapıyorsunuz. Kader hadislerinin hepsine baktım, 200 civarı, hepsinde cebr ( kulların özgür iradesinin olmadığı inancı) anlatılır. Ama işinize gelmediğinden ne zaman kader hadislerinden bahis açılsa şunu dersiniz: "Peygamber bize bu konuyu tartışmayı yasakladı." Ama şunu düşünmezsiniz, acaba neden yasakladı? Cevabı basit: Çünkü peygamber cebri anlattı; yani “insanın hür iradesi yoktur” dedi. Ancak insanların anlayışı bunu bir türlü tam olarak alamıyordu ve devamlı sorular olacağını biliyordu. Bunu kestirip attı ve “hayır, şer Allah’tandır” deyip kısa ifadelerle kulun özgür olmadığını ve herşeyi Allah’ın zorla yaptırdığını bildirdi ve ne kadar tartışılırsa o insanlar bunun dibine varamazlar düşüncesiyle bu konuyu tartışmayı yasakladı. Ama siz bu yasaklamayı kendi lehinize çeviriyor ve hem kader hadislerinde anlatılan şekildeki manaya yani cebre, inanmıyorsunuz, hem de bu hadislerden bahis açılınca sıkışacağınızı bildiğinizden: "Bu konuda tartışmak yasak" deyip işi kapatıyorsunuz. Böylece kendinizce bir taşla iki kuş vurmuş oluyorsunuz. Hem peygambere uyuyorum imajı verip, hem de bu imajı kullanarak kader hadislerinden bahsetmekten kurtulmuş oluyorsunuz! Tekrar diyorum ki, ben sizi, sizden bin kat iyi tanırım, yaptığınız bütün laf oyunlarını sizden iyi bilirim. Piyasadaki kader ile ilgili kitapların neredeyse hepsini okudum. Ama bunu ilk siz yapmıyorsunuz. Yüzyıllardır bu böyle devam ediyor. Son beşyüz yıldır bu böyle. Kitabımda sizin mezhebinizin (Maturidi) iç yüzünü de gösterdim. Mezhep imamınızın dediğinin tersini şimdi nasıl savunduğunuzu da gösterdim. ( Siz “cüzi iradeyi Allah yaratmaz” dersiniz; ama Ebu Mansur Maturidi böyle demedi. Hatta “sonradan olan herşeyi Allah yaratmıştır” dedi. Siz cüzi iradeye sonradandır diyorsunuz zaten) Hepsini araştırdım. Kitabımda mezhep imamınızın "Kitabu-t Tevhid" adlı kitabındaki çelişkileri de gösterdim.
*** Ateizm zaten, olayların başlangıçsızlığını savunmak zorunda ve determinizm peşinden geliyor. Yani ateist kişi determinist olmak zorundadır. İnsan olarak hür iradem yok demelidir. Benim hareketlerimi önceden olmuş olaylar belirledi demelidir. Fakat araştırmalarım sonucunda anladım ki Allah’a inanan biri de alemin ezeli, başlangıçsız olduğuna inanmak zorundadır ve sudur anlayışını kabullenmek durumunda kalır. Şimdi karşımızda iki durum var. 1: Maddeler madde olmak itibariyle birbirinin aynıdır ve hiçbir şey kendi kendinin sebebi olamaz, çünkü bu kendi kendinden zaman olarak önce gelmesini gerektirir. O halde herşeyin sebebi bir öncekiydi anlayışıyla hareket edip bu olaylar zincirinin yaptırıcılığına inanır, bu olayların insanın kararlarını da etkileyen olduğunu kabul edip bir anlaşılmazlık içinde yaşamak 2: Bu maddelerden ayrı olarak bir başlangıçsız ve sebebsiz kabul edip buna Allah demek ve alemin de bu sebepsiz sebep olan Allah’tan sudur (çıkma, taşma) ettiğine inanmak. Ama bu sudurun başlangıcının olmadığını da kabul etmek. Zira olayların, Allah’ın bilmesiyle meydana geldiğine inanıp ve Allah’ı da, ilmi olarak kabul edip, alemin Allah’tan zaman olarak sonrasında olmadığına inanıp, böyle bir sistem kabul etmek ve kişiyi Allah’ın ilminin zorladığına inanmaktır. Şu dediğimi asla unutmayınız: Siz ister Allah’a inanan, ister inanmayan olunuz, iki halde de bu inancınız sizin hareketlerinizde ve düşünceleriniz de hür olmadığınız fikrine götürür. Kim ki bunu kabul etmezse şunu bilsin ki ilim de onu kabul etmez. Araştırsın ve görsün. Allah’ın önceden bilmesinin insanı zorladığını yukarda anlattım. Yüzyıllardan beri bu pek bilinmeyen bir noktaydı. Ancak ateistler bu dediğime inanmıyorsa,"determinizm'i" araştırsınlar ve görsünler. Karar verin, sizi zorlayan Allah mı yoksa geçmişteki olaylar mı, hangisine aklınız yatıyor?
*** Tanrı’dan bahsediyorsak, bunun başlangıçlı olduğunu kabul edemeyiz. Zira bu Tanrı herşeyin kaynağıdır, ama O’nun kendisinden oluştuğu bir kaynak olmamalıdır. Zira aksi halde kimse alemin varlığını açıklayamaz. Allah’ı basit olarak düşünmeliyiz, değişmeyen, bir’dir. Sadece ilimdir O. Ancak etkin, zorunlu kılıcı bir ilimdir. Yaptığından başkasını yapamazdı. Bunlar zatı gereği olan şeylerdir. Allah bunları tercih etmedi, sebepsiz bir ilim bütün bunların sebebidir. (Basit ama tatmin edici bir izahtır) Meşşailik felsefesinde anlatılagelen genelde budur. Alem için bir başlangıç kabul eden, asla allah ile alem ilişkisini açıklayamaz, İlahın başlangıcını savunmak durumunda kalır. (Kelamcıların hepsi böyledir. ama hiç biri bunu anlamadı ve Allah’a başlangıçsız demeyi sürdürdüler) O bakımdan mantık bize tek yol gösteriyor: Başlangıçsız bir ilahı kabul etmek! Başka yol yoktur.
*** Ben Allah’ın iradesi yok demiştim ya, son zamanda şu delili yaptım. Dedim ki: Allah’ın ezeli ilminin belirleyici özelliği vardır. Ancak buna irade diyemiyoruz. Zira bu ilimdir; ancak başlangıçsız olduğundan bizim anladığımız gibi olmayan şekilde belirleyiciliği vardır. Ben bu konuları biraz kapalı anlattım aslında. Yani onlar diyor ki: Allah’ın iradesi, ilminin aynıdır. Kudrete gelince onu da kapalı geçtim aslında. Şöyle demem gerekmekteydi: Kudretten kasıt ne idi? Bir fiili yapabilmek için gerekli olan kuvvvet değil mi? Ancak, ezeli ilim kabul edildiğinde, bu ilimde dikkat edersen biz başka bir ifade daha kullandık, o da şuydu: Bu ilim fiili bir ilimdir dedik, yani zorlayıcı ve etkin olan bir ilimdir, bu edilgen değildir dedik, bununla da zaten Allah’ın meydana gelecek şeylerle ilgili bilgisinin, bildiği gibi meydana çıkmasını kasdettik. Yani bu kudret ifadesi, ilim ifadesinde eritilmiş oldu. Bütün diğer ifadeler kudret, irade gibi ilim ifadesine irca edildi; yani ona döndürüldü. Ancak görme ve duymaya gelince ona da şu denildi: Görmekten kasıt görülebilecekleri bilmesi, duymaktan kasıtta duyulabilecekleri bilmesidir denildi. Peki neden Allah’ın duyması ve görmesi reddedildi? Daha evvel anlatmıştım ama şunu söyleyeyim: Zira duymak ve görmek etkilenmek demektir. Oysa Allah için etkilenmekten bahsedilemez denildi. Bu bakımdan bunlar hakiki manası ile alınamaz şeklinde ifadeler kullanıldı.
*** Dedi: “Tanrı'nın değişmez oluşu bir kanun mudur? Tanrı kainatı yokluktan mı var etmiştir, kendinden mi? Yokluktan bir şey çıkmayacağına göre; Kendinden var ettiğine göre bu; Kudretinden bir eksilme ve değişme değil midir? Yoksa kainat Tanrı'dan ayrı bir yaratık değil midir? Yani Tasavvuftaki gibi Tanrı aynı zamanda evrenle bir midir? Böyle olsa dahi, bu da kudretini parçalara ayırmak olarak bir değişim sayılmaz mı? Yoksa zaten öyleydi, ayrıca bir yaratma olmadı mı? Evren ve madde halinde miydi yoksa Tanrı?
_Cevap: Dedi: "Tanrı'nın değişmez oluşu bir kanun mudur?" _Cevap: Değişmez oluşu bir kanundur. Delili şudur: Değişenden bahsetmek için değiştireni kabul etmek gerekir. Ancak etkileyen etkileyenden (sudur durumu hariç) zaman bakımından önce gelmelidir ve bu da şu sonucu doğurur: Bir şeyin Allah’ı etkileyen olması için, Allah’tan zaman olarak önce varlıkta olması icap eder. Ancak Allah öncesiz ve başlangıçsız olduğundan bu imkansızdır. İmkansıza bağlı olan da imkansızdır. Böylece Tanrı’nın değişmesi kabul edilemez. Dediğim gibi bu çok önemli bir husustur. Metafizik bunun üzerine temellenmiştir. _Dedi: "Tanrı kainatı yokluktan mı var etmiştir, kendinden mi?" _Cevap: Kainatı yoktan yaratmamıştır. Kainatta başlangıçsızdır. Allah, alemden zaman olarak değil rütbe olarak (zat olarak da denir) öncedir. Allah için şu denir: "Akıl, Akil, Makul" yani bilgi, bilen ve bilinendir. Allah kendini bilmekle kendisinin bütün herşeyin kaynağı olduğunu da bilmiş olur ve oluşumlar bu bilgiye göre olduğundan ve bu bilmenin başlangıcı olmadığından, alemin başlangıcı da yoktur. Ancak geleneksel anlatımdaki sudur anlatışı tatmin edici değildir.
_Dedi: "Yokluktan bir şey çıkmayacağına göre; Kendinden var ettiğine göre bu; Kudretinden bir eksilme vedeğişme değil midir?" _ Cevap: Kudreti yok demiştim ve ilminin zorlayıcı bir bilgi olması sebebiyle, olacağını bildiği olaylar varlık sahasına çıkacağına göre, ilminde bir değişiklik olmayacaktır deniyor. (Bu konuda sıkıntılar da vardır) Allah’ta bu konuda da bir değişme olmamış oluyor. _Dedi: "Yoksa kainat Tanrı'dan ayrı bir yaratık değil midir? Yani Tasavvuftaki gibi Tanrı aynı zamanda evrenle bir midir? Böyle olsa dahi, bu da kudretini parçalara ayırmak olarak bir değişim sayılmaz mı?" _Cevap: Ben alem ile Tanrı birdir demiyorum.
_Dedi: "Yoksa zaten öyleydi , ayrıca bir yaratma olmadı mı? Evren ve madde halinde miydi yoksa Tanrı?" _ Cevap: Zaten Allah’ın ayrıca bir yaratma sıfatı yoktur. O çokluk kabul etmeyen bir birliktir. O birlik ise, ilimdir. Bilmesi, hadiselerin sebebidir. Yani tüm çabamızla şuna çalışmalıyız: Allah’ı birlemeye. O’nda çokluk düşünmemeliyiz ve O’na madde de demem. Ama buna geleneksel kelam delilini de getirmem. Zira kelamcılara göre “her cisim hadistir. Zira parçalardan mürekkeptir ve parçalarına muhtaçtır. Dolayısıyla bir etki edene ihtiyaç duyar” deyip, bunu söyledikten sonra maddenin hadis olması lazım geldiğini söylemişlerdir.
*** Dedi: "Her şey sonuçta Allah’ın dilemesi ve takdiriyledir. Başlara gelen kötülükler ise kendi elleriyle kazanılması sonucundadır." _Cevap: Acaba başa gelen kötülükler, bu ifadeye göre yine Allah’ın dilemesi ve takdiriyle olmuş olmadı mı?
_Dedi: "Örnegin, bir insan elini ateşe soksa, eli yanar; elinin yanması Allah’ın yarattığı kanunlar gereğidir. Fakat elini yakan buna elini sokandır. Sorumluluk elini sokan insandadır. Ama onun elini yakan bu doğa kanunlarını yaratan Allah tır. cevap: " fakat elini yakan buna elini sokandır. Sorumluluk elini sokan insandadır" ifadendeki elini sokanın bu fiili yine Allah’ın iradesiyle olmadı mı?
_Dedi: "yoksa siz içkiyi, kumarı, dikili taşları, putları ve fal oklarını yapmayı insana yaptıran da Allah’tır mı diyorsunuz?" _ Cevap: Sen yukarda demedin mi “herşey Allah’ın iradesiyle olur” diye. O halde bu lafın ne manası var? madem Allah yaptırmıyor da
_ Dedi: "HAYIR ALLAH’TANDIR, ŞER İSE ŞEYTANDANDIR" _ Cevap: Namaz kılmak hayır mı? “hayır” dersen, sorarım: Namaz kılmak Allah’tan mı? “evet” dersen, sorarım: Bu lafla neyi kasdettin? eğer “namaz kılmayı Allah nasip eder” manasını kasdettiysen, yine sorarım: Peki ama namaz kılmayanlar da var, acaba onlara namaz kılmayı nasip etmedi mi? bu yine ayrıımcılık olmuyor mu dersin?
*** Kürşat dedi: "Yani anlayacağın bütün diğer ifadeler kudret, irade gibi, ilim ifadesine irca edildi; yani ona döndürüldü. Ancak görme ve duymaya gelince ona da şu denildi: Görmekten kasıt görülebilecekleri bilmesi, duymaktan kasıt da duyulabilecekleri bilmesidir denildi. Peki neden Allah’ın duyması ve görmesi reddedildi? Daha evvel anlatmıştım ama şunu söyleyeyim: Zira duymak ve görmek etkilenmek demektir. Oysa Allah için etkilenmeden bahsedilemez denildi."
_Dedi: "Fiil'in kaynağı iradedir. İrade olmadan, kudret olmadan fiilin olması düşünülemez. Bu insan özellikleri içinde düşündüğümüzden mi acaba" _ Cevap: Aynen öyle _Dedi: “İradesi-kudreti, ilmine irca edildi-döndürüldü” derken ya da ezelden öyle iken yaratma fiilini düşünce gücüyle mi gerçekleştirmiştir? Ki ifadeden bu anlaşılıyor.. _Cevap: Düşünce değil, Allah düşünmez. Neden? çünkü düşünmek, bir problemi çözmek için gayret sarfetmektir, çaba harcamaktır. Halbuki Allah çaba da harcamaz, gayret de sarfetmez ve önemli olan şu ki: O’nun amacı da olamaz. Ama bakınız Zariyat 56’da ne diyor ayet: "Cinleri ve insanları yalnızca bana kulluk etsinler diye yarattım." Bakın bu ayetin zahirini (dış anlamını) alanlar nasıl bir duruma düşüyor: Eğer insan ve cinlerin ibadet etmeleri Allah’ın amacı olmuş olsaydı, şu sonuç çıkardı: Bir çokları ibadet etmez, demek ki Allah amacına ulaşamadı, aciz kaldı sonucu çıkmaktadır. Peki neden amacı yok dedim? Esasen bu da yüzyıllardır bilinen şeylerdendir. Açıklaması şu: Amaç edinmek acizliktir. Zira amaç edinen, edindiği amaca ulaşmasının onun için, şu bulunduğu durumundan daha hayırlı olacağını düşünür. Bu iş şu sonucu doğurur: Amaç edinen, henüz elde demediği, kendince ulaşamadığı bir kamillikten yoksun demektir. Bu konu da felsefede defalarca söylenen şeylerdendir. Mesela Gazali bu konuda da bir çelişkiye şöyle düştü: Gazali ve Eşarilik, Allah’ın amacı yoktur dediler. Ancak hem Eşarilik hem de Gazali, Allah’ın iradesini kabul etti. Halbuki amacı olmayanın iradesi de olamaz. Bunu göremediler. Bu inceliği de yine bunu kelamda bulamazsınız. Sadece bilmesi etki yapar.
_ Dedi: "Ancak duyması ve görmesi ile ilgili konuda çelişkiler var. Görme ve duyma, bilmesiyle açıklanamıyor tam olarak. _ Cevap: Bu soru önemli, bunu şöyle izah ediyorum: Allah dışında herşey cisim dediğimden, düşünce de bir cisimdir, renkte, renk düşüncesi de, ruh da. Bu cismi, Allah bilir ve görmesi söz konusu değil dedim. Zira görmek için mesafe şarttır ve yön de lazımdır gören için. Dolayısıyla Allah görür diyenler farkında olmadan Allah’a yön isnad etmiş, yön isnad edince de, mekan isnad etmiş, sonuçta Allah’a cisim demiş olur. Ancak bunları pek düşünmezler. Onlar akıllarınca Allah’ı yüceltmek peşindedirler.
***
kursat: bir fiili istemeyi isteyebilir misin, ayağa kalkma örneğinde, kalkmayı istemeyi mi istiyorsun yoksa direkt kalkmayı mı blawknox: peki hangi durum da, diyelim iğne battı, hemen kalktık kursat: normali blawknox: kalkmayı istiyorsun kursat: istemeyi istiyor musun mcin: istemeyi istemek mi? bu nasıl soru? blawknox: normal bir durumda kalkmayı istiyorsun kursat: yani istemeyi istemiyorsun değil mi mcin: kalkmayı isteriz, kalkmak istemeyi istemeyiz. kursat: neden mcin: gereksiz çünkü kursat: o halde bu istek biz de onu istemeden mi gerçekleşti albatros: sudur inancı sana gore uygun değil mi kursat: uygun, ama benim versiyon albatros: yani alem, Allah’tan taştı kursat: evet albatros: peki, Allah, Allah’lığının bilincinde midir? kursat: tabi albatros: peki sudur ettiğinin de farkında mı? kursat: tabi albatros: başka birşey olması gibi bir şey olamaz o zaman kursat: tabi albatros: taşmasını da dilemediğine göre kursat: onu diyorum ya albatros: senin sudur da ki farkın ne? kursat: şu: onların ki kabul görecek cinsten değil; onlar Allah’tan önce ilk akıl çıktı dedi, ama bu cisim değil dedi, sonra bu ilk akıl kendini akletti, sonra akıl kendini akletmesiyle ilk felek oluştu ve ilk aklın Allah’ı akletmesiyle de ikinci akıl oluştu diyorlar, bu 9 felek ve 10 akıla kadar gider, ikinci kendini düşünür 3. olur gibi yani, onuncu akıl alemdeki olayları yapar ve onuncu akılın yaptıklarına ayaltı alem denir. yani çok saçma bunların dediği, karışık, okudum bu konuda çok kitap, anladım ki böyle değil. Şöyle: sudurla olan maddeydi cisimdi, ancak Allah başlangıçsız olduğundan, kendini bilmesi de başlangıçsızdır. kendini bilmesiyle nelere sebep olacağını da bilir, yani neyin olacağını biliyorsa, o, Allah’ın bilmesiyle varlığa gelir ve kendi gibi madde de başlangıçsız olur. kursat: düşüncelerini sen belirlemiyorsun, bak hisset albatros: neyi düşüneceğime bir şey sebep oluyor ve düşünüyorum ve bu sebep de benim elimde değil sanki kursat: aslında çok basit, bu düşünceler asla evvelki olaylardan değil, bunu hissedebiliyor musun? önce bunu söyle, yani aslında aklımıza gelenleri geldiği anda anlamlandırıyoruz. ama onları aklımıza biz getirmiyoruz, hisset, aklımıza gelince düşünüyoruz ve düşündük diyoruz, 1 ile 10 arasında beş karışık 5 rakam seç albatros: evet kursat: şimdi bu rakamları nasıl seçtiğini düşün, dikkat edersen tık tık diye peşi peşine oldu değil mi? tık tık albatros: e tabii kursat: düşünceler de böyledir aslında ve biz bunlar biz de olunca düşünüyorum ya da seçiyorum deriz, aslında tık diye bize gelen o fikirler bizden değildir, başkasındandır hisset, biz bu düşüncelerin mahalliyiz albatros: ama Kürşat, bu beş rakamı, tık tık tık diye sıralamam senin sorun üzerine oldu, yoksa ben sıralamıyacaktım kursat: ama ben o soruyu sence neden sordum, bu da tık diye oldu aslında albatros: bir şeyi izah için kursat: bu da tık diye oldu aslında, hatta bir deney yapalım, önünde iki seçenek var, sağ ve sol, seçeceksin birini albatros: evet kursat: bir dene albatros: evet kursat: bu da tık diye olacak, engelleyemezsin ,dene hisset, son sözün ne albatros: karışık, bilmiyorum. tık olayı garip
*** Dedi: Mantık yürütme şeklin gayet iyi olmuş ama göz önüne almadığın konular nedeni ile yanlış çıkarımlarda bulunmuşsun. Şu an 2006 yılındayız ve geriye doğru sonsuz sayıda olay olduğunu söylemişsin. Bu doğru ama gözden kaçırdığın olay bu sonsuz sayıda olayın bitmiş olmadığıdır. 2006 yılını sonsuz sayıda evrensel olayın bitiş yılı olarak algıladığın için evrenin başlangıcı olduğunu düşünmüşsün. Çünkü sonu olan herşeyin muhakkak başlangıcı da olması gerekir. Burada haklısın. Ama 2006 da hala sonsuz sayıda olay değişerek, gelişerek, evrimleşerek devam etmekte olduğundan, bu mantık silsilesi ile evrenin başlangıcı olduğu çıkarsaman hatalıdır. _Cevep: Zaten bu görüşümü değiştirdim ve alem başlangıçsızdır dedim. Zira anladım ki alemin (olayların) başlangıcını savunan, Allah’ın varlığının başlangıcını kabul etmek zorunda kalır. O bakımdan bu görüşü terkettim ve alem de dolayısıyla madde de ezeli yani başlangıçsız dedim. Ama alem, Allah’tan sudur etti, yani ondan taştı. Ancak bu başlangıçsız idi diyorum. Ancak şunu itiraf edeyim ki benim alemin başlangıçlı olduğuna yönelik delilim çok güçlü olup ona karşı bir delil getiremedim. Sadece Allah başlangıçsız olmalıdır, düşüncesiyle o iddiamdan vazgeçtim. Eğer benim alemin başlangıcı olmalıdır iddiamdaki o delili çürüten bir şey bulursan sevinirim.
** Dedi: “Şimdi sen bir yerde diyosun ya, Allah zorla yaptırdı diye. Halbuki o kişi kendi dilemesiyle yaptı o işi. Kader vardır ama kaderde olan işler gerçekleşirken insanın cüzi iradesini yok sayıyorsun. Mesela ben bu anda yazıyorsam kendi cüzi irademi kullanarak yazıyorum. Zalimlerin kötülük yapmaları Allah'ın izniyle ama, insanların cüzi iradeleri var. Eğer Allah böyle kötü olan işlere izin vermeseydi imtihan sırrı mı kalırdı? Cevap: Ben cüzi iradeyi yok saymıyorum. Bizim irademiz var diyorum. Ama bu cüzi irade dediğimiz sonuçta düşünce değil mi? Mesela ayağa kalkma isteğimi ele alalım. Bu cüzi iradedir. Bu ayağa kalma düşüncemi Allah mı yarattı? İşte sana ve senin gibilere bunu anlatmadılar ve siz de bunu sormadınız! Size denildi ki: "Sen istiyorsun ne yapacağını, Allah ise hareketlerini (fiillerini) yaratıyor. Yani sen hürsün" Hep bu deniyor ya, sen çocuk musun, sorsana "hareketimi Allah yaratıyor da, düşüncemi, seçimlerimi de mi Allah yaratıyor?" diye. Sana ne diyecek onlar? Derse ki "düşünceni de Allah yaratıyor" hemen cevabı yapıştır; de ki: "hem düşüncemi, seçimlerimi Allah yaratacak, hem hareketlerimi, benim hür olduğum nerde kaldı ki artık.” Eğer sana derse ki: "Düşünceni Allah yaratmıyor, orasını karıştırma, biz de böyle okuduk alimlerimizden, üstatlarımızdan, sen onlardan daha mı iyi bileceksin ki;" deki: "Hareketler var, düşünceler de var. Birini Allah’ın yarattığına inanıyorsunuz da, öbürünü yarattığına niye inanmıyorsunuz.”
*** Dedi: “Eğer sen Muhammed’e hakikaten iman etmiyorsan ve sen onu kafir ilan edebilecek kadar kendini üstün görüyorsan, ben sana şunu sorarım: Sen İslam üzerinemisin ki, yazılarını okudum islam üzerine olduğunu söylüyorsun ama daha çok hamsın, bu halde sen islam üzerine olup, islamı getiren Allah’ın Resulünü nasıl kafir ilan ediyorsun? Çok şaşırdım doğrusu. Cevap: Bunlar böyle, ne yapayım? Gözümü mü yumayım? Bu yapılanları yok mu sayayım? Bende öyle mi yapayım? Bu iş böyle, bırak peygamberleri, bir tarikat şeyhine dahi yapılan tazim ve hürmet ne boyutta bir düşün! Bu böyle iken elbette peygamberlerin yaptıklarının ve söylediklerinin üzerine sünger çekilir rahatça ve insanlar bunu sormaz ve soramıyor işte. Soran neyle karşılaşır biliyor musun? Hiç bir grup kabul etmez onu. kesinlikle söylüyorum, bunu bilin yani: Biri Allah’ı, Kuran’ı okuyarak tanımaya çalışırsa, onun ayağı tahminim büyük oranda kayar. Zira bu işler karmakarışıktır.
*** Şerri Allah mı yaptırıyor? “hayır” dersen, hayır ve şer Allah’tan olmuyor muydu?
***
mcin: Mesela hayvan yolda giderken niçin kayalıklara taşlıklara gitmez de yeşil alanlara gider? şahsı meşhur: hayvan hiç hür değil, çünkü yazılmış onların nasıl davranacağı bir program dahilinde kursat: sen görmedin mi biri köpek çağırırken ne yapıyor, bak köpeğe otur deyince insanlar hareket yapıyor mu eliyle, madem hayvan hür değil, yani Allah zorla hareket ettiriyor onu, o halde köpeğe kalk dediğinde insanlar elini kaldırıyor ya, zorlamayla ahenkle devam eden başka bir harekette, zorunludur sonucu çıkar. Demek ki insan da zorunlu olarak hareket ediyor demektir bu. albatros: çok doğru, evet Kürşat bu güzeldi. kursat: hayvanların da hür iradesinin olmadığını da ispatlayım mı? arılar var ya, bunlar bal yaparken bir düzlem içinde başlarlar, ancak petek ballar var ya, altıgen yaparlar ya, bunu yaparken farklı arı grupları düzlemin farklı yerlerinden başlıyorlar yapmaya, ancak sonunda bu altıgen petekler ortada buluşuyorlar ve hiç karmaşıklık olmuyor. dayısıyla eğer bu arılar hür olsaydı bir grubu bir santim aşağıda bitirirdi, yani bu altıgenler birleşmezdi, zira insanlar bile bunu yapamazlar, o halde bu arıları böylece yönlendiren olmalıdır. Bu da Allah’tır ve Allah onları zorlamaktadır arı hayvandır, eğer arı hareketlerinde zorlanıyorsa, demek ki bütün hayvanlar zorlanıyor demektir. Buna göre başka bir hayvan olan köpek de hür değil demektir. yukarda verdiğim örneğe göre köpek hür değilse insan da hür değil demektir.
*** Dedi: İzah edilmesi gereken husus şudur: Tabiatın potansiyel kuvvetleri insanın zararına güdümlenmiş değildir. Örneğin; yağmur, sel felaketi getirmek ve insana zarar vermek için Allah tarafından tetikte bekletilmemektedir. Allah’la insan arasındaki ahlaki ilişki buna engeldir. Aksi halde Allah zorba ve zalim bir varlık olur. _Cevap: Allah zaten zalimdir.
_Dedi: İşte Allah evrende bütün kuvvetlerin potansiyelini elinde bulundurduğundan ve bu kuvvetler hayrı ve şerri aynı anda potansiyel olarak barındırdığından, hayır da şerr de Allah’tandır. Ancak bir kuvvetin hayra ya da şerre dönüşmesinde etki insandan gelir. _Cevap: Peki sizce bu etki, yani insanın etkisi, Allah’ın iradesiyle olmuyor mu ve sizce yine bu etkiyi Allah yaratmıyor mu?
_Dedi: İşte neyin hayr neyin şerr olduğunu bilen Allah, insana insanın tavrına göre bunları verir. Evet, bunları Allah verir. Ama insanın tavrını nazara alır. _Cevap: İnsanın bu tavrını Allah yaratmadı mı? ve Allah’ın iradesiyle oluşmadı mı sizce bu tavır?
_Dedi: İnsanın başına gelenler bu yüzden elleriyle kazandıkları sebebiyledir. Sadaka ve dua bu yüzden belayı defeder. _Cevap: Demek sadaka belayı defeder öyle mi? İyi düşününüz. Zira gelecek olan belayı Allah önceden bilir mi? “evet” derseniz, zaten Allah’ın olacağını bildiği bir bela asla gerçekleşmemezlik edemez. Zira bu olursa, “Allah cahil” manası çıkar. Demek ki bela asla engellenemez. Tersine dua da, sadaka da kaderdendir. Asıl onlar meydana gelmek zorundaydı. ( Burada bir inceklik var şöyle ki: Bu ifadeler hadis olarak rivayet edilir. Yani sadaka belayı defeder ya da dua belayı defeder, akrabayı ziyaret ömrü uzatır gibilerinden, halbuki birinin öleceğini Allah, değişmez bir şekilde bilir ve bu ilim yanlış olamaz. Demek ki ömür uzamaz. Bu kadar basit. Benzeri çok hadis var. Bir kısmı da Buhari, Müslim’dendir. Yani öyle kolay kolay bu hadislere uydurma diyemeyiz. Şimdi önümüzde bir durum var ki, benim defalarca söylediğim şeydir. Eğer Allah Resulü bunları söylemişse, gördüğünüz gibi yanılmış demektir. Hani peygamberler hata etmezdi. Halbuki bu lafları direkt Allah’a cahil demeye geliyor.
_Dedi: Teklife olumlu cevap verip vermemek sizin sorunuzdur. Olumlu cevap verince kurallara uymanız gerekir; kurallara uymayıp, “Allah öyle takdir etmiş” demek soytarılıktır. _Cevap: Yani Hadid 22’ye inanmak soytarılık öyle mi? Alah’ın olayları ezeli olarak önceden bilmesine inanmak soytarılık öyle mi? Peygamberin kader hadislerinde anlattığı kader inancına (cebr) inanmak soytarılık öyle mi? Yine siz Allah’ın ezeli iradesini kabul etmediniz mi? Buna göre insan fiilleri bu ezeli iradeden olmuyor mu sizce ve bu cebr olmuyor mu?
*** Allah faili muhtar olmayıp, Mucibu'n bi'z-zat'tır
"Karabaği’nin Tehafütü" adlı kitapta Karabaği diyor ki: "Allah’ın bilgisinin fiile taallukunun, o fiilin zorunlu olarak meydana gelmesini gerektirip, bunun aksinin ise imkansız olduğunu kabul etmek yüce Allah’ın mucibu'n bi'z-zat olup ihtiyarıyla fail olamaması sonucunu doğurur ki bu, filozofların istediği şey olup, alemin kıdemi konusuna aykırı olmadığı gibi o fikri destekler." İzahı: Ben evvelden filozofların bu görüşlerini okurken güler geçerdim, "böyle şey mi olur" diye. Ancak şimdi bu fikirdeyim. Olay şu; Karabaği’nin dediği, çok basit bir gerçeği dile getiriyor. Eğer Allah’ın olayları olmadan önce bildiği kabul edilirse, olacağını bildiği olaylar olmak zorundadır. Çünkü aksi halde Allah yanılmış ve cahil olmuş olur. Ama bu olamaz. Dolayısıyla Allah’ın olacağını bildiği şeylerin varlığa gelmesi zorunlu; varlığa gelmemesi ise imkansız olur. Hal böyle olunca Allah’ın değişmez ilminde olaylar nasılsa, öylece meydana gelir. Allah bunları seçemez, yani Allah zatı gereği zorunludur. O’nu bunları yapması için zorlayan yoktur. Ama zatı gereği bunları yapmak durumundadır ve bunları yapmamazlık edemez. Ben zaten “Allah’ın iradesi yoktur” derken, hep bunları kasdediyordum. Yani bütün bu olayları Allah seçmedi ve istemesi yoktu. Zira bunlar O’nun değişmez ilminde, başlangıçsız olarak belliydi ve bunlar varlığa gelmek zorunda olan olaylar olmuş oldu. Yani lafın özü, Allah yaptığı şeylerin dışında başka şeyler yapamazdı ve bundan sonra da yapacağından başkasını da yapamaz! Dikkat ediniz, siz şundan yanılıyorsunuz, hep Allah’ı kendinize kıyas yapıyorsunuz. Halbuki ilahlıkta olay budur. Yıllar öncesinde filozofların bunu dediğini görüyordum ama kapasitem yetersizdi ve kelamcıların basit anlayışlarına inanmayı südürdüm. Bir komedi bunlar. Mesela bunun komedi olduğunun bakın en açık izahını yapacağım size. Mesela "mümkün ya da mümkin" kavramı vardır kelamda. Bu şu demektir kelam dilinde: Olması da olmaması da eşit olan ve bunun olması için bunu Allah’ın irade etmesi gerekir diye açıklanır. Şimdi dikkat edin, bu tam bir saçmalıktır! Çünkü, zaten “olayları olmadan önce Allah bilir” dendiğinde, Allah’ın olacağını bildiği şeyin varlığa gelmesi şart olur ve varlığa gelmemesi imkansız olur. Bunu anlamak güç değildir. Zira mesela benim şu an ki yazma işlemimi Allah önceden biliyordu. Bu eylemi yapmak zorundaydım; aksi halde Allah’ın ilmi, cahilliğe dönerdi. Şöyle örnek vereyim: Benim şu an yazacağım O’nun ilminde belliydi ya, işte ben, şu an yazacağım belli olduğu anda, benim denize girmem olabilir miydi? Olamazdı değil mi? Zira yazı yazma ve denize girme zıt şeylerdir. O halde benim şu anda denize girmem imkansız demektir. Yani kelamcıların yüzyıllardır anlattıkları mümkün kavramı çok basit bir saçmalıktı.
** Allaha neden zalim dediğimi anlatacağım: Ben yakın zaman önce Allah’a zalim demekten vazgeçtiğimi söylemiştim. Ama tekrar inceledim durumu ve yanıldığımı anladım. Herşeyin kaynağı Allah’tır ve zulmün de kaynağı Allah’tır. Ben Allah’ın iradesi yok demiştim, ama yakın zamanda şu ayrıma da vardım: Ben Allah’ın ilmini kabul ettim ama başlangıçsız olduğunundan bu ilmin bizim ilmimizde olmayan iki özeliği vardır: İlki etkin ilim olması; yani zorunlu kılıcı, zorlayıcı bir ilim olması; ikincisi, bu ilimde belirleyicilik özelliği de vardır. Yani olacak olaylar O’nun ilminde bellidir diyoruz. Dolayısıyla bu ilim başlangıçsız olsa da, sonuçta belirleyicilik özelliği taşımaktadır. Ama “Allah’ın iradesi yok” derken, bu ilimden ötürü seçme ve isteme özelliği olan iradeye yer kalmamaktadır. İzah şudur: Bir kere seçmek için seçilecek olanların meydanda olması gerekir. Ama ezeli irade kabul edildiğinden dolayı, günümüzdeki olaylar olmadan önce seçimden bahsediliyor ki saçmadır. Bazıları diyor ki: “Allah milyarlarca alternatifden birini seçti." Bu zaten tam bir saçmalıktır. Tekrar diyorum ki: Değişmez ilminde olaylar, başlangıçsız olarak bellidir. Ne alternatifi? Bunlar insan biçimci İlah tasavvurlarının sonuçlarıdır. Allah’ın ilminin belirleyici özelliği vardır. Dolayısıyla dünyadaki zulümlerin varedicisi Allah’tır. Bu yüzden Allah’a zalim demek yanlış olmaz. Tekrar diyorum: Allah bu olayları tercih etmedi, istemesi yoktu; olay şu idi: Başlangıçsız bir ilimde bu olaylar belliydi ve bu ilme göre bu olaylar olacaktı, başka yol yoktu.
*** kursat: Allah bu ortamı meydana getirmek zorundaydı, mcin ne diyorsun mcin: Katılmıyorum. Sonsuz alternatifi vardı. Bunları diledi. kursat: ama bunları meydana geleceği değişmez ilminde belli değil miydi mcin: belliydi. kursat: peki bahsetiğin alternatifler içinde hangisinin meydana geleceği yine bilinmiyor muydu, ne yapacağımız Allah’ın ilminde belli değil mi mcin: belliydi. kursat: olacaklar zaten bu belli olanlar değil mi mcin: evet kursat: şu halde Allah yaptığından başka türlüsünü de yapabilir miydi, iyi düşün mcin: Hangi yaptığından bahsediyorsun? örnek versene? kursat: mesela bugün kar yağdı, bunun gibi mcin: Alternatifleri sonsuzdu ama O bunu diledi. kursat: bu ifadeyi çok kişi dedi yüzyılarca, bir komedi bu, neden mi? Çünkü sorsam size: peki bu bahsettiğiniz sonsuz alternatif içinde, hangisinin meydana geleceği de öncesiz ilminde belli değil miydi mcin: belliydi. kursat: nerede bu seçim peki, hiç böyle seçim olur mu mcin: Peki senin bu söylediklerine göre Allah aciz olmuyor mu? kürşat kursat: cevap ver dediğime sen, haksız mıyım mcin: Ama eğer Allah bu olanlardan farklı birşey yaratmış olsaydı.Ezeli ilminde farklı birşey dileseydi.Yine sen bu sözü söyleyebilecektin. Öyle değil mi? Allah her ne yaratsaydı sen Allah bunu yapmaya mecbur diyecektin. kursat: şunu da diyorum: Allah’ın bilgisi başka türlü olamazdı, kelamcılar göremedi inceliği, buna Gazali de dahil mcin: Kürşat yani Allah aciz mi? kursat: aciz demedim, iradesiz ve zalim mcin: Yarattıklarından değişiğini yaratamaz mı? kursat: Allah yaptığından farklı bir şey yapamazdı ve bundan sonra da yapacağından başka bir şey yapamaz, nasıl fikir bunlar mcin: Aslı astarı olmayan sözler. kursat: karşı delil getirmedin ama mcin: Allah’ın yaratmasının sonu yoktur. kursat: Allah ilminin zıttına bir fiil yapabilir mi mcin: Kürşat sen Allah’ı hiç tanıyamamışsın. kursat: ama delil getirmiyorsun cin mcin: Senin delilin nerede onu göremedim. kursat: inancını delilsizlik üzerine mi kurdun, göremediysen senin aczin bu, yüzyıllardır bu bilinen görüştür kursat: Allah “mucibun bizzattır” denir mcin: Ne demek bu kursat: yani zatı gereği zorunludur demektir, yaptığından başkasını yapamazdı manasına gelir, zira “yaptığından başkasını yapabilirdi” demek, ilmi cehle döndü demektir mcin: açıkla. kursat: Allah alemi yaratmak zorunda olduğu için mi yoksa yaratmak istediği için mi yarattı mcin: Allah zorunlu değildir. Yaratmayabilirdi de? Yarattıklarını mevcuttan farklı da yaratabilirdi. kursat: peki Allah’ın ilminde yaratacağına dair mi bir bilgi vardı?
** Bahsettiğiniz açıklama yıllardır bildiğim, ancak insanı tatmin etmeyen bir izahtır. Eşarilerin izahıdır: Alem Allah’ındır. Allah malında tasarruf yapmıştır; dolayısıyla bu zulüm sayılmaz derler ve şu örneği verirler: Ücret önceden belirlenmek şartıyla iki adam çalıştırdım ve bu ikisi tamam dedi, çalıştı. İş bitiminde birine dediğimden fazla para verdim. Öbürü diyemez ki: “niye ona fazla veriyorsun.” Dersin ki ona: “sana konuştuğumuz parayı vermedim mi? ona daha fazla veresim geldi.” Bu örnekte Allah’ın zalim olmadığını anlatılmak isteniyor. (Allah’ın birine iyi yaşantı diğerine kötü yaşantı vermesi buna kıyas edilmeli demeye getiriliyor.) Bir örnek daha veriyorlar: “Senin bir gömleğin var; ister giyersin, ister yırtarsın. Sen onu yırtsan bu zalimlik olmaz, zira o senin malındır.” Ancak şimdi dikkat ediniz vereceğim örneğe; halbuki Kuran’da anlatıldığına göre, Allah’ın kalpleri mühürlemesi vardır. (Bakara 7, İsra 46) Bu mühürlenme anında da bu şahıslara iman etmek teklif edilmektedir.(Araf 15) Halbuki mühürlenme anında bu şahıslar iman edemez. Görüldüğü gibi iman edemeyecekleri halde, iman etmekle yükümlü tutuluyorlar. Şimdi soruyorum bu zulüm değil midir? Ben bu konuda yüzlerce kitap okudum. Kim ki Allah’a zalim demedi, o şahıs bu işlerin altından kalkamadı, ne yaptıysa beceremedi. "Teodise" adıyla anılan meseledir bu. Kötülük problemi diye meşhurdur. Avrupada da böyle bu konuda çok kitap yazıldı. Hiç kimse, Allah’a zalim demedikten sonra bu işlerin altından kalkamadı, rezil oldu. Bunu yüzlerce kez gördüm.
*** Dedi: Öncelikle Allah'ın herşeyi bildiğini nereden bileceğiz? _Cevap: Aklen başka türlü bir ilah kabul edilemez. Yani aklen, bilme olmadığında alemin varlığı açıklanamaz. Eğer naklen bakılırsa, Kuran’daki ayetlerde, Allah’ın ilerde olacak hadiseleri bildiği anlatılır. Yani sudur (taşma) nazariyesi bilme ile açıklanır ve aleme hadis yani sonradan oldu diyenler, zaten rüya görmektedirler. Onların rezil olduklarını her gün daha iyi anlıyorum.
_Dedi: Eğer varsa o zaman O’nun fonksiyonu sadece bilmek mi? _Cevap: Evet
_Dedi: Madem bu şeyler yine olacaktı; o zaman =’nun varlığına ne gerek var? _Cevap: Yanlış bir anlayış bu. Alemin varlığı bir ilah kabul edilmeksizin asla açıklanamaz. Alemin sebebi Allah’tır. Ancak zaman olarak alem Allah’tan sonraya kalmış değildir.
_Dedi: Bence Tanrı varsa bile bazı şeylere gücü yetmiyor olabilir veya bazı şeyleri bilmiyor olabilir. _Cevep: Eğer ilerde olan bir olayı bilirse, hepsini bilir demektir. Zira olay olma açısından farkları yoktur. Kudrete gelince, kudreti yoktur, zaten ilmi fiili bir ilimdir. Yani etkin bir ilim; ayrıca kudrete yer yoktur. (Allah’ı birlemek önemlidir. Sıfatlarını inkar edişimiz buna dayanır.)
_Dedi: (Eğer varsa) Tanrı’nın zalim olduğu konusunda size katılıyorum. Ama gücü yetmediğinden ya da düşünemediğinden de kaynaklanıyor olabilir kötülükler. _Cevap: Allah zaten düşünmez ki; sadece bilir, o kadar. Görüldüğü gibi bu ifadeniz de Allah’ı insan gibi düşündüğünüzün delilidir. Düşünmek ancak ilerde olacakları bilemeyen bizim gibiler için bahis konusudur.
*** Dedi: Yani bu dinlerin, peygamberlerin bir nedeni, amacı yok mu? Oysa dinler, peygamberler insanı doğru yola sevketmek için geldik falan diyorlar. Senin Allah kavramında bu tür şeylere yer yok galiba. _Cevap: Mükemmel bir soru! Bu sorunun iki yönü vardır: Birincisi, Allah’ın açısından bakıldığında, Allah’ın amacı olmadığından, dolayısıyla bu yapılanlarında (peygamber gönderme, kitap gönderme) hakiki anlamda amacı olmamış demektir. Ancak ikinci yönü olarak, bizim açımızdan bakıldığında, bizim amacımız vardır, azaptan kurtulmak ve cenete gitmek. Ama burada çok önemli bir ayrıntı vardır. O da şudur: Defalarca söyledim; Kuran bambaşka bir kitap diye. Kuran insan biçimci ifadelerle örülüdür. Yani Kuran’ı okuyan biri genelde insan biçimci bir ilah tasavvurunda bulunur. Bunu aşması çok zor olur. Zira Kuran ayetleri bu yöndedir. Elbete burada Allah, insanları saptırmaktadır bu ayetlerle! Bunda şüphe yoktur. Çok açıktır. Bakın imtihandan bahsediliyor ( Mükl 2) Halbuki yine Kuran’da olayların önceden bilindiği de çok ayette vardır. (Hadid 22) Dolayısıyla böyle imtihan olamayacağı açıktır. Ancak imtihandan bahsediliyor. Yani Kuran’a öyle bir yaklaşmak lazım ki, bu insanlar gibi değil. Yoksa felaket olur. Temel kural akıldır, mantıktır. Allah’ı, Kuran’dan (özellikle hadislerden) öğrenmeye ve tanımaya çalışanlar çok zor durumda kalırlar ve sonradan da Kuran, hadis okuduğu için anlatılan akli delilleri duymazdan gelir, görmek istemezler. Böylece hayatı geçer gider, ziyan olurlar. Not: Son laflarımı duyunca bir çok insan bana güvenmemek doğrultusunda düşünebilir ve bu da doğaldır. Ancak ben bu hadisleri ve Kuran’ı iyi bilirim. Tekrarlar dahil Yüzbin hadis okumuşluğum vardır. Son peygamberin itikadi konularda hata etmesi meselesine daha evvel, yüzyıllarca pek eğilen olmadı. Eğilemedi; dikkat ediniz, hadislerde anlatılanlar daha ayrıntılı biçimde insan biçimci bir ilah anlatımıdır. Detaylara kadar; şok olursunuz bunları duyduğunuzda. Ama bu rivayetleri "tevil" adı altında; yani “başka anlamı kasdetti peygamber” dendiğini ve bu rivayetlerin kabul edildiğini göreceksiniz. Yani bu bir tabudur. Kimsenin yanına sokulamadığı bir tabu! Ben size diyorum; gerçekçi olunuz, o da bir insandı, okumamıştı. Felsefi gelişmelerden habersizdi. Hayatı savaşla ve insanlarla uğraşmakla geçti. Detay şeyleri bilmemesi doğaldı. Ama ona insanlar tarafından insan üstülük atfedildi. Kuran’da kendisi azarlandı. (Abese) O’nun insan olup, hatalarının olabileceği anlatıldı Kuran’da. Ama insanlar bunları görmezden geldi ve onu insan üstü saymaya devam etti. Bu hadis ilminde kendini gösterdi. Bütün bu insan biçimci rivayetler kabul gördü “tevil” adlı altında ve bugünlere gelindi. Aslında bütün bunlar da normaldi. Zira insanlar ekseriyetle anlayabileceği şeylerin peşinden giderler. Onlara anlayabilecekleri basit şeyler anlatılmıştı, peygamber tarafından. Mesela zamanımızdaki kitaplarda ne deniyor? "Allah mekandan münezzehtir" deniyor ya, bu şu demek olur: Mekanda olmaktan yücedir, yani mekanda değildir demektir. Bu ise açıkça şu demektir: "Allah hiçbir yerde yoktur." Peki ama siz o dönemdeki insanları bırakın, günümüzdeki "Allah mekandan münezehtir" diyen insanlara deyin ki: "Allah hiç bir yerde yoktur." Size şunu diyecektir: "Yani Allah yok mu diyorsun." Gördüğünüz gibi insanlar böyle şeyleri pek anlamazlar. Yani demek istediğim; peygamber itikadi konuda yanıldı.Bbu kesindir. Ama bu pek anlatılmaz; bunu siz anlayacaksınız. Kendinize yol çizeceksiniz. Bakın burada bir fark vardır. Hadislerde insan biçimci ilah anlatımı var ya, peygamber, bunlara inanarak söyledi; yani o böyle inanıyordu. Bu farka dikkat edin. O yanıldı ve onu Allah yanılttı. Ancak Allah, Kuran’daki bu ayetleri vahyetti ama, aslında kendisinin böyle olmadığını da biliyordu. Yani insan biçimci ve duyguları olan gibi. Bu fark önemli. Artık safdilliği bırakmalısınız. Zira ben bu kadar hadis okudum ve bir adet bile zayıf, hatta uydurma olarak bile şöyle rivayet görmedim: “Ben böyle diyorum ama aslında başka mana kasdediyorum. Yoksa böyle insan gibi şekli olan değildir Allah." Aksine insan biçimci yüzlerce rivayet var ve bir kısmı kütübü sitededir. Artık yol ayrımındasınız, karar verin, hadisler böyle; peygamber bu konularda yanıldı diyeceksiniz. Kuran’a gelince, şunu diyeceksiniz: Allah kullarını, Kuran ayetleriyle de saptırıyor. Aslı böyle değil bu konuların diyeceksiniz. Başka yol yok; aksi taktirde savrulur gidersiniz bu fırtınada. Önce akli delile bakacağız ve akli delile göre hareket edeceğiz. Aklı, yani mantığın reddetmediği oranda nakli haberlere (Kuran, hadis) ona göre yaklaşacağız. Evet, Kuran da, Allah’ın da amacı varmış gibi anlamlara yol açan ayetler var. En fazla anılanlardan biri (Zariyat 56’ dır.) Ama bu ayetin zahiri alınamaz. Neden mi? Çünkü ayet diyor ki "insanları ve cinleri yalnızca bana kulluk etsinler diye yarattım." Burada ilk bakışta Allah’ın amacı, insan ve cinlerin kulluk etmesi gibi bir mana var ise de, dikkat edilince şu görülür: Halbuki kulluk etmeyenler de var, o halde Allah amacına ulaşamadı mı, aciz mi? sorusu gündeme gelir. Dolayısıyla, aslında Allah’ın amacı yoktur. Ama, işte böyle ayetler Kuran da mevcuttur. Dediğim gibi, Kuran acayip bir kitaptır, ama basitçe yaklaşıldığında şahısın ayağı kayar. Peki “ne yapacağız” mı diyorsunuz. Şunu yapacağız, başka yok yoktur. filozofların eserlerini inceleyeceğiz. İbn sina, Farabi, Aristo gibi.
*** Allah’ın iradesinin olmadığını kanıtlayan soru: Allah olacağını önceden bildiği bir fiili (işi) yapmayabilir mi yoksa yapmak zorunda mı?
*** Aslında Allah’ın geleceği bilmesi hususu genelde naklen bilinir. Yani Kuran ile, Kuran’da geleceği bildiği anlatılır. Ancak Kuran’a inanmıyorsanız, size şunu delil getirebilirim: Bir ilah kabul ettiğinizde, bu alemi açıklamak için iki yol var. Birincisi, alem ezeli demek; ikincisi, hadis yani sonradan oldu demek. (“Mucibun Bizzat” demek, zatı gereği zorunlu demektir. Yani ben Allah’a zorunlu diyorum, sen ise insan bile hür olmalı diyorsun) Sonradan oldu dersen büyük çıkmazlar vardır ve en meşhurları şunlardır. Şu sorulur: Sebep tam illetinden geri kalamaz, yani bir şeyin oluşması için gerekli şeyler var ise, sonuç da bundan zaman olarak geri kalamaz denir. Yani şu sorulur: Alemin (Allah’tan başka herşey) var edilmesi için şartlar ezelde (öncesizlikte) hazır mıydı, değil miydi? Eğer “değildi” denirse, alem imkansızlıktan imkana geçmiş demektir ki, bu imkansızdır. Bunlar ayrıntı ama burada çok önemli bir ayrıntı var ki kelamcılar, yani aleme “sonradan olmuştur” diyenler; asla bu delile cevap vermiyorlar, geçiştiriyorlar. Delil şudur: Bunu çevrenizdekilere sorunuz. "Terk müddeti" diye anılır. Soru: Alem sonradandır diyenler şunu demeye mecburdur: “Allah vardı, alemi yaratmak için bir müddet sabretti, bekledi, alemi yaratmayı bir süre terk etti” derler. Başka çareleri asla yoktur. İşte bu esnada şu soru sorulur: Bu süre sonlu mu yoksa sonsuz muydu? “Sonsuz” derse, olmaz. Çünkü sonsuzun sonu gelmez, alemin varlığa gelmemesi gerekirdi. “Sonlu” demek zorunda, bu sefer alemin başlangıcından sonlu süre geride Allah kabul etmiş olmakla, bunlar farkında olmadan, Allah’ın varlığının başlangıcını kabul ediyorlar. (Hatırlarsanız bende bir ara bunu savunmuştum) Halbuki ilahın varlığının başlangıcı olamaz. Zira kendi kendine toz tanesi bile olmaz. Burada şu sonuç çıkıyor: İlaha inanıldığında, sudur nazariyesine inanmak zorundayız. (Ama kitaplarda anlatıldığı gibi olmayıp, basit şekilde madde ezelidir diye inanmalıyız. Yoksa kitaplarda anlatıldığı gibi, llk akıl, ikinci akıl, faal akıl gibi şeyler değil) Bu ise ilimle olur. Yani alemin, Allah’ın bilgisine göre, Allah’tan taşması. Ancak bilmesi ezeli olduğundan alem de ezeli olmuş olmaktadır. Diğer sorunuz şu: Diyorsunuz ki: “bence insanda hür olmalıdır” _Cevap: Bakınız bir ilaha inanmayanlarda çaresiz hür iradeyi reddederler. Bunu evvelden de söylemiştim. Bazıları dikkate almadı ama bu gerçektir. Ateizm, determinizme inanır. Başka yolu yoktur. Zira ateizmde, sebep sonuç ilişkisi esas kabul edilir. Sebepler sonuçlarını zorunlu kılarlar ve her zaman aynı sebepler aynı sonucu verirler diye inanılır. Bu ise sonuç olarak şunu ortaya koyar: Mesea yüz yıl önceki olaylar, bugünkü olayları etkilemiştir diye inanılır ve örnek verilir: Senin dedenin yüz yıl önce yaptığı birşey, mesela bir şeyler yaptı zengin oldu ve sen şimdi o malı yemektesin. Bu görüş (determinizm - ateizm) demektedir ki: “İşte geçmişteki olaylar bugünü etkiliyor ve bu, insanın hareketlerini de kapsar ve insan hür değildir.”
*** Kürşat dedi: "Allah’ın iradesinin olmadığını kanıtlayan soru: Allah olacağını önceden bildiği bir fiili (işi) yapmayabilir mi yoksa yapmak zorunda mı?" _Dedi: Soru -senin mantığınla- saçma bir kere. Amaçsız bir Tanrı, ne diye olması gerekeni değiştirsin? Amacı ne? _Cevap: Zaten ben değiştiremeyeceğini savunuyorum. Allah zatı gereği zorunludur. Yani seçim yapamaz. Yaptığından başkasını yapamazdı, yaptığını yapmak zorundadır. Ancak O’nu, buna zorlayan da yoktur. İlahlık ise bunu gerektirir. Bunu anlamayan bu işleri bilmez, bilemez. Bu en temel kuraldır. Yani Allah’ın iradesiz oluşu. Temel bir konudur; bunu biri anlamadıysa diğer konular buna bağlı olarak genelde yanlış olur. Ağzıyla kuş tutsa, bunu bilmedikçe diğerleri tam rayına oturmaz. Ama bunu anlar ve kabullenirse tüm düşüncelerini buna göre yenilemesi icap edecektir.
_Dedi: Senin gibi düşünmesek de soru yine saçma. Tanrı’nın önceden bildiği fiili değiştirmesi, aslında önceki bildiğinin yanlış bir bilgi olduğunu göstermez mi? (Unutmayın Allah’ın bilgisi ulvi, nedensiz bir bilgidir. Bilim adamlarının önce bu deyip sonra şu dedikleri bilgi gibi değildir) _Cevap: Zaten o yüzden değiştiremez diyoruz ya. İlmi cahilliğe dönemez; dolayısıyla bunları değiştiremez. Seçim yapamaz. Bu ince konuların en incelerindendir, kelamcılar bunu göremedi. Bazen hissedenler oldu ama "Allah’ın mecbur oluşu" düşüncesi onları çıldırttı ve bu sanki akıllarına gelmemiş gibi, şu an ki savundukları insan biçimci ilah düşüncesine geri döndüler. Zira bu düşünce onlara "Allah’ın aciz olması" gibi geldi. Aslında böyle değildi. Bu normaldi. Ancak insan biçimi ilah düşüncesi çok köklüdür ve bunu aşmak zordur. Üstelik bunu çevredeki insanlara pek anlatamaz insan. Yani kolayca kabul ettiremez. Kelamcılar ise şu basit düşünceyi savundular, hala da savunuyolar: “Allah olmuş ve olacak herşeyi bilir. Allah’ın kudreti vardır ve yaratıcıdır. Ama kudret tek başına bunu yapmaya yetmez, dolayısıyla bu kudreti yönlendirecek bir şey lazım. Yani Allah’ın bir şeyi şu zamanda değil de bu zamanda yaratmayı ve onu değil de bunu yaratmayı seçici özelliği vardır ve buna irade denir. İrade olmazsa, bunlar nasıl ayrılacak ki, bu ayrım nasıl olacak ki?” derler. Gördüğünüz gibi insan gibi düşündüler Allahı da. Halbuki sadece şu soru bile sorulsa, onların gerçek yüzü bilinirdi: Derler ki: “Allah milyarlarca alternatif arasından bu alemi seçti. İstese alemi yaratmazdı.” Dikkat ettiniz mi lafa, "istese yaratmazdı" gördünüz mü? Ne demek bu? Şu demek: Bunlar Allah’a irade kabul etmeyi o kadar çok istiyorlardı ki, bu laflarıyla Allah’a cahillik atfettiklerini göremediler. Yani "alemi istese yaratmayabilirdi" diyor ya, ne demek bu? Peki bu alemin varlığa geleceğini Allah ezeli yani öncesiz, başlangıçsız şekilde bilmiyor mu? "biliyor" diyorlar. Ama bu, "alemi istese yaratmazdı" demek Allah’ın bu bilgisinin yanlış çıkmış olması olmuyor mu peki? Bunlar böyle adamlardır. Bir de şunu diyeyim: Hani bunlar diyor ya: "Allah milyarlarca alternatif içinde bunu seçti." Seçmek için seçilenlerin mevcut olması gerekmiyor mu? Bunlar diyor: “Allah’ın iradesi ezelidir yani ezelde seçti ve alem sonradan oldu; olaylar yokken Allah seçti.” Olay yokken nasıl seçim olabilir ki? Buna da kendilerince hazırlıklılar ve buna karşı diyolar ki: “Allah ezeli ilmine göre seçer” diyorlar. Yani ilminde bu kadar alternatifin olacağını biliyordu ve birini irade sıfatıyla seçti diyorlar. Şimdi dikkat; çünkü bir soru bunları bak ne hale getirecek. Soru şu: Peki Allah bu alternatifler içinden hangisinin meydana geleceğini yine ezeli olarak bilmiyor mu? "biliyor" derler, peki, dolayısıyla ezeli bilgisinde neyin meydana geleceği de belli olmuş olmuyor mu? "belli" derler, peki daha seçime ne hacet var ki, zaten olacak olanlar belli, daha ne seçmesi? seçilecek şey mi var ki seçme olsun? Zaten neyin olacağı değişmez bir ilimde belli ya.
*** Dedi: "Nerede kaldı bizim halifeliğimiz, yeryüzünde iki milyar (müslüman) kaçı haberdar halifeliğinden? Bu Fakr’in dili sülçi lisan olduysa affola, ALLAH HADDINI AŞANLARDAN EYLEMESIN - Amin." _Cevap: Neden dua ediyorsun? Dua ettiğinde bu çok büyük problemleri beraberinde taşır, bir de Allah’a irade atfediyorsun. Oysa Allah’ın iradesi yoktur. Zira O’nun öncesiz ilminde, zaten olacak olaylar bellidir. Ayrıca iradeye yer yoktur. İkincisi: Sen diyelim Allah’ın iradesi olduğunu kabul eden birisisin. Bu durumda ise şöyle bir çelişkide olursun: Diyorsun ya "Allah haddi aşanlardan eylemesin" dikkat edin; burada Allah’tan bir istek var, yani O’ndan isteniyor ya; bu şahıs Allah’ın iradesi olduğunu kabul eden birisi olduğuna göre şunu soruyorum: Peki Allah’ın iradesi ezeli mi yani başlangıçsız mı, öncesiz mi yoksa hadis mi yani sonradan olan bir irade mi? dersen ki: “sonradan olan bir iradesi var” şunu sorarım: Peki neyi irade edeceğini öncesiz ilmiyle biliyor muydu? bu soruya “evet” dersen, bu duruma göre iradenin sonradan olmadığı ortaya çıkar. Zira “ezeli ilimde ne irade edileceği belli” diyorsa, ezeli irade gibi oluyor gibi sanki. Eğer dersen ki: "Allah’ın iradesi de ezelidir." Soruyorum: Bu düşünceye göre zaten bizim başımıza olaylar gelmeden, yani sen bu duayı yapmadan önce, senin başına gelecek herşeyi Allah ezelde dilemiş demek olur ve sana göre Allah’ın dilediği olur, dilemediği ise olmaz. Dolayısıyla sen yokken de başına gelecek olanları, bu anlayışa göre, yani ezeli irade anlayışı, zaten ezelde irade etti demek olur ki, yaptığın duanın manasının olmadığı burada belli olur. Çünkü “Allah olacakları ezelde irade etti” diyen birinin dua etmesi şu manaya gelir: “Allah’ın belirli olan şeyi tekrar belirlemesi için O’na yalvarıyorum.” Soruyorum: Belirlenmiş olan şey tekrar belirlenir mi? (Belirlenmişten kastım şu: İlminde belli olması), Gördüğün gibi dua etmek bir çok yanlış düşünceyi beraberinde taşır, hatta O’na cahil demeye bile gelir. Zira sanki olayları olmadan önce Allah bilmiyomuş gibi bir düşünceyi savunmak durumunda kalır dua eden aslında farkına varmasa da. Zira değişmez bir bilgiyle Allah olayları bilir denirse ve böyle inanılırken dua eden şahıslara sorsan veya sormasan da tecrübeme dayanarak söylüyorum ki, dua eden şahışların bir çoğu hatta tamamına yakını esasen şöyle düşünür: "Ben dua ettiğim için Allah bu belayı benden kaldırdı” veya “ben dua ettiğim için bu sınavı kazandım, eğer dua etmeseydim sınavı kazanamazdım." Dikkat ediniz, şimdi bu düşünceyi inceleyelim. Bu kişiler genelde “Allah olayları önceden bilir” inancını da savunan kişilerdir. "Eğer dua etmeseydim sınavı kazanamazdım" sözü hatalıdır. Zira siz Allah olayları önceden bilir diyorsunuz. O halde senin bu sınavı kazanacağında önceden biliniyordu. Yani O’nun bilgisinde sabitti, belliydi ve bunun aksi olamazdı. Zaten dolayısıyla sen duayı da mecbur yaptın. Zira bunu yapacağın da ezeli olarak biliniyordu. Demek istediğim, dua edenler kaderi inkar noktasına sürüklenmiş olurlar. Niye? Ne diyorlar: "Eğer dua etmeseydim, sınavı kazanamazdım, dua ettiğim için kazandım" bu ne demek? Şu demek: Yani “ben dua da etmeyebilirdim” demek olur, onların inancına göre. Bu ise olayların olduğundan başka türlü de olabileceğini savunmak olur ki, bu ise kaderi inkar manasına gelir. Yani Allah’ın ilminin ezeli olmayıp, sonradan olduğu, olayları olduğu anda Allah’ın bildiği gibi, düşünceleri savunmak anlamına gelir. Aslında bu izahım gayet açıktır. Yani şu mesajı veriyorum: Dua etmeyin artık! Diyeceksiniz ki: "sen ne diyorsun bre zındık! Kuran’a mı inanacağız yoksa sana mı, sen kimsin!" _Cevap: Daha evvelde anlatmaya çalıştım; şimdi sakin ol, yukardaki izahımda mantıksızlık görüyor musun? Eğer görüyorsan söyle bakalım? Eğer görmüyorsan, bir kere haklı olduğumu kabul ettin demektir. Şimdi soruna bakalım: "Kuran’da böyle diyor ya, sen ne diyon bre zındık!" Evvelden de Kuran’ın çok farklı bir kitap olduğunu ifade etmiştim. Ondaki derinlik çok fazla olup, anlatmaya kelime bulamıyorum. Yani şunu diyorum; çare yok ki şuna inanmalıyız: Allah kullarını Kuran ayetleriyle de saptırmaktadır. Bakın dua örneği bunun kanıtıdır. Halbuki Kuran’da dua etmek emredilmektedir. Ayette "Dua edin ki, karşılık vereyim" diye geçer. Daha başka ayetler de vardır. Şu söylediklerimi savunacağım, evvelden aklımın ucunda yoktu. Tam zahirciydim ben eskiden. Yani fıkıh, hadis okuyan, genelde nasıl inanılırsa öyle inanan. ( Ehli Sünnet biçiminde) Yani böyle olacağımı hiç bilmiyordum, ama oldum ve gariptir ki gittiğim hiç bir ortamda kendimi onlar gibi hissedemedim. Mesela bir anımı anlatayım: Namaz kılmaya başlayınca (1996), bana sık sık nereye bağlısın deniyordu. Ben de demek ki bağlanmak mı lazım acaba falan diye düşündüm ve birine bunu açtım. O da beni bir yere götüreceğini söyledi. Gittik, o zaman yaşım yirmibir idi ve böyle yerlere daha evvel gitmişliğim yoktu. Gittik, zikir çekiliyordu, Kuran okunuyordu ve özellikle ahlaka dair sohbet yapılıyordu. Yani ilmi derinlikle ilgili ( itikad, kader ) konular konuşulmuyordu. Bense heyecanla bunları bekliyordum oysa. Oradaki şahıslar zikir esnasında çok huşulu görünüyorlardı. Ama ben bunu kendimde hissedemiyordum; belki alışık değildim. Sonradan da çaylar içilmeye başlayınca konular açıldı. Ben okumaya yeni başlamıştım dini kitapları o ara; fıkıh gibi ilimlerden başlamıştım o zamanlar. Kelamın adını dahi bilmezdim, bilsem de bilgim yoktu. Bunlar sonradan oldu. Konu açıldı, ben okuduğum şeyleri söylüyorken tartışma ortamı oluştu ve ben oradaki kitaplardan, okuduklarımdan, onların yanlışta olduğunu gösterdim; ilk gittiğim gün oldu bu. Bana soğuk davranılıyordu. Bir seneye yakın devam ettim. Ama aslında ilk günden beri ben orada istenmiyordum. Bunu da anlamıştım ama kendimi eksik hissediyordum, yani böyle yerlere gitmeyince insan olgunlaşamıyor gibi düşünceler bende vardı. Yani ben soru sormayı seven biriydim. Biri konuşuyorken, yani orada lider pozisyonundaki şahıs konuşurken, mesela lafa karışıp öyle olmayıp aksine şöyle olduğunu söyleyiveriyordum. Sonra bir gün bana dediler ki: “Artık gelme buraya!” O zamanlar oradan kovulmuştum ama gelecekte Samsun’da her yerden kovulacağımı daha henüz bilmiyordum, bunu da ilerde anlayacaktım. Ben 16 yaşından beri çok okurdum; günde 10 saat falan. Bana ufakken derlerdi: Oku ama tek taraflı okuma, onu da oku, öbürünü de oku. Ben de “tamam” dedim. Okuyunca, bu sefer de dediler ki: “Fazla okuma kafan karışır, yani kafayı yersin ve yemişsin de.”
*** Dedi: ALLAH kullarını fiillerinde icbar etmemekte, lakin mükevvenatın mebde ve mead itibarı ile hallerini kesinen bilmektedir. Bilmek ise azamet ve şanının nişanıdır; eğer icbar olsa zulüm olur (haşa). Bunu da açmışsın, “hatırı yaratan O değil mi?” demişsin. Evet, O, fakat cüz'en hür eden de O. İrade-i cüz-i denilen olay. ALLAH yazdığını bozar mı demişsin. _Cevap: Bunu demedim, “ilmi yanlış çıkmaz” dedim.
_Dedi: Eğer bozarsa, bozacağı malumu bilmemesi nakıslıktır demişsin ki, bozmaz demişsin. O malum, O’na malumdur sana bana değil. _Cevap: Tamam işte, O biliyor ve bildiği gibi olacak olaylar. Benim olacakları bilmemem, olayların seyrini değiştirmez ki.
_Dedi: Misalen kul sadaka verir ve hadis-i şerif mucibince bela def olur. _Cevap: Demek def olur. Soruyorum: Bu belanın gerçekleşeceğini Allah ezeli olarak biliyor muydu yoksa bilmiyor muydu? Eğer “biliyordu” dersen, peki ama, Allah’ın olacağını bildiği bir olay, nasıl meydana gelmez? Eğer bu olay meydana gelmezse Allah’ın ilmi, cahilliğe dönmüş olmaz mı? Yani burada ne oldu? Şu oldu: Bu hadislerin zahirini aldın. Evet, bu hadisler sahihdir (kuvvetli hadis), aldın ve böyle inandın, o halde soruma yanıt ver bakalım? Hani peygamber hata etmezdi? İşte onun hata ettiğine bu hadisler de örnektir _Dedi: Yahut sıla-i rahim yapar ömrü uzar; amenna. Kulun ömrü malumdur; fakat kul'a değil. Dolayısı ile ALLAH o kulunun, o sadakayı vereceğini ve o kulundan bir takım olabilecek belaları kaldıracağını bilmektedir. _Cevap: Demek ömür uzar ha? Oysa, Kuran da, ecel geldiğinde ileri geri gitmeyeceği anlatılıyor ve yine dediğim gibi Allah’ın ilminde, birinin öleceği vakit de belli değil mi? "belli" diyorsan ve “bu ilimde yanlış olmaz” diyorsan, bu uzamayı nasıl izah edeceksin? ve diyorsun ki: "olabilecek bir takım belaları kaldıracağını bilmektedir," dikkat edelim: Allah tereddüt eder mi, etmez mi? "etmez" dersen, bir şeyin olup olmayacağını sence, Allah bilir mi? "bilir" diyeceksin ya, o halde bir olayın Allah’ın ilminde olacağı belli ise, Allah için o olay, "olabilir" diye nitelenemez. Zira o olayın varlığa gelmesi zorunlu demektir. Yani bu şu demektir: Başımıza ne geldiyse gelmek zorundaydı, ne gelmemişse o da gelemezdi. Bu kadar basit. “Yok öyle, yok böyle” dersen, işin içinden çıkamazsın. Biz de geçtik bu devrelerden. Yani bu hadisler üzerinde biz de düşündük ve peygamberin yanıldığına karar verdim. Zaten bu karar verildiğinde kişinin yolu büyük ölçüde açılır. Zira artık korkmadan düşünebilecek duruma gelmiş sayılabilir. Aksi halde senin gibi (bir zamanlar benim gibi) bu hadisleri alır; sarsılmaz bir bağlılıkla bunları zorunlu olarak doğru kabul eder. Peygamber’in bu sözleriyle hata edebileceğini aklına getirmek istemez, bunu düşünmektense ölmek yeğdir onun için. Aklına bu gelecek olsa bile bunu düşündüğü için kendini en ağır şekilde paylamakta gecikmez. O kimdi de bunu düşünmeye cüret etmişti, Allah alemi onun için yaratmamış mıydı? ( “Sen, sen olmasaydın alemi yaratmazdım” diye bir rivayet vardır; uydurma diyenler vardır buna, ama çok yaygındır, hadis zaten kütübü sitte’de yoktur. Galiba "keşful hafa"da vardı bu rivayet ) Ve mantık kurallarını ihlal etme pahasına, düşünmeye çalışır, tabii çok zorluk yaşar ve sonra artık düşünmekten yorulur; zira çıkış bulamaz. Neden mi? Zira mantık kaidelerinin karşısında tutunulamaz. O da bunu anlar ve "düşünmemeliyim artık, yoksa sonum felaket olacak" deyip, artık susar ve başkalarına da bunu öğütler ve “Ehli Sünnet alimleri” der durur artık. Bunu yeterli görür kendine. Neden? denedi ya, düşündü ya, daha ne yapacaktı ki? Artık durmak ve susmak zamanıydı değil mi?
_Dedi: Anlaşılmayacak en ufak bir mesele yoktur. Olaylara Ehli Sünnet penceresinden bakmak gerekir. Sen izi, tozu yeryüzünden silinmiş Cebriye’nin menhus fikirleri ile burada kabadayılık yapıyosun; laf kalabalığını kes’te meramını kısa geç. _Cevap: Demek öyle, o halde dinle beni, Ehli Sünnet diyordun ya, hangi mezhepleri kasdediyorsun? Maturidilik ve Eşarilik değil mi? İtikad da bunlar değil mi? "evet" diyeceksin. O halde kulaklarını iyice aç ve beni dinle: Bu Eşari mezhebi var ya, hani yüzyıllardır hak mezhep dediğiniz; işte o da cebircidir. İnanmadın mı bana? Kitabıma bakabilirsin yüzlerce delille bunu gösterdim. Gazali var ya, onu nasıl buluyorsun? “Büyük alim” mi diyorsun? Bunu da iyi dinle o halde: İşte o da cebircidir. Kendisi Eşaridir ve İhya adlı kitabında bunları söyledi. Bunu da kitabımdan bulabilirsin. Forumlarda "Gazali böyle diyor" başlığında bu konudaki dediklerini yazdım. Kimin için? Sizin için, şimdi de kabadayı olduk!
"Peki Eşariliğin cebirci olduğunu nasıl bilmiyorum" mu diyorsun? O konu karışık. Ama şunu bil; dediğim gibi Cebriyye adına çok hücum yapılıyor, ama iş Eşariyye'ye gelince, sadece "sanki bu da cebirci gibi” deyip geçiştiriliyor. Zira bu köklü mezheptir ve Ehli Sünnet diye nam yapmıştır. Öyle rahatça üstüne gidemiyorlar. Gazali de, Razi de bu mezhepde zaten. Bu mezhep yani Eşariliğe (cebri mutavassıt) derler. Yani "orta derecede cebr" demektir. Sana soruyorum: Cebrin ortası olur mu? Cebr cebrdir değil mi? Peki neden böyle söylüyorlar: Çok basit; zira Eşariliği kolluyorlar. Dedim ya çok nam yapmış mezheptir.( Sana bir bilgi vereyim, bu Maturidiliği adam yerine pek koyan yoktur da, bakma onlar kendini adamdan sayarlar. Yabancı yazarlar Ehli Sünnet dendiğinde hep Eşariliği kasdederler. Maturidinin adı pek geçmez.) Aslında Cehmiyye de, cebircidir, Eşarilikte, ama Cehmiyye'ye aleni saldırırlar, hakaret yaparlar. Ama Eşariye hafiften laf dokundurlar ( örnek olarak: Bu Eşarilerde sanki cebre meyil var gibi) değil mi? Neden? Çünkü Şafilerin itikadda mezhebi Eşariliktir diye geçer de ondan. Aslında Şafiler de, Eşariliğin cebirci olduğunu pek bilmezler. Onlara sorarsan sana hür iradeyi savunurlar, peşine de ben Eşariyim derler, yani tamamına yakını kendi mezheplerini tanımaz.
*** Dedi: Önce Eşariliğe uzattığın dilini bir makaslıyayım; (dedikten sonra bir kitaptan kelime kelime alıntı yapıyor) şimdi kitaptaki yazıyı eleştireceğim. Dikkat ettinizse son yazılarımda Eşariliğe pek laf dokundurmazlar demiştim, "sanki biraz cebre kayma var" derler, o kadar. “Fazla ileri gidemezler” demişim. O dediklerime bir örnektir bu yazı. Beraber inceleyelim bunların nasıl bir rezillik içinde olduğunu: _Dedi: Eşariye göre kul ,fiillerinde muhtardır. Yani irade ve kudreti vardır. Fakat kudreti yaptığı işlerinde müessir değildir. _Cevap: Bu yazıda, Eşariliğin cebr olmadığı anlatıyor ya, peki "kulun kudretinin yaptığı işte tesiri yok" demek ne oluyor acaba? EşariyyeEye göre, Allah kulun kudretini de yaratıyor ve Allah bu kudreti ne için, yani hangi fiil için yarattıysa kul ancak bu kudreti ona harcayabilir, başka bir şeye harcayamaz. Mesela ayağa kalkma hareketi için Allah kul da kudret yarattı ya, bu kudreti yine kul Allah’ın kendinde yaratacağı ayağa kalkma hareketine harcayabilir. Yani bu kudreti kolunu kaldırmak için de kullanamaz.
_Dedi: ALLAH kulun fiilini azim ve tasmimi bulunduğu anda yaratır. Bu azim, kulun iradesini o şeye yöneltmesi ile o işi kesbetmesi şekline tecelli eder. O halde kul halık olmayıp kasibtir. _Cevap: Peki bu azim yani bir fiili yapmayı isteme düşüncesini (mesela ayağa kalkmak istiyorum, arzu ediyom) acaba yine Allah mı yaratıyor? Bu mezhep bu soruya "evet" diyor. Bu mezhebe göre hareketimizi Allah yaratıyor, hareketi yapma isteğimizi Allah yaratıyor (Allah bunu yaratmazsa, bu mezhebe göre kul düşünemez bile) Kudretimizi Allah yaratıyor, eeeeee nerede hür irademiz?
_Dedi: İşte bu noktada Cebriyye ve Kaderiyye’nin düşmüş olduğu hataya düşmemişlerdir. _Cevap: Cebriyye değilmiş Eşarilik!
_Dedi: Eşariyye’ye “cebri mutavassıt “denilmesinin sebebi de, kaderiyye ve cebriyye arasında orta yolu bulması açısındandır. Cebre, kaderiyyeden daha yakındır; fakat cebriyeci değildir. _Cevap: Dediğim gibi, Eşari mezhebini cebircilerden göstermezler. Hem dedikleri cebr oluyor, hem de ısrarla "yok öyle olur mu hiç" derler, kesip atarlar.
_Dedi: Dikkat edilirse, Eşariyye de, Cebriyye’ye yakınlık varsa da, Eşarilik cebriyye diye açıklanmaz. Sadece biraz daha Maturidiye’ye göre mübhem ifadeler vardır. Diğer hususlarda ise Eşariyye ve Maturidiyye hem fikirdir. _Cevap: Dediğim gibi değil mi? Eşarilik ve Maturidilik hem fikirdir diyor. Biri cebirci, “Allah zorla günah işletiyor” diyor, öbürü “zorla işletmiyor” diyor. Bu mezheplerin azıcık farkı var diyolar. Bu yüzyılardır yapılıyor, hem de öyle başarılı yapıyorlar ki, adam geçmiş karşıma bana savunma yapıyor; kendine tam güveniyor.
Yukardaki alıntı yaptığım yazının tam metni şu: “Eşariyye göre kul ,fiillerinde muhtardır.yani irade ve kudreti vardır.Fakat kudreti yaptığı işlerinde müessir değildir.Çünkü herşeyin olduğu gibi,kulun fiillerinin halikı'da ALLAH'dır.Bir eser üzerinde iki tam müessir kuvvet ictima edemeyeceğine göre kulun fiili üzerinde yegane müessir kuvvet,ALLAH cc'lühüdür.ALLAH kulun fiilini azim ve tasmimi bulunduğu anda yaratır.Bu azim,kulun iradesini o şeye yöneltmesi ile o işi kesbetmesi şekline tecelli eder.O halde kul halık olmayıp kasibtir.Teklif esası ile Eşariyye ALLAH'ın yegane halık olduğu esasını bağdaştırmışlardır.İşte bu noktada cebriyye ve kaderiyyenin düşmüş olduğu hataya düşmemişlerdir.Eşariyyeye cebri mutavassıt denilmesinin sebebide kaderiyye ve cebriyye arasında orta yolu bulması açısındandır.cebre kaderiyyeden daha yakındır fakat haşa cebriyeci değildir.Malum maturidiyye mezhebinde ise ne ifrat ne tefrit tam orta yol ve en açık delilleri le halk ve kesb izah edilir.Dikkat edilirse eşariyyede cebriyeye yakınlık varsada haşa eşarilik cebriyye diye açıklanmaz.sadece biraz daha maturidiyeye göre mübhem ifadeler vardır,diğer hususlarda ise eşari ve maturidiyye hemfikirdir.”
*** Kul muhtar (seçer) dendiğinde aslında gerçek anlamda Eşari mezhebi şunu kasdeder: Bu mezhebe göre kulun iradesi vardır. Yani kul seçim yapabilir; ancak yine de kul hür değildir. Zira bu mezhebe göre kulun seçimlerini de, düşüncelerini de Allah yaratıyor. Bir de dikkat ederseniz yazıda "kesb" terimi gerçiyor, bu ise şudur: Kesb demek arapça “kazanmak” demektir. Yani şöyle; mesela ayağa kalkma fiilini Allah kul da yaratınca, kul bu hareketin mahalli yani yeri olmuş oluyor. Kul da yaratıyor fiili ve kul bu fiili yapıyor. İşte buna yani Allah’ın yaratığı fiili kulun yapmasına kesb yani kazanma denir. Şimdi size bu mezhebin kesb tarifini vereceğim: "kulun kudretinin (bu kudreti de yine Allah yaratır) fiille (yine Allah’ın yarattığı hareketi kasdediyor) birlikte tesirsiz olarak bulunmasıdır."
*** _Soru 1- Namaz kılıyor musun? Evetse, neden? Allah senin durumunu önceden takdir ettiyse neden yoruluyorsun? Hayırsa, Allah namazı emretmiyor mu? _Cevap: Namaz kılıyorum. Şöyle oluyor: Allah kılacağımı ezeli ilmiyle biliyordu; O’nun bildiği yanlış çıkmaz. Bundan dolayı mecbur kılmış oldum. Kılmasam O’nun ilmi yanlışa dönerdi; bu ise olamazdı. Soru 2- insanlara iyilik yapıyor musun? Evetse, Neden? ne faydası var? Hayırsa, Allah iyiliği emrediyor mu, emretmiyor mu? _Cevap: Yapıyorum, bak bunları size anlatıyorum, dediğim gibi Allah zorla yaptırıyor. _Soru 3- Aana yapılan kötülüğe kızıyor musun? Evetse, neden? adamın kötülük yapacağını Allah yazmamış mıydı sana göre? _Cevap: Kızdığımda oluyor, ona bunu Allah zorla yaptırdı, bu olacaktı, olmaması imkansızdı; bunu da biliyorum. Ama insanız, zayıfız ve olaylardan etkileniyoruz (aslında olaylardan etkilenmiyoruz da; çünkü bu etkiyi de yine biz de Allah varediyor. Biz de alışkanlık olarak “olaylardan etkilendik” diyoruz. Aslında olan olaylar birbirini etkilemez. Hepsini ayrı ayrı Allah yaptırır.
_Soru 4- Allah peygamber gönderiyor mu sence? Evetse, niye? Herkesin durumu belli ise, niye bir de peygamber geliyor? Hayırsa, İsa, Musa, Muhammed, İbrahim, Yunus, Yusuf, Yakup vs. kim? _Cevap: Gönderdi, milletin durumu iliminde belli, ama bunların gönderileceği de belli değil miydi?
Soru 5- Allah kitap gönderiyor mu? Evetse niye? Hayırsa, ayetleri nerden kırpıyon? _Cevap: Gönderdi, hiç bir nedeni yok. Çünkü ilminde böyle olacağı belliydi. Allah da ilmine göre bunları yaptı. (Aslında bilmesi bu olayların meydana gelmesinin gerçek sebebidir. Ayrıca yaratma sıfatı yoktur) Soru 6- Kitapta emir ve yasaklar var mı? Evetse, niye? herkesin durumu belli değil mi? Hayırsa, emir yasak ayetleri nedir? _Cevap: var, evet belli ama bu ayetlerin de böyle olacağı da belli değil mi?
_Soru 10- Allah abesle iştigal mi ediyor? Evetse, niye? Hayırsa, abesle iştigal değil mi uyulması gerekmeyen kurallar vaz eden bir ilah? _Cevap: Abesle iştigal ediyor demiyorum. Dediğim gibi Allah bu olayların olmasını seçmedi, Allah bunları nedensiz (bunu daha evvel çok kez açıkladım) bir ilme göre yapmaktadır. Çünkü olaylar iliminde belliydi zaten; ve nedensizlik sorgulanamaz. Zira ne sorarsan "nedeni yok ki" cevabını alacaksın. Zira ezeli ilmin nedeni olmaz. Kurallara uymak gerekir. “Peki neden uymak gerekir?” diye sorarsan; genelde bu sorunun yanıtı "emr edildiği için" dir, ama hakiki yanıt şudur: Emire itaat edenin itaat edeceği Allah’ın ilminde belli olduğundan ve isyan edenin de isyan edeceği Allah’ın ilminde belli olduğundan isyan eder. Başkaca nedeni yoktur aslında.
*** Dedi: 1.bilmek istemeyi doğurur mu? bilgi, isteği mi getirir bu şart mıdır? _Cevap: Hayır doğurmaz
2.bir şeyi biliyor olmak ona hükmetmek demek midir? Fotosentezin bilgisine sahipseniz bunu sağlayan siz mi oluyorsunuz? _Cevap: Burada iki bilgiyi ayırmak gerekir. Bizim bilgmizle Allah’ın bilgisi. Bizim bilgimiz etkilenendir, olay olur ve biz biliriz, yani önceden olacağını bildiğimiz şeyler ise daha önceki tecrübelerimize dayanır. Bizim bilgimiz etkilenen bir bilgidir. Ama Allah’ın ilmi ezeli olduğundan, O’nun ilmi, etkin bir ilim olmaktadır. Meydana geleceğini bildiği şeylerin varlığa gelmesi zorunlu ama varlığa gelmemesi imkansızdır.
3. Bıçak, tel, ip vs.. firmaları cinayet sorumlusu mudur? _Cevap: Hayır
4. Sadist bir Tanrı fikri ne kadar akıllıcadır? Zira sadistlik acizlikten, tatmin edilmemiş duygulardan ileri gelmektedir. Böyle bir Tanrı olabilir mi? Tanrılık gereği bu bir tezat değil mi? _Cevap: Allah zalimdir ama sadist değildir. Sadistlik duygudur, zalimlik ise duygu değildir. Ezeli olan bir varlık olduğundan (ilah) başlangıcı olmadığından, varlığının, dolayısıyla ilminin de nedeni yoktur ve olaylar bu ilme göre olduğundan bu olaylar da sonuçta nedensizlikle ilgilidir ve Allah’ın yaptıklarının aslında hiç bir nedeni yoktur. 5. İradesine bırakıldığı belirtilen insanın, bildik senaryoları oynuyor olması (yani robot olması) peygamberler, kitaplar ve bu kitaplar da "akletmez misiniz, kötülük yaparsanız nefsinize yaparsınız "vs uyarı ve ikazları gönderen Allah'ın kendisini kandırması mıdır? Bu mümkün müdür? _Cevaep: Kendisini kandırması değildir. O bunları zatı gereği yapmaya mecburdur. O’nu buna zorlayan da yoktur. Allah yaptığından başkasını yapamazdı ve bundan sonra da yapacağından başkasını yapacak değildir! Zira bütün bu olmuş ve olacak olaylar ezeli, başlangıçsız bir ilimde bellidir. Yukarda dediğim gibi bu ilim nedensiz olduğundan ve olaylar da bu ilme tabi olduğundan (yani Allah’ın ilmi olaylara tabi değildir, aksine olaylar O’nun ilmine tabidir) bu olayların da sebebi yok demektir. 6. Kendisine itaati isteyen Allah, bunu cebr ile mi yapmayı tercih etmişdir, yoksa irade hürriyeti ile mi? İlkinde itaatin bir anlamı var mıdır? _Cevap: Allah bunu tercih etmemiştir. Zaten cebrden başka yol da yoktur. Çünkü tüm alem var olma bakımından O’na muhtaçtı ve varlığını sürdürme bakımından da öyle.
*** Dedi: Allahın varlığının başlangıcı vardır diyordun ki buna sebep, ezelden beri var olan bir Tanrı’nın sonsuz bir süre bekleyip, evreni yaratmasının saçma olduğunu görmendi. Bu soruyu nasıl yanıtladın? Allah’ın başlangıcı olmadığını, ama maddenin de ezeli olduğunu.
_Cevap: Çaresiz hem Allah’a inananla, hem de inanmayan alemin ezeli olduğunu kabul etmek zorunda kaldı. Aleme hadis yani sonradan diyenler, ne dediklerini bilmezler. Madem maddenin başlangıçsızlığını kabul etmek zorunda kaldık; önümüzde iki yol vardır. Allah’ı kabul edip, O’nun başlangıçsızlığını kabul edip, alemin O’ndan taştığını ve bunun ilmine göre olduğunu kabul etmek ve böylece uygun bir mantıkla maddenin başlangıçsızlığını izah etmek. Ancak, Allah kabul edilmeden maddenin başlangıçsızlığını siz ne ile savunabilirsiniz? Eğer madde ve alem nedensiz olarak, yani yapıcısı olmadan meydana geliyorsa, neden boş odanın içinde durduk yerde bir buzdolabı oluşmuyor? Zira buzdolabı da madde, toprak da madde, bu bakımdan fark yoktur. Ama siz buna şunu dersiniz: “Oluşmuyor, çünkü önceki olaylar, sonrakileri belirler, önceki olaylara göre de oluşmayacağı varmış ki oluşmamış.” Ama dikkat edin ki, ben maddeye ezeli dedim, ama bunu Allah’tan taşmaya bağladım. Siz, bu başlangıçsızlığı nasıl açıklarsınız? Sizin başka çareniz yoktu; çünkü siz de kabul ettiniz ki: “hiçbir şey kendi kendinin sebebi olamaz. Daha önceki olaylar şimdiki olayların sebebidir.” Ama bunun karşısında şu sorulur: Peki o bahsettiğiniz önceki olayların sebebi yok muydu? Buna da “vardı” dediniz ve soru aynen devam etti ve siz: “Bir şey kendi kendinin sebebidir” dememek için, bunu sonsuza kadar geri döndürmek zorunda kaldınız. Ama dikkat edin, buna dair deliliniz yok, sadece sebep sonuç ilişkisinden hareketle bunu demek zorunda kaldınız. Yani bu başlangıçsızlığı siz açıklayamadınız. Biz ise açıkladık, şimdi iyi düşün; hangi seçenek size mantıklı gelmektedir. Devamlı yaptınızı yapıyorsunuz, “şu an ki işler, eskiden olan olaylardan oldu” diyorsunuz. Peki soruyorum: Siz ne kadar eskisiniz ki bu işleri bu kadar kendinize güvenerek ifade ediyorsunuz? Siz de aynısını bana deyip: “Bu senin için de geçerli, Allah’ı öyle bir anlatıyorsun ki…”
_Cevap: Ancak bunlar akli delillerle sabit olduğundan dolayı bu görüşleri savunuyoruz, siz ise bir inadın ardından gidiyor ve tartışılınca da “olaylar geçmişe doğru sonsuza dek gider” diyorsunuz. Geçmiş zaten bize karanlıktır, millet bu lafınız üzerine size pek bir şey diyemiyor. Ama şunu kendine sor: Aslında sen de maddenin başlangıçsızlığını izah edemiyorsun. Şunu diyor bazı materyalistler: “Karaciğer nasıl şunu salgılarsa, böbrek nasıl bunu salgılarsa, beyin de öylece düşünce salgılar veya ortaya koyar.” Beyin bu, et değil mi? Rüya görüyorsun ya, bu rüyalar bazen insanı ne derece etkiliyor değil mi? Sen rüya görürken bu rüyanın sonunu biliyor musun? bilmiyorsun değil mi? Ama televizyon seyreder gibi izliyorsun ve rüyayı görüyorsun. Peki bu rüyayı sen mi yapıyorsun? Eğer sen yapıyorsan, rüyayı görünce niye şaşırıyorsun? Eğer rüyayı sen yapsaydın şaşırmaman gerekirdi. Şaşırdığına, etkilendiğine göre sen yapmıyorsun demektir. Peki sen yapmıyorsan kim yapıyor? “Beyin” dersen, soruyorum: Peki bu rüyayı görmeden önce bu rüya beyinde miydi değil miydi? eğer “beyinde değildi” dersen, neredeydi? eğer “beyindeydi” dersen, neden o rüyayı bugün gördünde, bir sonraki gün görmedin? bunun tercihini kim yaptı? Beyin mi? Şuna bağlayacağım; ateist olanlar düşüncelerin de, önceki olaylarla belirlendiğini ve hür olmadıklarını savunurlar. Soruyorum: Mesela biri kaçıyor, arkasındaki silahlı, onu öldürmek istiyor ve bilmediği bir yer burası. Kaçaın bu şahsın karşısına iki yol çıktı ama yolar birbirinin aynısı, bir farkları yok. Biri sağda diğeri solda, kaçan o an karar veriyor ve mesela sağdan kaçıyor. Sizin ateist – determinist düşünceniz “bu sağ tarafı seçim zorunluydu, sol tarafı seçemezdi, önceki olaylar bunu belirledi” diyor. Buna inanıyor musun. Eğer inanmazsan öbür seçenek şudur: “Bu, sağ tarafı seçme kararını vermenizi siz de Allah varetti, tabiî ki siz de sağ yönü tecih etme düşüncesi varedildiğinde siz sol tarafı seçemezdiniz. Yani Allah sizi zorladı.” Bu ikisinden başka seçenek yoktur. İyi düşünün ve kararınızı verin!
*** Dedi: İnsanın dileyip istemesini de yaratan Allahdır elbette. . _Cevap: O halde biri Allah’a sövmek istedi ve sövdü. Yani ona bu isteği veren ve on da bu isteği yaratan Allah idi öyle mi? Eğer "evet" dersen, peki, Allah’ın yarattığı düşünceyi kul düşünmemeye kadir olabilir mi? "olamaz" dersen, o halde bu insan engellemeye kadir olamadığı bir işi yapmış olmadı mı? "öyle oldu" dersen, nerede bu hür irade dediğin şey?
*** Bu millet ekseri ne diyor: “Allah vardı hiçbir şey yoktu, sonradan Allah alemi (Allah’tan başka herşey) yarattı” demiyomu? Ehli Sünnet de böyle demiyor mu? Bu konuyu altı aydır inceliyorum en derin kitapları okuyorum, anladım ve şunu gördüm: "Allah alemi sonradan yarattı" diyenlere soruyorum: Allah, alemden önce de varlıkta mıydı? "evet" derler. Peki, sonlu mu yoksa sonsuz süre önce miydi? Derse ki: "sonsuz süre," bu olmaz. Çünkü, sonsuz sürenin sonuna varılamaz, böyle olsa alemin varlığa gelmemesi gerekirdi. Bu sefer mecburen "sonlu süre önceydi" diyecekler; ama burada onların aklına gelmeyen bir sorun var, o da şu: Böyle diyen, Allah’ın varlığının başlangıcını savunmuş olmaktadır. Çünkü sonlu süre demek; başı ve sonu belli olan süre demektir ve bunlara göre alem sonradan yaratıldığı için bir başlangıcı vardır ve bu başlangıcı olan andan, sonlu süre geri gittiğimizde ne olur? Şu olur ki: “Allah alemden sonlu süre önceydi ama daha önce değil” manası çıkar ve bu, Allah’ın varlığının başlangıcını savunmak olur. Ama onlar bunu anlamıyordu. Kendilerine ne denmişse aynen tekrar ediyorlardı. Mesela Gazali, Ehli Sünnet’in içinde bu konuyu en iyi bilenlerden birisidir. kitabını okudum "Tefahafüt el Felasife" yani "Filozofların Tutarsızlıkları." Orada rezil oldu ve şöyle bir hata yaptı. Dedi ki: “Allah zamanı sonradan, alemle beraber yarattı.” Yani “alemden önce zaman yoktu” dedi. Madem alemden önce zaman yok, o halde neden bunlar aleme “sonradandır” diyor. Çünkü “sonradan” demek için öncelik olması lazım ve öncelik de zaman kavramıdır.
*** Kitap: Nutuk Kitapevi: Alfa, Basım yılı: 2005 (sadeleştirilmiş)
_Sayfa 56: Vatanımızı paylaşma ve yoketmek düşüncesini bu kadar açık ve haysiyet kırıcı bir şekilde ortaya koyan bu ifade karşısında titremeyecek duygulu bir insan düşünemiyorum. Tanrı'ya binlerce şükredelim ki milletimiz ruhundaki kahramanlık azmiyle tarih boyunca sürüp gelen hayat ve varlığını hiç bir zaman ne kaderin akışına ne de böyle cellatça hükümlere kurban etmeyecektir.
_Sayfa 82: Milli isteklere bağlı kalmayan ve onlara uygun düşmeyen kararlar, hiç bir zaman milletçe kabul edilemeyeceğinden, milletimizin ve vatanımızın alın yazısını tayinde, milli vicdana tercüman olmaktan ibaret bulunan görevimizi tam olarak yerine getirebilmek için milli isteğin odaklaşarak tek bir hedefe yönelmesini beklemeden hiçbir meselede yetkili görünmemiz doğru değildir.
Not: lutfen’in kaderi inkar edişi görülüyor.
*** Olayların başka türlü olması ancak Allahın da başka türlü olmasıyla mümkün olabilirdi. Ancak Allah başka türlü olamazdı, yani başka türlü bilemezdi; dolayısıyla olan olaylar da başka türlü olamazdı.
*** Allah’ın olacağını bildiği bir olayın varlığa gelmesi zorunlu mudur? “evet” derse; Zorunlu olarak varlığa gelecek olan bir olayı engellemeye kadir olabilir miyim? “hayır” derse, ben engellemeye ve başka türlü davranmaya kadir olamadığım bir eylemi mi yapmaktayım veya yapacağım?
*** Kötülüğün nedeni Allah mıdır? _Cevap: Evet
*** Soru: Allah ahlaklı mıdır? _Cevap: Ahlak duygu olduğundan, Allaha ahlaklı dememek icap eder.
*** Soru: Olaylar olacağı için mi Allah bilir yoksa Allah önceden bildiği için mi olaylar vardır? Allah varettiiği için mi bilir yoksa önceden bildiği için mi vareder?
*** Kitap: Agustınus’ta Tanrı ve Yaratma Yazar: Doç. Dr. Zeki Özcan _Sh 195: Öbür taraftan hiçbir şey kendi kendini ne yaratabilir ne de varedebilir. Onun gerçekte kendine varlık verebilmek için hem var olması ve hem de yaratılmak için varolmaması gerekirdi. Bu da bizi kendi tarafından yaratılmak için, var olmayı kabul etme gibi saçma bir telakkiye götürür. Bunun için varlığın nedeni kendisi değil; onun dışında olan biri yani Tanrı’dır. _Sh 216: “Tanrı nesneleri var oldukları için bilmez; tersine Tanrı bildiği için nesneler vardır.”
*** Dedi: Bu yazdıklarIı yanlış anlamadIısam elestiri. O halde BEDiÜZZAMAN hayatı boyunca böyle keyfi muamelelere karşı, imani bir mücadele sürdürmüşken, anlamadıgım sen ne diye onun eserlerini tam okumadan tutup burada böyle bir konu açtın? _Cevap: Okumadığımı nerden çıkardın, “Tarihçe-i Hayat” hariç külliyatta Nursi’nin yazdığı bütün yazılarını okudum. Ben aslında onun kadere inanmadığını daha önceden de biliyordum. Ancak Türkiye’de çok insan onun peşinden giden biriydi ve Nursi’ye aşırı bir bağlılıkları vardı. Öyleki ben bir nurcuyla konuşuyordum, ona cebri yani kaderi anlatıyordum; adam dinliyor, ne zaman ki ben “Nursi de kader inancında hata yaptı” dediğimde, dinleyen şahıs kalkıp gidiyor ve daha seni dinlemem diyordu. Bu çok oldu. Bu küllliyatı incelememin bir gayesi, örnek olması bakımındandı. Yoksa Nursi gibi inanan ve bu konuda kitap yazan yüzlerce kişi vardır. Yani özgür iradeye inanıp, kader ile ilgili kitap yazan çok kişi vardı. Ama Nursi’nin en meşhurlarından olması hasebiyle onu seçtim ve irdeledim. Üç sene uğraştım külliyatı bitirmeye. Forumlarda yayınladım ama Nurcular cevap vermediler. Yani savunma yapmadılar, bunu beklemiyordum. Yani size yardım etmek için bu kadar uğraştım. Ama şimdi din düşmanı olarak lanse ediliyorum. Şunu göstermek istedim: Nursi kader konusundan anlamıyor. O kendinden önceki nesillerin yaptığı bazı laf oyunlarını aldı ve kullandı. Ancak kendine özgü anlatım tarzıyla; şunu söylemeliyim ki Nursi buna böylece inandı. Yani bunu insanları saptırmak gayesiyle yapmadı. Zaten özgür iradeyi savunanların tamamına yakını bu izahları; aslında insanları saptırmak için değil de, onlara yardım etmek, yol göstermek amacıyla yaparlar. Nursi de bunlardandı. Ama Nursi bu konuda detaylı bilgiye sahip değildi. Kendine çok güvendi ve çokları gibi hata yaptı. Zaten o kelamcı değildi, yani Eşariliğin cebirci (hür irademiz yoktur inancında olanların görüşü) olduğunu bile bilmiyordu. Fetullah gülen de aynı hatayı yaptı. O da kadere inanmaz ama "kader" adında kitap yazdı.
*** Kitap: Felsefeye Giriş (ikinci kısım) Yazar: Hilmi Ziya Ülken _Sh 88: Vakıa ilk defa felsefede Farabi, “fizik determinism” fikrini kendi metafiziğine bağlamak suretiyle kat’i sarsılmaz (hatta mukadder) bir muayyenlik fikrine ulaşmıştı. Allah, Farabi’ye göre zaruri varlık (Vacib - ül – Vücud) olduğu için kendi kendini tayin eder; bazı kelamcıların Allah’ı gibi, istediğini, dilediği üzere yapan ve dilediği gibi bozan hür irade (fail-i muhtar) değildir. Farabi nazarında bu tarzda anlaşılan bir Allah fikri, Allah’ın ulviliği ve sonsuz kudretine aykırıdır. Çünkü O’nu cüz’i irade sahibi olan ve seçme gücü ile daima yapıp yapmama arasında bulunan insan derecesine düşürmektedir. Halbuki Allah’ın sonsuz kudretinde karar, tereddüt, seçme olamaz. O mutlak zarurettir. Ancak kendi kendini tayin eder. Fakat alem zaruretini O’ndan alır. Tabiat kanunlarının şaşmaz kat’iliği de bundan ileri gelir. _Sh 238: Mutlak adalet, sonsuz rahmeti reddeder. Zira sonsuz rahmet, adaleti zayıflatır. Yaradışın zorunsuzluğu (Allah’ın” Fail-i muhtar” oluşu) ilahi zarureti reddeder. Zira eğer Allah Vacib-ül- Vücud ise bütün fiilleri zaruridir.
*** Soru: Allah bildiği şeyin mi olmasını isteyecekti ya da bundan başkasını isteyebilir miydi?
*** Kitap: Bilimin öteki yüzü Yazar: S. Demirci _Sh: 83: Sebeplerin sonuçları yaptığı fikrinde ısrar edenlere göre -başka bir sonucun sebebi olan- bu sonucun da başka bir sebeple yapılıyor olması gerekir. Yani böyle bir anlayışta her şey mutlaka bir başka sebebin sonucu göründüğüne göre geriye bizim “Allah yapıyor” diyebileceğimiz başka bir şey kalmamaktadır. Mesela baştan “ağaç, harikulade bir mekanizma ile kendi meyvelerini yapıyor” diye düşünseniz, “o halde ağacı bu harikuladelikle yaratan Allah’tır” deme hakkını kaybetmiş olursunuz. Zira meyvelerini (sonuçlarını) nasıl harikulade bir mekanizma ile ağaç yapıyorsa, ağacı da başka bir harikulade mekanizma ile başka bir şey mesela tohum yapıyor olabilir ve tohumu da yapan başka harikulade bir şey mutlaka vardır. Sebepleri Allah’a verip sonuçları da sebeplere verirsek, o sebeplere de sahip çıkacak başka sebepler çıkar, diğer bir ifadeyle sebeplere tesir atfetmenin ucu tüm yaratılışı sebepler arasında dağıtmaya varır. Sonuçta “Allah bazı şeylerin yaratıcısıdır” bile diyemeyiz. Şu halde Allah ya her bir şeyin yaratıcısıdır ya da hiçbir şeyin yaratıcısı değildir. Ortada ara formül nevinde üçüncü bir ihtimal söz konusu olamaz. Gerçekten her bir sebep kendi sonucunu oluşturuyorsa, diğer bir ifadeyle her oluşum zorunlu bir nedensellik içinde sürüp gidiyorsa “her bir şeyin yaratıcısı olan Allah’a ne isnad edilecektir?
*** Dedi: Allah ezeli ilmiyle geçmiş ve geleceğİ bir anda görüyor. Bu konuyu sordum; Yaklaşık bir saat ders işlendi. Senin sorduğun bütün sorulara cevap verildi. Bir ayna farzedelim tamam mı; bu sadece şimdiki zamanı değil, bütün zamanları görüyor ve onu Yazıyor. Yani gördüğünü yazıyor. O’nun görmesi ve bilmesi, senin yaptığını etkilemiyor. Mesela bizim yarın güneşin doğacağını bilmemiz, güneşin doğma keyfiyetini değiştirmez. Kader de bu neviden bir ilimdir. İnsanın cüzi iradesinin ne olduğunun bilinmemesi, onun yokluğuna delalet etmez. Çok şeylerin mahiyetlerini bilmediğimiz halde, onlar varlar. Onun gibi de cüzi iradeyi herkes az çok kendisinden bilir. Sen bir işi yaparken mutlaka bir iradeyle yapıyorsun. Zaten cüzi irade olmasaydı, imtihan diye bir şey kalmazdı. Cevap: Şunu soruyorum: Bu cüzi irade (bir fiili yapmak istemektir, mesela ayağa kalkmak istemek düşüncesine cüzi irade denir) var mı, yok mu? Eğer “var” dersen, soruyorum: Peki bu cüzi irademizi Allah mı yarattı? “Evet” dersen, senin mezhebin olan Maturidilik bunu demiyor. Sen daha mezhebini bilmiyorsun demektir. İkinci soru: Allah’ın iradesi var mı? “Var” dersen, bu irade ezeli mi, sonradan mı? “Ezeli” dersen, şu anda yazma fiil mi Allah ezeli olarak mı irade etti? “Hayır” dersen, o halde neden ezeli iradesi olduğunu söyledin? “İradesi ezelidir” dersen, daha biz yapmadan önce Allah’ın bu fiilleri ezeli olarak dilediğini kabul ettin demektir. O halde, Allah’ın irade ettiği bir fiili biz yapmaya mecbur olur muyuz, olmaz mıyız? “Olmayız” dersen, "Allah’ın dilediği şeyler olmayabilir de" demiş olursun ki, Ehli Sünnet bunu demez.
*** Dedi: Mesela bir çocuk farzedelim; bir adam onu sırtına almış, o çocuk nereye gitmek isterse oraya götürüyor. İşte cüzi irade de o türden, sen yapmak istiyorsun, Allah yaratıyor.
Cevap: Peki çocuğun bir yere gitmek istemesi bir düşünce değil mi? “evet” dersen, bu düşünceyi Allah mı yarattı acaba?
*** Dedi: Geçmiş zamanın başı = şimdiki zamanın başıdır. Buna cevabın nedir? Cevap: Kitaplarda bu örnek böyle değil, şöyle verilir: Geçmiş zamanın sonu, şimdiki zamanın başıdır denir. Ben zaman konusunda araştırmalarım sonucu şuna ulaştım: Zaman hareketin ölçüsüdür ve alem ezelidir, yani hareket de ezelidir. Dolayısıyla zaman da ezelidir. Yani zamandan kaçılamaz. Ancak burada ince nokta şudur: Zaman bence hakiki manada varlıkta olan birşey değildir. itibari yani varsayılan bir şeydir. Bu yönüyle “aslında hakikatta zaman yoktur” denebilir. Ama biz de olan zaman kavramlarını Allah varetmiştir. Önce, sonra, saniye, saat gibi. Ama itibari olarak andığım zamandan kaçılamaz. Yani bu anlamdaki (varsayılan) bir zaman için; “yoktu da sonradan Allah bunu yarattı” denemez. Diyen her zaman rezil oldu.
*** Dedi: Şöyle bir örnek verecek olursam: Video seyrediyosun ve sen yüz kere seyretmişsin o filmi; yanındaki arkadaşın ilk defa seyrediyor. Sen yüz kere seyrettiğinden, filmin öncesini de sonrasını da her kelimeyi biliyorsun ve diyorsun ki: “Bak birazdan şunu söyleyecek.” Ama arkadaşın bilmediğinden bekliyor ve fikir yürütüyor.
_Cevap: Sen video seyrediyorsun. Peki o film hakkında ne vakit bilgi sahibi oluyorsun? Diyeceksin ki: "İzlediğim zaman bilgi sahibi oluyorum." Ben sana dersem ki: Bu filmi kimse sana anlatmazsa ve sen bu filmi izlemeden önce bu filmi bilecek miydin? "Bilemem" demiyecek misin? Ama Allah dikkat edersen, o filim daha çekilmeden evvel de biliyor değil mi bu filmi? Şimdi farkı anladın mı? Yani senin ilmin etkilenen, kazanılan bir ilim; ama Allah’ın ilmi böyle değil. O önceden de biliyor. Fark burada. Kendi ilminle, Allah’ın ilmini kıyas etme! Bu olamaz. Bu kandırmaca yüzyıllardır tüm hızıyla sürüyor. Buna cevap bulmak için altı yıl uğraştım. Tam cevabını bulmak için de dokuz yıl uğraştım. Şimdi bir de kalkıp, onların dediğini savunuyorsun. Aklınca iyi bir şey yaptığını sanıyorsun ama bir sahtekarlığa alet oluyorsun.
|
Yukarı dön |
|
|
|
|